savcı arşivleri - Hukuk Penceresi https://hukukpenceresi.com/tag/savci/ Zulüm karanlığına ışık saçan pencere Mon, 19 Feb 2024 23:03:44 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://hukukpenceresi.com/wp-content/uploads/2022/06/indir-150x150.jpeg savcı arşivleri - Hukuk Penceresi https://hukukpenceresi.com/tag/savci/ 32 32 NAİF YARGI(Ç) https://hukukpenceresi.com/naif-yargic/ https://hukukpenceresi.com/naif-yargic/#respond Mon, 19 Feb 2024 23:01:59 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9216 Önceki dönemde egemen iktidar tarafından “sakıncalı” görülen kişiler fikir ya da düşünceleri nedeniyle soruşturulmuşlar; haklarında iddianameler düzenlenerek yargılanmaları ve hatta mahkûm olmaları sağlanmıştır. 1960 sonrası dönemde kurulan istihbarat örgütleri savcılık ve mahkemelere talep üzerine raporlar göndermiş, yazılarında “ilgili her ne kadar suç işlememiş ise de vicdanen suçludur” gibi, Engizisyon yargılamalarında dahi görülemeyecek garabetlere imza atmışlardır. […]

NAİF YARGI(Ç) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Önceki dönemde egemen iktidar tarafından “sakıncalı” görülen kişiler fikir ya da düşünceleri nedeniyle soruşturulmuşlar; haklarında iddianameler düzenlenerek yargılanmaları ve hatta mahkûm olmaları sağlanmıştır. 1960 sonrası dönemde kurulan istihbarat örgütleri savcılık ve mahkemelere talep üzerine raporlar göndermiş, yazılarında “ilgili her ne kadar suç işlememiş ise de vicdanen suçludur” gibi, Engizisyon yargılamalarında dahi görülemeyecek garabetlere imza atmışlardır. Zira Engizisyonda, işkence ile elde edilse dahi bir itiraf üzerine hükümler bina edilmekte idi.

Anayasamıza göre mahkemeler bağımsız olup, hiç bir makam ve merci onlara emir ve talimat veremez, tavsiye ve telkinde bulunamaz. Soruşturma dosyamızın Başsavcısının ikrarı ile sabit olduğu üzere, hakkımızda hiçbir delil bulunmamakta iken, HSYK’nın ihbar yazısı ve ekinde yer alan listeyi gönderen Ankara CBS’nin talimatı ile bir gece ansızın “terör örgütü üyesi ve darbeci olmakla” suçlanıp, tutuklandık. Peki, bu listeler bir gecede nasıl ve hangi kıstaslara göre, kim ya da hangi kurumca hazırlanıp HSYK’ya servis edildi? Bu soruya cevap bulmak çok güç değil: Memleketi ve milleti iç ve dış düşmanların saldırılarına karşı korumakla mesul “istihbarat örgütümüz”. Bu “milli” teşkilatımızın bizlerde gördüğü en önemli tehdit gerekçesi, daha önceki benzerlerimizde gözlemlendiği üzere namuslu ve vicdanlı oluşumuzdur herhalde.

Anayasaya aykırı olarak emir ve talimat veren ya da tavsiye veya telkinde bulunan kişi ve kurumların eylemleri suç değil midir? Bunların haklarında herhangi bir soruşturma başlatılmış mıdır? Bu soruların cevabi şimdilik tabiki hayır. Zira hali hazırdaki şartlar çerçevesinde, mevcut “bağımsız” yargı organımız ile bunların tarafsız elemanları akledip buna cesaret edemez. Cesarete gelseler dahi, soruşturulacak suçların potansiyel şüphelisi olan mevcut “fiili rejim” buna müsaade etmez. Anayasa, hukuk, insan hakları vs. gibi lüzumsuz ayrıntıların hepsi rafa kaldırılmış vaziyettedir.

Tutuklandığım 16 Temmuz 2016 tarihinden özellikle önceki son beş yılda iktidarın yargıya dair söylem, eylem ve politikalarına hep eleştirel yaklaştım. Yargıya duyduğu yakın ilgi, ona müdahalede bulunma iradesi, onu kendi menfaatine göre tasarlama ve etkileme gayreti beni hep endişeye sevk etti. Bunu dillendirdiğim arkadaş, akraba ve meslektaş çevremden destek aldığım gibi, bana tepki gösteren ve yorumlarıma sessiz kalanların sayısı her daim fazlaydı. Destek veren meslektaşlarım şu anda benimle cezaevinde aynı kaderi ve hücreyi paylaşıyorlar maalesef.

Söylemlerime muhalif olan ya da sessiz kalanların zihin arkasında, tarihteki yaşanmışlıklardan kaynaklı olsa gerek, “bırak bu işlerle uğraşmayı, memleketi sen mi kurtaracaksın?“, “kim başa çıkabilmiş ki devletle?”, “âlemin akıllısı sen misin?”,kendine acımıyorsan, eşine ve çocuklarına da mı acımıyorsun?” sözleri dökülüyor dillerinden her daim.

Dolgun maaşlı bir işin yanında uyumlu bir eşin ve sağlıklı çocukların varsa toplumun senden beklediği davranış kodları bellidir: etliye sütlüye karışma, pozisyonunu koru, çocuklarına iyi bir gelecek hazırla, onları evlendir, emekli ol, torunlarını sev, yaşlan ve öl. Devletin âli ve beşerin akıl erdiremeyeceği işlerine kafa yormak senin haddine mi? Bu zulüm düzenine adalet getirmek, ona nizam vermek sana mı kalmış? Elalemin namuslu ve dürüst adamı olmaktan sana ne!

Annemin son zamanlardaki duaları ve telkinleri geldi aklıma. Sürekli olarak her yerde her meseleyi konuşmama mı, kimseyle siyasi konularda tartışmamamı, bana zarar verecek yargısal kararlar verip bu tür süreçlere müdahil olmamamı öğütlüyordu bana. Tabi sözlerinin temelinde bana duyduğu merhamet ve şefkat duyguları vardı. Annem bu sözlerine ek olarak bana “haram yeme, haksızlık ve hırsızlık yapma, günah işleme, bu dünyanın bir de ötesi var” gibi altın değerinde öğütler de veriyordu.

Görünüşte herhangi bir tenakuz içermeyen bu tavsiyeler, icra ettiğim savcılık mesleği bağlamında çok derin çelişkilerle doluydu. Bir tarafta milleti oluşturan her bir ferdin hakkını koruma gibi ağır bir yükü muhteva eden işimin gerekleri, diğer tarafta ağzı dualı, şefkat yüklü, tüm dünyası yaşadığı küçük bir köyün realiteleriyle sınırlı annemin güzel temennileri. Annem bana hem mesleğim gereği haksızlık yapmama mı, hem de işimi tehlikeye sokacak hırsızlıklara ve yolsuzluklara göz yummamı, onlara dokunmama mı istiyor benden?. Bir sözü ile beni cennete götürecek yola sevk ederken, farkında olmadan başkası ile cehennemin çukurlarına yönlendiriyor. Annemin bir bütün halinde, sahip olduğu algı, bilgi ve tecrübeleri ışığında bana söylemek istediği şey açıktı: “Makamını, kişiliğini, onurunu, şerefini satma. Bu dünyanın diğer tarafı da var. Aksi taktirde sana sütümü helal etmem.” Annemin sahip olduğu “irfan” bunu haykırırken, hakiki duygularına tercüman olmaktan aciz “lisanı” bunu bana şifreli olarak değişik formatta aksettiriyor.

Yaklaşık üçyüz yıldır süre gelen ve nesilden nesile geçen “cehalet”, “fakirlik” ve “tembellik” gibi virüsler Anadolu’nun saf ve temiz insanının zihnini ve ruhunu karartmış, adeta onda zorla ikinci bir kişilik oluşturmuştu. Annemin ve benim de içinde doğup büyüdüğümüz Anadolu köylüsü bu süre boyunca hep iki kişilikli olarak yaşadı. Bunlardan içte olan ilkinde bin yıldan fazladır bu toprakların ve İslam’ın kültür ve değerleriyle yetişen ve ona tercüman olan kişilik barınırken; dışta olan ikincisinde yokluğun, yoksulluğun, yasakların, baskının ve zulmün şekillendirdiği ve kendi gerçekleriyle bezediği, birincisi ile neredeyse tamamen zıt karakterlerde başka bir kişilik tezahür etmektedir. Hepimizin yaşadığı ve alıştığı bu acı verici hali analarımızın farketmesi mümkün değil. İnsanımız o hale gelmiş ki, düşündüğü, inandığı ve iman ettiği değerler ile, hayatına yansıttıklarının arasındaki devasa uçurumu göremeyecek kadar kör. Bunu fark edip, buna çözümler üretecek zihin dünyamız kirletilmiş, ruhumuz ise kötürüm hale getirilmiştir.

Üçyüz yıl boyunca beynimize ve ruhumuza saldıran ve bu saldırıyı son yüz yılında daha da arttıranlar Annemden ve annemin çocuklarından köyde kalmalarını, köylerinin dışına ne bedenen ve ne de zihnen çıkmamalarını bekliyorlardı. Bizler doğduğumuz toprakta çalışıp yaşayacak ve orada ölerek toprağa karışacaktık. Bizden beklenen oydu. Kafesinden çıkmaması gereken “ben” ve benim gibiler, her daim tehdit altındaydık: malımız, onurumuz, şerefimiz, eşimiz, çocuklarımız, özgürlüğümüz ve hatta canımız elimizden alınabilirdi. Öyle de oldu; tutuklandım. Mesleğim, malvarlığı elimden alında, çocuklarım ve eşimden ayrı bırakıldım. Ancak şerefim ve onurumla, zihnimdeki yanan ve karanlıkları aydınlığa kavuşturacak fikirlerimle yaşıyorum, dimdik ayaktayım.

Ben yaşadıkça, bizlere bu ağları örenlerin mirasçıları rahat uyuyamayacaklar.

 

Not: Bu yazı 21.08.2016 tarihinde Pazar günü Sivas E-Tipi Kapalı Cezaevinde kaleme alınmıştır.

NAİF YARGI(Ç) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/naif-yargic/feed/ 0
KAĞITTAN KAPLAN YARGIMIZ https://hukukpenceresi.com/kagittan-kaplan-yargimiz/ https://hukukpenceresi.com/kagittan-kaplan-yargimiz/#comments Sun, 28 Jan 2024 23:48:51 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9205 Sivas Sulh Ceza Hâkimliği’nin tutukluluk  halimin devamına dair kararı ile HSYK tarafından verilen benim de ismimin yer aldığı 2847 hâkim ve savcının meslekten ihracına dair kararı 26 Ağustos 2016 tarihinde tebliğ edildi. İki farklı karar. Bir tarafta kişi temel hak ve özgürlüklerinin güvencesi olması gereken hâkimlik kararı, diğer tarafta ise yargı sisteminin bağımsız ve tarafsız […]

KAĞITTAN KAPLAN YARGIMIZ yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Sivas Sulh Ceza Hâkimliği’nin tutukluluk  halimin devamına dair kararı ile HSYK tarafından verilen benim de ismimin yer aldığı 2847 hâkim ve savcının meslekten ihracına dair kararı 26 Ağustos 2016 tarihinde tebliğ edildi.

İki farklı karar. Bir tarafta kişi temel hak ve özgürlüklerinin güvencesi olması gereken hâkimlik kararı, diğer tarafta ise yargı sisteminin bağımsız ve tarafsız olmasını teminat altına alması beklenen bir Kurul kararı var. Her ikisinin malul olduğu hastalık, hukuk devletinin temeline dinamit koyan ve onun varlığını tehdit eden bir fecaat: Gerekçesizlik.  Her iki karar vehim, korkuy, hırslar, kinler ya da düşmanlıklar üzerine bina edilmiş.

İdeolojik yaklaşımın; etnik, dini, felsefi ya da sosyolojik farklılıkların; beklenti, korku veya hırsların hâkimlerin hakkaniyetli, ahlaklı ve vicdanlı karar vermeleri önünde büyük bir engel teşkil ettiği talihsiz bir zaman diliminde yaşıyoruz. Yargı mensuplarının içinde debelendikleri bu zafiyetleri, adaletli bir yargı sistemine özlem duyan, bunu yitik bir malı gibi hasretle ve özlemle arayan milletimin hayalleri önünde aşılamaz bir settir.

Memleketin hukukçularının (yargı çalışanları ve akademisyenlerinin) sefaletleri önce kendilerini daha sonra ise onun üzerine bina edilen değer ve kurumları yok etme potansiyeline sahiptir. Bunlardan müteşekkil bir yargı sisteminin çürümeye, ayrışmaya, kargaşaya ve her tür anarşiye yol açması kaçınılmazdır.

Bireylerin kişiliklerini örseleyen aile yapımız, yaratıcılığı ve üreticiliği doğmadan öldüren eğitim sistemimiz; kural, kaide, teamülleri olmayan kişiliksiz ve otoritesiz, denetimsiz, mesuliyetsiz devlet teşkilatlanması ve benzer başkaca sebeplerin bir araya gelmesi, yukarıda tanımlamaya çalıştığım hukukçu modelini bizlere hediye etti.

Ruhi hastalıkları ve manevi bunalımları nedeniyle “gerekçesiz” kalan hukukçu, gerçeklikten kopmakta, hayal âleminde hakikati arama macerasına atılmaktadır. Bu tür bir yaşamı kabul eden hukukçunun can simidi “klişe” ibareler, “kanun metni” ya da sorgulamasını yapmadan baş tacı ettiği “içtihatlar”dır. Kararında alt alta sıraladığı dosyanın somut omurgasından kopuk, bireyselleştirilmemiş ibareler ne kadar ışıltılı ve edebi olurlarsa olsun, içeriğinde bir ahengi bulunursa bulunsun, bunlar hukukçunun zavallılığını içinde bulunduğu ruh ve zihin sefaletini haykıran kelime yığınından ibarettirler.

Hakkımda sulh ceza hâkimliğince verilen tutuklama kararı ile tutukluluğun devamına dair kararları her okuyuşumda hissettiği şey hâkimin vicdanının iniltileri, içinde bulunduğu ve çıkmaya çabaladığı zavallı ruh hali, kendini kurtarma ve vicdanını rahatlatma çabası, korkusu ve acizliğidir. Bir hâkimin en büyük silahı ya da kalkanı, kararında gösterdiği deliller, somut veriler ve bunları ilmek ilmek işlediği hukuki değerlendirmesidir. Hâkim, bunlarla vicdanını rahatlatır, maddi ve manevi sahadan gelecek saldırıları göğüsler korkularının pençesinden bu şekilde kurtulur. Huzur bulur.

Tutuklama kararında aleyhime delil olarak gösterilen bilgi ve belgeler tam bir korku zincirini andırıyor. Silsile halinde sulh ceza hâkimine ulaşan bu zincirin halkalarının sağlamlığını irdelemeye kimsenin cesareti yok. Tam olarak dosyaya yansımamakla birlikte hakkımda HS(Y)K nezdinde tutulan ve kim tarafından servis edildiği belirsiz fişleme notları el altından Ankara savcılığına, bura vasıtasıyla Sivas savcılığına ve nihayetinde Sivas sulh ceza hâkimine ulaşmış. Korku bulutlarının ve karanlığın hâkim olduğu bir ortamda bilginin (delilin) bahşettiği aydınlığın, akıl ve mantık ilkelerinin ve şuurun izlerini bulmak ne mümkün. Önümde, beni tutsak eden, birbirine dayanarak ayakta kalmaya çalışan kâğıttan bir canavar var. Bu canavarın mimarları, yaratıklarının gölgesinden korkuyor, ihtişamıyla sermest oluyor ve bununla muhataplarına gözdağı veriyorlar.

Suçlamanın (darbe yapmak) büyüklüğü zihinleri esir almış, aklı sürgün edip mantıklara kilit vurmuş sanki. Salt suç isnadını mahkûmiyetin temel dayanağı kabul etmiş zavallılar. Delil bunlar için anlamsız bir ayrıntı; gerektiğinde bulunacak, bulanamazsa uydurulacak bir usüli zorunluluk. Zira bana ve benimle aynı durumda bulunanlara karşı işlenen cinayeti ortaya çıkaracak tüm mekanizmalar ya değiştirilerek zalimler tarafından ele geçirilmiş ya da korku ve baskı ile etkisizleştirilmişlerdir. Birisinin veya birilerinin yapılanlar ile igili olarak “hakız, hukuksuz” diyememesi, faillerin en büyük dayanağı ve varlık nedeni haline gelmiş.

Bu zulmü yapanlar veya ona ortak olanlar o kadar zayıf ve acizler ki, üflemekle yıkılacak kaleleri ve saraylarının arkasında, ürkek ve titrek bir halde yaşıyorlar. Endişeli şekilde akıbetlerini bekliyorlar.

 

 

Not: Bu yazı 27 Ağustos 2016 günü, Sivas cezaevindeki tutsaklığım sırasında kaleme alındı.

KAĞITTAN KAPLAN YARGIMIZ yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/kagittan-kaplan-yargimiz/feed/ 1
Bu Da Mı Gol Değil Hakim Bey! https://hukukpenceresi.com/bu-da-mi-gol-degil-hakim-bey/ https://hukukpenceresi.com/bu-da-mi-gol-degil-hakim-bey/#respond Thu, 25 Jan 2024 21:57:32 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9194 Hukukçu olmasa da Türkiye’de, kahvede oturan kalabalığın bile batak oynarken bildiği temel hukuk bilgileri ne yazık ki vardır. İronik bu durum Türkiye’de normal görülür. Çünkü herkes azıcık Hukuk, azıcık Futbol, azıcık Bürokrasi bilir ama maalesef konuşunca azıcık kavramı kaybolur kafalarında. Teknik direktörden fazla taktik, doktordan fazla tıp bilen yurdum insanının ezbere bilebileceği bir şey de […]

Bu Da Mı Gol Değil Hakim Bey! yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Hukukçu olmasa da Türkiye’de, kahvede oturan kalabalığın bile batak oynarken bildiği temel hukuk bilgileri ne yazık ki vardır. İronik bu durum Türkiye’de normal görülür. Çünkü herkes azıcık Hukuk, azıcık Futbol, azıcık Bürokrasi bilir ama maalesef konuşunca azıcık kavramı kaybolur kafalarında. Teknik direktörden fazla taktik, doktordan fazla tıp bilen yurdum insanının ezbere bilebileceği bir şey de Hukuk’tur.

Siz Anayasanın size verdiği hak ile hakkınızı ararsınız ve iç hukuk yollarını bitirirsiniz. Siyasetin bir şeyi(!) olan iç hukuk yolları haksız kararlar alır ve siz de hakkınız olarak AİHM’e gidersiniz. AİHM’e gitmek ve sonrası çok ciddi bürokratik zorluklar ile mümkün olmaktadır. Bütün bu zorluklara rağmen hakkınızı ararsınız. Ve neticede sizin gibi binlercesini ilgilendiren kararlar alırsınız.

Yani adaleti “dıj güçler” de aramanız kendini “iç güç, yerli, millî hatta İslami” sanan bir despot yönetim ve onların güç olarak kullandığı Adli Mekanizmanın zoruna gider. Yeniçerilerin “istemezûk” kafası gibi doğru da olsa, hak da olsa kabullenmek istemezler. Yakın zamanda Yargıtay’ın AYM’nin kararını tanımayıp üstelik yasama organı Meclis’e bile ayar veren zihniyete sahip bir yargının AİHM kararını takacağını düşünmek kimilerine göre saflık olur. Oysa önemli olan nokta, istenilen neticenin alınmasından ziyade (ki bir gün elbet alınacak) verilecek mücadelenin bizzat kendisidir. Bu bir futbol maçı değildir, kazanma ya da kaybetme eksenli değildir. 100 yıl geçse de muhatapları yaşamasa da, adalet doğru karar vermeli, gıyabında bile olsa iade-i itibar yapmalıdır. Bu geride kalanlar üzerinde bir sorumluluktur. Burada özne bir birey değil bizzat insanlık ve insan hakkıdır. Nitekim bazen kahvehanede kulağa çalınan “emsal karar” kavramı da bunun basit bir işaretidir.

Hz. Hüseyin’e Küfe yolunda birileri “Ey Hüseyin, Kufeliler’e güvenme Onlar babanı ortada bıraktılar, onların daveti ve güveni yalandır.” deyince verdiği cevap günümüz aydınına ders niteliğindedir.

Ben birilerine güvenip bu yola çıkmış değilim. Ama ortada büyük bir zulüm ve Adaletsizlik var. Ben bu yola çıkıyorum, zayıf ve sayıca az olabiliriz, yenilebilir, öldürülebiliriz ama ben bugün bu mücadeleye girmezsem yeryüzünde bundan sonra kimse Hakkı, adaleti korumaz, Zulme başkaldırmaz. Adaletsizle mücadele etmez. Sayılara güvenen zulmeder haklılar da hakkını aramaz”

Yalçınkaya Davası ve sonrasına belki de böyle bakmak daha isabetli olur.

Bir mücadele ki ilk Mahkemeden son Mahkemeye kadar hakkını arayan kişinin sürekli attığı goller sayılmayıp ofsayt denerek iptal edilmiş. VAR’a bile gitmeye tenezzül edilmemiş. Sonuçta hep iptal edilen Gollere binaen bu son gole de (AİHM) ofsayt demeye kalkan Türk Yargı üyelerine bir daha demek isterim ki adalete dönün bakın haksızlığınız arşa dayandı. Hukukun üstünlüğü sıralamalarında 139 ülkeden 117. olmanızın gösterdiğini ve bunu itiraf eden Bakanınıza da tekrar diyorum ki “Bu da mı Gol değil”, daha ne bekliyorsunuz eğer Hukuk insanı(!) iseniz. Böylesi bir hukukçunun tanımını Hasan Dursun Bey’in “Günah ve Hukukçu makalesinde bulabilirsiniz. Sayın Dursun mevcut durumu “Adliyeler günahkâr hukukçuların mekânı ve bunlardan çoğunun mabedi.” şeklinde tanımlamış. Adaletsizlik yapmayı artık bir tapınma ritüeli haline getirenlerin tapınakları maalesef Adalet Sarayları oldu.

Bu yazıda dinî olaylara çok referans verdik. Kendini bir dini yapının üyesi sayıp karar veren şu an ki yargı üyeleri umuyorum ki aldığı kararlardan dolayı “İki hakimden biri cehennemdedir” hadisini duyup idrak etmişlerdir. Yaptıklarını bir dini mücadele sayan (!) acınası Hukuk karar vericilerine bu hatırlatmayı yapmış olayım.

Bununla beraber Yalçınkaya Davası için (onun adı olsa da) Zulme karşı tarafını Adalet’ten yana koyan bir avuç hukuk insanını da taktir etmek gerek.

Çoğunluğun kendi haklarını aramaktan korkup çekindiği noktada yukarda bahsettiğim Hz. Hüseyin’in sözlerine hayat vermek adına, aldığı hukuk eğitimi ve elde ettiği birikimin yüklediği sorumluluk ile, başkalarının haklarını savunmak adına hareket edenlere selam ve saygı ile.

Bu Da Mı Gol Değil Hakim Bey! yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/bu-da-mi-gol-degil-hakim-bey/feed/ 0
HUKUKÎ HATA KİMİN YANLIŞI? https://hukukpenceresi.com/hukuki-hata-kimin-yanlisi/ https://hukukpenceresi.com/hukuki-hata-kimin-yanlisi/#respond Thu, 25 Jan 2024 20:42:04 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9189 Hukuk alanında tezahür eden hatalar, kendiliğinden meydana gelmezler; yetkili ve görevli kişiler tarafından ortaya konulan işlem ve/ya kararlar ile tezahür ederler. Hukukî hata, faili tarafından hata olsun diye yapılmaz aksi durumda hatadan çok, kasten yapılan bir “hukukî yanlış”tan, hukuksuzluktan bahsedilebilir. Kasıtlı olarak meydana getirilen bir yanlışın “hukukiliği” ya da “hukuk dışılığı” tartışma konusu yapılamaz. Zira […]

HUKUKÎ HATA KİMİN YANLIŞI? yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Hukuk alanında tezahür eden hatalar, kendiliğinden meydana gelmezler; yetkili ve görevli kişiler tarafından ortaya konulan işlem ve/ya kararlar ile tezahür ederler. Hukukî hata, faili tarafından hata olsun diye yapılmaz aksi durumda hatadan çok, kasten yapılan bir “hukukî yanlış”tan, hukuksuzluktan bahsedilebilir. Kasıtlı olarak meydana getirilen bir yanlışın “hukukiliği” ya da “hukuk dışılığı” tartışma konusu yapılamaz. Zira hukuk böyle bir durumu korumaz, ona meşruiyet kazandıracak usul ve ilkeler öngörmez.

Hukukî hata ancak hukuki bir süreçte vücut bulabilir; herhangi bir neden yok iken, sebeplerden soyut olarak meydana gelmez. Hukukî süreçlerin başlayıp nihayete ermesi yolundaki aşamalar bir insanın eylem ve/ya söylemleri sonucudur. Bu çerçevede var olabilecek hukukî hata ancak ve sadece insan kaynaklı olmak durumundadır.  

İnsan tarafından icra edilmesi zorunlu olan hukukî hata, yapılan bir insan faaliyetinin/işinin negatifi olarak telakki edilebilir. Hukukî hataların önüne geçilmesi ve en aza indirgenmesinin en basit yolu ve şartı, hukuki süreçten sorumlu kişilerin, mesulü oldukları “işi”, gereklerine uygun olarak yapmalarında yatar. Mahiyeti ve çalışma usulü gözönüne alındığında, var olmaya devam eden bir hukukî hata, birden fazla işlemi/kararı zorunlu kılar. Hukukî hatanın önlenmesinde en etkin yol “doğrunun” tam olarak öğrenilmesidir. Hukukî hatanın süjesi olan insan unsurunun mahiyeti hatanın önlenmesi ve düzeltilmesinin önündeki en büyük zorluktur. Zira insan ne hep “doğrusunu” bilmediği için hata yapar, ne de her daim kasten “hata” yapar. Üzerinde kafa yorulması ve çözüm üretme çabasına girilmesi gereken hukukî hatalar, “doğrusu” bilindiği halde yapılan ve fakat yapılmasında kast unsuru bulunmayan “yanlışlardan” mütevellit meydana gelmiş olanlarıdır. Hukukî hata, hatayı yapan kişi açısından “doğru/haklı” gözüken veya böyle yorumlanan bir durumdur.

Hukukî hatayı tayin ve tespit ederken, yapılan “son yanlışa” odaklanmak, soruna nihai bir çözüm getirmez. Burada üzerinde durulması gereken şey, soruna kaynaklık eden, fonksiyonel olarak hatayı meydana getiren süjeye ait “doğru”dur. Yanlış olduğu bilinmediğinden fark edilmeyen “doğrular” üzerine eğilmeyen çözüm önerileri, çözümü basite indirgeyen sığ bakış açılarından kaynaklı, sun’i yöntemler ve boşa harcanan çabalardır.

Hukukî hata, faili tarafından daha önceden kurgulanmış olmadığı gibi, anlık olarak da husule gelmiş bir olgu olarak kabulü de mümkün değildir. Hukukî hata, bir sürecin bitimi ile meydana gelmiş bir sonuçtur. Hukukî hatanın kesin olarak sonlandırılması, en aza indirilmesi ve tekrarlanmaması amaçlanıyor ve isteniyorsa, bu yönde ortaya konulacak çabaların doğru şekilde idaresi ve yönlendirilmesine ihtiyaç vardır. Hukukî hata ile insandan kaynaklı “yanlış” arasında var olan sıkı nedensellik bağı/ilişki, hukukî hatanın tek koşulu ve/ya nedeni gibi telakki edilmemelidir. Bu halde çözüm basite indirgenmiş olacak, insandan kaynaklı “yanlış” ortadan kaldırıldığında, hukukî hatanın da kendiliğinden hallolacağı yanılsamasına neden olacaktır. Bu yönde varılacak sonuçlardan kaynaklı idari, disiplinel ve cezaî çözümler, hukukî hataya neden olan ve fonksiyonel “doğru” olarak sahiplenilip icra edilen “yanlışları” tedavi etmeyecektir. Basit bir sebep-sonuç ilişkisi bağlamında ortaya konulan yol ve yöntemler fonksiyonel olmaktan uzak, daha çok cezalandırıcı, ikaz edici, yasaklayıcı; dar kalıplara uygun zihinsel ve eylemsel davranışlarda bulunmaya yönlendirici olacaktır. Yine her hukukî hatayı özel olarak önleyecek, olayın sübjektif şartlarını gözönüne alan ve buna yönelik çözüm önerileri üreten kazuistik, yeni hatalara kaynaklık edecek birincil ve ikincil yasal düzenlemelerin oluşumuna neden olacaktır. Bu, sorunu daha da karmaşıklaştıracaktır.

Soruna bütüncül bir bakış açısı ile yaklaşmayan çözüm önerileri arasında en çok başvurulanı ise “eğitim”dir. Ancak tespit edilen ve hukuki hataya neden olduğu tayin edilen, buzdağının görünen kısmını oluşturan “yanlışları” bertarafa yönelik eğitim yöntemi, muhatabını bilgisizlik, kural tanımazlık, kötü niyetlilik vb. gibi sıfatlarla açık-kapalı itham eden bir nitelik ile maluldür. Hukuki hatanın bertarafına yönelik şümullü bir bakış açısı, hukuki hata dışında kalan koşul ve nedenlerin belirlenmesi ve mahiyetlerine özgü tedavi metotlarının kurgulanıp uygulanması ile mümkün olacaktır.

Hukuki hata dışı koşul ve nedenler kişisel olabileceği gibi, sistemsel, siyasal ve toplumsal kaynaklı da olabilir. Bundan dolayıdır ki hukuki hata tek ve son “yanlışa” indirgenemez. Hukuki hatanın tayininde olaysal olarak elde edilecek ampirik veriler vazgeçilemez öneme haizdir. Ancak sorunun kalıcı olarak çözümü peşinde koşanların ampirik verilerin çizdiği sınırların ötesine uzanmaları gerektiği bilinmelidir.

Hukuki hatanın tek bir “yanlışa” indirgenemeyeceği gibi, “yanlışlar zincirinin” kendi içerisinde eşit/özgül ağırlığa sahip oldukları da kabul edilerek çözüm çalışmalarına girişilemez. Hukuki hata sorununun teşhisi ve sonrasında tedavisi için “yanlışlar” zincirinin önem derecesine göre sıralanması, sorunun somutlaştırılarak soyut ve nesne haline getirilmesine hizmet eder. Hukuki hata ile “en sıkı şekilde belirlenmiş” ve onu doğuran “yanlış”ın tespiti metodolojik bir çözüm önerisinin tayininde gereklidir. Böyle bir belirlenmede, “en önemli” olduğu kabul edilen “yanlış” ile, bu yanlışı” doğuran “küçük yanlışların”, esaslı bir çözüm önerisinde aynı önemde gözönüne alınması gerektirir. Bu halde çok farklı disiplinlerin, çözüm önerisinde aktif olarak rol alması beklenir. Zira “temel yanlışı” doğuran “küçük-tali yanlışlar” birden fazla disiplin alanında üretilen metotlarla tedavi edilebilecektir. Hukuki hatayı yapan kişi bir insandır. Hatasının temelinde, insan olmasından kaynaklı zafiyetler yer alır. Bu halde psikoloji bilimi verilerine de müracaat etmek gerekir. Yine hatalı insan farklı özelliklere sahip “toplumlarda” yaşamını idame ettirir. Toplumun koşulları ve etkenleri de “hatalı” insanı doğrudan-dolaylı şekillendirir. Bu halde sosyoloji bilimi de yanlışın tedavisine koşacaktır. Yine mevzuattan, eğitim sisteminden, siyasal ortamdan kaynaklı “yanlışlar” da hukuki hatayı şekillendirir.

Hukuki hatayı doğuran “yanlışlar hiyerarşisi”ne dahil öğelerin sayısının, çözüm metotlarıyla en aza indirilmesi, hatayı yapan insanın sorumluluktaki “gerçek hata oranını” tayin etmemize yardımcı olacaktır. Aksi takdirde tüm yanlışların bileşkesi mahiyetinde olan hukuki hatanın faili kabul edilen kişiye yaptırım uygulamak, onu günah keçisi ilan ederek rahatlamaya çalışmak, daha büyük bir hata olacaktır. Böyle bir yöntem ile hukuki hatanın anası olan “yanlışlar” yok edilemeyecek, hukuki hatayı görünür kılan “yanlış ve fakat kişisel doğru” sahibinin yeni hatalar yapmasının özel ve genel ortamı inşa edilecektir.

 

 

NOT: Bu yazı, Kadir Cangizbay’ın “Sosyolojiler Değil Sosyoloji, Ankara, 2.B, 1999, kitabında yer alan “Bir insan ürünü olarak kazalar ve kazaların önlenmesi ya da çok-disiplinli bir metodoloji kurma denemesi” isimli makalesinden esinlenerek hazırlanmıştır.

 

 

HUKUKÎ HATA KİMİN YANLIŞI? yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/hukuki-hata-kimin-yanlisi/feed/ 0
REALİST-İDEALİST HUKUKÇU https://hukukpenceresi.com/realist-idealist-hukukcu/ https://hukukpenceresi.com/realist-idealist-hukukcu/#comments Tue, 23 Jan 2024 00:12:30 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9186 Her hukukçu teorik olarak hakkın ne olduğunu, adaletin nasıl tesis edileceğini bilir. Bilmekle kalmaz, bu amaca ulaşmak için çaba sarf edeceğini, engelleri aşıp, zorlukları göğüsleyeceğini beyan edip, bunun şahsi ideali olduğunu söyler. Zamanı gelip de bu idealini teste tabi tutacak olaylarla karşılaştığında, hukukçuların ne kadarının sözünün ve iradesinin namusunu koruyup, ideali uğrunda fedakârlıkta bulunarak, madden […]

REALİST-İDEALİST HUKUKÇU yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Her hukukçu teorik olarak hakkın ne olduğunu, adaletin nasıl tesis edileceğini bilir. Bilmekle kalmaz, bu amaca ulaşmak için çaba sarf edeceğini, engelleri aşıp, zorlukları göğüsleyeceğini beyan edip, bunun şahsi ideali olduğunu söyler. Zamanı gelip de bu idealini teste tabi tutacak olaylarla karşılaştığında, hukukçuların ne kadarının sözünün ve iradesinin namusunu koruyup, ideali uğrunda fedakârlıkta bulunarak, madden ve manen mücadele edeceği baştan bilinemez. Testi geçenlerin oranı hukuk sisteminin kalitesini tayin eder.

Zihin dünyasında ve entelektüel dağarcığında adalet kahramanı gözüken nice yiğitler, ya daha savaş başlamadan meydanı terk etmişler, ya da mücadele sahasının mücavir alanına dahi adım atamamışlardır. Yani onların adalet ve hak savaşımı bir kuruntudan, dev aynasındaki bir yansımadan ibarettir.

Bu zaviyeden, yani söylem ve fikirlerinde samimi olup olmama noktasında hukukçuları idealist ve realist[1] olarak ikili bir gruplandırmaya tabi tutabiliriz.

Realist hukukçular, kendi duygu, düşünce ve fikirlerine ters, onların tesirini azaltacak veya yok edip dönüştürecek harici güçlere ve etkilere karşı direnç göstermeyi, onlarla mücadeleyi asla göze almazlar. Kâr getirmeyen bir mücadeleden kaçmaları onların mağlubiyetleri anlamına gelmez. Zira onlar yenilmemesini becerecek zekâya ve karaktere sahiptirler. Çıkarları kutsal ve önceliklidir. Menfaatlerini her ortam ve zamanda korumak ve artırmak adına sürekli söylem ve eylem geliştirip (değiştirip) dururlar. Aldatmak, onların zaferlerinin anahtarıdır. Mücadeleden kaçıp, menfaatlerini koruyup yenilerini ekleyerek her kişi/değer/grup ile anlaşma yapmak ve orta yolu bulmak onlara göre akıllıca bir harekettir. Hile ile hayatta zafer kovalayan bu sinsi hukukçular, haricen gelecek etkileri bertaraf edebilmek için, onunla barışık davranmaya, onun rengini almaya, onun güdümünde ona hizmet etmeye hazırdırlar. Böyle zelilâne bir hali seçmelerinin amacı, sonraki süreçte şartlar değiştiğinde kölesi olduklarına “efendi” olmaktır. Hayat her daim değişmekte olup, yeni durum ve şartlar yeni güçlükleri beraberinde getirdiğinden, bukalemun karakterli bu hukukçular her daim köle olmak durumundadırlar.

Realist ruhlu hukukçular, benliklerinde var olan duygulara ihanet ettiklerinin bilincinde olup bunun suçluluğunu iç derinliklerinde hissettiklerinden acı çekerler; mutsuz ve tedirgindirler. Vicdanlarının intikamından korkarlar. Kendileriyle baş başa kalmaktan ürkerler. Yöneltilen her eleştiriye şiddetle karşı koyarlar. Demagoji yeteneklerini, hukukî bilgilerini ve entelektüel birikimlerini zekâlarıyla yoğurarak, yöneltilen eleştirileri göğüslemeye, onlara kılıf uydurmaya gayret ederler.

Sefil ruhlu bu hukukçular, siyasi manevra kabiliyetli, sinsi ve hilekâr akıllarıyla ürettikleri veya elde ettikleri ve başkalarının iştahını kabartan makam, mevki, para ve şöhret gibi menfaatleri ile öğünüp, bunlarla teselli olurlar.

Korkaklıkları, acizlikleri, hileleri, ikiyüzlü oluşları yüzlerine vurulduğunda bu kişilere düşmanlık beslerler. Zira bunlar onların acı ve hüzün kaynaklarıdır. Sahip oldukları tüm maharetlerini, olanaklarını seferber ederek zarar vermek için, ithamda bulunan kişilere saldırırlar. Çoğu kez bunda başarılı da olurlar. Dostları, kendileri gibi olanlardır. Birbirlerini alkışlamaktan haz duyarlar. Efendi kabul ettikleri kişi/grup/değerlerin kötü olan her hareketinde bir kutsallık bulup takdir ederler.

Realist ruha sahip bir kişiden büyük hukuk adamı çıkmasını beklemek safiyane bir hayalden ibarettir. Yıkılan adalet ruhunu yeniden doğrultacak, onu ölüm uykusundan uyandıracak, bağlı olduğu maddi-manevi zincirlerinden kurtararak özgürleştirecek, herkesin görebileceği şekilde abidesini dikecek olan “büyük hukuk adamı” realist değil, idealist ruhlu olanıdır.

Sonradan efendi olma beklenti ve kurnazlığı ile esareti kabul ve bu doğrultuda ödün verme hukuk adamının intiharı ve onun şahsında hukukun idamıdır. Böyle bir benlik bugünün mağduru iken, geleceğin zalimi olacaktır.

 

[1] Realist ve idealist hukukçu ayrımı, Sayın Nurettin Topçu’nun İradenin Dâvası-Devlet ve Demokrasi isimli eserindeki değerlendirmelerinden esinlenerek yapılmış ve yazılmıştır.

REALİST-İDEALİST HUKUKÇU yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/realist-idealist-hukukcu/feed/ 1
AŞAĞILIK YA DA ÜSTÜNLÜK KOMPLEKSİ SARMALINDA HUKUKUMUZ/HUKUKÇULARIMIZ https://hukukpenceresi.com/asagilik-ya-da-ustunluk-kompleksi-sarmalinda-hukukumuz-hukukcularimiz/ https://hukukpenceresi.com/asagilik-ya-da-ustunluk-kompleksi-sarmalinda-hukukumuz-hukukcularimiz/#respond Sun, 21 Jan 2024 02:23:30 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9124 Hukuk sistemimizin, geçmişinden miras alarak günümüze taşıdığı mevcut sorunlarının temelinde yasal ve yapısal eksikliklerinin yanında hukukçularımızın kalite noksanlığının yattığı, çözüm için kafa yoranlarca sürekli olarak ileri sürülegelmiştir. Problemin tespiti ve çözümünde bu etkenlerin önemi gözardı edilemez. Yazımızda, daha önceden söylenip yazılanlara farklı bir bakış açısı kazandırmaya gayret edeceğiz. Biz, sorunun önemli bir parçasını teşkil eden […]

AŞAĞILIK YA DA ÜSTÜNLÜK KOMPLEKSİ SARMALINDA HUKUKUMUZ/HUKUKÇULARIMIZ yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Hukuk sistemimizin, geçmişinden miras alarak günümüze taşıdığı mevcut sorunlarının temelinde yasal ve yapısal eksikliklerinin yanında hukukçularımızın kalite noksanlığının yattığı, çözüm için kafa yoranlarca sürekli olarak ileri sürülegelmiştir. Problemin tespiti ve çözümünde bu etkenlerin önemi gözardı edilemez. Yazımızda, daha önceden söylenip yazılanlara farklı bir bakış açısı kazandırmaya gayret edeceğiz. Biz, sorunun önemli bir parçasını teşkil eden “insan” unsuru üzerinde duracağız. Ancak bu unsurun tüm yönleriyle, kısa bir yazı içerisinde irdelenmesinin mümkün olamayacağının farkındayız.

Hukuk sisteminin bileşenlerinden “insan” unsuruna ilişkin dar ve geniş anlamda bir çerçeve çizilebilir. Geniş anlamda, yargının işleyişine doğrudan veya dolaylı olarak iştirak eden (hizmetlisinden Yargıtay Başkanına kadar) tüm kişiler insan unsurunu teşkil eder. Bu anlamda her birey, işleyişe katkısı oranında ve derecesinde, yargının sorunlarına sebep olabileceği gibi, çözümünde de rol oynayabilir. Dar anlamda insan unsurundan anlatmaya çalıştığımız, hak ve adalet dağıtımında aktif olarak rol alan, doğrudan sonuca tesir edebilen kişilerdir. Bunlar hukuk sistemimize hayat veren hâkim, savcı, avukat ve akademisyenlerdir. 

Hukukçunun (dolayısıyla hukuk sisteminin) kendisinden beklenen ürünleri ortaya koyup adaletli ve hakkaniyetli bir duruş sergileyememesinin altında, maddi sebeplerin yanında psikolojik nedenlerin de yattığını, bu sebeple onun bilinçaltını incelemeye tabi tutmanın önemli olduğu kanaatindeyiz. Psikoloji biliminin verileri doğrultusunda yapılacak bir incelemenin kapsamı çalışmamızın sınırlarını aşacak genişliktedir. Bundan dolayı yazımızı, aşağılık ve üstünlük duygularının hukukçunun üzerindeki etkisinin ve belirtilerinin ne olduğu ile bunların muhtemel tedavi metotlarıyla sınırlı tutacağız.

Aşağılık duygusu, yani insanın kendini yetersiz hissetmesi doğaldır ve her insanda belirli seviyede vardır. Hastalık derecesine varmayan bu duygu insana gereklidir ve bireyin çaba ve gelişim göstermesi için uyarıcı vazifesi görür. Kişilerin aşağılık (veya üstünlük) duygusuna sahip olup olmadıklarını teşhis için, bunların topluma karışıp sorumluluk yüklenmeleri ve başkalarıyla ilişkiye girmesi gerekir. Sosyal ortamda sergilediği eğilim ve davranışlar, başkalarına üstünlük sağlama adına yapılan planlar ile bu yönde kullandığı yöntem ve vasıtalarla gösterdiği gayret aşağılık duygusunun tespitinde kullanılabilecek önemli verilerdir. Benzer durum üstünlük duygusu için de geçerlidir. Üstünlük duygusu sayesinde eksik yönler tespit edilip tamamlanır. Olumlu yönüyle üstünlük, bireyin ruhunu yapılandıran, ona yaşam için gaye verip rota çizen bir rehber duygudur. Bu haliyle aşağılık ve üstünlük duyguları birbirini tamamlayan ve destekleyen tabii hallerdir.

Aşağılık ve üstünlük duygularının aşırı derecelerini belirtmek için psikoloji biliminde “kompleks” ibaresi kullanılır. Bununla, normal olmayan, hastalık derecesine varmış, birey ve çevresi için zararlı olması hasebiyle tedaviye muhtaç duygusal hallere işaret edilir.

“Kompleks” derecesinde aşağılık veya üstünlük duygusuna sahip hastalar, bilinçli ya da bilinçsizce etraflarına zarar verirler. Kompleksli insanların konumları ve etki alanları, sebep oldukları/olacakları hasarın çapını ve ağırlığını tayin eder. Kamu gücü kullanabilme olanağına sahip bir görevliyle, normal bir bireyin sahip olduğu komplekslerin olumsuz sonuçlarının/etki sahalarının aynı olmayacağı izahtan varestedir. Söz ve eylemleriyle bir tüzel kişiliğin faaliyetlerine yön veren bir insanın, aşağılık ya da üstünlük kompleksleri doğrudan veya dolaylı olarak tüzel kişiliğe de sirayet eder. Öyle ki, kimi zaman bu duygular, sahibi olan insandan çıkarak, kurumsal bir kimlik dahi kazanabilir. Bu seviyedeki komplekslerle mücadele, teşhisindeki zorluk ve tedavisindeki engeller sebebiyle kolay değildir.

Aşağılık kompleksinin teşhisinde kullanılabilecek belirtiler vardır. Bu emarelerin bir veya birkaçına çoğu insanda rastlanabilir. Belirtilerin varlığı insanı, kendiliğinden kompleksli bir hasta yapmaz. Belirtilerin sayısı, çevreye etkisi, devamlılık arz edip etmemesi gibi veriler aşağılık duygusunun kompleks seviyesine ulaşıp ulaşmadığını gösterir.

Aşağılık duygusu genetik değildir. Sahibinin doğduğu aile ortamı, yaşadığı çevre koşulları, sosyal ve ekonomik şartları ve eğitim seviyesi gibi etkenler ile tohumları atılır; sonrasında yeşerir, büyür, serpilir.

Yaptığımız bu kısa izahatlar doğrultusunda yargının işleyişinde ve kurumlarının şekillenmesinde hayati role sahip hukukçuların aşağılık veya üstünlük kompleksine müptela olup olmadıklarına dair değerlendirmelerimize geçebiliriz. Hukukçularımızın çoğunluğu, orta ve alt gelir grubu ailelere mensuptur. Çoğunlukla kendileri dışındaki aile bireylerinin ve çevrelerinin eğitim ve bilinç seviyeleri düşüktür. Buna rağmen aile bireyleri ve çevresi tarafından hukukçularımıza çocukluklarından başlayarak, iyi niyetli ancak zararlı sayısız telkinlerde bulunulmaktadır. Bu tavsiye ve telkinler hukukçuların şuuraltı bilinçlerini oluşturmuş, devam eden süreçte bunu besleyerek büyütmüştür. Bunlara ek olarak, mensup oldukları ailelerin nesiller boyunca yaşadıkları maddi ve manevi sıkıntılar ile bunların sözel aktarımıyla unutulmasının önüne geçilmiş olması, hukukçularımızda var olduğunu düşündüğümüz aşağılık veya üstünlük komplekslerinin başlıca sebepleridir.

Hukukçunun yaşadığı çevre, sosyal statüsü, görevleri nedeniyle kendisine tanınan güvenceler ile kişisel veya mesleki gururu, sahip olduğu komplekslerini ikrar etmesinin ve bunların başkalarınca teşhisinin önünde duran aşılması zor surlarıdır. Bu engellere rağmen söz, eylem ve kararları ile görünür hale gelen semptomlar ancak uzmanınca değerlendirmeye tabi tutularak hukukçuya kompleks tanısı konulabilir.

Aşağılık kompleksinin belirtileri çok çeşitlidir. Bu belirtilerden bir kısmı kendini hukukçunun sözlerine, davranışlarına veya kararlarına yansıyan güvensizlik ile ortaya koyar. Kompleksli hâkim, kişi ve kurumlara karşı itimatsız olduğundan çevresine mesafelidir; bu nedenle çalışma arkadaşlarından dahi uzakta durur. Böylesi bir hâkim kendisine, kendini güvende hissettiği küçük bir arkadaş grubu oluşturur ve bu dar çevrede sosyalleşme ihtiyacını gidermeye çalışır. Davranışına gerekçe ve eleştirilere karşı savunma olarak, bu yöndeki tercihi ile “mesleğinin onurunu koruduğunu” ve “tarafsızlığına gölge düşmesini önlediğini” ileri sürer. Yani hâkim, hastalıklı halini bir “erdem” olarak tasavvur edip, fedakârlıkta bulunduğunu tahayyül etmekte; bundan dolayı itham değil saygı beklemektedir. Kompleksli bir hukukçu hastalıklı, aşağılık kompleksli halini üstünlük kompleksine dönüştürerek, kendisi gibi davranmayan, geniş bir yelpazede sosyal ilişkiler kuran meslektaşlarını açık veya gizli olarak suçlar. Onların bu hallerinin hukuk sistemine zarar verdiğini, meslek etik ilkeleriyle uyuşmadığını söyler; aşırı sosyal olduklarını bahane olarak göstererek onlarla ilişki kurmaz.

Aşağılık kompleksli hukukçunun diğer bir belirtisi, kendinden üstün niteliklere sahip olduğunu düşündüğü kişilerden uzaklaşması, onlarla arasına mesafe koyması; bunların yerine, emir verip etkileyebileceği, kendine saygı duyulduğunu hissettirecek insanları ikame ederek onlarla ilişkiler geliştirme gayretidir. Örneğin kompleksli hâkim veya savcı temasta bulunduğu insanları, kendi ölçütleri doğrultusunda sürekli tartar. Kendisinin sahip olmadığını düşündüğü bilgi, birikim, hüner, beceri ya da hobilere sahip kişiler yanında kendini değersiz hisseder. Kompleksli hakim veya savcı, makamından dolayı sessiz kalıp kendisine saygı gösterisinde bulunan, hatalı sözlerinde dahi bir keramet arayan, sürekli övgü dolu sözler söyleyen, eleştirmeyen, taleplerini sorgusuz emir telakki eden, kendine “üstün” olduğunu hissettiren kişileri bulmaya çalışır ve onlarla kişisel ve ailevi ilişkiler kurar. Kompleksli hâkimlerin veya  savcıların samimi ilişkiler kurduğu kişilerin çoğunluğunun, emrinde çalışan memurlar, alış-veriş yaptığı esnaflar ya da görev yaptığı mahallin ileri gelenlerinden oluşması şaşırtıcı değildir. Kurulan bu ilişkiler, üstünlük duygusunu tatmin için, görev yeri değişiminden sonra da uzun süre devam eder. Özellikle yüzlerce hâkim-savcının çalıştığı ve ilişkilerin mekanik ve samimi olmadığı büyükşehir adliyelerine ataması yapılan kompleksli bir hâkim, önceki görev yerlerinde kurduğu ilişkilere daha da çok bağlanır, aşağılık kompleksini tedavi ve üstünlük kompleksini tatminini bu şekilde gidermeye çalışır.

Kompleksli hukukçu, çocukluğundan itibaren “en başarılı” ve “en iyi” olmaya programlıdır. Atalarının, aile büyüklerinin, çevresinin ve kendinin tecrübe ettiği yoksunluk ve yoksulluklardan kurtulabilmesi için bilinçaltına “şifrelenen pusulası” ona her ortam ve şartta başarılı olması gerektiğini fısıldar ve onu belirli bir yola sürükler. Aşağılık kompleksli hukukçu, hakikatte olmadığı halde, başarılı olduğu hayalini kurar; ne pahasına olursa olsun bunun yollarını araştırır; bu doğrultuda çalışma arkadaşları üzerinde baskı kurar. Umudunu yitirdiği zamanlarda bunu ne kendisine ve ne de çevresine ikrar eder. Söz ve davranışlarıyla diğerlerinden iyi ve üstün olduğu görüntüsünü oluşturmaya gayret eder.

Kompleksli hakim veya savcı başarılarının takdir edilmediğinden, hakkının yendiğinden, yargı idarecilerinin kendine önyargılı davrandığından, aleyhine görüş bildiren müfettişlerin liyakatsizliğinden, sahip olduğu çeşitli aidiyetlerinden dolayı kendine ayrımcılık yapıldığından ve kararlarını bozan temyiz mahkemesi üyelerinin yetersizliğinden dem vurur. Daha da ileri giderek başarısız olması adına tüm adliye çalışanlarının, diğer kamu kurumlarının, avukatların ve hatta kimi vatandaşların aralarında anlaşarak birlikte hareket edip aleyhine komplo kurduklarını dahi düşünür ve bunu ifade eder. Bu minvalde, terfi döneminde vatandaş ya da avukatlarca dava açılmasında, kamu kurumlarınca taleplerde bulunulmasında, görülmekte olan davaların uzamasına neden olabilecek kimi haklı taleplerin dava taraflarınca istenilmesinde hep kötü bir niyetin ayak izlerini sürer. Kendini, başarılı meslektaşları ile kıyaslayarak onlardan daha iyi bir hukuk adamı ve insan olduğuna dair deliller üretip, çevresine yayar.

Gergin ve zor şartlar altında sık sık hatalar yapılması aşağılık kompleksinin varlığına diğer bir delildir. Şuur altından sürekli, başarılı olması ve neye mal olursa olsun mesleğini (işini) koruması istikametinde kuvvetli mesajlar alan kompleksli hâkim, alışılmışın dışında bir davayla karşılaştığında bocalamaya, yanlışlar yapmaya ve zikzaklar çizmeye başlar. Zira kompleksli hâkimin başarısızlığa tahammülü yoktur. Bu düşünce onun ruh, beden ve zihninde ağır bir baskı oluşturur ve tedirgin olmasına sebebiyet verir. Bundan dolayıdır ki zor davalar önüne geldiğinde olabilecek en kötü senaryoyu düşünür; kararı nedeniyle işinden olacağını dahi hayal eder. Hata yapmanın insanî ve doğal bir hal olduğunu kabullen(e)mez.

Bir davanın görülme sürecinde olağan dışı bir talep ya da gelişme yaşandığında kompleksli hâkimin beden dili ve ses tonu değişir; beyin enzimlerinin yapısı ile metabolizmasının işleyişi farklılaşır. Bu psikoloji ile kompleksli hâkim sürekli kararsızlıklar yaşar; öncekiler ile sonraki eylem ve söylemleri arasında bariz zıtlıklar görülür. Hukukun genel ilkelerinin, açık yasa metinlerinin ve yerleşik yargısal uygulamaların gerektirdiği yönde değil, mesleki kariyerinde sıkıntı yaşamama adına bu hususlarda doğrudan veya dolayı (resmi ya da gayrı resmi) olarak takdir hakkı bulunan kişilerin telkin ve beklentilerine uygun kararlar verir. Bu şekilde karar veren kompleksli hukukçu, sonrasında verdiği hukuksuz kararları sahiplenir ve kararının satır aralarında hakikat parçacıkları bulmaya çalışarak kendini ikna edecek veriler oluşturma gayretine girişir. Böylesi bir süreçte hâkim sahiplenip sergilediği inancı, ideolojisi ya da ahlakî değerleri ile tevil edemeyeceği söz söyler ve davranışlarda bulunur.  

Medyatik bir olayda, yürütme ve/ya yasama organı temsilcilerinin yakından takip ettiği vakalarda ya da toplumsal infial uyandıran terör, cinsel saldırı ve öldürme gibi suçlara ilişkin davalarda kompleksli hâkim ve savcının eli titrer, ayakları birbirine dolaşır, zihninde kaotik bir ortam oluşur. Hukukçu kimliğini ve mesuliyetlerini unutarak, temel içgüdülerinden olan hayatta (yani meslekte) kalma dürtüsüyle hareket der. Başkalarına zarar vermekten çekinmez. Yasalarla uyumlu şekilde değil; medyanın, iktidarın ya da toplumun beklentilerine uygun kararlar verir. Kararlarında yasaları, hukukun temel usul ve ilkelerini yok saymaktan, onları varlık nedenlerine aykırı olarak uygulamaktan utanç duymaz, yüzü kızarmaz.

Diğer bir aşağılık kompleksi belirtisi, kişinin var olan gerçeklikle çelişki yaşamasıdır. Kompleksli bir hâkim, önündeki bir davaya, bilinçaltından gelen telkinlerin etkisiyle, somut verilerin ortaya koyduğundan farklı bir mana verir. İnancına, ideolojisine ya da başkaca aidiyetlerine ilişkin şuuraltı raflarında saklı tecrübeleri gözlüğüyle önündeki dava dosyasına bakan hâkim, bu davaya “metafizik bir vücut” giydirip; davayı, taraflarının dahi tanıyıp teşhis edemeyeceği şekilde tanımlayıp kabul edebilir. Mesleği nedeniyle kendine tanınan “takdir hakkı” ve/ya “bağımsızlık güvencesi”ni kullanarak yarattığı “sanal gerçekliğin” asıl sebepleri, kompleksli hâkimin “kişisel tarihinde” saklıdır.

Hâkim veya savcının açıkça hukuka ve hatta yasal mevzuata aykırı kararlarına kendince haklı gerekçeler bulma yönündeki “evet-ama”lı açıklamaları da, aşağılık kompleksinin varlığına dair başka bir delildir. Kompleksli hâkimin; “evet devlet başkanına hakaret suçundan tutuklama kararı verilmemeli, ama devletin itibarı ya da kamu düzeni zedelenmez mi?”, “evet ama mahkûmiyet kararı vermemi gerektirecek yeterlilikte delil yok, ama karar vermezsem terörle mücadele sekteye uğramaz mı?”, “evet beraat kararı vermem gerekiyor, biliyorum, ama mağdur ailesinin hali ne olacak?” şeklindeki ifadeleri, aşağılık kompleksini yansıttığı beyanlarıdır.

Hâkimin duruşmada sergilediği alışılmışın dışındaki tavırlarında, karar ya da gerekçelerindeki anormalliklerinde de şuur altının yansımalarını, komplekslerinin izlerini sürebiliriz. Olağan dışı söz, davranış ve kararların hakiki köklerini hâkimin çocukluk anılarında bulabiliriz. Zira bir insanın topluma ve çevreye zarar veren söz ve eylemlerinin tohumları çocukluk çağında atılmış, sonraki yaşlarda bu tohumlar bilerek veya bilmeyerek sulanarak yeşertilmiş, dallanıp budaklanmalarına uygun bir zemin hazırlanmıştır. Duruşma esnasında avukata söz hakkı tanımayan, savunmanın haklarını kısıtlayan, bununla yetinmeyip yargıladığı kişilere kızıp yüksek sesle bağıran bir hâkimin kişiliğinde sorun olduğu aşikârdır. Araştırıldığında görülecektir ki söz konusu hâkim çocukluğunda veya gençliğinde sözel ve fiziki şiddete maruz kalmış, ailesinde kendine söz hakkı tanımamış, çevresince aşağılanmış, doğrudan veya dolaylı muhatap olduğu tüm sorunlar kavga tonlu yüksek ses kullanılarak çözümlenmeye çalışılmıştır. Yine aynı hâkimin ekonomik açıdan sorunlar yaşayan bir aile ortamında büyüdüğü, zengin olan arkadaşlarına ve ailelerine kıskançlık derecesinde özenti duyduğu da tespit edilebilir. Bu kaynaklardan beslenen aşağılık duygusunu gidermek için hakim üstünlük duygusunu harekete geçirmek suretiyle, ekonomik şartlar yönüyle kendisinden daha iyi şartlara sahip olduğunu düşündüğü avukatlık mesleği temsilcilerine bağırır, onları küçümser, konuşturmaz; yetki sınırlarını zorlayarak her fırsatta müvekkilleri önünde onları aşağılayıp değersizleştirmeye, asıl gücün kendisinde olduğunu ispat etmeye çalışır.  

Meslek yaşamı öncesinde elini cebine sokarak, başı dik, göğsü ileride yürüme gibi bir alışkanlığı olmayan, bacak bacak üstüne atarak oturmayı uygun görmeyen, yetiştiği toplum çevresinden aldığı terbiye ve görgüye uygun bir davranış modeli geliştiren bir hâkim, meslek hayatında bu tür davranışlar sergilemeye özel bir dikkat gösteriyor ise onun, aşağılık ve üstünlük duygularının karışımıyla oluşan bir his ile hareket ettiğini söylemek de yanlış olmayacaktır.

İmrenme duygusu da aşağılık kompleksinin bir işaretidir. Çalışma arkadaşlarının yetki ve makamlarına; vali veya kaymakamların imkânlarına, iyi kazanan ve rahat bir yaşam süren avukatlara ya da başkaca kişilere özenen, bu anlamda sürekli olarak odasının penceresinden “adliye dışı”na hayran hayran bakan hâkim ve savcıların sayısı az değildir. İmrenme ile kıskançlık arasındaki çizgi ince ve bir o kadar da belirsizdir. Kıskanç bir yargı mensubunun sebep olabileceği zararın tahmini zordur. Kıskançlıktaki aşağılık duygusu daha derin ve güçlüdür.

Cübbesi üzerinde eğreti duran, duruşma salonuna ve hatta adliye ortamına uygun olmadığını her söz ve eylemleriyle adeta çevresine haykıran bir hâkim veya savcının bu tarz fiillerinin altı kazıldığında çocukluğunda yaşadığı travmalarla karşılaşmak şaşırtıcı olmayacaktır. Mahkemelerimiz, yirmili yaşlarda, hukuk fakültesinden yeni mezun olmuş, hayatı tanıyıp ona adapte olma tecrübelerini daha henüz edinememiş, bütün zaaf ve noksanlıklarının üzerine “cübbe”sini bir zırh gibi geçirip, olumlu yöne evirilmelerini ve değişmelerini engelleyerek onlarla hayatına yön veren “çocuk/ergen” hâkim ve savcılarla lebalep doludur. Aynı durum avukat ve hukuk akademisyenleri için de geçerlidir. Başkalarının sorunlarını çözmesi beklenen bu kişilerin kendi ruh ve zihin labirentlerinde yollarını bulmaya çalıştıkları bilinseydi, hukuk sistemine itimat edilir miydi?

Psikolojik sorunlar yaşayan hukukçu, aşağılık duygusunu bastırmak adına üstünlük kompleksine sarılır. Bu kompleksle hukukçu, eksikliklerini gizlemek, kendini diğerlerine nazaran daha üstün bir konuma yerleştirip kahramanlaştırmak, başkalarından zeki ve öngörülü olduğunu göstermek amacına matuf davranışlar sergiler. Bu davranışlarının “daha az akıllı olan” diğerlerince fark edilemeyeceğini düşünerek bundan haz alır. Gururu ve pervasızlığının tesirinde olan üstünlük kompleksli hâkimin diğer bir özelliği, saldırgan tavırlar sergilemesidir. Böylesi bir hâkim, eleştirilere tahammül edemez, dava taraflarını azarlar, onlara bağırır, hukuka ve yasaya aykırı kararlar vermekten çekinmez. Bunların temelinde, duruşma salonunda oturduğu koltuğun izafi yüksekliği nedeniyle diğerlerini “aşağıda görmesi”, “onları dinlememesi”, “onlara rağmen onların yararına karar verme salahiyetini kendinde görmesi” gibi zararlı bir ruh hali yatar.

Üstünlük kompleksiyle kendinin noksanlıklarını perdelemeye çalışan hukukçu, eksikliklerine kendince makul izahatlar bulmaya; kendini daha akıllı ve güçlü göstermeye çalışır. Kompleksli hâkim veya savcı, tembellik ve başarısızlığına bahane olarak yasaların yetersizliğini, içtihatların yanlışlığını, yargının insanların sorunlarını çözemediğini, etkili bir infaz sisteminin olmadığından cezaların suçluları ıslah edemediğini ve cezaevlerinin suçlu yetiştirdiğini sıklıkla kullanır. Hasta hâkim böylesi bir söylem geliştirerek, çalışkan ve başarılı olan diğer hâkimlerin sosyal meselelere ve yargısal sorunlara dair bilinç seviyelerini küçümseyip kendini yüceltir, diğerlerine nazaran kendini üstün bir entelektüel seviyeye koyar (böyle zanneder).

Aşağılık kompleksi, üstünlük kompleksi şeklinde de hukukçuda tezahür edebilir. Hakikatte hukuka aykırı kararıyla muhatabının hak ve özgürlüğüne zarar veren bir hâkimin, kendini ülkenin “en adil” insanı görüp çevresine bu yönde mesajlar vererek, onları ikna etmeye çalışması buna güzel bir örnektir. Böbürlenen, kendini öven, palavralar savuran bir insan, başkalarıyla rekabet gücü, kapasitesi ve cesareti olmadığından böyle davranır. Adliyelerin, kendi kendine methiyeler düzen, yasal olarak yapmak zorunda olduğu işlerin reklamlarını yapan, bunu duyurma adına her ortamı suiistimal eden, medyanın her çeşidini kullanan hâkim ve savcılarla dolu olması, içimizi acıtsa da yargımızın içinde bulunduğu sefaleti göstermesi açısından, bir hakikattir.

Aşağılık veya üstünlük duyguları her insanda bulunabilir. Sağlıklı bir ruha sahip insanda kompleks olamayacağı gibi, bu duygulara dahi yer yoktur. Böylesi insanlarda sadece iyi-kötü davranışlar ile sosyal rol ve sorumluluklar yer alır.

Aşağılık/üstünlük kompleksi hastası hukukçunun tedavisi zorunludur. Aksi halde kişiliğindeki kara delik hem kendisinin ve hem de başkalarının huzur ve mutluluklarını içine çekip yok edecektir. Bu hastalığın tedavisi hastaya cesaret verilerek ve özgüven aşılayarak yapılabilir. Yine bu tedavinin, üstünlük kompleksini beslemesinin önüne de geçilmelidir. Makul ve dengeli seviyedeki cesaret ve özgüven duyguları hukukçuluk mesleğinin temel gerekliliklerindendir. Bu duygular hukukçuyu güçlü ve güvenli kılar, hak ve özgürlükler lehine otoritesini artırır. Belirlenen sınırı aştığında veya bunun altına düştüğünde bu duygular hukukçunun kendi zulmünün kaynağı ve koruyucusu halini alır.

Aşağılık ya da üstünlük komplekslerine sahip ancak fiilen görevde bulunan bir hakim veya savcının tedavisi imkânsıza yakın bir ihtimaldir. Kökleri, insanların kişisel tarihlerinin karanlık raflarına uzanan bu hastalığın, bir hakim ve savcının mesleğe alımı ve kabulü aşamasında tespitine çalışılması ve buna dair önemli deliller bulunduranların elenmelerinin sağlanması en güvenli yoldur. Cübbe içine gizlenen ve icra edilen meslek nedeniyle “dokunulmaz” hale gelen bir komplekse müdahale zor olacaktır.

AŞAĞILIK YA DA ÜSTÜNLÜK KOMPLEKSİ SARMALINDA HUKUKUMUZ/HUKUKÇULARIMIZ yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/asagilik-ya-da-ustunluk-kompleksi-sarmalinda-hukukumuz-hukukcularimiz/feed/ 0
MIŞ GİBİ YARGI https://hukukpenceresi.com/mis-gibi-yapan-yargimiz/ https://hukukpenceresi.com/mis-gibi-yapan-yargimiz/#comments Thu, 28 Dec 2023 23:41:36 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9108 Toplumumuz, üzerlerinde şeklen hoş ve içi boş etiketler taşıyan, bunları kötülüklerine maske yapan insan görünümlü, ancak ruhen esfeli safiline demirli bir “sürü/yığın” tarafından istila edilmiş sanki. Etraf yüzlerce edebiyatçı, tarihçi, ilahiyatçı, sosyolog, psikolog, hukukçu, doktor, öğretmen, her rütbeden asker “şeylerle” dolu. Bu sıfatların hepsi, bir şekilde bu kişilerin üzerlerine asılmış ve oradan çıkartılması unutulmuş eski […]

MIŞ GİBİ YARGI yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Toplumumuz, üzerlerinde şeklen hoş ve içi boş etiketler taşıyan, bunları kötülüklerine maske yapan insan görünümlü, ancak ruhen esfeli safiline demirli bir “sürü/yığın” tarafından istila edilmiş sanki.

Etraf yüzlerce edebiyatçı, tarihçi, ilahiyatçı, sosyolog, psikolog, hukukçu, doktor, öğretmen, her rütbeden asker “şeylerle” dolu. Bu sıfatların hepsi, bir şekilde bu kişilerin üzerlerine asılmış ve oradan çıkartılması unutulmuş eski tabelalar gibi.

Bir zamanlar gürül gürül sularıyla kıvrım kıvrım akan, geçtiği yerlere bereket götüren her ırmağa bir ad verilmiş. Irmak kurusa, suları çekilip bataklığa dönüşse, mikrop ve hastalık yaymaya başlasa da, bunların adı yine “ırmak” olarak tekrarlanmaya devam eder.

Bunun gibi, yatağı kurumuş ya da bataklığa evrilmiş ırmakların nasıl isimleri değiştirilmiyorsa; benzer şekilde, “suyu çekilmiş” olmasına rağmen, daha önceden verilen ve haksız şekilde kullanılmaya devam eden hukukçu, aydın, akademisyen, sanatçı, ilahiyatçı vs. isimleri taşıyor sayısız insan. İşin vahim tarafı, kaynakları kuruyan, kurumakla kalmayıp kokuşmaya başlayan kişilerin bu hallerinden habersiz olmaları yahut durumlarını kabul etmemesidir; daha acı olanı ise birçoğunun bilmesine rağmen rollerine utanmaz şekilde devam etmeleridir.

Onlarca hukuk fakültemiz var ve buraları bitiren binlerce mezuna sahibiz. Bu mezunlara her yıl yenileri de eklenmeye devam ediyor. İnsanlarımızın haklarını arayabilmeleri için büyük, şaşalı ve iddialı adliye “saraylarımız” var. Ama bunların hepsinin içi “boş”.

Ne hukukçularımız mesuliyetlerinin tam olarak idrakinde olarak yetişiyorlar ve mesleklerini icra ediyorlar, ne de adliyeler hak dağıtımı fonksiyonu yerine getiriyor.

Hukuk sistemimizde yaşananlar bir tiyatro sahnesinden farksız. Seyirlik bir yargımız var. 

Sahnede her şey ve kişi kurgudan ibaret; Sahte figüranlar rollerini oynuyorlar ve sahneden çekiliyorlar halkın alkışları eşliğinde. Gösteri bittiğinde geride ne dağıtımı yapılan bir adalet, ne telafi edilen zararlar ve ne de tatmin edilen mağdurlar var.

“Mış” gibi çalışan bir yargı sistemimiz var. Devasa büyüklüğüne, kocaman çarklarına ve harcadığı onca enerjiye ve paraya rağmen, beklenen ürünleri vermekten aciz, hatta sürekli hüsran kaynağı yargımız.

Hak dağıtımında aracı olması gereken yargı kurumları adeta bir “tapınak”, orada vazife icra edenler ise oluşturdukları kendi putlarına tapan, onu kullanan ve ondan korkan zavallı kullar gibi davranıyorlar. Soranız her hukukçu “Adalet Tanrıçası’na” taptığını söyler; ancak birçoğu kalbinde para, makam, mevki, şehvet ve şöhret putlarını gizler riyakârca ve asıl korktuğu gücün “iktidar” olduğunu ikrar edemez.

MIŞ GİBİ YARGI yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/mis-gibi-yapan-yargimiz/feed/ 1
1909’dan 2016’ya Değişen Sadece Tarih Mi? https://hukukpenceresi.com/1909dan-2016ya-degisen-sadece-tarih-mi/ https://hukukpenceresi.com/1909dan-2016ya-degisen-sadece-tarih-mi/#comments Mon, 30 Oct 2023 22:37:50 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9101 Her siyasi rejim, ister Monarşi olsun ister Oligarşi (yerleşik ya da ihtilalci) isterse de Demokrasi, meşrutiyetini Hukuki bir zeminde kabullendirmek ister. Her rejim ya da iktidar değişikliğinde ilk tasfiye Hukuk alanında olmalıdır. Bunda kendi düzenini kurmak isteyen siyasi erkin her şeyden önce (askeri ve bürokratik güçlerden de önce, ki onların tasfiyesi içinde ilk gereken) ilk […]

1909’dan 2016’ya Değişen Sadece Tarih Mi? yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Her siyasi rejim, ister Monarşi olsun ister Oligarşi (yerleşik ya da ihtilalci) isterse de Demokrasi, meşrutiyetini Hukuki bir zeminde kabullendirmek ister. Her rejim ya da iktidar değişikliğinde ilk tasfiye Hukuk alanında olmalıdır. Bunda kendi düzenini kurmak isteyen siyasi erkin her şeyden önce (askeri ve bürokratik güçlerden de önce, ki onların tasfiyesi içinde ilk gereken) ilk ödevi haline gelmiştir.

Aslında bu düzen-iktidar değişikliklerinde hukuksuz uygulamalara karşı durabilecek en büyük ve meşru (askerlere karşı da kabul edilen) gücün Hukuk – Adalet sisteminden (yargı mensuplarından) geleceği düşünüldüğünde siyasi olarak normal sayılabilir.

Ancak gücünü “Adalet” duygusundan alan Hukukçuların bir kısmının bu değişim ve tasfiyede öncü olması hatta yönlendirici olması söz konusudur. 27 Mayıs İhtilalini meşruiyet kazandırmak için özel olarak Ankara’ya getirilen yüksek Hukuk adamlarının Çankaya’da darbecilere yaptıklarının hukuksuzluğunu anlatma fırsatı kazandıkları zamanda bile (darbecilerin anılarında yazdığı şekliyle) onlara destek ve hukuki meşrutiyet aklı verdiklerini biliyoruz. Yüksek Adalet Divanı da o günün Hukukçu aklının ürünüdür. Tıpkı günümüzün 17 -25 Aralık sonrası kurulan Sulh Ceza Hâkimliği (90’ların DGM’si gibi) gibi tasfiye ve muhalifleri ceza ve korkutmak için bizzat Hukukçu aklın ürünü olmuştur.

Meşruiyetini hukuktan, adaletten almayan ama hukuku silah olarak kullanan bu zihniyetin adı bazen İstiklal Mahkemesi bazen Yüksek Adalet Divanı ya da Sulh Ceza olmuştur.

Gelinen noktaya bakıldığında AKP Yargısı (15 Temmuz Yargısı da denebilir) bu toprakların gördüğü ilk hukuksuz Yargı ürünü değildir. Tarih bu topraklarda sürekli devam eden, birilerini öcü ilan edip sonra şartları olgunlaştırıp normalde yapamayacağı tasfiyeleri yapanları  (OHAL, Sıkıyönetim veya Tensikat) göstermiştir.

1909 de İttihatçılar 31 Mart’ı bahane edip yönetimi ele alınca geniş bir tasfiye ile sadece 31 Martla bağı olan değil kendilerine bağlılık yemini etmemiş olanları ve/ya bunu fiilleri ile göstermeyenleri de tespit edip hepsini toptan tasfiyeye giriştiler. Hatta bu isimleri tespit etmek için tanıdık bir uygulama devreye soktular. Her bakanlığın içinde kendilerine bağlı olan bir gayri resmi heyete kendi meslektaşlarını önce fişletme sonra tasfiye etme ödevi verdiler. Yapmayanları dönemin hukuk sistemi içinde ezdiler. Öncelikle hukuk adamlarından başlayarak geniş bir tasfiye yaptılar. Sonra da tek özelliği rejime bağlı olan, hukuk tanımaz ve çoğu da hukukçu olmayan ama mahkeme yapan bir yapı oluştu. Bunun devamı diyeceğimiz İstiklal Mahkemelerinde hakimlerin hukukçu (Hukuk Eğitimi almamış) olmadığı gibi.

1909 Tensikatından  15 Temmuz Yargısına gelene kadar pek bir şey değişmemiş diyebiliriz. Kullanılan tarih 31 Mart iken 15 Temmuz olmuş ama arkadaşlarını satan Hukuk insanları yine bu hukuksuz rejimin önünü açmak için fişleme, tasfiye için hukuksuz gruplar kurarak Anayasa dışı yöntemle anayasal devleti koruma, kurtarma (kurutma ve kendi menfaatlerini koruma) yolunda yürüyorlar. Yine tasfiyeler neticesinde tecrübesi olmayan kişiler yüksek hukuk adamı (Hakim, Savcı, Yargıtay üyesi gibi) olup sosyolojiye konu olacak bir düzeni yasatmaya çalışıyorlar. Tecrübeli ve liyakatli olanları sırf kendi hukuksuzluklarına hukuki olarak cevaz vermez diye tasfiye ettiler.

Peki bu düzen değişebilir mi? Ne yazık ki bu çok zor hatta kısa zamanda mümkün gözükmüyor. Eğer bu bir askeri yönetim olsa idi zamanla askeri yönetim yerini sivil anlayışa bırakabilirdi. Ama bu hukukun yerle bir edilmesi ve tuzun kokması durumudur. Yer yer yapılan yeni tasfiyelerde düşman bulamayıp yeni düşman olarak birbirlerini gören menfaat gruplarının çatışmasıdır. Ve her çatışma bir tarafa kazandırıp diğerine kaybettirmez. Kazanan da yara alır. Cemaat adı altında yapılan tasfiyeler için bir araya gelen birbirinden farklı güç odaklarını şu an sadece pasta paylaşımı ve kendi alanları ile yetinmeme savaşındalar. Bir mahkemenin ağır ceza verdiğine bir il başkanının telefonu ile önce tutuksuz sonra beraat verebilir Bir mafya düzeninin kullanılan bir tarafı olarak kalan bir hukuk düzeninde bir dönüşüm, temiz eller beklemek sadece ütopik bir düşünce olabilir.

Bir büyüğümüzün 2000 li yılların içinde dediği bir söz vardı. “Bu ülkede artık askeri darbe olmaz, ancak hukuki darbe olur” Gelinen nokta itibarıyla hukuki darbenin askeri darbeden daha tehlikeli ve ülkede çözümü neredeyse imkânsız hale geldiği bir durumla karşı karşıyayız.

1909’dan 2016’ya Değişen Sadece Tarih Mi? yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/1909dan-2016ya-degisen-sadece-tarih-mi/feed/ 1
Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (3.Bölüm) https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi-3-bolum/ https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi-3-bolum/#comments Wed, 08 Feb 2023 00:40:41 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9049 Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (3. Bölüm) Toplantıyı idare eden Selahattin Menteşe “Başka soru sormak veya katkı sunmak isteyenler varsa söz hakkı verebiliriz.” dedi. Sait bey elini kaldırarak söz istedi. Sahnedeki heyet söz versek mi vermesek mi diye kendi aralarında konuşurken, eline mikrofonu almayı başaran Sait bey, “Değerli meslektaşlarım hepinizi saygıyla selamlıyorum. […]

Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (3.Bölüm) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı”

(3. Bölüm)

Toplantıyı idare eden Selahattin Menteşe “Başka soru sormak veya katkı sunmak isteyenler varsa söz hakkı verebiliriz.” dedi. Sait bey elini kaldırarak söz istedi. Sahnedeki heyet söz versek mi vermesek mi diye kendi aralarında konuşurken, eline mikrofonu almayı başaran Sait bey, “Değerli meslektaşlarım hepinizi saygıyla selamlıyorum. Endişeye mahal yok! Toplantıyı sabote etmek için söz almadım. Sadece yapılan konuşmalar nedeniyle müsaadenizle birkaç cümle ile açıklama yapmak istiyorum.” dedi.

Bu sırada yan masalardan laf atarak, “Kes traşı, buraya seni dinlemeye gelmedik”, “Tamam bu arkadaş konuştu, alın mikrofonu” diyen üç beş kişi oldu. Karakter olarak sert ve ciddi bir mizaca sahip olan eski bürokrat Sait bey, yargı mensubundan çok meyhane fedaisi ağzıyla laf atan bu insanlara hışımla dönüp -siz beni iyi tanırsınız dercesine- kaşlarını çatıp gözlerini kısarak bakınca bu kişiler – gayr-i ihtiyari – süt dökmüş kedi gibi oldular. Masa ve sandalyeleri arasında ufaldıkça ufaldılar. Zira yaygara yapan bu zevatın cemaziyelevvellerini ve meslekte ne haltlar karıştırdıklarını Sait bey çok iyi biliyordu. Sinmeleri bunun sonucuydu!

Sait bey devamla, “Toplantı salonu dışında görevli bir meslektaş tarafından yine bu toplantıya katılmak için gelen Metin Koyuncu arkadaşımıza sözlü tacizde bulunulduğunu öğrendim. Öncelikle yakışıksız bu davranışından dolayı o meslektaşı kınadığımı belirtmek isterim. (Kürsüde ki Selahattin bey ‘Tamam bir sorun yok, kısaca toparlayın lütfen’ dedi.) Sayın meslektaşlarım 12 eylül 1980’den önce polis teşkilatında Pol-Der ve Pol-Bir şeklinde iki yapı oluşmuştu. Bu kamplaşma neticesinde ülkemizde asayiş tamamen bozulmuştu. Hiç kimsenin can ve mal güvenliği kalmamıştı. İnanıyorum ki, burada bulunan hiç kimse yargı camiamızın da kamplaşıp toplumun kırılganlaşmasına sebep olmak istemez. Bu seçim sürecini huzur içinde yürütemezsek ülkemiz için hava kadar, su kadar önemli olan adalet hizmetlerinin sekteye uğrayacağına dair endişelerimi belirtmek istiyorum. Netice itibarıyla, HSYK seçiminin centilmenlik içinde geçmesini, adaylardan ziyade ülkemizin kazanmasını canı gönülden diliyorum. Söyleyeceklerim bu kadar. Teşekkür ederim.” dedi ve yerine oturdu. Yirmi otuz kişi dışında kimse alkışlamadı. Sait bey sandalyeye oturmaya yeltenirken Metin bey ‘artık gitsek mi efendim’ dedi ve bu teklifi makul karşılayan Sait bey ayağa kalktı. Hiç acele etmeden yavaşça sandalyedeki ceketini giydi. Konuşmacılar dahil salondakilerin çoğu bu seremoniyi sessizce izlediler. Sait bey, sağında Metin ve solunda Bilal beyler olduğu halde özellikle sahnenin önünden geçmeyi tercih etti ve konuşmacılara da ufak bir tebessüm ederek  vakur bir şekilde salondan çıktı.

Salondan çıkmasından hemen sonra, Sait beyin sözlerinden oldukça rahatsız olan Abbas bey ayağa kalkarak; “Son konuşmacının, kendisince bizi sağduyuya davet eden sözlerini çok ciddiye almıyorum. Yükselen dinamizmimizi söndürmek ve mücadele motivasyonumuzu kırmak amacı taşıdığını düşünüyorum. Eskiden beri birbirinden dağınık görüşlerin temsilcileri kuva-i milliye ruhuyla ikinci defa ülkeyi kurtarmak için güç birliği yapmıştır. Bu seferki düşman dışardan değil içerden saldırıyor. Hiçbir devlet böyle bir yapıya izin veremez. İsterdik ki bu yapı, hukuki ve demokratik yollarla tasfiye edilsin. Ama bunun çok zaman alacağı aşikardır. Sonuç itibariyle yasal yolların kullanılması ile ilgili eşik çoktan aşılmıştır. Seçimi kazandıktan sonra mazbataların mührü daha kurumadan bu yapının tepesine ilk balyozun indirilmesi gerektiği kanaatindeyim. Benimle aynı dünya görüşünü paylaşan meslektaşlarımın heves ve heyecanlarını size anlatmaktan acizim. Bu arkadaşlarımızın elinde malum yapı ile irtibatlı olabilecek kişiler hakkında toplanmış birçok doküman var. Seçimin kazanılmasını müteakip yeni HSYK’ya ve diğer resmi makamlara teslim etmek için sabırsızlıkla bekliyorlar. Ben şahsen bu legal görünümlü illegal yapının bu seçimde hiçbir varlık gösteremeyeceğine inananlardanım. Arkadaşlar yeter ki amacımız hasıl olana kadar birliğimizi koruyalım. Ümitli ve esen kalın!” diye sözlerini tamamladı ve alkışlar eşliğinde yerine oturdu.
 
Konuşmacıların önündeki masaların birinde oturan Savcı Serdar Coşkulu, masaların arasında mikrofonu taşıyan memurdan mikrofonu aldı ve “Sayın Ramazan Kayacı’ya ben de bir soru sormak isterim. Soracağım soru ile ilgili geçen hafta ulusal bir gazetede röportajını okumuştum. Paralel yapı mensuplarına yönelik soruşturmalarda zorlandığımız temel bir sorun var. Hayatının bir döneminde -toplumun büyük çoğunluğunun- mutlaka bir şekilde bu yapıyla yolu kesişmiştir. Hiç düşündünüz mü bilmiyorum ama o kadar çok kesişme noktaları var ki! Dershane, okul, yurt, banka, sendika, internet, radyo, gazete ve televizyonlar ile akraba, arkadaş, komşu ve meslektaşlar gibi. Bu yüzden hedef kitleyi mutlaka makul bir şekilde sınırlandırmak zorundayız. Aksi halde meslektaşlarımızın büyük çoğunluğu soruşturulmaya maruz kalma kaygısı ile platforma destek vermekten kaçınabilir. Kaldı ki, YBP’ye destek verenler arasında, çocukları malum eğitim kurumlarına devam eden çok sayıda meslektaş var. Bundan dolayı soruşturmalarda hangi mikyasların esas alınacağı hususu açıkça deklare edilebilir mi?” diye sordu.
 
Ramazan Kayacı mikrofona ağzını yaklaştırdı ve “Galiba en zor soru bana yöneltildi. Hakikaten bu çok çetrefilli bir konu. Savcı Serdar bey kaygısında çok haklı. Açıkçası bu konu hakkında platform içinde fikir birliği sağlanmış değil. Neredeyse her konuda uzlaşan birliğimiz için bu halledilemeyecek bir problem değil. Ama görünen o ki son sözü hükümetimiz ve Milli Güvenlik Kurulu söyleyecektir. Bu mercilerin tavsiye kararları ışığında uzlaşıp kamuoyuna deklare etme aşamasına gelinebileceğini düşünüyorum.” diye cevaplandırdı.
 
Bu sırada salonun arka kısmında bulunan dört masada bulunan 30-35 kişi kendi aralarında hummalı bir şekilde konuşuyorlardı. Bu kişiler sürekli masalar arasında gidip geliyor, adeta salondaki gündemden kopmuş bir halde tartışıyorlardı.

Bu durum toplantıyı yöneten Selahattin beyin de dikkatini çekti ve “Arka sağ taraftaki meslektaşların bir maruzatı veya sorusu mu vardı acaba?” diye sorması üzerine içlerinden birisi ayağa kalktı ve elini kaldırarak mikrofonu işaret etti. Mikrofon kendisine ulaştırıldıktan sonra, “Biz devletine ve hükümetine bağlı hakim-savcılar olarak bu platforma umumi bir destek veriyoruz. Bizi Risale-i Nur talebesi olarak da görebilirsiniz. Ancak vuzuha muhtaç birkaç mesele var. Bunların istifhama yer bırakmayacak şekilde sarahate kavuşturulması elzemdir. Evvela bizleri yakinen tanımayanların, bizler ile paralel yapı mensuplarını birbirine karıştırmalarından ve aynı kefeye koymalarından fevkalade rahatsız olduğumuzu zikretmek istiyorum. Binaenaleyh meslektaşları mensubiyetlerine göre tasnif etmeye vazifeli olan arkadaşların -kul hakkına girmemek için- bu hakikati nazara almalarını hususen rica ediyoruz. İkinci bir mevzuu da malumunuz yargı camiası hariçten büyük görülse de esasen küçüktür, herkes herkesi az-çok tanır. Gerek 28 Şubat sürecinde ve gerekse akabinde bazı tesirli ve salahiyetli meslektaşlar, biz Nur talebeleri ve sair dindarlara karşı gayet şedit ve hasmane tavır sergilediler. Adaylar arasında da işaret ettiğimiz zihniyete haiz olduğuna muttali olduğumuz en az 3 aday mevcuttur. Bu minvalde bizim hassasiyetimize vakıf olan muhterem Turgay Ateşçi beyin cevaplandırmasını istediğimiz bir sualimiz var. Bahsettiğimiz bu 3 adaya rey vermeyi mahzurlu gören kardeşlerimiz mevcut. Bir kısım kardeşlerimiz sadece bu kişiler dışındakilere rey verelim, bir kısmı da onların yerine platform haricindeki tanıyıp itimat ettiğimiz sair adaylara rey verelim diye düşünüyorlar. Lütfen bu hususu vüzuha kavuşturabilir misiniz?” diye sordu.

Bu soru, dikkatle dinleyebilen bütün katılımcıları şaşırttı. HSYK adayı Turgay Ateşçi sanki böyle bir sorunun yöneltilmesini bekliyormuş gibi hiç tereddüt etmeden söze başladı. “Çok kıymetli kardeşlerim hassasiyetiniz benim de hassasiyetimdir. Eğer bendeniz burada diğer adaylarla omuz omuza isem, biliniz ki bu sadece benim şahsi kararımın neticesi değildir. Kendi camiamızın meşveret meclisinin kararı ile buradayım. Tereddüt ettiğiniz hususlar orada etraflıca müzakere edildi. Risale-i Nur’un ‘Madem hakta ittifak, ehakta ihtilâftır. Bazen hak, ehaktan ehaktır. Hem de olur hasen, ahsenden ahsendir.’ düsturu esas alındı. Neticeten hayırlı gayeye vasıl olmak için ittifak etmenin lüzumu izahtan varestedir. Eğer bu izaha rağmen o adaylara rey vermeyecekseniz rica ediyorum bana da vermeyin. Bilmem anlatabildim mi?” dedi ve bu sözler üzerine o dört masadan sadece 4 kişi memnuniyetsizliğini belli ederek kalkıp salonu terk ettiler. (Ne hazindir ki, ekim ayında yapılacak HSYK seçiminde sayıları 300 civarında olduğu tahmin edilen bu nurcu meslektaşların desteği ile YBP ipi göğüsleyecekti!)
 
Planlanan vaktin dolduğunu anlayan Selahattin Menteşe, diğer konuşmacılardan da onay alarak kısa bir bitiş konuşması yaptı. “Arkadaşlar bu seçimde yanımızda olmayan herkes karşımızdadır. Bizler her şeyimizi ortaya koyup canla başla mücadele ederken gücümüzü bölen tüm adayları buradan uyarıyoruz. Bu kutsal mücadelede tarafsız kalmayı tercih edenler bertaraf olacaklardır. Malum yapıyla aynı akıbete maruz kalacaklarını bilmeliler! Bunun altını özellikle çiziyorum. Çok değerli meslektaşlarım, adaylarımızla birlikte onurlandırdığınız genişletilmiş ilk toplantımız sona ermiştir. Buraya iştirak ederek güç verdiğiniz için hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Hoşça kalın.”

 

 

 

Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (3.Bölüm) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi-3-bolum/feed/ 1
Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (1.Bölüm) https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi/ https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi/#respond Sun, 29 Jan 2023 00:20:25 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9044 Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (1. Bölüm)   Hükümetle söylem ve eylem birliği içerisinde hareket eden Yargıda Birlik Platformu, Ekim 2014 HSYK seçim sürecinde kamu kurumlarının tüm olanak ve kolaylıklarından faydalandı. Kamu kaynaklarını fütursuzca kullanmak onlar nezdinde seçim yarışını elbet zedelemeyecekti. Yurttaşların yarısının politik desteğini alan ve uzun yıllardır tek başına ülkeyi […]

Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (1.Bölüm) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı”

(1. Bölüm)
 
Hükümetle söylem ve eylem birliği içerisinde hareket eden Yargıda Birlik Platformu, Ekim 2014 HSYK seçim sürecinde kamu kurumlarının tüm olanak ve kolaylıklarından faydalandı. Kamu kaynaklarını fütursuzca kullanmak onlar nezdinde seçim yarışını elbet zedelemeyecekti. Yurttaşların yarısının politik desteğini alan ve uzun yıllardır tek başına ülkeyi yöneten güçlü bir siyasi liderin kanatları altında pervasız, şımarık ve özgüveni yüksek bir şekilde süreci yönettiler.
 
Yürütme erki ile kurulan bu yasak ilişkinin ‘yargı bağımsızlığı-tarafsızlığı, kuvvetler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü ilkelerine ciddi bir biçimde zarar vereceği’ hususu umurlarında bile değildi. Şahsi çıkarlarına hizmet eden güdümlü bir yargıyı, nemalanamayacakları bağımsız yargıya tercih etmekte en ufak bir sakınca görmüyorlardı. Hayal ettikleri makamlara erişmek yolunda engel gördükleri -hükümetin paralelci olmakla suçladığı- topluluğun nitelikli ve başarılı olmasının da bir önemi yoktu. Malum topluluğun kamudan tasfiyesi adına, hükümet güdümünde hareket etme görüntüsünün, yargıya itibar kaybettireceğini düşünecek akıl eşiğini çoktan aşmışlardı. Çünkü ihtiras ve nefretleri, meslekî ve etik değerlerinden daha büyüktü.
 
Sağduyusunu tamamen kaybetmiş ve meydanlarda intikam yemini eden bir siyasi liderin manevi himayesi altında Ankara Hakimevi’nde bir toplantı gerçekleştirildi. Bu toplantıya Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Başmüfettişi Mehmet Yorulmaz, Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Selahaddin Menteşe ve HSYK Genel Sekreteri Başar Bilgin katıldılar.

Heyet, Yargıda Birlik Platformu’nun genişletilmiş ilk toplantısını cuma günü Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne ait Dinlenme Tesisi‘nde gerçekleştirmek üzere anlaştı. Bu toplantıyı organize etme ve duyurma görevini, -hukuk dışındaki- sosyal konularda oldukça yetenekli olan Selahaddin Menteşe memnuniyetle üstlendi. Ve heyete “Toplantılarımızda meslektaşlarımızın ulaşımı dahil her şey ücretsiz olacak. Bildiğiniz gibi kamu görevlileri, kendilerine malî yük getirmeyen etkinliklerden gayet memnundurlar.  Malûmunuz üzere ‘insan ihsânın kölesidir’. Katılımcılara birbirinden muhteşem yemek ikramlarından sonra duymaktan hoşlanacakları müjdeleri de verdik mi, inanın işlenmeye hazır pamuk gibi olurlar. Müsaade ederseniz üstlenmekten onur duyduğum bu görev için zaman kaybetmeden Belediye Başkanı Melih Kökçe ile temasa geçeceğim.” dedi.

Başar Bilgin de bunun üzerine, “Sayın müsteşarım, sizden -toplantıya katılacağını tahmin ettiğim- bağımsız adayların destekçilerinin kuvve-i mâneviyelerini kıracak ihtişamda bir organizasyon bekliyoruz inşallah” dedi. Menteşe de tebessüm ederek “Müsterih olun genel sekreterim” diye karşılık verdi.

Saatine baktıktan sonra vaktin hayli geç olduğunu düşünen Mehmet Yorulmaz, “Arkadaşlar unutmadan söylemeliyim, davamıza gönül veren tüm meslektaşların en az iki kişiyi de toplantıya getirmeleri gerektiğini muhakkak iletelim. Bu aşamadaki en önemli konuyu da karara bağladığımıza göre görüşmemizi bitirebiliriz. Cuma akşamı toplantıda tekrar buluşmak üzere hoşça kalın” demesini müteakip heyet hakimevinden ayrıldı.
 
Hâkim Metin Koyuncu, çarşamba günü işyerinde e-posta kutusunu kontrol ettiğinde, YBP tarafından tertip edilen genişletilmiş ilk toplantıya kendisinin de davet edildiğini öğrendi. Platform ileri gelenlerinin kendisini yakinen tanıdıkları ve siyasi vesayet karşısındaki tavizsiz tutumunu bildikleri halde, davet edilmesine çok şaşırdı. Bu davet hususunu istişare etmek için cep telefonundan savcı Sait beyi aradı. Telefonu hemen açan Sait bey “Merhaba Metin bey, buyur kardeşim” diyerek karşılık verdi. Metin bey mezkur daveti haber verip fikrini sorması üzerine Sait bey “Madem teveccüh gösterdiler biz de davetlerine icabet edelim. Toplantıya katılmak zorunluluğunu hisseden diğer arkadaşları da böylece yalnız bırakmamış oluruz” dedi. Metin de “Ben de önerinize katılıyorum. Adayımızın katılması ise zaten uygun olmaz diye düşünüyorum” dedi. Sait bey “Tabii ki, olası bir provokasyon nedeniyle bağımsız adayımız kesinlikle bu toplantıya katılmamalı. Sen, ben ve hâkim Bilal beyle birlikte üçümüz katılabiliriz.” demesi üzerine Metin, “Toplantı için lojmanlar önünden belediyenin tahsis ettiği servis araçları kalkacakmış” dedi. Said bey beş-on saniye düşündükten sonra “Bu etik olmaz, en doğrusu kendi arabamızla veya toplu taşıma araçlarıyla gidelim. Ne dersin?” diye sordu. Beklediği cevabı alan Metin, “Haklısınız, öyle yapmak daha uygun olur.” dedi. Said bey “O zaman Bilal beye de durumu anlat, gelmeyi arzu ederse üçümüz orada buluşuruz. Rakiplerimizin motivasyon ve yöntemlerini de yerinde teşhis etme imkânı elde etmiş oluruz” diyerek konuyu bağladı. Metin de “Tamam, orada görüşürüz inşaallah” diyerek telefon görüşmesini sonlandırdı.
 
Ve nihayet beklenen Cuma günü geldi. Toplantı salonunun dışında konukları karşılamak için savcı Ö. Faruk Aydın ve hâkime Berrin Aksak bekliyorlardı. Gelen misafirleri küçük bir hoşâmediden sonra adlarını ellerindeki listeye işaretleyip salona yönlendiriyorlardı. Ayrı ayrı gelen Sait ve Bilal beyler soğuk bir karşılama seremonisinden sonra ciddi bir sorun yaşamadan salona girdiler. Ancak biraz sonra Metin beyin de kendilerine yaklaştığını gören Ö. Faruk’un aniden yüzü kızardı ve gözleri kanlandı, tokalaşmak için elini uzatmadı ve yumruklarını sıkıp sesini yükselterek “Ne yüzle buraya geldin Metin! Senin gibi paralelciliği bilinen birinin cesaret edip buraya gelebileceğini beklemiyordum. Haberin olsun! Başsavcılık görevinden alınmama sebep olan soruşturmadaki tanık ifadeni okudum. Söylesene! Hiç mi utanmadın yalan beyanda bulunmaya?” dedi. Yanındaki Berrin hanım da duruma şaşırdı ve birkaç kez “Ö. Faruk bey lütfen bağırmayalım” diyerek onu sakinleştirmeye çalıştı. Her ahvalde soğukkanlılığını korumasını bilen Metin bey “Hoop, yavaş ol savcı bey! Bana saygın yok anladım da, seni buraya koyanlara da mı yok? Bak burası tartışma için uygun değil. Pazartesi gelirsin odama hem kahvemi içer hem de orada dişe diş tartışırız.  Ama şunu bil ki, ben kendi menfaatim için bile doğruluktan ayrılmamış birisi olarak senin soruşturmanda niçin yalan söyleyeyim? Her daim bildiğimi söyler, bilmediğime susarım. Anlatabildim mi?” diyerek, sert adımlarla salona yürüdü. Hırsını alamayan Ö. Faruk onun arkasından “İçerde senin gibilerin ne olduğunu bilen 1000 kişi var. Yerinde olsam içeri girmekten vaz geçip geri dönerdim.” diye seslendi.

Metin bey kuru gürültüye pabuç bırakacak adam değildi. Bu laflara kulak asmadan içeri girdi ve Sait beyin masasına oturdu. Bilal bey “Hayırdır, yüzünden düşen bin parça, bir şey mi oldu?” diye sordu. Metin de her ikisine dışarıda yaşadığı terbiyesizliği kısaca anlatmaya çalıştığı sırada garsonlar servise başladı. Mevzuyu hemen kapattılar.
 
Misafirler yemeklerini yerken Sait bey göz ucuyla diğer masalardaki katılımcıları izliyor ve onların ruh hallerini kavramaya çalışıyordu. Katılımcıların yaklaşık üçte ikisi çok neşeli iken üçte biri gayet ciddi idi. Ciddiliğini bozmayan bu kişilerin yüzlerinde belirgin bir memnuniyetsizlik okunuyordu. ‘Acaba gelmekle iyi yapmadık mı?’ der gibi bir halleri vardı.
 

Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (1.Bölüm) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi/feed/ 0