MIŞ GİBİ YARGI

MIŞ GİBİ YARGI

Toplumumuz, üzerlerinde şeklen hoş ve içi boş etiketler taşıyan, bunları kötülüklerine maske yapan insan görünümlü, ancak ruhen esfeli safiline demirli bir “sürü/yığın” tarafından istila edilmiş sanki.

Etraf yüzlerce edebiyatçı, tarihçi, ilahiyatçı, sosyolog, psikolog, hukukçu, doktor, öğretmen, her rütbeden asker “şeylerle” dolu. Bu sıfatların hepsi, bir şekilde bu kişilerin üzerlerine asılmış ve oradan çıkartılması unutulmuş eski tabelalar gibi.

Bir zamanlar gürül gürül sularıyla kıvrım kıvrım akan, geçtiği yerlere bereket götüren her ırmağa bir ad verilmiş. Irmak kurusa, suları çekilip bataklığa dönüşse, mikrop ve hastalık yaymaya başlasa da, bunların adı yine “ırmak” olarak tekrarlanmaya devam eder.

Bunun gibi, yatağı kurumuş ya da bataklığa evrilmiş ırmakların nasıl isimleri değiştirilmiyorsa; benzer şekilde, “suyu çekilmiş” olmasına rağmen, daha önceden verilen ve haksız şekilde kullanılmaya devam eden hukukçu, aydın, akademisyen, sanatçı, ilahiyatçı vs. isimleri taşıyor sayısız insan. İşin vahim tarafı, kaynakları kuruyan, kurumakla kalmayıp kokuşmaya başlayan kişilerin bu hallerinden habersiz olmaları yahut durumlarını kabul etmemesidir; daha acı olanı ise birçoğunun bilmesine rağmen rollerine utanmaz şekilde devam etmeleridir.

Onlarca hukuk fakültemiz var ve buraları bitiren binlerce mezuna sahibiz. Bu mezunlara her yıl yenileri de eklenmeye devam ediyor. İnsanlarımızın haklarını arayabilmeleri için büyük, şaşalı ve iddialı adliye “saraylarımız” var. Ama bunların hepsinin içi “boş”.

Ne hukukçularımız mesuliyetlerinin tam olarak idrakinde olarak yetişiyorlar ve mesleklerini icra ediyorlar, ne de adliyeler hak dağıtımı fonksiyonu yerine getiriyor.

Hukuk sistemimizde yaşananlar bir tiyatro sahnesinden farksız. Seyirlik bir yargımız var. 

Sahnede her şey ve kişi kurgudan ibaret; Sahte figüranlar rollerini oynuyorlar ve sahneden çekiliyorlar halkın alkışları eşliğinde. Gösteri bittiğinde geride ne dağıtımı yapılan bir adalet, ne telafi edilen zararlar ve ne de tatmin edilen mağdurlar var.

“Mış” gibi çalışan bir yargı sistemimiz var. Devasa büyüklüğüne, kocaman çarklarına ve harcadığı onca enerjiye ve paraya rağmen, beklenen ürünleri vermekten aciz, hatta sürekli hüsran kaynağı yargımız.

Hak dağıtımında aracı olması gereken yargı kurumları adeta bir “tapınak”, orada vazife icra edenler ise oluşturdukları kendi putlarına tapan, onu kullanan ve ondan korkan zavallı kullar gibi davranıyorlar. Soranız her hukukçu “Adalet Tanrıçası’na” taptığını söyler; ancak birçoğu kalbinde para, makam, mevki, şehvet ve şöhret putlarını gizler riyakârca ve asıl korktuğu gücün “iktidar” olduğunu ikrar edemez.

1 Comments

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir