AŞAĞILIK YA DA ÜSTÜNLÜK KOMPLEKSİ SARMALINDA HUKUKUMUZ/HUKUKÇULARIMIZ

AŞAĞILIK YA DA ÜSTÜNLÜK KOMPLEKSİ SARMALINDA HUKUKUMUZ/HUKUKÇULARIMIZ

Hukuk sistemimizin, geçmişinden miras alarak günümüze taşıdığı mevcut sorunlarının temelinde yasal ve yapısal eksikliklerinin yanında hukukçularımızın kalite noksanlığının yattığı, çözüm için kafa yoranlarca sürekli olarak ileri sürülegelmiştir. Problemin tespiti ve çözümünde bu etkenlerin önemi gözardı edilemez. Yazımızda, daha önceden söylenip yazılanlara farklı bir bakış açısı kazandırmaya gayret edeceğiz. Biz, sorunun önemli bir parçasını teşkil eden “insan” unsuru üzerinde duracağız. Ancak bu unsurun tüm yönleriyle, kısa bir yazı içerisinde irdelenmesinin mümkün olamayacağının farkındayız.

Hukuk sisteminin bileşenlerinden “insan” unsuruna ilişkin dar ve geniş anlamda bir çerçeve çizilebilir. Geniş anlamda, yargının işleyişine doğrudan veya dolaylı olarak iştirak eden (hizmetlisinden Yargıtay Başkanına kadar) tüm kişiler insan unsurunu teşkil eder. Bu anlamda her birey, işleyişe katkısı oranında ve derecesinde, yargının sorunlarına sebep olabileceği gibi, çözümünde de rol oynayabilir. Dar anlamda insan unsurundan anlatmaya çalıştığımız, hak ve adalet dağıtımında aktif olarak rol alan, doğrudan sonuca tesir edebilen kişilerdir. Bunlar hukuk sistemimize hayat veren hâkim, savcı, avukat ve akademisyenlerdir. 

Hukukçunun (dolayısıyla hukuk sisteminin) kendisinden beklenen ürünleri ortaya koyup adaletli ve hakkaniyetli bir duruş sergileyememesinin altında, maddi sebeplerin yanında psikolojik nedenlerin de yattığını, bu sebeple onun bilinçaltını incelemeye tabi tutmanın önemli olduğu kanaatindeyiz. Psikoloji biliminin verileri doğrultusunda yapılacak bir incelemenin kapsamı çalışmamızın sınırlarını aşacak genişliktedir. Bundan dolayı yazımızı, aşağılık ve üstünlük duygularının hukukçunun üzerindeki etkisinin ve belirtilerinin ne olduğu ile bunların muhtemel tedavi metotlarıyla sınırlı tutacağız.

Aşağılık duygusu, yani insanın kendini yetersiz hissetmesi doğaldır ve her insanda belirli seviyede vardır. Hastalık derecesine varmayan bu duygu insana gereklidir ve bireyin çaba ve gelişim göstermesi için uyarıcı vazifesi görür. Kişilerin aşağılık (veya üstünlük) duygusuna sahip olup olmadıklarını teşhis için, bunların topluma karışıp sorumluluk yüklenmeleri ve başkalarıyla ilişkiye girmesi gerekir. Sosyal ortamda sergilediği eğilim ve davranışlar, başkalarına üstünlük sağlama adına yapılan planlar ile bu yönde kullandığı yöntem ve vasıtalarla gösterdiği gayret aşağılık duygusunun tespitinde kullanılabilecek önemli verilerdir. Benzer durum üstünlük duygusu için de geçerlidir. Üstünlük duygusu sayesinde eksik yönler tespit edilip tamamlanır. Olumlu yönüyle üstünlük, bireyin ruhunu yapılandıran, ona yaşam için gaye verip rota çizen bir rehber duygudur. Bu haliyle aşağılık ve üstünlük duyguları birbirini tamamlayan ve destekleyen tabii hallerdir.

Aşağılık ve üstünlük duygularının aşırı derecelerini belirtmek için psikoloji biliminde “kompleks” ibaresi kullanılır. Bununla, normal olmayan, hastalık derecesine varmış, birey ve çevresi için zararlı olması hasebiyle tedaviye muhtaç duygusal hallere işaret edilir.

“Kompleks” derecesinde aşağılık veya üstünlük duygusuna sahip hastalar, bilinçli ya da bilinçsizce etraflarına zarar verirler. Kompleksli insanların konumları ve etki alanları, sebep oldukları/olacakları hasarın çapını ve ağırlığını tayin eder. Kamu gücü kullanabilme olanağına sahip bir görevliyle, normal bir bireyin sahip olduğu komplekslerin olumsuz sonuçlarının/etki sahalarının aynı olmayacağı izahtan varestedir. Söz ve eylemleriyle bir tüzel kişiliğin faaliyetlerine yön veren bir insanın, aşağılık ya da üstünlük kompleksleri doğrudan veya dolaylı olarak tüzel kişiliğe de sirayet eder. Öyle ki, kimi zaman bu duygular, sahibi olan insandan çıkarak, kurumsal bir kimlik dahi kazanabilir. Bu seviyedeki komplekslerle mücadele, teşhisindeki zorluk ve tedavisindeki engeller sebebiyle kolay değildir.

Aşağılık kompleksinin teşhisinde kullanılabilecek belirtiler vardır. Bu emarelerin bir veya birkaçına çoğu insanda rastlanabilir. Belirtilerin varlığı insanı, kendiliğinden kompleksli bir hasta yapmaz. Belirtilerin sayısı, çevreye etkisi, devamlılık arz edip etmemesi gibi veriler aşağılık duygusunun kompleks seviyesine ulaşıp ulaşmadığını gösterir.

Aşağılık duygusu genetik değildir. Sahibinin doğduğu aile ortamı, yaşadığı çevre koşulları, sosyal ve ekonomik şartları ve eğitim seviyesi gibi etkenler ile tohumları atılır; sonrasında yeşerir, büyür, serpilir.

Yaptığımız bu kısa izahatlar doğrultusunda yargının işleyişinde ve kurumlarının şekillenmesinde hayati role sahip hukukçuların aşağılık veya üstünlük kompleksine müptela olup olmadıklarına dair değerlendirmelerimize geçebiliriz. Hukukçularımızın çoğunluğu, orta ve alt gelir grubu ailelere mensuptur. Çoğunlukla kendileri dışındaki aile bireylerinin ve çevrelerinin eğitim ve bilinç seviyeleri düşüktür. Buna rağmen aile bireyleri ve çevresi tarafından hukukçularımıza çocukluklarından başlayarak, iyi niyetli ancak zararlı sayısız telkinlerde bulunulmaktadır. Bu tavsiye ve telkinler hukukçuların şuuraltı bilinçlerini oluşturmuş, devam eden süreçte bunu besleyerek büyütmüştür. Bunlara ek olarak, mensup oldukları ailelerin nesiller boyunca yaşadıkları maddi ve manevi sıkıntılar ile bunların sözel aktarımıyla unutulmasının önüne geçilmiş olması, hukukçularımızda var olduğunu düşündüğümüz aşağılık veya üstünlük komplekslerinin başlıca sebepleridir.

Hukukçunun yaşadığı çevre, sosyal statüsü, görevleri nedeniyle kendisine tanınan güvenceler ile kişisel veya mesleki gururu, sahip olduğu komplekslerini ikrar etmesinin ve bunların başkalarınca teşhisinin önünde duran aşılması zor surlarıdır. Bu engellere rağmen söz, eylem ve kararları ile görünür hale gelen semptomlar ancak uzmanınca değerlendirmeye tabi tutularak hukukçuya kompleks tanısı konulabilir.

Aşağılık kompleksinin belirtileri çok çeşitlidir. Bu belirtilerden bir kısmı kendini hukukçunun sözlerine, davranışlarına veya kararlarına yansıyan güvensizlik ile ortaya koyar. Kompleksli hâkim, kişi ve kurumlara karşı itimatsız olduğundan çevresine mesafelidir; bu nedenle çalışma arkadaşlarından dahi uzakta durur. Böylesi bir hâkim kendisine, kendini güvende hissettiği küçük bir arkadaş grubu oluşturur ve bu dar çevrede sosyalleşme ihtiyacını gidermeye çalışır. Davranışına gerekçe ve eleştirilere karşı savunma olarak, bu yöndeki tercihi ile “mesleğinin onurunu koruduğunu” ve “tarafsızlığına gölge düşmesini önlediğini” ileri sürer. Yani hâkim, hastalıklı halini bir “erdem” olarak tasavvur edip, fedakârlıkta bulunduğunu tahayyül etmekte; bundan dolayı itham değil saygı beklemektedir. Kompleksli bir hukukçu hastalıklı, aşağılık kompleksli halini üstünlük kompleksine dönüştürerek, kendisi gibi davranmayan, geniş bir yelpazede sosyal ilişkiler kuran meslektaşlarını açık veya gizli olarak suçlar. Onların bu hallerinin hukuk sistemine zarar verdiğini, meslek etik ilkeleriyle uyuşmadığını söyler; aşırı sosyal olduklarını bahane olarak göstererek onlarla ilişki kurmaz.

Aşağılık kompleksli hukukçunun diğer bir belirtisi, kendinden üstün niteliklere sahip olduğunu düşündüğü kişilerden uzaklaşması, onlarla arasına mesafe koyması; bunların yerine, emir verip etkileyebileceği, kendine saygı duyulduğunu hissettirecek insanları ikame ederek onlarla ilişkiler geliştirme gayretidir. Örneğin kompleksli hâkim veya savcı temasta bulunduğu insanları, kendi ölçütleri doğrultusunda sürekli tartar. Kendisinin sahip olmadığını düşündüğü bilgi, birikim, hüner, beceri ya da hobilere sahip kişiler yanında kendini değersiz hisseder. Kompleksli hakim veya savcı, makamından dolayı sessiz kalıp kendisine saygı gösterisinde bulunan, hatalı sözlerinde dahi bir keramet arayan, sürekli övgü dolu sözler söyleyen, eleştirmeyen, taleplerini sorgusuz emir telakki eden, kendine “üstün” olduğunu hissettiren kişileri bulmaya çalışır ve onlarla kişisel ve ailevi ilişkiler kurar. Kompleksli hâkimlerin veya  savcıların samimi ilişkiler kurduğu kişilerin çoğunluğunun, emrinde çalışan memurlar, alış-veriş yaptığı esnaflar ya da görev yaptığı mahallin ileri gelenlerinden oluşması şaşırtıcı değildir. Kurulan bu ilişkiler, üstünlük duygusunu tatmin için, görev yeri değişiminden sonra da uzun süre devam eder. Özellikle yüzlerce hâkim-savcının çalıştığı ve ilişkilerin mekanik ve samimi olmadığı büyükşehir adliyelerine ataması yapılan kompleksli bir hâkim, önceki görev yerlerinde kurduğu ilişkilere daha da çok bağlanır, aşağılık kompleksini tedavi ve üstünlük kompleksini tatminini bu şekilde gidermeye çalışır.

Kompleksli hukukçu, çocukluğundan itibaren “en başarılı” ve “en iyi” olmaya programlıdır. Atalarının, aile büyüklerinin, çevresinin ve kendinin tecrübe ettiği yoksunluk ve yoksulluklardan kurtulabilmesi için bilinçaltına “şifrelenen pusulası” ona her ortam ve şartta başarılı olması gerektiğini fısıldar ve onu belirli bir yola sürükler. Aşağılık kompleksli hukukçu, hakikatte olmadığı halde, başarılı olduğu hayalini kurar; ne pahasına olursa olsun bunun yollarını araştırır; bu doğrultuda çalışma arkadaşları üzerinde baskı kurar. Umudunu yitirdiği zamanlarda bunu ne kendisine ve ne de çevresine ikrar eder. Söz ve davranışlarıyla diğerlerinden iyi ve üstün olduğu görüntüsünü oluşturmaya gayret eder.

Kompleksli hakim veya savcı başarılarının takdir edilmediğinden, hakkının yendiğinden, yargı idarecilerinin kendine önyargılı davrandığından, aleyhine görüş bildiren müfettişlerin liyakatsizliğinden, sahip olduğu çeşitli aidiyetlerinden dolayı kendine ayrımcılık yapıldığından ve kararlarını bozan temyiz mahkemesi üyelerinin yetersizliğinden dem vurur. Daha da ileri giderek başarısız olması adına tüm adliye çalışanlarının, diğer kamu kurumlarının, avukatların ve hatta kimi vatandaşların aralarında anlaşarak birlikte hareket edip aleyhine komplo kurduklarını dahi düşünür ve bunu ifade eder. Bu minvalde, terfi döneminde vatandaş ya da avukatlarca dava açılmasında, kamu kurumlarınca taleplerde bulunulmasında, görülmekte olan davaların uzamasına neden olabilecek kimi haklı taleplerin dava taraflarınca istenilmesinde hep kötü bir niyetin ayak izlerini sürer. Kendini, başarılı meslektaşları ile kıyaslayarak onlardan daha iyi bir hukuk adamı ve insan olduğuna dair deliller üretip, çevresine yayar.

Gergin ve zor şartlar altında sık sık hatalar yapılması aşağılık kompleksinin varlığına diğer bir delildir. Şuur altından sürekli, başarılı olması ve neye mal olursa olsun mesleğini (işini) koruması istikametinde kuvvetli mesajlar alan kompleksli hâkim, alışılmışın dışında bir davayla karşılaştığında bocalamaya, yanlışlar yapmaya ve zikzaklar çizmeye başlar. Zira kompleksli hâkimin başarısızlığa tahammülü yoktur. Bu düşünce onun ruh, beden ve zihninde ağır bir baskı oluşturur ve tedirgin olmasına sebebiyet verir. Bundan dolayıdır ki zor davalar önüne geldiğinde olabilecek en kötü senaryoyu düşünür; kararı nedeniyle işinden olacağını dahi hayal eder. Hata yapmanın insanî ve doğal bir hal olduğunu kabullen(e)mez.

Bir davanın görülme sürecinde olağan dışı bir talep ya da gelişme yaşandığında kompleksli hâkimin beden dili ve ses tonu değişir; beyin enzimlerinin yapısı ile metabolizmasının işleyişi farklılaşır. Bu psikoloji ile kompleksli hâkim sürekli kararsızlıklar yaşar; öncekiler ile sonraki eylem ve söylemleri arasında bariz zıtlıklar görülür. Hukukun genel ilkelerinin, açık yasa metinlerinin ve yerleşik yargısal uygulamaların gerektirdiği yönde değil, mesleki kariyerinde sıkıntı yaşamama adına bu hususlarda doğrudan veya dolayı (resmi ya da gayrı resmi) olarak takdir hakkı bulunan kişilerin telkin ve beklentilerine uygun kararlar verir. Bu şekilde karar veren kompleksli hukukçu, sonrasında verdiği hukuksuz kararları sahiplenir ve kararının satır aralarında hakikat parçacıkları bulmaya çalışarak kendini ikna edecek veriler oluşturma gayretine girişir. Böylesi bir süreçte hâkim sahiplenip sergilediği inancı, ideolojisi ya da ahlakî değerleri ile tevil edemeyeceği söz söyler ve davranışlarda bulunur.  

Medyatik bir olayda, yürütme ve/ya yasama organı temsilcilerinin yakından takip ettiği vakalarda ya da toplumsal infial uyandıran terör, cinsel saldırı ve öldürme gibi suçlara ilişkin davalarda kompleksli hâkim ve savcının eli titrer, ayakları birbirine dolaşır, zihninde kaotik bir ortam oluşur. Hukukçu kimliğini ve mesuliyetlerini unutarak, temel içgüdülerinden olan hayatta (yani meslekte) kalma dürtüsüyle hareket der. Başkalarına zarar vermekten çekinmez. Yasalarla uyumlu şekilde değil; medyanın, iktidarın ya da toplumun beklentilerine uygun kararlar verir. Kararlarında yasaları, hukukun temel usul ve ilkelerini yok saymaktan, onları varlık nedenlerine aykırı olarak uygulamaktan utanç duymaz, yüzü kızarmaz.

Diğer bir aşağılık kompleksi belirtisi, kişinin var olan gerçeklikle çelişki yaşamasıdır. Kompleksli bir hâkim, önündeki bir davaya, bilinçaltından gelen telkinlerin etkisiyle, somut verilerin ortaya koyduğundan farklı bir mana verir. İnancına, ideolojisine ya da başkaca aidiyetlerine ilişkin şuuraltı raflarında saklı tecrübeleri gözlüğüyle önündeki dava dosyasına bakan hâkim, bu davaya “metafizik bir vücut” giydirip; davayı, taraflarının dahi tanıyıp teşhis edemeyeceği şekilde tanımlayıp kabul edebilir. Mesleği nedeniyle kendine tanınan “takdir hakkı” ve/ya “bağımsızlık güvencesi”ni kullanarak yarattığı “sanal gerçekliğin” asıl sebepleri, kompleksli hâkimin “kişisel tarihinde” saklıdır.

Hâkim veya savcının açıkça hukuka ve hatta yasal mevzuata aykırı kararlarına kendince haklı gerekçeler bulma yönündeki “evet-ama”lı açıklamaları da, aşağılık kompleksinin varlığına dair başka bir delildir. Kompleksli hâkimin; “evet devlet başkanına hakaret suçundan tutuklama kararı verilmemeli, ama devletin itibarı ya da kamu düzeni zedelenmez mi?”, “evet ama mahkûmiyet kararı vermemi gerektirecek yeterlilikte delil yok, ama karar vermezsem terörle mücadele sekteye uğramaz mı?”, “evet beraat kararı vermem gerekiyor, biliyorum, ama mağdur ailesinin hali ne olacak?” şeklindeki ifadeleri, aşağılık kompleksini yansıttığı beyanlarıdır.

Hâkimin duruşmada sergilediği alışılmışın dışındaki tavırlarında, karar ya da gerekçelerindeki anormalliklerinde de şuur altının yansımalarını, komplekslerinin izlerini sürebiliriz. Olağan dışı söz, davranış ve kararların hakiki köklerini hâkimin çocukluk anılarında bulabiliriz. Zira bir insanın topluma ve çevreye zarar veren söz ve eylemlerinin tohumları çocukluk çağında atılmış, sonraki yaşlarda bu tohumlar bilerek veya bilmeyerek sulanarak yeşertilmiş, dallanıp budaklanmalarına uygun bir zemin hazırlanmıştır. Duruşma esnasında avukata söz hakkı tanımayan, savunmanın haklarını kısıtlayan, bununla yetinmeyip yargıladığı kişilere kızıp yüksek sesle bağıran bir hâkimin kişiliğinde sorun olduğu aşikârdır. Araştırıldığında görülecektir ki söz konusu hâkim çocukluğunda veya gençliğinde sözel ve fiziki şiddete maruz kalmış, ailesinde kendine söz hakkı tanımamış, çevresince aşağılanmış, doğrudan veya dolaylı muhatap olduğu tüm sorunlar kavga tonlu yüksek ses kullanılarak çözümlenmeye çalışılmıştır. Yine aynı hâkimin ekonomik açıdan sorunlar yaşayan bir aile ortamında büyüdüğü, zengin olan arkadaşlarına ve ailelerine kıskançlık derecesinde özenti duyduğu da tespit edilebilir. Bu kaynaklardan beslenen aşağılık duygusunu gidermek için hakim üstünlük duygusunu harekete geçirmek suretiyle, ekonomik şartlar yönüyle kendisinden daha iyi şartlara sahip olduğunu düşündüğü avukatlık mesleği temsilcilerine bağırır, onları küçümser, konuşturmaz; yetki sınırlarını zorlayarak her fırsatta müvekkilleri önünde onları aşağılayıp değersizleştirmeye, asıl gücün kendisinde olduğunu ispat etmeye çalışır.  

Meslek yaşamı öncesinde elini cebine sokarak, başı dik, göğsü ileride yürüme gibi bir alışkanlığı olmayan, bacak bacak üstüne atarak oturmayı uygun görmeyen, yetiştiği toplum çevresinden aldığı terbiye ve görgüye uygun bir davranış modeli geliştiren bir hâkim, meslek hayatında bu tür davranışlar sergilemeye özel bir dikkat gösteriyor ise onun, aşağılık ve üstünlük duygularının karışımıyla oluşan bir his ile hareket ettiğini söylemek de yanlış olmayacaktır.

İmrenme duygusu da aşağılık kompleksinin bir işaretidir. Çalışma arkadaşlarının yetki ve makamlarına; vali veya kaymakamların imkânlarına, iyi kazanan ve rahat bir yaşam süren avukatlara ya da başkaca kişilere özenen, bu anlamda sürekli olarak odasının penceresinden “adliye dışı”na hayran hayran bakan hâkim ve savcıların sayısı az değildir. İmrenme ile kıskançlık arasındaki çizgi ince ve bir o kadar da belirsizdir. Kıskanç bir yargı mensubunun sebep olabileceği zararın tahmini zordur. Kıskançlıktaki aşağılık duygusu daha derin ve güçlüdür.

Cübbesi üzerinde eğreti duran, duruşma salonuna ve hatta adliye ortamına uygun olmadığını her söz ve eylemleriyle adeta çevresine haykıran bir hâkim veya savcının bu tarz fiillerinin altı kazıldığında çocukluğunda yaşadığı travmalarla karşılaşmak şaşırtıcı olmayacaktır. Mahkemelerimiz, yirmili yaşlarda, hukuk fakültesinden yeni mezun olmuş, hayatı tanıyıp ona adapte olma tecrübelerini daha henüz edinememiş, bütün zaaf ve noksanlıklarının üzerine “cübbe”sini bir zırh gibi geçirip, olumlu yöne evirilmelerini ve değişmelerini engelleyerek onlarla hayatına yön veren “çocuk/ergen” hâkim ve savcılarla lebalep doludur. Aynı durum avukat ve hukuk akademisyenleri için de geçerlidir. Başkalarının sorunlarını çözmesi beklenen bu kişilerin kendi ruh ve zihin labirentlerinde yollarını bulmaya çalıştıkları bilinseydi, hukuk sistemine itimat edilir miydi?

Psikolojik sorunlar yaşayan hukukçu, aşağılık duygusunu bastırmak adına üstünlük kompleksine sarılır. Bu kompleksle hukukçu, eksikliklerini gizlemek, kendini diğerlerine nazaran daha üstün bir konuma yerleştirip kahramanlaştırmak, başkalarından zeki ve öngörülü olduğunu göstermek amacına matuf davranışlar sergiler. Bu davranışlarının “daha az akıllı olan” diğerlerince fark edilemeyeceğini düşünerek bundan haz alır. Gururu ve pervasızlığının tesirinde olan üstünlük kompleksli hâkimin diğer bir özelliği, saldırgan tavırlar sergilemesidir. Böylesi bir hâkim, eleştirilere tahammül edemez, dava taraflarını azarlar, onlara bağırır, hukuka ve yasaya aykırı kararlar vermekten çekinmez. Bunların temelinde, duruşma salonunda oturduğu koltuğun izafi yüksekliği nedeniyle diğerlerini “aşağıda görmesi”, “onları dinlememesi”, “onlara rağmen onların yararına karar verme salahiyetini kendinde görmesi” gibi zararlı bir ruh hali yatar.

Üstünlük kompleksiyle kendinin noksanlıklarını perdelemeye çalışan hukukçu, eksikliklerine kendince makul izahatlar bulmaya; kendini daha akıllı ve güçlü göstermeye çalışır. Kompleksli hâkim veya savcı, tembellik ve başarısızlığına bahane olarak yasaların yetersizliğini, içtihatların yanlışlığını, yargının insanların sorunlarını çözemediğini, etkili bir infaz sisteminin olmadığından cezaların suçluları ıslah edemediğini ve cezaevlerinin suçlu yetiştirdiğini sıklıkla kullanır. Hasta hâkim böylesi bir söylem geliştirerek, çalışkan ve başarılı olan diğer hâkimlerin sosyal meselelere ve yargısal sorunlara dair bilinç seviyelerini küçümseyip kendini yüceltir, diğerlerine nazaran kendini üstün bir entelektüel seviyeye koyar (böyle zanneder).

Aşağılık kompleksi, üstünlük kompleksi şeklinde de hukukçuda tezahür edebilir. Hakikatte hukuka aykırı kararıyla muhatabının hak ve özgürlüğüne zarar veren bir hâkimin, kendini ülkenin “en adil” insanı görüp çevresine bu yönde mesajlar vererek, onları ikna etmeye çalışması buna güzel bir örnektir. Böbürlenen, kendini öven, palavralar savuran bir insan, başkalarıyla rekabet gücü, kapasitesi ve cesareti olmadığından böyle davranır. Adliyelerin, kendi kendine methiyeler düzen, yasal olarak yapmak zorunda olduğu işlerin reklamlarını yapan, bunu duyurma adına her ortamı suiistimal eden, medyanın her çeşidini kullanan hâkim ve savcılarla dolu olması, içimizi acıtsa da yargımızın içinde bulunduğu sefaleti göstermesi açısından, bir hakikattir.

Aşağılık veya üstünlük duyguları her insanda bulunabilir. Sağlıklı bir ruha sahip insanda kompleks olamayacağı gibi, bu duygulara dahi yer yoktur. Böylesi insanlarda sadece iyi-kötü davranışlar ile sosyal rol ve sorumluluklar yer alır.

Aşağılık/üstünlük kompleksi hastası hukukçunun tedavisi zorunludur. Aksi halde kişiliğindeki kara delik hem kendisinin ve hem de başkalarının huzur ve mutluluklarını içine çekip yok edecektir. Bu hastalığın tedavisi hastaya cesaret verilerek ve özgüven aşılayarak yapılabilir. Yine bu tedavinin, üstünlük kompleksini beslemesinin önüne de geçilmelidir. Makul ve dengeli seviyedeki cesaret ve özgüven duyguları hukukçuluk mesleğinin temel gerekliliklerindendir. Bu duygular hukukçuyu güçlü ve güvenli kılar, hak ve özgürlükler lehine otoritesini artırır. Belirlenen sınırı aştığında veya bunun altına düştüğünde bu duygular hukukçunun kendi zulmünün kaynağı ve koruyucusu halini alır.

Aşağılık ya da üstünlük komplekslerine sahip ancak fiilen görevde bulunan bir hakim veya savcının tedavisi imkânsıza yakın bir ihtimaldir. Kökleri, insanların kişisel tarihlerinin karanlık raflarına uzanan bu hastalığın, bir hakim ve savcının mesleğe alımı ve kabulü aşamasında tespitine çalışılması ve buna dair önemli deliller bulunduranların elenmelerinin sağlanması en güvenli yoldur. Cübbe içine gizlenen ve icra edilen meslek nedeniyle “dokunulmaz” hale gelen bir komplekse müdahale zor olacaktır.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir