• Aralık 4, 2022
  • No Comment

Akrebin Kıskacındaki Yargı (1): “Teklif ve Karar”

Akrebin Kıskacındaki Yargı (1):  “Teklif ve Karar”

Odasının önüne geldiğinde, kendisini bekleyen genç kâtip “imzalamanız gereken müzekkereleri getirdim efendim” dedi. Cumhuriyet Savcısı Serdar, yüz kızartıcı bir suç işlemiş gibi kâtibin yüzüne bakamadan “sonra imzalarım, götür” dedi ve hızla odasına girdi. Kapıyı hemencecik içerden kilitledi. Sırtını kapıya dayadı derin derin nefes aldı. 5-10 saniye böyle durduktan sonra pencereye yöneldi, gündüz olduğu halde perdeleri hışımla kapattı ve masanın çekmecesinden aldığı sakinleştirici bir hapı ağzına attı ve heyecandan titreyen elleriyle suyu döke döke içti. Ceketinin koluyla çenesine akan suyu da sildikten sonra masasının arkasındaki makam koltuğuna oturdu. Dirseklerini masaya dayadı, parmaklarını sımsıkı saçlarının arasına geçirdi, avuçlarıyla zonklayan alnını masaj yapar gibi ovaladı. Bir türlü sakinleşmeyi beceremiyordu, biraz önce Başsavcı Harun beyin odasında yaşadığı şeylerin gerçek olmamasını diledi. Ama maalesef her şey buz gibi gerçekti. Daha birkaç ay önceki büyük yolsuzluk operasyonlarındaki yanlış tutumunun vicdan azabı ile kavrulurken bu da nerden çıkmıştı? Başta yargı olmak üzere artık devlet işleyişinde hiçbir şey iyi gitmiyordu. Sonu gelmez, karanlık ve şeytanî bir tünele girdiğini düşündü. Çok değil birkaç sene önce kendisini gökyüzünde özgürce uçan bir kuş gibi hissederken şimdi siyasetçilerin paralı bir askeri gibi hissediyordu. Ekim 2014’de yapılacak HSYK seçimi ülke gündemini tamamen domine etmişti. Ankara taşra üzerinde tam saha pres yapıyordu adeta. Kapalı kapılar ardındaki fişlemelere göre bütün yargı mensupları ile bazen topluca bazen de bire bir görüşülerek ikna edilip söz alınıyordu. Bu ziyaretin sebebi de aynıydı.

Başsavcının odasındaki Ankara’dan gelen Adalet Bakanlığı bürokratları ve istihbarat bölge şefi Hakan’ın söyledikleri kolay sindirilir şeyler değildi. Sanki oda bir askerî karargâh idi. İstihbarat şefi de harekâtı planlayıp yöneten kurmay başkanı konumunda gibiydi. Hükümetin tamamen arkalarında olduğunu hedef olarak belirlenen cemaat mensupları ve tarafsız olmayı tercih edebilecek tüm kamu personeli ile sivil unsurların tepeleneceğini, devletten kazınılacağını ve bir araya gelemez şekilde dağıtılacaklarını kararlı bir şekilde izah ettikten sonra “umarım söylediklerim ikna edici olmuştur” dedi. Koltuğunda kasıntıyla oturan Adalet Bakanlığında daire başkanı olan Birol adlı kişi de “devletin bu kararlı tutumunu hayata geçirmek, ikircikli hâkim ve savcıları ikna etmek için geldiklerini” ifade ettikten sonra Başsavcı Harun araya girerek söz istedi. “Savcı Serdar bey durumu belirsiz olan sadece sen kalmıştın. Senin vatansever eğilimini biliyoruz. Ne diyorsun? Devletimizden yana mısın!?” dedi. Savcı bey “elbette, elbette ama…!” dedi. Başsavcı “ama da ne? Bahis mevzu vatansa, devletse gerisi teferruat değil mi?” dedi. Halbuki mevzubahis olan ne vatan ne milletti; yolsuzluğa, darbelere, katliamlara batmış bir güruhun pisliklerini örtmek için yaptıkları bir perdelemeydi; Ahmet Altan’ın dediği gibi hırsızlar ile katillerin yaptığı işbirliğiydi” gibi. Savcı bey aşağılandığını ve onurunu koruması gerektiğini düşündü. Kendisini biraz topladıktan sonra “elbette devlet ve vatan baş üstüne. Ama millet, kamu daha önemli değil mi? Biz bugüne kadar devlet için değil hep toplum için hareket ettik. Doğal hukuk teorisinde devlet de birey de eşit değil mi? Toptancı bir anlayışla devleti korurken bireyler zarar görmeyecek mi?” dedi. Savcı Bey’in bu sözleri ile odanın havası buz kesti. Adalet bakanlığı müsteşar yardımcısı olan Kenan adlı kişi kaşlarını çatarak üst perdeden “Felsefe yapacak kadar zamanımız yok. Bu yapı sadece devleti değil toplumu da sömürüyor. Devletten ihraç ettikten sonra elbette toplum nezdinde de gereken yapılacak. Bu ikinci görev bize değil siyasetçiler ait. Biz önce bize düşeni yapalım. Bu dönemde yanımızda hareket edenler en iyi görevlerle ödüllendirilecek, durmayanlar ise sonuçlarına katlanacaklardır. Ne diyorsun Savcı bey var mısın? Yok musun?” diye kestirip attı. Savcı bey kendisini akrebin kıskacındaki bir böcek gibi çaresiz hissetti. Aklı selim ile düşünecek zamanı yoktu. Biraz önceki tereddütlerini yenmiş bir şekilde cevap vermesi gerektiğini düşünerek “Tüm kararlılığımla yanınızdayım, bana düşen neyse yapmaya hazırım.” deyiverdi. Onun bu cevabından sonra Ankara heyeti hemen ayağa kalkıp burada işlerinin bittiğini diğer vilayete gitmeleri gerektiğini söyleyerek müsaade istediler. Hatta savcı beyle bile tokalaşmadan Başsavcı beyin refakatinde odadan çıktılar. Sadece istihbarat bölge başkanı Hakan geri dönüp Savcı Serdar beyin yanına geldi “genç adam senin geleceğini parlak görüyorum. Bir sıkıntın olursa beni aramaktan çekinme” diyerek isim yazmayan sadece telefon numarası yazılı bir kart uzattı ve “seninle çok güzel işler başaracağız” diye ekledikten sonra hafifçe gülümseyip ayrıldı. Savcı bey de heyetin arkasından hafifçe baş selamı vererek hızla odasına doğru yürüdü.

İnsanoğlu bazen sıkıntılı bir olayla karşılaşır ve sıkıntıya neden olan şeyi bulmaya çalışır. Sorunun kaynağını bulunca sıkıntı kolayca çözülürdü. Fakat Savcı beyin yaşadığı olayın hiçbir yerinde doğru yoktu. Adeta rahmet göğe çekilmiş, ülke atmosferi şeytanlar ve kötü ruhlarla kaynıyordu. Sanki doğrular ve yanlışlar yer değiştirmişti. Savcı bey bu şartlarda hayatiyetini devam ettirmek için bütün değerlerini bir süreliğine baskılaması gerektiğini düşündü. Makamını kaybetmek ve çoluk çocuğunu kimseye muhtaç etmek istemiyordu. Bu zamana kadar hep iyi olmaya çalıştı, bu fetret dönemi bitene kadar vicdanını askıya alıp birkaç yıl pekâlâ kötüymüş gibi rol yapabilirdi. Oysa inandığı gibi yaşamazsa yaşadığı gibi inanmaya başlayacağı tehlikesini küçümsüyordu. İç dünyasına kulak kabarttığında, zaten yıllardır içinde uyuyan şeytanın da uyanmış ve yapılacak her kötülüğün fetvasını vermeye hazır olduğunu hissederek irkildi. Kendisinden tiksindi. Artık aynaya bile bakmak istemiyordu. Yakın zamanda imzalaması için önüne konulacak hak ihlali dosyalarını düşündükçe hafakanlar geçiriyor, hemencecik cebinde taşıdığı sakinleştiricilerden bir tane ağzına atıyordu. Hele hedef kitleden olduğunu zannettiği bir arkadaşını veya meslektaşını görünce hemen oradan uzaklaşmak istiyordu. Ama kendisinden bir türlü kaçamıyordu, ne kadar uğraşsa da vicdanı bir şekilde ortaya çıkıyor” Böyle yapacaksan yerin altı yerin üstünden daha hayırlıdır” diyordu.

Bu Yazılarıda Okuyabilirisiniz

KAĞITTAN KAPLAN YARGIMIZ

KAĞITTAN KAPLAN YARGIMIZ

Sivas Sulh Ceza Hâkimliği’nin tutukluluk  halimin devamına dair kararı ile HSYK tarafından verilen benim de ismimin yer aldığı 2847 hâkim ve…
HÜCREMİN MAZGALLARI

HÜCREMİN MAZGALLARI

(Bu yazı 15.1.2017 tarihinde, Silivri cezaevinde tutsaklığım sırasında kaleme alındı)   Dış dünyanın görünen tek yüzü olan gökyüzünü seyrederken bile özgür…
Bu Da Mı Gol Değil Hakim Bey!

Bu Da Mı Gol Değil Hakim Bey!

Hukukçu olmasa da Türkiye’de, kahvede oturan kalabalığın bile batak oynarken bildiği temel hukuk bilgileri ne yazık ki vardır. İronik bu durum…
REALİST-İDEALİST HUKUKÇU

REALİST-İDEALİST HUKUKÇU

Her hukukçu teorik olarak hakkın ne olduğunu, adaletin nasıl tesis edileceğini bilir. Bilmekle kalmaz, bu amaca ulaşmak için çaba sarf edeceğini,…

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir