• Ocak 16, 2023
  • 1 Comment

GÜNAH VE HUKUKÇU

GÜNAH VE HUKUKÇU

Adliyeler günahkâr hukukçuların mekânı ve bunlardan çoğunun mabedi. Bu günahkârların önemli bir kısmı günahlarını bilinçli olarak irtikâp ederken, bazıları farkında olmadan onu işlemekte ya da en azından başkalarınınkine aktif veya pasif davranışta bulunarak ortak olmaktadır.

Adliyeleri kutsallaştıranlar, günahlarına ilahi (hukuki) bir kamuflaj bularak iç huzurlarını sağlama çabasında iken, bunun dışındakiler vicdanları rahatsız, hayatlarını devam ettirme gayretindedirler.

Hukukçu adalet sevgisiyle dolu olmalı, her türlü menfaatten kendini uzaklaştırarak ona bağlanmalıdır. Adalete aşık olan hukukçunun, şahsa, aileye, devlete ya da başkaca görüş ve gruplara ait menfaat hissiyle hareketi, aşkına karşı savaş açmak anlamına gelip ona ihanettir. Adalet inancındaki en büyük günahıdır.

Günahsız hukukçu yok gibidir. Adli faaliyetler dışında kalanlar dahi en hafifinden, orada irtikap edilen günahları engellememe günahından sorumludurlar.

Günahsız hukukçu yok dedik. O halde hukukçu kendini nasıl arındırıp fazilet sahibi olabileceği huzura kavuşacaktır?

Hukukçunun tövbesi nasıl olur?

Adli işleyişin asli unsuru olan hukukçu, ilahi bir görev ifa etmeye namzet olduğunu, taraflar arasında terazisini ve kılıcını kullanarak hak dağıtımı yaptığını, bunu yaparken haksızlıklara sebebiyet verebileceğini; bu yolda adliye içinden ve dışından birçok düşmanının olduğunu ve terazisinin ayarlarıyla oynayarak onun eliyle haksız menfaat temin etmeye çalışabileceğini; en büyük düşmanının kendi içinde gizli ve nefretinin güdümünde olan hırsları olduğunu bilmeli, bunun şuurunda bulunmalıdır. Hukukçu, kendini eleştirebilmeli, dışarıdan gelenlere tahammül edip, bunlardan faydalı sonuçlar çıkartarak adalet yolundaki çizgisinde yürümelidir.

Her günahın tövbesi kendi cinsinden olur. Hata yaptığını fark eden bir hukuk insanı, bunda ısrar edip, gururuna mağlup olmayarak hatasını telafi edebilecek yolları araştırmalıdır. Bunda samimi olmalı, gerektiğinde bedel ödemeyi kabullenip, hatasının sonuçlarını göğüslemekten çekinmemelidir.

Hatalarını en aza indirmek adına hukukçu kendini sürekli olarak yenileme ve zenginleştirme gayreti içinde olmalı, vaktini ve varidatını bu uğurda harcamaktan kaçınmamalıdır. Bu yolda kendinden ve ailesinden fedakarlıkta bulunmayı önceden kabullenmelidir.

Başkalarının günahlarına göz yumma, onların devamında bir sakınca görmeme de irtikap edilen ile aynı derecede günahtır. Hukukçunun bu yöndeki mesuliyeti ve vebali sokaktaki insanın herhangi bir günahından kat ve kat daha büyüktür. Zira hukuk, devletin ve onun çatısı altında huzur ve emniyet arayanların haklarının teminatı ve koruyucusu konumundadır. Hukuk surlarında açılan bir gedik, zararlı sayısız organizmanın buradan devlet bünyesine sızmasına yol açar. Bu hal, binlerce insanın hakkının tehlikeye düşmesine sebebiyet verebilir. İhlal edilen her bir hak, doğrudan ya da dolaylı olarak bunda mesuliyeti olan hukukçuların sorumluluk hanelerine yazılan büyük bir günah haline gelebilir. Sebebiyet verilen zararın giderimi hukukçuların beşeri kapasitesinin ve hayat süresinin ötesindedir. Bu günahtan korkan bir hukukçu, başkalarının hatalarına gözlerini kapatamaz; her koyun kendi bacağından asılır zehirli fikriyle kendini avutamaz. Başkalarının günahlarını takip ve önleme işinin zorluğu, yapılan mücadelenin değerini ve mükafatını da arttırmaktadır.

Hukukçunun, günaha karşı korunmasında ve irtikabı sonrası tövbesinde kendisiyle barışık ve kendisine karşı samimi olması önemli bir güvencesidir. Kendine karşı samimiyet, düşünüldüğü kadar kolay değildir. Zira çoğu kez insan samimiyetsiz olduğunu dahi fark etmez. Samimiyeti olmadığını bilmek, onun arınması yönündeki ilk ve en önemli adımıdır. Kendi içine doğru bir bakış veya yapacağı meraklı bir yolculukla keşfedilebilecek samimi olup olmama hali, hukuk adamının iktidarı, itibarı, zekası ile türlü hırs ve menfaatleriyle perdelenmiş ve gizlenmiştir. Bu perdeler dolayısıyladır ki o, zahiren mutlu ve korkusuz, ancak vicdanının iniltilerinden dolayı huzursuzdur. Hukukçu bu haliyle derin bir gaflet içinde bocalamaktadır. Çoğu kez, derin koma halini andırır bu tür bir uykudan ölüm öncesi uyanış, ancak büyük bir sarsıntı veya felaketin neticesi ile mümkündür. Uyanışı ile iktidarını, makamını, gururunu, varidatını kaybeden, hakikati görmesinin önündeki bu perdeleri yırtılan hukuk insanı, samimiyetine erişebilecek, bu yetisi ışığında benliğinin karanlıklarına saklanmış hatalarını görebilecektir. Zahiren kayıp yaşadığı söylenebilecek ise de o, hakikatte samimiyetini bulmuş ve onunla arınıp huzura erme olanağını elde etmiş olduğundan kazançlıdır.

Samimi olmayan hukukçu, hukuka ve onun ruhuna düşmandır. Hukuk onun elinde günahların meşrulaştırıcısı bir iksirdir. Samimiyetsizliğine zekasını, inancını, siyasetini, ideolojisini ekleyerek kendine bir güç alanı oluşturur, ulaşılamaz hale gelir. Bu güç merkezine benliğini koyarak adeta kendini tanrısallaştırır. Bilmeyerek, selametin adına faaliyette bulunduğu inancıyla hukukun yok oluşunu hazırlar. O, önce kendisinin, sonrasında bir milletin, kültürün, devletin helakine sebepiyet verebilir.

Samimiyeti perdeleyen en kesif duvar görünüşte masum, çoğu kez benlikle bütünleştiğinden fark edilemeyen, zekasına, bilgisine, iktidarına gizlenmiş “hukukçu gururu”dur. Bu hissin temelinde, hukuk adamına başka kişilerin yaşamlarına müdahale etme imkanı sunan yasaların tanıdığı güç yattığından zehirlidir; yakıcı ve dönüştürücüdür. Hukukçu, mesleği nedeniyle sağlanan teminatları da yine benliğine mal ederek gururunu besler, büyütüp güçlendirir. Belli bir aşamayı geçtikten sonra kişisel olanın üzerine “mesleki gurur” kılıfını da geçiren hukukçu, gururunu dokunulmaz hale getirir. Yapılan her eleştiriyi ya kendine ya da hukuka karşı yapılan bir hakaret kabul edip elindeki kılıcı eleştiri sahiplerine yöneltmekten çekinmez. Bu şekilde yargının itibarını koruduğunu söyleyerek dışarıya karşı kendini savunur, iç dünyasında ise kendini avutur ve kandırır. Gururunun esiri olmuş hukukçunun içinde debelendiği ve girdabından kurtulamayıp sürekli derinliklerine çekildiği sefalet, hak ve adalet namına bir felakettir.

Gururunu takdir eden, onun rehberliğinde hareketlerine yön veren kişi hakiki anlamıyla hür olamaz, o başkalarının özgürlük bahşedemeyeceği bir esirdir. Kendine ait olduğunu söylediği tüm hareketleri gerçekte efendisi olan gururunun emir ve talimatlarını icradan başka bir mana taşımaz. Hukukçu, gururunun esaretinden kurtaracak olan kahramanı onun vicdanıdır. Ancak bu vicdanın, merhamet duygusu, şeref ve hürriyet hisleri, insan ve adalet aşkı ile halka ve hakka karşı duyduğu mesuliyetinden müteşekkil bir zenginlikte olması gerekir.

Bu Yazılarıda Okuyabilirisiniz

NAİF YARGI(Ç)

NAİF YARGI(Ç)

Önceki dönemde egemen iktidar tarafından “sakıncalı” görülen kişiler fikir ya da düşünceleri nedeniyle soruşturulmuşlar; haklarında iddianameler düzenlenerek yargılanmaları ve hatta mahkûm…
KAĞITTAN KAPLAN YARGIMIZ

KAĞITTAN KAPLAN YARGIMIZ

Sivas Sulh Ceza Hâkimliği’nin tutukluluk  halimin devamına dair kararı ile HSYK tarafından verilen benim de ismimin yer aldığı 2847 hâkim ve…
HÜCREMİN MAZGALLARI

HÜCREMİN MAZGALLARI

(Bu yazı 15.1.2017 tarihinde, Silivri cezaevinde tutsaklığım sırasında kaleme alındı)   Dış dünyanın görünen tek yüzü olan gökyüzünü seyrederken bile özgür…
Bu Da Mı Gol Değil Hakim Bey!

Bu Da Mı Gol Değil Hakim Bey!

Hukukçu olmasa da Türkiye’de, kahvede oturan kalabalığın bile batak oynarken bildiği temel hukuk bilgileri ne yazık ki vardır. İronik bu durum…

1 Comments

  • […] iseniz. Böylesi bir hukukçunun tanımını Hasan Dursun Bey’in “Günah ve Hukukçu” makalesinde bulabilirsiniz. Sayın Dursun mevcut durumu “Adliyeler günahkâr hukukçuların mekânı ve […]

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir