Yargıda Birlik Platformu arşivleri - Hukuk Penceresi https://hukukpenceresi.com/tag/yargida-birlik-platformu/ Zulüm karanlığına ışık saçan pencere Mon, 22 Jan 2024 23:45:49 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://hukukpenceresi.com/wp-content/uploads/2022/06/indir-150x150.jpeg Yargıda Birlik Platformu arşivleri - Hukuk Penceresi https://hukukpenceresi.com/tag/yargida-birlik-platformu/ 32 32 AŞAĞILIK YA DA ÜSTÜNLÜK KOMPLEKSİ SARMALINDA HUKUKUMUZ/HUKUKÇULARIMIZ https://hukukpenceresi.com/asagilik-ya-da-ustunluk-kompleksi-sarmalinda-hukukumuz-hukukcularimiz/ https://hukukpenceresi.com/asagilik-ya-da-ustunluk-kompleksi-sarmalinda-hukukumuz-hukukcularimiz/#respond Sun, 21 Jan 2024 02:23:30 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9124 Hukuk sistemimizin, geçmişinden miras alarak günümüze taşıdığı mevcut sorunlarının temelinde yasal ve yapısal eksikliklerinin yanında hukukçularımızın kalite noksanlığının yattığı, çözüm için kafa yoranlarca sürekli olarak ileri sürülegelmiştir. Problemin tespiti ve çözümünde bu etkenlerin önemi gözardı edilemez. Yazımızda, daha önceden söylenip yazılanlara farklı bir bakış açısı kazandırmaya gayret edeceğiz. Biz, sorunun önemli bir parçasını teşkil eden […]

AŞAĞILIK YA DA ÜSTÜNLÜK KOMPLEKSİ SARMALINDA HUKUKUMUZ/HUKUKÇULARIMIZ yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Hukuk sistemimizin, geçmişinden miras alarak günümüze taşıdığı mevcut sorunlarının temelinde yasal ve yapısal eksikliklerinin yanında hukukçularımızın kalite noksanlığının yattığı, çözüm için kafa yoranlarca sürekli olarak ileri sürülegelmiştir. Problemin tespiti ve çözümünde bu etkenlerin önemi gözardı edilemez. Yazımızda, daha önceden söylenip yazılanlara farklı bir bakış açısı kazandırmaya gayret edeceğiz. Biz, sorunun önemli bir parçasını teşkil eden “insan” unsuru üzerinde duracağız. Ancak bu unsurun tüm yönleriyle, kısa bir yazı içerisinde irdelenmesinin mümkün olamayacağının farkındayız.

Hukuk sisteminin bileşenlerinden “insan” unsuruna ilişkin dar ve geniş anlamda bir çerçeve çizilebilir. Geniş anlamda, yargının işleyişine doğrudan veya dolaylı olarak iştirak eden (hizmetlisinden Yargıtay Başkanına kadar) tüm kişiler insan unsurunu teşkil eder. Bu anlamda her birey, işleyişe katkısı oranında ve derecesinde, yargının sorunlarına sebep olabileceği gibi, çözümünde de rol oynayabilir. Dar anlamda insan unsurundan anlatmaya çalıştığımız, hak ve adalet dağıtımında aktif olarak rol alan, doğrudan sonuca tesir edebilen kişilerdir. Bunlar hukuk sistemimize hayat veren hâkim, savcı, avukat ve akademisyenlerdir. 

Hukukçunun (dolayısıyla hukuk sisteminin) kendisinden beklenen ürünleri ortaya koyup adaletli ve hakkaniyetli bir duruş sergileyememesinin altında, maddi sebeplerin yanında psikolojik nedenlerin de yattığını, bu sebeple onun bilinçaltını incelemeye tabi tutmanın önemli olduğu kanaatindeyiz. Psikoloji biliminin verileri doğrultusunda yapılacak bir incelemenin kapsamı çalışmamızın sınırlarını aşacak genişliktedir. Bundan dolayı yazımızı, aşağılık ve üstünlük duygularının hukukçunun üzerindeki etkisinin ve belirtilerinin ne olduğu ile bunların muhtemel tedavi metotlarıyla sınırlı tutacağız.

Aşağılık duygusu, yani insanın kendini yetersiz hissetmesi doğaldır ve her insanda belirli seviyede vardır. Hastalık derecesine varmayan bu duygu insana gereklidir ve bireyin çaba ve gelişim göstermesi için uyarıcı vazifesi görür. Kişilerin aşağılık (veya üstünlük) duygusuna sahip olup olmadıklarını teşhis için, bunların topluma karışıp sorumluluk yüklenmeleri ve başkalarıyla ilişkiye girmesi gerekir. Sosyal ortamda sergilediği eğilim ve davranışlar, başkalarına üstünlük sağlama adına yapılan planlar ile bu yönde kullandığı yöntem ve vasıtalarla gösterdiği gayret aşağılık duygusunun tespitinde kullanılabilecek önemli verilerdir. Benzer durum üstünlük duygusu için de geçerlidir. Üstünlük duygusu sayesinde eksik yönler tespit edilip tamamlanır. Olumlu yönüyle üstünlük, bireyin ruhunu yapılandıran, ona yaşam için gaye verip rota çizen bir rehber duygudur. Bu haliyle aşağılık ve üstünlük duyguları birbirini tamamlayan ve destekleyen tabii hallerdir.

Aşağılık ve üstünlük duygularının aşırı derecelerini belirtmek için psikoloji biliminde “kompleks” ibaresi kullanılır. Bununla, normal olmayan, hastalık derecesine varmış, birey ve çevresi için zararlı olması hasebiyle tedaviye muhtaç duygusal hallere işaret edilir.

“Kompleks” derecesinde aşağılık veya üstünlük duygusuna sahip hastalar, bilinçli ya da bilinçsizce etraflarına zarar verirler. Kompleksli insanların konumları ve etki alanları, sebep oldukları/olacakları hasarın çapını ve ağırlığını tayin eder. Kamu gücü kullanabilme olanağına sahip bir görevliyle, normal bir bireyin sahip olduğu komplekslerin olumsuz sonuçlarının/etki sahalarının aynı olmayacağı izahtan varestedir. Söz ve eylemleriyle bir tüzel kişiliğin faaliyetlerine yön veren bir insanın, aşağılık ya da üstünlük kompleksleri doğrudan veya dolaylı olarak tüzel kişiliğe de sirayet eder. Öyle ki, kimi zaman bu duygular, sahibi olan insandan çıkarak, kurumsal bir kimlik dahi kazanabilir. Bu seviyedeki komplekslerle mücadele, teşhisindeki zorluk ve tedavisindeki engeller sebebiyle kolay değildir.

Aşağılık kompleksinin teşhisinde kullanılabilecek belirtiler vardır. Bu emarelerin bir veya birkaçına çoğu insanda rastlanabilir. Belirtilerin varlığı insanı, kendiliğinden kompleksli bir hasta yapmaz. Belirtilerin sayısı, çevreye etkisi, devamlılık arz edip etmemesi gibi veriler aşağılık duygusunun kompleks seviyesine ulaşıp ulaşmadığını gösterir.

Aşağılık duygusu genetik değildir. Sahibinin doğduğu aile ortamı, yaşadığı çevre koşulları, sosyal ve ekonomik şartları ve eğitim seviyesi gibi etkenler ile tohumları atılır; sonrasında yeşerir, büyür, serpilir.

Yaptığımız bu kısa izahatlar doğrultusunda yargının işleyişinde ve kurumlarının şekillenmesinde hayati role sahip hukukçuların aşağılık veya üstünlük kompleksine müptela olup olmadıklarına dair değerlendirmelerimize geçebiliriz. Hukukçularımızın çoğunluğu, orta ve alt gelir grubu ailelere mensuptur. Çoğunlukla kendileri dışındaki aile bireylerinin ve çevrelerinin eğitim ve bilinç seviyeleri düşüktür. Buna rağmen aile bireyleri ve çevresi tarafından hukukçularımıza çocukluklarından başlayarak, iyi niyetli ancak zararlı sayısız telkinlerde bulunulmaktadır. Bu tavsiye ve telkinler hukukçuların şuuraltı bilinçlerini oluşturmuş, devam eden süreçte bunu besleyerek büyütmüştür. Bunlara ek olarak, mensup oldukları ailelerin nesiller boyunca yaşadıkları maddi ve manevi sıkıntılar ile bunların sözel aktarımıyla unutulmasının önüne geçilmiş olması, hukukçularımızda var olduğunu düşündüğümüz aşağılık veya üstünlük komplekslerinin başlıca sebepleridir.

Hukukçunun yaşadığı çevre, sosyal statüsü, görevleri nedeniyle kendisine tanınan güvenceler ile kişisel veya mesleki gururu, sahip olduğu komplekslerini ikrar etmesinin ve bunların başkalarınca teşhisinin önünde duran aşılması zor surlarıdır. Bu engellere rağmen söz, eylem ve kararları ile görünür hale gelen semptomlar ancak uzmanınca değerlendirmeye tabi tutularak hukukçuya kompleks tanısı konulabilir.

Aşağılık kompleksinin belirtileri çok çeşitlidir. Bu belirtilerden bir kısmı kendini hukukçunun sözlerine, davranışlarına veya kararlarına yansıyan güvensizlik ile ortaya koyar. Kompleksli hâkim, kişi ve kurumlara karşı itimatsız olduğundan çevresine mesafelidir; bu nedenle çalışma arkadaşlarından dahi uzakta durur. Böylesi bir hâkim kendisine, kendini güvende hissettiği küçük bir arkadaş grubu oluşturur ve bu dar çevrede sosyalleşme ihtiyacını gidermeye çalışır. Davranışına gerekçe ve eleştirilere karşı savunma olarak, bu yöndeki tercihi ile “mesleğinin onurunu koruduğunu” ve “tarafsızlığına gölge düşmesini önlediğini” ileri sürer. Yani hâkim, hastalıklı halini bir “erdem” olarak tasavvur edip, fedakârlıkta bulunduğunu tahayyül etmekte; bundan dolayı itham değil saygı beklemektedir. Kompleksli bir hukukçu hastalıklı, aşağılık kompleksli halini üstünlük kompleksine dönüştürerek, kendisi gibi davranmayan, geniş bir yelpazede sosyal ilişkiler kuran meslektaşlarını açık veya gizli olarak suçlar. Onların bu hallerinin hukuk sistemine zarar verdiğini, meslek etik ilkeleriyle uyuşmadığını söyler; aşırı sosyal olduklarını bahane olarak göstererek onlarla ilişki kurmaz.

Aşağılık kompleksli hukukçunun diğer bir belirtisi, kendinden üstün niteliklere sahip olduğunu düşündüğü kişilerden uzaklaşması, onlarla arasına mesafe koyması; bunların yerine, emir verip etkileyebileceği, kendine saygı duyulduğunu hissettirecek insanları ikame ederek onlarla ilişkiler geliştirme gayretidir. Örneğin kompleksli hâkim veya savcı temasta bulunduğu insanları, kendi ölçütleri doğrultusunda sürekli tartar. Kendisinin sahip olmadığını düşündüğü bilgi, birikim, hüner, beceri ya da hobilere sahip kişiler yanında kendini değersiz hisseder. Kompleksli hakim veya savcı, makamından dolayı sessiz kalıp kendisine saygı gösterisinde bulunan, hatalı sözlerinde dahi bir keramet arayan, sürekli övgü dolu sözler söyleyen, eleştirmeyen, taleplerini sorgusuz emir telakki eden, kendine “üstün” olduğunu hissettiren kişileri bulmaya çalışır ve onlarla kişisel ve ailevi ilişkiler kurar. Kompleksli hâkimlerin veya  savcıların samimi ilişkiler kurduğu kişilerin çoğunluğunun, emrinde çalışan memurlar, alış-veriş yaptığı esnaflar ya da görev yaptığı mahallin ileri gelenlerinden oluşması şaşırtıcı değildir. Kurulan bu ilişkiler, üstünlük duygusunu tatmin için, görev yeri değişiminden sonra da uzun süre devam eder. Özellikle yüzlerce hâkim-savcının çalıştığı ve ilişkilerin mekanik ve samimi olmadığı büyükşehir adliyelerine ataması yapılan kompleksli bir hâkim, önceki görev yerlerinde kurduğu ilişkilere daha da çok bağlanır, aşağılık kompleksini tedavi ve üstünlük kompleksini tatminini bu şekilde gidermeye çalışır.

Kompleksli hukukçu, çocukluğundan itibaren “en başarılı” ve “en iyi” olmaya programlıdır. Atalarının, aile büyüklerinin, çevresinin ve kendinin tecrübe ettiği yoksunluk ve yoksulluklardan kurtulabilmesi için bilinçaltına “şifrelenen pusulası” ona her ortam ve şartta başarılı olması gerektiğini fısıldar ve onu belirli bir yola sürükler. Aşağılık kompleksli hukukçu, hakikatte olmadığı halde, başarılı olduğu hayalini kurar; ne pahasına olursa olsun bunun yollarını araştırır; bu doğrultuda çalışma arkadaşları üzerinde baskı kurar. Umudunu yitirdiği zamanlarda bunu ne kendisine ve ne de çevresine ikrar eder. Söz ve davranışlarıyla diğerlerinden iyi ve üstün olduğu görüntüsünü oluşturmaya gayret eder.

Kompleksli hakim veya savcı başarılarının takdir edilmediğinden, hakkının yendiğinden, yargı idarecilerinin kendine önyargılı davrandığından, aleyhine görüş bildiren müfettişlerin liyakatsizliğinden, sahip olduğu çeşitli aidiyetlerinden dolayı kendine ayrımcılık yapıldığından ve kararlarını bozan temyiz mahkemesi üyelerinin yetersizliğinden dem vurur. Daha da ileri giderek başarısız olması adına tüm adliye çalışanlarının, diğer kamu kurumlarının, avukatların ve hatta kimi vatandaşların aralarında anlaşarak birlikte hareket edip aleyhine komplo kurduklarını dahi düşünür ve bunu ifade eder. Bu minvalde, terfi döneminde vatandaş ya da avukatlarca dava açılmasında, kamu kurumlarınca taleplerde bulunulmasında, görülmekte olan davaların uzamasına neden olabilecek kimi haklı taleplerin dava taraflarınca istenilmesinde hep kötü bir niyetin ayak izlerini sürer. Kendini, başarılı meslektaşları ile kıyaslayarak onlardan daha iyi bir hukuk adamı ve insan olduğuna dair deliller üretip, çevresine yayar.

Gergin ve zor şartlar altında sık sık hatalar yapılması aşağılık kompleksinin varlığına diğer bir delildir. Şuur altından sürekli, başarılı olması ve neye mal olursa olsun mesleğini (işini) koruması istikametinde kuvvetli mesajlar alan kompleksli hâkim, alışılmışın dışında bir davayla karşılaştığında bocalamaya, yanlışlar yapmaya ve zikzaklar çizmeye başlar. Zira kompleksli hâkimin başarısızlığa tahammülü yoktur. Bu düşünce onun ruh, beden ve zihninde ağır bir baskı oluşturur ve tedirgin olmasına sebebiyet verir. Bundan dolayıdır ki zor davalar önüne geldiğinde olabilecek en kötü senaryoyu düşünür; kararı nedeniyle işinden olacağını dahi hayal eder. Hata yapmanın insanî ve doğal bir hal olduğunu kabullen(e)mez.

Bir davanın görülme sürecinde olağan dışı bir talep ya da gelişme yaşandığında kompleksli hâkimin beden dili ve ses tonu değişir; beyin enzimlerinin yapısı ile metabolizmasının işleyişi farklılaşır. Bu psikoloji ile kompleksli hâkim sürekli kararsızlıklar yaşar; öncekiler ile sonraki eylem ve söylemleri arasında bariz zıtlıklar görülür. Hukukun genel ilkelerinin, açık yasa metinlerinin ve yerleşik yargısal uygulamaların gerektirdiği yönde değil, mesleki kariyerinde sıkıntı yaşamama adına bu hususlarda doğrudan veya dolayı (resmi ya da gayrı resmi) olarak takdir hakkı bulunan kişilerin telkin ve beklentilerine uygun kararlar verir. Bu şekilde karar veren kompleksli hukukçu, sonrasında verdiği hukuksuz kararları sahiplenir ve kararının satır aralarında hakikat parçacıkları bulmaya çalışarak kendini ikna edecek veriler oluşturma gayretine girişir. Böylesi bir süreçte hâkim sahiplenip sergilediği inancı, ideolojisi ya da ahlakî değerleri ile tevil edemeyeceği söz söyler ve davranışlarda bulunur.  

Medyatik bir olayda, yürütme ve/ya yasama organı temsilcilerinin yakından takip ettiği vakalarda ya da toplumsal infial uyandıran terör, cinsel saldırı ve öldürme gibi suçlara ilişkin davalarda kompleksli hâkim ve savcının eli titrer, ayakları birbirine dolaşır, zihninde kaotik bir ortam oluşur. Hukukçu kimliğini ve mesuliyetlerini unutarak, temel içgüdülerinden olan hayatta (yani meslekte) kalma dürtüsüyle hareket der. Başkalarına zarar vermekten çekinmez. Yasalarla uyumlu şekilde değil; medyanın, iktidarın ya da toplumun beklentilerine uygun kararlar verir. Kararlarında yasaları, hukukun temel usul ve ilkelerini yok saymaktan, onları varlık nedenlerine aykırı olarak uygulamaktan utanç duymaz, yüzü kızarmaz.

Diğer bir aşağılık kompleksi belirtisi, kişinin var olan gerçeklikle çelişki yaşamasıdır. Kompleksli bir hâkim, önündeki bir davaya, bilinçaltından gelen telkinlerin etkisiyle, somut verilerin ortaya koyduğundan farklı bir mana verir. İnancına, ideolojisine ya da başkaca aidiyetlerine ilişkin şuuraltı raflarında saklı tecrübeleri gözlüğüyle önündeki dava dosyasına bakan hâkim, bu davaya “metafizik bir vücut” giydirip; davayı, taraflarının dahi tanıyıp teşhis edemeyeceği şekilde tanımlayıp kabul edebilir. Mesleği nedeniyle kendine tanınan “takdir hakkı” ve/ya “bağımsızlık güvencesi”ni kullanarak yarattığı “sanal gerçekliğin” asıl sebepleri, kompleksli hâkimin “kişisel tarihinde” saklıdır.

Hâkim veya savcının açıkça hukuka ve hatta yasal mevzuata aykırı kararlarına kendince haklı gerekçeler bulma yönündeki “evet-ama”lı açıklamaları da, aşağılık kompleksinin varlığına dair başka bir delildir. Kompleksli hâkimin; “evet devlet başkanına hakaret suçundan tutuklama kararı verilmemeli, ama devletin itibarı ya da kamu düzeni zedelenmez mi?”, “evet ama mahkûmiyet kararı vermemi gerektirecek yeterlilikte delil yok, ama karar vermezsem terörle mücadele sekteye uğramaz mı?”, “evet beraat kararı vermem gerekiyor, biliyorum, ama mağdur ailesinin hali ne olacak?” şeklindeki ifadeleri, aşağılık kompleksini yansıttığı beyanlarıdır.

Hâkimin duruşmada sergilediği alışılmışın dışındaki tavırlarında, karar ya da gerekçelerindeki anormalliklerinde de şuur altının yansımalarını, komplekslerinin izlerini sürebiliriz. Olağan dışı söz, davranış ve kararların hakiki köklerini hâkimin çocukluk anılarında bulabiliriz. Zira bir insanın topluma ve çevreye zarar veren söz ve eylemlerinin tohumları çocukluk çağında atılmış, sonraki yaşlarda bu tohumlar bilerek veya bilmeyerek sulanarak yeşertilmiş, dallanıp budaklanmalarına uygun bir zemin hazırlanmıştır. Duruşma esnasında avukata söz hakkı tanımayan, savunmanın haklarını kısıtlayan, bununla yetinmeyip yargıladığı kişilere kızıp yüksek sesle bağıran bir hâkimin kişiliğinde sorun olduğu aşikârdır. Araştırıldığında görülecektir ki söz konusu hâkim çocukluğunda veya gençliğinde sözel ve fiziki şiddete maruz kalmış, ailesinde kendine söz hakkı tanımamış, çevresince aşağılanmış, doğrudan veya dolaylı muhatap olduğu tüm sorunlar kavga tonlu yüksek ses kullanılarak çözümlenmeye çalışılmıştır. Yine aynı hâkimin ekonomik açıdan sorunlar yaşayan bir aile ortamında büyüdüğü, zengin olan arkadaşlarına ve ailelerine kıskançlık derecesinde özenti duyduğu da tespit edilebilir. Bu kaynaklardan beslenen aşağılık duygusunu gidermek için hakim üstünlük duygusunu harekete geçirmek suretiyle, ekonomik şartlar yönüyle kendisinden daha iyi şartlara sahip olduğunu düşündüğü avukatlık mesleği temsilcilerine bağırır, onları küçümser, konuşturmaz; yetki sınırlarını zorlayarak her fırsatta müvekkilleri önünde onları aşağılayıp değersizleştirmeye, asıl gücün kendisinde olduğunu ispat etmeye çalışır.  

Meslek yaşamı öncesinde elini cebine sokarak, başı dik, göğsü ileride yürüme gibi bir alışkanlığı olmayan, bacak bacak üstüne atarak oturmayı uygun görmeyen, yetiştiği toplum çevresinden aldığı terbiye ve görgüye uygun bir davranış modeli geliştiren bir hâkim, meslek hayatında bu tür davranışlar sergilemeye özel bir dikkat gösteriyor ise onun, aşağılık ve üstünlük duygularının karışımıyla oluşan bir his ile hareket ettiğini söylemek de yanlış olmayacaktır.

İmrenme duygusu da aşağılık kompleksinin bir işaretidir. Çalışma arkadaşlarının yetki ve makamlarına; vali veya kaymakamların imkânlarına, iyi kazanan ve rahat bir yaşam süren avukatlara ya da başkaca kişilere özenen, bu anlamda sürekli olarak odasının penceresinden “adliye dışı”na hayran hayran bakan hâkim ve savcıların sayısı az değildir. İmrenme ile kıskançlık arasındaki çizgi ince ve bir o kadar da belirsizdir. Kıskanç bir yargı mensubunun sebep olabileceği zararın tahmini zordur. Kıskançlıktaki aşağılık duygusu daha derin ve güçlüdür.

Cübbesi üzerinde eğreti duran, duruşma salonuna ve hatta adliye ortamına uygun olmadığını her söz ve eylemleriyle adeta çevresine haykıran bir hâkim veya savcının bu tarz fiillerinin altı kazıldığında çocukluğunda yaşadığı travmalarla karşılaşmak şaşırtıcı olmayacaktır. Mahkemelerimiz, yirmili yaşlarda, hukuk fakültesinden yeni mezun olmuş, hayatı tanıyıp ona adapte olma tecrübelerini daha henüz edinememiş, bütün zaaf ve noksanlıklarının üzerine “cübbe”sini bir zırh gibi geçirip, olumlu yöne evirilmelerini ve değişmelerini engelleyerek onlarla hayatına yön veren “çocuk/ergen” hâkim ve savcılarla lebalep doludur. Aynı durum avukat ve hukuk akademisyenleri için de geçerlidir. Başkalarının sorunlarını çözmesi beklenen bu kişilerin kendi ruh ve zihin labirentlerinde yollarını bulmaya çalıştıkları bilinseydi, hukuk sistemine itimat edilir miydi?

Psikolojik sorunlar yaşayan hukukçu, aşağılık duygusunu bastırmak adına üstünlük kompleksine sarılır. Bu kompleksle hukukçu, eksikliklerini gizlemek, kendini diğerlerine nazaran daha üstün bir konuma yerleştirip kahramanlaştırmak, başkalarından zeki ve öngörülü olduğunu göstermek amacına matuf davranışlar sergiler. Bu davranışlarının “daha az akıllı olan” diğerlerince fark edilemeyeceğini düşünerek bundan haz alır. Gururu ve pervasızlığının tesirinde olan üstünlük kompleksli hâkimin diğer bir özelliği, saldırgan tavırlar sergilemesidir. Böylesi bir hâkim, eleştirilere tahammül edemez, dava taraflarını azarlar, onlara bağırır, hukuka ve yasaya aykırı kararlar vermekten çekinmez. Bunların temelinde, duruşma salonunda oturduğu koltuğun izafi yüksekliği nedeniyle diğerlerini “aşağıda görmesi”, “onları dinlememesi”, “onlara rağmen onların yararına karar verme salahiyetini kendinde görmesi” gibi zararlı bir ruh hali yatar.

Üstünlük kompleksiyle kendinin noksanlıklarını perdelemeye çalışan hukukçu, eksikliklerine kendince makul izahatlar bulmaya; kendini daha akıllı ve güçlü göstermeye çalışır. Kompleksli hâkim veya savcı, tembellik ve başarısızlığına bahane olarak yasaların yetersizliğini, içtihatların yanlışlığını, yargının insanların sorunlarını çözemediğini, etkili bir infaz sisteminin olmadığından cezaların suçluları ıslah edemediğini ve cezaevlerinin suçlu yetiştirdiğini sıklıkla kullanır. Hasta hâkim böylesi bir söylem geliştirerek, çalışkan ve başarılı olan diğer hâkimlerin sosyal meselelere ve yargısal sorunlara dair bilinç seviyelerini küçümseyip kendini yüceltir, diğerlerine nazaran kendini üstün bir entelektüel seviyeye koyar (böyle zanneder).

Aşağılık kompleksi, üstünlük kompleksi şeklinde de hukukçuda tezahür edebilir. Hakikatte hukuka aykırı kararıyla muhatabının hak ve özgürlüğüne zarar veren bir hâkimin, kendini ülkenin “en adil” insanı görüp çevresine bu yönde mesajlar vererek, onları ikna etmeye çalışması buna güzel bir örnektir. Böbürlenen, kendini öven, palavralar savuran bir insan, başkalarıyla rekabet gücü, kapasitesi ve cesareti olmadığından böyle davranır. Adliyelerin, kendi kendine methiyeler düzen, yasal olarak yapmak zorunda olduğu işlerin reklamlarını yapan, bunu duyurma adına her ortamı suiistimal eden, medyanın her çeşidini kullanan hâkim ve savcılarla dolu olması, içimizi acıtsa da yargımızın içinde bulunduğu sefaleti göstermesi açısından, bir hakikattir.

Aşağılık veya üstünlük duyguları her insanda bulunabilir. Sağlıklı bir ruha sahip insanda kompleks olamayacağı gibi, bu duygulara dahi yer yoktur. Böylesi insanlarda sadece iyi-kötü davranışlar ile sosyal rol ve sorumluluklar yer alır.

Aşağılık/üstünlük kompleksi hastası hukukçunun tedavisi zorunludur. Aksi halde kişiliğindeki kara delik hem kendisinin ve hem de başkalarının huzur ve mutluluklarını içine çekip yok edecektir. Bu hastalığın tedavisi hastaya cesaret verilerek ve özgüven aşılayarak yapılabilir. Yine bu tedavinin, üstünlük kompleksini beslemesinin önüne de geçilmelidir. Makul ve dengeli seviyedeki cesaret ve özgüven duyguları hukukçuluk mesleğinin temel gerekliliklerindendir. Bu duygular hukukçuyu güçlü ve güvenli kılar, hak ve özgürlükler lehine otoritesini artırır. Belirlenen sınırı aştığında veya bunun altına düştüğünde bu duygular hukukçunun kendi zulmünün kaynağı ve koruyucusu halini alır.

Aşağılık ya da üstünlük komplekslerine sahip ancak fiilen görevde bulunan bir hakim veya savcının tedavisi imkânsıza yakın bir ihtimaldir. Kökleri, insanların kişisel tarihlerinin karanlık raflarına uzanan bu hastalığın, bir hakim ve savcının mesleğe alımı ve kabulü aşamasında tespitine çalışılması ve buna dair önemli deliller bulunduranların elenmelerinin sağlanması en güvenli yoldur. Cübbe içine gizlenen ve icra edilen meslek nedeniyle “dokunulmaz” hale gelen bir komplekse müdahale zor olacaktır.

AŞAĞILIK YA DA ÜSTÜNLÜK KOMPLEKSİ SARMALINDA HUKUKUMUZ/HUKUKÇULARIMIZ yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/asagilik-ya-da-ustunluk-kompleksi-sarmalinda-hukukumuz-hukukcularimiz/feed/ 0
Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (3.Bölüm) https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi-3-bolum/ https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi-3-bolum/#comments Wed, 08 Feb 2023 00:40:41 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9049 Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (3. Bölüm) Toplantıyı idare eden Selahattin Menteşe “Başka soru sormak veya katkı sunmak isteyenler varsa söz hakkı verebiliriz.” dedi. Sait bey elini kaldırarak söz istedi. Sahnedeki heyet söz versek mi vermesek mi diye kendi aralarında konuşurken, eline mikrofonu almayı başaran Sait bey, “Değerli meslektaşlarım hepinizi saygıyla selamlıyorum. […]

Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (3.Bölüm) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı”

(3. Bölüm)

Toplantıyı idare eden Selahattin Menteşe “Başka soru sormak veya katkı sunmak isteyenler varsa söz hakkı verebiliriz.” dedi. Sait bey elini kaldırarak söz istedi. Sahnedeki heyet söz versek mi vermesek mi diye kendi aralarında konuşurken, eline mikrofonu almayı başaran Sait bey, “Değerli meslektaşlarım hepinizi saygıyla selamlıyorum. Endişeye mahal yok! Toplantıyı sabote etmek için söz almadım. Sadece yapılan konuşmalar nedeniyle müsaadenizle birkaç cümle ile açıklama yapmak istiyorum.” dedi.

Bu sırada yan masalardan laf atarak, “Kes traşı, buraya seni dinlemeye gelmedik”, “Tamam bu arkadaş konuştu, alın mikrofonu” diyen üç beş kişi oldu. Karakter olarak sert ve ciddi bir mizaca sahip olan eski bürokrat Sait bey, yargı mensubundan çok meyhane fedaisi ağzıyla laf atan bu insanlara hışımla dönüp -siz beni iyi tanırsınız dercesine- kaşlarını çatıp gözlerini kısarak bakınca bu kişiler – gayr-i ihtiyari – süt dökmüş kedi gibi oldular. Masa ve sandalyeleri arasında ufaldıkça ufaldılar. Zira yaygara yapan bu zevatın cemaziyelevvellerini ve meslekte ne haltlar karıştırdıklarını Sait bey çok iyi biliyordu. Sinmeleri bunun sonucuydu!

Sait bey devamla, “Toplantı salonu dışında görevli bir meslektaş tarafından yine bu toplantıya katılmak için gelen Metin Koyuncu arkadaşımıza sözlü tacizde bulunulduğunu öğrendim. Öncelikle yakışıksız bu davranışından dolayı o meslektaşı kınadığımı belirtmek isterim. (Kürsüde ki Selahattin bey ‘Tamam bir sorun yok, kısaca toparlayın lütfen’ dedi.) Sayın meslektaşlarım 12 eylül 1980’den önce polis teşkilatında Pol-Der ve Pol-Bir şeklinde iki yapı oluşmuştu. Bu kamplaşma neticesinde ülkemizde asayiş tamamen bozulmuştu. Hiç kimsenin can ve mal güvenliği kalmamıştı. İnanıyorum ki, burada bulunan hiç kimse yargı camiamızın da kamplaşıp toplumun kırılganlaşmasına sebep olmak istemez. Bu seçim sürecini huzur içinde yürütemezsek ülkemiz için hava kadar, su kadar önemli olan adalet hizmetlerinin sekteye uğrayacağına dair endişelerimi belirtmek istiyorum. Netice itibarıyla, HSYK seçiminin centilmenlik içinde geçmesini, adaylardan ziyade ülkemizin kazanmasını canı gönülden diliyorum. Söyleyeceklerim bu kadar. Teşekkür ederim.” dedi ve yerine oturdu. Yirmi otuz kişi dışında kimse alkışlamadı. Sait bey sandalyeye oturmaya yeltenirken Metin bey ‘artık gitsek mi efendim’ dedi ve bu teklifi makul karşılayan Sait bey ayağa kalktı. Hiç acele etmeden yavaşça sandalyedeki ceketini giydi. Konuşmacılar dahil salondakilerin çoğu bu seremoniyi sessizce izlediler. Sait bey, sağında Metin ve solunda Bilal beyler olduğu halde özellikle sahnenin önünden geçmeyi tercih etti ve konuşmacılara da ufak bir tebessüm ederek  vakur bir şekilde salondan çıktı.

Salondan çıkmasından hemen sonra, Sait beyin sözlerinden oldukça rahatsız olan Abbas bey ayağa kalkarak; “Son konuşmacının, kendisince bizi sağduyuya davet eden sözlerini çok ciddiye almıyorum. Yükselen dinamizmimizi söndürmek ve mücadele motivasyonumuzu kırmak amacı taşıdığını düşünüyorum. Eskiden beri birbirinden dağınık görüşlerin temsilcileri kuva-i milliye ruhuyla ikinci defa ülkeyi kurtarmak için güç birliği yapmıştır. Bu seferki düşman dışardan değil içerden saldırıyor. Hiçbir devlet böyle bir yapıya izin veremez. İsterdik ki bu yapı, hukuki ve demokratik yollarla tasfiye edilsin. Ama bunun çok zaman alacağı aşikardır. Sonuç itibariyle yasal yolların kullanılması ile ilgili eşik çoktan aşılmıştır. Seçimi kazandıktan sonra mazbataların mührü daha kurumadan bu yapının tepesine ilk balyozun indirilmesi gerektiği kanaatindeyim. Benimle aynı dünya görüşünü paylaşan meslektaşlarımın heves ve heyecanlarını size anlatmaktan acizim. Bu arkadaşlarımızın elinde malum yapı ile irtibatlı olabilecek kişiler hakkında toplanmış birçok doküman var. Seçimin kazanılmasını müteakip yeni HSYK’ya ve diğer resmi makamlara teslim etmek için sabırsızlıkla bekliyorlar. Ben şahsen bu legal görünümlü illegal yapının bu seçimde hiçbir varlık gösteremeyeceğine inananlardanım. Arkadaşlar yeter ki amacımız hasıl olana kadar birliğimizi koruyalım. Ümitli ve esen kalın!” diye sözlerini tamamladı ve alkışlar eşliğinde yerine oturdu.
 
Konuşmacıların önündeki masaların birinde oturan Savcı Serdar Coşkulu, masaların arasında mikrofonu taşıyan memurdan mikrofonu aldı ve “Sayın Ramazan Kayacı’ya ben de bir soru sormak isterim. Soracağım soru ile ilgili geçen hafta ulusal bir gazetede röportajını okumuştum. Paralel yapı mensuplarına yönelik soruşturmalarda zorlandığımız temel bir sorun var. Hayatının bir döneminde -toplumun büyük çoğunluğunun- mutlaka bir şekilde bu yapıyla yolu kesişmiştir. Hiç düşündünüz mü bilmiyorum ama o kadar çok kesişme noktaları var ki! Dershane, okul, yurt, banka, sendika, internet, radyo, gazete ve televizyonlar ile akraba, arkadaş, komşu ve meslektaşlar gibi. Bu yüzden hedef kitleyi mutlaka makul bir şekilde sınırlandırmak zorundayız. Aksi halde meslektaşlarımızın büyük çoğunluğu soruşturulmaya maruz kalma kaygısı ile platforma destek vermekten kaçınabilir. Kaldı ki, YBP’ye destek verenler arasında, çocukları malum eğitim kurumlarına devam eden çok sayıda meslektaş var. Bundan dolayı soruşturmalarda hangi mikyasların esas alınacağı hususu açıkça deklare edilebilir mi?” diye sordu.
 
Ramazan Kayacı mikrofona ağzını yaklaştırdı ve “Galiba en zor soru bana yöneltildi. Hakikaten bu çok çetrefilli bir konu. Savcı Serdar bey kaygısında çok haklı. Açıkçası bu konu hakkında platform içinde fikir birliği sağlanmış değil. Neredeyse her konuda uzlaşan birliğimiz için bu halledilemeyecek bir problem değil. Ama görünen o ki son sözü hükümetimiz ve Milli Güvenlik Kurulu söyleyecektir. Bu mercilerin tavsiye kararları ışığında uzlaşıp kamuoyuna deklare etme aşamasına gelinebileceğini düşünüyorum.” diye cevaplandırdı.
 
Bu sırada salonun arka kısmında bulunan dört masada bulunan 30-35 kişi kendi aralarında hummalı bir şekilde konuşuyorlardı. Bu kişiler sürekli masalar arasında gidip geliyor, adeta salondaki gündemden kopmuş bir halde tartışıyorlardı.

Bu durum toplantıyı yöneten Selahattin beyin de dikkatini çekti ve “Arka sağ taraftaki meslektaşların bir maruzatı veya sorusu mu vardı acaba?” diye sorması üzerine içlerinden birisi ayağa kalktı ve elini kaldırarak mikrofonu işaret etti. Mikrofon kendisine ulaştırıldıktan sonra, “Biz devletine ve hükümetine bağlı hakim-savcılar olarak bu platforma umumi bir destek veriyoruz. Bizi Risale-i Nur talebesi olarak da görebilirsiniz. Ancak vuzuha muhtaç birkaç mesele var. Bunların istifhama yer bırakmayacak şekilde sarahate kavuşturulması elzemdir. Evvela bizleri yakinen tanımayanların, bizler ile paralel yapı mensuplarını birbirine karıştırmalarından ve aynı kefeye koymalarından fevkalade rahatsız olduğumuzu zikretmek istiyorum. Binaenaleyh meslektaşları mensubiyetlerine göre tasnif etmeye vazifeli olan arkadaşların -kul hakkına girmemek için- bu hakikati nazara almalarını hususen rica ediyoruz. İkinci bir mevzuu da malumunuz yargı camiası hariçten büyük görülse de esasen küçüktür, herkes herkesi az-çok tanır. Gerek 28 Şubat sürecinde ve gerekse akabinde bazı tesirli ve salahiyetli meslektaşlar, biz Nur talebeleri ve sair dindarlara karşı gayet şedit ve hasmane tavır sergilediler. Adaylar arasında da işaret ettiğimiz zihniyete haiz olduğuna muttali olduğumuz en az 3 aday mevcuttur. Bu minvalde bizim hassasiyetimize vakıf olan muhterem Turgay Ateşçi beyin cevaplandırmasını istediğimiz bir sualimiz var. Bahsettiğimiz bu 3 adaya rey vermeyi mahzurlu gören kardeşlerimiz mevcut. Bir kısım kardeşlerimiz sadece bu kişiler dışındakilere rey verelim, bir kısmı da onların yerine platform haricindeki tanıyıp itimat ettiğimiz sair adaylara rey verelim diye düşünüyorlar. Lütfen bu hususu vüzuha kavuşturabilir misiniz?” diye sordu.

Bu soru, dikkatle dinleyebilen bütün katılımcıları şaşırttı. HSYK adayı Turgay Ateşçi sanki böyle bir sorunun yöneltilmesini bekliyormuş gibi hiç tereddüt etmeden söze başladı. “Çok kıymetli kardeşlerim hassasiyetiniz benim de hassasiyetimdir. Eğer bendeniz burada diğer adaylarla omuz omuza isem, biliniz ki bu sadece benim şahsi kararımın neticesi değildir. Kendi camiamızın meşveret meclisinin kararı ile buradayım. Tereddüt ettiğiniz hususlar orada etraflıca müzakere edildi. Risale-i Nur’un ‘Madem hakta ittifak, ehakta ihtilâftır. Bazen hak, ehaktan ehaktır. Hem de olur hasen, ahsenden ahsendir.’ düsturu esas alındı. Neticeten hayırlı gayeye vasıl olmak için ittifak etmenin lüzumu izahtan varestedir. Eğer bu izaha rağmen o adaylara rey vermeyecekseniz rica ediyorum bana da vermeyin. Bilmem anlatabildim mi?” dedi ve bu sözler üzerine o dört masadan sadece 4 kişi memnuniyetsizliğini belli ederek kalkıp salonu terk ettiler. (Ne hazindir ki, ekim ayında yapılacak HSYK seçiminde sayıları 300 civarında olduğu tahmin edilen bu nurcu meslektaşların desteği ile YBP ipi göğüsleyecekti!)
 
Planlanan vaktin dolduğunu anlayan Selahattin Menteşe, diğer konuşmacılardan da onay alarak kısa bir bitiş konuşması yaptı. “Arkadaşlar bu seçimde yanımızda olmayan herkes karşımızdadır. Bizler her şeyimizi ortaya koyup canla başla mücadele ederken gücümüzü bölen tüm adayları buradan uyarıyoruz. Bu kutsal mücadelede tarafsız kalmayı tercih edenler bertaraf olacaklardır. Malum yapıyla aynı akıbete maruz kalacaklarını bilmeliler! Bunun altını özellikle çiziyorum. Çok değerli meslektaşlarım, adaylarımızla birlikte onurlandırdığınız genişletilmiş ilk toplantımız sona ermiştir. Buraya iştirak ederek güç verdiğiniz için hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Hoşça kalın.”

 

 

 

Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (3.Bölüm) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi-3-bolum/feed/ 1
Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (2. Bölüm) https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi-2-bolum/ https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi-2-bolum/#respond Fri, 03 Feb 2023 09:21:22 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9046 Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” 2. Bölüm   Yemek sonrası çaylar servis edilirken sahneye dizilmiş masalara Selahattin Menteşe, Başar Bilgin, Abbas Özer ve Mehmet Yorulmaz ile birlikte diğer HSYK adayları oturdular. Hepsinin önünde bir mikrofon vardı. İlk sözü Selahattin Menteşe aldı. “Değerli meslektaşlarım öncelikle hoş geldiniz. Yargıda Birlik Platformu olarak ekim ayında […]

Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (2. Bölüm) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı”

2. Bölüm
 
Yemek sonrası çaylar servis edilirken sahneye dizilmiş masalara Selahattin Menteşe, Başar Bilgin, Abbas Özer ve Mehmet Yorulmaz ile birlikte diğer HSYK adayları oturdular. Hepsinin önünde bir mikrofon vardı.

İlk sözü Selahattin Menteşe aldı. “Değerli meslektaşlarım öncelikle hoş geldiniz. Yargıda Birlik Platformu olarak ekim ayında yapılacak olan HSYK seçim çalışmalarının startını bu toplantı ile vermiş bulunuyoruz. Platform olarak tek amacımız, ‘HSYK’daki paralel kuşatmayı kırmak ve yargıya güveni yeniden sağlamaktır’. Katıldığınız ön seçimler neticesinde, yine sizin seçtiğiniz adaylarımız ile huzurunuza gelmiş bulunuyoruz. Toplumumuzun politik, etnik, ideolojik ve dini tüm değerlerini temsil eden bir aday kadromuz var. Alevi duyarlılığı olan, ülkücü, sosyal demokrat duruşlarıyla bilinen hâkim ve savcılar olarak yargının üzerindeki vesayete ‘dur’ demek için biraya geldik. Biraz sonra adaylarımız hem kendilerini tanıtacaklar hem de sorularınızı bizzat yanıtlayacaklardır. Hepinizin bildiği gibi yargı teşkilatımızın başta paralel yapılanma olmak üzere birikmiş ve kangrenleşmiş birçok sorunu bulunmaktadır. Bunların büyük çoğunluğunun çözümü siyasi iktidarın yetki alanına girmektedir. Biz siyasi iktidarlarla cedelleşmeyi marifet zanneden seleflerimizin hatasına düşmeyeceğiz. Zira bu tutum, sorunlarımızın çözümünde bugüne kadar hiçbir fayda sağlamamıştır. Binaenaleyh yeni süreçte siyasi iktidarlarla uyumlu çalışmaya gayret edeceğiz. Yargı camiamızın menfaatine olacak olan bu ilişkiden kimse ‘yargı siyasilerin güdümüne girdi’ diye sonuç çıkartmamalı. Özellikle malum yapının bu minvaldeki ithamlarına misliyle karşılık verilecektir. Yeni Türkiye’nin icaplarını onlara öğreteceğiz” dedikten sonra devamla “Sıra konuşmacılar ve adaylarımızın kendilerini tanıtmalarına geldi. Buyurun lütfen sırayla konulabiliriz” demesinden sonra konuşmacılar ile YBP adayları kısaca kendilerini tanıttılar. Akabinde, Selahattin bey katılımcıları toplantının soru-cevap kısmına davet etti.
 
Orta sıralarda kırklı yaşlarında, lüks giyimli bir hâkim olan Osman Sarışın ayağa kalktı, sol eli cebinde, sağ eliyle mikrofonu tutarak, “Değerli meslektaşlarım beni bilen bilir, neredeyse iki yılda bir idarî soruşturma geçiriyorum. (katılımcılar gülüştüler.) Neymiş efendim! Özel hayatım etik değerlere uymuyormuş! Bütün bu şikayetleri, başımıza ahlak zabıtası kesilen paralelci birileri yapıyor ve yine aynı yolun yolcusu müfettişler tarafından da soruşturma yürütülüyor. Maalesef birinci sınıfa ayrılamadığım için maaş kaybım var ve birinci bölgelerde görev alamıyorum. Taahhüt ettiğinizi duyduğum sicil affı ve maaş artışı konusundaki somut adımları ne zaman hayata geçireceksiniz? Umarım seçimden sonraya bırakmamışsınızdır.” diye sordu.
 
Bu sırada hemen arka masada bulunan sıkı YBP’li iki meslektaşın kendi aralarındaki diyalogları çok ilginçti! “Bu Osman var ya! Senin gönderdiğin isimsiz ihbar mektuplarıyla soruşturulduğunu bir öğrense vallahi aşiretin bile seni kurtaramaz. Kumar, gece alemi, rüşvet, görevi ihmal, görevi kötüye kullanma ne ararsan var. Adamın yemediği halt yok! Bunlardan sadece birini biz yapsak şimdiye on defa ihraç olmuştuk. Ben sana kaç kez dedim ‘bu adamı lazım olduğunda kullanmak üzere yukarıdan birileri koruyor’ diye. Ama sen bu lağımın arkasında kimse duramaz demiştin” diyerek serzenişte bulundu.

Yanındaki, başıyla onaylayarak, hafif bir ses tonuyla “Doğru söylüyorsun. İşte şimdi bu tip adamlara ihtiyaç duyulan bir dönem başladı. Camianın ve vatandaşın vay haline! İyi ki de bu adamı doğrudan isim vererek şikâyet etmemişim. Dediğin gibi adama hiçbir şey olmadı-olmuyor. Neyse oğlum bak! Mehmet Yorulmaz eline mikrofonu aldı, Osman’ın sorusuna cevap verecek. Merak ediyorum ne diyecek?” dedi.

Mehmet Yorulmaz, “Soruyu tevcih eden Osman beyi iyi tanırım, kendisini ben de daha önce müfettiş olarak denetledim. Fevkalade düzgün ve çalışkan bir meslektaşımızdır. Paralelci savcılar nedense bu arkadaşımız gibi birçok meslektaşımız aleyhine çok sayıda kumpaslar düzenleyip soruşturma açtılar. Osman bey ve onun durumunda olan meslektaşlarımın tamamına sesleniyorum ‘müsterih olunuz, açık ve gizli sicillerinizdeki tüm cezalar kaldırılacak. Size kötü sicil veren müfettiş ve başsavcıları bize bildirin ki haklarında işlem başlatabilelim.’ Merak edilen diğer önemli konuya gelecek olursak, platformumuzun önerisi ile hâkim-savcıların özlük haklarının iyileştirilmesi konusunda 10 gün önce bakanlığımızca resmen çalışmaya başlanmıştır. Bana söylendiği kadarıyla taslak Maliye Bakanlığına gönderildi. Sayın Başbakan bizzat duruma vaziyet ediyor. Maaş artışının seçimden önce yapılacağı müjdesini buradan veriyorum. Hayırlı olsun!” dedi. Bu söz üzerine katılımcıların pek çoğu ayağa kalktı ve uzun süre alkışladılar.
 
Ön masalardan birinde oturan Ankara Ağır Ceza Mahkemesi başkanlarından olan Zikrullatif Özbağ “Müsaadenizle sorumu doğrudan devrem olan Metin Yanmaz’a yöneltiyorum. Sayın cumhurbaşkanımızın doğrudan atayacağı HSYK üyelerinden sonra siz değerli adaylarımızın da eksiksiz seçileceğinize olan inancım tamdır. Ama düşük bir ihtimal de olsa sandıkta kazanılamadığı takdirde alternatif bir eylem planı mutlaka vardır. Bu konu hakkında en azından bir ipucu verebilir misiniz?” diye sordu.
 
HSYK adayı Metin “Soruyu tevcih eden staj arkadaşıma teşekkür ediyorum. Tarihsel bir kaidedir ki ‘Savaşlar sahada değil masada kazanılır’. Arkadaşlar bu tarihsel sözün hakikati saklı kalmak kaydıyla, biz seçim gününe kadar önce sahada kazanmanın bütün gereklerini sonuna kadar yerine getirmeliyiz. Bu kısmı ‘off the record’ olarak söylediğimi farz edin: Bütün gayretlere rağmen sahada başarılı olamadığımız takdirde sonraki aşamalarda kazanacağımızdan hiç kimsenin zerre kadar şüphesi olmasın.” diye yanıtlaması üzerine ıslık sesleri ile birlikte yeni bir alkış tufanı daha koptu. Bu heyecan selini daha da coşturmak isteyen Mehmet bey “Metin beyin izahı gerektirmeyen bu sözlerinin kafamızdaki tüm istifhamları dağıtmaya yetmiş olduğunu düşünüyorum. Bir olacağız, iri olacağız, diri olacağız! Onlara hayatı dar edeceğiz” diyerek, sağ avucunu sertçe önündeki masaya vurdu. Salondaki tansiyonu bir kat daha arttırdı.
 
Salonda gürültü devam ederken Sincan Adliyesi’nde görevli kadın bir hâkim elindeki mikrofana vurarak ortamı sakinleştirdi ve “Ben Abbas Özer beye sormak istiyorum. Siyasal dinci bir iktidarın himayesinde seküler, alevi ve sosyal demokrat hâkim-savcıların yargıda adil temsilini sağlayacağınıza bizi nasıl inandıracaksınız? Bunu merak ediyorum.” diye sorması üzerine Abbas Özer “Soru için teşekkür ederim. Paralel yapı YARSAV ve Yargı-Sen içinde de etkin bir hale gelmiştir. Bu yapıyla mücadele etmek için bu birliği koalisyon şeklinde oluşturduk. Platformda; sosyal demokrat, alevi, milliyetçi, dindar meslektaşlarımız var. Ben ‘alevi’ olduğumu açıkça söylüyorum. Bizim dönemimizde sosyal demokrat ve alevi olduğu için kimsenin sicillerinin bozulmasına ve disiplin soruşturmalarıyla mağdur edilmelerine asla izin vermeyeceğiz. Bu hususta gerekli düzenlemelerin yapılmasını da bizzat ben takip edeceğim. Umarım bu güvence yeterli olmuştur.” diye yanıtlamasını müteakip HSYK adayı Ömür Topaçlı hemen devreye girerek “Platformu kurduğumuzdan beri farklı düşüncelerden insanlarla aynı amaç etrafında yan yana gelip kaynaştık. Özellikle sosyal demokrat, seküler ve alevi meslektaşlardan -adayları olarak- rica ediyorum, oylarınızı bağımsızlar, YARSAV ve Yargı-Sen adayları arasında dağıtmayın, sizden ‘blok oy’ bekliyorum.” diyerek beklentisini dile getirdi.
 
Bu sırada orta masalardan birinde oturan savcı Mehmet Bekir Özkan tüm bu konuşulanları can kulağıyla dinlemiş ve duyduğu sözler karşısında -hukuk ve insanlık adına- utanmış ve öfkelenmiş, zapt edemediği bu duyguların tazyikiyle ayağa kalkarak konuşmak için mikrofonun kendisine ulaştırılmasını rica etmiştir. Nihayet mikrofonla buluşan savcı Mehmet bey kendisine söz hakkı verenleri bu imkanı sunduğuna pişman eden şu sözleri cesurca söylemiştir: “Sayın meslektaşlarım konuşulanları dinledim ve dehşete kapıldım. Ben burada bulunan herkese birkaç soru soracağım ve lütfen bu soruları sakin bir kafayla kendi vicdanınıza da sormanızı istirham ediyorum. Mevcut HSYK’nın, adeta Adalet Bakanlığı’nın bir Genel Müdürlüğü haline getirildiğini görmüyor musunuz? Farkında değil misiniz? Yoksa korku veya çıkar saikiyle kabul mü ediyorsunuz? 16 Ocak 2014 tarihinden bu yana HSYK’nın bizzat Başbakan tarafından yönetildiğinin farkında değil misiniz?”  dedi ve yerine oturdu.

Savcı beyin bu konuşması salonda bulunan herkeste soğuk duş etkisi yaptı. Kürsüde bulunan Selahattin Menteşe salondaki psikolojik üstünlüğü kaybetmemek için hemen yüksek bir ses tonuyla devreye girerek “Anlaşılan o ki savcı bey yargının temel sorunlarının çözülmesi istikametinde siyasi iktidarla uyum ve iş birliği içinde çalışmamızdan rahatsız olmuş. Endişe etmeyin savcı bey! Yargının tepesindeki kollektif akıl ne yaptığını çok iyi biliyor. İlişkilerimizi yargı bağımsızlığı hassasiyeti çerçevesinde götürüyoruz. Dizginleri siyasilere teslim etmeyecek kadar basiretimiz yerinde. Hasıl olacak neticeden paralelci bir azınlık zarar görecek olsa da Ülkemiz kazançlı çıkacak inşaallah.” diyerek karşılık verdi.
 
Mehmet Bekir beyle aynı masada oturan Yargıtay eski tetkik hâkimi Kemal Karagül, yanındaki Hakimler ve Savcılar Kurulu eski tetkik hâkimi savcı Dr.Hasan Duran’ın kulağına “Meslek hayatımda hiç kimseye siyasi eğilimi, ırkı ve mezheplerine göre farklı davrandığımı hatırlamıyorum. Bunlar birlikten bahsediyorlar ama maşallah herkes paralelci olmadığını ispatlamak isterken -kendisinde saklı olması gereken ve çokta merakta etmediğimiz- mensubiyetlerini ortaya dökmekten çekinmiyorlar. Adamlar adeta kendilerini fişliyorlar. Tabi bunun yanında rakip gördüklerini de fişliyorlar.” dedi. Başını sallayarak onaylayan savcı Hasan bey de “Valla hâkim bey, eğer bunlar seçimi kazanırlarsa, atamaların tamamını -liyakat ve müktesebata göre değil- mensubiyete ve itaate göre yaparlar. Kurtlar vadisinde birbirini pusuya düşürüp yiyen, vahşileşmiş aç kurt gibiler. Bunların derdi tamir falan değil! Ehliyetiyle bir yerlere gelmiş insanlardan intikam almak! Boşalacak koltuklara çökmek ve yeni mecralarında derebeyliklerini kurup cukkalarını doldurmak.” diye söyledi. Hâkim Kemal bey dişleriyle alt dudağını sıkarak “Umalım da yoldan sapmış bu zihniyet kazanmasın. Hafezanallah! Türkiye’de bağımsız yargının ve adaletin zerresi kalmaz. Bunlar Moğol orduları gibi dolu dizgin talan etmeye geliyorlar. Tahminim o ki, yargı uzun bir fetret dönemi yaşayacak.” diye fısıldadı.

 

Serinin önceki yazıları:

Akrebin Kıskacındaki Yargı (1): “Teklif ve Karar”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (2): “Sır Toplantı”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (3): “Yol Ayrımı”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (4): “Motto”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (5): ‘Kuşçueşref’
Akrebin Kıskacındaki Yargı (6): “Dörtlü Zirve”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (7): “YBP’nun Militan Adaylarının Belirlenmesi”

Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (2. Bölüm) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi-2-bolum/feed/ 0
Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (1.Bölüm) https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi/ https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi/#respond Sun, 29 Jan 2023 00:20:25 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9044 Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (1. Bölüm)   Hükümetle söylem ve eylem birliği içerisinde hareket eden Yargıda Birlik Platformu, Ekim 2014 HSYK seçim sürecinde kamu kurumlarının tüm olanak ve kolaylıklarından faydalandı. Kamu kaynaklarını fütursuzca kullanmak onlar nezdinde seçim yarışını elbet zedelemeyecekti. Yurttaşların yarısının politik desteğini alan ve uzun yıllardır tek başına ülkeyi […]

Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (1.Bölüm) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı”

(1. Bölüm)
 
Hükümetle söylem ve eylem birliği içerisinde hareket eden Yargıda Birlik Platformu, Ekim 2014 HSYK seçim sürecinde kamu kurumlarının tüm olanak ve kolaylıklarından faydalandı. Kamu kaynaklarını fütursuzca kullanmak onlar nezdinde seçim yarışını elbet zedelemeyecekti. Yurttaşların yarısının politik desteğini alan ve uzun yıllardır tek başına ülkeyi yöneten güçlü bir siyasi liderin kanatları altında pervasız, şımarık ve özgüveni yüksek bir şekilde süreci yönettiler.
 
Yürütme erki ile kurulan bu yasak ilişkinin ‘yargı bağımsızlığı-tarafsızlığı, kuvvetler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü ilkelerine ciddi bir biçimde zarar vereceği’ hususu umurlarında bile değildi. Şahsi çıkarlarına hizmet eden güdümlü bir yargıyı, nemalanamayacakları bağımsız yargıya tercih etmekte en ufak bir sakınca görmüyorlardı. Hayal ettikleri makamlara erişmek yolunda engel gördükleri -hükümetin paralelci olmakla suçladığı- topluluğun nitelikli ve başarılı olmasının da bir önemi yoktu. Malum topluluğun kamudan tasfiyesi adına, hükümet güdümünde hareket etme görüntüsünün, yargıya itibar kaybettireceğini düşünecek akıl eşiğini çoktan aşmışlardı. Çünkü ihtiras ve nefretleri, meslekî ve etik değerlerinden daha büyüktü.
 
Sağduyusunu tamamen kaybetmiş ve meydanlarda intikam yemini eden bir siyasi liderin manevi himayesi altında Ankara Hakimevi’nde bir toplantı gerçekleştirildi. Bu toplantıya Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Başmüfettişi Mehmet Yorulmaz, Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Selahaddin Menteşe ve HSYK Genel Sekreteri Başar Bilgin katıldılar.

Heyet, Yargıda Birlik Platformu’nun genişletilmiş ilk toplantısını cuma günü Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne ait Dinlenme Tesisi‘nde gerçekleştirmek üzere anlaştı. Bu toplantıyı organize etme ve duyurma görevini, -hukuk dışındaki- sosyal konularda oldukça yetenekli olan Selahaddin Menteşe memnuniyetle üstlendi. Ve heyete “Toplantılarımızda meslektaşlarımızın ulaşımı dahil her şey ücretsiz olacak. Bildiğiniz gibi kamu görevlileri, kendilerine malî yük getirmeyen etkinliklerden gayet memnundurlar.  Malûmunuz üzere ‘insan ihsânın kölesidir’. Katılımcılara birbirinden muhteşem yemek ikramlarından sonra duymaktan hoşlanacakları müjdeleri de verdik mi, inanın işlenmeye hazır pamuk gibi olurlar. Müsaade ederseniz üstlenmekten onur duyduğum bu görev için zaman kaybetmeden Belediye Başkanı Melih Kökçe ile temasa geçeceğim.” dedi.

Başar Bilgin de bunun üzerine, “Sayın müsteşarım, sizden -toplantıya katılacağını tahmin ettiğim- bağımsız adayların destekçilerinin kuvve-i mâneviyelerini kıracak ihtişamda bir organizasyon bekliyoruz inşallah” dedi. Menteşe de tebessüm ederek “Müsterih olun genel sekreterim” diye karşılık verdi.

Saatine baktıktan sonra vaktin hayli geç olduğunu düşünen Mehmet Yorulmaz, “Arkadaşlar unutmadan söylemeliyim, davamıza gönül veren tüm meslektaşların en az iki kişiyi de toplantıya getirmeleri gerektiğini muhakkak iletelim. Bu aşamadaki en önemli konuyu da karara bağladığımıza göre görüşmemizi bitirebiliriz. Cuma akşamı toplantıda tekrar buluşmak üzere hoşça kalın” demesini müteakip heyet hakimevinden ayrıldı.
 
Hâkim Metin Koyuncu, çarşamba günü işyerinde e-posta kutusunu kontrol ettiğinde, YBP tarafından tertip edilen genişletilmiş ilk toplantıya kendisinin de davet edildiğini öğrendi. Platform ileri gelenlerinin kendisini yakinen tanıdıkları ve siyasi vesayet karşısındaki tavizsiz tutumunu bildikleri halde, davet edilmesine çok şaşırdı. Bu davet hususunu istişare etmek için cep telefonundan savcı Sait beyi aradı. Telefonu hemen açan Sait bey “Merhaba Metin bey, buyur kardeşim” diyerek karşılık verdi. Metin bey mezkur daveti haber verip fikrini sorması üzerine Sait bey “Madem teveccüh gösterdiler biz de davetlerine icabet edelim. Toplantıya katılmak zorunluluğunu hisseden diğer arkadaşları da böylece yalnız bırakmamış oluruz” dedi. Metin de “Ben de önerinize katılıyorum. Adayımızın katılması ise zaten uygun olmaz diye düşünüyorum” dedi. Sait bey “Tabii ki, olası bir provokasyon nedeniyle bağımsız adayımız kesinlikle bu toplantıya katılmamalı. Sen, ben ve hâkim Bilal beyle birlikte üçümüz katılabiliriz.” demesi üzerine Metin, “Toplantı için lojmanlar önünden belediyenin tahsis ettiği servis araçları kalkacakmış” dedi. Said bey beş-on saniye düşündükten sonra “Bu etik olmaz, en doğrusu kendi arabamızla veya toplu taşıma araçlarıyla gidelim. Ne dersin?” diye sordu. Beklediği cevabı alan Metin, “Haklısınız, öyle yapmak daha uygun olur.” dedi. Said bey “O zaman Bilal beye de durumu anlat, gelmeyi arzu ederse üçümüz orada buluşuruz. Rakiplerimizin motivasyon ve yöntemlerini de yerinde teşhis etme imkânı elde etmiş oluruz” diyerek konuyu bağladı. Metin de “Tamam, orada görüşürüz inşaallah” diyerek telefon görüşmesini sonlandırdı.
 
Ve nihayet beklenen Cuma günü geldi. Toplantı salonunun dışında konukları karşılamak için savcı Ö. Faruk Aydın ve hâkime Berrin Aksak bekliyorlardı. Gelen misafirleri küçük bir hoşâmediden sonra adlarını ellerindeki listeye işaretleyip salona yönlendiriyorlardı. Ayrı ayrı gelen Sait ve Bilal beyler soğuk bir karşılama seremonisinden sonra ciddi bir sorun yaşamadan salona girdiler. Ancak biraz sonra Metin beyin de kendilerine yaklaştığını gören Ö. Faruk’un aniden yüzü kızardı ve gözleri kanlandı, tokalaşmak için elini uzatmadı ve yumruklarını sıkıp sesini yükselterek “Ne yüzle buraya geldin Metin! Senin gibi paralelciliği bilinen birinin cesaret edip buraya gelebileceğini beklemiyordum. Haberin olsun! Başsavcılık görevinden alınmama sebep olan soruşturmadaki tanık ifadeni okudum. Söylesene! Hiç mi utanmadın yalan beyanda bulunmaya?” dedi. Yanındaki Berrin hanım da duruma şaşırdı ve birkaç kez “Ö. Faruk bey lütfen bağırmayalım” diyerek onu sakinleştirmeye çalıştı. Her ahvalde soğukkanlılığını korumasını bilen Metin bey “Hoop, yavaş ol savcı bey! Bana saygın yok anladım da, seni buraya koyanlara da mı yok? Bak burası tartışma için uygun değil. Pazartesi gelirsin odama hem kahvemi içer hem de orada dişe diş tartışırız.  Ama şunu bil ki, ben kendi menfaatim için bile doğruluktan ayrılmamış birisi olarak senin soruşturmanda niçin yalan söyleyeyim? Her daim bildiğimi söyler, bilmediğime susarım. Anlatabildim mi?” diyerek, sert adımlarla salona yürüdü. Hırsını alamayan Ö. Faruk onun arkasından “İçerde senin gibilerin ne olduğunu bilen 1000 kişi var. Yerinde olsam içeri girmekten vaz geçip geri dönerdim.” diye seslendi.

Metin bey kuru gürültüye pabuç bırakacak adam değildi. Bu laflara kulak asmadan içeri girdi ve Sait beyin masasına oturdu. Bilal bey “Hayırdır, yüzünden düşen bin parça, bir şey mi oldu?” diye sordu. Metin de her ikisine dışarıda yaşadığı terbiyesizliği kısaca anlatmaya çalıştığı sırada garsonlar servise başladı. Mevzuyu hemen kapattılar.
 
Misafirler yemeklerini yerken Sait bey göz ucuyla diğer masalardaki katılımcıları izliyor ve onların ruh hallerini kavramaya çalışıyordu. Katılımcıların yaklaşık üçte ikisi çok neşeli iken üçte biri gayet ciddi idi. Ciddiliğini bozmayan bu kişilerin yüzlerinde belirgin bir memnuniyetsizlik okunuyordu. ‘Acaba gelmekle iyi yapmadık mı?’ der gibi bir halleri vardı.
 

Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (1.Bölüm) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi/feed/ 0
Akrebin Kıskacındaki Yargı (6): “Dörtlü Zirve” https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-6-dortlu-zirve/ https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-6-dortlu-zirve/#respond Fri, 06 Jan 2023 23:31:05 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9030 Akrebin Kıskacındaki Yargı (6): “Dörtlü Zirve”   Dönemin siyasi muktediri, adlî takibat cenderesinden ebediyen çıkmak istiyordu. Çevresi ile birlikte karıştığı yolsuzluklara tolerans göstermeyen/göstermeyecek olan hakim-savcıların tasfiyesi ve yargının yeniden dizaynını kendisine baş gündem yapmıştı. Bıkmadan usanmadan, her ortamda, yolsuzluk operasyonlarını kendisi ve partisine yapılmış bir darbe olarak anlatıyordu. Bu uğurda, daha önce kan düşmanı olduğu […]

Akrebin Kıskacındaki Yargı (6): “Dörtlü Zirve” yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Akrebin Kıskacındaki Yargı (6): “Dörtlü Zirve”
 
Dönemin siyasi muktediri, adlî takibat cenderesinden ebediyen çıkmak istiyordu. Çevresi ile birlikte karıştığı yolsuzluklara tolerans göstermeyen/göstermeyecek olan hakim-savcıların tasfiyesi ve yargının yeniden dizaynını kendisine baş gündem yapmıştı. Bıkmadan usanmadan, her ortamda, yolsuzluk operasyonlarını kendisi ve partisine yapılmış bir darbe olarak anlatıyordu. Bu uğurda, daha önce kan düşmanı olduğu kesimlerle dahi pazarlık yapıp güç birliği için anlaşmaya varmıştı. Yeni ortaklarından transfer ettiği hemşehrisi Fahri Kısır’ı Başbakanlık müsteşarlığına getirdi. Teşkilat içinden geldiği için, yargı konusunda yegane danıştığı kişi oydu.

Yeni bir yolsuzluk operasyonuna maruz kalmamak için paralelci olarak nitelediği yargı mensuplarının temizlenmesi amacıyla Ekim (2014) ayında yapılacak olan HSYK seçimine büyük önem veriyordu. Seçimler onun uzmanlık alanıydı! Politika yaptığı süre içinde hiç seçim kaybetmemişti. Bu seçimleri koordine etmesi için Fahri beye tam yetki verdi. Başbakanlık müsteşarı olduğu için bürokrasisinin en tepe amiri sıfatıyla devletin tüm imkanını bu amaca güdümleme yetkisine sahipti. O da gerekenleri yapma noktasında hiç tereddüt göstermeyecekti.

Yıl ortasında Başbakanlık resmî konutunda Fahri bey başkanlığında Adalet bakanı Bekir Boz, İstihbaratçı Hakan Fiten ve Adalet bakanlığı müsteşarı Kenan İpekçi’nin katılımıyla basına kapalı dörtlü bir zirve gerçekleştirildi. Fahri bey heyete “Beyefendinin selam ve başarı dileklerini  ileterek toplantıya başlıyorum. Tek gündemimiz var: Paralel yapı. Başbakan’ımızın bu yapıyla mücadele ve yargının yeniden yapılandırılması konusunda çok kararlı ve aceleci olduğunu belirtmeliyim. Malum olduğu üzere Milli Güvenlik Kurulu’nda bu yapının kalemi kırılmıştı. Geriye sadece infaz edilmesi kalmıştır. İşin önemi ve aciliyeti hasebiyle usulî yargılamalar infaz sonrasına bırakılmıştır. Bu konuda herhangi bir tereddütü olan var mı? Varsa değerlendirebiliriz“ dedi.

Küçük bir el hareketiyle söz alan Hakan bey, “Biliyorsunuz bizler kurumsal olarak faaliyetlerimizi icra ederken hukuku öncelemek gibi bir kaygı taşımıyoruz. Bu hukuka karşı olduğumuz anlamına gelmez. Yani eylemlerimiz hukuka göre daha önceliklidir. Bu bakımdan devletimizin aldığı kararların tatbikinde bize düşen görevleri yapmaya hazırız” dedi. Fahri bey, “Hakan beyin göreve nasbedildiği 2010 tarihinden beri paralel yapının güçlenip genişlemesine karşı koyma ile ilgili örtülü çalışmalarını takdir ettiğimi belirtmek istiyorum. İstihbarat kurumumuz adeta erken uyarı sistemi gibi bizleri ikaz etmişti ancak politik şartların olgunlaşması beklendiği için harekete geçilemedi. Geniş bir toplumsal taban bulmuş ve sosyolojik bir harekete dönüşmüş olan bir cemaatin  tasfiyesi ancak çok ciddi suçlamalarla kriminalize edilmesine bağlıdır. Sayın başbakanımız cemaat temsilcilerini bizzat ‘iki polis ve bir savcıyla sizi terörist  bir örgüt ilan ederim’ diye uyarmasına rağmen cemaat yetkilileri ‘hukuk var olduğu sürece siz dahi bunu yapamazsınız’ diye küstahça cevap vermişlerdir. Arkadaşlar, ben cemaatin sadece hukuka güvendiğini zannetmiyorum. Ama neye güveniyorlar tam çözemedim.” dedi.

Tam burada söze giren Adalet bakanlığı yeni müsteşarı Kenan bey “40 yıllık olduğu söylenen bu yapıyla mücadele etmek için  bendenizi de göreve layık gören Beyefendiye minnettar olduğumu belirterek söze başlamak istiyorum. Cemaatin bu cüretkarlığının altında hukuk devletinin işleyişine güvenmekle birlikte başta yargı olmak üzere bürokrasideki yandaşlarına ve hukuku önceleyen diğer kamu görevlilerine de güvendiklerini düşünüyorum. Kritik konumdaki bu kişileri klasik ve sosyal medya marifetiyle kriptocu paralel yapı elemanı diye afişe ederek tasfiyelere devam edebiliriz. O yapının içinde kızım dahi olsa görevden tardına ses çıkarmayacağıma sizi temin ederim” dedi.

Nazik bir ses tonuyla söz alan taze Adalet Bakanı Bekir Boz ise “Arkadaşlar genel olarak söylenenlere ben de katılıyorum.  Ama cemaatin dini ve psikolojik açıdan toplumsal derinliğinin kavranması noktasında eksik düşünüldüğünü belirtmek isterim. Toplumu teşkil eden ailelerin %60-70’inde varlığını hissettiren bir yapıyla cephesel mücadele etmek suretiyle tam sonuç alamayız. Onları kendi aralarında birbirlerine düşürecek ve aileleri içinde yalnızlaştıcak hamlelere de ihtiyaç var. Bu kapsamda neler yapabileceğimize dair kafa yormalıyız” dedi. Bu konu üzerine söz alan Hakan bey, “Sayın bakanım çok güzel bir konuya değindi. Cemaatin dinî ve millî meşruiyetini toplumda ve aileler içinde tartışılır hale getirmek için boş durmuyoruz. Psikolojik harp uzmanı Prof.Nevzat bey ve Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan bir heyetle birlikte gizli bir proje üzerinde çalışıyoruz. Son aşamaya geldik diyebilirim. Ayrıca kaçırdığımız cemaat mensuplarının kimini ikna edip devşirerek kimini de işkenceyle itirafçı haline getirerek cemaatin kılcallarına kadar işleyişini tetkike çalışıyoruz. Bu veriler ışığında toplum için zehirli olan bu ağacın köklerini zayıflatmayı başarabilirsek ayakta kalması zor hale gelecektir” dedi.

Heyet Hakan beyin sözlerinden gayet memnun oldu ve ayrı ayrı onu tebrik ettiler. Fahri bey kalemini masaya hafifçe vurarak kısa süreli oluşan curcunayı dağıttı ve “Sayın heyet, Yargıda Birlik Örgütümüz Başmüfettiş Mehmet Yorulmaz başkanlığında ilk toplantısını İstanbul’da yapacak. Bunu takiben her cuma büyük ve orta ölçekli vilayetlerde geniş katılımlı toplantılar düzenleyeceğiz. Toplantıya ayrım yapmaksızın bütün yargı mensuplarını davet edeceğiz, gövde gösterisi yaparak ağırlığımızı hissettireceğiz. Çıkması muhtemel aykırı sesleri, görevlendireceğimiz bıçkın arkadaşlarla en sert şekilde bastıracağız. İktidar ve muhalefet partilerine ait belediyeler toplantılarımız için en büyük salonlarını tahsis etmek ve masrafları karşılamak için ayrı ayrı taahhütlerde bulundular.” dedi.

Bekir bey söz alarak “Bu işi Mehmet Yorulmaz’dan da iyi yapabilecek daha yetkin kişiler varken neden o tercih edildi?” diye sordu. Fahri bey  gülümseyerek “Bunun cevabı Hakan beyde’’ diyerek, istihbarat şefini işaret etti. Koltuğuna iyice yaslanan Hakan bey hafifçe öksürdükten sonrai “Mehmet bey, eski eşinin şüpheli (!) ölümünden bu yana radarımıza girdi ve birlikte çalışmaya başladık. Hayalarından tuttuğumuz biri varken ne yapacağını öngöremediğimiz kişilerle hareket etmek aptalca olmaz mı? Biz kimilerini önünden kimilerini de arkasından kendimize bağlarız“ diyerek Bekir beye kurnazca baktı. Bekir bey de, “Çok iyi anladım, teşekkür ederim, kafamda en ufak bir istifham kalmadı” dedi ve ürkekçe başını sallayarak Hakan beyi onayladı.

Kenan bey söz alarak, “Bakanlık olarak  YBP adayları ve bakanlık görevlilerinin hukuki konularda konuşmacı olacağı seminerler de tertip ederek adliyelerde propaganda faaliyetlerimizi canlı tutabiliriz. Bu toplantılara reyini garantilediklerimizi çağırarak sayısal toplamımızı da ara ara  ölçme olanağı elde edebiliriz. Ayrıca bu toplantıların dışında kaldığını düşünerek panikleyip katılmak isteyecek olan korkak hakim ve savcıları da saptayıp bünyemize dahil edebiliriz” dedi ve ekledi, “HSYK aday adaylarımız belli. Ancak kesin adayları hangi kriterlere göre belirleyeceğiz?” diye sordu. Hakan bey söze girerek “YBP’nin tüm aday adayları akreditasyonumuzdan geçmiş güvenilir kişiler. Önce göstermelik bir ön seçim yapacağız, sayım gizli yapılacağı için kesin adayları bizzat biz ilan edeceğiz. Adaylarımız sosyal demokrat, ülkücü, ulusalcı, alevi, hakyolcu, menzilci ve nurcu duyarlılığı olan hakim ve savcılar arasından seçilecek. Böylece seçmenlere geniş bir yelpaze sunacağız. Seçime doğru da blok halinde oy vermenin önemi hakkında tahşidât yapacağız. Yargıç ve Savcılar Sendikasını ise seçimde etkisiz kılmak için bizde saklı özel metotlar uygulayacağız. Diğer yandan, bağımsız adayları yıpratıcı çalışmalara da devam edeceğiz” diye yanıt verdi. Kenan bey tekrar söz alarak, “Peki bütün bu tedbirlere rağmen bağımsız adaylar karşısında seçimi kaybedersek B planımız nedir?” diye sordu. Fahri bey “Efendim önümdeki bu dosyada A’dan Z’ye alternatif tüm planlar hazır. İstemediğimiz adayların kazanması halinde kaza süsü verilmiş suikastlerden tutun, yasal ve anayasal değişikliklere varıncaya kadar her çareye başvurabiliriz. Nasıl ki, kumarda hep kasa kazanır; nihayetinde bu seçimleri de biz kazanacağız! Seçimi kazandıktan sonra inşallah ikinci zirveyi yine burada yapacağız arkadaşlar! Ama bu sefer, hasımlarımızın kitlesel tasfiye yöntemlerini konuşuyor olacağız. Hepinize teşekkür ederim.” diyerek toplantıyı sonlandırdı.

Serinin önceki yazıları:

Akrebin Kıskacındaki Yargı (1): “Teklif ve Karar”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (2): “Sır Toplantı”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (3): “Yol Ayrımı”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (4): “Motto”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (5): ‘Kuşçueşref’

 

Akrebin Kıskacındaki Yargı (6): “Dörtlü Zirve” yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-6-dortlu-zirve/feed/ 0
Akrebin Kıskacındaki Yargı (2): “Sır Toplantı” https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-2-sir-toplanti/ https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-2-sir-toplanti/#respond Fri, 09 Dec 2022 21:31:29 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=8996 Savcı Serdar, önceki hafta yaşadığı olayların etkisi altında hayatının belki en kötü hafta sonunu geçirmişti. Özellikle salı günü adliyede yaşadığı hadiseleri öğretmen olan eşi Filiz’e dahi anlatmak istemedi. Onun kendisini bu aşamada anlayamayacağı ve verdiği karardan dolayı şiddetle eleştireceği endişesini taşıyordu. Ailesinin dünya selameti, kendisinin kariyer ve ikbâli için radikal kararlar vermeliydi. En zor olanı […]

Akrebin Kıskacındaki Yargı (2): “Sır Toplantı” yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Savcı Serdar, önceki hafta yaşadığı olayların etkisi altında hayatının belki en kötü hafta sonunu geçirmişti. Özellikle salı günü adliyede yaşadığı hadiseleri öğretmen olan eşi Filiz’e dahi anlatmak istemedi. Onun kendisini bu aşamada anlayamayacağı ve verdiği karardan dolayı şiddetle eleştireceği endişesini taşıyordu. Ailesinin dünya selameti, kendisinin kariyer ve ikbâli için radikal kararlar vermeliydi. En zor olanı herhalde biricik kızı Aylin’i o çok sevdiği öğretmeni ve okulundan ayırmak olacaktı? Bu okul eğitim ve öğretim bakımından vilayetteki en başarılı kolejdi. Ama bu eğitim yuvasını cemaat mensubu hayırseverlerin kurduğunu neredeyse bilmeyen yoktu. 3 yıl önce Aylin’i yarı burslu olarak kaydettirmek için kimleri araya koymamıştı ki!

Sabah otomobiliyle kızını kolejin ana kapısı önüne getirdi, kızı arabadan bir çırpıda indikten sonra babasına hoşça kal öpücüğü bile vermeden koşarak kapıda gördüğü öğretmeninin bacaklarına sarıldı. Öğretmen hanım Aylin’in başını okşadıktan sonra elinden tutup okulun merdivenlerine doğru giderken onlara arkadan bakan Savcı bey birden hüzünlendi, kızını bu okuldan ayırmak zorunda kalacağına ve bu irfan yuvasının belki ilerde kapatılabilecek olmasına üzüldü. Hele her biri fedakâr, cana yakın ve kendilerini eğitime adamış olan bu öğretmenlere ne olacaktı? Herhalde melek gibi bu insanlar aleyhine de ceza davası açma talimatı verilemeyeceğini düşünerek biraz rahatladı. Zira bu öğretmenlerin neredeyse dokunmadığı siyasetçi ve bürokrat çocuğu kalmamıştı. Canlarının içi olan çocuklarını güvenle emanet ettikleri bu temiz simaları herhangi bir suçla yan yana tasavvur etmek için insanlıktan çıkıp İblis olmak gerekirdi.

Adliye yolunda arabayla seyir halinde iken bir yandan da sevip saydığı meslektaşlarının akıbetlerini ve onlara karşı almak zorunda olduğu tutumları düşündükçe kahroluyordu.

Odasına girdi, koltuğuna oturdu ve masasının üzerinde bulunan kırmızı mühürle kapatılmış ve ‘şahsa özel’ yazılı zarfı gördü. Daha önce böyle bir zarf hiç almamıştı. Bu nedenle heyecandan kalbi güm güm çarpıyordu. Çekmecesinden çıkardığı sakinleştirici hapı yuttuktan sonra zarfı özenle açtı. Mazrufta “Sayın meslektaşımız, Devletimizin destek ve himayesinde bağımsız ve tarafsız yargıyı inşa etmek, cemaatin yargıdaki etkinliğini kırmak için ekim ayında yapılacak olan HSYK seçiminde bütün görüşleri bir araya getirerek 81 ilde örgütlenme kararı alınmıştır. Bu minvalde sizi de çekirdek kadromuz içinde kabul ettiğimizi, platformumuza herhangi bir sızmaya mahal vermemek için üyeliğe kabulün ancak 3 kişinin referansı ile gerçekleşebileceğini ve üye sayımızı artırmak için yüksek gayretler sergileyeceğinize olan inancımızı saygıyla arz ederiz. Yargıda Birlik Platformu.” yazıyordu.

Savcı bey, ‘Birlik’ ismini beğendi, çatı örgüt olunacaktı ve devlette bütün imkân ve desteğiyle arkada olduktan sonra sorun kalmıyordu. Kendisine olan teveccüh ve seçilmiş olduğunu da düşününce birden göğsünün kabardığını hissetti. Gözlerini kapadı ve kollarını sonuna kadar yana açarak “İşte bu! Güçlü olan tarafta ve üstelik çelik çekirdekteyim. Hem bu kadar kişi yanılıyor olamaz, yanlışta birleşemez.” diye kendi kendine söylendi. “Aklın yolu birdir, birlikten kuvvet doğar” diye ekleyerek aklını ve vicdanını ikna etmeye çalıştı.

Sonraki gün Başsavcı Harun bey telefonla arayarak savcı Serdar’ı mesaiden sonra çok özel bir toplantıya çağırdı. Akşam saat 18:00’de Savcı Serdar toplantı salonunun önüne geldiğinde bir memur, cep telefonu ve dijital materyaller ile içeri girilemeyeceğini, emanet almak zorunda olduğunu söyledi. Savcı Serdar cebinden çıkardığı iki adet cep telefonunu memura teslim ettikten sonra kapıyı tıklatarak içeri girdi. İçeride Başsavcı dışında Komisyon başkanı Okan, idari Yargı Bölge başkanı Cüneyt, 2.Asliye Hukuk Mahkemesi hâkimi Salim ve Cezaevi savcısı İrfan da vardı. Yuvarlak toplantı masasının üzerinde birkaç tane kalın ve renkli klasör bulunuyordu. Toplantıyı yöneten Başsavcı Harun “Değerli meslektaşlarım, ülkemizin bekâsı bakımından tarihi bir dönüm noktasındayız. Eskiden ülkenin gidişatını generaller belirlerdi, artık bu görev yargıya yani siz değerli yargı mensuplarına geçmiştir. Elimin altındaki bu klasörlerde bu vilayette görev yapan hâkim-savcılar ile bürokratların kişisel, ailevi, siyasi ve ekonomik tüm bilgileri mevcuttur. Bu bilgilerin tamamı aynı zamanda bu hafıza kartlarında bulunuyor. İstihbarat biriminin yıllara uzanan titiz çalışmaları ile oluşturulmuştur. Hayati önemdeki bu seçimlere avantajlı olarak hazırlanabilmemiz için bu fişleme arşivi hizmetimize verilmiştir. Her birinize bu hafıza kartından verilecek, sizden başka hiç kimseyle bu bilgileri paylaşmayacaksınız, zaten kopyalanamaz şekilde üretilmiştir, seçim günü saat 24:00’te içindeki bilgiler otomatikman kendisini imha edecektir. Önümüzdeki hafta başında bu arşivin ışığında bütün meslektaşlarla görüşeceğiz, kimisini tayin ve terfi vaadi, kimisini korkutarak (arşivde değerli video ve resimlerimiz yeterince mevcut), kimisini de menfaat temini (bu konu ile hazır olan iş adamı ve müteahhit heyeti) ile ikna etmenin bütün yollarını ısrarla deneyeceğiz. Her cumartesi akşamı haftalık bilançomuzu Ankara’ya göndereceğim. Gönderilen bilgiler pazar günü merkezde işlenip değerlendirildikten sonra emir ve tavsiyeler aynı gece gönderilecek, bu raporlar doğrultusunda yeni haftanın çalışmalarını yapacağız.” dedi.

Bölge İdare Mahkemesi Başkanı Cüneyt “Hükümetin seçim sonuçlarının olumlu neticelenmesi halinde maaşlara yüzde 10’luk zam yapılacağı taahhüdü ve sicil affı kararının meslektaşlarımız nezdinde bizi çok cazip kılacağını, Platformumuzu açıkça destekleyenlerin çığ gibi artacağını tahmin ve temenni ediyorum” diye ekledi. Cezaevi savcısı da “Ben de oda ve yatak sayımızı yeni sezona hazır hale getirmek için çalışmaları hızlandıracağım” diyerek kahkaha attı. Savcı Serdar da ortamın havasına kendini kaptırarak hafifçe gülümsedi ama içinden de bu sözün sadece şaka olarak kalmasını temenni etti.

Takriben 2 yıl sonraki o meşum gece ilk ve en kapsamlı infaz emrinin kendi imzası ile başlayacağını nerden bilebilirdi ki? Seri katiller gibi acımasız işlerin atına imza atması için bu süre zarfında biraz daha kılıcının keskinleşmesi gerekecekti. Onu iyi tanıyan oyun kurucuları çembere aldıkları bu normal aile babasının içinden bir soykırım canavarı çıkarmayı başaracaklardı.

 

Serinin ilk yazısı : Akrebin Kıskacındaki Yargı: “Teklif ve Karar”

Akrebin Kıskacındaki Yargı (2): “Sır Toplantı” yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-2-sir-toplanti/feed/ 0
Son ‘adalet’ silici Bekir Bozdağ, saygı bekliyor! https://hukukpenceresi.com/son-adalet-silici-bekir-bozdag-saygi-bekliyor/ https://hukukpenceresi.com/son-adalet-silici-bekir-bozdag-saygi-bekliyor/#respond Fri, 18 Nov 2022 20:43:00 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=8969 17-25 Aralık 2013 tarihinin hemen sonrasında “talimatı” verilen biat etmeyen muhalif toplum kesimine yönelik soykırım ve imha sürecine ilişkin, sürecin baş aktörlerinden önemli itiraflar gelmeye devam ediyor. Son ifşaatlar, 16 Kasım 2022 tarihli TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu görüşmeleri sırasında, sürecin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’dan geldi. Daha öncesinde de eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, yargıda iktidar […]

Son ‘adalet’ silici Bekir Bozdağ, saygı bekliyor! yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
17-25 Aralık 2013 tarihinin hemen sonrasında “talimatı” verilen biat etmeyen muhalif toplum kesimine yönelik soykırım ve imha sürecine ilişkin, sürecin baş aktörlerinden önemli itiraflar gelmeye devam ediyor. Son ifşaatlar, 16 Kasım 2022 tarihli TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu görüşmeleri sırasında, sürecin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’dan geldi.

Daha öncesinde de eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, yargıda iktidar tarafından desteklenen Yargıda Birlik Platformu (Derneği) çatısında bir araya gelen grubun, “düşman” olarak kabul edilen öteki hakim ve savcıları “yok etme” sürecine dair önemli itiraflarda bulunmuş ve solcu, Kemalist, muhafazakar, milliyetçi ve tarikatçı yargı mensuplarına bu görevi kendisinin bizzat tevdi ettiğini övünerek anlatmıştı.

Bekir Bozdağ, yeni rejimin inşasında “mücahidane” görev almış gözü kara bir nefer olarak, Meclis’te temsil edilen ve perde arkasında birlikte çalıştığı tüm siyasi partilerden eleştiri değil “fütü’yü yargıdan silen adam” olarak saygı duyulmak istiyor.

YARGIYI BİTİRME VAADİYLE GÖREVE GELDİ

15 Temmuz 2016 tarihine kadar başarılı şekilde görevini yerine getiren Cumhuriyet savcısı olarak ben de Bozdağ’ın “siliciliği”nin kurbanı oldum. Tabi bu kolay olmadı, ben ve benim gibi başarılı, çalışkan, dürüst ve işini iyi yapmaya çalışan yargı mensuplarını sistem dışına itmek için Ekim 2014 te yapılan HSYK üye seçimlerini iktidarın kazanması yeterli olmadı. Bunu gerçekleştirmek için 15 Temmuz darbe tiyatrosunu beklemeleri gerekiyordu. Ancak bu sürece dair hazırlık (fişleme-etiketleme) safhasına ihtiyaç vardı. Bozdağ ve ekibi “adamlığını” burada yaptı.

Bozdağ 25 Aralık 2013 tarihinde, Erdoğan tarafından, kendisi ve yakınlarına yönelik soruşturma açma cesareti gösteren yargıyı, etkisiz hale getirme emrini yerine getirmeyi kabul etmesi sonrasında Adalet Bakanı yapıldı. Bu amaç için mevcut yasal mevzuat zorlanacak, gerekirse yenileri yapılacak, ihtiyaç duyulduğunda Anayasa dahi ayaklar altına alınacaktı.

Bekir Bozdağ göreve gelir gelmez kolları sıvadı ve Ergenekon bağlantısı nedeniyle önceden “kızağa” çekilen milliyetçi/ulusalcı Kenan İpek’i kendisine müsteşar olarak seçti.

KADROLAŞMA 6524 SAYILI YASAYLA BAŞLADI

Bozdağ’ın Kenan İpek ile yaptığı ilk icraatları 15 Şubat 2014 tarihli 6524 sayılı, neredeyse tüm maddeleri Anayasa’ya aykırı Yasa’yı iktidar partisinin oyları ile Meclisten geçirmek ve sonrasında Erdoğan’ın imzası 27 Şubat tarihinde yürürlüğe girmesini sağlamak oldu. Bozdağ’ın TBMM’deki konuşmasındaki ifşaatında geçen: “Bakan olduktan sonra HSK’daki herkesin görevine son veren kanunu getirdik. Adalet Akademisindeki görevlere son verdik, bakanlıkta büyük ayıklama yaptık.”

İbaresinin temeli bu yasadır. Bu Yasa, HSYK ve Akademi’de görevli tüm çalışanların görevlerine son verilmiş, yerlerine Bozdağ tarafından kendi “adamları” atanmıştır. Yasa CHP tarafından hemen Anayasa Mahkemesi’ne taşınarak iptali istenmiş, ancak AYM, yasanın yürütmesini hemen durdurmayarak gerekli atamaların yapılmasını beklemiştir. Yasanın ilgili hükümlerinin yürütmesinin durdurulması 10 Nisan 2014 tarihinde gerçekleşebilmiştir. Ancak AYM kararları geriye yürümediğinden, atı alan Üsküdar’ı geçmiş, yani Bozdağ HSYK ve Akademi ile Bakanlık içerisinde kendisine biat etmeyen veya biatı şüpheli bulunan neredeyse herkesi tasfiye etmeyi başarmıştır.

FİŞLEME YAPTKLARINI RESMEN İTİRAF ETTİ

Bozdağ’ın sözlerinde yer verdiği “bütün çalışmalarımızı Yargıtay’dan, Danıştay’dan, yargının içinde FETÖ’yü ayıklamak için yaptık” sözü önemlidir ve fişleme/listeleme çalışmalarını yaptıklarının açık ikrarıdır. Tabi bu süreçte Bozdağ yalnız değildi. Özellikle bürokratik kadrolarına verdikleri talimatları ile CHP ve MHP açıkça Bozdağ’ı desteklediler ve bu “ayıklama” işlemlerini birlikte yaptılar. Bu ortaklığın görünür hale gelip tüzel kişilik olarak beden bulmuş şekli Yargıda Birlik Platformu (Derneği)’dir.

2014 başında üzerinde mutabakata varılan bu birliktelik halen devam etmektedir. Bunun en büyük göstergesi, yargı eliyle, kendilerinden olmayan kişi ve gruplara karşı yapılan soykırımın, insanlık suçlarının muhalif gözüken parti ve temsilcileri tarafından eleştirilmemesi, hatta desteklenmesidir. Zira muhalefet partileri, yapılan bu “sivil soykırımı” bir devlet projesi olarak görmekte, bunları desteklemeyi, hükümetin eylemlerine katkı olarak telakki etmemektedir.

İNSANLIK SUÇU İŞLEDİ, SAYGI GÖRMEK İSTİYOR

Ahmet Davutoğlu ve Bozdağ ile benzer ifşaat ve itiraflarda bulunan iktidar temsilcisi suç ortaklarının ortak özelliği, işledikleri bu insanlık suçlarını büyük bir kahramanlıkmış gibi görmeleri ve muhalif toplumdan da saygı beklemeleridir. Zira bu suçlardan sadece kendilerinin değil, ulusalcı, solcu, Kemalist, ülkücü, Alevi, tarikatçı toplum kesiminin de, daha doğrusu Gülen Cemaati dışındaki herkesin yarar sağladığını düşünüyorlar. Bundan dolayıdır ki bu kutsal mücadele sürecinde eleştirilmek onları şirazeden çıkartıyor. Mutabakatlarına aykırı olarak, solcu, ulusalcı veya milliyetçi bir gazetecinin, onları itham edici bir soru sorması, bir milletvekilinin eleştirmesi onları korkutuyor, endişeye sevkediyor.

Bugün, hukukun kabul ettiği tüm ilkeleri yok sayarak “terör örgütü” ilan etmek için uğraştıkları Gülen Hareketi ile öncesindeki bağlarının ve sempatilerinin birileri tarafından gündeme getirilmesi, iktidar mensuplarının uykularını kaçırıyor. Zira, dünya tarafından kabul görmüş ve Türkiye’nin yakın tarihinde önemli yeri bulunan, barış ve hoşgörü adına çalışmalar yürüten bir sivil toplum örgütünü, iktidar eliyle terör örgütü ilan etmek ve sonrasında sivil bir soykırıma tabi tutmak yaptırımı ağır bir suç. Bu suçun ağırlığından kurtulmak adına, kendilerini suçlayanları da benzer eylemlerde bulunmakla, yani Gülen Hareketi’nin faaliyetlerine katılmakla, çalışmalarını desteklemekle itham ederek korkutmak istiyorlar.

4 BİN 359 YARGI MENSUBU BİR GECEDE ‘TERÖRİST’ İLAN EDİLDİ

Bozdağ konuşmasının devamında yargıdaki katliama dair sayısal istatistikler veriyor: “3 bin 885 hâkim hakkında ihraç, 217 kişi hakkında meslekten çıkarma. Bu kapsamda bugüne kadar 4 bin 359 kişi hakkında işlem yapılmıştır. Bugüne kadar 4 bin 646 hakim ve cumhuriyet savcısı hakkında yürütülen adli işlem var. Bunlardan 2 bin 238 kişi hakkında mahkumiyet kararı verilmiş. 992 kişi hakkında beraat kararı verilmiş. 27 kişi hakkında ceza verilmesine yer olmadığına dair karar verilmiş. 811 kişi hakkında cumhuriyet başsavcılığınca kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar verilmiştir. 157 kişini cumhuriyet savcılığınca soruşturmaları, 411 kişinin yargılamaları devam etmektedir.”

AHLAKSIZ BİR OYUNUN MAĞDURLARIYIZ

İstatistik olarak sunulan sayılar, bu soykırım sürecinde katledilen yargı mensuplarına ait rakamlar. Bu veriler, Anayasal bir hukuk devletinin nasıl “şahsımın devletine” evrildiğini haykırıyor. Ancak muhalefet açısından bunun hiç önemi yok. Çünkü, ayarları ile oynanmış, varlık gayesinden çok farklı şekilde çalışan devlete değil, AKP’ye karşılar. Bundan dolayıdır ki demokrasinin kurallarına göre işlediği, hukuk devleti ilke ve kurumlarının fonksiyonlarını icra ettiği bir Türkiye’de aynı Meclis çatısı altında buluşamayacak iktidar ve muhalefet partisi üyelerinin sergilediği bir Hacivat-Karagöz oyununu izlemek zorundayız. Ben ve benim gibi yüzbinlercesi bu ahlaksız oyunun sadece seyircileri değil aynı zamanda mağdurlarıyız.

Belki bundan dolayıdır bu kurguyu farkedişimiz.

Bazen keşke ben de iktidar ve muhalefet parti üyesi ve destekçilerinin içtiği “mavi” haptan içseydim, o “kırmızı hapı” yutmasaydım ve Matrix aleminde (Reis’in dünyası) yaşamaya devam etseydim diyorum. Ama bunun için çok geç biliyorum…

 

NOT: Bu yazı ilk olarak https://www-tr724-com.cdn.ampproject.org/c/www.tr724.com/son-adalet-silici-bekir-bozdag-saygi-bekliyor/amp adresinde yayınlanmıştır.

 

Son ‘adalet’ silici Bekir Bozdağ, saygı bekliyor! yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/son-adalet-silici-bekir-bozdag-saygi-bekliyor/feed/ 0
Rejimin Militan Yargısından Kesitler (2) https://hukukpenceresi.com/rejimin-militan-yargisindan-kesitler-2/ https://hukukpenceresi.com/rejimin-militan-yargisindan-kesitler-2/#respond Sun, 06 Nov 2022 22:39:00 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=8957 Filozof Platon (Eflatun) “Adaletsizliğin en büyüğü, adil olmayıp adil gibi görünmektir” demiştir. Rejimin militan yargı mensupları adil olmadıkları gibi adilmiş gibi görünme gereği bile duymuyorlar. Adalet dağıtmakla görevli bir kişinin hem adil olmayacağı hem de adil karar veriyormuş gibi davranma gereği dahi duymayacağı herhalde Platon’un bile aklına gelmemiştir. Maatteessüf ülkemizde hukukun şeklen ve ruhen kirletildiği […]

Rejimin Militan Yargısından Kesitler (2) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Filozof Platon (Eflatun) “Adaletsizliğin en büyüğü, adil olmayıp adil gibi görünmektir” demiştir. Rejimin militan yargı mensupları adil olmadıkları gibi adilmiş gibi görünme gereği bile duymuyorlar. Adalet dağıtmakla görevli bir kişinin hem adil olmayacağı hem de adil karar veriyormuş gibi davranma gereği dahi duymayacağı herhalde Platon’un bile aklına gelmemiştir. Maatteessüf ülkemizde hukukun şeklen ve ruhen kirletildiği egemen bir yargı pratiği ile karşı karşıyayız. “Her şey zıddıyla anlaşılır” ilkesi bağlamında rejimin militan yargı unsurlarının adaletsiz uygulamaları sayesinde adaletin hava kadar su kadar toplum için hayati bir öneme sahip olduğunu yaşayarak öğrenmiş olduk. Suçun şahsiliği ilkesinin çiğnenmesine ve ahlak dışı uygulamalara örnek verecek olursak; 15 Temmuz 2016 sonrası kocası yakalanamayan kadın hâkim S.P. kendi görev yaptığı adliyenin içinde masumiyet hakkı hunharca çiğnenmek suretiyle teşhir edilmiş, kelepçeli vaziyette dolaştırılmış, günlerce nezarethanede tek başına tutulmuş, hücrede olmasına rağmen kelepçeleri çözülmemiş, gıda ve hijyen ihtiyaçları karşılanmamış, çocukları ortada kalmıştır. Ayrıca kendisine eşinin teslim olmasını sağlamak için gözaltına alındığı söylenmiş, tutuklamayı yapan hâkim tarafından da açıkça eşi gelene kadar cezaevinde kalacağı ifade edilmiştir. Yine Hakimler Ayşe Neşe Gül, Nesibe Özer ve Yeşim Sayıldı 2014 yılında yapılan HSYK seçimlerinde hükümet listesi karşısında bağımsız aday oldukları ve tüm baskılara rağmen adaylıklarını geri çekmedikleri için mesleklerinden atılarak gözaltına alınıp tutuklanmışlar, tutuklandıkları günden bu yana hücrede tek başına kalmaktadırlar. Benzer fiiller binlerce hâkim ve savcı ile birlikte kamu görevlileri ve sivil kişilere de reva görülmüştür. Bu uygulamaların hukuk prosedürlerinin uygulanması ile herhangi bir ilgisi olmayıp politik gücü arkaya alarak işlenen vahim suçlardır. Görüldüğü üzere sadece hukuk normları değil aynı zamanda hukuk etiği de insani değerler de çiğnenmiştir.

Hukuk normları, her durumda ve öncelikle bir ‘ahlakilik’ barındırır. Doğal olarak bu normları tatbik edenlerin de etik değerlerle mücehhez olması beklenir. Aslında normal/ortalama bir insanın ahlaklı davranması için illa yazılı bir kurala ihtiyaç yoktur. Uygar bir toplumda ahlaksızlığı meşru ve haklı kılacak yetkiye sahip kimse (veya devlet) olamaz. Ama 15 Temmuz 2016 sonrasında ahlak ve hakkaniyetini kaybetmiş bir muktedir siyasi yapı, belli kişilere karşı irtikap edildiğinde yasada suç olarak düzenlenen ahlaksızları idari, cezai ve mali sorumluluk kapsamı dışına çıkarmıştır. İradesini rejime teslim eden militan savcı ve yargıçlar, adeta devleti yönettiği için Tanrılaştırdıkları bu siyasi yapının yanlışı doğruya ve haramı helale dönüştürebilecek bir kudrete sahip olduğunu zannediyorlar. Siyasileşmiş ve ahlaki temeli bozulmuş bu yargısal kadrodan adalet hizmeti üretmesini beklemek beyhudedir.

Rejim hâkim ve savcılarının en büyük motivasyonlarından biri de ‘sözde feto operasyonları’ konusunda cevval davrandıklarında şahsi ve mesleki suç teşkil eden eylemlerinden dolayı takibata uğramayacaklarına dair dokunulmazlık güvencesine sahip olmalarıdır. Bunlar hukuki müktesebatlarını, ahlaki ve dini inançlarını, politik putlarının altına paspas olarak sermiş kişilerdir. Hukuk tarihine not düşmek bakımından müstakilen ele alınması gereken militan yargı mensuplarından biri de Ankara Cumhuriyet Savcısı Mustafa Manga’dır. 15 Temmuz sonrası asker sanıklara işkence yapılması talimatını bizzat vermiştir. Jandarma Astsubay F. K. gözaltındayken istenilen ifadeyi vermediği için gördüğü işkenceleri mahkemede anlatmasıyla bu savcının tarife sığmaz kötülükleri ortaya çıkmıştır. F.K. mahkemede, savcı Manga’nın gözaltı kararı verdikten sonra TEM’de bir emniyet görevlisini arayarak “F.K. diye birini gönderiyorum. Konuşturun, 30 günde gözaltında kalsın” diye talimat verdiğini, TEM’e götürüldükten sonra da savcının istediği ifadeyi vermesi için günlerce ağır işkencelere maruz kaldığını söylemiştir. F.K.’nın bu ifadesine rağmen Savcı Mustafa Manga ve ilgili polisler hakkında herhangi bir cezai yargılama yapılmamıştır. Bu şahıs ve benzerleri yaptığı hukuksuzlukların yanlarına kâr kaldığını düşüne dursunlar, onları var eden siyasi yapı güneş karşısında buz gibi erimekte, kendilerini bekleyen hazin sona doğru hızla ilerlemektedirler.

Totaliter siyasi iktidarın emri altında yargı eliyle işlenen vahim nitelikteki suçlar nazara aldığında, gönüllü olarak hukuka dönme imkân ve niyetin tamamen ortadan kalktığını söyleyebiliriz. Bu yargı kadrosunun siyasi iktidarın demokratik sistemi tamamen ortadan kaldırmaya yönelik yıkıcı faaliyetlere dahi destek vermek zorunda oldukları açıktır. Seküler faşist rejimden şer’i faşist rejime kadar her türlü otokratik yönetime rıza göstermek mecburiyetindedirler. Ama elbet bu çıkar amaçlı siyaset-yargı ortaklığı bitecek ve gönüllü olmasa da muhakkak hukukun baş aktör olacağı bir dönem gelecek, yargılanacakların en başında da militan yargı mensuplarının olacağı kuşkusuzdur. Maalesef ülkemiz -bu yazının kaleme alındığı 2022 yılı itibariyle- sistematik suçlar işlemiş siyasi iktidar ve onun suç makinesine dönüşmüş yargı eliyle son sürat bir kaosa doğru ilerlemektedir. Hukukun üstünlüğü ilkesinden tamamen uzaklaşılması nedeniyle devleti teşkil eden kurumları bir arada tutan sistem çökmekte olup bu durumun toplumda önlenemez bir anarşik eylemlere yol açacağı tehlikesiyle karşı karşıyayız. Nitekim çok uzak olmayan bir gelecekte hukukun sağanak bir yağmur gibi ülkemiz üzerine yağacağı ve çerçöpten temizleyeceğine dair kuvvetli bir inancımız olduğunu belirtmek isterim. Çünkü her kara bulutun arkasında saklı bir güneş vardır.

Rejimin Militan Yargısından Kesitler (2) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/rejimin-militan-yargisindan-kesitler-2/feed/ 0
KOZMİK ODAYA NAZİRE YAPAN FİŞLEME ÖRGÜTÜNDEN HÜCRESEL ÇALIŞMALAR/BELGELERDEN ÖRNEKLER (1) https://hukukpenceresi.com/kozmik-odaya-nazire-yapan-fisleme-orgutunden-hucresel-calismalar-belgelerden-ornekler-1/ https://hukukpenceresi.com/kozmik-odaya-nazire-yapan-fisleme-orgutunden-hucresel-calismalar-belgelerden-ornekler-1/#respond Sat, 05 Nov 2022 18:34:16 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=8953 KOZMİK ODAYA NAZİRE YAPAN FİŞLEME ÖRGÜTÜNDEN HÜCRESEL ÇALIŞMALAR/BELGELERDEN ÖRNEKLER Sosyolojik tanımlamada “güruh” diyebileceğimiz kahir ekseriyeti teşkil eden “yurdum insanının”, “değerler hiyerarşisinde” stabil bir zemine oturtamadığı, konjonktürel siyasi görüşe göre alt-üst olabilen;  “vatana ihanet, devleti ele geçirme, gizli örgütlenme, örgüt menfaatleri için bulunduğu kurumlardaki kişilerin verilerini hukuka aykırı kaydetme/yayma, bu bilgileri örgüt elemanlarının önünü açmak için […]

KOZMİK ODAYA NAZİRE YAPAN FİŞLEME ÖRGÜTÜNDEN HÜCRESEL ÇALIŞMALAR/BELGELERDEN ÖRNEKLER (1) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
KOZMİK ODAYA NAZİRE YAPAN FİŞLEME ÖRGÜTÜNDEN HÜCRESEL ÇALIŞMALAR/BELGELERDEN ÖRNEKLER

Sosyolojik tanımlamada “güruh” diyebileceğimiz kahir ekseriyeti teşkil eden “yurdum insanının”, “değerler hiyerarşisinde” stabil bir zemine oturtamadığı, konjonktürel siyasi görüşe göre alt-üst olabilen;  “vatana ihanet, devleti ele geçirme, gizli örgütlenme, örgüt menfaatleri için bulunduğu kurumlardaki kişilerin verilerini hukuka aykırı kaydetme/yayma, bu bilgileri örgüt elemanlarının önünü açmak için kullanmak” gibi, 15 temmuz yargılamalarının temel suçlama argümanlarını, yakın dönemin (2006-2013) kesinleşmiş mahkeme kayıtlarına geçen somut belge/bilgileri ışığında irdelemek/göz önüne sermek istiyorum. Bu bilgi/belgelerin devasa hacmi karşısında yazının birkaç bölüm olması muhtemel. Olabildiğince özetleme uğraşında olacağım ancak bu yazılar ve yazıda sözü edilecek belgelerin aynı zamanda tarihe tanıklık etmek anlamında değeri olduğu için de “bilinmesi gerekenleri” söylemeden de kaçınmamaya çalışacağım.

Bu yazıda geçen belgelerle; cemaat/paralel yapı/fetö adı altında aşama aşama “kamuoyu odunu” toplanarak büyütülen masumiyet meydanının, 15 temmuz fitilinin ateşlenmesiyle yangın yerine döndürüldüğü,  dini/sosyal/fikirsel bir grubun yakılıp yıkıldığı Neronlar ülkesinde, gruba mensup olduğu iddia edilenlerin nefretle, kin ve intikamla (mahkumiyetleri yanında) nesiller boyu aynı nefretle anılmaları için yurt içi yurt dışı bütün kötülük şebeke güçlerini kullananların yerli işbirlikçilerinin (tümden gelimle; ergenekoncular-perinçekçiler-çydd-işçi partililer) geçmişte neler yaptıklarını somut belgeler üzerinden kısaca hatırlama fırsatı bulacağız.

Yazıda geçen belgelerle, Ergenekonu (tabi onun dönemsel olarak çalışanı olan Perinçekgilleri), 15 temmuz yargılamalarıyla hapse atıldığı halde, masalsı bir abartı olarak görmeye devam eden kimi yargı mensubu arkadaşlarıma ve belki yargı dışında hala bu konuda hala tereddütü olanlara da küçük bir cevap vermiş olabileceğim.

Ergenekon/Perinçekgiller/ÇYDD/İşçi Partililer..

Öncelikle 2014’ün başında “kumpas davaları” denilerek geriye dönüşün başlatıldığı süreçte Ergenekon Medyasının mağduriyet vitrinine koyduğu Türkan Saylan’ın, cemaat mağduru olduğu ile ilgili Ergenekon medyası tarafından on yıldır koparılan fırtınaya karşılık Türkan Saylan’ın yöneticiliğini yaptığı dönemde ÇYDD’nin TSK içindeki yasa dışı örgütlenme bakımından fonksiyonunun ne olduğunu şu belgeden apaçık anlayabilirsiniz:

(Lütfen dikkat! Bu belgeyi hazırlayan ve belgenin ele geçirildiği kişiler TSK’da subay/astsubay görevinde olup, 2010 da ihraç olmalarından sonra 2014’te tetiklenen yargılamanın iadesi davalarıyla tekrar orduya geri alınmışlar, aradan geçen süreye bakıldığında asgari yarbay, albay rütbesine gelmişlerdir)

“Önemli.doc” isimli dosyada, söz konusu belgenin bir üst makama “yapılacak işlerle” ilgili talimat sorulması şeklinde şu şekilde hazırlandığı anlaşılmıştır:

“1.Serkan ……..’daki arşivin durumu ne olsun.

2.Yapılacak yeni organizelerde hızlı hareket edebilmek için hangi komutanlarımızın onayını alalım.

3.Polis kontrollerine karşı neler yapalım.

4.Hap ve ot işinde dağıtımı nasıl yapalım.

5.ÇYDD ile ilişkilerimizde nelere dikkat edelim,” şeklinde notların yer aldığı görülmüştür.”

“Polis kontrolleri, hap ve ot işini napalım, Çydd ilişkilerimizde nelere dikkat edelim?” Biri TSK içinde illegal örgütlenme mi demişti, yasak madde ticareti ile (daha büyük organizasyonlar için bkz: pudra şekeri kamuflajıyla tonajlı satışlar için içişleri bakanlığı baronluğu ve torbacı makam sahipleri haberleri..) Hasan Sabbah vari haşhaşiler oluşturmak, legal görünümlü (çydd) illegal faaliyet ve bağlantılar yapmak mı demişti? Hay bin yasa dışı örgütler adına!

15 temmuz yargılamalarında ve manipülatif haber yayın organlarında, yargılanan TSK mensuplarının, 2006-2014 yargılamalarını yapan özel yetkili hakim-savcıların en çok suçlandıkları, işkenceye, hakarete, insanlığa karşı suçlara maruz kaldıkları konulardan biri de “TSK’yı ele geçirmek için gizli haberleşme yaparak, kişisel verileri ele geçirmek, TSK içindeki kadrolarına yer açmak için yargı kararları yoluyla dinlemeler yapmak, elde edilen belgeleri arşiv yapıp aleyhe kullanmak” idi.  Bu suçlamayla ilgili o kararları verdikleri iddia olunan hakimlerin önüne yargılamalar sırasında herhangi bir somut belge konamazken bu suçlama özelinde, sadece 2010 yılında İstanbul C.Başsavcılığının, kamuoyunda “Askeri Casusluk” adıyla bilinen iddianamesine bakıldığında, bu iddianamede adı geçen 56 kişiden 43’ünün oluşturduğu örgüt aracılığıyla (43 sayısını söylememdeki amaç, bu davadan yargılanan 56 sanıktan 43’nün örgüt kurma, kişisel verileri hukuka aykırı kaydetme, gizli belgeleri ele geçirme suçu veya suçlarından eylemlerinin sabit görülüp mahkum olması ve 2014 yılı itibariyle kararın kesinleşmesidir) “yaklaşık 5000 kişinin  kişisel verilerini hukuka aykırı olarak kaydettikleri  ve bu verileri sakladıkları, değişik kurumlarda görev yapan binlerce kişi hakkında toplanan bu detaylı bilgilerin ancak, ciddi bir hiyerarşik yapılanmaya sahip,  örgüt mensupları arasında eylem  ve görev paylaşımı bulunan, azami ölçüde gizliliğe dikkat edilen bir suç örgütü tarafından gerçekleştirilmesi mümkün olduğu, buradan hareketle, öncelikle bu suç örgütünün TSK, Tübitak, Havelsan ve GES komutanlığı gibi Devletin en stratejik kurumlarında örgütlenerek ayrı hücre yapılanmalarına gittiği, gizliliği ön planda bulunduran örgütün özellikle telefon görüşmesi yapmamaya özen gösterdiği..” görülecek ve ete kemiğe birinmiş örgütlenmenin ne olduğu, kişisel verilerin nasıl kaydedilip örgüt amaçları doğrultusunda kullanıldığı anlaşılacaktır.

165 bin adet Devlete ait; Çok Gizli/Gizli/Hizmete Özel ibareli belge gayrimeşru yollarla bu örgüt tarafından elde edilmiş..

TSK, Tübitak, Havelsan ve GES komutanlığı gibi stratejik kurumlarda hücre yapılanmasıyla örgütlenmiş olan bu örgüt elemanlarınca, bu kurumlarda görev yapan kişilerin kişisel verilerini hukuka aykırı olarak kaydedip örgütün arşivini de saklayan İbrahim S.’ye gönderdiği, örgüt mensuplarının özellikle şantaj amaçlı gizli görüntü elde edilmesi, casusluk faaliyetlerine yönelik gizli belge temin edilmesi, yine örgütün kullanmayı planladığı kişilere kadın ve yer  temin edilmesi, örgüte düşman veya dost olan veya örgüt tarafından kullanılabilecek kişilerin belirlenmesi ,ayrıca bu kişiler ile ilgili kişisel verilerin kaydedilmesi işlemlerini yürüttükleri tespit edilmiştir. Bu örgütün elde ettiği gizli/çok gizli/hizmete özel belgelerin yaklaşık 165 bin olduğu tespit edilmiştir. Bu belgelerin temin edilmesinin, paylaşılmasının devletin en gizli belgelerinden olduğu, MGK’ya katılım izni olan bakan ve/veya ilgili görevlilerce görülebilecek seviyede gizliliğe sahip olduğu bizzat Genelkurmay Başkanlığı tarafından bildirilmiştir.

Şantaj için Askeri Deniz Lisesi’nde okuyan kızların kataloğunu yapıp şantaj yapılacak kişinin kasetini çekmişler:

YBD (Yargıda Birlik Derneği) örgütü mensubu yargıç/savcılar tarafından 15 temmuz yargılamaları sırasında soruşturulan ve yargılananlara en çok sorulan sorulardan biri de “katalog evlilik yapıp yapmadığı” idi. Katalog olduğu iddia edilen bir yöntemle evlilik yapmış olunsa dahi neticede legal bir kurumun inşası söz konusu iken Ergenekonun sekreteryası işlevindeki bu örgüt devlete ailelerin emanet ettiği Askeri Deniz Lisesindeki kızların fiziksel özellikleri üzerinden “kataloglar” hazırlamış ve bu katalog üzerinden şantaj yapmayı planladıkları kişilerin seçim yapmasına izin vermişler.

Katalogun hazırlanmasını Askeri Deniz Lisesi’ndeki kızların komutanı olan Selin T. yapar. Bu kataloglara bakarak birlikte olacağı kızı seçen şantaj yapılacak kişi (sivil veya askeri görevli), örgüt tarafından görevlendirilen astsubay ve subaylar aracılığıyla tespit edilen evlere yönlendirilir. Bu elemanların yerleştirdiği gizli kamera düzenekleri birlikte olma görüntüleri gizlice kaydedilir ve daha sonra sakladıkları bu materyaller o kişinin yetkisi dahilinde olan örgüt elemanının TSK içinde yükselmesi, bir belgenin temin edilmesi için şantaj amaçlı kullanılır. Bazen de hazırlanan bu “kirli dosyalar” yükselmesini istemedikleri kişinin Yüksek Askeri Şura’da terfisinin engellenmesi ya da meslekten atılması için görev yaptığı kuruma isimsiz ya da uydurma isimlerle ihbar ve posta yolu ile gönderilerek hakkında soruşturma başlatılması temin edilir.

Konunun daha  iyi anlaşılması için bahsi geçen yargılama belgelerinden birini incelediğimizde, Y. Ebru.E’e hitaben, örgüt yöneticilerinden biri tarafından yazılmış mektupta şöyle dendiğini görüyoruz:

”Sevgili Ebrucuğum, kızların hazırmış. Bende hemen Ankara’ya gittim….Sen bazı kızların resimlerini göndermişsin. H. (uzman çavuş) seçtiğin ve hazır olan kızı götürecek. Geçen seneki adrese. Sen kızla görüş. Adamı nasıl mutlu edeceği konusunda iki üç tane cd seyrettir. Bütün isteklerini cevap vermesi gerektiğini anlat. Olay bitince Halil kızı senin yanına getirecek. Tekrar görüş. Kimseye anlatmaması gerektiğini söyle. H. sana parayı da verecek hemen kızlara verirsin. Paranın tadına alışsınlar iyi olur. Kızlara konuşurlarsa başlarına gelecekleri hatırlatmayı unutma. Her ilişkiden sonra bunu hep yap.”

Bu örgüt elemanlarınca, TSK içindeki subay/astsubay/sivil memurların kişisel verilerinin hukuka aykırı olarak kaydedilmesi, yayılması örgütlü bir biçimde ve süreklilik arzedecek şekilde yapılmıştır(Gerçek örgütlü yapı ve eylemlerine örnekler):

Davanın sanıklarından Emrah K.’dan ele geçirilen 78 numaralı cd içerisindeki “Sheet1”isimli çalışma sayfasında “personel”, “yer”, “bilgi notu” ve “bilgi kaynağı” başlıkları altında bir listenin yer aldığı, bu liste içerisinde TUBİTAK’a bağlı birimlerde (Bilişim Teknolojileri Enstitüsü, Enerji, Ulusal Elektronik ve Kriptoloji Araştırma Enstitüsü, Ulusal Meteoroloji Enstitüsü) görevli toplam (1048) şahsın adı ve soyadının yazılı olduğu, “bilgi notu” başlığı altında ise isimleri yazılı bu şahıslar hakkında “Nurcu”, “F tipi yapılanmada” “takip edilecek gidip geldiği yerler tespit edilecek kullanılabilir” “Gebzeli göçmen, güvenilmez” “Dinci, Akp yanlısı” “dinci eğilimleri var. İzlemede kalsın.” “solcu” “rütbeli yakını alevi.”  “Merdan’ın ekibinden. güvenilir, görev verilsin.” “MHP’lı,” “çocuğu Fetullah okulunda, Eskiden mescidde namaz kıldığı biliniyor. Şimdi kılmıyor, takiye yapıyor şüphesı var fg ci olabilir, ilişkiler dikkatle incelenmeli.” “Alevi, bizi dinler.” “Alevi, örgüt bağlantısı olduğuna dair bilgi  notu var. Kullanılabileceği değerlendiriliyor. Grup lideri.” “Pkk’lı.” “Ülkücü ama güvenılır.(Bu fişlemedeki niteleme komikmiş BB)” “Namaz kılıyor. Dinci” “Oruc tutar, dinci olabilir.” “AKP-Milli görüşçü. Dinci  MGV ile irtibatlı.” “ADD üyesi. Kardeşi uyuşturucu kacakcısı. Ateist, kendisini saklasın, cok işimıze yarıyor.” “Ideolojik Alevi” “Yahudi” “Yunan göçmeni” “Sabetay” “Kadın zaafı var. Romanya fotoğrafları elimizde kullanabiliriz” “Desteklenmeli”, “İşçi Partili” şeklinde kişilerin siyasî, felsefî veya dinî görüşlerine, ırkî kökenlerine, ahlâkî eğilimlerine,  ilişkin bilgilerin kişisel veri olarak kaydedildiği görülüyor.

Bizden, onlardan, şunlardan…Fişlemenin belgesi olur mu, işte yargı kararlarıyla ispatı! Bizzat ilgili kişiden elde edilmiş. Garson kod adlı, kimsenin adını sanını bilmediği, sorgulama yapamadığı, kendi hakkında oluşturulmuş belgede herhangi bir etkisinin olmadığı bir bilgi değil. Bizzat ilgili kurumda çalışan kişilerin kaydettiği, örgüt elemanında (Emrah K.) ve yöneticisinde (İbrahim S.) çıkan belgeler:

Aynı excel belgesinin “Sheet3” isimli çalışma sayfası incelendiğinde,  excel sayfasında herhangi bir başlık olmadığı, “A” sütununda, “İş Süreçleri Grubu”, “Kaynak Yönetim Grubu”, “Barış Kartalı”, “Deniz Savaş Sistemleri”, “Sımülasyon ve Eg.  Sıst.”, “Hvbs Özel Proje Müdürlügü” ve  “Yönetim Bilgi Sistemleri” şeklinde askeri projelerin isimlerinin yazılı olduğu, “B” sütununda, ise toplam (204) şahsın isminin yazılı bulunduğu, “C” sütununda isimleri yazılı bu şahıslarla ilgili, “Ulusalcı milliyetçilerden. Almanya hayranı. İzmirli. Eşi Rum olabilir”, “Oruc tutar biraz dengesiz”, “Alevi olabilir”, “Ulusalcı milliyetçilerden dincilerden nefret eder eşi de Havelsan’da”,  “Çağdaş. Eskiden eylemlere katılmış. Kocası Aselsanda M.K.”, “Oruc tutar, icki icmez, durumu net değil. Bilgi alınacak..”, “Dul, Atatürkçü. Çok hata yapıyor”, “Aydınlıkçı, çok işimize yarıyor”, “Militan ruhlu solculardan.”, “Evi karargah görevi yapıyor. Modern giyinir” “Babası emekli albay. Alevi, çok çıkarcı”, “Ermeni olabilir” “Bizden, ADD ile bağlantılarımızı sağlayamadı, oraya da karşı”, “Mason, ailesinin istihbaratla ilişkisi var”, “çok sağlam ,en güvenilir adamlarımızdan. bk’da bizim işler için lider kadromuz. örgüt bağlantılarına dikkat edilmesi gerekebilir”, “Türk asıllı değil. çok ulusalcı”  şekilde çeşitli değerlendirmelerin yapıldığı anlaşılmıştır.

Örgüt elemanı Fatih A.’dan ele geçirilen dijital veride, askeri bir öğrenci hakkında “derin devlet ile ilgili kitaplar okuyor. Bu ülkede derin devlet olmasa işler yürümez diyor. Bazen derin devlet devreye girecek ve susması gerekenler susturulacak. Ülkenin geleceği için bu gerekli dedi.” şeklinde bilgilerin yazılı olduğu, yine bir öğrenci hakkında “Trabzon’da bir kadınla ilişkiye girdi. Babası DYP den belediye başkanlığı yaptı. Kilo probleminden dolayı psikolojik sıkıntısı var. Kilo vermeye çalışıyor. Ama çok başarılı olamadı.”, diğer bir öğrenci hakkında “Trabzon’da hayat kadınlarına nasıl gidip pazarlık yaptığını anlattı. Pazarlık böyle yapılır diye örnek olarak anlattı.”, şeklinde kişisel verilere ilişkin notlar yazdığı görülmüştür.

Gene aynı elemandan (F.A) ele geçirilen başka bir dijital veride iki askeri öğrenci hakkında “2005 şubat sömestr tatilinde Maltepe sahilinde yol kenarında bekleyen hayat kadınlarıyla anlaşıp para karşılığında ilişkiye girdiler. Siyasi içerikli kitaplar okuyor. 2007 yılında okulda aramızda darbe konusu açılınca Hilmi ÖZKÖK’ün darbeyi engellediğini söyledi. Tüm planları bozan, her şeyi mahveden kişinin Hilmi Özkök olduğunu, Hilmi Özkök planları bozmasaydı Ak Parti ve Tayyip Erdoğan öbür tarafı çoktan boylamış olacaktı dedi. …….’nın son zamanlarda psikolojisi çok bozuk, hastaneye tedavi olmak için gönderildi, ilaç kullanıyor” şeklinde bilgilerin yazılı olduğu anlaşılmıştır.

Yukarıda örneklediğim bilgi/belgelere bakıldığında dahi 15 temmuz yargılamalarındaki suçlamalarda somut belge konamamasına karşılık, ergenekonun sekretaryası hücre örgütlerden biri olan bu örgüt tarafından bile TSK-GES-TÜBİTAK-ARMERKOM gibi devletin kritik kuruluşlarında çalışan kişilerle ilgili binlerce bilgi-belgenin temin edildiği, kişisel verilerinin hukuka aykırı kaydedildiği/yayıldığı(TCK135-136), örgüt elemanlarının yükselmesi, önünün açılması, değerli belge elde ederek gelir kazanması amacıyla bu bilgi/belge/görüntüleri kullandıkları, böylece tam olarak Anayasal düzene karşı gelmek şeklindeki suçlamanın muhatabı oldukları net bir biçimde ortaya çıkmaktadır.

Gelecek yazımda bu örgütün elemanı ve yöneticisinde çıkan belgelerde TÜBİTAK içindeki yapılanmayla bir kısım gizli projelerin engellenmek istendiğini veya bu projelerin örgütün amaçları doğrultusunda kullanılmak üzere örgüt elemanına (E.K) verildiğini gösteren belgeleri,

GES (Genelkurmay Elektronik Sistemler) Komutanlığında ele geçirilen belgelerin neler olduğu ve hangi amaçlarla pazarlanmak istendiğini,  GES komutanlığında görevli subay, astsubay ve sivil memurların fişleme kayıtlarını,

ARMERKOM (Araştırma Merkez Komutanlığı/Deniz Kuvvetlerine bağlı AR-GE kuruluşu)’da “çok gizli projeler var” şeklinde notlarla paylaşılan projelerin örgütün dikkatini çektiğini, bununla ilgili paylaşılan notları,

Tübitak da engellenmesini istedikleri projelerin neler olduğunu, kimler aracılığıyla bunların engellenmesini istediklerini yazmaya çalışacağım

Yazı için ayrılan yer uygun olursa, Ergenekona lojistik bilgi, belge, eleman desteği sağlayan bu örgütün çalışma usullerine dair el yazılarından elde edilmiş notlar, dijital verilere kaydedilmiş ve bizzat örgüt yöneticisinin kaldığı evdeki çantadan elde edilen flash bellekler içindeki örgüt elemanlarına ait bilgilendirme/belgelendirme notlarından da söz etmeye çalışacağım.

Kutsallıklara sığınmadan, bilgi/belgeler üzerinden bir milletin kendine gelmemesi için kurulmuş tuzaklar, bu tuzakları afişe etmek dışında millet aleyhine bir faaliyeti olmamışlara yönelen nefretin sebebi ve kaynağı karınca kararınca göstermeye devam edilmeli. 

KOZMİK ODAYA NAZİRE YAPAN FİŞLEME ÖRGÜTÜNDEN HÜCRESEL ÇALIŞMALAR/BELGELERDEN ÖRNEKLER (1) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/kozmik-odaya-nazire-yapan-fisleme-orgutunden-hucresel-calismalar-belgelerden-ornekler-1/feed/ 0
21. Yüzyılın Nazileri ve Schindlerleri https://hukukpenceresi.com/21-yuzyilin-nazileri-ve-schindlerleri/ https://hukukpenceresi.com/21-yuzyilin-nazileri-ve-schindlerleri/#respond Sun, 23 Oct 2022 21:04:04 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=8921 Konuk Yazar: Serdar Bülent Kandemir   “Yazmasam deli olacaktım” Sait Faik’in “Haritada Bir Nokta” öyküsünün son cümlesi böyle bitmektedir. Öykünün sonunda: “Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim. Hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem kâğıt aldım. Oturdum. Adanın […]

21. Yüzyılın Nazileri ve Schindlerleri yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Konuk Yazar:
Serdar Bülent Kandemir

 

“Yazmasam deli olacaktım” Sait Faik’in “Haritada Bir Nokta” öyküsünün son cümlesi böyle bitmektedir. Öykünün sonunda: “Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim. Hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem kâğıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.” der yazar.

Zaman değişti, benim cebimde canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için taşıdığım bir çakım yok ama gündemi takip etmek için taşıdığım cep telefonum var. Son günlerde Türkiye gündemini takip etmek başlı başına can sıkan bir olgu. Yolsuzluklar, ekonomik sıkıntılar, yüksek enflasyon, hukuksuzluklar, bir ilin Garnizon Komutanın maiyetindeki erlere cinsel istismarda bulunduğu ve Jandarma Genel Komutanlığında görevli iki albayın kafeteryada görevli bayana tecavüz ettiği iddialarını ve bu iddialara ilişkin hakim savcıların üç maymunu oynadıklarını görünce insan ülkesi ve ülkesinin geleceği adına ciddi endişe ve üzüntü yaşıyor. Ama aynı yargı mensuplarının sırf hükümet öyle istiyor diye ekonomik sıkıntı yaşayan ailelere “insani yardım” yapan kişileri terör örgütü üyeliği ile suçlaması ayrı bir can sıkıntısı.  

Bu bağlamda birkaç gün önce ülke genelinde 54 ilde 15 Temmuz darbe girişimi sonrası KHK ile ihraç edilen kişiler ve oluşturulan olağanüstü hal koşullarında yargılanıp cezaevinde tutuklu ya da hükümlü olanların ailelerine yardım ettiği iddiasıyla 704 kişi hakkında yürütülen soruşturmada komik gerekçelerle bir çok insan tutuklandı.

KHK’lı ailelerin çocuklarına uygun ücretle ders veren KHK’lı öğretmenler, Antalya’da serasında yetiştirdiği domateslerden KHK’lı ailelere veren çiftçi, yine Çorum’da eski koğuş arkadaşlarının ailelerine yetiştirdiği elma, patates ve soğandan veren bir başka çiftçi… uzayıp gidiyor liste,

  Evet LİSTE, yardım edenlerin LİSTESİ, yardım edilenlerin LİSTESİ, gözaltıma alınan ve tutuklananların LİSTESİ. Liste kelimesini duydukça aklıma II. Dünya Savaşı sırasında Naziler’in uygulamış olduğu soykırımdan binin üzerinde Polonya Yahudisinin kurtarılmasında rolü olan Oskar Schindler’i ve bu kurtarmayı konu edinen “Schindlerin Listesi (Schindler’s List)” filmi geliyor.

Yönetmenliğini Steven Spielberg’in yaptığı, yazar Thomas Keneally’in orijinal adı “Schindler’s Ark” olan romanından uyarlanmış ve 1993 yılında çekilen ve pek çok ödül alan filmin konusu:

Oskar Schindler, Nazi Almanya’sına iş kurmak amacı ile gelir ancak beş kuruşu yoktur. Kendi deyişiyle sunum yeteneği sayesinde birçok üst düzey Alman SS subayı ile dost olur. Bu sırada Yahudi Soykırımı başlamıştır. Schindler’in fabrikası artık getto kamplarındakilerin cennet kapısı olmaya başlamıştır. Schindler´in yardımcısı Itzhak Stern de bir Yahudi’dir. Stern, Schindler’in fabrikasının idaresini yürütürken, bir yandan da belgelerde yaptığı değişikliklerle birçok Yahudi’yi Alman savaş gücü için gerekli göstererek, fabrikaya alır ve toplama kamplarına gönderilmekten kurtarır.

Sonrasında, gettolardaki Yahudiler, Krakow’un güneyinde inşa edilen Plaszow Toplama Kampına sürülür ve bu sırada Alman askerlerinin gettoları boşaltmasını bölgeye hakim bir tepeden izleyen Schindler, birçok Yahudi’nin öldürülmesine tanık olur. Fakat, Stern’in de uyarılarıyla, özellikle Plaszow kampının komutanı Amon Leopold Göth başta olmak üzere, Alman subaylarıyla işbirliğine devam eder. Fabrika bir yandan kâr amacıyla çalışırken, Schindler bir yandan da mümkün olduğunca çok Yahudi’nin kurtarılması için çabalamaktadır.

Bu esnada, Berlin’den gelen emirle, kamp tasfiye edilip, tüm esirler Auschwitz’e sürülmeye başlanır. Schindler, her işçi için verdiği yüklü miktardaki rüşvetle, Amon Göth’ü kendi Yahudileri’ni, eski evinin bulunduğu Zwittau-Brinnlitz’de (Çekoslovakya) kuracağı fabrikaya götürmeye ikna eder. Schindler’in fabrikasına götürülmek üzere trene bindirilen erkeklerin fabrikaya ulaşmasına rağmen, Yahudi kadınlar bir yanlışlık sonucu Auschwitz’e götürülür. Fakat, Schindler kampın komutanı Rudolf Höß’e verdiği rüşvet ile kadınları tekrar kurtarır ve sonunda listesinde bulunan tüm Yahudileri kendi fabrikasına aldırmayı başarır.

Almanya’nın teslim olması ile beraber, hâlen bir Nazi partisi üyesi ve kendi deyişiyle köle işçilerden kazanç sağlayan bir kimse olduğu için Schindler, Sovyet askerlerinden kaçmak zorundadır. SS korumalarına, evlerine bir katil veya insan olarak dönmenin ellerinde olduğunu söyler ve askerler esirlere dokunmadan fabrikayı terk ederler. Gece, işçileri ile vedalaşması esnasında, işçiler Schindler’e gerekirse delil olarak sunması için her birinin imzaladığı ve onlar için bir katil olmadığını izah ettikleri bir mektup ile üzerine Talmud’dan “Kim ki bir insanın hayatını kurtarır, o tüm Dünya’yı kurtarır” sözünün işli olduğu, bir işçinin altın dişinden dövdükleri bir yüzük verirler. Schindler, duygulanır ve ağlayarak tüm bunların yeterli olmadığını, elinden gelenden daha fazlasını yapabilmiş, daha fazla insan kurtarabilmiş olmayı istediğini söyler.  Ayrıca tamamı siyah-beyaz olan filmdeki tek renkli görüntü bu küçük kızın paltosudur. Spielberg bu yolla, soykırımın bütün çıplaklığıyla orada olduğunu, nereden bakılırsa bakılsın gözden kaçmayacağını ortaya koymak istemiştir.[1]

“Kim ki bir insanın hayatını kurtarır, o tüm Dünya’yı kurtarır.” Talmud’da geçen ifade benzer şekilde Kuran-ı Kerim’de “kim bir kimseyi öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir can kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur.” (Maide 32) şeklinde geçmektedir.

Nazi Almanya’sının benzeri bugün Türkiye’de farklı versiyonda yaşanmaktadır. Bir gruba ait olduğu iddia edilen insanlar, iktidar ve ona bağlı medya tarafından toplum nazarında şeytanlaştırılmaya çalışılmakta, çalışma hakkı gibi en doğal ve anayasal haklarından mahrum edilmekte ve bir anlamda açlığa mahkum edilmektedir. Ortak kaderi yaşayan ve aynı haksızlığa maruz kalmış insanların dayanışma adına bir araya gelmesi birbirine ekonomik destek olması suç sayılmış ve iktidar tarafından açlığa mahkum edilmek istenen kişilere yiyecek ve para yardımı gibi ‘insani yardımlar’ suç sayılmıştır.

2016 yılından bu yana terör örgütü üyeliği ile suçlanan binlerce kişinin evinde yapılan aramalarda, herhangi bir silah ve patlayıcı madde veya terör eyleminde kullanılabilecek herhangi bir madde bulunmamışken, son yapılan operasyonlarda ele geçirilen ve çocuklar için gönderilen yiyecek, giyecek ve para suç unsuru olarak medyaya servis edilmiştir.

Türkiye’yi açık bir Nazi kampı haline getiren iktidarın, resmi söylemi ile ‘ağaç kabuğu’ yemeye mahkum edilen bu insanların açlıktan ölmemesi için yardım yapan kişilerin her biri günümüzün Oskar Schindler’idir. Yıllar sonra bu distopik ülkede kurtarılan hayatlar ve bu hayatları kurtaranlar minnetle anılacak ve bugünler ülkenin tarihinde kara bir leke olarak kalacaktır.      

Canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakım yok ama canım çok sıkıldığı için uykunun tutmadığı gecenin bir yarısında bilgisayarı açıp içimdekileri yazmak istedim. Yazmasam deli olacaktım. 

 

[1] https://tr.wikipedia.org/wiki/Schindler%27in_Listesi

21. Yüzyılın Nazileri ve Schindlerleri yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/21-yuzyilin-nazileri-ve-schindlerleri/feed/ 0