15 Temmuz arşivleri - Hukuk Penceresi https://hukukpenceresi.com/tag/15-temmuz/ Zulüm karanlığına ışık saçan pencere Sun, 28 Jan 2024 23:48:51 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://hukukpenceresi.com/wp-content/uploads/2022/06/indir-150x150.jpeg 15 Temmuz arşivleri - Hukuk Penceresi https://hukukpenceresi.com/tag/15-temmuz/ 32 32 KAĞITTAN KAPLAN YARGIMIZ https://hukukpenceresi.com/kagittan-kaplan-yargimiz/ https://hukukpenceresi.com/kagittan-kaplan-yargimiz/#comments Sun, 28 Jan 2024 23:48:51 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9205 Sivas Sulh Ceza Hâkimliği’nin tutukluluk  halimin devamına dair kararı ile HSYK tarafından verilen benim de ismimin yer aldığı 2847 hâkim ve savcının meslekten ihracına dair kararı 26 Ağustos 2016 tarihinde tebliğ edildi. İki farklı karar. Bir tarafta kişi temel hak ve özgürlüklerinin güvencesi olması gereken hâkimlik kararı, diğer tarafta ise yargı sisteminin bağımsız ve tarafsız […]

KAĞITTAN KAPLAN YARGIMIZ yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Sivas Sulh Ceza Hâkimliği’nin tutukluluk  halimin devamına dair kararı ile HSYK tarafından verilen benim de ismimin yer aldığı 2847 hâkim ve savcının meslekten ihracına dair kararı 26 Ağustos 2016 tarihinde tebliğ edildi.

İki farklı karar. Bir tarafta kişi temel hak ve özgürlüklerinin güvencesi olması gereken hâkimlik kararı, diğer tarafta ise yargı sisteminin bağımsız ve tarafsız olmasını teminat altına alması beklenen bir Kurul kararı var. Her ikisinin malul olduğu hastalık, hukuk devletinin temeline dinamit koyan ve onun varlığını tehdit eden bir fecaat: Gerekçesizlik.  Her iki karar vehim, korkuy, hırslar, kinler ya da düşmanlıklar üzerine bina edilmiş.

İdeolojik yaklaşımın; etnik, dini, felsefi ya da sosyolojik farklılıkların; beklenti, korku veya hırsların hâkimlerin hakkaniyetli, ahlaklı ve vicdanlı karar vermeleri önünde büyük bir engel teşkil ettiği talihsiz bir zaman diliminde yaşıyoruz. Yargı mensuplarının içinde debelendikleri bu zafiyetleri, adaletli bir yargı sistemine özlem duyan, bunu yitik bir malı gibi hasretle ve özlemle arayan milletimin hayalleri önünde aşılamaz bir settir.

Memleketin hukukçularının (yargı çalışanları ve akademisyenlerinin) sefaletleri önce kendilerini daha sonra ise onun üzerine bina edilen değer ve kurumları yok etme potansiyeline sahiptir. Bunlardan müteşekkil bir yargı sisteminin çürümeye, ayrışmaya, kargaşaya ve her tür anarşiye yol açması kaçınılmazdır.

Bireylerin kişiliklerini örseleyen aile yapımız, yaratıcılığı ve üreticiliği doğmadan öldüren eğitim sistemimiz; kural, kaide, teamülleri olmayan kişiliksiz ve otoritesiz, denetimsiz, mesuliyetsiz devlet teşkilatlanması ve benzer başkaca sebeplerin bir araya gelmesi, yukarıda tanımlamaya çalıştığım hukukçu modelini bizlere hediye etti.

Ruhi hastalıkları ve manevi bunalımları nedeniyle “gerekçesiz” kalan hukukçu, gerçeklikten kopmakta, hayal âleminde hakikati arama macerasına atılmaktadır. Bu tür bir yaşamı kabul eden hukukçunun can simidi “klişe” ibareler, “kanun metni” ya da sorgulamasını yapmadan baş tacı ettiği “içtihatlar”dır. Kararında alt alta sıraladığı dosyanın somut omurgasından kopuk, bireyselleştirilmemiş ibareler ne kadar ışıltılı ve edebi olurlarsa olsun, içeriğinde bir ahengi bulunursa bulunsun, bunlar hukukçunun zavallılığını içinde bulunduğu ruh ve zihin sefaletini haykıran kelime yığınından ibarettirler.

Hakkımda sulh ceza hâkimliğince verilen tutuklama kararı ile tutukluluğun devamına dair kararları her okuyuşumda hissettiği şey hâkimin vicdanının iniltileri, içinde bulunduğu ve çıkmaya çabaladığı zavallı ruh hali, kendini kurtarma ve vicdanını rahatlatma çabası, korkusu ve acizliğidir. Bir hâkimin en büyük silahı ya da kalkanı, kararında gösterdiği deliller, somut veriler ve bunları ilmek ilmek işlediği hukuki değerlendirmesidir. Hâkim, bunlarla vicdanını rahatlatır, maddi ve manevi sahadan gelecek saldırıları göğüsler korkularının pençesinden bu şekilde kurtulur. Huzur bulur.

Tutuklama kararında aleyhime delil olarak gösterilen bilgi ve belgeler tam bir korku zincirini andırıyor. Silsile halinde sulh ceza hâkimine ulaşan bu zincirin halkalarının sağlamlığını irdelemeye kimsenin cesareti yok. Tam olarak dosyaya yansımamakla birlikte hakkımda HS(Y)K nezdinde tutulan ve kim tarafından servis edildiği belirsiz fişleme notları el altından Ankara savcılığına, bura vasıtasıyla Sivas savcılığına ve nihayetinde Sivas sulh ceza hâkimine ulaşmış. Korku bulutlarının ve karanlığın hâkim olduğu bir ortamda bilginin (delilin) bahşettiği aydınlığın, akıl ve mantık ilkelerinin ve şuurun izlerini bulmak ne mümkün. Önümde, beni tutsak eden, birbirine dayanarak ayakta kalmaya çalışan kâğıttan bir canavar var. Bu canavarın mimarları, yaratıklarının gölgesinden korkuyor, ihtişamıyla sermest oluyor ve bununla muhataplarına gözdağı veriyorlar.

Suçlamanın (darbe yapmak) büyüklüğü zihinleri esir almış, aklı sürgün edip mantıklara kilit vurmuş sanki. Salt suç isnadını mahkûmiyetin temel dayanağı kabul etmiş zavallılar. Delil bunlar için anlamsız bir ayrıntı; gerektiğinde bulunacak, bulanamazsa uydurulacak bir usüli zorunluluk. Zira bana ve benimle aynı durumda bulunanlara karşı işlenen cinayeti ortaya çıkaracak tüm mekanizmalar ya değiştirilerek zalimler tarafından ele geçirilmiş ya da korku ve baskı ile etkisizleştirilmişlerdir. Birisinin veya birilerinin yapılanlar ile igili olarak “hakız, hukuksuz” diyememesi, faillerin en büyük dayanağı ve varlık nedeni haline gelmiş.

Bu zulmü yapanlar veya ona ortak olanlar o kadar zayıf ve acizler ki, üflemekle yıkılacak kaleleri ve saraylarının arkasında, ürkek ve titrek bir halde yaşıyorlar. Endişeli şekilde akıbetlerini bekliyorlar.

 

 

Not: Bu yazı 27 Ağustos 2016 günü, Sivas cezaevindeki tutsaklığım sırasında kaleme alındı.

KAĞITTAN KAPLAN YARGIMIZ yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/kagittan-kaplan-yargimiz/feed/ 1
HÜCREMİN MAZGALLARI https://hukukpenceresi.com/hucremin-mazgallari/ https://hukukpenceresi.com/hucremin-mazgallari/#comments Fri, 26 Jan 2024 21:09:05 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9200 (Bu yazı 15.1.2017 tarihinde, Silivri cezaevinde tutsaklığım sırasında kaleme alındı)   Dış dünyanın görünen tek yüzü olan gökyüzünü seyrederken bile özgür olmadığımı hatırlatıyor bana, hücremin penceresini de hapseden mazgallar. İzahı zor duygular hasat ettiğim, ruhuma rahatlık kalbime huzur bahşeden gök kubbeyi bir bütün halinde seyredemiyorum. Cezaevini inşa eden zihniyet, misafirlerinin tüm ümitlerini kırmak istercesine, onları hayata […]

HÜCREMİN MAZGALLARI yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
(Bu yazı 15.1.2017 tarihinde,
Silivri cezaevinde
tutsaklığım sırasında kaleme alındı)

 

Dış dünyanın görünen tek yüzü olan gökyüzünü seyrederken bile özgür olmadığımı hatırlatıyor bana, hücremin penceresini de hapseden mazgallar. İzahı zor duygular hasat ettiğim, ruhuma rahatlık kalbime huzur bahşeden gök kubbeyi bir bütün halinde seyredemiyorum. Cezaevini inşa eden zihniyet, misafirlerinin tüm ümitlerini kırmak istercesine, onları hayata bağlayan semayı da parçalamak istemiş. Ya da bedenin firarını önlemek adına demirden ve betondan ördüğü kafese, mazgallarla ruhu da hapsetmeyi amaçlamış.

Mazgallar, sonsuz maviliği demirleriyle 80 parçaya bölmeye yeltenen bedeni paslı ruhu kara caniler.

Bakışlarımı ne kadar yaklaştırırsam yaklaştırayım tek bir parçaya sığdıramıyorum gökyüzünü ve onun aynasından bana yansıyanları. En fazla iki parçaya indirip, parçalarını zihnimde birleştirmeye çalışıyorum çoğu kez.

Bazen tek gözümü karanlığa mahkûm edip diğeriyle bir kareden izliyorum semayı. Ancak bu durumda feda ettiğim gözüm mahrum kalıyor bu hazdan. Yarım hissediyorum zihnimde sonsuzluğu.

Mazgalların beni mahkûm, mağdur ve mahdut etmesine isyan ediyor, ruhuma ve zihnime vurduğu prangaları kırmanın her daim bir yolunu buluyorum. 80 karenin her birine ayrı bir manzara yerleştiriyorum hayalimde. Geçmiş zamanlardan kesitler oluyor birçoğunda; geri kalanlarına ise geleceğe dair umutlarımı konduruyorum. Geçmiş ve geleceğimi bir anda seyredebileceğim devasa bir ekranım oluyor mazgal örgülü pencerem, beni tutsak eden zalimlere inat.

Oradan izlemeye başlıyorum geçmişi, anı ve geleceği.

Kâh gülüyor, kâh üzülüyorum; bir an geliyor umut ve heyecan kaplıyor içimi, bir anda karanlık bir kuyudan çıkmaya çalışırken buluyorum kendimi.

Hayatın, insanların ve tabiatın zenginliğini ve çeşitliğini anımsatıyor parçaların çokluğu.

Tek olan ne var dünyada? Tek olan neyin anlamı ve tadı var ki?

Cezaevine konulma nedenim: dünyanın tekleştirilmesine karşı isyanım değil miydi?

Diğerleriyle aynı yönde eylem ve söylemde bulunmadığımdan dolayı kendi dünyalarından kovup uzaklaştırmadılar mı beni?

Camın önüne veya arkasına konulan parmaklıkların camın bütünlüğüne bir zararı olabilir mi?

Bu parmaklıklar göğü gerçekte parçalayabilir mi?

Mazgal aralıklarından bir veya bir kaçını kullanarak dışarıyı izlemede kimin kime ne zararı dokunabilir? Hepimiz aynı semaya bakıyor olacağız, yani sonsuzluğa, ya da boşluğa.

Bu engelleri koyanlara inat ben, pencerenin önündeki parmaklıkların beni mahkum etmesine izin vermeyeceğim. Toplu iğne deliğinden dahi olsa görebildiğim sürece gökyüzünü izlemekten vazgeçmeyeceğim. Milyonlarca parçaya bölseler de penceremi, semayı, zihin dünyamda bütünleştirip daha da mükemmelleştireceğim. Hem de bunu tek gözümü kapatmadan, hiçbir uzvumu ve duygumu feda etmeden yapacağım.

Konulduğum bu mekandan kendimi tüketerek değil, çoğaltarak çıkacağım.

 

HÜCREMİN MAZGALLARI yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/hucremin-mazgallari/feed/ 2
REALİST-İDEALİST HUKUKÇU https://hukukpenceresi.com/realist-idealist-hukukcu/ https://hukukpenceresi.com/realist-idealist-hukukcu/#comments Tue, 23 Jan 2024 00:12:30 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9186 Her hukukçu teorik olarak hakkın ne olduğunu, adaletin nasıl tesis edileceğini bilir. Bilmekle kalmaz, bu amaca ulaşmak için çaba sarf edeceğini, engelleri aşıp, zorlukları göğüsleyeceğini beyan edip, bunun şahsi ideali olduğunu söyler. Zamanı gelip de bu idealini teste tabi tutacak olaylarla karşılaştığında, hukukçuların ne kadarının sözünün ve iradesinin namusunu koruyup, ideali uğrunda fedakârlıkta bulunarak, madden […]

REALİST-İDEALİST HUKUKÇU yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Her hukukçu teorik olarak hakkın ne olduğunu, adaletin nasıl tesis edileceğini bilir. Bilmekle kalmaz, bu amaca ulaşmak için çaba sarf edeceğini, engelleri aşıp, zorlukları göğüsleyeceğini beyan edip, bunun şahsi ideali olduğunu söyler. Zamanı gelip de bu idealini teste tabi tutacak olaylarla karşılaştığında, hukukçuların ne kadarının sözünün ve iradesinin namusunu koruyup, ideali uğrunda fedakârlıkta bulunarak, madden ve manen mücadele edeceği baştan bilinemez. Testi geçenlerin oranı hukuk sisteminin kalitesini tayin eder.

Zihin dünyasında ve entelektüel dağarcığında adalet kahramanı gözüken nice yiğitler, ya daha savaş başlamadan meydanı terk etmişler, ya da mücadele sahasının mücavir alanına dahi adım atamamışlardır. Yani onların adalet ve hak savaşımı bir kuruntudan, dev aynasındaki bir yansımadan ibarettir.

Bu zaviyeden, yani söylem ve fikirlerinde samimi olup olmama noktasında hukukçuları idealist ve realist[1] olarak ikili bir gruplandırmaya tabi tutabiliriz.

Realist hukukçular, kendi duygu, düşünce ve fikirlerine ters, onların tesirini azaltacak veya yok edip dönüştürecek harici güçlere ve etkilere karşı direnç göstermeyi, onlarla mücadeleyi asla göze almazlar. Kâr getirmeyen bir mücadeleden kaçmaları onların mağlubiyetleri anlamına gelmez. Zira onlar yenilmemesini becerecek zekâya ve karaktere sahiptirler. Çıkarları kutsal ve önceliklidir. Menfaatlerini her ortam ve zamanda korumak ve artırmak adına sürekli söylem ve eylem geliştirip (değiştirip) dururlar. Aldatmak, onların zaferlerinin anahtarıdır. Mücadeleden kaçıp, menfaatlerini koruyup yenilerini ekleyerek her kişi/değer/grup ile anlaşma yapmak ve orta yolu bulmak onlara göre akıllıca bir harekettir. Hile ile hayatta zafer kovalayan bu sinsi hukukçular, haricen gelecek etkileri bertaraf edebilmek için, onunla barışık davranmaya, onun rengini almaya, onun güdümünde ona hizmet etmeye hazırdırlar. Böyle zelilâne bir hali seçmelerinin amacı, sonraki süreçte şartlar değiştiğinde kölesi olduklarına “efendi” olmaktır. Hayat her daim değişmekte olup, yeni durum ve şartlar yeni güçlükleri beraberinde getirdiğinden, bukalemun karakterli bu hukukçular her daim köle olmak durumundadırlar.

Realist ruhlu hukukçular, benliklerinde var olan duygulara ihanet ettiklerinin bilincinde olup bunun suçluluğunu iç derinliklerinde hissettiklerinden acı çekerler; mutsuz ve tedirgindirler. Vicdanlarının intikamından korkarlar. Kendileriyle baş başa kalmaktan ürkerler. Yöneltilen her eleştiriye şiddetle karşı koyarlar. Demagoji yeteneklerini, hukukî bilgilerini ve entelektüel birikimlerini zekâlarıyla yoğurarak, yöneltilen eleştirileri göğüslemeye, onlara kılıf uydurmaya gayret ederler.

Sefil ruhlu bu hukukçular, siyasi manevra kabiliyetli, sinsi ve hilekâr akıllarıyla ürettikleri veya elde ettikleri ve başkalarının iştahını kabartan makam, mevki, para ve şöhret gibi menfaatleri ile öğünüp, bunlarla teselli olurlar.

Korkaklıkları, acizlikleri, hileleri, ikiyüzlü oluşları yüzlerine vurulduğunda bu kişilere düşmanlık beslerler. Zira bunlar onların acı ve hüzün kaynaklarıdır. Sahip oldukları tüm maharetlerini, olanaklarını seferber ederek zarar vermek için, ithamda bulunan kişilere saldırırlar. Çoğu kez bunda başarılı da olurlar. Dostları, kendileri gibi olanlardır. Birbirlerini alkışlamaktan haz duyarlar. Efendi kabul ettikleri kişi/grup/değerlerin kötü olan her hareketinde bir kutsallık bulup takdir ederler.

Realist ruha sahip bir kişiden büyük hukuk adamı çıkmasını beklemek safiyane bir hayalden ibarettir. Yıkılan adalet ruhunu yeniden doğrultacak, onu ölüm uykusundan uyandıracak, bağlı olduğu maddi-manevi zincirlerinden kurtararak özgürleştirecek, herkesin görebileceği şekilde abidesini dikecek olan “büyük hukuk adamı” realist değil, idealist ruhlu olanıdır.

Sonradan efendi olma beklenti ve kurnazlığı ile esareti kabul ve bu doğrultuda ödün verme hukuk adamının intiharı ve onun şahsında hukukun idamıdır. Böyle bir benlik bugünün mağduru iken, geleceğin zalimi olacaktır.

 

[1] Realist ve idealist hukukçu ayrımı, Sayın Nurettin Topçu’nun İradenin Dâvası-Devlet ve Demokrasi isimli eserindeki değerlendirmelerinden esinlenerek yapılmış ve yazılmıştır.

REALİST-İDEALİST HUKUKÇU yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/realist-idealist-hukukcu/feed/ 1
Kafka’nın Dava Romanı Türkiye’de mi Yazıldı! https://hukukpenceresi.com/kafkanin-dava-romani-turkiyede-mi-yazildi/ https://hukukpenceresi.com/kafkanin-dava-romani-turkiyede-mi-yazildi/#respond Wed, 17 Jan 2024 22:51:14 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9121 “Bu filmdeki tüm karakterlerin ve olayların gerçek kişi ve kurumlarla ilgisi yoktur. Tamamen hayal ürünüdür.” diye başlayan filmleri bilirsiniz. Ben bunu Franz Kafka’nın Dava romanını özetlemeden önce söylemek istiyorum. Romanı okuyanlar ve okuyacak olanlara baştan söyleyeyim, bu bir roman ve Kafka bu romanı 20. yy.’da yazdı. Ne alakası olur AKP Türkiye’si ile, degil mi! Roman […]

Kafka’nın Dava Romanı Türkiye’de mi Yazıldı! yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Bu filmdeki tüm karakterlerin ve olayların gerçek kişi ve kurumlarla ilgisi yoktur. Tamamen hayal ürünüdür.”

diye başlayan filmleri bilirsiniz. Ben bunu Franz Kafka’nın Dava romanını özetlemeden önce söylemek istiyorum. Romanı okuyanlar ve okuyacak olanlara baştan söyleyeyim, bu bir roman ve Kafka bu romanı 20. yy.’da yazdı. Ne alakası olur AKP Türkiye’si ile, degil mi!

Roman şöyle başlıyor:

Biri Josef K.’ya iftira atmış olmalıydı, çünkü kötü bir şey yapmadığı halde bir sabah tutuklandı.”

Ne enteresandı ki o günlere de Korku Çağı deniyor idi. Romanın özeti şöyledir:

Josef K. Bir sabah uyandığında başında bekleyen birkaç kişi görür ve bu beylerden tutuklandığını öğrenir. Israrla tutuklanma nedenini onlardan öğrenmeye çalışsa da bu adamlar hiçbir bilgi vermemektedir. Suç işlemediğinden emin olan Josef K ne yapacağını bilemez durumdadır. Önce, kendi evinde birkaç saat esir edilip ev bastan sona aranır, sonrasında adamların evden gitmesiyle şimdilik serbest bırakıldığını öğrenir. Bu saçma işe bir türlü anlam veremez. Kendisi aynı zamanda bulunduğu bölgenin önemli bankalarından birinde üst düzey bir görevde çalışmaktadır.

Kendi davası hakkında çevre adliyelere gider, yetkili kişilerden bilgi almaya çalışır fakat kendisine bir şey söyleyemeyeceklerini bildirirler. Sanki dosyada gizlilik kararı var gibi. Aynı zamanda, garip bir şekilde bölgede yaşayan hemen hemen herkesin, Josef K adına açılmış bu davadan haberi vardır. Demek ki kamuoyunda çoktan fişlenmiş ve toplumsal baskı başlamıştır. Oysa Josef K, bu durumdan rahatsız olduğu için elinde olsa kimsenin haberdar olmasını istemez. Özellikle bankada kendisiyle yarışan müdür yardımcısının. Aslında belki o iftira atmıştır, makam ve kıskançlıktan dolayı.

Bu haber, kendisinden çok uzakta yaşayan amcasının kulağına bile gitmiştir. Ertesi gün hemen K’nın yaşadığı yere gelen amcası, kendisini iyice azarlar. Josef, her ne kadar suçsuz olduğunu anlatmaya çalışsa da amcası doğal olarak ilk başta buna inanmaz. “Suçsuz olsan devlet niye dava açsın ki” anlayışı demek ki. Ama sonunda Josef’in yoğun ısrarları üzerine ona inanmak zorunda kalır ve Josef’in bu zamana kadar akıl edemediği hatta gerek bile olduğunu düşünmediği bir şeyden bahseder: bir avukatın gerekliliği.

 Amcası, davadan bahsederken Josef de bir sandalyede konuşulanları dinlermiş gibi oturmaktadır. Avukat davayı almıştır ama dava hakkında Josef lehine hiçbir şey yapmaz. Sanki Barodan görevlendirilen ve müvekkilden ziyade kamu gücüne biat etmiş avukatlar gibi.

Aradan uzun zaman geçmiştir. Josef K hala neden kendisi adına dava açıldığını bilmemektedir ve öğrenmek için çeşitli girişimlerde bulunmaktadır fakat hiçbiri olumlu sonuç vermemektedir. Bu süreç içinde birkaç kez avukat ile görüşen Josef, davanın sebebini öğrenemediği için avukatına da sinirlidir.

31. yaş gününe girdiği gece evinin kapısını silindir şapkalı iki adam çalar, belki de kırar. Josef bu adamları tanımıyordur. Birlikte birkaç sokak dolaşırlar ve kent dışına çıktıklarında bu adamlar Josef’i bir taşın üzerine yatırır ve kendisini idam ederler. Günümüzde siyah transporterle insan kaybetmenin roman zamanındaki hali belki de.

Burada italik bölümleri ben ekledim ama italik yapmayıp özetlediğim yerler de italik olmayı hakkediyor, diye düşünüyorum.

Bu topraklarda çoğu insan sabah gün doğmadan belki yerini kıskanan, makam meraklısı, para (yolsuzluk) zaafı olan insanların iftiralarıyla kötü bir şey yapmadığı halde tutuklandı, kaçırıldı, işkenceye uğradı. Çoğu, iddianamesi olmadan yıllarca tutuklu bırakıldı. Savunma hakkı tanınmadı, yasalarda yazan hangi suçu islediklerini söylemeden (çünkü öyle bir suç asla olmadı) kanunlar ayaklar altına alındı. İlginç şekilde romanda herkesin bildiği denilen şey aslında kamu gücüyle (basın yayın) kalabalıkları manipüle ile birilerini öcü ilan etmekten ibaretti. Davalar kanuni olmadığı gibi tarafsız hiç değildi; hatta bağımsız denilen yargıya HSK tarafından davalar sonuçlanmadan bize danışın diye açıktan talimat bile verildi. Avukat hakkı göstermelik idi zaten. Suçlananları savunan avukatlar dahi tutuklandığından, Türkiye’nin Josef K’sı olan çokları avukat dahi bulamadı. Baronun avukatları ise müvekkilden ziyade savcı ne derse ona göre davranan kuklalardan ibaret idi.

Kafka’nın bu romanı hayal ürünü ve aforizmalarla dolu; ama çoğumuz Josef K’nın yaşadıklarını tecrübe etti; bu romanda anlatılanları yaşayan yüzlercesini herkes bir şekilde tanıdı.

Gelecekte değişeceği umuduyla. Sevginin, huzurun, mutluluğun ve bin bir türlü güzelliklerin resmedildiği romanların canlı kahramanları olmak dileğiyle.

Kafka’nın Dava Romanı Türkiye’de mi Yazıldı! yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/kafkanin-dava-romani-turkiyede-mi-yazildi/feed/ 0
Dreyfus’un Hakkını Savunmak https://hukukpenceresi.com/dreyfus-un-hakkini-savunmak/ https://hukukpenceresi.com/dreyfus-un-hakkini-savunmak/#comments Tue, 09 Jan 2024 21:50:21 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9116 Dreyfus Davası her yönüyle hukuk tarihini derinden etkilemiş ve kelle isteyen yığınların güdüleri ile hareket etmenin nasıl bir hukuksuzluk ve adaletsizlik ortaya çıkardığını gösteren ibretlik bir örnektir. Fransa da milliyetçiliğin zirveleştiği bir dönemde (Johnson’un ‘Her alçağın son sığınağı milliyetçiliktir’ sözünü hatırlayalım) ekonomik darboğaz ve küçümsenen Almanya’ya karşı yenilmiş olmanın sebebi olarak dış güçlere (Almanya) destek […]

Dreyfus’un Hakkını Savunmak yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Dreyfus Davası her yönüyle hukuk tarihini derinden etkilemiş ve kelle isteyen yığınların güdüleri ile hareket etmenin nasıl bir hukuksuzluk ve adaletsizlik ortaya çıkardığını gösteren ibretlik bir örnektir.

Fransa da milliyetçiliğin zirveleştiği bir dönemde (Johnson’un ‘Her alçağın son sığınağı milliyetçiliktir’ sözünü hatırlayalım) ekonomik darboğaz ve küçümsenen Almanya’ya karşı yenilmiş olmanın sebebi olarak dış güçlere (Almanya) destek veren (!) içteki azınlık (Yahudiler) suçlu ve öteki ilan edilmekte idi.

Ülkenin tüccar kesimini oluşturan Yahudilerin, son dönemde ordu ve bürokrasi içerisinde çeşitli görevler almaya başlaması dikkatleri onların üzerine çekiyordu.

Bu rüzgârda toplum ekonomik kriz ve hükümetin başarısız yönetimini görmüyor ve suçlu arıyordu. Tanrılar (Egemen güçler) kurban istiyordu. Tam bu sırada Ulusal basında (havuz ve bağımlı medyada) sıklıkla ordunun içine sızmış (!) Alman yandaşı Yahudilerin listesi yayımlanıyor ve ülkede kötü giden her şeyin sorumlusu olarak Yahudi topluluğu gösteriliyordu.

Fransız ordusu içerisinde bir kişinin Alman istihbaratına bilgi sızdırdığı ile ilgili bir kâğıt parçası delil kabul edilip fırtınalar koparılmaya başlandı.

Bu yeterli delil olmayan makul şüphelerle delil kabul edilen kâğıtlar sayesinde kanunsuz suç icat edilmişti. Bu kâğıt parçası İstihbaratın başında bulunan Albay Jean Sandherr’e ulaştığında Fransız kamuoyunda küçük bir kıyamet kopacaktı. Sandherr bir Yahudi karşıtı olmasıyla ünlüydü.

Yapılan tahkikatların sonucu bu Yahudi subay Dreyfus’u işaret ediyordu; ancak Dış İşleri Bakanı Hanotaux kanıt yetersizliğinden davanın açılmasına karşı çıktı.

Böyle bir dava Fransız kamuoyunu böleceği gibi uluslararası kamuoyunda Fransa’nın elini zayıflatabilirdi.

Buna rağmen cadı avı kararı alınmıştı. Soruşturmanın başına da Sandherr’in bizzat kendisi getirildi, bu atama soruşturmanın adil bir mahkeme olmaktan çıkıp bir kelle avına dönüşmesine neden olacaktı.

Aslında Dreyfus ’un belge ile ilişkilendirilmesi yalnızca bir tahmine dayanmaktaydı. Onun seçilmesinin başka nedenleri de vardı. Dreyfus  bir Yahudi ailesine mensuptu. Ordu içerisinde durdurulamayan bir yükselişi vardı. Böyle bir kişinin örnek olarak ilerlemesi Fransız yerli ve milli çıkarlarına daha doğrusu egemenlerin çıkarlarına hizmet etmeyeceği aşikar idi.

Dreyfus seçilmiş bir kurbandı. Soruşturma esnasında tüm iddialar boşa çıkmıştı ama karar yukardan verildiğinden sahte deliller uydurulmaya devam edildi. İlk zamanlar bir kaç akil kişi Dreyfus’un suçsuz olduğunu bu cadı avının Fransız değerlerini kökünden sarsacağını belirtse de  hükümet, parlamento ve milliyetçi kanat kelle istemekte idi.

Mahkeme başladığında tanıklardan birisi Savunma Bakanı General Mercier’dir. Davanın seyrini değiştirir çünkü sahte bir mektup hazırlayarak yalnızca mahkeme başkanı ve üyelerinin okumaları kaydı ile heyete teslim eder. Bu hareketi ile kendi ordusunda şerefli bir subaya kumpas kurdu ve iftira attı. Hulusi Akar’a örnek teşkil etmiş midir bilinmez ama üstüne Fransız İstihbaratında çalışan Hakan Fidan’in (!) personelleri de teker teker kürsüye gelerek şerefleri  üzerine yeminler ederek hainin Dreyfus olduğunu söylerler.

Görülen odur ki tüm imkanlarını seferber eden devlet, yalan deliller üretip, havuz medyası ile algıyı yönetip, kurduğu düzmece Mahkeme ile davanın sonucuna ilişkin kararını zaten önceden belli etmişti. Aslında davada Dreyfus değil bir milletin içinde bir grup yargılanıyor ve cadı avı zemini hazırlanıyor idi.

Nihayet delillerin (!) ışığında üçüncü gününde mahkeme karara varır ve Dreyfus’u müebbet hapse ve rütbelerinin sökülmesine hükmeder. Karar milliyetçileri memnun etmez. Dreyfus ’un muhakkak idamını  istemektedirler. 15 Temmuz sonrasi idam geri gelsin diyenler ve RTE nin gelsin hemen imzalarım demesi gibi. (Oysa o da geriye hukuk işlenmezi biliyor idi ama toplumsal yığınları yönlendiriyordu).

Sonuçta herkesin gözü önünde bir seremoni ile rütbeleri söküldü ve oradan ömur boyu hapis cezası çekmeye Şeytan Adası hapishanesine gönderildi.

Hikayenin bu tarafına kadar olanlar aslında isimleri değiştirsek Türkiye ve 15 Temmuz sürecinin benzeridir. Yolsuzluk ve krizler sonucu gündemi değiştirmek ve kendi suçlarını milliyetçi kılıfıyla saklamak için bir iç düşman belirtme isteği, bunda eğitimde ve ticarette başarı elde etmiş bir topluluğu medya eliyle fişleme, devlet eliyle, uydurma belgelerle, uyduruk mahkemelerle, yalancı şahitlerle yargılama ve onurumu ayaklar altına alıp, linç edilmesi için toplum önüne atma (orta yerde rütbeleri sökme gibi).

Ama buradan sonrası belki de aydın kişiler için geçerli. Emile Zola  tek başına bu haksız duruma meydan okur. Bunun neticesinde tehdit edilir, baskılara uğrar, tabiri caizse Paralel ilan edilir, buna rağmen Cumhurbaşkanına kadar ulaşır ve tarihte “İtham Ediyorum adlı meşhur mektubu ile bu hukuksuzluğa meydan okur.

 Zola, hükümete hakaretten, ağır para cezasına ardından da hapis cezasına çarptırılır. Sonrasında tüm servetine de el konulur.

Dava çığırından çıkmış, bir cadı avına dönüşmüştür. Dreyfus ile beraber listelenen kişilerin mallarına el konur veya Kayyumlar atanır.

Baskılardan sonra Dreyfus taraftarları çareyi İngiltere’ye iltica etmekte bulur. Meriç ve Egenin soğuk sularının o zamanki adı belki de Manş Denizi’dir.

Adalet topaldır, ağır yürür fakat gideceği yere er geç varır. Mücadele eden bir avuç inanmış adalet peşinde sürgün olan şahsiyet sayesinde dava ilerde tekrar görülür. Sonunda adil mahkemeler Dreyfus Davası’nı yeniden görür ve olayın baştan sona yanlış anlaşılmalar ve komplolarla dolu bir kumpas olduğu ortaya çıkartılır.  Dosya ve ifadeler ile gerçek suçlular, kumpas yapanlar tek tek tespit edilir. Dreyfus, önce Hükümet Affı ile serbest bırakılır ardından rütbeleri söküldüğü meydanda iade edilerek Binbaşılığa yükseltilir.

Dreyfus Davası ya da kumpasının başı bildiğimiz yaşadığımız hatıralarda var. Ama Emile Zola’ların yokluğu hissediliyor. İnanıyorum ki bir avuç sürgündeki inanan hukukçunun mücadelesi sonunda Günümüz Dreyfus Davasında tüm hakikatler  ortaya çıkacak ve tarihte aynı şekilde, aynı meydanda rütbeler, haklar iade edilecektir. Tarih tekerrürden ibarettir.

Dreyfus’un Hakkını Savunmak yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/dreyfus-un-hakkini-savunmak/feed/ 1
Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (3.Bölüm) https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi-3-bolum/ https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi-3-bolum/#comments Wed, 08 Feb 2023 00:40:41 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9049 Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (3. Bölüm) Toplantıyı idare eden Selahattin Menteşe “Başka soru sormak veya katkı sunmak isteyenler varsa söz hakkı verebiliriz.” dedi. Sait bey elini kaldırarak söz istedi. Sahnedeki heyet söz versek mi vermesek mi diye kendi aralarında konuşurken, eline mikrofonu almayı başaran Sait bey, “Değerli meslektaşlarım hepinizi saygıyla selamlıyorum. […]

Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (3.Bölüm) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı”

(3. Bölüm)

Toplantıyı idare eden Selahattin Menteşe “Başka soru sormak veya katkı sunmak isteyenler varsa söz hakkı verebiliriz.” dedi. Sait bey elini kaldırarak söz istedi. Sahnedeki heyet söz versek mi vermesek mi diye kendi aralarında konuşurken, eline mikrofonu almayı başaran Sait bey, “Değerli meslektaşlarım hepinizi saygıyla selamlıyorum. Endişeye mahal yok! Toplantıyı sabote etmek için söz almadım. Sadece yapılan konuşmalar nedeniyle müsaadenizle birkaç cümle ile açıklama yapmak istiyorum.” dedi.

Bu sırada yan masalardan laf atarak, “Kes traşı, buraya seni dinlemeye gelmedik”, “Tamam bu arkadaş konuştu, alın mikrofonu” diyen üç beş kişi oldu. Karakter olarak sert ve ciddi bir mizaca sahip olan eski bürokrat Sait bey, yargı mensubundan çok meyhane fedaisi ağzıyla laf atan bu insanlara hışımla dönüp -siz beni iyi tanırsınız dercesine- kaşlarını çatıp gözlerini kısarak bakınca bu kişiler – gayr-i ihtiyari – süt dökmüş kedi gibi oldular. Masa ve sandalyeleri arasında ufaldıkça ufaldılar. Zira yaygara yapan bu zevatın cemaziyelevvellerini ve meslekte ne haltlar karıştırdıklarını Sait bey çok iyi biliyordu. Sinmeleri bunun sonucuydu!

Sait bey devamla, “Toplantı salonu dışında görevli bir meslektaş tarafından yine bu toplantıya katılmak için gelen Metin Koyuncu arkadaşımıza sözlü tacizde bulunulduğunu öğrendim. Öncelikle yakışıksız bu davranışından dolayı o meslektaşı kınadığımı belirtmek isterim. (Kürsüde ki Selahattin bey ‘Tamam bir sorun yok, kısaca toparlayın lütfen’ dedi.) Sayın meslektaşlarım 12 eylül 1980’den önce polis teşkilatında Pol-Der ve Pol-Bir şeklinde iki yapı oluşmuştu. Bu kamplaşma neticesinde ülkemizde asayiş tamamen bozulmuştu. Hiç kimsenin can ve mal güvenliği kalmamıştı. İnanıyorum ki, burada bulunan hiç kimse yargı camiamızın da kamplaşıp toplumun kırılganlaşmasına sebep olmak istemez. Bu seçim sürecini huzur içinde yürütemezsek ülkemiz için hava kadar, su kadar önemli olan adalet hizmetlerinin sekteye uğrayacağına dair endişelerimi belirtmek istiyorum. Netice itibarıyla, HSYK seçiminin centilmenlik içinde geçmesini, adaylardan ziyade ülkemizin kazanmasını canı gönülden diliyorum. Söyleyeceklerim bu kadar. Teşekkür ederim.” dedi ve yerine oturdu. Yirmi otuz kişi dışında kimse alkışlamadı. Sait bey sandalyeye oturmaya yeltenirken Metin bey ‘artık gitsek mi efendim’ dedi ve bu teklifi makul karşılayan Sait bey ayağa kalktı. Hiç acele etmeden yavaşça sandalyedeki ceketini giydi. Konuşmacılar dahil salondakilerin çoğu bu seremoniyi sessizce izlediler. Sait bey, sağında Metin ve solunda Bilal beyler olduğu halde özellikle sahnenin önünden geçmeyi tercih etti ve konuşmacılara da ufak bir tebessüm ederek  vakur bir şekilde salondan çıktı.

Salondan çıkmasından hemen sonra, Sait beyin sözlerinden oldukça rahatsız olan Abbas bey ayağa kalkarak; “Son konuşmacının, kendisince bizi sağduyuya davet eden sözlerini çok ciddiye almıyorum. Yükselen dinamizmimizi söndürmek ve mücadele motivasyonumuzu kırmak amacı taşıdığını düşünüyorum. Eskiden beri birbirinden dağınık görüşlerin temsilcileri kuva-i milliye ruhuyla ikinci defa ülkeyi kurtarmak için güç birliği yapmıştır. Bu seferki düşman dışardan değil içerden saldırıyor. Hiçbir devlet böyle bir yapıya izin veremez. İsterdik ki bu yapı, hukuki ve demokratik yollarla tasfiye edilsin. Ama bunun çok zaman alacağı aşikardır. Sonuç itibariyle yasal yolların kullanılması ile ilgili eşik çoktan aşılmıştır. Seçimi kazandıktan sonra mazbataların mührü daha kurumadan bu yapının tepesine ilk balyozun indirilmesi gerektiği kanaatindeyim. Benimle aynı dünya görüşünü paylaşan meslektaşlarımın heves ve heyecanlarını size anlatmaktan acizim. Bu arkadaşlarımızın elinde malum yapı ile irtibatlı olabilecek kişiler hakkında toplanmış birçok doküman var. Seçimin kazanılmasını müteakip yeni HSYK’ya ve diğer resmi makamlara teslim etmek için sabırsızlıkla bekliyorlar. Ben şahsen bu legal görünümlü illegal yapının bu seçimde hiçbir varlık gösteremeyeceğine inananlardanım. Arkadaşlar yeter ki amacımız hasıl olana kadar birliğimizi koruyalım. Ümitli ve esen kalın!” diye sözlerini tamamladı ve alkışlar eşliğinde yerine oturdu.
 
Konuşmacıların önündeki masaların birinde oturan Savcı Serdar Coşkulu, masaların arasında mikrofonu taşıyan memurdan mikrofonu aldı ve “Sayın Ramazan Kayacı’ya ben de bir soru sormak isterim. Soracağım soru ile ilgili geçen hafta ulusal bir gazetede röportajını okumuştum. Paralel yapı mensuplarına yönelik soruşturmalarda zorlandığımız temel bir sorun var. Hayatının bir döneminde -toplumun büyük çoğunluğunun- mutlaka bir şekilde bu yapıyla yolu kesişmiştir. Hiç düşündünüz mü bilmiyorum ama o kadar çok kesişme noktaları var ki! Dershane, okul, yurt, banka, sendika, internet, radyo, gazete ve televizyonlar ile akraba, arkadaş, komşu ve meslektaşlar gibi. Bu yüzden hedef kitleyi mutlaka makul bir şekilde sınırlandırmak zorundayız. Aksi halde meslektaşlarımızın büyük çoğunluğu soruşturulmaya maruz kalma kaygısı ile platforma destek vermekten kaçınabilir. Kaldı ki, YBP’ye destek verenler arasında, çocukları malum eğitim kurumlarına devam eden çok sayıda meslektaş var. Bundan dolayı soruşturmalarda hangi mikyasların esas alınacağı hususu açıkça deklare edilebilir mi?” diye sordu.
 
Ramazan Kayacı mikrofona ağzını yaklaştırdı ve “Galiba en zor soru bana yöneltildi. Hakikaten bu çok çetrefilli bir konu. Savcı Serdar bey kaygısında çok haklı. Açıkçası bu konu hakkında platform içinde fikir birliği sağlanmış değil. Neredeyse her konuda uzlaşan birliğimiz için bu halledilemeyecek bir problem değil. Ama görünen o ki son sözü hükümetimiz ve Milli Güvenlik Kurulu söyleyecektir. Bu mercilerin tavsiye kararları ışığında uzlaşıp kamuoyuna deklare etme aşamasına gelinebileceğini düşünüyorum.” diye cevaplandırdı.
 
Bu sırada salonun arka kısmında bulunan dört masada bulunan 30-35 kişi kendi aralarında hummalı bir şekilde konuşuyorlardı. Bu kişiler sürekli masalar arasında gidip geliyor, adeta salondaki gündemden kopmuş bir halde tartışıyorlardı.

Bu durum toplantıyı yöneten Selahattin beyin de dikkatini çekti ve “Arka sağ taraftaki meslektaşların bir maruzatı veya sorusu mu vardı acaba?” diye sorması üzerine içlerinden birisi ayağa kalktı ve elini kaldırarak mikrofonu işaret etti. Mikrofon kendisine ulaştırıldıktan sonra, “Biz devletine ve hükümetine bağlı hakim-savcılar olarak bu platforma umumi bir destek veriyoruz. Bizi Risale-i Nur talebesi olarak da görebilirsiniz. Ancak vuzuha muhtaç birkaç mesele var. Bunların istifhama yer bırakmayacak şekilde sarahate kavuşturulması elzemdir. Evvela bizleri yakinen tanımayanların, bizler ile paralel yapı mensuplarını birbirine karıştırmalarından ve aynı kefeye koymalarından fevkalade rahatsız olduğumuzu zikretmek istiyorum. Binaenaleyh meslektaşları mensubiyetlerine göre tasnif etmeye vazifeli olan arkadaşların -kul hakkına girmemek için- bu hakikati nazara almalarını hususen rica ediyoruz. İkinci bir mevzuu da malumunuz yargı camiası hariçten büyük görülse de esasen küçüktür, herkes herkesi az-çok tanır. Gerek 28 Şubat sürecinde ve gerekse akabinde bazı tesirli ve salahiyetli meslektaşlar, biz Nur talebeleri ve sair dindarlara karşı gayet şedit ve hasmane tavır sergilediler. Adaylar arasında da işaret ettiğimiz zihniyete haiz olduğuna muttali olduğumuz en az 3 aday mevcuttur. Bu minvalde bizim hassasiyetimize vakıf olan muhterem Turgay Ateşçi beyin cevaplandırmasını istediğimiz bir sualimiz var. Bahsettiğimiz bu 3 adaya rey vermeyi mahzurlu gören kardeşlerimiz mevcut. Bir kısım kardeşlerimiz sadece bu kişiler dışındakilere rey verelim, bir kısmı da onların yerine platform haricindeki tanıyıp itimat ettiğimiz sair adaylara rey verelim diye düşünüyorlar. Lütfen bu hususu vüzuha kavuşturabilir misiniz?” diye sordu.

Bu soru, dikkatle dinleyebilen bütün katılımcıları şaşırttı. HSYK adayı Turgay Ateşçi sanki böyle bir sorunun yöneltilmesini bekliyormuş gibi hiç tereddüt etmeden söze başladı. “Çok kıymetli kardeşlerim hassasiyetiniz benim de hassasiyetimdir. Eğer bendeniz burada diğer adaylarla omuz omuza isem, biliniz ki bu sadece benim şahsi kararımın neticesi değildir. Kendi camiamızın meşveret meclisinin kararı ile buradayım. Tereddüt ettiğiniz hususlar orada etraflıca müzakere edildi. Risale-i Nur’un ‘Madem hakta ittifak, ehakta ihtilâftır. Bazen hak, ehaktan ehaktır. Hem de olur hasen, ahsenden ahsendir.’ düsturu esas alındı. Neticeten hayırlı gayeye vasıl olmak için ittifak etmenin lüzumu izahtan varestedir. Eğer bu izaha rağmen o adaylara rey vermeyecekseniz rica ediyorum bana da vermeyin. Bilmem anlatabildim mi?” dedi ve bu sözler üzerine o dört masadan sadece 4 kişi memnuniyetsizliğini belli ederek kalkıp salonu terk ettiler. (Ne hazindir ki, ekim ayında yapılacak HSYK seçiminde sayıları 300 civarında olduğu tahmin edilen bu nurcu meslektaşların desteği ile YBP ipi göğüsleyecekti!)
 
Planlanan vaktin dolduğunu anlayan Selahattin Menteşe, diğer konuşmacılardan da onay alarak kısa bir bitiş konuşması yaptı. “Arkadaşlar bu seçimde yanımızda olmayan herkes karşımızdadır. Bizler her şeyimizi ortaya koyup canla başla mücadele ederken gücümüzü bölen tüm adayları buradan uyarıyoruz. Bu kutsal mücadelede tarafsız kalmayı tercih edenler bertaraf olacaklardır. Malum yapıyla aynı akıbete maruz kalacaklarını bilmeliler! Bunun altını özellikle çiziyorum. Çok değerli meslektaşlarım, adaylarımızla birlikte onurlandırdığınız genişletilmiş ilk toplantımız sona ermiştir. Buraya iştirak ederek güç verdiğiniz için hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Hoşça kalın.”

 

 

 

Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (3.Bölüm) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi-3-bolum/feed/ 1
Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (2. Bölüm) https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi-2-bolum/ https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi-2-bolum/#respond Fri, 03 Feb 2023 09:21:22 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9046 Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” 2. Bölüm   Yemek sonrası çaylar servis edilirken sahneye dizilmiş masalara Selahattin Menteşe, Başar Bilgin, Abbas Özer ve Mehmet Yorulmaz ile birlikte diğer HSYK adayları oturdular. Hepsinin önünde bir mikrofon vardı. İlk sözü Selahattin Menteşe aldı. “Değerli meslektaşlarım öncelikle hoş geldiniz. Yargıda Birlik Platformu olarak ekim ayında […]

Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (2. Bölüm) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı”

2. Bölüm
 
Yemek sonrası çaylar servis edilirken sahneye dizilmiş masalara Selahattin Menteşe, Başar Bilgin, Abbas Özer ve Mehmet Yorulmaz ile birlikte diğer HSYK adayları oturdular. Hepsinin önünde bir mikrofon vardı.

İlk sözü Selahattin Menteşe aldı. “Değerli meslektaşlarım öncelikle hoş geldiniz. Yargıda Birlik Platformu olarak ekim ayında yapılacak olan HSYK seçim çalışmalarının startını bu toplantı ile vermiş bulunuyoruz. Platform olarak tek amacımız, ‘HSYK’daki paralel kuşatmayı kırmak ve yargıya güveni yeniden sağlamaktır’. Katıldığınız ön seçimler neticesinde, yine sizin seçtiğiniz adaylarımız ile huzurunuza gelmiş bulunuyoruz. Toplumumuzun politik, etnik, ideolojik ve dini tüm değerlerini temsil eden bir aday kadromuz var. Alevi duyarlılığı olan, ülkücü, sosyal demokrat duruşlarıyla bilinen hâkim ve savcılar olarak yargının üzerindeki vesayete ‘dur’ demek için biraya geldik. Biraz sonra adaylarımız hem kendilerini tanıtacaklar hem de sorularınızı bizzat yanıtlayacaklardır. Hepinizin bildiği gibi yargı teşkilatımızın başta paralel yapılanma olmak üzere birikmiş ve kangrenleşmiş birçok sorunu bulunmaktadır. Bunların büyük çoğunluğunun çözümü siyasi iktidarın yetki alanına girmektedir. Biz siyasi iktidarlarla cedelleşmeyi marifet zanneden seleflerimizin hatasına düşmeyeceğiz. Zira bu tutum, sorunlarımızın çözümünde bugüne kadar hiçbir fayda sağlamamıştır. Binaenaleyh yeni süreçte siyasi iktidarlarla uyumlu çalışmaya gayret edeceğiz. Yargı camiamızın menfaatine olacak olan bu ilişkiden kimse ‘yargı siyasilerin güdümüne girdi’ diye sonuç çıkartmamalı. Özellikle malum yapının bu minvaldeki ithamlarına misliyle karşılık verilecektir. Yeni Türkiye’nin icaplarını onlara öğreteceğiz” dedikten sonra devamla “Sıra konuşmacılar ve adaylarımızın kendilerini tanıtmalarına geldi. Buyurun lütfen sırayla konulabiliriz” demesinden sonra konuşmacılar ile YBP adayları kısaca kendilerini tanıttılar. Akabinde, Selahattin bey katılımcıları toplantının soru-cevap kısmına davet etti.
 
Orta sıralarda kırklı yaşlarında, lüks giyimli bir hâkim olan Osman Sarışın ayağa kalktı, sol eli cebinde, sağ eliyle mikrofonu tutarak, “Değerli meslektaşlarım beni bilen bilir, neredeyse iki yılda bir idarî soruşturma geçiriyorum. (katılımcılar gülüştüler.) Neymiş efendim! Özel hayatım etik değerlere uymuyormuş! Bütün bu şikayetleri, başımıza ahlak zabıtası kesilen paralelci birileri yapıyor ve yine aynı yolun yolcusu müfettişler tarafından da soruşturma yürütülüyor. Maalesef birinci sınıfa ayrılamadığım için maaş kaybım var ve birinci bölgelerde görev alamıyorum. Taahhüt ettiğinizi duyduğum sicil affı ve maaş artışı konusundaki somut adımları ne zaman hayata geçireceksiniz? Umarım seçimden sonraya bırakmamışsınızdır.” diye sordu.
 
Bu sırada hemen arka masada bulunan sıkı YBP’li iki meslektaşın kendi aralarındaki diyalogları çok ilginçti! “Bu Osman var ya! Senin gönderdiğin isimsiz ihbar mektuplarıyla soruşturulduğunu bir öğrense vallahi aşiretin bile seni kurtaramaz. Kumar, gece alemi, rüşvet, görevi ihmal, görevi kötüye kullanma ne ararsan var. Adamın yemediği halt yok! Bunlardan sadece birini biz yapsak şimdiye on defa ihraç olmuştuk. Ben sana kaç kez dedim ‘bu adamı lazım olduğunda kullanmak üzere yukarıdan birileri koruyor’ diye. Ama sen bu lağımın arkasında kimse duramaz demiştin” diyerek serzenişte bulundu.

Yanındaki, başıyla onaylayarak, hafif bir ses tonuyla “Doğru söylüyorsun. İşte şimdi bu tip adamlara ihtiyaç duyulan bir dönem başladı. Camianın ve vatandaşın vay haline! İyi ki de bu adamı doğrudan isim vererek şikâyet etmemişim. Dediğin gibi adama hiçbir şey olmadı-olmuyor. Neyse oğlum bak! Mehmet Yorulmaz eline mikrofonu aldı, Osman’ın sorusuna cevap verecek. Merak ediyorum ne diyecek?” dedi.

Mehmet Yorulmaz, “Soruyu tevcih eden Osman beyi iyi tanırım, kendisini ben de daha önce müfettiş olarak denetledim. Fevkalade düzgün ve çalışkan bir meslektaşımızdır. Paralelci savcılar nedense bu arkadaşımız gibi birçok meslektaşımız aleyhine çok sayıda kumpaslar düzenleyip soruşturma açtılar. Osman bey ve onun durumunda olan meslektaşlarımın tamamına sesleniyorum ‘müsterih olunuz, açık ve gizli sicillerinizdeki tüm cezalar kaldırılacak. Size kötü sicil veren müfettiş ve başsavcıları bize bildirin ki haklarında işlem başlatabilelim.’ Merak edilen diğer önemli konuya gelecek olursak, platformumuzun önerisi ile hâkim-savcıların özlük haklarının iyileştirilmesi konusunda 10 gün önce bakanlığımızca resmen çalışmaya başlanmıştır. Bana söylendiği kadarıyla taslak Maliye Bakanlığına gönderildi. Sayın Başbakan bizzat duruma vaziyet ediyor. Maaş artışının seçimden önce yapılacağı müjdesini buradan veriyorum. Hayırlı olsun!” dedi. Bu söz üzerine katılımcıların pek çoğu ayağa kalktı ve uzun süre alkışladılar.
 
Ön masalardan birinde oturan Ankara Ağır Ceza Mahkemesi başkanlarından olan Zikrullatif Özbağ “Müsaadenizle sorumu doğrudan devrem olan Metin Yanmaz’a yöneltiyorum. Sayın cumhurbaşkanımızın doğrudan atayacağı HSYK üyelerinden sonra siz değerli adaylarımızın da eksiksiz seçileceğinize olan inancım tamdır. Ama düşük bir ihtimal de olsa sandıkta kazanılamadığı takdirde alternatif bir eylem planı mutlaka vardır. Bu konu hakkında en azından bir ipucu verebilir misiniz?” diye sordu.
 
HSYK adayı Metin “Soruyu tevcih eden staj arkadaşıma teşekkür ediyorum. Tarihsel bir kaidedir ki ‘Savaşlar sahada değil masada kazanılır’. Arkadaşlar bu tarihsel sözün hakikati saklı kalmak kaydıyla, biz seçim gününe kadar önce sahada kazanmanın bütün gereklerini sonuna kadar yerine getirmeliyiz. Bu kısmı ‘off the record’ olarak söylediğimi farz edin: Bütün gayretlere rağmen sahada başarılı olamadığımız takdirde sonraki aşamalarda kazanacağımızdan hiç kimsenin zerre kadar şüphesi olmasın.” diye yanıtlaması üzerine ıslık sesleri ile birlikte yeni bir alkış tufanı daha koptu. Bu heyecan selini daha da coşturmak isteyen Mehmet bey “Metin beyin izahı gerektirmeyen bu sözlerinin kafamızdaki tüm istifhamları dağıtmaya yetmiş olduğunu düşünüyorum. Bir olacağız, iri olacağız, diri olacağız! Onlara hayatı dar edeceğiz” diyerek, sağ avucunu sertçe önündeki masaya vurdu. Salondaki tansiyonu bir kat daha arttırdı.
 
Salonda gürültü devam ederken Sincan Adliyesi’nde görevli kadın bir hâkim elindeki mikrofana vurarak ortamı sakinleştirdi ve “Ben Abbas Özer beye sormak istiyorum. Siyasal dinci bir iktidarın himayesinde seküler, alevi ve sosyal demokrat hâkim-savcıların yargıda adil temsilini sağlayacağınıza bizi nasıl inandıracaksınız? Bunu merak ediyorum.” diye sorması üzerine Abbas Özer “Soru için teşekkür ederim. Paralel yapı YARSAV ve Yargı-Sen içinde de etkin bir hale gelmiştir. Bu yapıyla mücadele etmek için bu birliği koalisyon şeklinde oluşturduk. Platformda; sosyal demokrat, alevi, milliyetçi, dindar meslektaşlarımız var. Ben ‘alevi’ olduğumu açıkça söylüyorum. Bizim dönemimizde sosyal demokrat ve alevi olduğu için kimsenin sicillerinin bozulmasına ve disiplin soruşturmalarıyla mağdur edilmelerine asla izin vermeyeceğiz. Bu hususta gerekli düzenlemelerin yapılmasını da bizzat ben takip edeceğim. Umarım bu güvence yeterli olmuştur.” diye yanıtlamasını müteakip HSYK adayı Ömür Topaçlı hemen devreye girerek “Platformu kurduğumuzdan beri farklı düşüncelerden insanlarla aynı amaç etrafında yan yana gelip kaynaştık. Özellikle sosyal demokrat, seküler ve alevi meslektaşlardan -adayları olarak- rica ediyorum, oylarınızı bağımsızlar, YARSAV ve Yargı-Sen adayları arasında dağıtmayın, sizden ‘blok oy’ bekliyorum.” diyerek beklentisini dile getirdi.
 
Bu sırada orta masalardan birinde oturan savcı Mehmet Bekir Özkan tüm bu konuşulanları can kulağıyla dinlemiş ve duyduğu sözler karşısında -hukuk ve insanlık adına- utanmış ve öfkelenmiş, zapt edemediği bu duyguların tazyikiyle ayağa kalkarak konuşmak için mikrofonun kendisine ulaştırılmasını rica etmiştir. Nihayet mikrofonla buluşan savcı Mehmet bey kendisine söz hakkı verenleri bu imkanı sunduğuna pişman eden şu sözleri cesurca söylemiştir: “Sayın meslektaşlarım konuşulanları dinledim ve dehşete kapıldım. Ben burada bulunan herkese birkaç soru soracağım ve lütfen bu soruları sakin bir kafayla kendi vicdanınıza da sormanızı istirham ediyorum. Mevcut HSYK’nın, adeta Adalet Bakanlığı’nın bir Genel Müdürlüğü haline getirildiğini görmüyor musunuz? Farkında değil misiniz? Yoksa korku veya çıkar saikiyle kabul mü ediyorsunuz? 16 Ocak 2014 tarihinden bu yana HSYK’nın bizzat Başbakan tarafından yönetildiğinin farkında değil misiniz?”  dedi ve yerine oturdu.

Savcı beyin bu konuşması salonda bulunan herkeste soğuk duş etkisi yaptı. Kürsüde bulunan Selahattin Menteşe salondaki psikolojik üstünlüğü kaybetmemek için hemen yüksek bir ses tonuyla devreye girerek “Anlaşılan o ki savcı bey yargının temel sorunlarının çözülmesi istikametinde siyasi iktidarla uyum ve iş birliği içinde çalışmamızdan rahatsız olmuş. Endişe etmeyin savcı bey! Yargının tepesindeki kollektif akıl ne yaptığını çok iyi biliyor. İlişkilerimizi yargı bağımsızlığı hassasiyeti çerçevesinde götürüyoruz. Dizginleri siyasilere teslim etmeyecek kadar basiretimiz yerinde. Hasıl olacak neticeden paralelci bir azınlık zarar görecek olsa da Ülkemiz kazançlı çıkacak inşaallah.” diyerek karşılık verdi.
 
Mehmet Bekir beyle aynı masada oturan Yargıtay eski tetkik hâkimi Kemal Karagül, yanındaki Hakimler ve Savcılar Kurulu eski tetkik hâkimi savcı Dr.Hasan Duran’ın kulağına “Meslek hayatımda hiç kimseye siyasi eğilimi, ırkı ve mezheplerine göre farklı davrandığımı hatırlamıyorum. Bunlar birlikten bahsediyorlar ama maşallah herkes paralelci olmadığını ispatlamak isterken -kendisinde saklı olması gereken ve çokta merakta etmediğimiz- mensubiyetlerini ortaya dökmekten çekinmiyorlar. Adamlar adeta kendilerini fişliyorlar. Tabi bunun yanında rakip gördüklerini de fişliyorlar.” dedi. Başını sallayarak onaylayan savcı Hasan bey de “Valla hâkim bey, eğer bunlar seçimi kazanırlarsa, atamaların tamamını -liyakat ve müktesebata göre değil- mensubiyete ve itaate göre yaparlar. Kurtlar vadisinde birbirini pusuya düşürüp yiyen, vahşileşmiş aç kurt gibiler. Bunların derdi tamir falan değil! Ehliyetiyle bir yerlere gelmiş insanlardan intikam almak! Boşalacak koltuklara çökmek ve yeni mecralarında derebeyliklerini kurup cukkalarını doldurmak.” diye söyledi. Hâkim Kemal bey dişleriyle alt dudağını sıkarak “Umalım da yoldan sapmış bu zihniyet kazanmasın. Hafezanallah! Türkiye’de bağımsız yargının ve adaletin zerresi kalmaz. Bunlar Moğol orduları gibi dolu dizgin talan etmeye geliyorlar. Tahminim o ki, yargı uzun bir fetret dönemi yaşayacak.” diye fısıldadı.

 

Serinin önceki yazıları:

Akrebin Kıskacındaki Yargı (1): “Teklif ve Karar”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (2): “Sır Toplantı”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (3): “Yol Ayrımı”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (4): “Motto”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (5): ‘Kuşçueşref’
Akrebin Kıskacındaki Yargı (6): “Dörtlü Zirve”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (7): “YBP’nun Militan Adaylarının Belirlenmesi”

Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (2. Bölüm) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi-2-bolum/feed/ 0
Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (1.Bölüm) https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi/ https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi/#respond Sun, 29 Jan 2023 00:20:25 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9044 Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (1. Bölüm)   Hükümetle söylem ve eylem birliği içerisinde hareket eden Yargıda Birlik Platformu, Ekim 2014 HSYK seçim sürecinde kamu kurumlarının tüm olanak ve kolaylıklarından faydalandı. Kamu kaynaklarını fütursuzca kullanmak onlar nezdinde seçim yarışını elbet zedelemeyecekti. Yurttaşların yarısının politik desteğini alan ve uzun yıllardır tek başına ülkeyi […]

Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (1.Bölüm) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı”

(1. Bölüm)
 
Hükümetle söylem ve eylem birliği içerisinde hareket eden Yargıda Birlik Platformu, Ekim 2014 HSYK seçim sürecinde kamu kurumlarının tüm olanak ve kolaylıklarından faydalandı. Kamu kaynaklarını fütursuzca kullanmak onlar nezdinde seçim yarışını elbet zedelemeyecekti. Yurttaşların yarısının politik desteğini alan ve uzun yıllardır tek başına ülkeyi yöneten güçlü bir siyasi liderin kanatları altında pervasız, şımarık ve özgüveni yüksek bir şekilde süreci yönettiler.
 
Yürütme erki ile kurulan bu yasak ilişkinin ‘yargı bağımsızlığı-tarafsızlığı, kuvvetler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü ilkelerine ciddi bir biçimde zarar vereceği’ hususu umurlarında bile değildi. Şahsi çıkarlarına hizmet eden güdümlü bir yargıyı, nemalanamayacakları bağımsız yargıya tercih etmekte en ufak bir sakınca görmüyorlardı. Hayal ettikleri makamlara erişmek yolunda engel gördükleri -hükümetin paralelci olmakla suçladığı- topluluğun nitelikli ve başarılı olmasının da bir önemi yoktu. Malum topluluğun kamudan tasfiyesi adına, hükümet güdümünde hareket etme görüntüsünün, yargıya itibar kaybettireceğini düşünecek akıl eşiğini çoktan aşmışlardı. Çünkü ihtiras ve nefretleri, meslekî ve etik değerlerinden daha büyüktü.
 
Sağduyusunu tamamen kaybetmiş ve meydanlarda intikam yemini eden bir siyasi liderin manevi himayesi altında Ankara Hakimevi’nde bir toplantı gerçekleştirildi. Bu toplantıya Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Başmüfettişi Mehmet Yorulmaz, Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Selahaddin Menteşe ve HSYK Genel Sekreteri Başar Bilgin katıldılar.

Heyet, Yargıda Birlik Platformu’nun genişletilmiş ilk toplantısını cuma günü Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne ait Dinlenme Tesisi‘nde gerçekleştirmek üzere anlaştı. Bu toplantıyı organize etme ve duyurma görevini, -hukuk dışındaki- sosyal konularda oldukça yetenekli olan Selahaddin Menteşe memnuniyetle üstlendi. Ve heyete “Toplantılarımızda meslektaşlarımızın ulaşımı dahil her şey ücretsiz olacak. Bildiğiniz gibi kamu görevlileri, kendilerine malî yük getirmeyen etkinliklerden gayet memnundurlar.  Malûmunuz üzere ‘insan ihsânın kölesidir’. Katılımcılara birbirinden muhteşem yemek ikramlarından sonra duymaktan hoşlanacakları müjdeleri de verdik mi, inanın işlenmeye hazır pamuk gibi olurlar. Müsaade ederseniz üstlenmekten onur duyduğum bu görev için zaman kaybetmeden Belediye Başkanı Melih Kökçe ile temasa geçeceğim.” dedi.

Başar Bilgin de bunun üzerine, “Sayın müsteşarım, sizden -toplantıya katılacağını tahmin ettiğim- bağımsız adayların destekçilerinin kuvve-i mâneviyelerini kıracak ihtişamda bir organizasyon bekliyoruz inşallah” dedi. Menteşe de tebessüm ederek “Müsterih olun genel sekreterim” diye karşılık verdi.

Saatine baktıktan sonra vaktin hayli geç olduğunu düşünen Mehmet Yorulmaz, “Arkadaşlar unutmadan söylemeliyim, davamıza gönül veren tüm meslektaşların en az iki kişiyi de toplantıya getirmeleri gerektiğini muhakkak iletelim. Bu aşamadaki en önemli konuyu da karara bağladığımıza göre görüşmemizi bitirebiliriz. Cuma akşamı toplantıda tekrar buluşmak üzere hoşça kalın” demesini müteakip heyet hakimevinden ayrıldı.
 
Hâkim Metin Koyuncu, çarşamba günü işyerinde e-posta kutusunu kontrol ettiğinde, YBP tarafından tertip edilen genişletilmiş ilk toplantıya kendisinin de davet edildiğini öğrendi. Platform ileri gelenlerinin kendisini yakinen tanıdıkları ve siyasi vesayet karşısındaki tavizsiz tutumunu bildikleri halde, davet edilmesine çok şaşırdı. Bu davet hususunu istişare etmek için cep telefonundan savcı Sait beyi aradı. Telefonu hemen açan Sait bey “Merhaba Metin bey, buyur kardeşim” diyerek karşılık verdi. Metin bey mezkur daveti haber verip fikrini sorması üzerine Sait bey “Madem teveccüh gösterdiler biz de davetlerine icabet edelim. Toplantıya katılmak zorunluluğunu hisseden diğer arkadaşları da böylece yalnız bırakmamış oluruz” dedi. Metin de “Ben de önerinize katılıyorum. Adayımızın katılması ise zaten uygun olmaz diye düşünüyorum” dedi. Sait bey “Tabii ki, olası bir provokasyon nedeniyle bağımsız adayımız kesinlikle bu toplantıya katılmamalı. Sen, ben ve hâkim Bilal beyle birlikte üçümüz katılabiliriz.” demesi üzerine Metin, “Toplantı için lojmanlar önünden belediyenin tahsis ettiği servis araçları kalkacakmış” dedi. Said bey beş-on saniye düşündükten sonra “Bu etik olmaz, en doğrusu kendi arabamızla veya toplu taşıma araçlarıyla gidelim. Ne dersin?” diye sordu. Beklediği cevabı alan Metin, “Haklısınız, öyle yapmak daha uygun olur.” dedi. Said bey “O zaman Bilal beye de durumu anlat, gelmeyi arzu ederse üçümüz orada buluşuruz. Rakiplerimizin motivasyon ve yöntemlerini de yerinde teşhis etme imkânı elde etmiş oluruz” diyerek konuyu bağladı. Metin de “Tamam, orada görüşürüz inşaallah” diyerek telefon görüşmesini sonlandırdı.
 
Ve nihayet beklenen Cuma günü geldi. Toplantı salonunun dışında konukları karşılamak için savcı Ö. Faruk Aydın ve hâkime Berrin Aksak bekliyorlardı. Gelen misafirleri küçük bir hoşâmediden sonra adlarını ellerindeki listeye işaretleyip salona yönlendiriyorlardı. Ayrı ayrı gelen Sait ve Bilal beyler soğuk bir karşılama seremonisinden sonra ciddi bir sorun yaşamadan salona girdiler. Ancak biraz sonra Metin beyin de kendilerine yaklaştığını gören Ö. Faruk’un aniden yüzü kızardı ve gözleri kanlandı, tokalaşmak için elini uzatmadı ve yumruklarını sıkıp sesini yükselterek “Ne yüzle buraya geldin Metin! Senin gibi paralelciliği bilinen birinin cesaret edip buraya gelebileceğini beklemiyordum. Haberin olsun! Başsavcılık görevinden alınmama sebep olan soruşturmadaki tanık ifadeni okudum. Söylesene! Hiç mi utanmadın yalan beyanda bulunmaya?” dedi. Yanındaki Berrin hanım da duruma şaşırdı ve birkaç kez “Ö. Faruk bey lütfen bağırmayalım” diyerek onu sakinleştirmeye çalıştı. Her ahvalde soğukkanlılığını korumasını bilen Metin bey “Hoop, yavaş ol savcı bey! Bana saygın yok anladım da, seni buraya koyanlara da mı yok? Bak burası tartışma için uygun değil. Pazartesi gelirsin odama hem kahvemi içer hem de orada dişe diş tartışırız.  Ama şunu bil ki, ben kendi menfaatim için bile doğruluktan ayrılmamış birisi olarak senin soruşturmanda niçin yalan söyleyeyim? Her daim bildiğimi söyler, bilmediğime susarım. Anlatabildim mi?” diyerek, sert adımlarla salona yürüdü. Hırsını alamayan Ö. Faruk onun arkasından “İçerde senin gibilerin ne olduğunu bilen 1000 kişi var. Yerinde olsam içeri girmekten vaz geçip geri dönerdim.” diye seslendi.

Metin bey kuru gürültüye pabuç bırakacak adam değildi. Bu laflara kulak asmadan içeri girdi ve Sait beyin masasına oturdu. Bilal bey “Hayırdır, yüzünden düşen bin parça, bir şey mi oldu?” diye sordu. Metin de her ikisine dışarıda yaşadığı terbiyesizliği kısaca anlatmaya çalıştığı sırada garsonlar servise başladı. Mevzuyu hemen kapattılar.
 
Misafirler yemeklerini yerken Sait bey göz ucuyla diğer masalardaki katılımcıları izliyor ve onların ruh hallerini kavramaya çalışıyordu. Katılımcıların yaklaşık üçte ikisi çok neşeli iken üçte biri gayet ciddi idi. Ciddiliğini bozmayan bu kişilerin yüzlerinde belirgin bir memnuniyetsizlik okunuyordu. ‘Acaba gelmekle iyi yapmadık mı?’ der gibi bir halleri vardı.
 

Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (1.Bölüm) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi/feed/ 0
Akrebin Kıskacındaki Yargı (6): “Dörtlü Zirve” https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-6-dortlu-zirve/ https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-6-dortlu-zirve/#respond Fri, 06 Jan 2023 23:31:05 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9030 Akrebin Kıskacındaki Yargı (6): “Dörtlü Zirve”   Dönemin siyasi muktediri, adlî takibat cenderesinden ebediyen çıkmak istiyordu. Çevresi ile birlikte karıştığı yolsuzluklara tolerans göstermeyen/göstermeyecek olan hakim-savcıların tasfiyesi ve yargının yeniden dizaynını kendisine baş gündem yapmıştı. Bıkmadan usanmadan, her ortamda, yolsuzluk operasyonlarını kendisi ve partisine yapılmış bir darbe olarak anlatıyordu. Bu uğurda, daha önce kan düşmanı olduğu […]

Akrebin Kıskacındaki Yargı (6): “Dörtlü Zirve” yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Akrebin Kıskacındaki Yargı (6): “Dörtlü Zirve”
 
Dönemin siyasi muktediri, adlî takibat cenderesinden ebediyen çıkmak istiyordu. Çevresi ile birlikte karıştığı yolsuzluklara tolerans göstermeyen/göstermeyecek olan hakim-savcıların tasfiyesi ve yargının yeniden dizaynını kendisine baş gündem yapmıştı. Bıkmadan usanmadan, her ortamda, yolsuzluk operasyonlarını kendisi ve partisine yapılmış bir darbe olarak anlatıyordu. Bu uğurda, daha önce kan düşmanı olduğu kesimlerle dahi pazarlık yapıp güç birliği için anlaşmaya varmıştı. Yeni ortaklarından transfer ettiği hemşehrisi Fahri Kısır’ı Başbakanlık müsteşarlığına getirdi. Teşkilat içinden geldiği için, yargı konusunda yegane danıştığı kişi oydu.

Yeni bir yolsuzluk operasyonuna maruz kalmamak için paralelci olarak nitelediği yargı mensuplarının temizlenmesi amacıyla Ekim (2014) ayında yapılacak olan HSYK seçimine büyük önem veriyordu. Seçimler onun uzmanlık alanıydı! Politika yaptığı süre içinde hiç seçim kaybetmemişti. Bu seçimleri koordine etmesi için Fahri beye tam yetki verdi. Başbakanlık müsteşarı olduğu için bürokrasisinin en tepe amiri sıfatıyla devletin tüm imkanını bu amaca güdümleme yetkisine sahipti. O da gerekenleri yapma noktasında hiç tereddüt göstermeyecekti.

Yıl ortasında Başbakanlık resmî konutunda Fahri bey başkanlığında Adalet bakanı Bekir Boz, İstihbaratçı Hakan Fiten ve Adalet bakanlığı müsteşarı Kenan İpekçi’nin katılımıyla basına kapalı dörtlü bir zirve gerçekleştirildi. Fahri bey heyete “Beyefendinin selam ve başarı dileklerini  ileterek toplantıya başlıyorum. Tek gündemimiz var: Paralel yapı. Başbakan’ımızın bu yapıyla mücadele ve yargının yeniden yapılandırılması konusunda çok kararlı ve aceleci olduğunu belirtmeliyim. Malum olduğu üzere Milli Güvenlik Kurulu’nda bu yapının kalemi kırılmıştı. Geriye sadece infaz edilmesi kalmıştır. İşin önemi ve aciliyeti hasebiyle usulî yargılamalar infaz sonrasına bırakılmıştır. Bu konuda herhangi bir tereddütü olan var mı? Varsa değerlendirebiliriz“ dedi.

Küçük bir el hareketiyle söz alan Hakan bey, “Biliyorsunuz bizler kurumsal olarak faaliyetlerimizi icra ederken hukuku öncelemek gibi bir kaygı taşımıyoruz. Bu hukuka karşı olduğumuz anlamına gelmez. Yani eylemlerimiz hukuka göre daha önceliklidir. Bu bakımdan devletimizin aldığı kararların tatbikinde bize düşen görevleri yapmaya hazırız” dedi. Fahri bey, “Hakan beyin göreve nasbedildiği 2010 tarihinden beri paralel yapının güçlenip genişlemesine karşı koyma ile ilgili örtülü çalışmalarını takdir ettiğimi belirtmek istiyorum. İstihbarat kurumumuz adeta erken uyarı sistemi gibi bizleri ikaz etmişti ancak politik şartların olgunlaşması beklendiği için harekete geçilemedi. Geniş bir toplumsal taban bulmuş ve sosyolojik bir harekete dönüşmüş olan bir cemaatin  tasfiyesi ancak çok ciddi suçlamalarla kriminalize edilmesine bağlıdır. Sayın başbakanımız cemaat temsilcilerini bizzat ‘iki polis ve bir savcıyla sizi terörist  bir örgüt ilan ederim’ diye uyarmasına rağmen cemaat yetkilileri ‘hukuk var olduğu sürece siz dahi bunu yapamazsınız’ diye küstahça cevap vermişlerdir. Arkadaşlar, ben cemaatin sadece hukuka güvendiğini zannetmiyorum. Ama neye güveniyorlar tam çözemedim.” dedi.

Tam burada söze giren Adalet bakanlığı yeni müsteşarı Kenan bey “40 yıllık olduğu söylenen bu yapıyla mücadele etmek için  bendenizi de göreve layık gören Beyefendiye minnettar olduğumu belirterek söze başlamak istiyorum. Cemaatin bu cüretkarlığının altında hukuk devletinin işleyişine güvenmekle birlikte başta yargı olmak üzere bürokrasideki yandaşlarına ve hukuku önceleyen diğer kamu görevlilerine de güvendiklerini düşünüyorum. Kritik konumdaki bu kişileri klasik ve sosyal medya marifetiyle kriptocu paralel yapı elemanı diye afişe ederek tasfiyelere devam edebiliriz. O yapının içinde kızım dahi olsa görevden tardına ses çıkarmayacağıma sizi temin ederim” dedi.

Nazik bir ses tonuyla söz alan taze Adalet Bakanı Bekir Boz ise “Arkadaşlar genel olarak söylenenlere ben de katılıyorum.  Ama cemaatin dini ve psikolojik açıdan toplumsal derinliğinin kavranması noktasında eksik düşünüldüğünü belirtmek isterim. Toplumu teşkil eden ailelerin %60-70’inde varlığını hissettiren bir yapıyla cephesel mücadele etmek suretiyle tam sonuç alamayız. Onları kendi aralarında birbirlerine düşürecek ve aileleri içinde yalnızlaştıcak hamlelere de ihtiyaç var. Bu kapsamda neler yapabileceğimize dair kafa yormalıyız” dedi. Bu konu üzerine söz alan Hakan bey, “Sayın bakanım çok güzel bir konuya değindi. Cemaatin dinî ve millî meşruiyetini toplumda ve aileler içinde tartışılır hale getirmek için boş durmuyoruz. Psikolojik harp uzmanı Prof.Nevzat bey ve Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan bir heyetle birlikte gizli bir proje üzerinde çalışıyoruz. Son aşamaya geldik diyebilirim. Ayrıca kaçırdığımız cemaat mensuplarının kimini ikna edip devşirerek kimini de işkenceyle itirafçı haline getirerek cemaatin kılcallarına kadar işleyişini tetkike çalışıyoruz. Bu veriler ışığında toplum için zehirli olan bu ağacın köklerini zayıflatmayı başarabilirsek ayakta kalması zor hale gelecektir” dedi.

Heyet Hakan beyin sözlerinden gayet memnun oldu ve ayrı ayrı onu tebrik ettiler. Fahri bey kalemini masaya hafifçe vurarak kısa süreli oluşan curcunayı dağıttı ve “Sayın heyet, Yargıda Birlik Örgütümüz Başmüfettiş Mehmet Yorulmaz başkanlığında ilk toplantısını İstanbul’da yapacak. Bunu takiben her cuma büyük ve orta ölçekli vilayetlerde geniş katılımlı toplantılar düzenleyeceğiz. Toplantıya ayrım yapmaksızın bütün yargı mensuplarını davet edeceğiz, gövde gösterisi yaparak ağırlığımızı hissettireceğiz. Çıkması muhtemel aykırı sesleri, görevlendireceğimiz bıçkın arkadaşlarla en sert şekilde bastıracağız. İktidar ve muhalefet partilerine ait belediyeler toplantılarımız için en büyük salonlarını tahsis etmek ve masrafları karşılamak için ayrı ayrı taahhütlerde bulundular.” dedi.

Bekir bey söz alarak “Bu işi Mehmet Yorulmaz’dan da iyi yapabilecek daha yetkin kişiler varken neden o tercih edildi?” diye sordu. Fahri bey  gülümseyerek “Bunun cevabı Hakan beyde’’ diyerek, istihbarat şefini işaret etti. Koltuğuna iyice yaslanan Hakan bey hafifçe öksürdükten sonrai “Mehmet bey, eski eşinin şüpheli (!) ölümünden bu yana radarımıza girdi ve birlikte çalışmaya başladık. Hayalarından tuttuğumuz biri varken ne yapacağını öngöremediğimiz kişilerle hareket etmek aptalca olmaz mı? Biz kimilerini önünden kimilerini de arkasından kendimize bağlarız“ diyerek Bekir beye kurnazca baktı. Bekir bey de, “Çok iyi anladım, teşekkür ederim, kafamda en ufak bir istifham kalmadı” dedi ve ürkekçe başını sallayarak Hakan beyi onayladı.

Kenan bey söz alarak, “Bakanlık olarak  YBP adayları ve bakanlık görevlilerinin hukuki konularda konuşmacı olacağı seminerler de tertip ederek adliyelerde propaganda faaliyetlerimizi canlı tutabiliriz. Bu toplantılara reyini garantilediklerimizi çağırarak sayısal toplamımızı da ara ara  ölçme olanağı elde edebiliriz. Ayrıca bu toplantıların dışında kaldığını düşünerek panikleyip katılmak isteyecek olan korkak hakim ve savcıları da saptayıp bünyemize dahil edebiliriz” dedi ve ekledi, “HSYK aday adaylarımız belli. Ancak kesin adayları hangi kriterlere göre belirleyeceğiz?” diye sordu. Hakan bey söze girerek “YBP’nin tüm aday adayları akreditasyonumuzdan geçmiş güvenilir kişiler. Önce göstermelik bir ön seçim yapacağız, sayım gizli yapılacağı için kesin adayları bizzat biz ilan edeceğiz. Adaylarımız sosyal demokrat, ülkücü, ulusalcı, alevi, hakyolcu, menzilci ve nurcu duyarlılığı olan hakim ve savcılar arasından seçilecek. Böylece seçmenlere geniş bir yelpaze sunacağız. Seçime doğru da blok halinde oy vermenin önemi hakkında tahşidât yapacağız. Yargıç ve Savcılar Sendikasını ise seçimde etkisiz kılmak için bizde saklı özel metotlar uygulayacağız. Diğer yandan, bağımsız adayları yıpratıcı çalışmalara da devam edeceğiz” diye yanıt verdi. Kenan bey tekrar söz alarak, “Peki bütün bu tedbirlere rağmen bağımsız adaylar karşısında seçimi kaybedersek B planımız nedir?” diye sordu. Fahri bey “Efendim önümdeki bu dosyada A’dan Z’ye alternatif tüm planlar hazır. İstemediğimiz adayların kazanması halinde kaza süsü verilmiş suikastlerden tutun, yasal ve anayasal değişikliklere varıncaya kadar her çareye başvurabiliriz. Nasıl ki, kumarda hep kasa kazanır; nihayetinde bu seçimleri de biz kazanacağız! Seçimi kazandıktan sonra inşallah ikinci zirveyi yine burada yapacağız arkadaşlar! Ama bu sefer, hasımlarımızın kitlesel tasfiye yöntemlerini konuşuyor olacağız. Hepinize teşekkür ederim.” diyerek toplantıyı sonlandırdı.

Serinin önceki yazıları:

Akrebin Kıskacındaki Yargı (1): “Teklif ve Karar”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (2): “Sır Toplantı”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (3): “Yol Ayrımı”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (4): “Motto”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (5): ‘Kuşçueşref’

 

Akrebin Kıskacındaki Yargı (6): “Dörtlü Zirve” yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-6-dortlu-zirve/feed/ 0
Akrebin Kıskacındaki Yargı (5): ‘Kuşçueşref’ https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-5-kuscuesref/ https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-5-kuscuesref/#respond Sun, 01 Jan 2023 01:42:32 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9022 Ertesi gün Twitter ve Facebook başta olmak üzere sosyal medyada ‘Kuşçueşref’ mahlaslı bir anonim hesaptan sansasyonel bir paylaşım yapıldı: ‘Paralel örgütün hâkim ve savcıları önceki akşam Lojman yakınındaki bir kafede eski müsteşar yardımcısı ve halen C. Savcısı olan Said bey başkanlığında HSYK seçimi ile ilgili çok gizli bir toplantı yaptılar. Ama hesap edemedikleri bir şey […]

Akrebin Kıskacındaki Yargı (5): ‘Kuşçueşref’ yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Ertesi gün Twitter ve Facebook başta olmak üzere sosyal medyada ‘Kuşçueşref’ mahlaslı bir anonim hesaptan sansasyonel bir paylaşım yapıldı: ‘Paralel örgütün hâkim ve savcıları önceki akşam Lojman yakınındaki bir kafede eski müsteşar yardımcısı ve halen C. Savcısı olan Said bey başkanlığında HSYK seçimi ile ilgili çok gizli bir toplantı yaptılar. Ama hesap edemedikleri bir şey vardı, biz de oradaydık.’ açıklaması ile uzaktan çekilmiş bir fotoğraf paylaşıldı.

Aslında mezkûr toplantı kamuya açık bir alanda yapılmış olup gizli değildi. YBP’nin arkasındaki otokratik yapı bu hamlesiyle, bağımsız adaylar ve destekçilerini tedirgin etmek, onları yargı camiasında gayrimeşru bir konuma düşürmeyi hedeflemekteydi. Sosyal medyada dezenformasyon yapmak için kullandıkları bu ‘Kuşçueşref’ ismi de mânidardı. Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurucularından olduğu kabul edilen efsanevi bir istihbaratçının adı seçilerek muhafazakâr ve milliyetçi yargı mensuplarının duygusal bağlılığı kazanılmak istenmiştir. Ne ilginçtir ki, esas adı Eşref (Sencer) Kuşçubaşı olan bu kişi esasen kurgulanmış sahte bir kahramandı. Eşref, ufak tefek bazı yararlı faaliyetlerini abartarak anlatan ve bizzat yazdığı hayat hikayesini bazı ünlü tarihçilere kabul ettiren komitacı, eşkıya ve asi bir şarlatan idi. Arabistan’da bulunduğu dönemde Surre alaylarını ve hac kafilelerini soymuş, Millî Mücadele sırasında Çerkes Ethem ile birlikte isyan edip Yunanlılara sığınmıştı. (İlgilenenler için: https://youtu.be/GZ1f_Ej2YgI ve Dr. Polat Safi’nin Eşref – Kuşçubaşı’nın Alternatif Biyografisi adlı kitabı)

Hâkim Metin, sosyal medya platformlarında yayınlanan bu paylaşımı gördü. Yapılan bu paylaşım özel hayatlarının ihlali mahiyetinde olduğu için üzülmekle birlikte biraz da tedirgin oldu. Bu durumu derhal meslek büyüğü Said beye iletmek istedi ve odasına giderek ona haber verdi. Said bey, Metin’in söylediklerini dikkatle dinledi ve bunun ciddi bir olay olduğunu kavradıktan sonra: ‘Bu durum asla kabul edilemez, hukuki yollara başvurmanın yanında sosyal medyada da mücadele yolları geliştirmek için hemen harekete geçmeliyiz. Yapılan yalan ve manipülatif haberler konusunda diğer meslektaşları doğru bilgilendirmeye çalışmalıyız.’ dedi. Metin ‘Müsaade ederseniz sosyal medyada aktif olan savcı Ümit bey ile konuşup ikna edebilirim. Eğer kabul ederse bu alandaki boşluğumuzu da doldurmaya çalışabiliriz’ dedi. Said bey bu öneriyi başıyla onayladı ve: ‘Etkin olmadığımız yer bizim değildir. Bu platformlarda da malum kapıkullarının salvolarına karşı güçlü cevaplar vermeliyiz’ dedikten sonra ziyaretçisini babacan bir tavırla yolcu etti.

Savcı Serdar Adliyedeki odasına girdi, daha beş dakika geçmeden kapısı çalındı. İçeri giren kâtip elinde büyük boy bir zarfı savcı beye uzatarak başsavcılıktan gönderilmiş olduğunu söyledi ve müsaade alarak çıktı. Zarfı açtığında Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanmış yeni bir iş bölümü cetvelinin olduğunu gördü. Hemen sayfaları hızla çevirerek listede kendi adını aradı. Anayasal Düzeni Ortadan Kaldırma ve Terör Suçları Soruşturma Bürosunda görevlendirilmiş olduğunu görünce çok heyecanlandı. Tebliğ evrakını imzalayıp memur vasıtasıyla Başsavcılığa gönderdi.

Savcı bey esasen müktesebatına bir beden büyük geldiğine kâni olduğu bu vazifeyi deruhte edecek olmanın zorluğunu düşünerek irkildi. Zira daha önce bu görevi yapan meslektaşı Anayasa ve terör suçları alanında doktoralı olup bu alanda -doktrin dışında bir uygulayıcı tarafından- yayınlanmış en muteber kitabın yazarıydı. Kaderin cilvesi olsa gerek o savcı şimdi terörist muamelesi görecek iken Savcı Serdar yeni görev tanımını ve yetkilerini öğrenmek için selefinin kitabını okumakla işe başlayacaktı.

İş bölümü listesini ayrıntısıyla incelediğinde paralelci varsayılan veya onlara yakın savcıların pasif bürolarda görevlendirildiğini, Yargıda birlik platformu üyeleri ve onlarla aynı düşünceyi paylaşan savcıların ise daha aktif olan bürolarda görevlendirildiğini gördü. Biraz sonra iç hat telefonu çaldı, telefondaki bayan memur “Başsavcı bey sizinle görüşmek istiyor, bağlıyorum efendim” dedi. Başsavcı Harun telefonda “Savcı bey, öncelikle tensip ettiğim yeni görevinizde başarılar dilerim. Görevinizi icra ederken devlet düşmanlarına karşı olabildiğince cesur, acımasız ve amansız olmanızı bekliyorum. Devlet büyüklerimiz bizden bunu istiyorlar. Bu görev nedeniyle sana polis koruması ve şoförlü bir makam arabası tahsis edeceğim. Yüreğin pek ve kılıcın keskin olsun savcım” dedi. Serdar da “Tensip ve teveccühünüz için teşekkür ederim sayın başsavcım. Gözünüz arkada kalmasın. Görüşmek üzere inşallah“ dedi. Telefonu kapattıktan sonra heyecandan titreyen eliyle çekmeceden bir adet sakinleştirici ilaç aldı, fakat bu sefer içmekten vazgeçti, ilacı tekrar yerine koydu. Zira bu stresli hadiselerin ardı arkası kesilmeyecek gibiydi. Her heyecan verici olay nedeniyle böyle ilaç aldığı takdirde bağımlı olabileceğini düşünmüştü.

Savcı Serdar, koltuğuna kaykılmış çayını yudumladığı sırada cep telefonunda sosyal medya fenomeni ‘Kuşçueşref’’in malum paylaşımına denk geldi. Kendi kendine ‘Devletin gözü her yerde oğlum! Bırakın artık şu demokrasi ve hukuk kahramanlığını. Devletin egemen unsurları bir süreliğine olağan dışına çıkmaya karar vermişse siz ona içerden ayar veremezsiniz. Hukuk devletiymiş geçin bunları esas olan devletin hukukudur. Bunların hukuk bilgileri var ama devleti daha tanıyamamışlar.’ diye alaycı bir üslupla mırıldandı. Tam yeni dosyaları önüne çekip bakacakken kapı çalındı ve içeri orta yaşlarda kalın gözlüklü takım elbiseli bir adam girdi. Savcı beyin şaşkın bakışları arasında cüretkarca doğrudan yanına kadar gelip elini uzattı ve ‘Ben Bölge İstihbarat başkanı Hakan beyin adliye ile irtibat ve koordinasyon için görevlendirdiği İsmail. Cebinden çıkardığı görev yazısını gösterdi ve izin almadan savcı beyin masasının önündeki koltuklardan birine oturdu ve önündeki sehpa üzerinde bulunan cam tabaktaki fındıktan bir avuç alıp teker teker yemeye başladı. Savcı bey şaşkın bir şekilde neden sonra koltuğuna oturdu ve ‘Ne içersin İsmail bey?’ dedi. İsmail ‘Büyük bardakta demli bir çay lütfen. Ha bu arada sayın savcım kusura bakma biraz rahat bir kişiliğe sahibim ama lütfen bunu kendinize yapılan bir saygısızlık olarak anlamayın. İlk tanıştığım kişiler önce tarzımdan dolayı şaşırırlar ama sonra samimiyetimi anlayınca kabullenirler.’ dedi. Savcı Serdar ‘Mekân sahibi olarak benim sizi rahatlatmam gerekiyordu o görevi de elimden aldınız’ diyerek güldü. İçinden ise ‘Ulan normal bir dönem olsaydı seni buraya gömerdim ama neyse!’ diye geçirdi ve her şey doğalmış gibi yalandan tebessüm etti. İsmail ‘Sayın savcım (bir kart uzattı) bu benim kontak numaramdır. Biz sizi en güçlü şekilde enforme edeceğiz. Bünyemizde hazırlanan istihbari dosyaları sizinle paylaşacağız, siz bu gölge dosyalar üzerinden somut soruşturma dosyanızı inşa edebileceksiniz. Yani bizde olgunlaşan ve karar noktasına gelen dosyaları mesleki tecrübenizle hukukileştirme görevi size aittir. Sayın savcım bizi kimse tanıyıp takdir etmeyecek ama sahnedeki kahramanımız siz olacaksınız.’ dedi ve baş parmağıyla zafer işareti yaptı.

Yolsuzluk ve rüşvet operasyonu, Balyoz ve Ergenekon gibi büyük soruşturmalarda çalışan polislere yönelik olarak başlatılan operasyonlarda gözaltına alınan ve gözaltı süreleri dolduğu halde salıverilmeyen polisleri sorgulamakla görevli hâkim İslam Çiçek’in odasında bulunan ve sorgulanan bazı polislerin avukatları ile CHP’li milletvekilleri odaya girince hâkim Çiçek’in kendisine “kaç İsmail kaç!” talimatı verdiği esrarengiz kişi işte bu istihbarat görevlisi İsmail’den başkası değildi.

 

Serinin önceki yazıları:

Akrebin Kıskacındaki Yargı (1): “Teklif ve Karar”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (2): “Sır Toplantı”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (3): “Yol Ayrımı”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (4): “Motto”

 

Akrebin Kıskacındaki Yargı (5): ‘Kuşçueşref’ yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-5-kuscuesref/feed/ 0