- ANASAYFA
- No Comment
Tavuk-Yumurta Sorunsalında Hâkimler Ve Savcılar Kurulu’nun Yeri Ve Havabükücü Başkanvekili’nin Rolü
Tavuk-Yumurta Sorunsalında Hâkimler Ve Savcılar Kurulu’nun Yeri Ve Havabükücü Başkanvekili’nin Rolü
HSK Başkanvekili Mehmet Yılmaz’ın Anadolu Ajansı’na verdiği 24.01.2020 tarihli bir mülakatı yayınlandı[1].
Mehmet Yılmaz’ın açıklamalarında yer verdiği ve övünerek anlattığı yargının temizlenmesine dair “mücadele”nin sayıları 4000’den fazla mağdurundan biri de benim. Bu işlemlere doğrudan muhatap oldum. Anayasa ve yasaların nasıl katledildiğini, hâkim ve savcı teminatının nasıl ayaklar altına alındığını yakinen biliyorum. Bunu yaparken açık olan Anayasa ve yasa hükümlerinin nasıl kasten kötüye yorumlandığını, hukuksuz kararlarının kamuoyunda etkisini artırmak amacıyla gerçeklerin nasıl çarpıtılıp, eğilip büküldüğünü doğrudan tecrübe etmiş eski bir yargı mensubuyum.
Bu açıklamalarında Sn. Yılmaz bana, benim gibi ihraç olan, gözaltına alınıp tutuklanan, yüzlercesi halen cezaevinde tutsak olan ve onlarcası hücrelere konulan masumiyet karineleri ellerinden alınmış onurlu ve şerefli hâkim ve savcılara önemli ithamlarda bulunmaktadır. Daha önceden de benzeri söylemlerde bulunuldu. Yine atılan iftiralara karşı sesimizi yükselttik. Ancak sesimizi bizden başka duyan olmadı. Ne yargılamalarımız sırasında söylediklerimiz tam olarak tutanağa geçirildi ve ne de duruşmalarımızı dahi takip etmeyen sahte hukuk devleti havarilerince bunlar topluma duyuruldu.
Söylenenlere karşı sessiz kalmayı vicdanıma kabul ettiremiyorum. Söyleyeceklerimin toplum vicdanında karşılık bulacağına inanıyorum. Belki sadece boşluğa ıslık çalmış olacağım; ancak, Ancak ben kendimi vicdanımda yargıladığımda beraat ettirmeliyim. Aksi takdirde uykularım kaçar, kahrolurum, çocuklarımın yüzüne bakamam.
Başkanvekili’nin söz konusu mülakat içerisindeki beyanları, kullandığı üslup ve dayanakları farklı bakış açılarına göre değişik değerlendirmelere tabi tutulabilir. Ancak hukukun uygulanması ve adaletin tesisi iddiasındaki yargı teşkilatını şekillendiren ve denetleyen bir kurulun başında yer alan ve ona sözcülük eden bir kişinin sözleri en başta Anayasa ve yasalar çerçevesinde kritiğe tabi tutulmayı hak etmektedir.
Anayasa’nın 138.maddesi hâkimlerin görevlerinde bağımsız olduklarını; hiçbir organ, makam veya kişinin hâkimlere emir ve talimat veremeyeceğini, telkinde bulunamayacağını söyler. Anayasa’nın 139 ve 140. maddeler birlikte okunduğunda hâkim ve savcılar ile ilgili yapılan her türlü atama, tayin, terfi veya ihraç gibi işlemlerin “hâkimlik ve savcılık teminatı”na uygun olarak kanunda düzenlenmesi ve HSK tarafından bu doğrultuda uygulanması gerekir. Anayasa’nın bu maddelerinin anlamı ve önemi ile HSK’nın konumu bağlamında geniş bir külliyat var. Ayrıntılarını bunlara havale ederek konuya geçmek istiyorum.
Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun oluşumu, faaliyetleri ve fonksiyonları 6087 sayılı Yasa tarafından düzenlenmiştir. Söz konusu Yasa’nın 3.maddesine göre: “Kurul, görevlerini yerine getirirken ve yetkilerini kullanırken bağımsızdır. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, Kurula emir ve talimat veremez.// Kurul, mahkemelerin bağımsızlığı ile hâkimlik ve savcılık teminatı esaslarını gözeterek adalet, tarafsızlık, doğruluk ve dürüstlük, tutarlılık, eşitlik, ehliyet ve liyakat ilkeleri çerçevesinde görev yapar”
HSK Başkanvekili Mehmet Yılmaz’ın aşağıda irdelemeye tabi tutacağımız açıklamaları ve HSK tarafından 22.01.2020 tarihli basın bildirisi Anayasa ile 6087 sayılı Yasa’nın tam anlamıyla çiğnenmesi hatta yok sayılmasıdır.
Mehmet Yılmaz, açıklamalarıyla her ne kadar kamuoyunu aydınlattığını düşünüyor olsa da, eylem ve söylem birliği içerisinde hareket ettiği diğer üyelerle birlikte işledikleri suçları ikrar ediyor, gelecekte yapılacak yargılamalarda kullanılacak önemli deliller oluşturmaya devam ediyor. Devam ediyor diyorum, zira 15 Temmuz 2016 tarihinden sonra Sn. Yılmaz’ın dönem dönem yaptığı açıklamaları birlikte okunduğunda, Türk yargısına ve yargı üzerinden toplumun tüm kesimlerine nasıl bir komplo kurulduğu net şekilde anlaşılacaktır.
Okumada kolaylık sağlaması açısından önce Sn. Yılmaz’ın açıklamalarına yer verip sonrasında kısaca bunların değerlendirmesini yapmaya çalışacağım.
MEHMET YILMAZ DİYOR Kİ: 2014’ten itibaren FETÖ ile mücadele ettiklerini, ilgili daire tarafından verilen soruşturma izinleri sonrasında müfettişler eliyle soruşturmaların yapıldığını, 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi gününe kadar 130’un üzerindeki FETÖ mensubunu, hukuk içinde yaptıkları usulsüzlüklerden dolayı açığa aldıklarını, bazılarını ihraç ettiklerini, bazıları hakkında da kovuşturma izni verdik.
“Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm verirler” (Anayasa m.138). Bunun anlamı şudur; bir hâkim kendi kanaatine göre, yasanın kendisine tanıdığı yetkiler çerçevesinde, dosyada mevcut olan verilere dayanarak bir karar vermişse, bunun denetimini idari bir organ olan HSK yapmaz, yapamaz. Hâkim tarafından verilen bir kararı denetleyecek itiraz ve temyiz makamlarının hangileri olduğu yasalarca belirlenmiştir ve hukuki denetim ancak bunlar tarafından yapılabilir. Ancak bu söylediklerim hâkimlerin suç işleme özgürlüklerinin olduğu anlamına gelmez. Bir hâkimin yetkilerini açıkça kötüye kullandığı durumlar “hâkimlik teminatı ve mahkemelerin bağımsızlığı” ilkelerine zarar vermeden HSK tarafından yasal usule uygun olarak incelenip tespit edilebilir. Bu tespit sonrasında ilgili hâkimin ihracına da karar verilebilir.
Sn. Yılmaz’ın beyanında geçen ve Temmuz 2016 öncesinde açığa alınan veya ihraç edilen 130 hâkim ve savcının ihracının tamamen siyasi saiklerle yapıldığı, Anayasa ve yasal güvenceleri gasp edilerek haklarında işlem tesis edildiği, haklarında inceleme yapan müfettişler ve soruşturma yapan savcılar ile karar veren hâkimlerin HSK tarafından itina ile seçildiği tüm kamuoyu tarafından bilinen bir gerçektir. Ancak maalesef fikri takip yapabilecek dürüst ve namuslu entelektüellerin, yazarların, gazetecilerin ve siyasilerin susturulduğu bir ortamda bunlar, unutulmaya terkedilmiş gerçeklerdir.
130 hâkim ve savcı, verdikleri yargısal kararlar bir temyiz incelemesi sonrasında açıkça hukuka aykırılıkları tespit edilmeden, tamamen siyasi amaçlarla hareket eden ve seçilmesini siyasilerin sağladığı HSK üyelerince açığa alınmış ve ihraç edilmişlerdir. Yine bu Kurul’un atadığı savcı ve hâkimlerce tutuklanmışlar; bu Kurul’un seçtiği hâkimlerce yargılanıp cezalandırılmış ve sonrasında bu Kurul’un seçtiği Yargıtay üyelerince cezaları onanmıştır.
Zincirleme halinde gerçekleştirilen bu yasa dışı uygulamalar Sn. Yılmaz tarafından “hukuki” olarak nitelendirilip kabul edilmekte ve kamuoyu tarafından da böyle algılanması sağlanmaya çalışılmaktadır.
MEHMET YILMAZ DİYOR Kİ: “Darbe öncesi başlayan inceleme ve soruşturma dosyalarımız zaten vardı, müfettişlerin FETÖ’ye yönelik çalışmaları devam ediyordu, savcılıkla birlikte iş koordineli gidiyordu. 15 Temmuz 2016’ya geldiğimizde ortada daha OHAL yokken darbe sabahı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının gözaltı kararı gereğince 2 bin 740 hakim ve savcı hakkında açığa alma kararı verdik. Müfettişler ve savcılık eliyle yürütülen bir çalışma vardı. Yeterli olgunluğa ulaşması bekleniyordu, darbe gecesi Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, elindeki bu çalışmaları değerlendirerek ilgili hâkim ve savcılar hakkında gözaltı kararı verdi.”
Yılmaz bu beyanında o kadar büyük itiraflarda bulunuyor ki, kısa bir makalede bunlardan hangi birini değerlendireceğimi seçmekte zorlandım. Bunlardan bazılarını şöyle sıralamam mümkün:
- İhraç edilen tüm hakim savcılarla ilgili dosyalar 15 Temmuz 2016 tarihinden önce hazırlanmıştı,
- Bu dosyaların işlemleri Ankara Başsavcılığı ile koordineli şekilde yürütüldü,
- OHAL ilan edilmeden, darbe teşebbüsü bahane edilerek, daha önceden belirlenen listeler kullanılarak açığa alma ve ihraç kararları verildi,
- Önce Ankara Başsavcılığı gözaltı kararı verdi sonradan Kurul açığa işlemini yaptı,
Bu tespitlerin her biri ayrı birer hukuk cinayeti. Kurumları faal ve etkin bir hukuk devletinde, yapılan böylesi bir açıklama sonrasında muhalefetin, sivil toplum örgütlerinin, baroların ve aydınların seslerini yükseltmesi, açıklama sahibini kınaması ve sonrasında bu kişinin istifasını istemesi gerekir. Ancak Türkiye ne ideal bir hukuk devleti ne de böylesi bir tepki verecek, demokrasiyi özümsemiş ve bunun mücadelesini verecek kişilere ve sosyal kurumlara sahip.
Sn. Yılmaz açıkça gerçekdışı sözler söylüyor ve kamuoyunu bilinçli şekilde manipüle etmeye çalışıyor. Ufak bir araştırma sonrasında gerçek sürecin şu şekilde olduğu rahatlıkla görülecektir: 17-25 Aralık 2013 tarihi sonrasında iktidar partisi yolsuzluk operasyonları nedeniyle korktu, yapılan soruşturmaların hukuki ve siyasi sonuçlarından kurtulmak ve yenilerinin önüne geçmek amacıyla yargı içerisinde kendisine biat etmeyen veya kontrol edemediği tüm hakim ve savcıları etkisiz kılmaya karar verdi. Bunu tek başına yapamayacağını biliyordu. Bu aşamada perde arkasından yargı içerisinde gizli bir yapılanmanın planlarını ve pazarlıklarını yaptı. Bu pazarlığı kimlerle ve hangi amaçla yaptığı Yargıda Birlik Platformu (YBP) adıyla alenileşti. Bu yapı üçlü bir bloktan oluşuyordu. İlk grupta iktidarın temsil ettiği dinci muhafazakârlar; ikincisinde kendisini Kemalist, solcu, devrimci ve alevi olarak tanımlayanlar; üçüncü grupta ise milliyetçiler ile kişisel menfaatlerini önceleyen hâkim ve savcılar yer alıyordu.
Bu üçlü blok karşısında yer alan hâkim ve savcılar ise YBP üyeleri tarafından iktidar partisi temsilcilerince üretilip kullanılan “paralel”ci ithamıyla yaftalandı. Bunlar içerisinde iktidar temsilcilerine veya iktidar partisiyle yakın ilişkide bulunanlar aleyhine soruşturma açıp karar verenler, bunlarla arkadaşlık edenler, siyasilerle yakın ilişki kurmayanlar, kurmakla birlikte onlara yetkilerini teslim etmeyenler, Gülen cemaatine bir şekilde temas etmiş olanlar (daha sonradan tövbe edenler hariç), samimi şekilde hukuk devletine inanan ve buna hayat vermeye çalışan hâkim ve savcılar vardı.
Ekim 2014 tarihinde HSK’ya yeni üyeler belirlenmesi için hâkim ve savcılar arasında seçim yapıldı. Bu seçimi tüm birimleriyle iktidar ve muhalefetin desteklediği YBP adayları kazandı ve bu üyeler HSK’da söz sahibi oldu.
Ekim-2014 HSK’nın temel amacı, üyelik seçimleri sırasında kendilerince muhalif (düşman) olarak gördükleri adaylar ile bunlara oy veren 5300 civarındaki hâkim ve savcıyı tespit ve tasfiye etmekti. Bu doğrultuda atadıkları Başsavcı ve komisyon başkanları aracılığıyla “cadı avına” başladılar. Bunların temel görevi adliyelerdeki muhalif gördükleri hâkim ve savcıları tespit etmek, ettiklerini merkezi bilgi havuzuna göndererek fişlemekti.
Sayın Yılmaz’ın açıklamasında yer alan “FETÖ’ye yönelik çalışmalar devam ediyordu, savcılıkla birlikte iş koordineli gidiyordu” beyanıyla itiraf ettiği şey, hep birlikte fişleme yapmış oldukları ve Kurul’un bunun koordinasyonunu üstlendiğidir.
Sn. Yılmaz açıklamasında övünerek ve sanki bir yerlere mesaj ve hesap verircesine “15 Temmuz 2016’ya geldiğimizde ortada daha OHAL yokken darbe sabahı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının gözaltı kararı gereğince 2 bin 740 hâkim ve savcı hakkında açığa alma kararı verdik” diyor.
Anayasa ve yasaları hiçe sayarak ihraç kararları veren HSK’nın bu kararlarında dayandığı temel mevzuat, OHAL döneminde çıkartılan ve her vicdanlı hukukçunun Anayasa’ya aykırılığı konusunda mutabık kaldığı 667 sayılı KHK ile yine fiilen OHAL’i devam ettiren 375 sayılı KHK’dır. Bu gerçekliğe rağmen Sn. Yılmaz açıklamasında OHAL olmadan, daha onun mevzuatı yürürlüğe girmeden harekete geçtiklerinden ve cellatlığa soyunduklarından bahsedebiliyor. Ancak verilen ihraç kararları tümü incelendiğinde, temel gerekçe olarak darbe teşebbüsü ile sonrasında çıkartılan OHAL şartları ve düzenlemelerinin kullanıldığı görülecektir.
Bu durumda iki ihtimal var: Birinci ihtimalde Yılmaz ve suç ortakları, OHAL ilan edilmeden onun ilan edileceğini bilerek daha önceden hazırladıkları soykırım (fişleme) listelerini ivedi olarak işleme koydular ve sonradan çıkan OHAL düzenlemelerini kararlarına dayanak yapıp kendilerini kurtarmaya çalıştılar.
İkinci ihtimalde ise OHAL düzenlemelerine ihtiyaç duymaksızın hâkim ve savcı ihracı yapabilecek bir yasal mevzuata sahiplerdi. Son ihtimalde akla gelen önemli bir soru, Sn. Yılmaz ve suç ortaklarının Ekim 2014 ile Temmuz 2016 arasında neden harekete geçmedikleri olacaktır. Harekete geçmediler; zira, ihraç için kullanabilecekleri hiçbir yasal bilgi ve belgeye sahip değillerdi. Bunun için etrafın toz duman olduğu bir ortamı kullanmak için pusuda beklediler. 15 Temmuz onlara bu ortamı sağladı. Onlar da vakit kaybetmeden harekete geçtiler.
Sn. Yılmaz’ın açıklamaları tutarsız ve savruk. Bunun temelinde işlediği suçtan dolayı övünen ve aynı derecede bundan korkan bir failin, savunma yaparken ortakları ile aralarında gizli olarak yaptıkları kurguyu karıştırıp kendisini ve ortaklarını ifşa etme refleksi yatıyor galiba.
Sn. Yılmaz’ın yaptığı en büyük çarpıtmalardan birisi de, ihraç edilen 2.740 hâkim ve savcı hakkında önce Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından gözaltı kararı verilmesi, sonrasında Kurul’un harekete geçerek bu kişileri ihraç ettiğidir.
Ben 16 Temmuz sabahı açığa alınıp, öğle sonrasında gözaltı işlemine tabi tutulan ve 21 Temmuz 2016 tarihinde tutuklanan bir savcıyım. Gözaltı talimatı ve tutuklama kararımda yazan tek gerekçe HSK tarafından verilen açığa alma işlemidir. Yine sorgu sırasında sulh ceza hakimine hakkımdaki delillerin ne olduğunu sorduğumda dosyada delil olmadığını, tek verinin açığa alma kararı olduğunu, ancak Kurul tarafından kendilerinin telefonla aranarak bilgilendirildiklerini, Kurul nezdinde deliller olduğunu ve sonrasında dosyaya gönderileceğini söylemiştir.
Tahliye olduğum 27 Aralık 2018 tarihine kadar tüm tutuklama devam kararlarımın temelinde HSK tarafından verilen açığa alma ve ihraç kararı temel gerekçe olarak kullanılmıştır. Cezalandırılma kararımın ana omurgasını da yine bu aynı gerekçe oluşturmaktadır.
Mehmet Yılmaz gerçekleri bükerek hakikâti çarpıtmaya devam etmektedir. 15 Temmuz gecesinde neler olduğuna ilişkin olarak Sn. Yılmaz’ın önceden yaptığı açıklamaları ile basına yansıyan[2] bilgiler birlikte değerlendirildiğinde Ankara Hakimevi’nde Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kenan İpek başkanlığında, HSYK Başkanvekili Mehmet Yılmaz, Müsteşar Yardımcısı Basri Bağcı, Teftiş Kurulu Başkanı Vedat Ali Tektaş, Ceza İşleri Genel Müdürü Aytekin Sakarya, Strateji Geliştirme Başkanı Alpaslan Azapağası, HSYK Genel Sekreteri Bilgin Başaran, genel sekreter yardımcıları Serdar Mutta ve Erdal Demir, Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Harun Kodalak, Başsavcı Vekili Necip Cem İşçimen ile Ankara Savcısı Tekin Küçük’ten oluşan bir toplantı yapıldığı anlaşılmaktadır. Böylesi bir toplantıya emniyet ve istihbarat birimleri yetkililerinin katılmaması mümkün değildir.
Bu toplantı sırasında veya öncesinde, daha önceden hazırlanan kıyım (fişleme) listelerini nasıl infaz edeceklerini tam olarak bilemeyen HSK’nın 3. Dairesi, 16.7.2016 tarih ve 2016/7900 sayılı, kendilerince şekli hukuka uygun olduğunu düşündükleri bir karar almıştır. Bu karar ile HSK, mevcut ve halen geçerli 2802 sayılı Yasa’nın 82.maddesine göre işlem yapmış ve 2740 hâkim ve savcı hakkında “Anayasayı İhlal”, “Yasama organına karşı suç”, “Hükümete karşı suç”, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine karşı silahlı isyan”, ve “silahlı örgüt” suçlarından soruşturma izni vererek bu suçlara ilişkin soruşturmayı yapmak üzere kurul müfettişi görevlendirilmesini kararlaştırmıştır.
2802 sayılı Yasa’nın 82.maddesi, katliam mahiyetli bir ihraç yapmak isteyen HSK’nın elindeki geçerli tek şekli yasal düzenlemedir. Dolayısıyla HSK üyeleri darbe teşebbüsünü bahane ederek, daha önceden cesaret edemedikleri bu silahı kullanmaya karar verebilmişlerdir. Bu karar dönemin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ tarafından da aynı gün imzalanarak işleme konulmuştur.
Halen geçerliliğini koruyan HSK’nın 3.Dairesi’nin 2016/7900 sayılı kararı ortadayken, ne Ankara Başsavcılığı’nın ve ne de başka bir il başsavcılığının bu karara konu hakim ve savcılar hakkında soruşturma başlatma yetkisi olamaz. Aksi durum yetki gaspıdır ve yapılan soruşturma korsan bir soruşturmadır.
Muhtemelen bu toplantı sırasında veya sonrasında birileri, Türk yargısına kurulan komplonun derinliğinden ve kapsamından haberdar olmayan HSK üyelerini bilgilendirerek, 2016/7900 sayılı karar bağlamında düşünülen şeklen meşru bir işlemin infazların sürecini yavaşlatacağını, darbe teşebbüsü ile oluşturulan karanlık bulutların dağılması sonrasında işlerinin zorlaşacağını söylemiş olacak ki, HSK üyeleri fikir değiştirmişlerdir. Çözüm yolu olarak ise önce açığa alma işleminin yapılmasını, sonrasında Ankara Başsavcılığı’nın bu işlemi bahane ederek açığa alınanları delilsiz olarak darbeye teşebbüs ve örgüt üyeliği suçlaması ile gözaltına alıp tutuklamasını, tutuklama sonrasında ise ihraç işleminin gerçekleştirilmesi kabul edilmiştir. Bu plan doğrultusunda Ankara Hakimevi’ndeki toplantıya katılanlar aralarında acele bir görev dağılımı yapmışlar, toplantı sırasında hazır bulunan Ankara Başsavcısı ve Başsavcıvekili hazırladıkları bir yazıyla yüksek yargı mahkeme üyeleri ile ilk derece mahkemesi hâkim ve savcılarından oluşan 2740 kişinin gözaltına alınması talimatını vermiştir. Bu talimatı müteakiben bu hakim savcıların açığa alma işlemi gerçekleştirilmiş, ancak ne gariptir ki, açığa alma işleminde Ankara Başsavcılığı tarafından yürütülen bir soruşturmaya yer verilmezken, Ankara Başsavcılığı’nın verdiği gözaltı kararının uygulanması safhasında tek delil olarak ilgili savcılıklara HSK’nın açığa alma kararı gönderilmiştir.
Yani yukarıdaki anlatımlarımdan da anlaşılacağı üzere yumurta mı tavuktan çıkmıştır, tavuk mu yumurtadan çıkmıştır sorunsalı, bizlere karşı katliam yapan suç ortakları tarafından bir türlü net olarak ortaya konulmamıştır. Ankara Başsavcılığı ve sonrasındaki tüm il başsavcılıkları kararlarına gerekçe olarak HSK’nın açığa alma kararını kullanmışlar; HSK ise açığa alma kararının gerekçesi olarak başlatılan soruşturma ve sonrasında verilen gözaltı kararlarını öne sürmüştür. Aslında olan şey her birinin tek bir ekip olarak işlemleri yürüttükleri ve her birinin suça iştirakini sağlayacak bir plan yaparak icraya geçmiş olmalarıdır. Böylece herkes bir birini koruyacak, kimse kimseye ihanet edemeyecektir. Geride kalan hukuka dair bilgi kalıntıları ile, hukuk memlekete geri geldiğinde, Anayasal düzeni bozmaktan yargılanacaklarını en iyi kendileri bilmektedir.
MEHMET YILMAZ DİYOR Kİ: 15 Temmuz sonrasında HSK tarafından icra edilen fişleme listelerinin infazı Barolar Birliği, barolar, iktidar, muhalefet, sivil toplum örgütleri ve milletvekilleri dâhil her kesimce takdir edilmiş, yapılanlar alkışlanmıştır.
Türk yargısına kurulan bu komplonun ve yargının iskeletini oluşturan kaliteli hukukçuların katledilme işleminin gerçekleştirilebilmesi ancak ve ancak bunun karşısında duracak kişi ve grupların yapılanları desteklemesi ya da göz yumarak üç maymunu oynaması ile mümkündür.
Evet ben ve benim gibi 4.000 den fazla hâkim ve savcı katledildi. Ana muhalefet partisi ile diğer muhalefet partileri bizlere, yani yargıya ve hukuk devletine sahip çıkmadılar. Barolar Birliği bu işlemlere tam destek verdi; hatta Başkan’ı olan Metin Feyzioğlu, katliamlar nedeniyle oluşacak hâkim ve savcı açığının avukatlar tarafından doldurulabileceğini söyleyecek kadar desteğini ileri götürdü. Sivil toplum örgütleri neredeyse tamamen sessiz kaldı ve bu pozisyonlarını istikrarlı şekilde devam ettiriyorlar. Bir kısım il baroları cılız seslerle yapılanlara karşı çıkılıyormuş gibi yapsalar da, bu tepkiler kurumsal olarak dillendirilmedi, fikri takip yapılmadı.
Muhtemelen Sn. Yılmaz’ı bu kurum temsilcileri aramışlar ve tebrik de etmişlerdir. Zira Yılmaz kararlarının kimler tarafından desteklendiğini açık açık söylüyor. Sn. Yılmaz’ın söylediği kurumlardan, yapılan katliamları alkışlamayanlar var ise çıkıp bunu beyan etmelidirler. Aksi halde suskunlukları, katliamlara sessiz kalarak bunları taktir ettikleri şeklinde yorumlanacak ve böylece tarihe geçecektir.
Sn. Yılmaz’ın en önemli itirafı belki de bu oldu. Zira Yılmaz açıklaması ile bu katliamı sadece kendilerinin yapmadığını, buna teşvik ve tahrik edildiklerini, sonrasında da taktir edildiklerini söyleyerek kimlerin bu yapılanlardan dolayı mutlu olduğunu da ifşa etti bizlere.
Darbe tiyatrosunun üzerinden neredeyse 4 yıl geçmesine rağmen, yapılan hukuksuzluklar bu kesimlerce dillendirilmiyor, katliamlara yüksek sesle tepki gösterilmiyor.
Bu sessizliğin sebebi konusunda, belirli bir zaman geçip, olaylar üzerindeki sis perdesi kalktığında sosyal ve siyaset bilimciler eminim daha sağlıklı tespit ve değerlendirmelerde bulunacaklardır. Ancak 14 yıl savcı olarak çalışmış ve bu nedenle adliye içerisini bildiğini düşünen bir hukukçu olarak şunu söyleyebilirim ki, ülkede toplum önünde olan ve bunları yönlendiren partiler, sivil toplum örgütleri, inanç ve etnik gruplar, gazeteciler, entelektüel ve akademisyenlerin temel gayesi hiçbir zaman hakiki anlamda hukuk devletini hayata geçirecek bir yargı sistemi olmadı. Her kişi ve grup kendisini koruyacak, karşısındakine saldıracak bir yargı sistemi hayal etti ve bunu hayata geçirecek yargıç ve savcı kadroları oluşturmaya çalıştı. İhraç edilen 4.000 den fazla hâkim ve savcının ortak noktası, varsa hata ve kusurlarına rağmen, hukuk devletini hayata geçirmek ve ona canlılık kazandırmaktı. Bu yapıldığında mahkeme kürsülerini kendilerine siper ederek emellerini gizleyen ve bu yöntemle savaşını veren ideolojik, dini ve etnik gruplar ile menfaat odaklarının gerçek yüzü ortaya çıkacak ve ifşa olacaklardı. Bunlar güçlerini korusun, çarkları biraz daha dönsün etsin diye bizlerin boynu vuruldu.
Söz ve yazılarında ya da metinlerinde koca koca kelimelerle hak ve adalet mücadelesi verdiğini söyleyen kişi ve grupların sessizliği bundandır. Bizim akan kanımız, onların da maskelerini düşürdü, düşürmeye devam ediyor.
Bizler görünürde iktidar ve onu temsil eden kişi ve gruplar tarafından katledilirken, yapılanların muhalif görünen kişi ve gruplarca açıktan veya gizlice alkışlanması, zaman zaman bizleri taşlamaları, bunların gerçekte cellatlarımızla aynı duyguyu paylaştıklarının en büyük verisidir.
Benim bildiğim bu doğrunun Sn. Yılmaz tarafından dillendirilmiş olması, hakikat adına sevindirici bir durum.
MEHMET YILMAZ DİYOR Kİ: Biz ihraç kararlarını verirken gece yarılarına kadar toplantılar yaptık, tüm delilleri üyelerin tamamıyla inceledik, tetkik hâkimler ve müfettişler de bu işlemlerimize yardım ettiler, verdiğimiz kararlara yapılan itirazları da inceledik ve yanlış olanlarından döndük.
İhraç kararları sonrasında, bu kararlar nedeniyle şaşkınlık yaşayan, kendisi hakkında böyle bir işlemin neden verildiğini öğrenmeye çalışan birçok meslektaş ya doğrudan, ya da bir tanıdığı vasıtasıyla HSK üyelerine ulaşmışlar ve bunlara neden? sorusunu yöneltmişlerdir. Bazı üyeler, aralarındaki önceye dayanan samimiyet nedeniyle soru sahiplerine şu itiraflarda bulunabilmişlerdir: “Ben kimin atıldığını dahi bilmiyorum, bize listeler geliyor ve biz de imzalıyoruz. Siz itiraz edin, yeniden inceleme aşamasında daha dikkatli bakarız.”
Sn. Yılmaz ve diğer HSK üyelerinin ne kadar titiz çalıştıklarını, ihraç edilen her hâkim ve savcı yakinen bilir! Öyle ki titizlikle hazırlanan listelere daha önceden vefat etmiş meslektaşlar girebilmiş, önceden istifa veya başka bir nedenle meslekten ayrılanların isimleri yer alabilmiştir.
Bugüne kadar bana ihraç gerekçelerim yazılı olarak bildirilip savunmam alınmadı. Sadece benim değil hemen hemen diğer tüm mağdur meslektaşlarım için de aynı şey geçerli. İddianamemde aleyhime kullanılan delil müsveddeleri, tutuklanmamdan yaklaşık 5 ay sonra alınan itirafçı anlatımı ile yine yaklaşık 8 ay sonra MİT tarafından hazırlanan Bylock raporudur. Bunların yanına serpiştirilen telefon görüşme kayıtlarımın incelenmesi veya sosyal medya hesaplarımdaki paylaşımlarıma dair raporlar göz boyamaya yönelik belge parçalarıdır.
Suç oluşturmayacak eylemler bizlere suçlama olarak yöneltilmiş; bu ithamlara delil oluşturmak için beyanda bulunmaya zorlamak amacıyla masum insanlar hapislere atılmışlardır. Böyle bir bakış açısıyla görevde bulunan herhangi bir yargı mensubunun önceye dayalı arkadaş çevresi, sosyal medya paylaşımları, telefon görüşme kayıtları incelendiğinde, kendilerince uydurulan silahlı terör örgütüne üye olduklarını “ispatlamak” zor olmayacaktır. HSK ile özel yetkili savcılık ve mahkemelerin temel oluşum gayesi zaten bu.
Şunu açıkça söyleyebilirim ki ne benim ve ne de diğer 4000’den fazla meslektaşın ne açığa alma, ihraç ve yeniden inceleme taleplerimizin reddi kararlarımızda şahsileştirilmiş TEK bir gerekçe yoktur. İsimlerimiz sadece karar ekine iliştirilen listede geçmektedir. Meslek hayatımız boyunca vermiş olduğumuz kararlardan tek biri bile aleyhimize delil olarak kullanılmamıştır. Evet, bunun tek bir açıklaması vardır: ihraç edilen hâkim ve savcılar iyi hukukçulardı, kaliteli işler yapıyorlardı, hatalarına rağmen kararları doğruydu.
MEHMET YILMAZ DİYOR Kİ: Kendilerinin de teşvikiyle o dönemde birçok itirafçı beyanının ortaya çıktığını, 500’ü aşkın itirafçının beyanlarıyla çok önemli sonuçlara ulaştıklarını, itirafçıların beyanlarını, yargılama titizliği içinde tek tek ele aldıklarını ve kararlarını buna göre verdiklerini söylemiştir.
Ben ve benimle birlikte ihraç edilen 3500’e yakın hâkim ve savcı ile ilgili, ihraç tarihlerimiz sırasında tek bir tanık anlatımı dahi yoktu.
HSK’nın ihraç işlemi ve Ankara Başsavcılığı’nın gözaltı ve tutuklama emirleri sırasında ellerinde hukuki veya gayri hukuki hiçbir delil yoktu. Olan şey sadece ve sadece fişleme ve infaz listeleriydi. Bu listeleri işleme koymaları gerekiyordu. Darbe teşebbüsü bunun için iyi bir ortam sağlamıştı. Kim bilir belki de darbe sırf bu tür infaz listelerinin işleme konulması için tezgâhlanmıştı.
Önce infazımızı yapıp idam ettiler, sonrasında arkamızdan mahkûmiyet kararımızı yazıp gerekçelendirerek mezar taşımıza astılar.
Bu öylesine büyük bir hakikat ki, ülke içindeki sisli havadan gözükmese dahi, Strazburg’dan bakıldığında net şekilde görülmektedir. Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Sn. Alparslan Altan’ın başvurusuna ilişkin ihlal kararında AİHM şu tespiti yapmak zorunda kalmıştır: “(140). Mahkeme, başvuranın 15 Temmuz 2016 olaylarına dâhil olduğundan kesinlikle şüphelenilmediğini gözlemlemektedir. Kabul edilmelidir ki, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, darbe teşebbüsünden bir gün sonra 16 Temmuz 2016’da başvuranı FETÖ/PDY terör örgütü üyesi olarak tanımlayan ve tutuklanmasını isteyen talimatı vermiştir (bkz. yukarıdaki 16. paragraf). Hükümet bununla birlikte, başsavcılığın bu talimatına olgusal temel sağlayabilecek herhangi bir “olgu” ya da “bilgi” sunmamıştır.
Sn. Yılmaz açıklamalarını, ilk derece mahkemesi, Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi tarafından iştirak halinde gizlenen bir hakikatin uluslararası mahkeme tarafından ifşa edilmesine rağmen yapmaktadır.
AİHM’in böyle bir tespiti karşısında, karara konu olayla ilgili doğrudan veya dolaylı ilgisi ve sorumluluğu bulunan, kendisine ve mesleğine karşı saygısı olan bir kişinin göstereceği en basit tepki kızaran yüzüyle oturmak ve sessiz kalmaktır. Bunun aksine geliştirilen her söz ve davranışı nitelemeyi okuyucuların takdirine bırakıyorum.
Sn. Yılmaz ve diğer tüm HSK üyeleri, 2014 yılı sonrasında yoğun bir emek ve mesai harcayarak fişleme listeleri hazırladılar. Bu listelerin nasıl kullanılacağını bilmiyorlardı, ancak hepsinin bir gecede ihracını eminim bazıları öngörmüyordu. 15 Temmuz gecesi HSK üyelerinin tamamı önüne bu liste konuldu ve ihraç etmeleri istenildi. Bilen üyeler buna hazırlıklıydılar ve bu anı bekliyorlardı. Ortama tam bir cinnet havası egemendi. Bilmeyenler ve bu çapta bir katliamı öngörmeyenler ise şaşkındılar: Ya imzalayacaklar, ya da açığa alınan ve tutuklama listesinde isimleri bulunan diğer Kurul üyeleri Ahmet Berberoğlu, Mahmut Şen, Şaban Işık, Mustafa Kemal Özçelik gibi tutuklanacaklardı. İşledikleri toplu katliamı belki baştan planlamayanlar, bu kararlara imza atmakla ellerini kirletip suça ortak oldular.
Bizler HSK önüne konulan giyotinlerde infaz edildik. Kesik başlarımızı medya aracılığıyla sokak sokak gezdirdiler ve özellikle görevdeki diğer hâkim ve savcılara sergilediler. Üzerimize atılan suçlama çok büyüktü: Anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs. Suçun büyüklüğü karşısında kimse bizi sahiplenmedi, suçsuzluğumuzun en yakın tanıkları dahi sustular/susturuldular.
Bu suçlamanın ağırlığı karşısında kimse delilleri dahi sorgulamadı. Katliam sonrası tutuklanmamıza karar veren hâkimler ve soruşturmamızı yürüten savcılar yavaş yavaş hareketlendiler, Başsavcıları’na “hani bu meslektaşlar ile ilgili olarak bizlere delil gönderilecekti HSK tarafından, neden daha gelmedi” diye endişelerini dillendirdiler. Zira bizleri gözaltına alan ve tutuklayanlara “siz tutuklayın biz sizi delile boğacağız” demişti Ankara’dan birileri. HSK ve onunla birlikte çalışan istihbarat ve güvenlik birimleri harıl harıl delil araştırmaya, bulmaya, uydurmaya koyuldular. Sn. Yılmaz o zaman gazetelere demeçler ve mülakatlar vererek, tutuklu hakim ve savcılara yönelik olarak ““İtirafçılığıyla faydası olan FETÖ’cüleri yeniden hâkim ya da savcı yapabiliriz!”[3] gibi vaatlerde bulundu.
Bu vaatler muhatabını buldu. Cezaevindeki maddi ve manevi işkencelerden korkup bunalan ve toplumsal linçten ürken bir kısım hâkim ve savcılar, hakikatte suç olmadığını kendilerinin de bildikleri bazı yaşanmışlıklarına dair anlatımlarda bulundular. Bunlar içerisinde ben şu kişiyle dini bir sohbete katıldım, şu hâkim filan gazeteyi okuyordu, şu hâkimin evinde falan hocanın kitabını gördüm, şunlar filan cemaate ait dershanelere gidiyordu gibi masun vakalar vardı. Sn. Yılmaz’ın ağzını doldura doldura “itirafçı” beyanı diye niteleyip kutsadığı ve kullandığı verilerin hemen hepsi bu türden anlatımlardır.
Sn. Yılmaz, bir hâkim ve savcı hakkında, başka bir kişinin kendisini kurtarmak amacıyla söyledikleri beyanlarını aşırı titizlikle incelemiş, bunları tek ve yegâne hakikat olarak kabul ederek kararlarını verdiğini söyleyebilmiştir.
İtirafçı olan hâkim ve savcılara ne mi oldu? Başkanvekili Mehmet Yılmaz başka bir açıklamasında bu soruyu cevapladı ve şöyle dedi: Ben itirafçı olanları kandırdım, onları konuşturmak için yalan söyledim, yoksa bu kişilerin mesleğe döndürülmesi gibi bir durum söz konusu değildir.
Yani Sn. Yılmaz’ın muhataplarını kandırması ve hakikati bükmesi yeni değil. Kendisi de açıkça bunu kabul ediyor ve kutsal amaçlar için yalan söylemeyi kendisine göre ahlakileştirebiliyor.
Hakikaten ilginç ve komik bir ülkede yaşıyoruz. Devasa bir komedi sahnesini andıran ülkede her kişi ve kurum rol kapma peşinde. Zaten son yıllarda, devlet bürokratlarının, siyasetçilerinin veya toplum önünde yer alan kişilerinin Cem Yılmaz’ı işsiz bırakacak derecedeki performansları bunun en büyük delili. HSK Başkanvekili Mehmet Yılmaz sadece bunlardan biri.
Mesela yaptığı mülakatında Sn. Yılmaz şöyle diyor: “HSK ne için var? HSK’nın görevi sadece hâkim ve savcıyı cezalandırmak, yanlışı tecziye etmek değil, gerçek misyonu hakim ve savcıların teminatını sağlamak. Anayasa’da o yüzden yer almış.” Güleceğim ama gülemiyorum. Zira ben sahnelenen bu komedinin malzemesiyim, mağduruyum. Keşke yaşananlarla arama birazcık mesafe koyup gülebilsem, günlerce ve hatta haftalarca kahkaha atabilirim inanın.
MEHMET YILMAZ DİYOR Kİ: Son çalışmada 150’ye yakın hâkim-savcı grubunu inceledik, 60’ının savunmasının alınmasına karar verdik, 60 kişiden 18’ini ise “kürsüde göreve devamlarının yargının saygınlığına, güvenilirliğine zarar verebileceğini” düşünerek açığa aldık. Ankesör uygulamasını da isteyen biziz zaten. Bizim dışımızda hazırlanmış da bizim üzerine gitmediğimiz bir listenin varlığı gibi bir hava yaratılmaya çalışılıyor. Bu, mümkün değil. Eğer birileri bizim dışımızda ankesör kullanan insanlar tespit etmiş de bize bildirmiyorsa suç işliyor demektir. Bu da mümkün değil.
Bu söyleminin muhatabının halen görev yapan ilk derece, istinaf veya temyiz mahkemelerinde görevli hâkimler olduğu izahtan varestedir. Sn. Yılmaz gayet samimi ve açık şekilde, bizim sözümüzü dinlemeyen, bizi rahatsız edecek kararlar veren, iktidarı veya onun etrafındakilerini huzursuz eden hâkim ve savcılar ayaklarını denk alsınlar diyor. Aksi takdirde hepsinin akıbeti isimsiz bir ihbar mektubuna ve isim haneleri boş iftiracı tanık anlatımlarına ya da yeniden pişmanlık duyacak bir meslektaşının ifadesine bağlıdır.
Şu andaki mevcut yargı düzeninde Sn. Yılmaz’ın açıklamaları, yargılama yapan hâkim ve savcılara yönelik emir, talimat ve telkin mesaj niteliğindedir. Açıklamasında bol bol “hâkimlik teminatı ve mahkemelerin bağımsızlığı” gibi kavramları kullanması şaşırtmasın kimseyi.
Ama eminim yargının mevcut çalışanları mesajı hemencecik almışlardır. Bu onların zeki olmalarından kaynaklı değil kesinlikle. Hiç mürekkep yalamamış ancak menfaatlerini maksimize edip kutsayan bir insanın dahi anlayabileceği açıklıkta bir mesaj bu zira.
Sn. Yılmaz bir de büyük bir civanmertlik gösteriyor. Yargı katliamından önemli derecede sorumlu olan istihbaratçılarını korumaya kalkışıyor. Bunların aslında suçsuz olduğunu, kendilerinin ankesörleri inceleyin talimatı verdiğini falan söylüyor. Bu yönüyle, ahlaki kriterleri bağlamında, kendisini takdir edebilirim.
Biliyorum, yazım biraz uzun oldu. Ancak söylenen sözlerin önemi ve toplum üzerindeki yıkıcı etkisinin büyüklüğü, yargının yapılan zulümlerdeki rolü gözönüne alındığında bazı konuları detaylandırarak açıklamak durumunda kaldım. Umarım doğrunun ortaya çıkmasına ufak bir katkı sunmuş, sizlere farklı pencere açabilmişimdir.
[1] https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/hsk-baskanvekili-yilmaz-su-anda-400-hakim-savci-ile-ilgili-devam-eden-sorusturma-var/1712196
[2] https://www.aksam.com.tr/yazarlar/emin-pazarci/o-gece-neler-oldu/haber-540829
[3] https://odatv.com/yaptim-ama-bir-sor-niye-yaptim-2812161200.html