- Ocak 27, 2020
- No Comment
Tavuk-Yumurta Sorunsalında Hâkimler Ve Savcılar Kurulu’nun Yeri Ve Havabükücü Başkanvekili’nin Rolü

Hasan DURSUN
Devrik Cumhuriyet Savcısı
HSK Başkanvekili Mehmet Yılmaz’ın Anadolu Ajansı’na verdiği 24.01.2020 tarihli bir mülakatı yayınlandı[1].
Mehmet
Yılmaz’ın açıklamalarında yer verdiği ve övünerek anlattığı yargının
temizlenmesine dair “mücadele”nin sayıları 4000’den fazla mağdurundan biri de
benim. Bu işlemlere doğrudan muhatap oldum. Anayasa ve yasaların nasıl
katledildiğini, hâkim ve savcı teminatının nasıl ayaklar altına alındığını yakinen
biliyorum. Bunu yaparken açık olan Anayasa ve yasa hükümlerinin nasıl kasten
kötüye yorumlandığını, hukuksuz kararlarının kamuoyunda etkisini artırmak
amacıyla gerçeklerin nasıl çarpıtılıp, eğilip büküldüğünü doğrudan tecrübe
etmiş eski bir yargı mensubuyum.
Bu
açıklamalarında Sn. Yılmaz bana, benim gibi ihraç olan, gözaltına alınıp
tutuklanan, yüzlercesi halen cezaevinde tutsak olan ve onlarcası hücrelere
konulan masumiyet karineleri ellerinden alınmış onurlu ve şerefli hâkim ve
savcılara önemli ithamlarda bulunmaktadır. Daha önceden de benzeri söylemlerde
bulunuldu. Yine atılan iftiralara karşı sesimizi yükselttik. Ancak sesimizi
bizden başka duyan olmadı. Ne yargılamalarımız sırasında söylediklerimiz tam
olarak tutanağa geçirildi ve ne de duruşmalarımızı dahi takip etmeyen sahte
hukuk devleti havarilerince bunlar topluma duyuruldu.
Söylenenlere karşı sessiz kalmayı vicdanıma kabul ettiremiyorum. Söyleyeceklerimin toplum vicdanında karşılık bulacağına inanıyorum. Belki sadece boşluğa ıslık çalmış olacağım; ancak, ben kendimi vicdanımda yargıladığımda beraat ettirmeliyim. Aksi takdirde uykularım kaçar, kahrolurum, çocuklarımın yüzüne bakamam.
Başkanvekili’nin söz konusu
mülakat içerisindeki beyanları, kullandığı üslup ve dayanakları farklı bakış
açılarına göre değişik değerlendirmelere tabi tutulabilir. Ancak hukukun
uygulanması ve adaletin tesisi iddiasındaki yargı teşkilatını şekillendiren ve
denetleyen bir kurulun başında yer alan ve ona sözcülük eden bir kişinin sözleri
en başta Anayasa ve yasalar çerçevesinde kritiğe tabi tutulmayı hak etmektedir.
Anayasa’nın 138.maddesi
hâkimlerin görevlerinde bağımsız olduklarını; hiçbir organ, makam veya kişinin
hâkimlere emir ve talimat veremeyeceğini, telkinde bulunamayacağını söyler.
Anayasa’nın 139 ve 140. maddeler birlikte okunduğunda hâkim ve savcılar ile
ilgili yapılan her türlü atama, tayin, terfi veya ihraç gibi işlemlerin “hâkimlik
ve savcılık teminatı”na uygun olarak kanunda düzenlenmesi ve HSK tarafından bu
doğrultuda uygulanması gerekir. Anayasa’nın bu maddelerinin anlamı ve önemi ile
HSK’nın konumu bağlamında geniş bir külliyat var. Ayrıntılarını bunlara havale
ederek konuya geçmek istiyorum.
Hâkimler ve Savcılar
Kurulu’nun oluşumu, faaliyetleri ve fonksiyonları 6087 sayılı Yasa tarafından
düzenlenmiştir. Söz konusu Yasa’nın 3.maddesine göre: “Kurul, görevlerini yerine getirirken ve yetkilerini kullanırken
bağımsızdır. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, Kurula emir ve talimat
veremez.// Kurul, mahkemelerin bağımsızlığı ile hâkimlik ve savcılık teminatı
esaslarını gözeterek adalet, tarafsızlık, doğruluk ve dürüstlük, tutarlılık,
eşitlik, ehliyet ve liyakat ilkeleri çerçevesinde görev yapar”
HSK
Başkanvekili Mehmet Yılmaz’ın aşağıda irdelemeye tabi tutacağımız açıklamaları
ve HSK tarafından 22.01.2020 tarihli basın bildirisi Anayasa ile 6087 sayılı Yasa’nın
tam anlamıyla çiğnenmesi hatta yok sayılmasıdır.
Mehmet
Yılmaz, açıklamalarıyla her ne kadar kamuoyunu aydınlattığını düşünüyor olsa
da, eylem ve söylem birliği içerisinde hareket ettiği diğer üyelerle birlikte işledikleri
suçları ikrar ediyor, gelecekte yapılacak yargılamalarda kullanılacak önemli
deliller oluşturmaya devam ediyor. Devam ediyor diyorum, zira 15 Temmuz 2016
tarihinden sonra Sn. Yılmaz’ın dönem dönem yaptığı açıklamaları birlikte
okunduğunda, Türk yargısına ve yargı üzerinden toplumun tüm kesimlerine nasıl
bir komplo kurulduğu net şekilde anlaşılacaktır.
Okumada
kolaylık sağlaması açısından önce Sn. Yılmaz’ın açıklamalarına yer verip sonrasında
kısaca bunların değerlendirmesini yapmaya çalışacağım.
MEHMET YILMAZ DİYOR Kİ: 2014’ten itibaren FETÖ ile mücadele ettiklerini, ilgili daire tarafından verilen soruşturma izinleri sonrasında müfettişler eliyle soruşturmaların yapıldığını, 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi gününe kadar 130’un üzerindeki FETÖ mensubunu, hukuk içinde yaptıkları usulsüzlüklerden dolayı açığa aldıklarını, bazılarını ihraç ettiklerini, bazıları hakkında da kovuşturma izni verdik.
“Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar;
Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm
verirler” (Anayasa m.138). Bunun anlamı şudur; bir hâkim kendi kanaatine
göre, yasanın kendisine tanıdığı yetkiler çerçevesinde, dosyada mevcut olan
verilere dayanarak bir karar vermişse, bunun denetimini idari bir organ olan HSK
yapmaz, yapamaz. Hâkim tarafından verilen bir kararı denetleyecek itiraz ve
temyiz makamlarının hangileri olduğu yasalarca belirlenmiştir ve hukuki denetim
ancak bunlar tarafından yapılabilir. Ancak bu söylediklerim hâkimlerin suç
işleme özgürlüklerinin olduğu anlamına gelmez. Bir hâkimin yetkilerini açıkça kötüye
kullandığı durumlar “hâkimlik teminatı ve mahkemelerin bağımsızlığı” ilkelerine
zarar vermeden HSK tarafından yasal usule uygun olarak incelenip tespit
edilebilir. Bu tespit sonrasında ilgili hâkimin ihracına da karar verilebilir.
Sn.
Yılmaz’ın beyanında geçen ve Temmuz 2016 öncesinde açığa alınan veya ihraç
edilen 130 hâkim ve savcının ihracının tamamen siyasi saiklerle yapıldığı,
Anayasa ve yasal güvenceleri gasp edilerek haklarında işlem tesis edildiği,
haklarında inceleme yapan müfettişler ve soruşturma yapan savcılar ile karar
veren hâkimlerin HSK tarafından itina ile seçildiği tüm kamuoyu tarafından
bilinen bir gerçektir. Ancak maalesef fikri takip yapabilecek dürüst ve namuslu
entelektüellerin, yazarların,
gazetecilerin ve siyasilerin susturulduğu bir ortamda bunlar, unutulmaya terkedilmiş
gerçeklerdir.
130
hâkim ve savcı, verdikleri yargısal kararlar bir temyiz incelemesi sonrasında
açıkça hukuka aykırılıkları tespit edilmeden, tamamen siyasi amaçlarla hareket
eden ve seçilmesini siyasilerin sağladığı HSK üyelerince açığa alınmış ve ihraç
edilmişlerdir. Yine bu Kurul’un atadığı savcı ve hâkimlerce tutuklanmışlar; bu
Kurul’un seçtiği hâkimlerce yargılanıp cezalandırılmış ve sonrasında bu
Kurul’un seçtiği Yargıtay üyelerince cezaları onanmıştır.
Zincirleme
halinde gerçekleştirilen bu yasa dışı uygulamalar Sn. Yılmaz tarafından
“hukuki” olarak nitelendirilip kabul edilmekte ve kamuoyu tarafından da böyle
algılanması sağlanmaya çalışılmaktadır.
MEHMET YILMAZ DİYOR Kİ: “Darbe öncesi başlayan inceleme ve soruşturma dosyalarımız zaten vardı, müfettişlerin FETÖ’ye yönelik çalışmaları devam ediyordu, savcılıkla birlikte iş koordineli gidiyordu. 15 Temmuz 2016’ya geldiğimizde ortada daha OHAL yokken darbe sabahı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının gözaltı kararı gereğince 2 bin 740 hakim ve savcı hakkında açığa alma kararı verdik. Müfettişler ve savcılık eliyle yürütülen bir çalışma vardı. Yeterli olgunluğa ulaşması bekleniyordu, darbe gecesi Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, elindeki bu çalışmaları değerlendirerek ilgili hâkim ve savcılar hakkında gözaltı kararı verdi.”
Yılmaz
bu beyanında o kadar büyük itiraflarda bulunuyor ki, kısa bir makalede
bunlardan hangi birini değerlendireceğimi seçmekte zorlandım. Bunlardan
bazılarını şöyle sıralamam mümkün:
- İhraç
edilen tüm hakim savcılarla ilgili dosyalar 15 Temmuz 2016 tarihinden önce
hazırlanmıştı, - Bu dosyaların işlemleri Ankara Başsavcılığı
ile
koordineli şekilde yürütüldü, - OHAL ilan edilmeden, darbe teşebbüsü
bahane edilerek, daha önceden belirlenen listeler kullanılarak açığa alma ve
ihraç kararları verildi, - Önce Ankara Başsavcılığı gözaltı
kararı verdi sonradan Kurul açığa işlemini yaptı,
Bu tespitlerin her biri ayrı birer hukuk cinayeti. Kurumları
faal ve etkin bir hukuk devletinde,
yapılan böylesi bir açıklama sonrasında muhalefetin, sivil toplum örgütlerinin,
baroların ve aydınların seslerini yükseltmesi, açıklama sahibini kınaması ve
sonrasında bu kişinin istifasını istemesi gerekir. Ancak Türkiye ne ideal bir
hukuk devleti ne de böylesi bir tepki verecek, demokrasiyi özümsemiş ve bunun
mücadelesini verecek kişilere ve sosyal kurumlara sahip.
Sn. Yılmaz açıkça gerçekdışı sözler söylüyor ve
kamuoyunu bilinçli şekilde manipüle etmeye çalışıyor. Ufak bir araştırma
sonrasında gerçek sürecin şu şekilde olduğu rahatlıkla görülecektir: 17-25
Aralık 2013 tarihi sonrasında iktidar partisi yolsuzluk operasyonları nedeniyle
korktu, yapılan soruşturmaların hukuki ve siyasi sonuçlarından kurtulmak ve
yenilerinin önüne geçmek amacıyla yargı içerisinde kendisine biat etmeyen veya
kontrol edemediği tüm hakim ve savcıları etkisiz kılmaya karar verdi. Bunu tek
başına yapamayacağını biliyordu. Bu aşamada perde arkasından yargı içerisinde gizli
bir yapılanmanın planlarını ve pazarlıklarını yaptı. Bu pazarlığı kimlerle ve hangi
amaçla yaptığı Yargıda Birlik Platformu (YBP) adıyla alenileşti. Bu yapı üçlü
bir bloktan oluşuyordu. İlk grupta iktidarın temsil ettiği dinci muhafazakârlar;
ikincisinde kendisini Kemalist, solcu, devrimci ve alevi olarak tanımlayanlar;
üçüncü grupta ise milliyetçiler ile kişisel menfaatlerini önceleyen hâkim ve
savcılar yer alıyordu.
Bu üçlü blok karşısında yer alan hâkim ve savcılar ise
YBP üyeleri tarafından iktidar partisi temsilcilerince üretilip kullanılan “paralel”ci
ithamıyla yaftalandı. Bunlar içerisinde iktidar temsilcilerine veya iktidar partisiyle
yakın ilişkide bulunanlar aleyhine soruşturma açıp karar verenler, bunlarla arkadaşlık
edenler, siyasilerle yakın ilişki kurmayanlar, kurmakla birlikte onlara
yetkilerini teslim etmeyenler, Gülen cemaatine bir şekilde temas etmiş olanlar
(daha sonradan tövbe edenler hariç), samimi şekilde hukuk devletine inanan ve
buna hayat vermeye çalışan hâkim ve savcılar vardı.
Ekim 2014 tarihinde HSK’ya yeni üyeler belirlenmesi
için hâkim ve savcılar arasında seçim yapıldı. Bu seçimi tüm birimleriyle
iktidar ve muhalefetin desteklediği YBP adayları kazandı ve bu üyeler HSK’da
söz sahibi oldu.
Ekim-2014 HSK’nın temel amacı, üyelik seçimleri
sırasında kendilerince muhalif (düşman) olarak gördükleri adaylar ile bunlara
oy veren 5300 civarındaki hâkim ve savcıyı tespit ve tasfiye etmekti. Bu
doğrultuda atadıkları Başsavcı ve komisyon başkanları aracılığıyla “cadı avına”
başladılar. Bunların temel görevi adliyelerdeki muhalif gördükleri hâkim ve
savcıları tespit etmek, ettiklerini merkezi bilgi havuzuna göndererek
fişlemekti.
Sayın Yılmaz’ın açıklamasında yer alan “FETÖ’ye yönelik çalışmalar devam ediyordu,
savcılıkla birlikte iş koordineli gidiyordu” beyanıyla itiraf ettiği şey,
hep birlikte fişleme yapmış oldukları ve Kurul’un bunun koordinasyonunu
üstlendiğidir.
Sn. Yılmaz açıklamasında övünerek ve sanki bir yerlere
mesaj ve hesap verircesine “15 Temmuz
2016’ya geldiğimizde ortada daha OHAL yokken darbe sabahı Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığının gözaltı kararı gereğince 2 bin 740 hâkim ve savcı hakkında
açığa alma kararı verdik” diyor.
Anayasa ve yasaları hiçe sayarak ihraç kararları veren
HSK’nın bu kararlarında dayandığı temel mevzuat, OHAL döneminde çıkartılan ve
her vicdanlı hukukçunun Anayasa’ya aykırılığı konusunda mutabık kaldığı 667
sayılı KHK ile yine fiilen OHAL’i devam ettiren 375 sayılı KHK’dır. Bu
gerçekliğe rağmen Sn. Yılmaz açıklamasında OHAL olmadan, daha onun mevzuatı
yürürlüğe girmeden harekete geçtiklerinden ve cellatlığa soyunduklarından
bahsedebiliyor. Ancak verilen ihraç kararları tümü incelendiğinde, temel
gerekçe olarak darbe teşebbüsü ile sonrasında çıkartılan OHAL şartları ve
düzenlemelerinin kullanıldığı görülecektir.
Bu durumda iki ihtimal var: Birinci ihtimalde Yılmaz
ve suç ortakları, OHAL ilan edilmeden onun ilan edileceğini bilerek daha
önceden hazırladıkları soykırım (fişleme) listelerini ivedi olarak işleme
koydular ve sonradan çıkan OHAL düzenlemelerini kararlarına dayanak yapıp
kendilerini kurtarmaya çalıştılar.
İkinci
ihtimalde ise OHAL düzenlemelerine ihtiyaç duymaksızın hâkim ve savcı ihracı
yapabilecek bir yasal mevzuata sahiplerdi. Son ihtimalde akla gelen önemli bir
soru, Sn. Yılmaz ve suç ortaklarının Ekim 2014 ile Temmuz 2016 arasında neden harekete
geçmedikleri olacaktır. Harekete geçmediler; zira, ihraç için
kullanabilecekleri hiçbir yasal bilgi ve belgeye sahip değillerdi. Bunun için
etrafın toz duman olduğu bir ortamı kullanmak için pusuda beklediler. 15 Temmuz
onlara bu ortamı sağladı. Onlar da vakit kaybetmeden harekete geçtiler.
Sn. Yılmaz’ın açıklamaları tutarsız ve savruk. Bunun
temelinde işlediği suçtan dolayı övünen ve aynı derecede bundan korkan bir
failin, savunma yaparken ortakları ile aralarında gizli olarak yaptıkları
kurguyu karıştırıp kendisini ve ortaklarını ifşa etme refleksi yatıyor galiba.
Sn. Yılmaz’ın yaptığı en büyük çarpıtmalardan birisi
de, ihraç edilen 2.740 hâkim ve savcı hakkında önce Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından gözaltı kararı verilmesi, sonrasında Kurul’un harekete
geçerek bu kişileri ihraç ettiğidir.
Ben 16 Temmuz sabahı açığa alınıp, öğle sonrasında
gözaltı işlemine tabi tutulan ve 21 Temmuz 2016 tarihinde tutuklanan bir
savcıyım. Gözaltı talimatı ve tutuklama kararımda yazan tek gerekçe HSK
tarafından verilen açığa alma işlemidir. Yine sorgu sırasında sulh ceza
hakimine hakkımdaki delillerin ne olduğunu sorduğumda dosyada delil olmadığını,
tek verinin açığa alma kararı olduğunu, ancak Kurul tarafından kendilerinin
telefonla aranarak bilgilendirildiklerini, Kurul nezdinde deliller olduğunu ve
sonrasında dosyaya gönderileceğini söylemiştir.
Tahliye olduğum 27 Aralık 2018 tarihine kadar tüm
tutuklama devam kararlarımın temelinde HSK tarafından verilen açığa alma ve
ihraç kararı temel gerekçe olarak kullanılmıştır. Cezalandırılma kararımın ana
omurgasını da yine bu aynı gerekçe oluşturmaktadır.
Mehmet Yılmaz gerçekleri bükerek hakikâti çarpıtmaya
devam etmektedir. 15 Temmuz gecesinde neler olduğuna ilişkin olarak Sn.
Yılmaz’ın önceden yaptığı açıklamaları ile basına yansıyan[2]
bilgiler birlikte değerlendirildiğinde Ankara Hakimevi’nde Adalet Bakanlığı
Müsteşarı Kenan İpek başkanlığında, HSYK Başkanvekili Mehmet Yılmaz, Müsteşar
Yardımcısı Basri Bağcı, Teftiş Kurulu Başkanı Vedat Ali Tektaş, Ceza
İşleri Genel Müdürü Aytekin Sakarya, Strateji Geliştirme Başkanı Alpaslan
Azapağası, HSYK Genel Sekreteri Bilgin Başaran, genel sekreter
yardımcıları Serdar Mutta ve Erdal Demir, Ankara Cumhuriyet
Başsavcısı Harun Kodalak, Başsavcı Vekili Necip Cem İşçimen ile
Ankara Savcısı Tekin Küçük’ten oluşan bir toplantı yapıldığı anlaşılmaktadır.
Böylesi bir toplantıya emniyet ve istihbarat birimleri yetkililerinin katılmaması
mümkün değildir.
Bu toplantı sırasında veya öncesinde, daha önceden
hazırlanan kıyım (fişleme) listelerini nasıl infaz edeceklerini tam olarak
bilemeyen HSK’nın 3. Dairesi, 16.7.2016 tarih ve 2016/7900 sayılı, kendilerince
şekli hukuka uygun olduğunu düşündükleri bir karar almıştır. Bu karar ile HSK,
mevcut ve halen geçerli 2802 sayılı Yasa’nın 82.maddesine göre işlem yapmış ve 2740
hâkim ve savcı hakkında “Anayasayı İhlal”, “Yasama organına karşı suç”,
“Hükümete karşı suç”, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine karşı silahlı isyan”, ve
“silahlı örgüt” suçlarından soruşturma izni vererek bu suçlara ilişkin
soruşturmayı yapmak üzere kurul müfettişi görevlendirilmesini
kararlaştırmıştır.
2802 sayılı Yasa’nın 82.maddesi, katliam
mahiyetli bir ihraç yapmak isteyen HSK’nın elindeki geçerli tek şekli yasal
düzenlemedir. Dolayısıyla HSK üyeleri darbe teşebbüsünü bahane ederek, daha
önceden cesaret edemedikleri bu silahı kullanmaya karar verebilmişlerdir. Bu
karar dönemin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ tarafından da aynı gün imzalanarak
işleme konulmuştur.
Halen geçerliliğini koruyan HSK’nın
3.Dairesi’nin 2016/7900 sayılı kararı ortadayken, ne Ankara Başsavcılığı’nın ve
ne de başka bir il başsavcılığının bu karara konu hakim ve savcılar hakkında
soruşturma başlatma yetkisi olamaz. Aksi durum yetki gaspıdır ve yapılan
soruşturma korsan bir soruşturmadır.
Muhtemelen bu toplantı sırasında veya
sonrasında birileri, Türk yargısına kurulan komplonun derinliğinden ve
kapsamından haberdar olmayan HSK üyelerini bilgilendirerek, 2016/7900 sayılı
karar bağlamında düşünülen şeklen meşru bir işlemin infazların sürecini
yavaşlatacağını, darbe teşebbüsü ile oluşturulan karanlık bulutların dağılması
sonrasında işlerinin zorlaşacağını söylemiş olacak ki, HSK üyeleri fikir
değiştirmişlerdir. Çözüm yolu olarak ise önce açığa alma işleminin yapılmasını,
sonrasında Ankara Başsavcılığı’nın bu işlemi bahane ederek açığa alınanları delilsiz
olarak darbeye teşebbüs ve örgüt üyeliği suçlaması ile gözaltına alıp tutuklamasını,
tutuklama sonrasında ise ihraç işleminin gerçekleştirilmesi kabul edilmiştir.
Bu plan doğrultusunda Ankara Hakimevi’ndeki toplantıya katılanlar aralarında
acele bir görev dağılımı yapmışlar, toplantı sırasında hazır bulunan Ankara
Başsavcısı ve Başsavcıvekili hazırladıkları bir yazıyla yüksek yargı mahkeme üyeleri
ile ilk derece mahkemesi hâkim ve savcılarından oluşan 2740 kişinin gözaltına
alınması talimatını vermiştir. Bu talimatı müteakiben bu hakim savcıların açığa
alma işlemi gerçekleştirilmiş, ancak ne gariptir ki, açığa alma işleminde
Ankara Başsavcılığı tarafından yürütülen bir soruşturmaya yer verilmezken,
Ankara Başsavcılığı’nın verdiği gözaltı kararının uygulanması safhasında tek
delil olarak ilgili savcılıklara HSK’nın açığa alma kararı gönderilmiştir.
Yani yukarıdaki anlatımlarımdan da
anlaşılacağı üzere yumurta mı tavuktan çıkmıştır, tavuk mu yumurtadan çıkmıştır
sorunsalı, bizlere karşı katliam yapan suç ortakları tarafından bir türlü net
olarak ortaya konulmamıştır. Ankara Başsavcılığı ve sonrasındaki tüm il
başsavcılıkları kararlarına gerekçe olarak HSK’nın açığa alma kararını
kullanmışlar; HSK ise açığa alma kararının gerekçesi olarak başlatılan
soruşturma ve sonrasında verilen gözaltı kararlarını öne sürmüştür. Aslında
olan şey her birinin tek bir ekip olarak işlemleri yürüttükleri ve her birinin
suça iştirakini sağlayacak bir plan yaparak icraya geçmiş olmalarıdır. Böylece
herkes bir birini koruyacak, kimse kimseye ihanet edemeyecektir. Geride kalan
hukuka dair bilgi kalıntıları ile, hukuk memlekete geri geldiğinde, Anayasal
düzeni bozmaktan yargılanacaklarını en iyi kendileri bilmektedir.
MEHMET YILMAZ DİYOR Kİ: 15 Temmuz sonrasında HSK tarafından icra edilen fişleme listelerinin infazı Barolar Birliği, barolar, iktidar, muhalefet, sivil toplum örgütleri ve milletvekilleri dâhil her kesimce takdir edilmiş, yapılanlar alkışlanmıştır.
Türk yargısına kurulan bu komplonun ve
yargının iskeletini oluşturan kaliteli hukukçuların katledilme işleminin
gerçekleştirilebilmesi ancak ve ancak bunun karşısında duracak kişi ve
grupların yapılanları desteklemesi ya da göz yumarak üç maymunu oynaması ile
mümkündür.
Evet ben ve benim gibi 4.000 den fazla hâkim ve savcı katledildi. Ana
muhalefet partisi ile diğer muhalefet partileri bizlere, yani yargıya ve hukuk
devletine sahip çıkmadılar. Barolar Birliği bu işlemlere tam destek verdi; hatta
Başkan’ı olan Metin Feyzioğlu, katliamlar nedeniyle oluşacak hâkim ve savcı açığının
avukatlar tarafından doldurulabileceğini söyleyecek kadar desteğini ileri
götürdü. Sivil toplum örgütleri neredeyse tamamen sessiz kaldı ve bu
pozisyonlarını istikrarlı şekilde devam ettiriyorlar. Bir kısım il baroları cılız seslerle
yapılanlara karşı çıkılıyormuş gibi yapsalar da, bu tepkiler kurumsal olarak
dillendirilmedi, fikri takip yapılmadı.
Muhtemelen Sn. Yılmaz’ı bu kurum temsilcileri
aramışlar ve tebrik de etmişlerdir. Zira Yılmaz kararlarının kimler tarafından
desteklendiğini açık açık söylüyor. Sn. Yılmaz’ın söylediği kurumlardan,
yapılan katliamları alkışlamayanlar var ise çıkıp bunu beyan etmelidirler. Aksi
halde suskunlukları, katliamlara sessiz kalarak bunları taktir ettikleri
şeklinde yorumlanacak ve böylece tarihe geçecektir.
Sn. Yılmaz’ın en önemli itirafı belki de bu oldu. Zira
Yılmaz açıklaması ile bu katliamı sadece kendilerinin yapmadığını, buna teşvik ve
tahrik edildiklerini, sonrasında da taktir edildiklerini söyleyerek kimlerin bu
yapılanlardan dolayı mutlu olduğunu da ifşa etti bizlere.
Darbe tiyatrosunun üzerinden neredeyse 4 yıl geçmesine
rağmen, yapılan hukuksuzluklar bu kesimlerce dillendirilmiyor, katliamlara yüksek
sesle tepki gösterilmiyor.
Bu sessizliğin sebebi konusunda, belirli bir zaman
geçip, olaylar üzerindeki sis perdesi kalktığında sosyal ve siyaset bilimciler
eminim daha sağlıklı tespit ve değerlendirmelerde bulunacaklardır. Ancak 14 yıl
savcı olarak çalışmış ve bu nedenle adliye içerisini bildiğini düşünen bir
hukukçu olarak şunu söyleyebilirim ki, ülkede toplum önünde olan ve bunları
yönlendiren partiler, sivil toplum örgütleri, inanç ve etnik gruplar, gazeteciler,
entelektüel ve akademisyenlerin temel gayesi hiçbir zaman hakiki anlamda hukuk
devletini hayata geçirecek bir yargı sistemi olmadı. Her kişi ve grup kendisini
koruyacak, karşısındakine saldıracak bir yargı sistemi hayal etti ve bunu
hayata geçirecek yargıç ve savcı kadroları oluşturmaya çalıştı. İhraç edilen
4.000 den fazla hâkim ve savcının ortak noktası, varsa hata ve kusurlarına
rağmen, hukuk devletini hayata geçirmek ve ona canlılık kazandırmaktı. Bu
yapıldığında mahkeme kürsülerini kendilerine siper ederek emellerini gizleyen
ve bu yöntemle savaşını veren ideolojik, dini ve etnik gruplar ile menfaat
odaklarının gerçek yüzü ortaya çıkacak ve ifşa olacaklardı. Bunlar güçlerini
korusun, çarkları biraz daha dönsün etsin diye bizlerin boynu vuruldu.
Söz ve yazılarında ya da metinlerinde koca koca
kelimelerle hak ve adalet mücadelesi verdiğini söyleyen kişi ve grupların
sessizliği bundandır. Bizim akan kanımız, onların da maskelerini düşürdü,
düşürmeye devam ediyor.
Bizler görünürde iktidar ve onu temsil eden kişi ve
gruplar tarafından katledilirken, yapılanların muhalif görünen kişi ve
gruplarca açıktan veya gizlice alkışlanması, zaman zaman bizleri taşlamaları, bunların
gerçekte cellatlarımızla aynı duyguyu paylaştıklarının en büyük verisidir.
Benim bildiğim bu doğrunun Sn. Yılmaz tarafından
dillendirilmiş olması, hakikat adına sevindirici bir durum.
MEHMET YILMAZ DİYOR Kİ: Biz ihraç kararlarını verirken gece yarılarına kadar toplantılar yaptık, tüm delilleri üyelerin tamamıyla inceledik, tetkik hâkimler ve müfettişler de bu işlemlerimize yardım ettiler, verdiğimiz kararlara yapılan itirazları da inceledik ve yanlış olanlarından döndük.
İhraç kararları sonrasında, bu kararlar nedeniyle
şaşkınlık yaşayan, kendisi hakkında böyle bir işlemin neden verildiğini
öğrenmeye çalışan birçok meslektaş ya doğrudan, ya da bir tanıdığı vasıtasıyla
HSK üyelerine ulaşmışlar ve bunlara neden? sorusunu yöneltmişlerdir. Bazı üyeler,
aralarındaki önceye dayanan samimiyet nedeniyle soru sahiplerine şu itiraflarda
bulunabilmişlerdir: “Ben kimin atıldığını
dahi bilmiyorum, bize listeler geliyor ve biz de imzalıyoruz. Siz itiraz edin,
yeniden inceleme aşamasında daha dikkatli bakarız.”
Sn. Yılmaz ve diğer HSK üyelerinin ne kadar titiz
çalıştıklarını, ihraç edilen her hâkim ve savcı yakinen bilir! Öyle ki
titizlikle hazırlanan listelere daha önceden vefat etmiş meslektaşlar
girebilmiş, önceden istifa veya başka bir nedenle meslekten ayrılanların
isimleri yer alabilmiştir.
Bugüne kadar bana ihraç gerekçelerim yazılı olarak
bildirilip savunmam alınmadı. Sadece benim değil hemen hemen diğer tüm mağdur
meslektaşlarım için de aynı şey geçerli. İddianamemde aleyhime kullanılan delil
müsveddeleri, tutuklanmamdan yaklaşık 5 ay sonra alınan itirafçı anlatımı ile
yine yaklaşık 8 ay sonra MİT tarafından hazırlanan Bylock raporudur. Bunların
yanına serpiştirilen telefon görüşme kayıtlarımın incelenmesi veya sosyal medya
hesaplarımdaki paylaşımlarıma dair raporlar göz boyamaya yönelik belge
parçalarıdır.
Suç oluşturmayacak eylemler bizlere suçlama olarak
yöneltilmiş; bu ithamlara delil oluşturmak için beyanda bulunmaya zorlamak
amacıyla masum insanlar hapislere atılmışlardır. Böyle bir bakış açısıyla görevde
bulunan herhangi bir yargı mensubunun önceye dayalı arkadaş çevresi, sosyal
medya paylaşımları, telefon görüşme kayıtları incelendiğinde, kendilerince
uydurulan silahlı terör örgütüne üye olduklarını “ispatlamak” zor olmayacaktır.
HSK ile özel yetkili savcılık ve mahkemelerin temel oluşum gayesi zaten bu.
Şunu açıkça söyleyebilirim ki ne benim ve ne de diğer 4000’den
fazla meslektaşın ne açığa alma, ihraç ve yeniden inceleme taleplerimizin reddi
kararlarımızda şahsileştirilmiş TEK bir gerekçe yoktur. İsimlerimiz sadece
karar ekine iliştirilen listede geçmektedir. Meslek hayatımız boyunca vermiş
olduğumuz kararlardan tek biri bile aleyhimize delil olarak kullanılmamıştır.
Evet, bunun tek bir açıklaması vardır: ihraç edilen hâkim ve savcılar iyi hukukçulardı,
kaliteli işler yapıyorlardı, hatalarına rağmen kararları doğruydu.
MEHMET YILMAZ DİYOR Kİ: Kendilerinin de teşvikiyle o dönemde birçok itirafçı beyanının ortaya çıktığını, 500’ü aşkın itirafçının beyanlarıyla çok önemli sonuçlara ulaştıklarını, itirafçıların beyanlarını, yargılama titizliği içinde tek tek ele aldıklarını ve kararlarını buna göre verdiklerini söylemiştir.
Ben ve benimle birlikte ihraç edilen 3500’e yakın hâkim
ve savcı ile ilgili, ihraç tarihlerimiz sırasında tek bir tanık anlatımı dahi
yoktu.
HSK’nın ihraç işlemi ve Ankara Başsavcılığı’nın
gözaltı ve tutuklama emirleri sırasında ellerinde hukuki veya gayri hukuki
hiçbir delil yoktu. Olan şey sadece ve sadece fişleme ve infaz listeleriydi. Bu
listeleri işleme koymaları gerekiyordu. Darbe teşebbüsü bunun için iyi bir
ortam sağlamıştı. Kim bilir belki de darbe sırf bu tür infaz listelerinin
işleme konulması için tezgâhlanmıştı.
Önce infazımızı yapıp idam ettiler, sonrasında
arkamızdan mahkûmiyet kararımızı yazıp gerekçelendirerek mezar taşımıza astılar.
Bu öylesine büyük bir hakikat ki, ülke içindeki sisli
havadan gözükmese dahi, Strazburg’dan bakıldığında net şekilde görülmektedir.
Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Sn. Alparslan Altan’ın başvurusuna ilişkin ihlal
kararında AİHM şu tespiti yapmak zorunda kalmıştır: “(140). Mahkeme,
başvuranın 15 Temmuz 2016 olaylarına dâhil olduğundan kesinlikle
şüphelenilmediğini gözlemlemektedir. Kabul edilmelidir ki, Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığı, darbe teşebbüsünden bir gün sonra 16 Temmuz 2016’da başvuranı
FETÖ/PDY terör örgütü üyesi olarak tanımlayan ve tutuklanmasını isteyen
talimatı vermiştir (bkz. yukarıdaki 16. paragraf). Hükümet bununla birlikte,
başsavcılığın bu talimatına olgusal temel sağlayabilecek herhangi bir “olgu” ya
da “bilgi” sunmamıştır.
Sn. Yılmaz açıklamalarını, ilk derece
mahkemesi, Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi tarafından iştirak halinde gizlenen
bir hakikatin uluslararası mahkeme tarafından ifşa edilmesine rağmen
yapmaktadır.
AİHM’in böyle bir tespiti karşısında,
karara konu olayla ilgili doğrudan veya dolaylı ilgisi ve sorumluluğu bulunan, kendisine ve mesleğine karşı saygısı olan bir
kişinin göstereceği en basit tepki kızaran yüzüyle oturmak ve sessiz kalmaktır.
Bunun aksine geliştirilen her söz ve davranışı nitelemeyi okuyucuların
takdirine bırakıyorum.
Sn. Yılmaz ve diğer tüm HSK üyeleri, 2014
yılı sonrasında yoğun bir emek ve mesai harcayarak fişleme listeleri
hazırladılar. Bu listelerin nasıl kullanılacağını bilmiyorlardı, ancak hepsinin
bir gecede ihracını eminim bazıları öngörmüyordu. 15 Temmuz gecesi HSK üyelerinin tamamı önüne bu
liste konuldu ve ihraç etmeleri istenildi. Bilen üyeler buna hazırlıklıydılar
ve bu anı bekliyorlardı. Ortama tam bir cinnet havası egemendi. Bilmeyenler ve
bu çapta bir katliamı öngörmeyenler ise şaşkındılar: Ya imzalayacaklar, ya da
açığa alınan ve tutuklama listesinde isimleri bulunan diğer Kurul üyeleri Ahmet
Berberoğlu, Mahmut Şen, Şaban Işık, Mustafa Kemal Özçelik gibi
tutuklanacaklardı. İşledikleri toplu katliamı belki baştan planlamayanlar, bu
kararlara imza atmakla ellerini kirletip suça ortak oldular.
Bizler HSK önüne
konulan giyotinlerde infaz edildik. Kesik başlarımızı medya aracılığıyla sokak
sokak gezdirdiler ve özellikle görevdeki diğer hâkim ve savcılara sergilediler.
Üzerimize atılan suçlama çok büyüktü: Anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs.
Suçun büyüklüğü karşısında kimse bizi sahiplenmedi, suçsuzluğumuzun en yakın
tanıkları dahi sustular/susturuldular.
Bu suçlamanın ağırlığı karşısında kimse delilleri dahi sorgulamadı. Katliam sonrası tutuklanmamıza karar veren hâkimler ve soruşturmamızı yürüten savcılar yavaş yavaş hareketlendiler, Başsavcıları’na “hani bu meslektaşlar ile ilgili olarak bizlere delil gönderilecekti HSK tarafından, neden daha gelmedi” diye endişelerini dillendirdiler. Zira bizleri gözaltına alan ve tutuklayanlara “siz tutuklayın biz sizi delile boğacağız” demişti Ankara’dan birileri. HSK ve onunla birlikte çalışan istihbarat ve güvenlik birimleri harıl harıl delil araştırmaya, bulmaya, uydurmaya koyuldular. Sn. Yılmaz o zaman gazetelere demeçler ve mülakatlar vererek, tutuklu hakim ve savcılara yönelik olarak “İtirafçılığıyla faydası olan FETÖ’cüleri yeniden hâkim ya da savcı yapabiliriz!”[3] gibi vaatlerde bulundu.
Bu vaatler muhatabını
buldu. Cezaevindeki maddi ve manevi işkencelerden korkup bunalan ve toplumsal
linçten ürken bir kısım hâkim ve savcılar, hakikatte suç olmadığını
kendilerinin de bildikleri bazı yaşanmışlıklarına dair anlatımlarda bulundular.
Bunlar içerisinde ben şu kişiyle dini bir sohbete katıldım, şu hâkim filan
gazeteyi okuyordu, şu hâkimin evinde falan hocanın kitabını gördüm, şunlar filan
cemaate ait dershanelere gidiyordu gibi masun vakalar vardı. Sn. Yılmaz’ın
ağzını doldura doldura “itirafçı” beyanı diye niteleyip kutsadığı ve kullandığı
verilerin hemen hepsi bu türden anlatımlardır.
Sn. Yılmaz, bir hâkim ve
savcı hakkında, başka bir kişinin kendisini kurtarmak amacıyla söyledikleri
beyanlarını aşırı titizlikle incelemiş, bunları tek ve yegâne hakikat olarak
kabul ederek kararlarını verdiğini söyleyebilmiştir.
İtirafçı olan hâkim ve
savcılara ne mi oldu? Başkanvekili Mehmet Yılmaz başka bir açıklamasında bu
soruyu cevapladı ve şöyle dedi: Ben itirafçı olanları kandırdım, onları
konuşturmak için yalan söyledim, yoksa bu kişilerin mesleğe döndürülmesi gibi
bir durum söz konusu değildir.
Yani Sn. Yılmaz’ın muhataplarını
kandırması ve hakikati bükmesi yeni değil. Kendisi de açıkça bunu kabul ediyor
ve kutsal amaçlar için yalan söylemeyi kendisine göre ahlakileştirebiliyor.
Hakikaten ilginç ve
komik bir ülkede yaşıyoruz. Devasa bir komedi sahnesini andıran ülkede her kişi
ve kurum rol kapma peşinde. Zaten son yıllarda, devlet bürokratlarının,
siyasetçilerinin veya toplum önünde yer alan kişilerinin Cem Yılmaz’ı işsiz
bırakacak derecedeki performansları bunun en büyük delili. HSK Başkanvekili
Mehmet Yılmaz sadece bunlardan biri.
Mesela yaptığı
mülakatında Sn. Yılmaz şöyle diyor: “HSK
ne için var? HSK’nın görevi sadece hâkim ve savcıyı cezalandırmak, yanlışı
tecziye etmek değil, gerçek misyonu hakim ve savcıların teminatını sağlamak.
Anayasa’da o yüzden yer almış.” Güleceğim ama gülemiyorum. Zira ben sahnelenen
bu komedinin malzemesiyim, mağduruyum. Keşke yaşananlarla arama birazcık mesafe
koyup gülebilsem, günlerce ve hatta
haftalarca kahkaha atabilirim inanın.
MEHMET YILMAZ DİYOR Kİ: Son çalışmada 150’ye yakın hâkim-savcı grubunu inceledik, 60’ının savunmasının alınmasına karar verdik, 60 kişiden 18’ini ise “kürsüde göreve devamlarının yargının saygınlığına, güvenilirliğine zarar verebileceğini” düşünerek açığa aldık. Ankesör uygulamasını da isteyen biziz zaten. Bizim dışımızda hazırlanmış da bizim üzerine gitmediğimiz bir listenin varlığı gibi bir hava yaratılmaya çalışılıyor. Bu, mümkün değil. Eğer birileri bizim dışımızda ankesör kullanan insanlar tespit etmiş de bize bildirmiyorsa suç işliyor demektir. Bu da mümkün değil.
Bu söyleminin
muhatabının halen görev yapan ilk derece, istinaf veya temyiz mahkemelerinde
görevli hâkimler olduğu izahtan varestedir. Sn. Yılmaz gayet samimi ve açık şekilde, bizim
sözümüzü dinlemeyen, bizi rahatsız edecek kararlar veren, iktidarı veya onun
etrafındakilerini huzursuz eden hâkim ve savcılar ayaklarını denk alsınlar
diyor. Aksi takdirde hepsinin akıbeti isimsiz bir ihbar mektubuna ve isim
haneleri boş iftiracı tanık anlatımlarına ya da yeniden pişmanlık duyacak bir
meslektaşının ifadesine bağlıdır.
Şu andaki mevcut yargı düzeninde Sn. Yılmaz’ın
açıklamaları, yargılama yapan hâkim ve savcılara yönelik emir, talimat ve
telkin mesaj niteliğindedir. Açıklamasında bol bol “hâkimlik teminatı ve
mahkemelerin bağımsızlığı” gibi kavramları kullanması şaşırtmasın kimseyi.
Ama eminim yargının mevcut çalışanları mesajı
hemencecik almışlardır. Bu onların zeki olmalarından kaynaklı değil kesinlikle.
Hiç mürekkep yalamamış ancak menfaatlerini maksimize edip kutsayan bir insanın
dahi anlayabileceği açıklıkta bir mesaj bu zira.
Sn. Yılmaz bir de büyük bir civanmertlik gösteriyor. Yargı katliamından önemli derecede sorumlu olan istihbaratçılarını korumaya kalkışıyor. Bunların aslında suçsuz olduğunu, kendilerinin ankesörleri inceleyin talimatı verdiğini falan söylüyor. Bu yönüyle, ahlaki kriterleri bağlamında, kendisini takdir edebilirim.
Yazımın biraz uzun olduğunun farkındayım; ancak, söylenen sözlerin önemi ve toplum üzerindeki yıkıcı etkisinin büyüklüğü ile yargının yapılan zulümlerdeki rolü gözönüne alındığında bazı konuları detaylandırarak açıklamak durumunda kaldım. Umarım doğrunun ortaya çıkmasına ufak bir katkı sunmuş, sizlere farklı pencere açabilmişimdir.
[1]
https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/hsk-baskanvekili-yilmaz-su-anda-400-hakim-savci-ile-ilgili-devam-eden-sorusturma-var/1712196
[2] https://www.aksam.com.tr/yazarlar/emin-pazarci/o-gece-neler-oldu/haber-540829
[3] https://odatv.com/yaptim-ama-bir-sor-niye-yaptim-2812161200.html