hsyk arşivleri - Hukuk Penceresi https://hukukpenceresi.com/tag/hsyk/ Zulüm karanlığına ışık saçan pencere Sun, 21 Jan 2024 03:52:29 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://hukukpenceresi.com/wp-content/uploads/2022/06/indir-150x150.jpeg hsyk arşivleri - Hukuk Penceresi https://hukukpenceresi.com/tag/hsyk/ 32 32 Akrebin Kıskacındaki Yargı (7): “YBP’nun Militan Adaylarının Belirlenmesi” https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-7-ybpnun-militan-adaylarinin-belirlenmesi/ https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-7-ybpnun-militan-adaylarinin-belirlenmesi/#respond Sun, 15 Jan 2023 16:44:59 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9035 HSYK Başmüfettişi Mehmet Yorulmaz kriptolu cep telefonunun çalmasını heyecanla bekliyordu. Saatine baktı. Kararlaştırdıkları saat geçeli neredeyse doksan dakika olmuştu. İkbaline göz kırpan bu günleri bir ömür beklemiş birisi olarak, bu fırsat için, değil bir buçuk saat, gözünü kırpmadan üç gün bile bekleyebilirdi. Cebinden çıkardığı küçük aynasında hafifçe saçlarını düzeltti. Dönemin ruhuna uygun olarak uzattığı badem […]

Akrebin Kıskacındaki Yargı (7): “YBP’nun Militan Adaylarının Belirlenmesi” yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
HSYK Başmüfettişi Mehmet Yorulmaz kriptolu cep telefonunun çalmasını heyecanla bekliyordu. Saatine baktı. Kararlaştırdıkları saat geçeli neredeyse doksan dakika olmuştu. İkbaline göz kırpan bu günleri bir ömür beklemiş birisi olarak, bu fırsat için, değil bir buçuk saat, gözünü kırpmadan üç gün bile bekleyebilirdi. Cebinden çıkardığı küçük aynasında hafifçe saçlarını düzeltti. Dönemin ruhuna uygun olarak uzattığı badem bıyıklarını hafifçe sıvazladı. Hemen sonra da beklediği telefon çalıyordu işte! Hemen açmak yerine belki de gayr-i ihtiyari ceketinin yakasını düzeltip, bir düğmesini ilikleme ihtiyacı hissetti. Ufak bir boğaz temizleme öksürüğünden sonra telefonu açıp kulağına götürdü: “Buyrun efendim.” dedi. Telefonun diğer ucundaki Başbakanlık müsteşarı Fahri Kısır; “Mehmet bey merhaba, beyefendinin yanından yeni çıkabildim. Umarım iyisindir. Hemen konuya girmek istiyorum. Beyefendinin onayladığı HSYK kesin aday listemizi e-mailinize gönderdim. Hemen açarsanız değerlendirmelerimizi daha rahat yapabiliriz.” dedi.

Mehmet bey, “Tamam efendim bana on saniye müsade edin” deyip, eli ayağı birbirine dolaşarak bilgisayarından mail kutusunu açtı. “Efendim şu an liste ekranımda, hızla inceliyorum” dedi. Fahri bey, “Mehmetciğim listenin başına seni koyduk. 20 yıla yakındır teftiş kurulunda çalıştığın için tüm kıdemlileri tanıyorsun. Malumun, Bakan bey yargı camiasını neredeyse hiç tanımıyor. Adam avukatlıktan çok imamlık yapmış” demesi üzerine kıkırdaştılar. Fahri bey devamla; “Adalet bakanlığı müsteşarı Kenan bey ile birlikte Bekir’i rahatça enforme edip yönlendirici tavsiyelerde bulunabilirsiniz. Yani anlayacağın davul onların boynunda tokmak ise bizde.” dedi ve tekrar karşılıklı gülüştüler. Mehmet bey muzip bir ses tonuyla “Sayın müsteşarım haddimi aşmış gibi olmazsam, zurnacıyı sorsam?” dedi. Fahri bey “Beyefendiden daha iyi zurnacı mı var Memet?” dedi ama kısa bir pişmanlıktan sonra, “Oğlum yerin kulağı var, çok da gevşemesek iyi olur değil mi! Neyse! Konumuza dönecek olursak, gördüğün gibi listede ‘bu olmaz’ diyeceğimiz kimse yok. Akp’nin, 11 kişilik adli yargı aday listesinde üç, 5 kişilik idarî yargı aday listesinde ise sadece iki adamları var. Kendi adamları zannede dursunlar, bunlar hiç de sözümüzden çıkacak kişiler değiller. İnşallah-u Teala! Doğu Bey’in belirttiği gibi Türk yargısının altın çağını yaşayacağı günler yakındır.” dedi. Mehmet bey “İnşallah efendim! Ama listede sanki muhafazakar ve milliyetçi adaylara göre solcu, alevi ve tarikatçı adaylar az gibi geldi. Ne dersiniz?” diye sorması üzerine Fahri bey, “Şanlı ‘Sosyal demokrat‘ seni başkan yaptık. Daha ne olsun! Ayrıca platformumuz dışında kalan solcu ve alevi yargı mensuplarının eskiye uzanan şiddetli cemaat düşmanlığı, seçim tercihlerini bizden yana kullanacaklarına karinedir. Reylerini YARSAV ve bağımsız adaylara dağıttıkları takdirde, tarihi bir fırsatı kaçıracaklarının farkındalar. Kaldı ki, şimdiden bize ulaşan yüzlerce hakim-savcı YARSAV üyesi olduğu halde, seçimde bizimle birlikte hareket etme sözü verdi. İkna etmemiz gerekenlerin çoğu milliyetçi ve muhafazakar kesimlerden oluşuyor. Binaenaleyh, adaylarımızın belirlenmesinde bu realite göz ardı edilmedi.” dedi.

Mehmet bey, “Sayın müsteşarım kesin aday listesini incelediğimde mesleki başarı ve liyakat ölçütünü çok öncelemediğimiz sonucunu çıkarıyorum. Yanılmıyorum değil mi efendim?” dedi. Fahri bey “Mehmet, bayramlık ağzımı açtırma şimdi! Adaylarımızı -sen dahil- mesleki müktesebatlarına göre belirlediğimizi mi zannediyorsun? Bize kılıcı keskin militan ruhlu adamlar lazım. Tasfiyeler nihayet bulduktan sonra liyakati de esas alacağımız zamanlar gelecektir elbette. İpleri tamamen elimize aldıktan sonra siyasal islamcı, demokratik solcu, demokrat alevi ve tarikatçıları önce yönetimden sonra da teşkilattan zamanla uzaklaştıracağımızdan emin olabilirsin. Taktiğimiz; siyasilere ‘Emredin, tabii ki, derhal efendim!’ demek, bunun haricinde, bildiğimizi okuyup, kendi ajandamızı kusursuz tatbik etmektir. Bu süreçte velinimetimiz olan  siyasilerin güvenini kaybetmek gibi bir lüksümüz yok. Aksi davranan bir arkadaşımız olursa, onu derhal görevden almalı ve göze batmayan ama etkili başka bir yere vazifelendirmeliyiz. Onyıllardır beklenen hedefimize ulaşmakta asla aceleci davranmamalıyız. Kendi işimizi yapaduralım, ara sıra da, politikacıların taleplerini yerine getirmeliyiz. O işin reklamını da fevkalade iyi yapmalıyız. Böylece, istikbali de sigorta etmiş oluruz.” dedi. Mehmet bey, “Adaylardan Ahmet Çiçek çok tecrübesiz. Rizeli olduğu ve hükümet desteklediği için onun hakkında bir şey söylemem mümkün değil, bunun farkındayım. Ama HSYK başmüfettişi İsa Demir en zayıf halka gibi. Teftiş kurulundan yakînen tanıyorum. Militan olma potansiyeli dışında çok vasıfsız bir arkadaş. Onun yerine ikame edebileceğimiz bir çok aday var. Listeyi kamuoyuna deklare etmeden önce bu ismi değiştirebilir miyiz? Beyefendiyi ikna etmeniz çok kolay efendim.” dedi.

Fahri bey “Senin en zayıf halka dediğin Çerkez İsa, kendisini hem ülkücü hem de Menzilci olarak tanıtmayı başarmış, istihbaratın yargı içindeki uzantısı olan önemli kişilerden birisidir. Teşkilat-ı istihbaratın yargıdaki kuşudur. Kara propaganda faaliyetleri icra eden sosyal fenomenimiz Kuşçubaşı Eşref’i  idare eden trol ekibini bizzat o yönetiyor. Binaenaleyh bu süreçte ona ihtiyacımız var.” dedi.

Mehmet bey, “Yapmayın ya! Yıllardır bu adamla çalıştım ama böyle bir yönü olabileceği aklımın ucundan geçmedi. Bu mayınla birlikte bir çok göreve gitmiştim, iyi ki üzerine basmamışım. Alimallah gümlerdim!” deyip, yeni bir gülüşmeye sebep oldu. Fahri bey “Saçmalama Mehmet, bu adam senin sıkletinde değil, sen ağır sıkletteysen, o sadece tüy sıklette!” dedi ve tekrar kahkaha attı. Mehmet bey, “Siz bari şişmanlığımı yüzüme vurmayın efendim. Söz veriyorum seçimi alınca üç ayda en az 20 kilo vereceğim.” diye alttan aldı.

Fahri bey, “Sonucu belli olan seçimi beklemene gerek yok! Şimdiden zayıflamaya başlasan iyi olur.” dedi. Devamla, “Ha unutmadan şunu da söylemeliyim. Mailine bir banka hesap bilgisi gönderdim. Seçim için örtülü ödenekten aktarılan havuz hesabımızdır. İhtiyaç halinde buradan doğrudan para çekebileceksiniz. Yani seçime kadar kaynağımız sınırsız.” dedi. Bu son sözleri duyan Mehmet’in yüzü bir kez daha güldü ve “Organizasyon masrafları dışında bu parayı adam satın almada da kullanabilir miyiz yani?” diye sordu. Fahri bey “Zaten organizasyonları başsavcılar yerel imkanlarla finanse edecekler. Kenan bey ile birlikte bu parayı gereken istikamette harcamakta tam yetkilisiniz. Faturalandırmaya gerek yok. Babanız kral olsa bu kıyağı size çekmezdi değil mi?” dedi. Mehmet bey “Aynen öyle efendim. İnanın motivasyonum şu an tavan yaptı. Hedefe kilitlenmiş güdümlü bir mermi gibiyim. Siz ‘tamam yeter’ diyene kadar vazifeye devam!“ dedi.

Fahri bey, “Yargıda Birlik Platformu’nun ilk toplantısı bizim için çok önemli. Çok görkemli olmalı, binlerce kişi katılmalı. Havuz medyamız başta olmak üzere pek çok  basın organı oraya yönlendirilecek. Köpürterek haberler yapılmasını sağlayacağız. Adaylarımız bu toplantılara eksiksiz katılmalı, kendilerini tanıtmalı ve amaçlarımızı kararlı bir şekilde anlatmalılar. Kitleleri iyi yönetmek suretiyle toplantı sonunda kalabalıktan toplu destek sözü alınmaya çalışılmalı.” dedi. Mehmet bey “Efendim stratejimize muvafık şekilde taktikler belirlemenize ve yüksek planlama kabiliyetinize hayranım.” diyerek takdirini dile getirdi.

Fahri bey hafifçe tebessüm ederek, “Meslek hayatımın yarısı kürsülerde geçtiyse diğer yarısı da devletin karanlık dehlizlerinde bu işleri öğrenip uygulamakla geçti. Neyse Mehmetcim, çok uzatmadan konumuza dönelim. Adayların sevk ve idaresinden bizzat sen sorumlusun, aralarında bir problem çıkmasını istemiyorum. Bir sorun iletecekseniz de, yanıma muhtemel çözümlerle gelin. Eksik bıraktığımız veya anlaşılmayan bir şey yoksa görüşmeye son verebiliriz. Bu görüşmeyi yaptığımı da beyefendiye sözlü olarak rapor edeceğim. Ekleyeceğin bir şey var mı?” diye sordu. Mehmet bey, “Ekleyeceğim başka bir husus yok sayın müsteşarım. Beyefendiye saygılarımı ve sağlığına duacı olduğumu iletilirseniz minnettar olurum. Hoşçakalın.” dedi.

Karşı taraf telefonunu kapattıktan sonra, Mehmet bey, cep telefonuna daha önceden ayarladığı kayıt aplikasyonunu sonlardırdı ve “Burası Türkiye, her an her şey değişebilir. Ben de kendimi güvenceye almak zorundayım Fahri bey. Kusura bakma!” diye mırıldandı.

 

Serinin önceki yazıları:

Akrebin Kıskacındaki Yargı (1): “Teklif ve Karar”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (2): “Sır Toplantı”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (3): “Yol Ayrımı”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (4): “Motto”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (5): ‘Kuşçueşref’
Akrebin Kıskacındaki Yargı (6): “Dörtlü Zirve”

Akrebin Kıskacındaki Yargı (7): “YBP’nun Militan Adaylarının Belirlenmesi” yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-7-ybpnun-militan-adaylarinin-belirlenmesi/feed/ 0
Rejimin Militan Yargısından Kesitler (1) https://hukukpenceresi.com/rejimin-militan-yargisindan-kesitler-1/ https://hukukpenceresi.com/rejimin-militan-yargisindan-kesitler-1/#respond Tue, 01 Nov 2022 23:00:43 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=8947 AKP hükümetleri, uzun süre halkın çoğunluğunun desteğini aldı ve bunun etkisiyle ciddi bir güç zehirlenmesi yaşadı. Özellikle 2010 Referandumundan sonra salt çoğunluğa ulaştıktan sonra hızla evrensel demokratik değerlerden uzaklaşarak otokratik ve despotik bir yönetime evirilmeye başladı. Buna bağlı olarak aynı minvalde bürokratik unsurlarda da zorbalaşma eğilimi baş gösterdi. Yargı bürokrasisi içindeki siyasi iktidarla aynı ideolojik […]

Rejimin Militan Yargısından Kesitler (1) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
AKP hükümetleri, uzun süre halkın çoğunluğunun desteğini aldı ve bunun etkisiyle ciddi bir güç zehirlenmesi yaşadı. Özellikle 2010 Referandumundan sonra salt çoğunluğa ulaştıktan sonra hızla evrensel demokratik değerlerden uzaklaşarak otokratik ve despotik bir yönetime evirilmeye başladı. Buna bağlı olarak aynı minvalde bürokratik unsurlarda da zorbalaşma eğilimi baş gösterdi. Yargı bürokrasisi içindeki siyasi iktidarla aynı ideolojik kumaşa sahip bir kısım yargı mensuplarına gün doğmuş, kraldan daha kralcı bir üslupla siyasi iktidarın şövalyesi gibi hareket etmeye başlamışlardır. Ülkemizde zaman içinde elde edilen demokratik kazanımlarımızı yok etme pahasına yetki ve görevlerini kötüye kullanarak toplumsal muhalefeti -kürsünün gücüyle- ortadan kaldırmaya çalışmışlardır.

Toplam 23 bin hâkim ve savcının 17 bin tanesi 15 Temmuz darbe girişiminin ardından yargı mensubu olarak atandı. Bunlar tamamen politik motivasyonla hareket ediyorlar. Militanca yetiştirilmiş bu kişiler, Gezi davası, gazeteci Sedef Kabaş’ın tutuklanması ve Cemal Kaşıkçı dosyasının Suudi Arabistan’a devredilmesi kararlarının altında imzası bulunan hâkimlerdir. Başta KHK’lılar ve Kürtler olmak üzere örneklendirecek olursak Ahmet Altan, Kavala, Canan Kaftancıoğlu, Demirtaş ve sosyal medyada eleştirel paylaşım yaptığı için hakkında kamu davası açılan tüm muhalifler bu militanlarca cadı avına tabi tutulmuşlardır.

Bu militanca tutumun en müşahhas örneklerinden biri de önce HSYK genel sekreter yardımcısı ve sonrasında Adalet Bakanlığı Destek Hizmetleri Daire Başkanı olan Erdal Demir’in, bir hukuk insanına yakışmayacak şekilde 15 Temmuz’da sosyal medya hesabından nefret saçtığı paylaşımlardır. Cumhuriyet Savcısı Demir, 15 Temmuz gecesi yaptığı paylaşımlarda yargısız infaz yapmak suretiyle binlerce meslektaşına ‘acımak yok, paralel alçaklar, f…piçlerine kan kusturma günü, başlarını keseceğiz, hepsini toplayacağız, ellerini keseceğiz…’ şeklinde nefret ve insanlık suçu içeren twitler paylaştığı saptanmıştır.

Hukuk nosyonunu yitirmiş ve politikleşmiş bu yargı mensuplarının ‘erdem’ kabul edilen ve ‘ödüllendirilmesi gereken’ bazı davranışları dahi suç olarak soruşturup yargılama konusu haline getirdiklerine tanık oluyoruz. Tutuklu ve hükümlü yakınları ile cezası infaz edilmiş kişilerin birbirleri ile yardımlaşma ve dayanışmalarını örgütsel faaliyet kapsamında değerlendirerek masumiyet ve lekelenmeme haklarını hunharca çiğnediklerini ibretle izliyoruz. Esasen Aile Bakanlığı tarafından tutuklu ailelerine maaş ya da hükümlülerden muhtaç durumda olanlara sosyal yardım yapılması gerekmektedir. Eşi cezaevinde olan kadının, çocuğunun bulunması şartı ile çocuklara SED (Sosyal Ekonomik Destek) denen bir yardım bağlanmaktadır. Bu yardımlar maalesef siyasi ve terör suçları ile suçlanan tutuklu ve hükümlü ailelerine yapılmadığı gibi kendi aralarında dayanışma içinde olup olmadıkları hukuka aykırı bir şekilde MİT ve Emniyet istihbarat görevlileri tarafından tecessüs ve takip edilmektedir. Son dönemlerde yapılan bu ‘yeniden yapılanma operasyonları’ da militan yargı mensuplarının icat ettiği soykırım suçlarındandır. Yardımlaşma ve çalışma hakları gibi temel anayasal hakların kullanılması suç sayılarak operasyonlar yapılıyor ve rutin bu faaliyetler en seri şekilde soruşturmalara konu ediliyor. Yakın zamanda Bartın ve Mersin emniyetlerinin dron ve kameralar eşliğinde icra ederek görüntülerini basına servis ettikleri bu operasyonlar, militan kolluk görevlileri ve savcıların yasaları kasıtlı olarak çiğnediklerine örnek gösterilecek menfur faaliyetlerdendir.

Anayasa Mahkemesi’nin Enis Berberoğlu’na ilişkin verdiği hak ihlali kararını uygulamayarak AYM’nin kararını tanımayan 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin başkanı Akın Gürlek Adalet Bakan yardımcısı olarak atandı. Akademisyen ve yazar Mehmet Altan’ın tutukluyken Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından verilen haksız tutukluluk ile ilgili ihlal kararlarını yok sayarak uygulamayan ve hukuka aykırı yargılama yapan İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi hâkimlerinden Abdurrahman Orkun Dağ da Yargıtay üyesi olarak atanmıştı.

Anayasa Mahkemesi kararının yok sayılmasını talep eden İstanbul Başsavcısı İrfan Fidan’ın Yargıtay üyesi seçilmesi ve daha iki ayı bile doldurmadan Anayasa Mahkemesi üyeliğine atanması da ayrı bir garabet. Yine 32 milyon dolar tutarında para aklama iddiasıyla yargılanan Sezgin Baran Korkmaz’ın banka hesaplarındaki mahkeme kararı ile getirilen blokenin kaldırılması kararını talep eden İstanbul Başsavcı Vekili Hasan Yılmaz da tedbirin kaldırılmasından 10 gün sonra evvela Adalet Bakan yardımcısı, daha sonra da HSK üyesi olarak görevlendirildi. Mümtaz’er Türköne’nin bir yazısında belirttiği gibi, Adalet Bakanı’nın “AYM kararlarına uymayan hakimler kıdem alamayacak” sözlerinden hemen sonra, AYM kararına uymamış bir hâkimin bakan yardımcılığına getirilmesi hukuksuzluğun açıkça desteklenmesi ve bunu yapanların ödüllendirilmesinden başka bir şey değildir. Siyasilere yardakçılık eden bu yargı mensupları kötülüklerinin karşılığı olarak makam ve mansıplarla yüceltilirken Yasar Nuri Öztürk’ün isabetli bir tespitinde olduğu gibi kötülük toplumu haline dönüşen Türk toplumu ‘zorbalara isyanın ıstırabı yerine itaatin rahatını yeğlemeyi’ tercih etti ve olan bitenleri tepkisizce izleyip sindirebildi.

Seçim güvenliği, hür demokratik cumhuriyetlerde seçimlerin adil ve şeffaf bir şekilde yapılması için hayati bir öneme sahiptir. 2022 yılında İktidarın öncülüğü ile kıdemli hâkimlerin il ve ilçe seçim kurulu başkanı olmalarına dair kadim uygulamaya son verilerek seçim hâkimlerini kurayla belirleme ile ilgili bir yasal düzenleme yapılmış olması, seçim güvenliğini ve güvenilirliğini zedeleyecek kritik bir adım olduğu kuşkusuzdur. Zira yargının en az üçte ikisinin son 6 yılda iktidar tarafından militan yargıçlarla doldurulduğu nazara alındığında yapılacak kur’alar sonucunda seçim kurulu başkanlarının büyük çoğunluğunun iktidarın sopası haline gelmiş yargıçlardan oluşacağını öngörmek için kâhin olmaya gerek yok sanırım. Bu militan yargıçlar eliyle seçim manipülasyonları yapılmak istendiği gün gibi aşikardır.

Netice itibariyle karşımızda organize olmuş bir yargı çetesi var. Bu yapı devlet ve toplum hayatının tümüne hükmetme etki ve gücüne sahiptir. Kendileri gibi olmayanlara karşı alabildiğine hırçın ve saldırgan, nemalandığı sistemin değişmemesini isteyen, hukuku menfaatlerine göre sinsice yorumlayan, adaletin bu topraklarda yeniden tecelli etmesi aleyhine çalışan ve kötülüğü başta tutmak için içtihat birliği yapmış bir yargı çetesiyle karşı karşıyayız. Bütün bunlara rağmen her şart altında hukuk yolunda yürümekten ve hukuksuzluk yapanların haksızlıklarını yüzlerine haykırmaktan başka bir yol gözükmüyor. Edmund Burke’nin dediği gibi ‘Kötülüğün zaferi için gerekli olan tek şey, iyi insanların hiçbir şey yapmayışıdır’. Yeterli seviyede olmasa da uluslararası düzeyde samimi gayretlerle küçük ama önemli adımlar atılmaktadır. Hukuki süreçler ağır aksak da yürüse şartların normalleşmesi ile birlikte varılacak yer adalet olacaktır. Ehil insanların elinde adaletin ‘bas davulu’ çalmaya başladığında gök gürültüsü kuvvetinde tesiriyle diğer tüm sesleri bastırıp devletin tüm kurumlarını oluşturan orkestrayı düzene kavuşturup ritim verdiğinde umumi düzene kavuşacağımızdan hiç kimsenin şüphesi olmasın.

Rejimin Militan Yargısından Kesitler (1) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/rejimin-militan-yargisindan-kesitler-1/feed/ 0
Hakim ve Savcılar Nerede? https://hukukpenceresi.com/hakim-ve-savcilar-nerede/ https://hukukpenceresi.com/hakim-ve-savcilar-nerede/#respond Fri, 23 Sep 2022 21:03:46 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=8888 Tuğba DEMİR Erzurum Hakimi   Hakim ve Savcı aranıyor!  Bu serzenişleri duyunca aranan yargı mensuplarından kiminin zindanlara tıkıldığını, kiminin cezaevinde, Meriç’te ya da Ege’de uğradıkları zulüm karşısında can verdiğini, bir kısmının ülkesini terk etmek zorunda kaldığını, bazılarının ise adeta tüm duyguları ölmüş ve hayati reflekslerini yitirmiş bir toplum için, her şeye rağmen bir şekilde adalet […]

Hakim ve Savcılar Nerede? yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Tuğba DEMİR
Erzurum Hakimi

 

Hakim ve Savcı aranıyor! 

Bu serzenişleri duyunca aranan yargı mensuplarından kiminin zindanlara tıkıldığını, kiminin cezaevinde, Meriç’te ya da Ege’de uğradıkları zulüm karşısında can verdiğini, bir kısmının ülkesini terk etmek zorunda kaldığını, bazılarının ise adeta tüm duyguları ölmüş ve hayati reflekslerini yitirmiş bir toplum için, her şeye rağmen bir şekilde adalet savaşını sürdürdüğü aklıma geldi.

Bu Türk yargısının bir yüzü; bir de öte yanı var tabi. Bunlar adaletin yüz karası haline gelen, zulmü kolaylaştıran, zalimin elinde sopa gibi kullanılmayı kabul eden, militan bir duruş sergileyerek yargının mahiyetini ve hukuku unutan, Anayasa ve yasalarla oynamayı bir maharet zanneden yargı mensuplarıdır. Bunlara bakarak gerçek hakim savcı nasıl olunmaz kolayca öğrenebilirsiniz.   Bunlar bir hukukçu değil, adeta hakim ve savcı cübbesi giydirilmiş “yığınlar” sadece.

Yargının kötücül ve karanlık yönüne, 15 Temmuz 2016 tarihinden sonra, ihraç edildiğim ana kadar bizzat tanıklık ettim.

Bu tanıklıklarım çerçevesinde, adliyede neler yaşandığını, samimi olarak “nerede bu hakim ve savcılar” diye soranlara kendimce anlatmak isterim.

15 Temmuz sonrasında HSYK’dan gelen “tatiller iptal acilen görev yerlerinize dönün” mesajı üzerine hemen yola koyularak Erzurum’daki görev yerimize eşimle birlikte döndük.  Adliye lojmanındaki canlılık gitmiş herkes sanki kabuğuna çekilmişti. Sonradan lojmandaki hakim savcıların belki yarısından fazlasının gözaltına alındığını, polis tarafından lojmanın basıldığını öğrendim. Adliyede de durum farksızdı. Adliye adeta çalkalanıyordu. Kapıda görevli memurun bile „terörist hakimler“ dediğin hatırlıyorum

Gözaltına alınan hakim beylerden birinin evinde de polis tarafından arama yapılmış, arama sonrası kendisi gözaltına alınmış, ancak her nasılsa cep telefonuna polis tarafından el konulmamış. Bu vesileyle eşi, hakim beyin de üyesi olduğu, diğer yargı mensuplarınca da kullanılan bir WhatsApp grubundaki yazışmaları okuyabilmiş. Bana aktardığına göre, grupta mesaj paylaşan sözüm ona “makbul” yargı mensupları, gözaltına alınan meslektaşları ile ilgili olarak: “oh olsun zaten haketmişlerdi” diye sevinç mesajları paylaşmışlar. Yine bazıları “buralar temizlendi” diyerek nefretlerini kelimelere dökebilmişler.

Asgari bir hukuk bilgisine sahip namuslu bir insanın, bir şekilde suçlanan kişilerin savunma hakkına, masumiyet karinesine saygı duyulmasının hukukun bir gereği olduğunu bilmesi beklenirken, Erzurum adliyesinde görevli, gözaltına alınmayan yargı mensupları, haksız ve delilsiz şekilde tutuklandıkları bu gün AİHM kararları ile ispatlanmış arkadaşları, dostları, komşuları hakkında, kendi zavallı dünyalarında yargılama yapmış ve çoktan onları “darbeci, hain, terörist” ilan etmişlerdi.

Halbuki adalet beklenen hakim ve savcılar uzaklarda değil buradaydı!

15 Temmuz‘dan birkaç gün sonra bu kez çalınan kapı bizim kapımızdı. Bir polis ekibi geldi ve evimizde arama yaparak eşimi gözaltına aldı.

Eşim gözaltına alındıktan sonra her şeye rağmen işimi yapmak zorundaydım. Bir hakim olarak görevimin başındaydım. Odamda gerekçeli kararımı yazarken gözaltında tutulan eşimin adliyeye getirildiğini öğrendim. Düşünebiliyor musunuz, eşim darbeci ve terörist olarak iktidar tarafından yaftalanmış ve ben hakim olarak adliyede görev yapıyor, adalet hizmeti vermeye çalışıyorum. Yaşananların nasıl bir komedi olduğunu, senaryosunu başkalarının yazdığı bir oyuna bizlerin bir şekilde dağıtılan rolleri oynamaya zorlandığımızı, bu kurgunun hiçbir yerinde bizlere bir söz hakkı verilmediğini söylememe gerek yok sanırım.

Odamda çalışırken, adliye temizlik görevlilerinden birisinin haber vermesiyle eşimin sorgulanmak üzere adliyeye getirildiğini öğrendim. Zira ne gözaltı kararı veren savcı, ne bu kararı verirken ortak hareket ettiği Başsavcı veya başsavcı vekili ve ne de bu kurgunun tam orta yerinde bulunan Komisyon Başkanı, nezaket göstererek eşimin durumu ile ilgili bana bilgi vermişlerdi. Bırakın bilgi vermeyi, söz, eylem ve davranışlarından, kendilerini “yarı tanrı”, bizleri ise ezilmesi gereken birer “böcek” olarak gördüklerini söylemem yanlış olmayacaktır.

Gözaltında bulunan ve sorgulanmak üzere adliyeye getirtilen eşimi görmek amacıyla bulunduğu yere gittim. Başsavcı vekili tarafından ifadesinin alınacağını öğrendim. Eşimin etrafında, sanki dünyanın en cani insanlarından birisiymişçesine, polislerin etten ördüğü bir barikat vardı. Daha sabahleyin eşimden talimat almak için kapısında bekleyen polisler, bir anda nedensiz ve gerekçesiz olarak eşime düşman kesilmişlerdi. Eşimin halini hatırını sormama dahi izin vermediler. Gözlerinden ve sözlerinden dışarıya sızan nefreti, öfkeyi, düşmanlığı ifade edecek kelimeler bulamıyorum. Bir ülke, kendi yargı mensuplarını ancak bu kadar ezebilir, kişiliklerini ve otoritesini ancak bu kadar yok etmeye kastedebilirdi.

Başsavcı vekili Erdal Kuruçay tarafından yapılan sorgu sonrasında eşim, sevkedildiği Sulh Ceza Hakimliği tarafından tutuklandı. Aleyhine tekbir delil olmaksızın yapıldı bu işlem. Tek dayanakları kimler tarafından ve nerede hazırlandığını en iyi kendilerinin bildiği “listelere” dayanarak yapmışlardı bu işlemi. Listeyi hazırlayanlar da kendileri idi, bu listelere dayanarak tutuklama yapanlar da.

Hamileydim. Doğum yapmama az bir süre kalmıştı. Eşime yaşatılanlar, benim yaşadıklarım, çevremizdeki masum yargı mensupları ve ailelerinin halleri beni aşırı yıpratmıştı. Bu sebeplerle doğum iznine ayrıldım, ancak lojmanda kalmaya devam ettim. Belirli aralıklarla lojman polislerce basılmaya, yargı mensuplarının evlerinin aranmasına devam edildi. Evde olmayanların evlerinin kapıları zorla açılarak içeri girildi.

Eşi tutuklanmış bir hakim bayan olarak Erzurum adliyesinde ve adliye lojmanında yaşamaya çalışmak  büyük bir işkenceydi. Dün arkadaş olduğum hakim ve savcı arkadaşlarım uzaktan yüzüme bakıyorlar, ancak bir selam dahi veremiyorlardı. Verdiğim selamlar ise ya boşluğa gidiyor veya muhatabını bulmakla beraber geri dönmüyordu.

Uzakta değil, aranan hakim ve savcılar buradaydı!

Bir süre sonra doğum yaptım. Çocuğumu kuvöze koydular. Hastaneden eve geldim. Daha önce çok samimi olduğum, Asliye Ticaret Mahkemesi Başkanı olarak görevli Emine Kahraman isimli hakime yanıma geldi. Emine hanımın kafasında da her şey netti. İhraç edilen yargı mensupları ile ilgili olarak kafasında çoktan muhakemesini yapmış, hükmünü kurmuş ve hatta mahkum ettiklerini kendi kurduğu darağacında infaz dahi etmişti. Yanımda ihraç edilen yargı mensupları ile ilgili suçlayıcı, tahkir edici sözler söyledi. Bu sözleri kocası da aynı muameleye muhatap olmuş birisinin yanında söylemekten utanmıyordu. Söylediklerinin yanlışlığını, haklarında bilgi sahibi olmadığı kişiler hakkında bu şekilde konuşmasının doğru olmadığını belirttim.

Konuşmamız sırasında, kelimelere yansıyan kanaati ile, vicdanının seslendirdiği hakikatin aynı olmadığını ele veren şu cümleyi kurdu: “Hakim savcıların duruşlarının karşılığı çok ağır oldu”. Yani aslında kendisi de bu yapılanların yanlışlığını biliyordu. Ama yapılanlara karşı ses çıkartmamış, bununla da yetinmeyerek bir şekilde hukuksuz muamelelerin doğruluğunu savunan cümleler kurmak zorunda hissetmişti kendini.

Adalet beklenen cesur hakim savcılar buradaydı!

Emine Kahraman hakim ile konuşurken kapıya memurlar geldi ve benim lojmanı boşaltmam gerektiğini, aksi taktirde polis zoruyla lojmandan atılacağımı bana tebliğ ettiler. Hakime hanım bana: „seni atamazlar sen bir hakimsin, burada kalma hakkın var“ dedi. Yazıyı okuduğumuzda kararın altında kendi eşi Metin Kahraman’ın da imzasının da olduğunu gördü. Eşim de imzalamış diyebildi sadece. Eşi kim mi? Erzurum Bölge İdare Mahkemesi Başkanı idi, Metin Kahraman.

Adalet beklenen, nerde diye aranan hakim ve savcılar buradaydı!

Dilekçe ile itiraz edelim dedi Emine Kahraman hakim. Bir an herhalde bana destek olacak diye düşündüm. Ama sonra “sakın benim yazdığımı söyleme” deyince şok oldum. Bu neyin korkusuydu böyle. Ben de hakimdim ve dilekçe yazmaktan aciz değildim.

Ahmet Altan’ın “korkuyorlarsa hakim olmasınlar” sözü ne kadar da haklı.

İşte aranılan o hakim savcılar buradaydı!

 Kararı alıp dönemin Komisyon Başkanına gittim. Yeni tayin olduğundan adını hatırlayamıyorum. “Beni buradan atamazsınız burada kalmak benim hakkım, ben de hakimim” dedim. Ancak karşımdaki cesetten bir robottu. Kendisine verilen talimatları yerine getiriyordu sadece. İradesi ve iktidarı yoktu. Muhakemesi ise çoktan bozulmuştu. Bana olumsuz cevap verdi ve verilen sürede lojmanı boşaltmam gerektiğini bir kez de sözlü olarak bildirdi.

Kocası terörist ilan edilmiş bir hakim olarak, ben de geride kalanların gözünde “potansiyel” terörist idim ve ihraç edilme, tutuklanma, yargılanma sırası bekleyen yüzlercesinden biriydim. Sadece birileri tarafından talimat verilmediğinden hakkımdaki bu kanaat gün yüzüne çıkmamıştı. O kadar.

Hakkımda henüz soruşturma bile olmasa da, Komisyon Başkanı, Başsavcı, başsavcı vekilleri ve diğer tüm “makbul” meslektaşlarım tarafından aleyhime hüküm verilmişti.

İşte aranan adaletli hakimler buradaydı!

Durumum hakikaten ilginçti. Eşim cezaevinde, oğlum kuvözde, evsiz bir hakimdim.

Erzurum gibi bir yerde, eşi terörist olarak ilan edilmiş, HSK tarafından ismi listelenmiş, iktidar başı ve bakanları tarafından her gün hedef gösterilmiş bir kişi olarak ev bulmam gerçekten zordu. Bir çok kişi ev vermek istemedi. Ev kiralama girişimlerin başarısız oldu. Mecburen ailemin yanına dönmek durumunda kaldım. Bunun anlamı şuydu. Tutuklu kocamı görmek için binlerce kilometre uzaktan, kucağımda oğlum ile seyahet etmek zorunda kalacaktım.

Aradan bir kaç ay geçtikten sonra eşimi tutuklatan başsavcı Erdal Kuruçay’ın yanına gittim: “ne hakla tutuklama yapıyorsunuz, delil olmayan şeyleri delil kabul etmek hangi kanunda yazıyor” diye sordum. Verdiği cevap herşeyin özetiydi adeta: “Konjunktur böyle”.

Böylece Hukuka göre değil de konjonktüre göre suçlu olduğumuzu net olarak anladım.

İşte adalet getirsin diye aranan hakim ve savcılar buradaydı!

Hakim ve Savcılar Nerede? yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/hakim-ve-savcilar-nerede/feed/ 0
ESAS DARBECİ SİZSİZİNİZ..!! https://hukukpenceresi.com/esas-darbeci-sizsiziniz/ https://hukukpenceresi.com/esas-darbeci-sizsiziniz/#respond Sat, 17 Sep 2022 11:57:20 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=8873 Ömer Faruk ALKAN İstanbul Anadolu Adliyesi Hakimi                                (2018 – Çağlayan Adliyesi Nezarethaneleri) Kusura bakmayın Hakim Bey ama esas darbeci sizsiniz! Bu ne demek Kaymakam Bey aynı nezarethane de değil miyiz? Hem ben mi çıktım sokağa ben mi elime silah aldım? […]

ESAS DARBECİ SİZSİZİNİZ..!! yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Ömer Faruk ALKAN
İstanbul Anadolu Adliyesi Hakimi

 

                             (2018 – Çağlayan Adliyesi Nezarethaneleri)

  • Kusura bakmayın Hakim Bey ama esas darbeci sizsiniz!
  • Bu ne demek Kaymakam Bey aynı nezarethane de değil miyiz? Hem ben mi çıktım sokağa ben mi elime silah aldım? Üstelik siz demek de ne demek? Kimiz biz?
  • Kızma Hakim Bey, üstüne alınma ama senin meslektaşların en başında sarı kızı vermeseydiler [1] işler bu boyuta ulaşmazdı. Yani top yekün bir duruş sergilenseydi; yapılan işlemlerin haksız ve hukuksuz olduğu söylenip direnilseydi, insanlar tutuklanmasaydı bunlar böyle bir sistemi sürdürebilirler miydi? O yüzden darbe bizzat Hakim – Savcılar eliyle yapıldı.

 

Evet çok haklıydı Kaymakam Bey o yüzdende kendisine cevap verememiştim. Sahi neydi bir darbenin tanımı; mevcut siyasi iktidarın sürdürdüğü yönetimin dışarıdan bir cebri güç vasıtası ile lav edilip, yeni bir düzenin kurulmasıydı. Mevcut yasaların uygulanamaz hale gelmesi ve dahi yeni oluşturulan anayasa çerçevesinde tüm sistemin yeniden yapılandırılmasıydı.

Kıdemli bir Yargıçtan duymuştum; “Çok kötü bir dönemden geçiyoruz. Ben seksen darbesi zamanında da kürsüdeydim. Darbeden sonra Ankara’yla görüştük mevcut yasalar kaldırıldı mı uygulamalarımızı ne şekilde sürdüreceğiz diye. O zaman bile mevcut kanunları uygulayın denilmişti. Şimdi bakıyorum bir KHK ile işten atılıyor irtibat iltisak derken dün hakimsin bugün sanık. İyi ki mesleğimin sonuna geldim….” Üstat haklıydı, bambaşka bir devirden geçiyorduk. Bir gece ansızın bir şeyler gerçekleşmiş ve sonrasında henüz daha sıkılan mermilerin barut kokusu geçmemişken apar topar Hakim-Savcılar göz altına alınmaya başlanmıştı. Birçokları anlamasa da esas Darbe şimdi başlamıştı. Yukarıdaki tanımda özenle seçtiğim “cebri güç” kavramı sanılanın ve alışılmışın dışında silahlı bir güç değil yargısal bir güçtü. Hedef alınan ise mevcut siyasi iktidar değil aksine zaten çok da demokratik olmayan sistemin son hak savunucularını da temizlemekti. Amaçsa sistemin kayıtsız şartsız tek elde toplanmasıydı. Bunun acı tarafı ise bağımsız ve Anayasal bir erk olan yargı sistemin, makam yahut para hırsıyla tavlanıp yıllarca hukuk eğitimi alıp üzerine yemin etmiş işleticileri olan Hakim–Savcılar tarafından paramparça ediliyor olmasıydı. Üstelik de ilk başta en yakın arkadaşlarından birlikte karar alıp, birlikte mesai yaptıkları, lojmanlarda dahi beraber oturup kalktıkları insanlardan başlamak suretiyle.

İstanbul’un en büyük ikinci adliyesinde görev yapmış ve daha sonra haksız ve hukuksuz olarak mesleğinden atılıp, azılı bir terörist muamelesiyle yıllarca cezaevinde yatırılmış bir hakim olarak, darbe dönemi öncesi ve sonrasına dair yaşadıklarımı paylaşmak istiyorum. Paylaşmak istiyorum ki işleyiş bilinsin, sistemin nasıl yürütüldüğü, o yüksek kürsülerde üstelerinde heybetli cübbeler taşıyan hakimlerin aslında nasıl insanlar oldukları ve neler yaptıkları bilinsin. Kör gözlüler, sağır kulaklılar görüp işitmese de tarih bu günleri affetmeyecektir.

Yargı içinde var olan bloklaşma 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonları ile iyice katılaşmış, HSYK seçimi ile de bloklar tamamen kopmuştur.[2] Bu dönemde insanlar seçilmeye başlandı. Mevcut iktidarın oluşturduğu Yargıda Birlik Platformu amansız bir mücadelenin içine girmiş ve Hakim – Savcılara “ya bizdensin ya da kaybedenlerden” parolasıyla açıktan davet yapıyorlardı. Çok ilginç bir şekilde bir grup Hakim – Savcı bir taraftan olduğunu, ki bu taraf açıkça mevcut siyasi iktidarın tarafı, beyan edip diğer meslektaşlarını da adeta tehdit ediyordu. Dikkat edilmesi gereken nokta, lanse edilmeye çalışanın aksine Türk Yargısı içerisinde iki grup arasında bir çatışma olduğu değil; YBP’nin tüm yargı faaliyetlerini ele geçirmek için kendi varlığına dahil olmayan herkesi açıktan hedef alıyordu. Bu noktada cezaevinde bizatihi kendisinden duyduğum bir Savcı bey; “Benim ne Fetö ile işim olur ne de başka bir cemaatle. Allah’la olan ilişkim beni ilgilendirir ama her akşam bir kadeh şarabımı da içmeden yatmam. Hem kalbe de iyi geliyor….. Bir gün Ankara’da görev yaparken YBP temsilcileri odama geldi. Bana sahada çalışacak elemana ihtiyacımız var gel sende bizimle çalış. Geleceğin parlasın seçimlerden sonra çok başka yerlere gelebilirsin şeklinde konuştular. Bende onlara bir Savcı olarak hırsızlarla çalışmayacağımı söyledim. Netice işte buradayım.” dediğini hatırlıyorum. Görüldüğü üzere YBP kendisine karşı duran kişileri görüşlerine bakmaksızın cezalandırıyordu. Bu davranış tarzının alt yapısı da Hakim – Savcılar için tüm diğer evraklar gibi topyekûn ve tek elden kişileştirmeksizin hazırlanan iddianamenin ana bölümünde; Hakim – Savcılardan alakasız bir şekilde anlatılan örgütün ana yapısı bölümünde: “bu örgüt her ne kadar dini görünümlü olsa da üyeleri alkol alabilir, dine aykırı başka işler yapabilir hatta Hristiyan bile olabilirler…” denilmek suretiyle atılmıştı. Yani aslında amaç, karşıt kimse varsa işlevsiz hale getirmekti ama bununda toplum nazarında tepki çekmemesi için kendince bir hukuki düzlemde olması gerekirdi. Bu yüzden de bakın A-tipik[3] olan bu örgüt içerisinde herkes var denilmek suretiyle herkesi cezaevlerine doldurabildiler. Üstelik bu sayede asıl A-tipik olan darbeyi de gizlemiş oldular.

Bahsettiğim  bu insan seçmece işi darbe sonrası Hakim- Savcıların tutuklanması ile öyle bir hal aldık ki; kişiler aylarca hatta yıl boyunca mevcut iktidarın talepleri doğrultusunda birçok hukuk dışı muamele yapmış olmasına rağmen yada HSYK seçim döneminde veya öncesinde iktidarla yakın bağları olmasına rağmen tutuklanmaya başladı. Yine cezaevinde tanıdığım önce Sulh Ceza Hakimliği yapmış sonrasında Bölge Adliye Mahkemesi üyesi olmuş bir hakim bey (ki bu yükseliş şeklini ayrıca anlatacağım) “ben sizden değilim.” Diyerek aylarca odasından çıkmamıştı. Bizim kim olduğumuzu bilmiyorum ama içerde bulunan herhangi birimizin Hakim Bey’e bir zararının olmadığını biliyorum. Bu Hakim bey içerde aylarca düşündü kimlerle bağlantısı vardı hepsini gözden geçirdi, en sonunda baktı olacak gibi değil odasından çıkıp o da voleybol oynamaya başladı. İnsanlar o kadar hizipleşmişti ki kimse durup, “Bir dakika! Ben Hakimin Anayasal dokunulmazlığım dahil bir çok güvencem var nasıl olurda bu kadar asılsız ve usulsüz bir şekilde tutuklanırım?” demedi, diyemedi. Onun yerine ben sizden değilim, kimin iftirası bu acaba gibi gibi ilginç düşüncelerde kayboldular. Hani haksız da değildiler asılında darbenin hemen sonrasında bir takım Hakim – Savcılar içeri alınmıştı ama sonrasında çeşitli salınmalar, hatta göreve iadeler dahi oldu. Kafalar o kadar karışmış, gözler o kadar kararmıştı ki kim vurduya gitmemek içten bile değildi. Bu günler de beraat edenlere şöyle yapacağız, hakkında kovuşturma olmayanlara böyle yapacağız diyenler öncelikle bilmeli ki; kimler kimler kim vurduya gitti de sesleri duyulmadı.

YBPnin bu insan seçme işi henüz daha stajyer Hakim – Savcılarda başlıyordu. Stajyerlere verilen en büyük vaat maaşların yükseltilmesi olmuştu. YBP üyesi bir Hakim Bey’in ilgili platformun stajyer Hakim Savcılar için düzenlenen sözde meslek büyükleriyle tanışma, özde fişleme toplantısında yaptığı konuşması aynen şu şekildeydi; “Tosunlar hiç merak etmeyin başladığınız gibi 5 olacak !!” Konuşmacı olarak getirilen kişin söylediği tek şey bu olmuş ve salon alkış kıyamet yıkılmıştı. Ve gerçekten de bu Hakim Beyin dediği gibi çıkmış çok kısa bir süre sonra Hakim – Savcı maaşlarına zam gelmiş ve böylelikle stajyerler dahil bir çok meslektaş kazanılmıştı. YBP üyesi olup yani görünüşte İslami değerlere önem veren bir siyasi iktidarın yargıda ki uzantısı olup; “Seçim gecesi çok stresliydim ya kazanamasaydık ne olurdu? Ama baktım geceye doğru kazandığımız kesinleşti ohhh! Maaş arttı deyip, viskimi içip, rahatça yatıp uyudum.” diyen Hakim Beyinde kulakları çınlasın.

Evet ekonomik iyileştirme başta olmak üzere makam vaadi, mevcut ama haksız kin sahiplerine intikam alma vaadi, korku ve sistemin içinde olmadığım için daha nicesini bilemediğim bir çok enstrüman ile Yargıçlar ele geçirilmiş, sıra bunları kullanmaktaydı. Odasından çıkmayan ve niceleriyle bağlantısı olan Hakim Beyinde dediği gibi “…aslında 500 – 600 kişilik bir liste vardı biz onların kimler olduğunu biliyorduk. Ama darbe işleri bambaşka bir boyuta taşıdı.” Olay darbe girişimi ile bambaşka bir hal almış yada en başında şah tüm stratejisini piyonlara anlatmamıştı. Her ne olursa olsun dönemim HSYK Başkanı’nın da dediği gibi süreç bin kişi civarında bir Hakim – Savcı gurubu ile yürütülmekteydi.

Bu grupta kendi içerisinde dörde ayrılmaktaydı. (1) Kendince intikam sahibi olanlar, (2) makam ve para hırsıyla yaşayanlar, (3) korkudan kendisinden her isteneni yapanlar ve (4) birde tatlı su[4] balıkları. Tabi ki de başı kendince intikam sahibi olanlar çekmekteydi. Zira bu kişiler evvellerinden yada sonradan değişkenlik göstererek meslek onuruna yakışmayacak işler yapmış, defaatle HSYK tarafından disiplin soruşturmasına konu edilmiş ama hukuki düzlem nedeniyle mesleğinden edilmemiş kişilerden oluşmaktaydı. Örneğin Anadolu Adliyesinde yıllarca görev yapmış bu süre içerisinde adı arazi mafyası ile çeşitli spekülasyonlara karışmış, stajyerler dahil genç kızlara olan merakı dillere destan olmuş bir Hakim Bey; “…bana zamanında çok sarı zarf gönderdiler (soruşturma açtılar) hepsi şahsıma bir kumpastı şimdi hesap zamanı…” demişti. Bu gurubun bir diğer üyesi de mevcut intikam duygularını sözde vatanperverliği ile birleştirmiş Hakim – Savcılardı. Anadolu Adliyesinde öyle bir Savcı Bey vardı ki; açığa almalar gerçekleştirilmeden önce kendisine telefonlar gelir ya da açığa alınanlar kendilerine kefil olması için bu Savcı Beyi ararlardı. Eğer kefil olursa ilgili kişi işlem görmekten kurtulurdu. Yine Savcı Bey bir gece sabaha kadar düşünmüş ertesi gün yazdığı bir dilekçe ile halen daha görevde olan öz kuzenini Fetöcülükle! suçlayıp görevden alınmasını talep etmişti. Üstelik bu durumu da “Sabaha kadar düşündüm Vatan mı? Akrabam mı? Vatanımı seçtim!” diyerek özetlemişti. Gözler o kadar dönmüştü ki; “Şayet Onun(bir meslektaşını kastediyor) o otobüsle cezaevine götürüldüğünü bilseydim bizatihi ben sürerdim Silivri’ye kadar..” diyen Savcılar, yeni bir liste yayınlanması ile isimler kontrol edilirken aynı soyadlı bir bay ve bir bayan meslektaşının açığa alındığını duyup insani bir şekilde “çocukları varsa kim bakar nasıl olabilir bu?” diye refleks gösterenlere “merak etme bir sonraki listede senide alırlar eşinle…” diyen Savcılar, tutuklamaya sevk duruşmasında “Ben yıllarca senin benim karşıma geleceğin günü bekledim” diyen hakimler ve daha niceleri….

Bu gurubu makam ve para hırsı sahipleri izlemekteydi. Darbe sonrası öyle bir atmosfer oluşmuştu ki insanların kaybolması da Yargıtay üyesi olması da anlık bir mesele haline gelmişti. Evet yanlış okumadınız, kesinlikle abartmıyorum. İnsanlar bir anda kaybolabiliyordu. Birileri kurbanlardan önce isim listelerine ulaşıyor, onlarla iletişimi kesiyor, açığa alma gerçekleştikten sonra “ya aslında çok çalışkandı, güler yüzlüydü, yardım severdi de ama işte teröristmiş.” denilerek bir daha bu kişinde hakkında asla konuşulmuyordu. En azından bizzat şahit olduğum şekliyle Anadolu Adliyesi özelinden “meslektaş defin süreci” bu sistematik dahilinde işliyordu. Terör mahkemesi olarak özel yetkilendirilmiş meslektaşlar bile böyle terör örgütü üyesi mi olur bu vasıflar hangi örgütün üyesiyle uyuşuyor demediler, diyemediler.

Hakim – Savcı yoketmek bu kadar kolay olduğu gibi yükselmekte son derece basit ve hızlıydı. Bu dediğime örnek olarak darbe süreci sonrasındaki geçen birkaç ay içerisinde Sulh Ceza Hakimliğinden doğrudan Yargıtay üyeliğine geçiş yapan bir çok meslektaş gösterilebilir. Yeterli tutuklama sayısına ulaşan yahut kendisine gönderilen talimatları harfiyen yerine getiren ve bu noktada kendisi ispatlayanlar liyakatsiz bir şekilde doğrudan Yargıtay üyesi oldular. Biraz daha geride kalanlar Bölge Adliye Mahkemelerine başkan yahut üye olarak atandılar. En kötüleri en azından bir Ağır Ceza Mahkemesi başkanlığı unvanı aldılar. Yada ikinci bir alternatif olarak Sulh Ceza Mahkemesinde tutuklamasını yaptıkları zengin kişilere para karşılığında tahliye olabileceğinin haberini göndererek haksız gelir kovaladılar. Bazıları her ikisini birden yapıp hem Ağır Ceza Başkanı olup, hem de çantalarla rüşvet topladılar. En acısı da tüm bunları kendi meslektaşlarını cezaevlerine doldurarak yaptılar. Ne kadar mahkumiyet o kadar prim; ama bir o kadar da korkaktılar ve yaptıkları işin yanlış olduğunu bilincindelerdi. Aralarından bazıları Sulh Ceza Mahkemesi hakimi olarak görev yaptığı süre boyunca, yani aktif tutuklama yaptığı sürece, ceplerinden dövizlerini ve yeşil pasaportlarını hiç çıkarmamışlardı. Zira “olası bir sıkıntıda” evlerine gitmeyi dahi düşünmüyorlardı.

Bir diğer grupsa korkularından ne yapacaklarını bilemeyip kendilerine ne denilirse onu yapanlardı. Bu grup kendi başlarına bir şey gelmesinden o kadar çok korkuyordu ki kendilerinden bir istense çoğu zaman üç yapıyorlardı. Zira iktidar herkesin gözü önünde devamlı olarak listeler yayınlamak suretiyle birilerini açığa alıp, cezaevlerine gönderiyor ve gidenlerin küçük bir kısmı dışındakiler geri gelemiyorlardı. Az önce anlattığım gibi adeta yok oluyorlardı. Tıpkı bir sıraya dizilmiş on kişinin tek tek vurularak öldürülmesi şeklindeki bir infaz sisteminde onuncu kişinin kalp krizinden ölmesi gibi bu gruptaki kişilerin her anı ayrı bir kalp krizi gibiydi. Zaten darbe sonrasında adliyeye çok farklı bir hava çökmüş kimse kimseyle konuşmaz, adeta insanlar birbirlerinden Fetöcülük bulaşacak korkusuyla kaçar olmuş, sadece duruşmalara çıkıp onun haricinde odasından bile çıkmak istemez hale gelmişlerdi. Üstüne bir de iktidar talimatları ile devamlı olarak Sulh Ceza Mahemesi’ne bakan hakimlerin görev yerlerinin değiştirilmesi eklenmişti ki; artık anlamıştık Sulh Cezalar’da revize varsa bize dair yeni bir liste geliyordu. Bir gün acilen komisyon tarafından çağırılan bir hakimin kendisine yeni Sulh Ceza Hakimi olduğu bilgisi tebliğ edildikten sonra eline aldığı çay bardağını korkusundan titreyen elleriyle tutamayıp bir kenara bıraktıktan sonra “Bu devirde Sulh Ceza Hakimliği mi yapılır?” deyişini hiç unutamam. İşte bu grubun mensupları bu korku furyası içinde ellerinden geleni yaptılar. Başta beni yargılayan Hakim Bey olmak üzere duruşma sonrasında avukatım ve izleyenler halen daha salonda iken “….genç adamsın iki isim ver bu mesele burada bitsin, yoksa daha çok gelip gidersin.” diyebilecek kadar pervasız, “…bakmayın önüme türbanlı ev hanımları getiriyorlardı, üstelik dosyada bir delilde yoktu ama ne yapayım tutuklamasam beni de tutuklayacaklardı. Zaten o bayanlarda en kötü benim yerime gelenler tarafından tutuklanacaktı. Bende önce tutukluyor sonrada odama gidip ağlıyordum.” Cümlesini hali hazırda zaten cezaevindeyken kendince günah çıkartmak için söyleyebilecek kadar aciz birçok iş yaptılar.

Son grup ise tatlı su balıklarıydı. Bu grubun güç sahipleri henüz daha olaylar çok yeniyken gidişatı fark edip bir an önce kendilerini ceza mahkemelerinden, hukuk mahkemelerine aldırttılar. Zaten bu durum atama listeleriyle, görevlendirme tutanaklarıyla sabit olduğu için ayrıntılandırmaya gerek yok. Diğerleri ise yapılan her şeye göz yumup sadece kendilerine uzatılan kağıtları imzalayıp, ay sonunda maaşlarını aldılar. Tıpkı beni yargılayan dönem arkadaşım olan Hakimin, yaptığım tüm savunma ve itirazlarıma sessiz kalıp duruşma tutanaklarını imzalayıp geçip gitmesi gibi. Ya da daha belirgin bir örneği tutuklamamı gerçekleştiren Hakim’in yüzüme karşı “tutuklanman için tüm şartlar mevcut bu işin vebalı günahı da bize bu listeleri gönderenlerin boynuna” demesi olabilir. Evet adı bile Hakim olup kelime manasıyla her işinde hikmet aranması, her konuya hakim olması beklenen bir kişinin; doğrudan talimatla iş yaptığını zikretmesi, üstelik bu durumun büyük bir suç ve inançlı olanlar nezdinde ağır bir günah derecesinde yanlış olduğunu bilmesi ancak buna rağmen sadece susup gitmesi sürecin ne kadar hukuk dışı ve ne kadar vicdan dışı işlediğinin zirve de bir örneğidir.

Sonuç olarak yaşanmışlıklarımdan derlediğim bu yazımda amacım yukarıda da zikrettiğim üzere yaşanan hukuk katliamının Türk Yargısı boyutunda içeriğini ve faillerin anatomisini açıklamaktı. Ancak o kadar çok hukuksuzluk ve haksızlık yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor ki, belki ben bu yazımla okyanustan bir damla aktarabildim sadece. Ayrıca ne kendime dair ne de anlattığım hukuksuzlukların faillerine dair ayrıntılı bilgi vermediğimi de biliyorum. Ancak tüm bu yazılanların gerçek olduğunu başta ben ve tüm bu hukuksuzlukları gerçekleştirenler ile mağdur edilen meslektaşlarım bizatihi biliyoruz. Zaten gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkma gibi bir huyu vardır. Tüm bu yazdığım gerçekler gün yüzüne çıkana kadar sadece bilmenizi isterim ki “Kahramanlarla hainler arasında ki farkı mahkemeler değil, tarih belirler…”

[1] Sarı Kızın veriliş hikayesi; bir grup kurt tarafından tehdit edilen inek sürüsünün kendi canlarını kurtarmak maksadıyla, kendilerinden olan en zayıf halkayı kurtlara gönüllü olarak teslim etmeleri. Kurtlara direnmek yerine kendi arkadaşlarını yem etmeleri ancak buna rağmen kurtların durmayıp tek tek tüm sürüyü yemelerini konu alan farazi hikaye.

[2] Kendisine darbe yapılmış bir iktidardan beklenmeyecek bir refleks göstererek ve henüz daha OHAL şartları geçerli iken yani ülke normalin dışında katılıkta bir rejimle yönetilirken; mevcut iktidarın darbecilerin hedefleyip de yapamadığını kendi istekleri ile referandum kisvesi altında yapıp Anayasa değişikliğine gitmesi ve bu değişiklikte HSYK adından Yüksek ibaresini kaldırması, sistemin yargı erkinin adının dahi yüksek olmasını kaldıramadığının bambaşka bir tezahürüydü. Asıl inceleme konusu vaka ise adı küçültülen bu erkin çalışanlarının hala sistem için canla başla hukuk dışı işlemler yapmasıydı.

[3] Sıra dışı, olağan dışı.

[4] Tatlı Su Balığı Türkçe’de bir deyim olup; dalgalı ve fırtınalı denizlerde mücadele ederek hayatta kalmak yerine göl gibi hareketsiz su birikintilerinde çok da büyük uğraşlar vermeden yaşayan balıklardan esinlenerek; fırtınalı işlere girişmeyen, kendisi bir mücadele içinde bulunmayıp menfaatini koruya bileceği sakin alanlarda yaşamaya çalışan kişiler için kullanılır.

 

ESAS DARBECİ SİZSİZİNİZ..!! yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/esas-darbeci-sizsiziniz/feed/ 0
Avrupa Parlamentosu’na Soruyorum: Türkiye’de Yargı Bağımsızlığı Osman Kavala Kararı İle Mi Sona Erdi? https://hukukpenceresi.com/avrupa-parlamentosuna-soruyorum-turkiyede-yargi-bagimsizligi-osman-kavala-karari-ile-mi-sona-erdi/ https://hukukpenceresi.com/avrupa-parlamentosuna-soruyorum-turkiyede-yargi-bagimsizligi-osman-kavala-karari-ile-mi-sona-erdi/#respond Sat, 25 Jun 2022 22:22:22 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=8346 Avrupa Parlamentosu (AP), geçtiğimiz ay Osman Kavala’ya yargılandığı davada müebbet hapis cezası verilmesi ve bağlayıcı olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ihlal kararının Türkiye tarafından yerine getirilmemesi nedeniyle Türkiye Hükümeti’nin “AB üyelik sürecini bilinçli olarak sonlandırdığı” ifadeleri yer alan ve Türkiye’nin AB kapısı kapandı anlamına gelen bir karar aldı. Bu karar, Türkiye Hükümetine verilen tavizler […]

Avrupa Parlamentosu’na Soruyorum: Türkiye’de Yargı Bağımsızlığı Osman Kavala Kararı İle Mi Sona Erdi? yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Avrupa Parlamentosu (AP), geçtiğimiz ay Osman Kavala’ya yargılandığı davada müebbet hapis cezası verilmesi ve bağlayıcı olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ihlal kararının Türkiye tarafından yerine getirilmemesi nedeniyle Türkiye Hükümeti’nin “AB üyelik sürecini bilinçli olarak sonlandırdığı” ifadeleri yer alan ve Türkiye’nin AB kapısı kapandı anlamına gelen bir karar aldı.

Bu karar, Türkiye Hükümetine verilen tavizler nedeniyle geç alınmış bir karar olarak tarihte yerini aldı.

Yargı bağımsızlığının ortadan kalkması Osman Kavala hakkında verilen tutuklama ve mahkumiyet kararı ile meydana gelmedi. Türkiye’de Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı 17/25 Aralık 2013 tarihinden giderek azaldı. 15 Temmuz 2016 tarihinden bir gün sonra aralarında Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Alparslan Altan ve Anayasa Mahkemesi Üyesi Prof. Dr. Erdal Tercan, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nın yüksek yargı üyelerinin de bulunduğu yaklaşık 3000 civarında hakim ve savcı gözaltına alındı. Bunların büyük bir çoğunluğu kanuna aykırı olarak tutuklanıp,  Anayasal teminata rağmen ihraç edildi. Bu zamana kadar ihraç edilen hakim ve savcı sayısı 5000’e yaklaştı. Türkiye’de Anayasal teminata sahip hakim ve savcıların haklarında hukuki hiçbir delil olmadığı halde mesleklerinden ihraç edilmesi ve büyük bir çoğunluğunun da tutuklanması ve KHK’lar ile mesleklerinden ihraç edilen kamu görevlilerinin de tutuklanmaları ve sonrasında çok büyük bir kısmının silahlı terör örgütü üyeliği suçundan en az 6 yıl 3 ay hapis cezası almaları ile birlikte Yargı bağımsızlığı tamamen ortadan kalktı. Yargı tamamen Erdoğan rejimi tarafından siyasallaştırıldı.

Özellikle yargı bağımsızlığının oluşmasında ve kanunların Avrupa Birliği mevzuatına uyumunun sağlanmasında anayasal teminata rağmen ihraç edilen bu hakim ve savcıların çok büyük katkısı vardı. Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnameleri (KHK’lar) ile ihraç edilen kamu personeli de kendi görevli oldukları bakanlıklar düzeyinde Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılım sürecinde azımsanmayacak emek ve katkıda bulunmuşlardı.

Bu çerçevede Avrupa Birliği’nin ilgili kurumlarının daha 15 Temmuz’un hemen ertesinde olayları izlemek yerine daha aktif katılım sergilemesi gerekirdi. Mesela Avrupa Parlamentosu veya diğer etkin organlarından biri acil gündemle toplanıp daha askerler bile gözaltına alınmadan Hakim ve Savcılar tutuklandığında buna benzer yaptırım kararı alabilirdi.

Bu kapsamda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi özellikle hakim ve savcılar yönünden 15 Temmuz sonrasında tedbir talepli insan hakları ihlal başvurularını reddetmek yerine acil gündemle toplanıp tedbir niteliğinde ihlal kararı vermeliydi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, beklenen ihlal kararını vermediği gibi Türkiye Hükümet yetkilileri ile yapılan toplantı sonucunda Türkiye’den gelecek başvuruları ertelemek amacıyla Olağanüstü Hal İşlemleri Komisyonu kurulması tavsiyesinde bulundu.

Avrupa Parlamentosu, Türkiye’deki yargı mensuplarının 1/3’ünün mesleklerinden ihraç edilip tutuklanmaları, Anayasa Mahkemesi Üyesi iken tutuklanarak mesleğinden ihraç edilen Alparslan Altan hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği tutuklama kararının hukuka aykırı olduğuna ilişkin kararı Türkiye Mahkemelerinin uygulamaması sonrasında yaptırım kararı alabilirdi.

Hatta daha geriye de gidersek 01/19 Ocak 2014 tarihlerinde Türkiye’den Suriye’ye illegal yollardan silah taşıyan MİT görevlilieri hakkında kamuoyunda MİT Tırları Soruşturması olarak bilinen soruşturmada görevli Adana Eski Cumhuriyet Başsavcısı Süleyman Bağrıyanık, Terör suçlarına bakan Adana özel yetkili Eski Cumhuriyet Başsavcı Vekili Ahmet Karaca, terör suçlarına bakan Adana Özel Yetkili Cumhuriyet Savcıları Özcan Şişman ve Aziz Takçı’nın 7 Mayıs 2015 tarihinde tutuklandıklarında Avrupa Parlamentosu yaptırım kararı alabilirdi.

Avrupa Parlamentosu ya da diğer organlar 01.07.2016 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen 6723 sayılı kanunla Yargıtay ve Danıştay üyelerinin görevlerini Anayasa’ya aykırı olarak sona erdiren bu kanun kabul edildiğinde veya Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından onaylandığında yaptırım kararı alabilirdi.

Bu kanun kapsamında üyelikleri sona erdirilen Yargıtay ve Danıştay üyelerinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yaptıkları bu başvurular, AİHM tarafından aradan 6 yıl geçmesine rağmen hala karar verilmiş değildir.

Türkiye’de yargı, 4 Kasım 2016 tarihinden bu yana tutuklu bulunan Selahattin Demirtaş ve 1 Kasım 2017 tarihinden bu yana tutuklu bulunan Osman Kavala ile ilgili davalardan önce de bağımsız değildi.

Avrupa Birliği kurumları Türkiye’deki yargı bağımsızlığının yok oluşu ile ilgili  zamanında yaptırım uygulamış olsalardı. Erdoğan bu kadar otoriterleşmeyecek ve yargı bağımsızlığı korunabilecekti. Türkiye’deki aileleri ile birlikte milyonları aşan insanlığa karşı suç mağdurları olmayacaktı. İşleri, aşları ellerinden alınan KHK’lıların bir kısmı Türkiye’den ölümü göze alarak  illegal yollardan özgürlüğe çıkabilenler 24.06.2022 tarihinde Strasbourg’ta Avrupa Konseyi (AK) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önünde eylem yapmak zorunda kalmayacaktı.

Avrupa Parlamentosu’na Soruyorum: Türkiye’de Yargı Bağımsızlığı Osman Kavala Kararı İle Mi Sona Erdi? yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/avrupa-parlamentosuna-soruyorum-turkiyede-yargi-bagimsizligi-osman-kavala-karari-ile-mi-sona-erdi/feed/ 0
Rejimin Militan Yargısı (1) https://hukukpenceresi.com/rejimin-militan-yargisi-1/ https://hukukpenceresi.com/rejimin-militan-yargisi-1/#respond Sun, 05 Jun 2022 23:34:21 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=7910 AKP rejimi tarafından 2013 yılından itibaren ülkemizdeki binlerce hâkim ve C. savcısı ve kamu görevlisi politikleştirilerek militanlaştırıldı. Adeta yargı, siyasal iktidarın arka bahçesi haline getirildi. Militan yargı mensupları için rejimin devamı, devletin devamı ve toplumun huzurundan daha önemlidir. Çünkü kendi varlık ve ikballerini hukuk düzeninin egemen olduğu bir devlette asla gerçekleştiremeyeceklerinden emindirler. Genel olarak bir […]

Rejimin Militan Yargısı (1) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
AKP rejimi tarafından 2013 yılından itibaren ülkemizdeki binlerce hâkim ve C. savcısı ve kamu görevlisi politikleştirilerek militanlaştırıldı.

Adeta yargı, siyasal iktidarın arka bahçesi haline getirildi. Militan yargı mensupları için rejimin devamı, devletin devamı ve toplumun huzurundan daha önemlidir. Çünkü kendi varlık ve ikballerini hukuk düzeninin egemen olduğu bir devlette asla gerçekleştiremeyeceklerinden emindirler.

Genel olarak bir devleti meşru ve bâki kılan adalet ise, bir rejimi de var ve devamlı kılan ideolojisidir. Her ne kadar adı konmamış olsa da AKP rejiminin de bir ideolojisi vardır ve bu ideoloji dört başı mamur ‘faşizm’dir.

“Faşist” kelimesi İtalyanca’da “fascio”, sıkıca birbirine bağlı çete anlamında kullanılıyor. Bu zihniyet, iktidarı tamamen ele geçirmek için kendileri gibi düşünenlerden oluşan bir kitle yaratmayı hedeflemekle beraber, ülkenin kurumlarını da menfaatlerine göre radikal bir biçimde değiştirmeyi amaç edinmişlerdir. Bunun en kestirme yolu öncelikle parlamenter yönetimden çıkıp başkanlık yönetimine geçmekti ki bu hedefe 2018 yılında ulaşmayı başardılar. Cumhuriyetin ‘olmazsa olmaz’ kurumu olan ‘parlamento’ işlevsizleştirilerek etkisiz bir hale getirildi. Başkan ve -sekretarya konumuna düşürülen- bakanları denetleyen ve dengeleyen tek bir organ bırakılmadı. Muhalif olan gazete, dergi, radyo ve televizyonların tamamına yakını 15 Temmuz akabinde kapatıldı, birkaç istisna dışındakiler hariç basının yüzde 90’ı “havuz medyası” çatısı altında toplandı. Netice itibariyle demokrasinin dördüncü kuvveti olan basın kontrol altına alındı.

Arda ardına çıkarılan yasa ve KHK’lar ile diktatörlüğe giden yol pekiştirildi. Yoksullaştırılan halka mukabil çok büyük servetler elde eden oligark olarak adlandırılan bir zenginler sınıfı oluşturuldu. Nerdeyse bireysel ve kurumsal muhalefetin tamamı da tesirsiz hale getirildi.

Bu yeni faşist rejimin amaçlarını, istihbarat kurumu vasıtasıyla devşirdiği resmi ve gayri resmi militanlar eliyle gerçekleştirmeye çalıştığını görüyoruz. Bu kadar kısa zamanda militan yetiştirmek zor olduğundan işe adam devşirmekle başladılar. Zamanla kendi militanlarını yetiştirdikten sonra öncekileri de sonrakilerin eliyle bertaraf edecekleri kaçınılmazdır. Çünkü tarihte bu hep böyle olmuş, rejim önce kendi evlatlarını yemiştir.

Fransızca’da ‘Militant’ anlamına gelen ‘militan’ kelimesi TDK’ye göre ‘bir düşüncenin, bir görüşün başarı kazanması için savaşan, mücadele eden kimse’ anlamına gelmektedir.
Bu bağlamda diğer bürokrasi unsurlarına paralel olarak yargı kurumu da artık adalet hizmeti üreten bir kurum olmaktan çıkmış, rejimi müdafaa eden ve toplumsal muhalefeti sindirmek için korku saçan bir mitralyöz bataryasına dönüşmüştür. Oysa kabul etmekle iftihar ettiğimiz İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 10. maddesinde ‘Herkes, haklarının ve yükümlülüklerinin ve kendisine karşı herhangi bir suç isnadının (hukuksal) karara bağlanmasında tam bir eşitlikle bağımsız ve tarafsız bir yargı yeri tarafından adil ve aleni/(açık) olarak yargılanma hakkına sahiptir.’ belirtilen en önemli sütunu barbarca çiğnenmektedir.

Aslında bağdaşması mümkün olmayan ‘militan’ ve ‘demokrasi’ kelimelerini yan yana getirerek ülkemizde “Militan Demokrasi ve 1982 Anayasası” adlı kitabını yazan kişi Dr. Yusuf Şevki Hakyemez’dir. Bazı hukukçuların nazizm, faşizm ve komünizm gibi anti-demokratik akımlara karşı, “devletin ve demokrasinin kendini koruması” diye formüle ettiği bir görüş olduğunu belirtir. Kitabın ön sözünde “Liberal demokrasilerde de elbette devlet ve demokrasi kendini korur. Ama bunun ölçüleri vardır: Şiddet yanlısı partiler kapatılır mesela… Militan demokrasi ise kolayca anti demokrasiye kayabilir: Devletin temel hak ve hürriyetlerin bekçisi olarak çoğulcu demokratik düzeni koruması için militan demokrasiyi kullanması ne kadar doğruysa, bunun ötesine geçerek siyasal iktidarı elinde tutan egemen güçlerin mevcut toplumsal ve siyasal düzeni korumak için kullanması da o kadar yanlıştır.” denmektedir. 28 Şubat dönemini meşhur Yargıtay C. Başsavcısı Vural Savaş’ın “Militan Demokrasi” adlı kitabında kullandığı “militan” ibaresi günümüz yargı mensuplarının büyük çoğunluğunun tanımlanması için özet bir ifadedir. Aslında ‘Militan Demokrasi’ teriminin günümüz anlayışına da birebir uygun olduğunu görmekle birlikte Y. Ş. Hakyemez’den mülhem yargıya bakan yönü itibariyle ‘Militan Yargı’ nitelendirmesini kullanmayı uygun bulduk. Üstelik günümüzdeki militan yargı, demokratik yönetimi anti-demokratik akımlara karşı korumak için değil, bilakis anti-demokratik AKP rejimini demokrasiye karşı koruyup güçlendirme işlevi görüyor.
Türkiye gibi demokrasisi az gelişmiş ülkelerde bireysel hakları yazılı kurallarla güvence altına almak yetmiyor. Malum olduğu üzere “En iyi yasa kötü uygulayıcı elinde berbat, en kötü yasa iyi uygulayıcı elinde mükemmel olur.” 15 Temmuz bahane edilerek Anayasal ve yasal güvenceleri gözetilmeden -siyasi iktidar ile uyumlu çalışmayacağı varsayılan- 5 bin civarında hâkim ve C. savcısı ihraç edilmiş ve pek çoğu tutuklanmıştır. Geriye kalan sindirilmiş yargı mensupları ile birlikte başta AKP teşkilatlarından olmak üzere bünyeye dahil edilen endoktrine edilmiş yargı mensupları elinde yasaların, ihdas edilme gayelerine ve gerekçelerine göre değil, politikacıların menfaatlerine göre uygulandığını görüyoruz.

Rejimin Militan Yargısı (1) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/rejimin-militan-yargisi-1/feed/ 0
Terör Ve Darbe Davası Kararlarının Çoğu Fahiş Şekilde Hatalı https://hukukpenceresi.com/teror-ve-darbe-davasi-kararlarinin-cogu-fahis-sekilde-hatali/ https://hukukpenceresi.com/teror-ve-darbe-davasi-kararlarinin-cogu-fahis-sekilde-hatali/#respond Sun, 05 Jun 2022 14:45:03 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=7804 Son yıllarda gözlemlediğim ve inceleme fırsatı bulduğum terör ve darbe davalarının önemli bir kısmı ne yazık ki hatalı. Hem de fahiş şekilde. Neden mi ? YARGILAMALARDA, YASADA TERÖR SUÇU İÇİN ARANAN ZORUNLU KOŞULLARA UYULMADI. 3713 sayılı Terörle mücadele Kanununun 1. Maddesinde terör suçunun tanımı yapılmıştır. Bu tanıma göre, bir eylemin terör suçu sayılması için: a-MUTLAKA […]

Terör Ve Darbe Davası Kararlarının Çoğu Fahiş Şekilde Hatalı yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Son yıllarda gözlemlediğim ve inceleme fırsatı bulduğum terör ve darbe davalarının önemli bir kısmı ne yazık ki hatalı. Hem de fahiş şekilde. Neden mi ?

YARGILAMALARDA, YASADA TERÖR SUÇU İÇİN ARANAN ZORUNLU KOŞULLARA UYULMADI.

3713 sayılı Terörle mücadele Kanununun 1. Maddesinde terör suçunun tanımı yapılmıştır. Bu tanıma göre, bir eylemin terör suçu sayılması için:

a-MUTLAKA “ cebir, şiddet, tehdit içeren ve suç teşkil eden bir eylem “  olması gerekir.

b- Terör suçunu işleme KASTI olmalı. TCK md.21

(Bu koşulları anlamak için akademisyen olmaya gerek yok. Sadece Türkçe okumayı bilmek (3713 sayılı yasa md 1 i okumak) yeterli.

BUGÜN MAALESEF TERÖR DAVALARININ YÜZDE 99 UNU İNCELEDİĞİNİZDE BU YASAL KOŞULLARIN HİÇBİRİNİN OLMADIĞI GÖRÜLECEKTİR.

Örneğin, son yıllarda terör suçundan kişilerin mahkûmiyet gerekçelerine bakıldığında,

-Türkü söyleme (grup yorum),

-Parasız eğitim talebi, hükümet karşıtı protesto, muhalif bir partiyi destek,

-Dini bir sohbete katılma, özel okulda okuma, çalışma, dernek -sendika üyeliği, fakir ve öğrencilere yardım etme, bylock kullanma, ankesörden aranma, Bank Asya ya para yatırma…

Görüldüğü üzere bu fiillerin hiçbirinde 3713 sayılı TMK da suç için aranan “cebir, şiddet, tehdit olarak tanımlanmış olma”  unsurlarını taşımamaktadır. Hele bu fiiller, yasada suç teşkil etmesini bırakın, hemen hepsi Anayasa md 22 vd da sayılan temel hak ve hürriyetlerden. Mutlaka tüm suçlarda olması gereken suç işleme kastı “manevi unsur” ise hiç bulunmamaktadır.

Suç diye son dönemlerde mahkemeler tarafından tanımlanan yukardaki fiillerin hepsi TC Anayasasının 22 – 48 maddeleri arasında ve iç hukukumuzda anayasanın da üzerinde bağlayıcı özelliği olan Avrupa insan Hakları sözleşmesi ve BM Evrensel İnsan Hakları Sözleşmesinde temel hak ve hürriyetler bölümünde zikredilmiştir.

Bu hakların ihlali ise Türk ceza Kanunu md.115 vd. da suç olarak sayılmıştır.

EN ACI OLANI, yukarıda suç olarak tanımlanan fiillerin cebir ve şiddet kullanarak engellenmesi, bu eylemlerinden dolayı kişilerin tehdit edilmesi, takibata maruz bırakılması 3713 sayılı yasada TERÖR SUÇU olarak tanımlanmıştır. Twitter hesabımda bazen vurgu yaptığım gibi uygulamanın kendisi 3713 sayılı md. deki terör suçunu oluşturmaktadır.

HUKUKUN EN TEMEL KURALLARI GÖZ ARDI EDİLEREK BU İNSANLAR MAHKUM EDİLMİŞLERDİR.

Makalenin sıkıcı olmaması için darbe davalarında gözlemlediğim önemli hataları bir sonraki yazımda işleyeceğim. Özetle bu davalarda da suçun manevi unsuru olan KASIT (darbe yapma kastı) ile fiilin amaç suç için elverişli olması unsurlarının gereği gibi araştırılmadığına üzülerek tanık oldum.( buna rağmen ilgililer müebbet ağır hapis cezası ile cezalandırıldı)

DOLAYISIYLA, SON DÖNEMDE TERÖR VE DARBE SUÇLARINDAN DOLAYI CEZAEVİNDE OLAN KİŞİLERİN AĞIRLIKLI BİR BÖLÜMÜ, SIRF ANAYASAL HAKLARINI KULLANDIKLARI YA DA GÖREVLERİNİ YAPTIKLARI İÇİN, EHİL OLMAYAN, GÖREVİNİ AĞIR ŞEKİLDE SUİSTİMAL EDEN HAKİM VE SAVCILAR TARAFINDAN TUTUKLANIP HAKLARINDA MAHKUMİYET KARARI VERİLMİŞ VE SON DERECE MAĞDUR EDİLMİŞ KİŞİLERDİR.

Hâkimler, yetkileri dışına çıkarak kanundaki suç tanımının dışına çıkmak suretiyle TBMM nin yetkisini gasp ederek kafalarından yeni terör suçu ihdas ettiklerinden TBMM nin bu konuda milli iradeye sahip çıkarak hukuka tamamen aykırı şekilde tutuklanmış ve cezası kesinleşmiş onbinlerce masum vatandaşın maruz kaldığı bu hukuksuzluğu ivedilikle sonlandırması önem arz etmektedir.

DOLAYISIYLA TERÖR SUÇLULARININ ÇIKARILACAK YASADAN MUAF TUTULMASI SKANDAL ÖTESİ BİR İŞLEM OLACAKTIR. Dikkat edilirse bu kişilerin muaf tutulmasını isteyen kesimler, cezaevindeki tüm terör suçlularını  eline silah almış ve adam öldürmüş, bombalamış kişiler olarak düşünmekte, yukardaki hataların mahkemelerce işlendiğini bilememekte ya da bu skandal hak ihlallerini bile bile destekleyen çete tarafından muaf tutma talebi dillendirilmektedir.

Dolayısıyla evleviyetle hiçbir suç işlemediği halde “terör suçu işledin” denilerek 4 yıldır ağır bir hukuksuzluğa ve iftiraya maruz kalmış TCK 314 maddesinden tutuklu, cebir ve şiddete bulaşmamış, adam öldürmemiş tutuklu ve hükümlü olanların tahliye edilmesi, çıkarılacak yasadan faydalandırılması gerekir.

Özellikle korona virüsünün kalabalık ortamları sevdiği bu günlerde suçsuz yere demir parmaklıklar arkasında tutulan bu masumlar tahliye edilerek itibarları iade edilmelidir.

Terör Ve Darbe Davası Kararlarının Çoğu Fahiş Şekilde Hatalı yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/teror-ve-darbe-davasi-kararlarinin-cogu-fahis-sekilde-hatali/feed/ 0
KİRLİ POLİTİKALARIN HİZMETKÂRI OLARAK YARGIDA BİRLİK DERNEĞİ https://hukukpenceresi.com/kirli-politikalarin-hizmetkari-olarak-yargida-birlik-dernegi/ https://hukukpenceresi.com/kirli-politikalarin-hizmetkari-olarak-yargida-birlik-dernegi/#respond Sat, 26 Mar 2022 22:46:38 +0000 https://hukukpenceresi.com/kirli-politikalarin-hizmetkari-olarak-yargida-birlik-dernegi/ Hitler’in propaganda bakanı Joseph Goebbels günlüklerinde “Yargı devlet hayatının efendisi olamaz, devlet politikasının hizmetkârı olmalıdır.” der.[1] 12 Ekim 2014 tarihli HSYK seçimlerinden sonra Türk Yargısına egemen olan “Yargıda Birlik Hareketi (Derneği)”, Goebbels’in bu sözünün vücut bulmuş hali, yaşayan somut bir örneği olmuştur. 17-25 Aralık 2013 tarihli rüşvet ve yolsuzluk operasyonlarından sonra Gülen Hareketi’ni düşman ilan […]

KİRLİ POLİTİKALARIN HİZMETKÂRI OLARAK YARGIDA BİRLİK DERNEĞİ yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>

Hitler’in propaganda bakanı Joseph Goebbels günlüklerinde “Yargı devlet hayatının efendisi olamaz, devlet politikasının hizmetkârı olmalıdır.” der.[1] 12 Ekim 2014 tarihli HSYK seçimlerinden sonra Türk Yargısına egemen olan “Yargıda Birlik Hareketi (Derneği)”, Goebbels’in bu sözünün vücut bulmuş hali, yaşayan somut bir örneği olmuştur.

17-25 Aralık 2013 tarihli rüşvet ve yolsuzluk operasyonlarından sonra Gülen Hareketi’ni düşman ilan ederek, Devletin bütün kurumları ve yandaş medyasıyla birlikte Gülen Hareketi’ni “yok etmek” üzere savaş açan Erdoğan, Ağustos 2014’te Cumhurbaşkanı seçildikten sonra Gülen Hareketi’ni “terör örgütü” olarak Kırmızı Kitap’a[2] koyduracağını açıkladı. Yapılan periyodik toplantılar sonrasında MGK’da bu konuda karar aldırdıktan sonra da “Yargı bundan sonra Kırmızı Kitaba göre karar verecek.” dedi.[3] Böylece Erdoğan’ın “paralel yapı ile mücadele” adı altında başlattığı süreç, yani Gülen Hareketi’ni bitirmeye yönelik karar, işlem ve uygulamalar, “Devletin milli güvenlik siyaseti” kapsamında yürütülmeye başlandı.

Bu süreçte en önemli görevi, Hükümetin girişimleri ve desteğiyle “Yargıda Birlik Platformu” adı altında örgütlenen yargı mensupları üstlendi. 27 Mart 2015’te dernek statüsü kazanan “Yargıda Birlik Hareketi”, “platform” olarak harekete geçtikleri ilk andan itibaren, siyasi iktidarla aynı söylem birliği içerisinde Gülen Hareketi’ni kendileri için de “düşman” ilan etti ve “Bu mücadelede Devletimizin yanındayız, yürütme ile uyumlu çalışıyoruz” mesajı verdi.[4] Bütün söylem ve eylemleriyle, Devlet politikasının, yani “Devletin milli güvenlik siyasetinin” hizmetkârı olduğunu gösterdi.

YBD’nin, siyasi iktidar tarafından kurulması, desteklenmesi, iktidar ile birlikte hareket etmesi, bağımsız ve tarafsız bir yargı örgütü olmadığının göstergesidir. Bununla birlikte, YBD’nin tarafsız olmadığını gösteren, en az bunun kadar önemli bir başka olgu daha bulunmaktadır. O da şudur: YBD, “Gülen Hareketi karşıtlığı/düşmanlığı” temelinde örgütlenmiş bir yargı örgütüdür. “Yargıda Birlik Hareketi”, toplumun bir kesimini, siyasi iktidar ile birlikte “düşman” kabul eden ve bu “düşmana” karşı, kin, nefret ve intikam duyguları besleyen ve bunu her söylemlerinde açık veya zımni şekilde dile getiren yargı mensuplarının oluşturduğu bir yapılanmadır. Buna ilişkin kanıtlardan bazılarına göz atalım:

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın “Yargıda Birlik’i biz birçok hâkim ve savcıyla birlikte kurduk. FETÖ’yü yargıdan temizledik.” sözleriyle,[5] YBP’nin Adalet Bakanlığı organizasyonu olduğunu ve Gülen Hareketi’ne karşı faaliyet yürüttüklerini açıkça itiraf etmiştir. YBD kurucu üyesi Harun Kodalak ve Yargıtay üyesi Abdullah Yaman, YBP’nin Adalet Bakanlığı koordinesinde “Gülen Cemaati’ne karşı” kurulduğunu açıklamışlardır.[6] Yine YBP sözcüsü Abbas Özden, HSYK seçimleri öncesi verdiği röportajda, “kendilerinin paralel yapıyla mücadele etmek için oluşturulmuş bir birlik olduğunu” ifade etmiştir.[7]

Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı ve YBD dönem Başkanı Musa Heybet, 19.06.2017’de Erzurum’da yaptığı konuşmada, “Hâkim ve savcıların bu yapıya karşı …bir araya gelmeyi başardığını, biran önce bu yapının tasfiye edilmesine inandıklarını” söylemiştir.[8] YBD yöneticileri, YBD mensubu HSYK üyeleri ve hâkim-savcılar, bütün toplantılarında bu hususu tekrar etmişler ve “bu mücadelede devletin yanında olduklarını” belirtmişlerdir.[9]

YBD Başkanı Birol Kırmaz, 16 Kasım 2015 tarihli basın toplantısında, “HSYK’nın paralel yapı ile mücadele konusundaki çalışmalarını takip ettiklerini, ancak bu çalışmaların yeterli olmadığını, bu çalışmaların, daha etkin, verimli olması konusunda hemfikir olduklarını ve bu konunun takipçisi olduklarını” belirtmiştir.[10]  YBD dönem Başkanı Musa Heybet, 13 Eylül 2017’de AA muhabirine yaptığı açıklamada, “FETÖ sanıklarının duruşmalardaki ‘inkâr ve mağduriyet’ söylemlerine aldanmamak gerekiyor. Mağduriyet algısı ihanetin perdelenmesi için yapılmış özel çalışmadır. Tüm bunlar yargılamaları aksatmaya yöneliktir. Hâkimlerimizin bu çabaları soğukkanlı karşılayabildiklerini gözlemliyoruz. Bu çok önemlidir.” şeklindeki konuşmuştur.[11] Gülen Hareketi’ne yönelik soruşturma ve davaları yakından takip etmek ve ilgilileri Gülen Hareketi aleyhinde yönlendirmek, bu davalardaki sanık savunmalarına itiraz edip, karşı argümanla bu savunmaları boşa çıkarmaya ve bu konuda hâkimleri yönlendirmeye çalışmak, ancak taraflı (hasım) olmakla açıklanabilir ve bütün bunların, bağımsız ve tarafsız olması gereken bir yargı derneğinin amaç ve faaliyeti kapsamında olması düşünülemez.

Avrupa Yargıçlar Birliği 15 Temmuz darbe girişimi sonrasındaki kitlesel ihraçlar üzerine ihraç edilen hâkim-savcılar ve aileleri için bir insani yardım fonu oluşturmuştur.[12] Ancak YBD, bu girişimi “teröre yardım” olarak niteleyerek tepkiyle karşılamış ve Avrupa Yargıçlar Birliği yöneticilerinin hukuk ve tarih önünde sorumlu olacakları uyarısı yapmıştır.[13] YBD’nin söz konusu cevabı verdiği tarihte (Kasım 2016), ihraç edilen hâkim-savcılar hakkında “terör suçundan” kesinleşmiş bir karar yoktur, hatta henüz dava bile açılmamıştır. Bu açıklama, YBD’nin, Gülen Hareketi’ne karşı tamamen taraflı ve hasmane bir tutum sergilediğinin kanıtlarından birisidir. O kadar ki YBD, hukukun en temel ilkelerinden olan masumiyet karinesini bile görmezden gelmiştir.

“Yargının bağımsızlığının ve tarafsızlığının tam olarak sağlanması” vadeden YBD, Erdoğan’ın; “AİHM kararı bizi bağlamaz”, “İlk derece mahkemesi (AYM kararına karşı) kararında direnebilirdi”, tutuklama/tahliye konusunda “bunları bırakamayız”, “talimatlarını da verdik”; AKP’li bir vekilin “Yasama da bizde, yürütme de bizde, yargı da bizde”[14] gibi yargıya müdahale içeren sözler karşısında veya verdikleri kararlar nedeniyle hâkimlerin görev yerlerinin değiştirilmesi, açığa alınması gibi HSK kararlarına karşı hiçbir şekilde ses çıkarmayan YBD, Avrupalı kurumların “Gülen Hareketi” ismini kullanmalarından rahatsız olmuş ve buna yönelik açıklamada bulunmuştur. YBD dönem Başkanı ve İstanbul C.Başsavcıvekili Cumali Karakütük, 06 Aralık 2016’da yaptığı açıklamada, açılan iddianamelerden söz ederek (henüz yargı kararının bulunmadığını da bildiği halde), “Darbe yapmaya kalkışmış bir terörist örgütü, meşru bir yapı olarak gösterme gayretiyle ‘Gülen Hareketi’ demek suretiyle hukukun karşısında aklamak gibi bir işe soyunuyorlar.” diyerek Avrupalı kurumları suçlamıştır.[15]

Yine, bağımsızlık ve tarafsızlık şartlarını taşımaması nedeniyle Avrupalı yargı örgütlerince kabul görmeyen ve hükümet yanlısı bir örgüt olarak tanınan YBD, Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) Başkanı Murat Arslan’a, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi tarafından yargının bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğüne desteği konusundaki kalıcı hizmetleri nedeniyle Vaclav Havel İnsan Hakları ödülü verilmesini de “hakkında FETÖ üyeliğinden dava açıldığı” gerekçesiyle kınamıştır.[16]

Bütün bunlar, YBD’nin ne derece “tarafgir” bir örgüt olduğunu göstermektedir. Siyasi iktidarın “düşman” ilan ettiği Gülen Hareketi, YBD’ye göre de bir “düşman”dır ve düşman olarak muamele görmelidir; bu nedenle de insan haklarından faydalanması düşünülemez. YBD’nin Gülen Hareketi’ne yaklaşımı, nefret ve düşman hukukundan öte değildir. Düşman ceza hukukunda, “kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi”, “masumiyet karinesi”, “şüpheden sanık yararlanır ilkesi”, “savunma hakkı”, “tabii hakim ilkesi”, “yargı bağımsızlığı”, “suç ve cezanın şahsiliği” gibi hukukun temel ilkeleri askıya alınabilir. YBD’li yargı mensuplarının siyasi nitelikteki bu davalarda uygulaması da bu yönde olmuştur.

YBD facebook hesabından yaptığı 12 Ekim 2020 tarihli basın açıklamasında tüyler ürperten ifadelere yer vermiş, bir yargı örgütünden ziyade “paramiliter” bir yapılanmanın, ya da sokak çetesi ve mafya vari bir yapının tercih edebileceği bir dil kullanmıştır. Açıklamasında YBD, henüz devam eden davalar ile ilgili, davaya bakan yargı mensuplarını baskı altına alacak net ifadelerde bulunmuş, ihraç edilen ve yargılamaları devam eden yargı mensuplarını “terör unsurları” olarak niteleyip, kuruluş amaçlarının bunları “ortadan kaldırmak” olduğuna yer verilebilmiştir. Yine YBD açıklamasında, yürütmenin başında yer alan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı “önderi” olarak kabul edip, yaptıkları mücadeleyi! onun talimatı ile gerçekleştirdiklerini itiraf edebilmiştir. Kendilerini ve üyelerini “milli” kabul eden Dernek gözünde, kendilerinden olmayan yargı mensupları “hain, düşman, ajan, işbirlikçi”dir. YBD, “Yargıda birlik derneği (platformu), Fetullahcı Terör Örgütü ile mücadelede önemli görevler üstlenmiş, bu günde devam eden mücadelenin temel taşlarını, omurgasını oluşturmuştur” ibarelerine yer vermek suretiyle, 2014 yılından bu güne kadar, derneğe üye olan veya olmamakla beraber onun amaçları doğrultusunda çalışan yargı mensuplarının, Anayasa ve yasa hükümlerini hangi motivasyonla yok sayarak, düşman ceza hukuku ilkeleri doğrultusunda kararlar verdiklerinin anlaşılmasına açıklık getirmiştir.

Özetle YBD, Devleti yöneten siyasi iktidarın Gülen Hareketi’ni karşı oluşturduğu politikanın, yani “Devletin milli güvenlik siyasetinin” hizmetkârı olmuş ve bütün söylem ve eylemleriyle bunu kanıtlamıştır. Böylece YBD egemenliğindeki Türk Yargısı, siyasi iktidarın yönetiminde bir soykırım silahına dönüştürülmüştür.

Bağımsız yargı, uyuşmazlık konusuyla bir ilişkisi olmayan, taraflara karşı herhangi bir önyargısı bulunmayan ve herhangi bir tehdit altında bulunmayan üçüncü kişi konumunda olmak zorundadır. Hiçbir hâkimin, toplumda yer alan kişiler, gruplar, yasal veya yasa dışı oluşumlar hakkında doğrudan hedef alarak hasmane açıklamalar yapması ve onları mücadele edilmesi, yok edilmesi gereken kişiler olarak görmesi, ilan etmesi ve bu amaçla birlik oluşturması söz konusu olamaz. Aksi halde o hâkimin, genelde topluma karşı ve özelde de düşman gördüğü kesime karşı tarafsızlığından söz edilemez.

Oysa YBD üyeleri, “paralel yapı” iddialarına karşı, ilk andan itibaren uyuşmazlığın bir tarafı olarak yer almış, iktidar ile birlikte hareket etmiş, uyuşmazlığın diğer tarafı olan Gülen Hareketi’ne karşı ön yargıdan da öte ihsas-ı reye varan görüşler ileri sürmek ve hatta daha da ileri giderek “Gülen Hareketi ile mücadele edeceklerini” ilan etmek suretiyle tarafsız olmadıklarını açıkça göstermişlerdir. YBD’yi “yargı örgütü” olarak gösteren tek olgu, üyelerinin “yargı mensubu” sıfatı/kimliği taşımalarıdır. Bağımsızlık ve tarafsızlık şartlarını taşamamasının yanı sıra, tarafgirlik, nefret ve düşman hukuku anlayışından kurtulamayan YBD’nin, bağımsız ve tarafsız bir yargı örgütü olarak kabulü mümkün görülmemektedir.

 

 

[1] YBD’nin HSYK seçimini kazanmasına çok sevinen ve “Yargının altın çağını yaşadığını” söyleyen Ergenekon Davası sanıklarından Vatan Partisi lideri Doğu Perinçek, benzer şekilde; “Hukuk siyasetin köpeğidir.” demişti.

[2] Anayasa’nın 118. maddesindeki tabirle “Milli Güvenlik Siyaseti”, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Milli Güvenlik Kurulunca belirlenir ve tavsiye olarak Cumhurbaşkanına (16 Nisan 2017 tarihli referandumla yapılan değişiklik öncesinde Bakanlar Kurulu’na) bildirilir. MGK kararları, kamuoyunda “Kırmızı Kitap” olarak bilinen ve “Gizli Anayasa” olarak da tabir edilen, mahiyetini TBMM üyelerinin dahi bilmediği gizli bir belge olan “Milli Güvenlik Siyaset Belgesi”ne kaydedilir. Bu kararlar Cumhurbaşkanı tarafından değerlendirilir ve gerekli karar ve tedbirler alınır.

[3] http://www.aksam.com.tr/siyaset/paralel-yargiya-karsi-tutuklamalar-surecek/haber-404841

http://www.habererk.com/siyaset/erdogandan-u-donusu/15294

[4] Çok sayıda örnekten bkz: https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/yargida-cemaate-karsi-yeni-ittifak-64117

https://m.star.com.tr/guncel/paralel-isyani-yargida-birlik-platformu-getirdi-haber-873991/

https://www.yenisafak.com/gundem/hsykda-paralel-rahatsizligi-641658

https://www.milliyet.com.tr/gundem/hsyk-seciminde-gozler-cemaatte-1915720

http://www.cnnturk.com/turkiye/hâkim-ve-savcilar-iftarda-bulustu-devletin-yanindayiz

[5]https://odatv.com/amp/aleviler-alinmiyordu-09101920.html?__twitter_impression=true

[6] YBD kurucu üyesi ve dönemin Ankara C.Başsavcısı Harun Kodalak ve Dönemin Adalet Bakanlığı Müsteşarı Birol Erdem’in YBP’nin nasıl kurulduğuna ilişkin beyanları için bkz: Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin İlk Derece Mahkemesi sıfatıyla verdiği 2019/11 E, 2021/5 K. Sayılı kararı.

https://www.sozcu.com.tr/2019/gundem/adalet-bakanligi-eski-mustesari-birol-erdeme-fetoden-dava-acildi-5344176/

Abdullah Yaman’ın “Tanıklık Etmek” başlıklı yazısına dair bkz: http://www.karar.com/yazarlar/elif-cakir/yargi-camiasinin-vicdanini-rahatsiz-eden-gozalti-4235

[7] https://t24.com.tr/haber/yargida-birlik-cemaat-yar-savi-ele-gecirdi-bizim-listemizde-solcu-alevi-milliyetci-ve-dindarlar-var,270124

https://www.turkishnews.com/tr/content/2014/09/09/ev-imamini-hsyk-uyesi-yaptilar/

[8] https://www.haberler.com/feto-nun-yargi-icerisindeki-gucu-2014-te-kirildi-9748531-haberi/

[9] http://www.cnnturk.com/turkiye/hâkim-ve-savcilar-iftarda-bulustu-devletin-yanindayiz

http://aa.com.tr/tr/turkiye/baska-yerden-talimat-alanlarin-bu-ulkeye-verecek-hicbir-seyi-yok/589828

http://adaletgundemi.net/haber/4252/adalet-bakanligi-mustesar-yardimcisi-heybet-hakim-/

http://adaletgundemi.net/haber/4437/yargida-birlik-dernegi-baskani-birol-kirmaz-terorl/

https://www.haberturk.com/yerel-haberler/haber/8518024-yargida-birlik-derneginin-nusaybin-ziyareti

[10] https://www.haberler.com/yargida-birlik-dernegi-basin-toplantisi-7881445-haberi/

[11] https://www.aa.com.tr/tr/15-temmuz-darbe-girisimi/magduriyet-algisi-ihanetin-perdelenmesi-icin-ozel-calismadir/908987

[12] https://www.sabah.com.tr/avrupa/2016/11/7/fetocuhain

[13] https://www.sabah.com.tr/avrupa/2016/11/16/fetocu-hâkimlere-yardim-suctur

http://adaletgundemi.net/haber/5379/yargida-birlik-dernegi-basin-aciklamasi/

http://www.haberturk.com/yerel-haberler/haber/10069858-ybdden-uluslararasi-yargiclar-birligine-tepki

[14] http://www.hurriyet.com.tr/galip-ensarioglu-agzimdan-kacirmadim-40083231

[15] http://aa.com.tr/tr/turkiye/yargida-birlik-dernegi-baskani-karakutuk-fetoyu-aklamak-gibi-bir-ise-soyunuyorlar/700048

[16] https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/yargida-birlik-dernegi-akpmnin-feto-sanigina-odul-vermesini-kinadi/934103

KİRLİ POLİTİKALARIN HİZMETKÂRI OLARAK YARGIDA BİRLİK DERNEĞİ yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/kirli-politikalarin-hizmetkari-olarak-yargida-birlik-dernegi/feed/ 0
YARGIDA BİRLİK DERNEĞİ’NİN İKTİDARA BAĞLILIĞI VE BAĞIMLILIĞI https://hukukpenceresi.com/yargida-birlik-derneginin-iktidara-bagliligi-ve-bagimliligi/ https://hukukpenceresi.com/yargida-birlik-derneginin-iktidara-bagliligi-ve-bagimliligi/#respond Tue, 22 Mar 2022 14:46:34 +0000 https://hukukpenceresi.com/yargida-birlik-derneginin-iktidara-bagliligi-ve-bagimliligi/ YARGIDA BİRLİK DERNEĞİ’NİN BAĞIMSIZLIĞI VE SİYASİ İKTİDAR İLE İLİŞKİSİ 2013 yılında Yargıda Birlik Platformu/Hareketi (YBP) adıyla faaliyete başlayan ve 27 Mart 2015’te dernek statüsü kazanan Yargıda Birlik Derneği (YBD), 10 bine yaklaşan üye sayısıyla Avrupa’nın en büyük yargı derneği. Aynı zamanda bağımsızlık ve tarafsızlık niteliklerinden yoksun en büyük yargıç örgütlenmesi. Türünün tek ve en kötü […]

YARGIDA BİRLİK DERNEĞİ’NİN İKTİDARA BAĞLILIĞI VE BAĞIMLILIĞI yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>

YARGIDA BİRLİK DERNEĞİ’NİN BAĞIMSIZLIĞI VE SİYASİ İKTİDAR İLE İLİŞKİSİ

2013 yılında Yargıda Birlik Platformu/Hareketi (YBP) adıyla faaliyete başlayan ve 27 Mart 2015’te dernek statüsü kazanan Yargıda Birlik Derneği (YBD), 10 bine yaklaşan üye sayısıyla Avrupa’nın en büyük yargı derneği. Aynı zamanda bağımsızlık ve tarafsızlık niteliklerinden yoksun en büyük yargıç örgütlenmesi. Türünün tek ve en kötü örneği olduğu da söylenebilir. YBD’liler “Adalet Bakanlığı Organizasyonu” olmadıklarını iddia etmektedir.[1] Ancak sadece açık kaynaklardan yapılacak küçük bir araştırma ile bu iddianın doğru olmadığı, YBD’nin tümüyle AKP Hükümeti tarafından organize edildiği ve desteklendiği görülecektir. Buna ilişkin olay, olgu ve delillerden bazılarına göz atalım:

Dönemin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, “Yargıda Birlik’i biz kamuoyunun yakından tanıdığı birçok hâkim ve savcıyla birlikte kurduk. FETÖ’yü yargıdan temizledik.” diyerek,[2] YBP’nin Bakanlık organizasyonu olduğunu ve “Gülen Hareketi’ni yok etme” faaliyeti yürüttüklerini açıkça itiraf etmiştir.[3]

Halen Yargıtay üyesi olarak görev yapan eski Ankara Cumhuriyet Başsavcısı ve YBD kurucu üyesi Harun Kodalak, tanık olarak verdiği ifadesinde, özetle, “Yargıda Birlik Hareketi’nin, 2013 yılı Eylül ayında, Adalet Bakanlığı’nda Müsteşar Birol Erdem’in başkanlığında, Bakanlığın üst düzey birim amirleri ve yardımcılarının yaptıkları toplantıyla başladığını, 17/25 Aralık’tan sonra Müsteşar Kenan İpek ile toplantılara devam edildiğini ve bu Hareketi “Yargıda Birlik Platformu” olarak adlandırıp çalışmalara devam ettiklerini” belirterek YBP’nin Adalet Bakanlığı’nın koordinesinde kurulduğunu açıklamıştır.[4]

Yargıtay üyesi Abdullah Yaman, “Tanıklık etmek” başlıklı yazısında, özetle, “Müsteşar Kenan İpek’in çağrısı üzerine Ankara Hakimevi’nde yapılan toplantıya katıldığını, birkaç kişiyle başlayan toplantılarla Yargıda Birlik adını alan örgütlenmeyi oluşturduklarını, kurdukları bu grupla birlikte Cemaat’e karşı ilk ciddi mücadelenin temellerini attıklarını” belirterek, Bozdağ ve Kodalak’ın açıklamalarını teyit etmiştir.[5]

Adalet Bakanlığının koordinesinde gizli toplantılarla faaliyete başlayan YBP, bir süre sonra, fişleme usulü belirlenen listelere göre çağrılan hâkim-savcıların katılımıyla toplantılarını genişletmiş,[6] bu toplantılara Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcıları Selahaddin Menteş, Basri Bağcı ve Cafer Ergen ile 17-25 Aralık sonrası iktidarın müdahalesiyle yeniden şekillenen HSYK’dan pek çok bürokrat da katılmıştır.[7] Adalet Bakanlığı nezdinde, müsteşar Kenan İpek ve aynı zamanda YBD kurucu üyesi olan müsteşar yardımcıları vasıtasıyla yürütülen bu çalışmalar YBP-Bakanlık ilişkisini ve YBP’nin Bakanlık mutfağında pişirildiğini açıkça ortaya koymaktadır.

12 Ekim 2014 tarihli HSYK seçimlerinde kendi listesi ile seçime giren Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) adaylarına veya diğer adaylara karşı Bakanlığın ve Hükümetin kapıları kapalı tutulurken ve hatta seçim faaliyetlerine engel çıkarılırken, YBP temsilcilerine ve adaylarına iktidarın tüm kapıları ve imkânları sonuna kadar açılmıştır.

3 Eylül 2014 tarihinde YBP üyelerinin Başbakan Ahmet Davutoğlu’nu ziyareti sırasında çekilen fotoğraf.

YBP temsilcileri çeşitli tarihlerde Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ve Başbakan Ahmet Davutoğlu ile görüşmeler yapmışlardır. Örneğin, Başbakan Davutoğlu, 3 Eylül 2014 tarihinde Bekir Bozdağ’ın ziyaret sırasında hazır bulunduğu YBP üyelerini Başbakanlık’ta kabul ederek bu gruba olan desteğini kamuoyuna göstermiştir. Görüşmeler sonrası basına açıklama yapan YBP sözcüsü Abbas Özden, Başbakan ve Adalet Bakanı ile yaptıkları görüşmede hâkim-savcıların özlük hakları, sicil affı, hukuk fakültelerine sınavsız giriş hakkı ve askerlik durumları hakkındaki taleplerini dile getirdiklerini belirtmiştir.[8] Ardından 9 Eylül 2014 tarihinde, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, YBP ile görüşmelerde dile getirilen hususlara ilişkin yasa tasarısını kamuoyuna açıklamış ve tasarının HSYK seçimleri öncesi yasalaşacağını belirtmiştir.[9] Bekir Bozdağ’ın bu açıklama sonrasında “12 Ekim’deki seçimde hâkim ve savcıların kendi üzerlerinde oluşan bu gölgeden kurtaracaklarına inanıyorum” diyerek[10] YBP’yi işaret etmesi, söz konusu düzenlemelerin seçim yatırımı (rüşveti) olduğunu ve iktidarın YBP’ye olan desteğini göstermektedir.

YBP üyelerinin tüm seçim vaatleri yasa değişikliğini gerektiren türden vaatlerdir. Oysa HSYK’nın yasa yapma yetkisi yoktur. Siyasi iktidarın ve meclisteki çoğunluğunun desteği olmasa ve iktidardan bahse konu vaatler hususunda sözler alınmamış olsa, YBP üyelerinin bu vaatleri dile getirmeleri söz konusu olmayacaktır. HSYK seçimlerinden kısa bir süre sonra, vaatlerin tamamına ilişkin yasa değişiklikleri, iktidar partisi milletvekillerinin oyları ile hayata geçirilmiştir. Bütün bu hususlar, YBP’nin ve YBP listesinden seçilen HSYK üyelerinin yürütme organı ile aralarındaki ilişkiyi ve anlaşmayı gözler önüne sermektedir.

YBP Sözcüsü ve YBD kurucu üyesi Abbas Özden, Başbakan Ahmet Davutoğlu ile yaptıkları görüşmeden birkaç gün sonra (08.09.2014’te) verdiği röportaj sırasında, bir gazetecinin, seçimi kaybetmeleri halinde ne olacağı sorusuna karşılık; “Hiçbir devlet böyle bir yapıya izin veremez, biz istiyoruz demokratik yollarla çözülsün.” şeklinde cevap vermiş, “seçimleri kazanamazsak, devlet gereğini yapar” imasında bulunmuştur.[11] Buna paralel olarak, AKP Meclis Grup Başkanvekili Mahir Ünal, HSYK seçimleri öncesinde yaptığı açıklamada (25.09.2014), HSYK seçimlerinde hükümetin desteklediği YBP kaybederse, “sonucu gayrimeşru ilan edeceklerini” söyleyerek,[12] YBP sözcüsü Abbas Özden’in bu sözlerine açıklık getirmiştir. Yine Başbakan Yardımcıları Yalçın Akdoğan[13] ile Numan Kurtulmuş’un[14] da benzer yönde açıklamaları mevcuttur. Bütün bunlar, Hükümet ve YBP temsilcilerinin, “paralel yapı” ilan ettikleri Gülen Hareketi’ne karşı aynı söylem ve eylem birliği içerisinde olduklarını, Hükümetin, HSYK seçimlerini bir “Devlet/Hükümet meselesi” olarak gördüğünü ve bu konuda gerektiğinde demokratik seçim sonuçlarını tanımayacak ölçüde YBP’yi desteklediğini göstermektedir.

YBP, seçim çalışmalarında iktidarın tüm imkânlarından faydalanmıştır. Ücretsiz toplantı odaları ve ulaşım ayarlanmış,[15] hâkimlere toplantılara katılmaları telkin edilmiş, hâkimlerin e-mail adresleri ve telefon numaralarına erişim sağlanmış, yukarıda belirtildiği üzere, maaş zammı ve YBP’nin kazanması halinde disiplin soruşturmalarının düşürüleceği gibi, yasayla gerçekleştirilebilecek çeşitli vaatlerde bulunulmuştur.[16] Adalet Bakanlığında çalışan hâkim ve savcı kökenli bürokratlar, illerdeki mahkemelerde resmi olarak görevlendirilerek (masrafları devlet bütçesinden karşılanarak), YBP listesindeki adayların kazanması için çalışma yapmışlardır. Bakanlık görevlileri adliyelerde hâkim ve savcıları ziyaret ederek, YBP adaylarına oy vermelerini talep ve telkin etmişlerdir.[17] Bütün bu seçim çalışmalarında, kamuya ait araçlar ve valiliklerin imkânları kullanılmıştır. YBP adına doğu illerindeki adliyeleri dolaşacak bürokratlara ve adaylara uçak desteği bile sağlanmıştır.[18] Bütün bunlar, YBP’nin siyasi iktidar tarafından kurulan ve desteklenen bir organizasyon olduğunun kanıtları arasında yer almaktadır.

YBP’liler de bu desteği karşılıksız bırakmamış ve her fırsatta “devletin yanında olduklarını ve yürütme ile uyumlu çalışacaklarını/çalıştıklarını” deklare etmişlerdir.[19]

12 Ekim 2020 tarihined YBD’nin resmi facebook hesabından paylaştığı açıklaması.

12 Ekim 2014 tarihli HSYK seçimlerinin yıldönümü münasebetiyle 12 Ekim 2020’de YBD tarafından yapılan yazılı açıklama, YBD’nin, iktidar ile ilişkisini ve amacını net bir şekilde ortaya koymuştur. Bu açıklamada, özetle, “17-25 Aralık 2013 tarihinde hükümete karşı yargı yoluyla darbe yapıldığı, bu darbeyi bertaraf etmek ve yargı içerisindeki FETÖ’cü terör unsurlarını ortadan kaldırma amacıyla yargıda birlik etrafında bir araya gelindiği, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın önderliğinde amansız bir mücadeleye başlandığı, 12 Ekim 2014 tarihinde milli bir Hâkimler Savcılar Kurulu seçilmesinin sağlandığı, Yargıda Birlik Derneği’nin (platformun) FETÖ ile mücadelede önemli görevler üstlendiği, bugünde devam eden mücadelenin temel taşlarını, omurgasını oluşturduğu” belirtilmiştir.[20] Bu açıklama ile, YBD’nin kuruluş amacının “Gülen Hareketi ile mücadele” olduğu ve bu konuda Erdoğan’ın başkanlığında iktidar ile birlikte hareket ettikleri, “darbe” olarak niteledikleri 17-25 Aralık soruşturmalarını da birlikte “bertaraf ettikleri(ortadan kaldırdıkları)” bir kez daha ortaya konulmuştur.

Konuya ilişkin daha pek çok kanıt sergilenebilir. Ancak yukarıda yapılan açıklamalar YBD’nin siyasi iktidar ile ilişkisini açıklamaya yeterlidir. YBD’lilerin “Adalet Bakanlığı Organizasyonu” olmadıklarına ilişkin açıklamalarının hiçbir geçerliliği yoktur. Her şey gün gibi ortadadır. Gündüz vakti gözünü kapayan yalnızca kendisine gece yapar; “gece oldu” diyerek kimseyi kandıramaz. YBD’lilerin durumu da böyledir. Kendi gözlerini kapamakla gerçeklerin üzerini örtemezler.

Nitekim bu gerçekleri bütün dünya görmüştür. Avrupa Konseyi organlarının belgelerinde, Yargıda Birlik Platformu (Yargıda Birlik Derneği), “government oriented” (Hükümet eğilimli) bir yapı olarak nitelendirilmiştir.[21] Avrupa Komisyonu 2018 ve 2020 yıllarına ilişkin Türkiye İlerleme Raporlarında ise “Yargıda Birlik Derneği hükûmete yakınlığıyla bilinmektedir.” denilmiştir.

Avrupa Yargı Kurulları Ağı (ENCJ), 8 Aralık 2016 tarihinde, YBD’li üyelerden oluşan HSYK’nın gözlemci statüsünün gerekli bağımsızlık ve tarafsızlık şartlarını taşıyamaması sebebiyle askıya alınmasına karar vermiştir.[22] ENCJ, 8 Aralık 2020 tarihli açıklamasında ise, HS(Y)K’nın bağımsız olmadığını ve sadece tabeladan ibaret bir Kurul olduğunu belirterek HS(Y)K’ya kapılarını kapatmıştır.

Alman Yeni Yargıçlar Birliği (NRV), “Türkiye’de yargının bağımsız olmadığına, YBD’nin bu sorunun bir parçası olduğuna, birçok hâkim ve savcının kendisini hükümete ve onun temsilcilerine teslim ettiklerine” vurgu yaparak, YBD Başkanı Birol Kırmaz’ın randevu talebini reddetmiştir.[23]

Sonuç olarak YBD, AKP Hükümetinin, 17-25 Aralık 2013 tarihli yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarından sonra, yargıyı ele geçirmek, yönetmek, aleyhindeki soruşturmaları kapatmak ve başka soruşturmalar açılmasını engellemek, yargıyı kullanarak muhalifler üzerinde baskı kurmak ve özellikle “paralel yapı” adıyla düşman ilan ettiği Gülen Hareketi’ni “A’dan Z’ye yok etmek” amacıyla “bir silah olarak kullanmak üzere” kurduğu ve desteklediği bir örgüt olarak karşımıza çıkmaktadır. Şüphesiz ki örgütlenme hakkı Anayasal bir haktır ve bu anlamda yasaların izin verdiği hiçbir örgütlenme kınanamaz. Ancak bağımsız ve tarafsız olması gereken yargı mensuplarınca “Yargıda Birlik Platformu/Derneği” adı altında sergilenen bu tablonun, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı bakımından açıklanabilir hiçbir yönü bulunmamaktadır.

[1] https://yargidabirlik.org.tr/basin-aciklamasi-11-haziran-2016.html

[2] https://odatv4.com/guncel/aleviler-alinmiyordu-09101920-170170

https://www.yeniakit.com.tr/haber/bekir-bozdag-o-iddia-hakkinda-konustu-feto-benden-intikam-aliyor-941905.html

[3] Bu konuda medyada yer alan tespitler de aynı yöndedir. Örneğin, iktidar yanlısı Akşam Gazetesi yazarı Emin Pazarcı 12 Ağustos 2016 tarihli köşe yazısında, “Gülen Hareketi’ne karşı ilk milli birliğin Adalet Bakanlığı’nda gerçekleştiğini, milliyetçisi, muhafazakârı, solcusu, sosyal demokratı, Alevi’si ve Sünni’sinin yıllar önce Yargıda Birlik Platformu adı altında bir araya geldiğini” belirterek, YBP’nin yürütme ile olan bağını ve amacını açıklamıştır. http://www.aksam.com.tr/yazarlar/o-gece-neler-oldu/haber-540829

[4] YBD kurucu üyesi ve dönemin Ankara C.Başsavcısı Harun Kodalak ve Dönemin Adalet Bakanlığı Müsteşarı Birol Erdem’in YBP’nin nasıl kurulduğuna ilişkin beyanları için bkz: Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin İlk Derece Mahkemesi sıfatıyla verdiği 2019/11 E, 2021/5 K. Sayılı kararı.

https://www.sozcu.com.tr/2019/gundem/adalet-bakanligi-eski-mustesari-birol-erdeme-fetoden-dava-acildi-5344176/

[5] http://www.karar.com/yazarlar/elif-cakir/yargi-camiasinin-vicdanini-rahatsiz-eden-gozalti-4235

[6] https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/yargida-cemaate-karsi-yeni-ittifak-64117

[7] https://m.star.com.tr/guncel/paralel-isyani-yargida-birlik-platformu-getirdi-haber-873991/

https://www.yenisafak.com/gundem/hsykda-paralel-rahatsizligi-641658

http://www.medyagundem.com/yargida-paralel-orgute-karsi-birlik/

https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/yargida-birlik-platformu-adaylarini-acikladi/126515

[8] https://m.haberturk.com/gundem/haber/986597-paralel-yapi-da-degerlendirildi

[9] www.memurlar.net/haber/482227//.

[10] https://www.hurriyet.com.tr/gundem/hâkim-ve-savcilara-1155-tl-zam-27169289

[11] https://t24.com.tr/haber/yargida-birlik-cemaat-yar-savi-ele-gecirdi-bizim-listemizde-solcu-alevi-milliyetci-ve-dindarlar-var,270124

https://www.turkishnews.com/tr/content/2014/09/09/ev-imamini-hsyk-uyesi-yaptilar/

[12] https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/akp-demokrasisi-kazanirsak-mesru-kaybedersek-gayrimesru-123637

[13] https://www.diken.com.tr/akpde-hsyk-mizikciligi-basladi-sonuclari-begenmezsek-gayrimesru-sayar/

[14] https://www.diken.com.tr/yasama-yargi-yurutme-hepsinin-ustunde-milli-irade/

[15] Örneğin, İstanbul Başsavcılığı, YBP’nin 31.08.2014’te Ankara’da yapacağı aday tanıtım toplantısı için İstanbul’dan otobüs kaldırmıştır. https://www.diken.com.tr/istanbul-bassavciligi-hsyk-secimlerinde-tarafini-secti-hukumetin-destekledigi-ybp-icin-arac-tuttu/

[16] Regnard, Christophe (Kasım, 2016), “Türkiye: Hukuk Devletinin Sonu”, Cilt V, Sayı 11, s.16–22, Türkiye Politika ve Araştırma Merkezi (Research Turkey), Londra: Research Turkey (http://researchturkey.org/?p=13021&lang=tr )

[17] https://odatv4.com/guncel/boyle-olur-yeni-turkiyenin-bagimsiz-yargisi-2209141200-64881

[18] https://odatv4.com/makale/adaletin-bu-mu-dunya-2009141200-64811

[19] http://adaletgundemi.net/haber/4252/adalet-bakanligi-mustesar-yardimcisi-heybet-hakim-/

https://www.haberturk.com/yerel-haberler/haber/8518024-yargida-birlik-derneginin-nusaybin-ziyareti

http://www.cnnturk.com/turkiye/hâkim-ve-savcilar-iftarda-bulustu-devletin-yanindayiz

[20] https://m.haberturk.com/yargida-birlik-dernegi-nden-feto-mesaji-2832878

https://www.facebook.com/yargidabirlik/posts/1854791087994123

[21] 12-16 Ekim 2015 tarihli GRECO “Evaluation Report – Turkey”, s. 31.

https://www.ab.gov.tr/siteimages/pub/komisyon_ulke_raporlari/2018_turkiye_raporu_tr.pdf

[22] https://tr.sputniknews.com/haberler/201612091026232448-hsyknin-avrupa-yargi-kurullari-agindaki-gozlemci-statusu-askiya-alindi/

[23] http://www.turkishnews.com/tr/content/2016/12/08/bakin-alman-yargiclar-birligi-turkiyeye-ne-cevap-verdi/

 

YARGIDA BİRLİK DERNEĞİ’NİN İKTİDARA BAĞLILIĞI VE BAĞIMLILIĞI yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/yargida-birlik-derneginin-iktidara-bagliligi-ve-bagimliligi/feed/ 0
Hâkimin Siyaseti Adalete İhanetidir https://hukukpenceresi.com/hakimin-siyaseti-adalete-ihanetidir/ https://hukukpenceresi.com/hakimin-siyaseti-adalete-ihanetidir/#respond Fri, 18 Sep 2020 23:05:21 +0000 https://hukukpenceresi.com/hakimin-siyaseti-adalete-ihanetidir/ Hukukçu olma erdemi peşinde koşmayan, bu şerefi yegâne makam olarak telakki etmeyen, görevinin yüklediği sorumlulukların idrakinde olmayan bir hâkim, adliye içinde kendini yabancı hisseder, orayı kendi evi ve mülkü gibi görmez. Sürekli bir korku ve endişe duygusu içinde kıvranır durur; tedirgindir. Varlığını ikame ve idame ettirmek adına, kendini yaratan ilke ve değerlere sıkıca sarılmak yerine, […]

Hâkimin Siyaseti Adalete İhanetidir yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>

Hukukçu olma erdemi peşinde koşmayan, bu şerefi yegâne makam olarak telakki etmeyen, görevinin yüklediği sorumlulukların idrakinde olmayan bir hâkim, adliye içinde kendini yabancı hisseder, orayı kendi evi ve mülkü gibi görmez. Sürekli bir korku ve endişe duygusu içinde kıvranır durur; tedirgindir. Varlığını ikame ve idame ettirmek adına, kendini yaratan ilke ve değerlere sıkıca sarılmak yerine, gözünü dışarılarda gezdirir, gönül kapısını başka duygu ve düşüncelere açar. Böyle bir ruh ve bedene sahip bünyede “Adalet Tanrıçası’nın” ilanihaye kalacağını düşünmek safdillik olur. Zira O, ilahi aşkı temsil eder; kendine şirk koşulduğunda, ikinci plana itildiğini anladığı anda, barındığı bünyeyi sessizce terkedir. Adalet Tanrıçası’nın terk ettiği kalp ve ruh sahibi bir hâkim ölüdür artık; görevde bulunduğu sürece yapacağı tek şey canlı taklidi yapmak, rol kesmektir.

Ne kadar gerçekçi gözükürse gözüksün izleyiciler, sahnede (kürsüde) bulunan kişinin “gerçek” bir hâkim olmadığını bilir; ancak konumları icabı ve ortam gereği onlarda bu oyuna dâhil olup kendi rollerini oynarlar ve taklitçi hâkimi kerhen alkışlamak zorunda kalırlar.

Gönlü ve gözü adliye dışında olan hâkimin, hukukçu kimliğinin ve kişiliğinin zarar görmesi mukadderdir.

Gerçek bir hukukçu olmayı gaye edinen bir hâkimin tek amacı vardır: adaletle hükmetmek. Adaleti tesis, hâkimin varlık nedeni ve gelecekte var olmasının da teminatıdır. Sahip olduğu olanakları ve yetkileri, bu yolda yürüyen hâkimin tek dostu olduğu gibi, bunlar aynı zamanda onun en azılı düşmanlarıdır. Şekerin bal arılarını kendisine çekmesi misali, hâkimin sahip olduğu iktidar da adliye dışında kümelenmiş adalete düşman kişi ve grupları kendisine çeker. Bunlar sürekli olarak adliyenin etrafında pervane gibi döner ve içerisine nüfuz etme olanaklarını gözetlerler. Bunun için her daim açık kapı veya pencerenin olup olmadığını araştırırlar. Sistemi ve kurgusu nedeniyle adliyenin kapı ve pencere kilitlerinin dışarıdan açılması olanaksızdır. Adliye içerisine nüfuz etmenin tek yolu kilitlerin içeriden açılmasıdır.

Adliye içinde güvenli bir hayat süren; orada değerli, özel ve güzel olan hâkime ulaşmak, ona dokunmak, var olan zenginlik ve değerlerinden faydalanmak iki ihtimalde mümkündür: hâkim ya anahtarı ile kapısını açarak dışardakileri içeri alacak, ya da kendisi adliye dışına çıkarak başkalarına katılacaktır. Her iki durumun da ortak neticeleri, hâkimin büyüsünün bozulması, elinde tuttuğu adalet terazisinin dengesini yitirmesi, “tanrısal” bir pozisyonda bulunan hâkimin insanileşmesi, yani zaaf ve eksiklikleriyle fanileşmesidir.

Hâkim, kendini adliyeye zincirlemiş, kapı ve pencerelerini dış dünyaya kilitlemiş, anahtarları elinde, cübbesine sarılmış gönüllü bir mahkûmdur. Hâkim, Adalet Tanrıçasının kulu, kölesi ve hizmetkârı; bu Tanrı’nın yeryüzündeki tecellisi, varlığının insanlar nezdindeki biricik delilidir.

Hâkime ulaşmak için adliyeye girmek ve/ya onu adliye dışına çıkarmak isteyenler, ona türlü türlü vaatte bulunup onu etkilemeye, kandırmaya gayret ederler. Bu yöntem işe yaramadığı takdirde, korkutmaya, ürkütmeye veya endişeye sevk etmeye yönelirler. Bu kişiler, hâkimin her eylem ve söyleminde onu ele geçirecek açıklık bulmaya çalışırlar. Hâkimin tespit edilen her yanlışı ve zaafı, kötü niyetlilerce adliye surlarında oluşturulan bir deliktir adeta. Oradan saldırarak zapt etmeye çalışırlar “adalet kalesini”; esir ederler bekçisi olan hâkimini.

Hâkimin siyaseti, adalete karşı yapacağı en ağır ihanetidir. Doğrudan veya dolaylı olarak siyasete temas bir hâkimi başkalaştırır, dönüştürür. Siyaset, onun vicdan aynasını kirletir veya görüntü odak noktasını etkiler. Siyasete bulaşan hâkimin vicdan aynası ya gerçekleri olduğu gibi tam ve eksiksiz şekilde göstermez, ya da olduğundan farklı aksettirir. Her iki ihtimal de gerçek zarar görür; ilkinde yaralanır, ikincisinde ise can verir.

Siyasetin S’sinden bile bihaber olması gereken hâkimin, böylesi bir alçalış ve kaybının temelinde onun bir tür cehaleti yatar. Mutsuzluğu, huzursuzluğu, tedirginliği, iç sıkıntısı cehaletten kaynaklı ihanetinin sadece cüzi bir gelir vergisidir. Kalabalıkların, siyaset uğraşısı nedeniyle alkışladığı hâkim, ne kadar sefil olduğunun farkında değildir. Kalabalıktan yükselen her alkış hâkimin ölüm fermanı, her ses ise bu fermanın ilanıdır.

Hâkimin Siyaseti Adalete İhanetidir yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/hakimin-siyaseti-adalete-ihanetidir/feed/ 0