YARGIDAN HABERLER arşivleri - Hukuk Penceresi https://hukukpenceresi.com/category/yargidan-haberler/ Zulüm karanlığına ışık saçan pencere Tue, 08 Aug 2023 00:07:31 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://hukukpenceresi.com/wp-content/uploads/2022/06/indir-150x150.jpeg YARGIDAN HABERLER arşivleri - Hukuk Penceresi https://hukukpenceresi.com/category/yargidan-haberler/ 32 32 Anayasa Mahkemesi’nin Oluşturduğu Cezasızlık Kültürü ve Somut Örnekleri https://hukukpenceresi.com/anayasa-mahkemesinin-olusturdugu-cezasizlik-kulturu-ve-somut-ornekleri/ https://hukukpenceresi.com/anayasa-mahkemesinin-olusturdugu-cezasizlik-kulturu-ve-somut-ornekleri/#comments Tue, 08 Aug 2023 00:06:43 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9082 Anayasa Mahkemesi’nin Oluşturduğu Cezasızlık Kültürü ve Somut Örnekleri  1. 15 Temmuz Sonrası Değişen AYM Pratiği Anayasa Mahkemesi (AYM), 15 Temmuz sonrası başlatılan soruşturma ve kovuşturmalarla ilgili başvuruları “ilk dönemin hararetiyle” diye meşrulaştırarak kişi hak ve özgürlüklerini görmezden gelen kararlar vermiş, sonrasında bu kararların neredeyse tamamı hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’den (AİHM) ihlal kararları çıkmıştır. Oysa […]

Anayasa Mahkemesi’nin Oluşturduğu Cezasızlık Kültürü ve Somut Örnekleri yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Anayasa Mahkemesi’nin Oluşturduğu Cezasızlık Kültürü ve Somut Örnekleri

 1. 15 Temmuz Sonrası Değişen AYM Pratiği

Anayasa Mahkemesi (AYM), 15 Temmuz sonrası başlatılan soruşturma ve kovuşturmalarla ilgili başvuruları “ilk dönemin hararetiyle” diye meşrulaştırarak kişi hak ve özgürlüklerini görmezden gelen kararlar vermiş, sonrasında bu kararların neredeyse tamamı hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’den (AİHM) ihlal kararları çıkmıştır. Oysa ki, bu başvuruların hepsi AYM tarafından kabul edilmez bulunmuştur. Ceza mahkumiyeti ve meslekten ihraçlarla ilgili de ihlal kararlarının gelmesi kaçınılmaz görünmektedir.

Tabii bu durum, “Türkiye’nin AiHM’i” olma iddiası ile yola çıkan bir mahkeme için hayaller ile gerçeklerin hiç örtüşmemesi demektir. Ancak, son zamanlarda yürütme erki tarafından yeniden hatırlanan AB süreci ve bu yönde atılan adımların da etkisiyle, görünürde de olsa “Biz de AİHM içtihatlarını takip eden etkili bir mahkemeyiz” mesajı verme adına, AYM’nin de insan hakları konusunda isteksiz kararlarına şahit oluyoruz. Ancak, AYM’nin bunu yaparken iktidarın politikalarına ve suç tanımlarına ters düşmemek için özel bir gayret gösterdiğini de görmekteyiz. Özellikle bu gayrete, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin temelini oluşturan insan onurunu ve vücut bütünlüğünü koruyan işkence ve kötü muamele yasağını düzenleyen 3. maddenin karşılığı olan Anayasa’nın 17. maddesine ilişkin başvurularda şahit oluyoruz.

Bu konuda AYM’nin imdadına, 17. maddedeki esasa ve usule ilişkin ihlal ayrımının yetiştiği görülüyor. Zira bu ayrım gereğince üye devletlere yüklenen esasa ilişkin negatif yükümlülük, kamu görevlileri eliyle işkence ve kötü muamele yapmama; esasa ilişkin pozitif yükümlülük de kamu görevlileri eliyle kişilere işkence ve kötü muamele yapılmamasına yönelik garantiler içeren bir güvenlik, yargı sistemi kurma ve sürdürmedir. Usulü yükümlülük ise işkence ve kötü muamele iddialarının sorumlularını bulup ortaya çıkaracak ve cezalandırılmalarını sağlayacak etkin bir soruşturma yükümlülüğüdür.

Usulü yükümlülük, AYM için 15 Temmuz sonrası kurulan korku atmosferini bozmadan, Avrupa kurumlarına ve özellikle de AiHM’e şirin görünmek için feda edilebilecek bir husus olarak ortaya çıkıyor. Bu yaklaşım, suç örgütlerinin daha büyük malı kurtarmak için önemsiz ve küçük bir parçayı kasten güvenlik güçlerine yakalatmalarına benziyor.

Tabii, AİHM’in aynı konuda verdiği ve devlet güçleri tarafından kaçırılıp halen kendinden haber alınamayan Yusuf Bilge Tunç başvurusunda etkin soruşturma yapılmadığına ilişkin başvuruda ihlal bulunmaması da AYM’nin bu politikası için adeta bir can simidi görevi görüyor.

Bugünkü yazımızda AYM’nin bu yaklaşımını ortaya koyan üç kararını sizlerle paylaşacağım.

2. AYM’nin Eyüp Keser Kararı

Bu kararlardan ilki Eyüp Keser başvurusuna ilişkindir.[1] Başvuru; nezarethanedeki tutulma koşulları nedeniyle kötü muamele yasağının ve gözaltında darp nedeniyle de eziyet yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

a. Başvuruya Konu Olay

Türkiye Radyo Televizyon Kurumunda (TRT) memur olarak görev yapan başvurucu, 22/12/2016 tarihinde “FETÖ/PDY” üyesi olduğu şüphesiyle evinde yapılan aramanın ardından kolluk görevlileri tarafından gözaltına alınmıştır. Başvurucunun gözaltına alındığı, 22/12/2016 günü saat 06.10’da eşine bildirilmiştir. Başvurucunun gözaltına alındığı tarihte saat 10.00’da başvurucu hakkında Ankara Gazi Mustafa Kemal Devlet Hastanesi tarafından darp ve cebir izinin olmadığına dair rapor düzenlenmiştir.

Başvurucunun komşusu olan Z.Y. de “FETÖ/PDY” soruşturması kapsamında gözaltına alınmıştır. Z.Y., ByLock kullanıcısı olduğu iddiasıyla ilgili verdiği ifadede internet hattını başvurucu Eyüp Keser’le birlikte kullandığını beyan etmiştir. Bunun üzerine Cumhuriyet savcısının talimatıyla başvurucunun bu konuda bilgisine müracaat edilmek istenmiştir. Gözaltı işlemleri sırasında kolluk tarafından başvurucunun kendisine zarar vererek polis memurlarına direndiği, hakaret ve tehdit ettiğine dair 23/12/2016 tarihinde bir tutanak düzenlenmiştir. Tutanak içeriği şöyledir:

“Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/104643 sayılı soruşturması kapsamında gözaltına alınan Z.Y. … kendisinin Bylock kullanmadığını, adına kayıtlı … interneti … üst komşusu olan ve şu an gözaltında bulunan Eyüp KESER … isimli şahısla ortak kullandıklarını beyan etmesi üzerine Eyüp KESER İsimli şahıs 23.12.2016 günü saat 15.40 sıralarında görüşmeye alınmış kendisine Bylock programını kullanıp kullanmadığı ve Z.Y. isimli şahısla ortak internet kullanıp kullanmadıkları sorulduğunda agresif tavırlar sergilemeye başlamış, Bylock sorusu kendisine tekrar sorulduğunda, ‘Bylockun ne olduğunu bilmiyorum, siz bana bu soruyu soramazsınız.’ diyerek agresif tavırlarına devam etmiş, … ‘Beni bunlarla itham edemezsiniz, siz kimle konuştuğunuzu biliyor musunuz?’ diyerek oturduğu koltuğun sağ tarafındaki evrak dolabının kapak ve camlı kısımlarına ani bir hareketle birkaç kez kafasını vurduğu, bu esnada dolabın kırılan cam parçalarını eline aldığı, eline aldığı cam parçasını biz görevlilere karşı silah gibi doğrulttuğu, ‘Üstüme gelmeyin, kendimi de sizi de keser gebertirim.’ diye bağırdığı ve odanın kapısını açarak ve yüksek sesle ‘Allahsızlar!’ diye bağırarak koridora çıkmaya çalıştığı sırada biz görevlilerce şahsın kendisine ve herhangi bir [görevliye] zarar vermesini önlemek amacıyla şahsa anında orantılı şekilde güç kullanmak suretiyle müdahale edilmiş ve şahsın elindeki cam parçasını almak üzere kolu kıvrılmış, cam parçası elinden alınmış, şahıs tekrar yüksek sesle bağırarak direnişine devam etmiş, kendisini kontrol altına almak amacıyla plastik kelepçe takmaya çalışılmış ancak şahsın ellerini birbirine kenetlemesi ve direnmesi sebebiyle plastik kelepçe takılamamış, şahıs bağırmaya ve mukavemet göstermeye devam etmiş, daha sonrasında demir kelepçe takılmaya çalışıldığı esnada şahıs ellerini birbirine kenetleyerek ‘Bırakın beni ne yaptığınızı sanıyorsunuz.’ diyerek bağırmaya devam etmiş, kendisinin parmakları ve kolu geriye doğru kelepçe takmak için çekildiğinde direnişine devam etmiş, ayakları ve bütün vücuduyla bize mukavemet etmeye başlamış, bu esnada görevliler olarak şahsın direnişini kıracak ölçüde kademeli olarak zor kullanmak suretiyle şahsın ellerine kelepçe takılarak aynı gün saat 16:00 sıralarında etkisiz hale getirilmiştir.”

Tutanaktaki başvurucunun başını cama vurduğu ve kırık cam parçalarından birini eline alarak görevlileri tehdit ettiği iddiasını, aşağıdaki tıbbı bulgularla karşılaştırmak üzere lütfen aklınızda tutunuz.

Ankara Mustafa Kemal Devlet Hastanesince 23/12/2016 tarihinde saat 17.16’da düzenlenen adli muayene raporunda başvurucuda sağ kulak kepçesinde kızarıklık, hematom (kanın deri altında toplanması), sol kulak önünde 2 cm’lik hematom, sol göz kapağı ve kaşta hematom, sağ göz altında kızarıklık, kanlı morluk, burun kökünde kızarıklık ve morluk, burun ucunda ve ağızda kurumuş kan lekeleri, kafada oksipital (başın arka kısmı) bölgede şişlik, ense sol tarafta geniş kızarıklık, sırtta sol yanda 5 cm’lik iki sıyrık, sağ skapula (kürek kemiği) üzerinde yaygın kızarıklık ve sıyrık, sol skapula altında kızarıklık, sol humerusta (kol kemiği) şişlik ve çizikler, sağ omuzda kızarıklık, sağ humerus iç yüzde kızarıklık ve morluk, boyun sağ tarafında kızarıklık, boyun sol tarafta çizik, sağ dizde kızarıklık ve ödem, sağ bacakta çok sayıda sıyrık ve kızarıklık, sağ ayakta kızarıklık, sol bacak, sol ayak, ve sol dizde kızarıklıklar tespit edildiği belirtilmiş; ileri tetkikler için başvurucu Ankara Numune Hastanesine sevk edilmiştir.

Dikkat edilirse, başta ve elde cam kesiği gibi bir olgudan bahsedilmemekte, ayrıca tutanakta geçen müdahale tarzı ile uyuşmayan bulgulara yer verilmektedir. Numune Hastanesinde yapılan muayenelerde konsültasyon istek nedeni “bir başkası tarafından darp, vurulma, tepilme, bükülme, ısırılma ya da tırmalanma” dır.

Başvurucu 30/12/2016 tarihinde Ankara 5. Sulh Ceza Hâkimliğince tutuklanmıştır. Dosyayı okuyan AYM raportörü, Başvurucunun sorgu esnasında kötü muameleye maruz kaldığına dair bir beyanda bulunmadığını vurgulamaya özen göstermiştir.

b. Başvurucunun Eşi Tarafından Yapılan İhbar

Bu arada Başvurucunun eşi F.K., 02/01/2017 tarihinde Gölbaşı Cumhuriyet Başsavcılığına eşine işkence yapıldığı iddiasıyla şikâyette bulunmuştur. Aynı gün alınan ifadesinde F.K.; gözaltına alındıktan sonra bir hafta eşini göremediğini, 30/12/2016 tarihinde eşi sorgu için sulh ceza hâkimliğine sevk edilirken duruşma salonu dışında onu görme imkânı bulduğunu, eşinin yüzünde ve gözünde morluklar bulunduğunu, cep telefonuyla fotoğraflarını çektiğini, ayaküstü yaptıkları konuşmada kendisini Emniyet Amiri H.K. ile Osman isimli bir polis memurunun darp ettiğini, duruşmaya çıkmasına bir gün kala Demiryolları Hastanesine götürüldüğünü, fakat buradaki doktorun rapora “kendi kendine darp” diye anlamsız bir teşhis koyduğunu söylediğini ifade etmiştir. Gölbaşı Cumhuriyet Başsavcılığı 6/6/2017 tarihinde dosyayı yetkisizlik kararıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) göndermiştir.

c. Başvurucunun Suç Duyurusu

28/3/2017 tarihinde bu kez başvurucu, kötü muameleyle ilgili olarak Başsavcılığa suç ihbarında bulunmuştur. Başvurucu; olayla ilgili olarak polis tarafından düzenlenen tutanağın gerçek olmadığını, kendisine zarar vermediğini, H.K. isimli emniyet amirinin odasında polislerce darp edildiğini, bir kişinin doktor raporlarında da tespiti yapılan çok sayıdaki yaraya kendi kendine sebebiyet vermesinin mümkün olmadığını, mülakat için H.K.nın odasına götürüldüğü, odada bulunan Osman isimli komiserin “ByLock kullanmışsın” dediğini, “hayır” cevabı verince de H.K.nın üzerine yürüdüğünü, “diz çök lan!” diye bağırdığını, sorulara ayakta cevap vermek istediğini, böyle bir uygulamanın doğru olmadığını söylediğini, odada bulunan ikinci bir şahsa ellerinin arkadan kelepçelenmesi talimatının verildiğini, bunu yapmaya haklarının olmadığını söylediğinde H.K.nın kendisine tekme ve yumruk atmaya başladığını, bu sırada Komiser Osman ve diğer kişinin kendisini kollarından tutup içeri çekerek odayı kilitlediğini, elleri arkada olacak şekilde kelepçelendiğini, H.K., Osman Komiser ve yüzünü hatırlayamadığı iki kişi olmak üzere toplam dört kişinin kulağı, gözleri ve sol kolu morarıp şişinceye kadar kendisini darp ettiğini, kafasına tekme atmak istedikleri sırada kafasını çekince odadaki vitrin camının kırıldığını, gücü iyice tükenip yerde hâlsiz kalınca başına su döktüklerini, H.K.nın yanındakilere “kendi kendine zarar vermeye çalıştı, vitrin camını kırdı” şeklinde tutanak tutmaları için talimat verdiğini, kollukta ifadesi alınırken müdafiinin yanında tehdit edildiğini, ancak müdafiinin duruma müdahale etmediğini, davacı ve şikâyetçi olduğunu ifade etmiştir.

d. Savcılık Tarafından Verilen Takipsizlik Kararı

Başvurucunun şikayeti üzerine açılan soruşturma kapsamında başsavcılık; Emniyet Müdürlüğünden olayla ilgili adli raporlar, kamera kayıtları, tutanak vb. bilgileri istemiştir. Ancak, Ankara Emniyet Müdürlüğü 28/9/2017 tarihinde verdiği cevapta kamera kayıtlarının doksan gün geçtikten sonra silindiği için gönderilemediğini bildirmiştir. Oysa yine bir kamu kurumu ve veri saklama konusunda en yetkili kurum olan Kişisel Verileri Koruma Kurulu’nun yayınladığı Kişisel Verileri Koruma Kurumu Kişisel Veri Saklama Ve İmha Politikası belgesine göre kamera kayıtlarının saklama süresi asgari iki yıl olmalıdır.

Başsavcılık, soruşturma sonunda 21/12/2018 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “…İncelenen dosya içeriğine göre; öncelikle müştekinin işkence, kötü muamele, hakaret ve tehdit iddialarının 23/12/2016 tarihine ilişkin olması ancak 29/12/2016 tarihinde emniyette müdafii huzurunda alınan 7 sayfalık ayrıntılı ifadesinde herhangi bir işkence, kötü muamele, hakaret ve tehdit iddiasından bahsetmemiş olması, ifadesinde bu hususlara ilişen herhangi bir iddiası bulunmadığı gibi söz konusu bu ayrıntılı ifadesini müdafii huzurunda imzalamış olması, müştekide belirlenen yaralanmayla ilgili yukarıda belirtilen 23/12/2016 günlü, yani olay günlü tutanağın tutulmuş olması, tutanakta belirtilen olaydan dolayı müştekiye müdahale sırasında zor kullanma yetkisinin aşıldığına ilişkin bir delil bulunmaması, yine yukarıda da belirtildiği üzere emniyetin cevabi yazısında herhangi bir güvenlik kamera kaydı bulunmadığının belirtilmiş olması ve müştekinin iddialarının esasen kendisinin şüpheli olduğu soruşturma dosyasına savunma niteliğinde olup, şüphelilerin yüklenen suçları işlediklerine ilişkin herhangi bir delil bulunmaması nedeniyle… [kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.]”

Görüldüğü gibi kendileri kötü muamele fiil olan emniyet sorgusu, başvurucu hakkında tutulan tutanak kötü muamele fiilinin olmadığının delili kabul edilmiştir. Burada başvurunun emniyet ifadesinde avukat huzurunda tehdit edilmiş olduğunu da hatırlatmakta yarar vardır.

Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz, Ankara 2. Sulh Ceza Hâkimliğince 25/6/2019 tarihinde reddedilmiştir.

e. Kötü Muamele Yasağının İhlali İddiası ve AYM’nin Kabul Edilmezlik Kararı

Başvurucu; sekiz gün boyunca 5 m²’lik nezarethanede, kalabalık koşullarda on kişiyle birlikte tutulduğunu, yemeklerin yetersiz olduğunu, banyo ihtiyacını karşılayamadığını belirterek kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

AYM, gözaltında tutulan kişilerin nezarethane tutma koşullarının yetersizliği nedeniyle kötü muameleye maruz kaldığı yönündeki iddialarıyla ilgili olarak temel ilkeleri ortaya koyduğu ve değerlendirmelerde bulunduğu kararında; şikâyete konu yetersiz koşullardaki tutma hali sona ermişse idari yargı yolunda açılacak tam yargı davasını etkili bir yol olarak kabul etmiş, tam yargı davası yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna varmış ve başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle başvurunun kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.

Bu yaklaşım kötü muamelenin sadece fiziki müdahale ve darp olarak görülmesinin ortamın fiziki koşullarının da kötü muamele teşkil edebileceği şeklindeki AiHM içtihatlarında benimsenen yaklaşıma aykırı bir tutumdur.

f. Eziyet Yasağının İhlali İddiası ve AYM’nin Usul Yönünden İhlal Kararı

Başvurucu, soruşturmanın etkin ve makul süratte yürütülmediğini, nezarethanede bulunan diğer şüphelilerin vücudundaki darp ve cebir izlerini gördüğünü, ancak tanık ve şüphelilerin ifadesinin alınmadığını, kendisinin de beyanına başvurulmadığını, belli bir süre geçtikten sonra silinme ihtimali olan kamera kayıtlarının saklanması için gerekli tedbirin alınmadığını, cama kafasını bilerek ve isteyerek vurup kendi kendine zarar verdiği ve görevlilere direnip görevlileri tehdit ettiği şeklinde düzenlenen tutanağın gerçeğe aykırı olduğunu, kafasını cama vurmuş olsaydı başında kesi izi olması gerektiğini ancak adli muayene raporlarında kesi izi tespitinin bulunmadığını, kolluğun gerçeğe aykırı olarak düzenlediği tutanak içeriğinin karara dayanak yapıldığını belirterek eziyet yasağının ihlal edildiğini de öne sürmüştür.

İşkence ve kötü muamele iddialarına ilişkin kararlarda devletin bu konudaki cezasızlık politikasını zedelememeye özen gösteren AYM, kararın değerlendirme bölümünde de bu politikasının alt yapısını oluşturmuştur. Örneğin AYM, muamelenin gerginlik ve duygu yoğunluğunun olduğu bir anda meydana gelip gelmediği de göz önünde bulundurulmalıdır diyebilmiştir. Bunun anlamı, 15 Temmuz’un oluşturduğu atmosferde yapıldıysa her türlü insan hakkı ihlali meşrudur demektir. Bu yaklaşım, 20 Temmuz 2016 sonrası çıkarılan KHK’lar ile adam öldürmede dahil işlenen suçlara getirilen cezadan muafiyet kararı ile de birebir örtüşmektedir.

Ancak, sonuçta AYM de gün gibi açık olan gerçekten kaçamamış ve başvurucunun maruz kaldığı eylemin süresi, birden fazla kolluk görevlisi tarafından gerçekleştirilmesi, amacı, fiziksel etkileri ve sonuçları birlikte değerlendirildiğinde muamelenin eziyet olarak nitelendirilebileceği sonucuna varmış ve aşağıdaki gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmiştir;

– Kötü muamele yasağının asgari eşiğini geçen savunulabilir iddianın bulunması usul yükümlülüğünün başladığı andır. Bu aşamadan sonra etkili soruşturmada geçerli olan ilkelere uygun şekilde resen ve derhâl soruşturma başlatılması gerekir. Başvurucunun vücudundaki yaraların gözle görülebilir olmasına, bu durumun doktor raporlarında belirtilmesine karşın resen bir soruşturma başlatılmamış; soruşturmanın başlatılması için başvurucunun eşinin şikâyeti beklenmiştir.

– Soruşturmadaki özensizlikten ötürü kamera kayıtlarının derhâl getirtilmeyerek silinmesine ve delillerin kaybolmasına sebebiyet verilmesi. Başvurucu soruşturmada ifadesinin alınmaması etkin soruşturma usuli yükümlülüğünü ihlal eden sebepler olarak görülmüştür.

– Soruşturmada ayrıca eziyet yasağının faili olduğu öne sürülen kolluk görevlilerinin tespit edilerek savunmalarının alınması için bir çaba gösterilmediği ifade edilmiştir. Mahkemeye göre Kovuşturmaya yer olmadığı kararında şüphelilerin adının “ilgili kamu görevlileri” biçiminde anonim olarak adlandırılması da bunu teyit etmektedir.

AYM’ye göre Kolluğun tanzim ettiği tutanakta başvurucunun kendi kendine zarar vermek için başını cama vurarak yaralandığı, daha sonra kırık cam parçalarıyla polisi tehdit ettiği ve direndiği kayıtlıdır. Doktor raporlarında başvurucunun vücudunda cam kırığının meydana getirebileceği bir yaranın bulunmaması, başvurucunun başı dışında kol, sırt, boyun, bacak, ense ve kulağından da yaralandığı açıktır. Bir an için tutanak içeriğinin doğru olduğu kabul edilse bile, başvurucunun kafası dışındaki yaraların nasıl meydana geldiği açıklanamamış ve bunca delile rağmen, isin esasına girilmeden sadece usul yönünden verilen ihlal kararıyla dosya kapatılmıştır.

3. AYM’nin Önder Asan Kararı

Kötü muamele yasağının esastan incelenmesi gerekirken sadece usuli yönden ihlal bulunmasına bir diğer örnek Önder Asan başvurusudur.[2] Başvuru 12/6/2018 tarihinde yapılmış olup, kamu görevlileri tarafından alıkonulma ve fiziksel şiddete maruz kalma olayına yönelik şikâyetin etkili soruşturulmaması nedeniyle kötü muamele yasağının, bu şikâyetin soruşturulmasında görevlilerin ihmallerine rağmen cezalandırılmamaları nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

a. Başvuruya Konu Olay

Başvurucunun anlatımlarına göre, 01/4/2017 tarihinde şehir merkezinde bir taksiyle seyir hâlinde iken iki araç başvurucunun içinde bulunduğu taksiyi sıkıştırmak suretiyle durdurmuş, siyah renkli ve transporter model araçtan inen kişiler kendilerini polis olarak tanıtarak başvurucuyu zorla taksiden indirmiş, ellerini kelepçelemiş, ayaklarını bağlamış, kafasına çuval geçirerek transporter model araca bindirmiştir. Araç içinde darp edildiğini ifade eden başvurucu; daha sonra bir hücreye götürüldüğünü, burada kırk iki gün tutulduğunu, ilk yirmi gün -bazı beyanlarında yirmi beş- işkence odası olarak tabir ettiği bir odada sopayla dövüldüğünü, kendisine elektrik şoku verilip cinsel ve psikolojik şiddet uygulandığını, ailesiyle tehdit edilerek hakaretlere maruz kaldığını, bu süre zarfında doktor kontrolünden geçirilmediğini, yan odalardan da çığlıklar duyduğunu, isim vermesi için baskı yapıldığını, ilk yirmi beş günden sonra kötü muameleye maruz kalmadığını ve yaralanma izlerinin geçmesi için beklendiğini söylemiştir.

Başvurucu; alıkonulduğu yerden 12/5/2017 tarihinde çıkarılarak bir arabaya bindirildiğini, arabadayken telefonunun kendisine iade edilip Ankara Emniyet Müdürlüğünü aramasının istendiğini, araması üzerine bulunduğu yere gelen kolluk görevlilerince gözaltına alındığını belirtmiştir.

Başvurucuyla ilgili düzenlenen yakalama ve gözaltına alma tutanaklarının ise şablon mahiyette olması nedeniyle (bu uygulamanın Anayasa Mahkemesi tarafından hiç eleştiri konusu yapılmaması da aynı sorunlu yaklaşımın sonucudur) olayla ilgili bilgi içermediği (yakalama talimatına binaen yakalandığının belirtildiği) anlaşılmıştır.

Başsavcılıkta ve sulh ceza hakimliği önündeki sorgusunda başvurucu, üzerine atılı suçlamaları kabul etmediğini, tanımadığı kişiler tarafından kaçırılarak kırk günü aşkın süre alıkonulduğunu tekrarlamıştır. Diğer taraftan başvurucunun eşi F.A., başvurucu gözaltına alınmadan önce (başvurucunun kaçırıldığını iddia ettiği günden iki gün sonra) 03/4/2017 tarihinde başsavcılığa dilekçe ibraz ederek eşinden iki üç haftadır haber alamadığını, eşinin hayatından endişe ettiğini beyan ve bulunmasını talep etmiştir. F.A’nın dilekçesi üzerine Başsavcılık soruşturma başlatmıştır.

Soruşturma kapsamında şikâyetçinin ifadesi alınmış, başvurucunun en son görüldüğü yere yakın kamera görüntülerinin araştırılması 14/4/2017 tarihinde kolluktan istenmiştir. Başvurucunun olay günü bir taksiye bindiği kamera görüntüleriyle anlaşılmış, taksinin plakası 17/4/2017 tarihinde tespit edilmiştir.

Başsavcılık, taksinin durdurulduğu yeri gören kameraların görüntülerinin tespit edilmesi için 4/5/2017 tarihinde, tanıklar M.K. ile H.B.nin başvurucunun kaçırılma olayıyla ilgili bilgisine başvurulması için de 11/5/2017 tarihinde kolluğa iki kez talimat yazmıştır. Başvurucunun 12/5/2017 tarihinde gözaltına alınmasından sonra MOBESE kayıtlarında yapılan inceleme de olay günü taksinin birkaç araçla birlikte seyir hâlindeyken görüntülendiği tespit edilmiştir.

b. Başvurucu ve Eşinin Suç Duyurularıyla İlgili Verilen Daimi Arama Kararları

Bu arada başvurucunun eşinin şikâyetiyle ilgili yapılan soruşturmada 6/6/2017 tarihinde kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçu yönünden daimî arama kararı verilmiş; 17/10/2017 tarihinde alıkonulma şikâyeti hakkında daimî aramada devam eden bu soruşturma, birlikte yürütülen “FETÖ/PDY” soruşturmasından ayrılmış ve başsavcılığın zamanaşımı bürosuna tevdi edilmiştir. İnceleme tarihi itibarıyla daimi arama kararından sonra herhangi bir işlem yapılmamıştır.

Başvurucu; tutuklandıktan sonra vekili aracılığıyla 30/6/2017 tarihinde Başsavcılığa gönderdiği dilekçe ile kamu görevlileri tarafından alıkonulup fiziksel ve sözlü şiddete maruz kaldığını, ayrıca olayla ilgili yapılan soruşturmada kolluk görevlilerinin yavaş ve özensiz hareket ettiğini iddia ederek şikâyetçi olmuştur. Bu şikayet üzerine soruşturma (Sor. No: 2017/111913) başlatılmış, daha önce aynı konuda soruşturma yapıldığı tespit edilerek 01/8/2017 tarihinde meçhul şüpheli hakkında kişi hürriyetini yoksun kılma suçu şikâyeti yönünden soruşturma daimî aramaya alınmıştır. İnceleme tarihi itibarıyla daimî arama kararından sonra başsavcılıkça herhangi bir işlem yapılmamıştır.

c. Kolluk Görevlileri Hakkında Yapılan suç Duyurusu ve Takipsizlik Kararı

Öte yandan başvurucunun hukuka aykırı olarak alıkonulmasıyla ilgili yapılan şikâyetin kolluk görevlilerince özensiz araştırıldığı iddiası soruşturulmuş, kolluk tarafından yapılan işlemler ve tarihleri belirtilmiş, başsavcılıkça 21/9/2017 tarihinde ilgili polis memurları hakkında görevi ihmal suçu kapsamında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir.

d. Adil Yargılanma Hakkının İhlali İddiası

Başvurucu; özensiz hareket etmeleri nedeniyle kolluk görevlileri hakkında şikayetçi olduğunu, şikâyeti sonucu verilen soruşturma ve yargı makamları kararlarının gerekçesiz olduğunu, kolluk görevlilerinin ihmali nedeniyle maddi gerçeğe ulaşılması imkânsız hâle gelmesine rağmen, haklarında kovuşturmama kararı verildiğini ve bu nedenle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

Ancak, AYM, şu gerekçeyle başvurunun bu kısmının konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir; başvurucu, görevi ihmal suçunu işlediğini düşündüğü kolluk görevlileri hakkında soruşturma açılmasını sağlamak amacıyla suç duyurusunda bulunmuş olup talebi üçüncü kişinin cezalandırılmasıyla sınırlıdır. Başvurucu, üçüncü kişi ya da kişilerin fiili nedeniyle medeni haklarına yönelik bir müdahalenin bulunduğunu düşünüyor ve buna ilişkin zararının giderilmesini istiyorsa hukuk mahkemeleri önünde dava açma imkânına sahiptir. Sonuç olarak, bir ceza soruşturmasında kendisi hakkında mağdur sıfatını haiz başvurucunun, suç isnadına ilişkin olmayan ve üçüncü kişinin cezalandırılmasına yönelik ihlal iddialarının adil yargılanma hakkının kapsamına girmediği anlaşılmıştır.

Ancak, AİHM içtihatlarına göre bir ceza davasında üçüncü kişilerin suçlanması veya cezalandırılmasını talep eden mağdur, suçtan zarar gören, şikâyetçi veya katılan sıfatını haiz kişiler Sözleşme’nin 6. maddesinin koruma alanı dışında kalmaktadır. Fakat, bu kuralın istisnaları vardır, Bunlar, ceza davasında medeni hak talebine imkân veren bir sistemin benimsenmiş olması veya ceza davası sonucunda verilen kararın hukuk davası açısından etkili ya da bağlayıcı olması hâlleridir.[3] İkinci durum başvurucu açısından söz konusudur. Zira etkili bir ceza soruşturması sonucunda kamu görevlilerinin suç olmaları durumunda başvurunun bu kişilere tazminat davası açma hakkı Türk yargı sisteminde düzenlenmiştir.

e. Etkili Başvuru Hakkı ve Eşitlik İlkesinin İhlali İddiası

Başvurucu; gözaltına alınmadan önce kimliği belirsiz kişilerce kaçırılarak kırk iki gün alıkonulduğunu, ilk yirmi gün fiziksel, psikolojik ve cinsel şiddete maruz kaldığını, sopayla dövüldüğünü, elektrikli şok aletiyle tehdit edildiğini, makatından cisim sokulmaya çalışıldığını, isim vermesi için sürekli baskı yapıldığını, bu süreçte doktor kontrolünden geçirilmediğini ileri sürmüştür. Bu olaya ilişkin şikâyetinin kolluk görevlilerince etraflıca araştırılmadığını, bu nedenle etkili başvuru hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.

AYM, başvurucunun 6/6/2017 ve 1/8/2017 tarihlerinde verilen daimî arama kararlarıyla soruşturmaların etkisiz olduğunun farkına varmasının kural olarak bekleneceğini söylemiştir (§ 58). AYM bu kabulüyle, hiç bir yetkisi olmayan “daimi aramaya alma” kararı üzerinden işlem yapılmamasını başvurucunun takip etmesi gerektiğini kabul etmiştir. Peki, soruşturmanın sürüncemede bırakılmasının resmi adı olan daimi aramanın, kötü muamele suçlarına karşı kamu görevlilerinin cezalandırılmalarını engelleyen bir işlem olduğu AYM açısından üzerinde durulması gereken bir konu değil midir?

AYM, başvurunun esası hakkında bir sorun olmadığı ön kabulünü pekiştirmek için şu argümana sarılmıştır; her kötü muamele iddiasının Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının getirdiği korumadan ve Anayasa’nın 5. maddesiyle birlikte devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerden yararlanması beklenemez! (§ 65).

AYM’ye göre, gözaltına alınmadan kırk gün önce -kaçırıldığını iddia ettiği günden iki gün sonra- başvurucunun eşinin Başsavcılığa müracaat ederek başvurucudan haftalardır haber alamadığını ve hayatından endişe ettiğini dile getirmesi üzerine ceza soruşturması başlatılmıştır. Anılan ceza soruşturmasında başvurucunun 01/4/2017 tarihinde bir taksiye bindiği, daha sonra iki araçtan inen kişilerin taksiyi durdurarak başvurucuyu zorla diğer araçlardan birine bindirdiği kamera görüntüleri ve taksi şoförünün beyanıyla sabittir. Dolayısıyla, başvurucunun gözaltına alınmadan önce bir süre alıkonulduğu hususundaki iddiaları makuldür ve delillerle desteklenmiştir.

 Ancak, aynı AYM’ye göre başvurucu alıkonulduğu ilk günlerde çeşitli fiziksel, psikolojik ve cinsel şiddete uğradığına ilişkin iddiasını gözaltına alındığı tarihte düzenlenecek sağlık raporuyla desteklememiştir. Türkiye’de gözaltı öncesi ve sonrası sağlık raporlarının kimlerin yanında ve hangi koşullarda verildiği yıllardır AiHM kararlarında detaylarıyla anlatılmakta ve bu uygulama hakkında birçok ihlal kararı bulunmaktadır. Hal böyle iken,  AYM’nin sağlık raporlarına atıf yapması gerçekten ilginçtir.

Sonuç olarak bu karar; AYM’nin uyguladığı cezasızlık kültürünün somut bir örneğidir. Zira, özellikle 15 Temmuz sonrası adam kaçırmalarda izlenen yöneteme benzer şekilde Önder Asan gün ortasında devlet görevliler tarafından kaçırılmış, Yusuf Bilge Tunç dosyasından farklı olarak bu olayda arkalarında delil de bırakmalarına rağmen AYM, başvurucunun kaçırılması ve günlerce işkence görmesi gerçeğini gözardı etmiş, işkence ve kötü muamele yasağının esas bakımından ihlal iddiasını incelememiş ve sadece usul yönünden inceleme yaparak ihlal bulmuştur. Verdiği ihlale daimi arama kararlarını gerekçe yapan AYM, kararın icrası bakımından olayın sorumluları hakkında anlamlı ve etkin soruşturma yürütülmesini istemek yerine, yine daimi arama dosyasını gerekçe göstererek ilave işlem yapılmasına gerek olmadığına karar vermiştir. AYM’nin bu kararı, Mahkeme’nin Türkiye’de adam kaçırma ve işkence iddiaları bakımından ne derece yüzeysel inceleme yapıp yerleşik cezasızlık kültürünün bir parçası olduğunun açık bir örneği olmuştur.

4. AYM’nin Merve Salbars Kararı

Konuya örnek son karar Merve Salbars başvurusuna ilişkindir.[4]

a. Başvuruya Konu Olay

Başvuru, tutuklu olarak ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun hastaneye sevki ve tıbbi işlemler esnasında kelepçe kullanılması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/11/2019 tarihinde yapılmıştır.

Başvurucu; silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, başka bir suçun delillerini gizlemek ya da yakalanmamak amacıyla öldürme, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarını işlediği iddiasıyla Ankara Batı 2. Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/7/2016 tarihli kararıyla tutuklanmıştır.

Başvurucu, 30/6/2018 günü akşam saatlerinde tutuklu olarak bulunduğu Sincan Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) şiddetli karın ağrısı, ateş ve kusma şikâyetleri ile sırasıyla Kampüs Hastanesi, Sincan Devlet Hastanesi ve Ankara Numune Hastanesine sevk edilerek aynı gün gece saatlerinde Ankara Numune Hastanesi Acil Cerrahi Servisinde akut apandisit tanısı ile apendektomi operasyonu geçirmiştir.

Başvurucu, yürüyecek durumda olmaması sebebiyle koğuştan mahkûm kabule kadar infaz koruma memurlarınca tekerlekli sandalye ile götürüldüğünü, bu aşamadan sonra uzman jandarma personelinin kötü muamelesine maruz kaldığını, hekim tarafından muayene neticesinin anlatıldığı sırada zorla odadan çıkarıldığını, tomografi çekilmesi ve serum verilmesi işlemleri sırasında kelepçelerinin açılmadığını belirtmiştir. Başvurucu 8/5/2019 tarihli dilekçeyle Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) uzman jandarma personeli hakkında suç duyurusunda bulunmuştur.

Başvurucunun İddiaları

Başvurucunun iddiaları özetle şöyledir:

– Yapılan işlemler ve sevk sırasında 112 Acil ekibinin ilk müdahalesinin ardından ayakta duramayacak hâldeyken hiçbir mukavemet göstermemesine, talimatlara uymasına rağmen kendisini teslim alan uzman jandarma tarafından sağlık durumu ve kendinde olmaması dikkate alınmaksızın kelepçelenmiştir.

– Kampüs Hastanesinde bulunduğu sırada ağrısı çok şiddetli olduğundan ve kelepçe baskı yaptığından kelepçesinin açılmasını istemiş ancak olumsuz cevap almıştır.

– İdrar örneği vermek için tuvalete gittiğinde giriş kapısında uzman jandarma personeli tarafından kadın infaz koruma memuruna “Bu 4. Ağır ya, Akıncı bu” denilmek suretiyle hedef gösterilmiştir.

– Kan verdikten sonra kanamasının durması için tampon yapılmasına dahi fırsat verilmeden tekrar kelepçelenmiştir.

– Muayeneden sonra acilen Sincan Devlet Hastanesine gönderilmek üzere araca binerken mide bulantısı olduğu için kusma ihtimaline karşı boş çöp torbası istemiş ancak isteği reddedilmiştir.

– Sincan Devlet Hastanesine, sonrasında da Numune Hastanesine götürülmesi sırasında araçta oturduğu yerin tekerleklerin üzerinde olması ve ellerinin kelepçeli olması nedeniyle sabit duramamış, bu sebeple sancısı ve mide bulantısı dayanılmaz hâle gelmiştir.

– Sincan Devlet Hastanesinde genel cerrahi uzmanı hekimin muayenesi sırasında uzman jandarma içeride kadın infaz koruma memuru olmasına rağmen odada bekleyerek hasta mahremiyetini ihlal etmiş ve hekim muayene sonucunu söylerken de “hadi hadi sen çık, memur senin yerine dinler” diyerek zorla kendisini odadan çıkarmıştır.

– Tomografi sırasında kelepçeleri açılmamış, tomografi kelepçeli olarak çekilmiştir. Ağrısının şiddetinden dolayı yürümekte zorlanmasına rağmen elleri kelepçeli olarak arabaya bindirilmek üzere hastane çıkışına kadar yürütülmüştür. Hastane çıkışında infaz koruma memuruna hekimin “acile yatırın” dediğini iletmesi üzerine yeniden acil servise götürülmüştür. Acil serviste yatarak tedavi görmekte iken serum takıldığı esnada kelepçe çözülmemiştir.

– Ameliyat kararı verilmesi üzerine ameliyathane önlüğü giyeceği esnada jandarma uzman personeli infaz koruma memurunun birkaç kez uyarması sonucunda ancak odadan çıkmıştır.

c. Savcılığın Takipsizlik Kararı

Başvurucunun yaptığı suç duyurusu hakkında Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığınca 30/7/2019 tarihinde soruşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:  “…5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 158/6. maddesinde ‘İhbar ve şikâyet konusu fiilin suç oluşturmadığının herhangi bir araştırma yapılmasını gerektirmeksizin açıkça anlaşılması veya ihbar ve şikâyetin soyut ve genel nitelikte olması durumunda soruşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilir.’ şeklinde düzenlemeye yer verildiği, olayımızda yukarda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere Merve Duğan’ın rahatsızlanması üzerine Kampüs Hastanesi, Sincan Devlet Hastanesi ve Ankara Numune Hastanesi olmak üzere muayene ve tetkiklerinin yapıldığı, devletin tüm kurum kuruluşlarıyla tutuklunun sıhhatine kavuşabilmesi konusunda seferber olduğu ve en etkin bir şekilde ameliyat yapılmasını sağladığı, ihbar edenin iddiasına konu olayın görevi kötüye kullanma, hakaret, tehdit vb. herhangi bir suça vücut vermediği, şikayet edilen uzman jandarma personeline yönelen eylemin doğru olup olmadığı hususunun idari soruşturmaya konu olabileceği değerlendirilmekle, ihbar ve şikâyet konusu fiilin suç oluşturmadığının herhangi bir araştırma yapılmasını gerektirmeksizin açıkça anlaşılması nedeniyle, Şikayet edilen hakkında, ihbara konu olay nedeniyle kamu adına SORUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞINA…”

Başvurucu; soruşturmaya yer olmadığına dair karar verilebilmesi için şikâyete konu fiilin suç oluşturmadığının açıkça anlaşılması ya da şikâyetin soyut ve genel nitelikte bulunması gerektiğini, olayda her iki şartın da sağlanmadığını belirterek anılan karara itiraz etmiştir. Başvurucunun itirazı Ankara Batı 2. Sulh Ceza Hâkimliğince 23/9/2019 tarihinde reddedilmiştir.

d. AYM’nin Usul Yönünden Verdiği İhlal Kararı

AYM, bu başvuruyu kötü muamele yasağının maddi boyutundan değil, usul boyutundan incelemiş ve buna gerekçe olarak da; kamu makamları tarafından olaya ilişkin ceza soruşturması başlatılmaması dikkate alındığında, maddi yönden inceleme yapılabilecek bilgi ve kanıt bulunmamasını göstermiştir.

Sadece bu ifade bile AYM’nin işkence ve kötü muamele başvuruları için etkisiz bir iç hukuk yolu olduğuna göstermeye yeterlidir. Zira AYM, insan hakları noktasında faaliyetlerini değerlendirmesi gereken kurumların etkisiz ve delilleri yok etmeye yönelik işlemlerine dayanmıştır. Bu kabul, hiyerarşik anlamda kendi statüsünün bu soruşturma makamlarının üstünde olduğunu gerçeğinin bizzat AYM tarafından inkarıdır.

Maddi boyutu inceleme konusunu böyle savuşturan AYM, somut başvuruda yetkili makamlarca başvuruya konu olayın gerçekleşme koşullarına ilişkin herhangi bir inceleme yapılmaksızın takipsizlik kararı verildiğini belirterek, kötü muamele yasağının usul boyutundan ihlal vermiştir.

Kararda, başvurucunun başsavcılık tarafından delil yokluğu ve benzeri gerekçelerle reddedilmeyen kelepçelenme iddiası dışındaki nakil aracında yaşanan sarsıntı sonucu acı çekmesine yol açan bazı tutum ve davranışlar sergilenmesi, kan verme işleminden sonra kanama durmadan kelepçelenmesi ve serum takılması işlemlerinin kelepçeli olarak yapılması iddiaları ile diğer iddialar yönünden idari soruşturmaya işaret edilmiş ve başvurucunun kötü muamele yasağı kapsamında savunulabilir olduğu değerlendirilen bu iddiaları bakımından soruşturma başlatma yükümlülüğüne aykırı hareket edildiği sonucuna ulaşılmıştır.

Görüldüğü üzere, Türkiye’nin AiHM’i iddiasında olan bir mahkeme, insan onuru ve haysiyetinin korunması gibi temel bir hukuki menfaate hizmet eden kötü muamele yasağını mümkün olduğunca siyasi erki rahatsız etmeyecek bir yüzeysellikle yorumlamaktadır. Bu örnek kararların başvuru tarihinin 2018 ve 2019, karar tarihlerinin de 2023 olduğu dikkate alındığında, hayati nitelikteki bu ihlal iddialarının bu kadar uzun sürede karara bağlanması, AYM’nin bizzat kendi sürecinin etkin soruşturma yükümlülüğüne aykırı bir durum oluşturduğunun göstergesidir.

 

[1]            Başvuru Numarası: 2018/4604, 12/4/2023, https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/4604.

[2]            Başvuru Numarası: 2018/18685, 16/3/2023, https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/18685

[3]            AİHM’in Perez/Fransa kararı, B. No: 47287/99, 12/2/2004, § 70.

[4]            Başvuru Numarası: 2019/36166, 30/3/2023, https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/36166

Anayasa Mahkemesi’nin Oluşturduğu Cezasızlık Kültürü ve Somut Örnekleri yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/anayasa-mahkemesinin-olusturdugu-cezasizlik-kulturu-ve-somut-ornekleri/feed/ 1
NECİP HABLEMİTOĞLU SUİKASTI İDDİANAMESİNE İLİŞKİN DEĞERLENDİRME https://hukukpenceresi.com/necip-hablemitoglu-suikasti-iddianamesine-iliskin-degerlendirme/ https://hukukpenceresi.com/necip-hablemitoglu-suikasti-iddianamesine-iliskin-degerlendirme/#respond Sun, 11 Dec 2022 15:55:06 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9002 1. Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Öğretim Görevlisi olan Dr. Necip Hablemitoğlu, 18 Aralık 2002 tarihinde, 06 TF 647 plakalı aracı ile Portakal Çiçeği Sokak No:40 Çankaya adresindeki ikametgâhına ait açık otoparka geldiğinde silahlı saldırıya uğramış ve hayatını kaybetmiştir. Olay nedeniyle yürütülen soruşturmada 2015 yılına kadar hiçbir sonuç alınamamışken, 2015 yılında Zihni Çakır isimli […]

NECİP HABLEMİTOĞLU SUİKASTI İDDİANAMESİNE İLİŞKİN DEĞERLENDİRME yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
1. Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Öğretim Görevlisi olan Dr. Necip Hablemitoğlu, 18 Aralık 2002 tarihinde, 06 TF 647 plakalı aracı ile Portakal Çiçeği Sokak No:40 Çankaya adresindeki ikametgâhına ait açık otoparka geldiğinde silahlı saldırıya uğramış ve hayatını kaybetmiştir. Olay nedeniyle yürütülen soruşturmada 2015 yılına kadar hiçbir sonuç alınamamışken, 2015 yılında Zihni Çakır isimli kişinin Twitter paylaşımları ve 5.2.2015 tarihinde alınan ifadesiyle soruşturmada yeni bir süreç başlatılmış ve bunun sonucunda Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 11.11.2022 tarih ve 2004/121619 soruşturma, 2022/62858 Esas sayılı iddianamesi ile, Fethullah Gülen, Mustafa Özcan, Enver Altaylı, Aydın Köste, Mustafa Levent Göktaş, Fikret Emek, Ahmet Tarkan Mumcuoğlu, Nuri Gökhan Bozkır, Mehmet Narin ve Ali Serhat Ilıcak hakkında dava açılmıştır.

2. Soruşturma savcısına göre, özetle, Necip Hablemitoğlu Gülen Hareketi hakkında Köstebek isimli bir kitap çalışması yapmıştır. Gülen Hareketi bu çalışmayı engellemek için Necip Hablemitoğlu ile görüşmek istemiştir. Başarılı olamayınca Gülen Hareketi yöneticilerinden Mustafa Özcan eski bir MİT mensubu olan Enver Altaylı ile görüşmüş, Enver Altaylı da Aydın Köstem isimli şahıs aracılığıyla Özel Kuvvetler Komutanlığında görevli Albay Mustafa Levent Göktaş ile görüşmüş, hatırı sayılır bir para karşılığında Hablemitoğlu’nu öldürülmesi istenmiştir. Levent Göktaş, kendisine bağlı Fikret Emek, Ahmet Tarkan Mumcuoğlu, Nuri Gökhan Bozkır ve Mehmet Narin isimli üyelerinden oluşan silahlı bir suç örgütü kurmuştur. Levent Göktaş, Necip Hablemitoğlu’nu Nuri Gökhan Bozkır üzerinden takibe almış, olay yerinde keşif yaptırmış, sonrasında örgüt içerisinden Fikret Emek ile birlikte hareket eden Ahmet Tarkan Mumcuoğlu’na öldürtmüştür.

3. Esasında bu iddianameye kısaca “Zihni Çakır Senaryosu” denebilir. Zira suikast soruşturmasında 2015 yılından sonra başlatılan yeni süreç, bütünüyle Zihni Çakır’ın senaryosuna paralel bir şekilde yürütülmüştür. Zihni Çakır’ın, 2014 sonlarında Twitter hesabından yaptığı paylaşımlar üzerine 5.2.2015 tarihinde olaya ilişkin ifadesi alınır. Zihni Çakır bu ifadesinde, ismini vermediği bir kaynaktan edindiğini söylediği bilgileri aktararak bazı iddialarda bulunur(s.42). 18.9.2017 tarihli savcılık ifadesinde ise kendisine bu bilgileri veren kişinin Nuri Gökhan Bozkır olduğunu açıklar ve aynı iddiaları tekrar eder(s.59). (Bu ifadelerin içeriğinden aşağıda ayrıca bahsedilecektir). Zihni Çakır’ın Nuri Gökhan Bozkır’a dayandırdığı bu iddialar soruşturma savcısı tarafından da sahiplenilerek iddianameye dönüştürülmüştür. O kadar ki, savcı, Zihni Çakır’ın ifadesi ile Bozkır’ın beyanlarının çeliştiği durumlarda bile, Zihni Çakır’ın iddialarına üstünlük tanımaktadır. Oysa Zihni Çakır kendi ifadesinde geçen bilgileri Bozkır’dan aldığını söylemiştir. Ancak savcı, çelişen durumlarda bilginin asıl kaynağına değil, o kaynaktan aktarım yaptığını iddia eden Zihni Çakır’a itibar etmektedir. Nitekim savcı, s.101’de bu hususu şu sözlerle itiraf etmektedir: “…Nuri Gökhan Bozkır’ın bu konuda doğruyu söylemediği, Zihni Çakır’a başlangıçta yaptığı aktarımların doğru kabul edilmesi gerektiği kanaati Cumhuriyet Başsavcılığımızda oluşmuştur.” Bozkır’ın Zihni Çakır’a başlangıçta yaptığı aktarımların ne olduğu konusunda ise Çakır’ın bahsi geçen ifadeleri dışında delil yoktur.

4. Soruşturma savcısı, Zihni Çakır’ın ifade ettiği senaryonun dışına çıkmamaya özen göstermiş, suikasta ilişkin tek somut beyanda bulunan Nuri Gökhan Bozkır’ın beyanlarının büyük bir kısmına itibar etmemiş ve bu bağlamda Bozkır’ın ifadesinde adı geçen bazı şahıslar hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiş, diğer bazı şahıslar hakkında ise hiçbir soruşturma işlemi yapmamıştır. Sonuçta savcı, kendisini mahkeme yerine koyarak Nuri Gökhan Bozkır’ın ifadesinin bir bölümüne itibar etmemiş, Bozkır’ın ifadesinin işine gelen kısımlarını almış, bu ifadede yer almayan bazı eklemelerle birlikte Zihni Çakır’ın senaryosuna uygun şekilde bir iddianame ortaya çıkarmıştır.

5. Soruşturma dosyasında 2014-2015 sonrasında başlatılan süreçte Zihni Çakır’ın etkili olduğu görülmektedir. O döneme ilişkin ve halen süregelen konjonktür kısaca hatırlanacak olursa; Erdoğan Rejimi, 17-25 Aralık 2013 tarihli yolsuzluk ve rüşvet operasyonları sonrasında Gülen Hareketi’ni hedef haline getirerek aşama aşama ötekileştirmiş ve düşman ilan etmiştir. Gülen Hareketi’ni bitirmek, bedel ödetmek ve cezalandırmak için arayışlara girişilmiş ve bunu gerçekleştirmek için “terör örgütü” kapsamında işlem yapılması gerektiği kanaatine varılmıştır.1 Nitekim Rejimin bu yöndeki çalışmasına Nuri Gökhan Bozkır’ın ifadesinde de rastlanmaktadır. Bozkır’ın, emniyet ve savcılık ifadelerinde, 2014 yılında, İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan’ın makam odasında İstanbul Başsavcı Vekili İrfan Fidan ile yaptıkları görüşmede İrfan Fidan’ın kendisine “FETÖ’yü çökertmenin iki önemli unsuru olduğunu, bunlardan birinin MİT Tırları olayı, diğerinin ise Necip Hablemitoğlu cinayeti olduğunu” söylediğini,2 buna karşın kendisinin ise olay hakkında bilgi sahibi olduğunu ve onlara yardımcı olacağını söylediğini belirttiği görülmektedir. Bozkır’ı emniyete yönlendiren kişi ise 2014 yılında tanıştığı Zihni Çakır isimli gazetecidir. Bozkır, Zihni Çakır’ın yönlendirmesi ile 4 kez emniyete gittiğini ve Gülen Hareketi aleyhinde ifade verdiğini söylemiştir. Bozkır, 2015 yılında hakkındaki bir başka soruşturma nedeniyle yurt dışına çıkarak Ukrayna ülkesinde bulunduğu sırada, yine Zihni Çakır’ın yönlendirmesi ile soruşturma savcısının mail adresine (zaferergun@adalet.gov.tr) 4 sayfalık mektup(dilekçe) göndermiş, bir süre sonra Zihni Çakır’ın mektubun savcıya ulaşmadığını söyleyip maili TemBüro@AnkaraEgm adresine göndermesini istemesi üzerine mektubu bu mail adresine göndererek suikasta ilişkin açıklamalarda bulunmuştur. Savcının ve Ankara Emniyeti TEM Şube’nin mail adresini Bozkır’a veren kişi bizzat Zihni Çakır’dır(s.83). Bozkır, gerek 4 sayfalık mektubunda, gerekse Türkiye’ye getirildikten sonra alınan emniyet ve savcılık ifadelerinde suikast olayı bağlamında Gülen Hareketi aleyhinde hiçbir somut bilgi ve iddiada bulunmamıştır. Bozkır’ın ifadesinde, bu olayla ilgili soruşturmaya dahil edilmeden önce, 2014 yılında Zihni Çakır’ın yönlendirmesi ile 4 defa İstanbul Emniyet Müdürlüğüne giderek Gülen Hareketi hakkında bütün bildiklerini anlattığını ve elindeki bilgi ve belgeleri teslim ettiğini söylediği ve hatta bir keresinde İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan ve İstanbul Başsavcı Vekili İrfan Fidan ile de görüştüğü halde(s.83,95), davaya konu olay bağlamında Gülen Hareketi aleyhinde bir bilgi vermediği görülmektedir. Ancak buna rağmen soruşturma savcısı, Bozkır’ın bu ifadesini, kendi kişisel kanaati ile “adının FETÖ/PDY ile anılmak istemediği için bunları belirtmemiştir” şeklinde yorumlamış ve Zihni Çakır’ın anlatımlarının doğru olduğuna karar vermiştir(s.101).

6. Buna göre, soruşturma makamlarının, iddianamedeki senaryonun üreticisi Zihni Çakır ve arkasındaki Erdoğan Rejiminin birinci amacı, Hablemitoğlu suikastını Gülen Hareketi’nin üzerine yıkmaktır. İkinci olarak ise iktidarın 17-25 Aralık 2013 sonrası ortaklık kurduğu Ergenekon adıyla bilinen derin yapıya gözdağı vererek “Suikastın arkasında olduğunuzu biliyoruz, ayağınızı denk alın” uyarısı yapmak istedikleri anlaşılmaktadır.3 Bu nedenle bu iddianamenin hukuki değil, siyasi bir hedef gözettiği kesinlikle söylenebilir. Delil toplamı işlemleri de bu çerçevede yürütülmüş, bu senaryoyu bozacak deliller toplanmamış, toplanan delillerin değerlendirilmesinde de aynı amaç gözetilmiş ve bir kısım deliller savcının kanaati ve kişisel yorumlarıyla devre dışı bırakılmıştır. Bu senaryoyu kanıtlamak için hukuken geçerli delil gösteremeyen savcının bütün yaptığı, tahmin, varsayım ve zorlayıcı yorumlara dayalı olarak kanaat üretmek veya hayal ürünü yorumlarda bulunmak olmuştur. Söz konusu iddianame ile gerçek failleri devlet tarafından bilinen bu suikastın üzerine bir örtü çekildiği ve suikastın arkasındaki güçlerin ifşa edilerek yargı önüne çıkarılması yerine, suçun, olayla ilgisi ispat edilemeyen ve rejimin yok etmeyi hedeflediği bir grubun üzerine yıkılmaya çalışıldığı net olarak görülmektedir.

7. Zihni Çakır’ın, Nuri Gökhan Bozkır’a dayandırdığı ifadelerinde, ilk olarak, suikastla ilgili “Alman Vakıfları” şüphesini bertaraf etme çabasına girdiği görülmektedir. Böylece Gülen Hareketi’ni olayın tek sorumlusu olarak gösterecektir. Bilindiği üzere, Necip Hablemitoğlu’nun ölmeden önceki son araştırması Alman Vakıflarının Türkiye’deki faaliyetleri üzerineydi. Hablemitoğlu, üzerinde çalıştığı Alman Vakıfları dosyasında ulaştığı yeni ve çok önemli bilgileri, 26 Aralık 2002’de Ankara 1 Nolu DGM’de görülmeye başlanacak olan 15 sanıklı “Alman Vakıfları” davasında açıklayacaktı. Hablemitoğlu’nun, Alman vakıflarının Türkiye’de yasal olmayan çalışmalar yaptığı, etnik ve mezhepsel ayrılıkları körüklediği ve altın madeni karşıtlarını örgütlediği yönünde çok önemli bilgilere ulaştığı söyleniyordu. Hablemitoğlu buna ilişkin duruşmadan 8 gün önce öldürüldü.

8. Zihni Çakır, 5.2.2015 tarihli emniyet (s43) ve 18.9.2017 tarihli savcılık (s.59) ifadelerinde, “Necip Hablemitoğlu’nun Alman Vakıflarıyla bilgi ve belgelerin Özel Kuvvetler Komutanlığındaki Gülenciler tarafından servis edildiğini, o bilgi ve belgelerle Necip Hablemitoğlu suikastinin arkasında Alman İstihbaratının olduğu algısının yaratıldığı” şeklinde beyanda bulunmuş ve bu sözlerini Nuri Gökhan Bozkır’a dayandırmıştır. Oysa Nuri Gökhan Bozkır ise ifadelerinde, Tarkan Mumcuoğlu’nun kendisine “Alman vakıfları konusunda da Necip Hoca ile görüştüğünü”(s.85); “Alman Vakıfları konusunda yardımcı olduğunu söylediğini”(s.96) belirtmiştir. Hakkında Gülen Hareketi üyeliği iddiasıyla herhangi bir suçlama bulunmayan ve 2016-2021 yılları arasında MİT’te çalışan Tarkan Mumcuoğlu bu iddiayı yalanlamıştır. Bozkır’ın beyanları doğru kabul edilse bile, Alman vakıfları ile ilgili belge paylaşımı ile suikastın arkasında Alman İstihbaratı olduğuna dair algı oluşturulması faaliyeti birbirinden tamamen ayrı konulardır. Zihni Çakır, bu iddialarda bulunurken, suikasta ilişkin bir şüpheyi yok etmek ve böylece bütün okları Gülen Hareketi’ne yöneltmek istemiştir.

9. Oysa maktulün eşi müşteki Şengül Hablemitoğlu 22.12.2002 tarihli ilk ifadesinde, eşinin Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası Kitabı çıktıktan sonra arabalarının lastiklerinin patlatıldığını, vakıf temsilcisi bir şahsın ev telefonundan arayarak eşini tehdit ettiğini, bazı sivil toplum örgütlerinin eşini hedef gösterdiklerini, çeşitli yerel gazetelerde ve dergilerde, İzmir Barosu’nun çeşitli açıklamalarında, Evrensel Gazetesi’nde, internette Bia-net’te eşini defalarca hedef gösterdiklerini, kitap çıktıktan sonra Alman basınının da çeşitli saldırılarda bulunduğunu beyan etmiş(s.32-33), 29.9.2016 tarihli ifadesinde ise söz konusu kitaptan sonra eşinin Conrad Adenaur Vakfı başkanı olan Wolf Schbolridur ve Frederic Ebert Vakfı’nın adını hatırlamadığı başkanı tarafından tehdit edildiğini beyan etmiştir(s.44). Görüldüğü üzere suikasttaki Alman Vakıfları şüphesi, Zihni Çakır’ın deyimiyle ÖKK’daki Gülenci subayların oluşturduğu bir algı değildir. Bu husus, olaydan 4 gün sonra bizzat müşteki tarafından dile getirilmiş ve o tarihten bugüne kadar medyada da tartışılan bir konudur. Ancak suçu Gülen Hareketi’ne yıkmaya odaklanmış olan soruşturma savcısı bu konuyu hiçbir şekilde araştırmamış, müştekinin verdiği isimleri tanık olarak dahi dinleme zahmetine girmemiştir. Zihni Çakır’ın beyanıyla şekillenen resmi senaryonun dışına çıkılmamıştır.

10. Zihni Çakır, Alman Vakıfları şüphesini devreden çıkardığı ifadesinin devamında: “O dönem Özel Kuvvetler Komutanlığından bulunan hemen herkes suikastın Yüzbaşı Tarkan Mumcuoğlu tarafından işlendiğini bildiğini, suikast silahının Ankara ilinde bulunan Mogan gölünün ODTÜ yakasındaki balçıklı bölgeye atıldığını, yine suikast görevlendirmesinden önce Gülen Örgütü’nün içerisinde etkili olan ve Gülen Örgütünün İstişare Kurulunda yer aldığını tahmin ettiğim Mustafa Özcan ile ClA’nın Türk ajanı olarak bilinen Enver Altaylı’yla bir görüşme yaptığını, bu görüşmede hatırı sayılır bir para karşılığı suikastın işlendiğini, Enver Altaylı’nın Özel Kuvvetler Komutanlığındaki bağlantıları vasıtasıyla süreçte etkili olduğunu söyledi. Bu konuyla ilgili yaptığım araştırmada Tarkan Mumcuoğlu’nun Ergenekon sürecinde aklanması bizzat bana teklif edilen Fikret Emek’in yardımcısı olduğu bilgisine de ulaştım. Ergenekon süreciyle birlikte Tarkan Mumcuoğlu’nun Özel Kuvvetler Komutanlığındaki görevinin bitirilip Özel Kuvvetlerden çıkarıldığını öğrendim. Bu suikastın işlenmesinin Türkiye’de yarar sağladığı tek grubun Gülen Örgütü olduğunu belirtmek isterim.” demiştir(s.43). 5.2.2015 tarihli emniyet ifadesinin ardından 18.9.2017 tarihli savcılık ifadesinde ise, “Ayrıca aynı dönemde Hablemitoğlu’nun Gülen yapılanmasıyla ilgili olarak bir kitap çalışması yaptığını, bu kitap çalışmasını durdurması için FETÖ/PDY örgüt üyesi Mustafa Özcan’ın Hablemitoğlu ile görüşmeler yaptığını bana söyledi. Hablemitoğlu’nu engellemeyeceklerini anlayınca da Mustafa Özcan ile o dönem MİT mensubu olduğunu bildiğimiz Enver Altaylı’nın görüşme yaptığını, bu görüşme sonrasında Hablemitoğlu’nu engellemeyeceğini anlayınca Enver Altaylı’nın Özel Kuvvetlerdeki bağlantıları vasıtasıyla suikastın yapılması işinin Yüzbaşı Tarkan Mumcuoğlu’na verildiğini, Tarkan Mumcuoğlu’nun bu suikastı işlediğini, suikasttan sonra silahı Mogan Gölü’nün ODTÜ yakasında balçıklı bir bölgeye attığını bana söyledi.” şeklinde beyanda bulunmuştur(s.59). Zihni Çakır bu iddiaları Nuri Gökhan Bozkır’ın kendisine aktardığı hususlar olarak kayda geçirmiştir.

11. Soruşturma savcısı, 2015 sonrası yenilediği soruşturmayı bu senaryo çerçevesinde yürütmüş ve bütün iddianameyi Zihni Çakır’ın bu iddiaları kapsamında oluşturmuştur. O kadar ki, yukarıda da belirtildiği üzere, Zihni Çakır bu bilgileri Bozkır’dan aldığını söylediği halde soruşturma savcısı Bozkır’ın bilgi vermediği veya farklı beyanda bulunduğu hususlarda bile Bozkır’ın beyanına tevil getirerek Zihni Çakır’ın iddialarına üstünlük tanımıştır. Aşağıda buna ilişkin örnekler verilecek ve savcının, resmi senaryoyu bozmamak ve hedef kişilerin dışına çıkmamak için Bozkır’ın ifadelerini nasıl bir elemeye tabi tuttuğunu, bu çerçevede ifadenin işine gelmeyen kısımlarını nasıl ve hangi gerekçelerle dışladığını açıklayacağız.

12. Nuri Gökhan Bozkır, 2014 yılında, Zihni Çakır’ın yönlendirmesiyle 4 kez İstanbul Emniyeti’ne gittiğini ve bir keresinde burada, o dönem Başsavcı Vekili, şimdi AYM üyesi olan İrfan Fidan ile de görüştüğünü beyan etmesine rağmen bu olaya ilişkin hiçbir ifade alınmamıştır. 2015 yılında hakkındaki başka bir soruşturmadan kaçarak Ukrayna’ya gitmiş, 2017 yılında Zihni Çakır’ın yönlendirmesiyle 4 sayfalık bir mektup(s.62) yazarak savcının mail adresine göndermiştir. Bunun dışında Türkiye’ye getirildikten sonra ilk olarak 7.2.2022 tarihinde emniyette(s.81), 8.2.2022 tarihinde savcılıkta(s.95) ifade vermiştir. Bozkır, bu mektup ve ifadelerde, Zihni Çakır’ın kendisine dayanarak aktardıklarının aksine, hiçbir şekilde “Gülen Hareketi’nin kitap çalışmasını durdurması için Hablemitoğlu ile görüşmeler yaptığı, sonrasında Mustafa Özcan ve Enver Altaylı’nın devreye girdiği ve Altaylı’nın Özel Kuvvetler’deki bağlantıları ile irtibata geçildiği ve hatırı sayılır bir para verildiği” şeklinde bir iddia ve ifadede bulunmamıştır. Buna rağmen soruşturma savcısı, Bozkır’ın beyanlarına aşağıdaki argümanlarla itibar etmemiş ve Zihni Çakır’ın ifadelerini geçerli saymıştır.

13. Soruşturma savcısı, mektubun “resmi senaryoya aykırı” olduğunun farkına varmış; “mektupta anlatılan hususların Zihni Çakır’a anlattığı bilgilerden farklı olduğu, olayın oluşuna ilişkin doğru olmayan, eksik ve yanlış bir şekilde bu mektubu kaleme aldığı, Bozkır’ın, olayın çözülmesinden ziyade belirsiz ve karmaşık bir hal yaratmak istediği, bu nedenle olayla ilgisi olmayan, husumetli olduğu bazı kişileri de mektuba dahil ettiği, ayrıca hakkında ileri sürülecek olan örgüt üyeliği suçlaması kapsamında etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak düşüncesinde olduğunun değerlendirildiğini” belirtmiştir (s.64). Aynı şekilde savcı, Bozkır’ın verdiği ifadelerle ilgili olarak, olayla ilgili bazı kısımları gerçeğe uygun olamayacak şekilde yanlış aktardığını, Hakan Büyükçulha, Altan Bora, Tan Dervişoğlu, Bülent Kutsal isimlerini de soruşturma dosyasına dahil etmek amacıyla hareket ettiği, bazı olayları, gerçeğe göre daha farklı kurgusal bir anlatım içinde ifade etmesinin sebebinin, örgüt üyeliği suçu açısından etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanmak olduğu, bazı isimleri ise kendilerinden duyduğu rahatsızlık nedeniyle olaya dahil ettiğini ileri sürmüştür (s.101). Bütün bu değerlendirmeler, savcının kişisel kanaat ve yorumlarıdır. Savcının, Bozkır’ın ifadelerinin Zihni Çakır’ın ifadesinden farklı olan kısımlarını “kurgusal ve gerçeğe aykırı” ifade olarak kabul ettiği görülmektedir. Bozkır’ın, Çakır ve savcının zihnindeki senaryo ile uyumlu ifade vermemesi, savcıya göre “gerçeğe uygun olamayacak şekilde yanlış aktarım”, “gerçeğe göre daha farklı kurgusal bir anlatım” olmuştur.

14. Öte yandan savcı, Bozkır’ın, Zihni Çakır’ın iddia ettiği Mustafa Özcan-Enver Altaylı-Özel K.K. ilişkisinden bahsetmemesini ise şöyle yorumlamıştır: “…ifadelerinde belirtilmemesinin sebebi, cinayetin işlenmesinde FETÖ/PDY terör örgütünün rolünün şüphelice kabul edilmesi halinde bu örgüt ile anılmanın kendisinde yaratacağı rahatsızlık duygusu olabileceği düşünülmektedir. Şüpheli Nuri Gökhan Bozkır’ın cinayetin arka planında yer alan kişileri başlangıçta açık şekilde ifade ettiği arkadaşı Zihni Çakır’ın, sonrasında doğruluğu tespit edilen bu hususları kendiliğinden bilmesi mümkün görülmediğinden, Nuri Gökhan Bozkır’ın bu konuda doğruyu söylemediği, Zihni Çakır’a başlangıçta yaptığı aktarımların doğru kabul edilmesi gerektiği kanaati Cumhuriyet Başsavcılığımızda oluşmuştur.”(s.101). Kısaca savcı, Bozkır’ın emniyete ve savcılığa verdiği ifadelerin yanlış, Zihni Çakır’a söylediklerinin doğru olduğuna kanaat getirmiştir. Bozkır ise savcılık ifadesinde şöyle demiştir: “Zihni Çakır ile ilk görüşmemde herhangi bir isim vermedim. Ancak daha sonraki görüşmelerimde suikastı Özel Kuvvetlerdeki bir yapılanmanın gerçekleştirdiğini, Fikret Emek ve Tarkan Mumcuoğlu’nun bu cinayetin işlenmesinde bulunduklarını bilindiğini ifade ettim. Ancak cinayete ilişkin detay, Enver Altaylı ya da Mustafa Özcan isimlerini söylemedim.”(s.95). Buna göre Zihni Çakır’ın bu iki isimle ilgili iddialarının hiçbir dayanağı yoktur. Bozkır’ın Zihni Çakır’a ne söylediğine ilişkin, Çakır’ın kendi anlatımları dışında hiçbir delil de gösterilmemiştir. Sonuçta soruşturma savcısı, Zihni Çakır’ın beyanında vücut bulan resmi senaryonun dışına çıkmamaya özen göstermiş ve Bozkır’ın ifadelerinin büyük bir kısmını da bu nedenle “gerçeğe aykırı, kurgusal ve maksatlı ifade” olarak nitelemiştir.

15. Aşağıda buna ilişkin diğer örnekler paylaşılacaktır. Bu bölümde savcının doğru veya yanlış karar verdiği şeklinde bir değerlendirme yapılmayacak, sadece savcının Bozkır’ın ifadelerinden hangi kısımları hangi gerekçelerle inandırıcı bulmadığı, hangi kısımları doğru kabul ettiği ve o kısımda hangi iddiaların yer aldığı üzerinde durulacaktır. Bütün bunlar Bozkır’ın beyanlarının sıhhat ve güvenilirliği açısından da önem arz etmektedir. Bozkır’ın ifadeleri iddianamede 81-101. sayfalar arasında yer almaktadır. Bütün ifadeyi buraya almamız mümkün olmadığından, kişilere ve ara eylemlere ilişkin iddialar özet olarak verilecek ve bu iddialara karşı savcının yorum ve kararı belirtilecektir.

16. HAKAN BÜYÜKÇULHA: Nuri Gökhan Bozkır, Eylül 2001 tarihinde, kendisinin Tim komutanı olan Hakan Büyükçulha’nın odasına girdiğini, onun dışarı çıktığı bir esnada bilgisayar ekranına baktığında hedef şahıs ifadesi yazan bir form olduğunu gördüğünü, formun üzerinde Necip Hablemitoğlu’nun resminin olduğunu, adresine varıncaya kadar çeşitli kişisel bilgilerin de burada yer aldığını, irtibat kuran personel olarak da Fikret Emek ve Tarkan Mumcuoğlu isimlerinin yazılı olduğunu gördüğünü iddia etmiştir (s.85, 96). Yine, hatırlamadığı bir tarihte Levent Göktaş’ın İrfan isimli arkadaşının ofisinde bir toplantı olduğunu, Levent Göktaş, Hakan Büyükçulha, Fikret Emek ve Mehmet Narin’in toplantıda yer aldığını, Fikret Emek’in sahada olması gerektiği, (hedef) kişiden belgeleri Fikret Emek’in alacağı, Hakan Büyükçulha ile birlikte hareket edecekleri gibi konuşmalar yapıldığını, Levent Göktaş’ın Fikret Emek’e eylemin 18.12.2002 günü Galatasaray’ın maç saatinde gerçekleşeceği en uygun saat olduğunu söylediğini beyan etmiştir (s.86-87, 98-99).

17. Bu iddialardan ilki, iddianamenin kurgusunu tamamen çöpe atacak nitelikte bir iddiadır. Bozkır, her iki ifadesinde de Eylül 2001 tarihinden söz etmektedir. Soruşturma savcısı ise Gülen Hareketi’ni suçlarken ortaya attığı Mustafa Özcan-Enver Altaylı-Özel K.K. irtibatını, Ekim-Aralık 2002 tarihli HTS trafiğine dayandırmaktadır. Hablemitoğlu’nun bu tarihlerden 1 yıl önce Eylül 2001 tarihinde hedef konumunda olduğunun kabul edilmesi halinde, savcının irtibat iddiası ve buna dayandırdığı kurgusal senaryosu bütünüyle çökecektir. Nitekim savcı, Hakan Büyükçulha hakkındaki iddiaları, “…şüphelinin bu hususta Cumhuriyet Başsavcılığımızı yanıltmaya çalıştığı kanaati oluşmuştur. Zira ifadenin bu kısmı derinlemesine okunduğunda şüphelinin bu hususta söylediği sözleri ifade ediş şeklinin 20 yıl önceki bir olayı anlatır gibi değil de sanki dün olmuş bir olayı anlatır gibi çok fazla detay içermesi Cumhuriyet Başsavcılığımızda şüphe uyandırmıştır.” şeklindeki sözlerle gerçekçi bulmamış, “…ifadesinin bu kısmının kurgulandığı izlenimini vermektedir. ….. ifadesinin bu kısmının içerdiği detaylar bakımından kurgulandığı izlenimini vermektedir.” demiştir. Savcı, Bozkır’ın verdiği ifadeyi, “bazı silah arkadaşlarını maktul Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmesi eylemi ile ilişkilendirmek suretiyle bu kişilerden intikam almak düşüncesi” olarak yorumlamış, Hakan Büyükçulha hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verirken, Bozkır hakkında da Hakan Büyükçulha’ya karşı iftira suçundan soruşturma başlatmıştır (s.118-119).

18. MEHMET NARİN: Nuri Gökhan Bozkır, yukarıda bahsi geçen Levent Göktaş’ın İrfan isimli arkadaşının ofisinde yapılan toplantıya kendisini Levent Göktaş’ın astsubayı olan Mehmet Narin’in çağırdığını ve Mehmet Narin’in de bu toplantıda hazır bulunduğunu iddia etmiştir (s.86-87, 98).

19. Soruşturma savcısı, Mehmet Narin’in, maktul Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmesi eylemine katıldığının tespit edilemediğini, ancak Narin’in, Levent Göktaş ile olay tarihinde kurmuş olduğu emir komuta ilişkisi ile açıklanamayacak olan irtibat ve ilişkisi, Levent Göktaş’ın, kurmuş olduğu örgütün işlemiş olduğu suçları bilebilecek seviyede oluşu, Levent Göktaş’a örgüt faaliyeti çerçevesinde sağladığı kolaylıklara bakıldığında, Narin’in adam öldürmek için kurulan suç örgütü içerisinde yer aldığına ve suç örgütü üyesi olduğuna kanaat getirerek hakkında sadece örgüt üyeliğinden dava açmıştır (s.283).

20. ALTAN BORA, TAN DERVİŞOĞLU VE BÜLENT KUTSAL: Nuri Gökhan Bozkır, 4 sayfalık mektubunda, cinayetin Fikret Emek, Tarkan Mumcuoğlu, Altan Bora, Tan Dervişoğlu ve Bülent Kutsal’ın bilgisi ve dahliyle işlendiğini, Bülent Kutsal’ın cinayet silahını Tan Dervişoğlu ile birlikte yaptıkları koşu şırasında Mogan Gölüne attığını söylemiş (s.63), daha sonra verdiği emniyet ve savcılık ifadelerinde ise, 2002 yılı Kasım ayı ortalarında Levent Göktaş’ın kendisine maktulün evinin bulunduğu Portakal Çiçeği Sokağı’nın keşfini yapma görevi verdiğini, yaptığı keşif sonrası hazırladığı raporu Göktaş’a verdiğini, Göktaş’ın rapora baktıktan sonra Fikret Emek’e vermesini söylediğini, bunun üzerine raporu Fikret Emek’e verdiğini, Fikret Emek’in rapora bakıp kendisinin de bu bölgeye gideceğini, Altan Bora ve Tan Dervişoğlu’nun gideceğini (keşfini yapacağını) söylediğini(s.86, 97), keşiften sonraki bir gün Bülent Kutsal’ın Levent Göktaş’ın makamına gelerek “şahsın aracını uzaktan kumanda ile çalıştırdığını, bundan dolayı patlama sisteminin kullanılmayacağını, onun yerine başka bir yöntemin kullanılması gerektiğini” söylediğini, Levent Göktaş’ın da “tamam planlarız” diye cevap verdiğini iddia etmiştir(s.86, 98).

21. Nuri Gökhan Bozkır, 07-08.02.2022 tarihinde verdiği bu ifadelerin ardından 19.10.2022 tarihinde cezaevinden gönderdiği 19.10.2022 tarihli dilekçesinde ise, silahın Mogan Gölüne atılmadığını, böyle bir olay yaşanmadığını, Sauna Çetesi davasında kendisini kötü bir asker olarak gösteren Altan Bora, Tan Dervişoğlu ve Bülent Kutsal’ın isimlerini kasıtlı olarak verdiğini beyan ettiği görülmüştür(s.130).

22. Soruşturma savcısı, adı geçen şahısların Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmesi eylemi içerisinde yer aldıklarına dair Nuri Gökhan Bozkır’ın ifadesi dışında her hangi bir delil tespit edilemediğini, ilgisi olmayan bazı şahısları bu eyleme karışmış gibi ifade etmesinin sebebinin geçmişte kendisinin Türk Silahlı Kuvvetlerinden ihracında etkisi olduğunu düşündüğü bazı silah arkadaşlarını bu eylem ile ilişkilendirmek suretiyle bu kişilerden intikam almak düşüncesi olduğunu, bu nedenle adı geçenler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına kararı verildiğini ve Bozkır hakkında adı geçen kişilere yönelik iftira suçundan soruşturma açıldığını açıklamıştır(s.129-130).

23. Soruşturma savcısı, Bozkır’ın ifadelerinin bir kısmına “kasıtlı”, “kurgusal”, “yanıltıcı beyan” gibi gerekçelerle yaklaşırken, haklarında dava açtığı bazı sanıklar bakımından aynı kişinin ifadelerini bu tür bir kritiğe tabi tutmamış ve sanık savunmalarına da itibar etmemiştir. Bunun yanı sıra, hukuka aykırı olarak dosyaya celp ettiği tüm Türkiye’nin CDR kayıtları içerisinden, Bozkır’ın ifadesinde geçen Levent Göktaş, Tarkan Mumcuoğlu ve Fikret Emek’in HTS trafiklerini sadece birbirleri ile irtibatları yönünden incelemeye alırken, aynı ifadedeki Hakan Büyükçulha, Altan Bora, Tan Dervişoğlu ve Bülent Kutsal’ın HTS trafiklerini, diğer sanıklarla irtibatlarını ve olay öncesi ve sonrası görüşmelerine ilişkin detaylı bir inceleme yapmamış, şüpheli bir durum olmadığını öne sürerek bu kayıtları gözlerden kaçırmış ve iddianamede yer vermemiştir. Savcının, bazı sanıkların birbiri ile irtibatlı olduğuna ilişkin en büyük kozu HTS kayıtları iken, hakkında dava açmadığı kişilerin HTS kayıtları ile ilgili bir karşılaştırma yapmamış olması dikkat çekicidir. Oysa bu şahısların hepsi aynı kurumda görev yapmaktadır ve birbiri ile irtibatlıdır. Örneğin Nuri Gökhan Bozkır’ın komutan yardımcısı olarak görev yaptığı Tim’in komutanı Hakan Büyükçulha’dır. Hakan Büyükçulha’nın, emri altındaki bir subayın faaliyetlerinden bütünüyle habersiz olması düşünülemez. Buna rağmen bu olayda, Bozkır’ın aleyhe ifadesine rağmen, Hakan Büyükçulha’nın ifadesi tanık olarak dahi alınmamıştır.

24. Öte yandan, cinayetin işlendiği tarihte Emniyet Genel Müdürlüğü Merkez Cinayet Büro Amiri iken cinayetin soruşturulmasında görev yapan Tamer Topsakal, 20.09.2017 tarihli ifadesinde; “2004-2005 yıllarından bu yana Gökhan Nuri Bozkır ile tanıştım ve ara ara görüşmelerimiz oluyordu. 2014 yılı içerisinde Gökhan Nuri Bozkır çok sık takıldığı Turan Güneş Bulvarı üzerindeki Angora isimli pastanede ara ara görüşmelerimiz oluyordu. Bir konuşmamızda bana Necip Hablemitoğlu suikastına ilişkin bir takım bilgiler verdi. Necip Hablemitoğlu’nun özel kuvvetler içerisinde yapılanmış FETÖ mensubu kişiler tarafından öldürülmüş olduğunu, hatta suikastı işleyenin o dönemde özel kuvvetlerde subay olan yanlış hatırlamıyorsam Altan Bora isimli kişi olduğunu, bu silahı özel kuvvetlerin civarında olan Mogan gölüne yaptığı bir spor eğitiminde atmış olduğunu bana aktardı. Bu görüşme sırasında yanımızda Zihni Çakırın olup olmadığını hatırlamıyorum.”(s.61) demiştir. Tamer Topsakal ve Zihni Çakır’ın ifadelerine göre Tamer Topsakal, Nuri Gökhan Bozkır’ı Zihni Çakır ile tanıştıran kişidir ve Bozkır, Zihni Çakır’dan önce Tamer Topsakal ile görüşmüştür. Topsakal’ın, Bozkır’a atfen Altan Bora ve cinayet silahının Mogan Gölü’ne atılması ile ilgili söyledikleri, Bozkır’ın Ukrayna’dan gönderdiği mektuptaki beyanları ile ve yine Zihni Çakır’ın Bozkır’a atfen aktardıkları ile uyumludur. Bu durum, yukarıda belirtilen tespitlerle birlikte değerlendirildiğinde, savcının Hakan Büyükçulha, Altan Bora, Tan Dervişoğlu ve Bülent Kutsal’ın hukuki durumu hakkında alelacele kovuşturmama kararı vermesi, açık bir şekilde bu kişilerin korunduğunu ve yargılamadan kaçırıldığını göstermektedir. Oysa bütün bu şüpheli durum karşısında, adı geçen kişiler hakkındaki nihai kararın mahkemeye bırakılması gerekirdi.

25. Bozkır’ın adı geçen kişilerle ve cinayet silahının Mogan Gölü’ne atılması ile ilgili önce 2014’te Tamer Topsakal’a, sonra Zihni Çakır’a anlattıkları, daha sonra 2017’de Ukrayna’dan gönderdiği mektupta açıkladıkları birbiri ile uyumlu iken, Bozkır, tutuklanmasının ardından cezaevinden gönderdiği 19.10.2022 tarihli dilekçe ile birdenbire bu beyanlarını geri çekmiştir. Aşağıda ayrıca bahsedileceği üzere Bozkır, 07-08.02.2022 tarihli emniyet ifadelerinde Ukrayna’dan mektup göndermesinin ardından Levent Göktaş, Levent Bektaş ve Altan Bora isimli şahıslar tarafından ayrı ayrı zamanlarda tehdit edildiği beyan etmiştir. Savcı, bu beyanların üzerinden 7 ayı aşkın bir süre geçtikten sonra Bozkır’ın cezaevinden gönderdiği ve bazı isimleri kasıtlı olarak verdiğine dair 19.10.2022 tarihli dilekçesinin bu tehditler sonucu verilmiş olabileceği ihtimalini de göz ardı etmiş, kovuşturma sonucunu beklemeden kendisini mahkeme yerine koyarak Bozkır’ın Hakan Büyükçulha, Altan Bora, Tan Dervişoğlu ve Bülent Kutsal hakkındaki beyanlarının kasıtlı ve maksatlı olduğuna karar vermiş ve Bozkır hakkında iftira suçundan dava açılmasına karar vermiştir.

26. KAMİL METİN: Nuri Gökhan Bozkır, Tarkan Mumcuoğlu’nun kendisinden istihbarat kısmında ihtiyaç olduğunda kullanılacak sim kart ve araç konusunda yardımcı olmasını istediğini, sim kart temini için kendi timinde astsubay olan Kamil Metin’in telefon işleriyle uğraşan kardeşine Tarkan Mumcuoğlu ile irtibata geçmesini söylediğini, daha sonra Kamil Metin’den istihbarat şubeye 20 adet sim kart aldıklarını öğrendiğini beyan etmiştir(s.85, 96).

27. Soruşturma sonucunda, Kamil Metin’in olayda Nuri Gökhan Bozkır hariç diğer şüpheliler ile bir irtibatının, olay ile bir bağlantısının bulunmadığı, söz konusu GSM irtibatlarının ise olay tarihinde tesadüfi olarak gelişen ve olaya uygun düşen irtibatlar olduğu, maktulün öldürülmesi eyleminde yer aldığına dair somut bir tespit yapılamadığından hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir(s.135).

28. ADNAN KAYĞUSUZ’DAN ARAÇ TEMİN EDİLMESİ OLAYI: Nuri Gökhan Bozkır, yukarıdaki iddiasının devamında, araç ihtiyacı için de Adnan Kayğusuz isimli şahısla görüştüğünü ve ismini Tarkan Mumcuoğlu’na verdiğini beyan etmiştir(s.85, 96).

29. Soruşturma sonucunda, bazı tanık beyanlarına dayanılarak tespit edilen İrfan Birkan isimli şahsa ait 06 TBZ 08 plakalı beyaz Tofaş Doğan S marka ve model aracın, İrfan Birkan’dan alınarak Adnan Kayğusuz tarafından Nuri Gökhan Bozkır’a verilerek olay yerinde keşif ve gözetleme faaliyetlerinde kullanıldığının değerlendirildiği, İrfan Birkan’a ait aracın maktul ile eşinin bir arada bulunduğu farklı bir tarihte takip için kullanılmış olduğunun kuvvetle muhtemel olduğu, tüm bu takip eylemlerinin Nuri Gökhan Bozkır’ın olayda üstlendiği keşif görevi ile bağdaşan bir durum olduğu değerlendirmesine yer verilmiştir(s.106-107). Buna göre, Bozkır’ın beyanının aksine, olayın araç ihtiyacı için irtibat ayarlanmasından ibaret olmadığı, daha ötesinde, İrfan Birkan’a ait aracın Adnan Kayğusuz vasıtasıyla alınarak Bozkır tarafından keşif için kullanıldığı iddia edilmiştir.

30. HIZIR ŞİMŞEK’TEN HURDA TAŞIYICI ARAÇ ALINMASI OLAYI: Nuri Gökhan Bozkır, 2002 yılı Kasım ayı ortalarında Levent Göktaş’ın kendisine maktulün evinin bulunduğu Portakal Çiçeği Sokağı’nda keşif yapma görevi verdiğini, hurdacı kılığında keşif yapmaya karar verdiğini ve Hızır Şimşek isimli şahıstan aldığı 4 tekerlekli hurda taşıyıcı arabayı bir kamyonete yükleyerek hedef sokağın yakınlarına kadar götürdüğünü ve keşif yaptığını beyan etmiştir (s.86,97).

31. Soruşturma savcısı bu beyanları gerçekçi bulmamış; Nuri Gökhan Bozkır’ın Hızır Şimşek’in telefonunu 09/10/2002, 30/11/2002 ve 30/11/2002 tarihlerinde 3 kez aradığı, Hızır Şimşek’in ifadesinde, Nuri Gökhan Bozkır’ın kendisinden bir keresinde simit tezgahı satın aldığını, diğer bir zamanda ise, bir kamyonet talep ettiğini, “belediye aracı süsü vererek bir vatan hainini araç içinden dinleyeceklerini” kendisine ifade ettiğini belirttiği, ancak Özel Kuvvetler Komutanlığı mensuplarının almış olduğu gayri nizami harp eğitimlerinde bile böyle bir durum bulunmadığını ifade etmiştir(s.109-110). ÖKK görev tanımında bir insanı öldürmek şeklinde yasa dışı bir görev yer almadığı halde, bir kısım sanıklar bu eylemle suçlanırken, Bozkır’ın söz konusu ifadelerine karşı “eğitimlerde böyle bir şey yok, hiçbir ÖKK mensubunca bu tür sözler söylenemez” gibi gerekçelerin ileri sürülmesi çelişkili bir durum oluşturmaktadır.

32. HACI ARABACI İLE İLGİLİ ANLATILAN OLAY: Nuri Gökhan Bozkır, bu konuda özetle, suikast planlamasında kendisine Tarkan Mumcuoğlu’nu olay yerine götürüp getirme görevi verildiğini, (kendisinin katılamaması durumunda yedek unsurun görev alması için) bir yedekleme yapması gerektiğini, bu görev için Hacı Arabacı’yı düşündüğünü, Levent Göktaş’a söyleyip onun da onayını aldığını, Hacı Arabacı’ya olaydan bahsetmeden bir takip görevi olduğunu söyleyerek olay günü hazır olmasını bildirdiğini, kendisine telefon ve sim kart verdiğini, olaydan sonra kendisini arayarak görevin iptal olduğunu söylediğini beyan etmiştir(s.86-89, 98-99).

33. Soruşturma savcısı Bozkır’ın bu konudaki beyanlarıyla ilgili olarak şu kanaate varmıştır: “Hacı Arabacı’nın kullandığı GSM hattının HTS kayıtlarının olay tarihinde, olay yeri civarında kullanıldığına dair bir tespit yapılamadığı gibi, Hacı Arabacı’nın alınan ifadesinde de Nuri Gökhan Bozkır’ı doğrular bir beyanda bulunmamıştır. Dolayısıyla şüpheli Nuri Gökhan Bozkır’ın bu hususta vermiş olduğu ifadenin gerçeği yansıtmadığı anlaşılmaktadır. Şüphelinin alınan ifadesinde cinayeti anlatırken bazı konularda yaptığı kurgusal anlatımları hakkında yapılacak örgüt üyeliği suçlamasında etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak düşüncesi ile yaptığı değerlendirilmektedir.”(s.113). Böylece soruşturma savcısı Bozkır’ın ifadesinin Hacı Arabacı ile ilgili kısmını da “kurgusal anlatım” şeklinde değerlendirerek bir kez daha makaslamıştır. Bakalım en sonunda, Bozkır’ın ifadelerinin hangi kısımları doğru/gerçek kabul edilecektir?

34. MEHMET EMİN KOÇ’UN ARACI İLE OLAY YERİNE GELİNMESİ KONUSU: Nuri Gökhan Bozkır, bu konuda özetle, olay günü olan 18 Aralık’ta mesai arkadaşı Mehmet Emin Koç’a ait Mazda 6.26 model gri renkli aracını alarak eve gittiğini, saat 19.30-19.45 civan Tarkan Mumcuoğlu’nun kendisine operasyonel numaradan aradığını, saat 19.50 civarında kendisini evinin önünden alarak olay yerine götürdüğünü, eylemin gerçekleştirilmesini müteakiben tekrar aynı araçla evine bıraktığını, kendisinin de birlik binasına döndüğünü ve aracın anahtarını Mehmet Emin Koç’a teslim ettiğini beyan etmiştir(s.87-88, 99).

35. Soruşturma savcısı, Bozkır’ın olay gününe ve eylemin nasıl gerçekleştirildiğine ilişkin anlatımlarına şu gerekçelerle itibar etmemiştir: “Olay yeri olan Portakal Çiçeği Sokağın konumu, olay tarihinin karlı bir kış günü olması, olay yerine gelen şüphelinin Portakal Çiçeği Sokak içerinde yokuş yukarı çıkarak Atakule istikametine doğru gitmesi hayatın olağan akışına uygun olmayacağı gibi, olaydan çok kısa bir süre sonra olay yerine bakan ve muhtemel katili gören görgü tanığı Turgay Güngördü’nün beyanı karşısında şüpheli Nuri Gökhan Bozkır’ın bu noktadaki ‘Ahmet Tarkan Mumcuoğlu’nu araç ile olay yerine getirdim’ şeklindeki ifadesine itibar edilememiştir” (s.116, 289-290). “… şüpheli Nuri Gökhan Bozkır’ın olayın içerisinde yer alması, işlenen suçu, diğer şüphelileri bilmesi nedeniyle, olayı anlatırken bazı konularda yaptığı yanıltıcı nitelikteki kurgusal anlatımları, hakkında yapılacak örgüt üyeliği suçlamasında etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak düşüncesi ile yaptığı kanaati oluşmaktadır.” (s.117).

36. Devamında, Bozkır’ın “Tarkan Mumcuoğlu’nu Mehmet Emin Koç’a ait araçla olay yerine getirdim” diyerek yanıltıcı beyanda bulunduğu, Bozkır’ın bu olayda keşif ve gözetleme görevinde bulunduğu(s.291), tanık Turgay Güngördü’nün olay gecesi bir şahsı Mazda 323 marka ve model olabileceğini düşündüğü bir aracın sürücü koltuğuna binerek uzaklaştığını gördüğü, Tarkan Mumcuoğlu’nun olay tarihinde sahibi olduğu aracın, tanığın gördüğü araç ile uyumlu bir araç olduğu(s.290-291) ifade edilmiştir. Böylece soruşturma savcısı Bozkır’ın ifadesinin en önemli bölümlerinden birini daha makaslamış, Bozkır’ın anlatımının aksine, Tarkan Mumcuoğlu’nun olay yerine kendisine ait Toyota Corolla Terra marka araç ile gittiğini, Nuri Gökhan Bozkır’ın ise keşif ve gözetleme görevi yaptığını iddia etmiştir.

37. AHMET TARKAN MUMCUOĞLU: Soruşturma savcısı, Gökhan Nuri Bozkır’ın Tarkan Mumcuoğlu’nun Necip Hablemitoğlu’nu ateşli silah ile öldüren kişi olduğunu söylediğini, ancak bazı detaylara ve kişilere ilişkin yanıltıcı bilgiler verdiğini belirterek, bunun sebebini “hakkındaki ceza soruşturma ve kovuşturma sürecinde etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanmak istemesi ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden ihracına ilişkin süreçte kendisine zarar vermiş olduğunu düşündüğü bazı kişileri bu soruşturmaya dahil etmek istemesi olarak” görmüştür. Devamında ise Tarkan Mumcuoğlu ile Bozkır arasında birlikte görev yaptıkları dönemde ya da sonrasında her hangi bir husumet bulunmadığını, dolayısıyla Mumcuoğlu’na iftira atabileceği bir durum söz konusu olmadığını belirterek Bozkır’ın Mumcuoğlu ile ilgili beyanlarını doğru kabul etmiştir(s.284).

38. Sonuç itibariyle, soruşturma savcısına göre, Bozkır’ın ifadesinin önemli bir kısmı, “kurgusal, yanıltıcı, maksatlı veya gerçeğe aykırı” anlatımlar içermektedir. Savcı, Bozkır’ın bazı şahıslar ve ara eylemler hakkındaki anlatımlarını, Sauna Çetesi soruşturması nedeniyle beslediği husumete dayalı veya etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak maksadıyla yaptığı görüşündedir. Savcının kişisel kanaatine göre, Bozkır’ın, Gülen Hareketi ve Mustafa Özcan-Enver Altaylı’dan bahsetmemesinin nedeni ise adının bu yapı ile anılmaması düşüncesidir.

39. Belirtmek gerekir ki, savcının, Nuri Gökhan Bozkır’ın bazı anlatımlarını “etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak düşüncesi ile yaptığı” şeklindeki değerlendirmelerinin ceza hukukumuzda hiçbir karşılığı yoktur. Zira etkin pişmanlık hükümleri kısa süreli hapis cezası öngören örgüt üyeliği suçunda uygulansa da, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası gerektiren tasarlayarak öldürme suçlamasında uygulanması mümkün değildir. Savcının bu yöndeki değerlendirmeleri, tamamen kendi kişisel kanaatlerinden ibarettir.

40. Nuri Gökhan Bozkır’ın aşamalardaki ifadelerini bu şekilde kritiğe ve elemeye tabi savcı, Bozkır’ın, Levent Göktaş, Fikret Emek ve (Mehmet Emin Koç’un arabasıyla olay yerine götürdüğü kısım hariç) Tarkan Mumcuoğlu hakkındaki beyanlarına itibar etmiştir. Buna göre, Bozkır’ın makaslanan ifadesinden geriye kalan iddialar özetle şöyledir:

i- Tarkan Mumcuoğlu’nun serviste kendisine Soner Yalçın ve Necip Hablemitoğlu ile görüştüğünü, bilgi alışverişlerinde bulunduğunu söylediğini, kendisinden Contear Adaneur isimli Alman vakfı hakkında araştırma yapmasını istediğini,

ii- 2002 yılının Ağustos/Eylül ayı içerisinde Tarkan Mumcuoğlu’nun kendisine görevlerde kullanılacak simkart ve araçlar konusunda yardımcı olup olamayacağımı sorduğunu, (Bozkır bu konuda Kamil Metin’in kardeşi ve Adnan Kayğusuz ile irtibata geçtiğini anlatıyor, savcının bu bölüm ile ilgili değerlendirmelerine yukarıda yer verilmişti),

iii- 2002 yılı Kasım ayı ortalarında Levent Göktaş’ın kendisini makamına çağırarak “örtülü bir görevin olduğunu, hedef şahsın Necip Hablemitoğlu olduğunu, kendisinin devletin gizli bilgi ve belgeleri istenmeyen şahıslarla paylaştığım, devlet menfaatlerine zararlı faaliyetlerde bulunduğunu” belirterek bu maksatla kendisine Portakal Çiçeği Sokağı bölgesinin keşif görevini verdiğini, (Bozkır daha sonra Hızır Şimşek’ten temin ettiği hurdacı arabası ile keşif yaptığını söylüyor, buna ilişkin savcının değerlendirmesi yukarıda verilmişti), keşif sonrası hazırladığı raporu Levent Göktaş’a gösterdiğini ve onun emriyle de Fikret Emek’e verdiğini,

iv- 2002 yılı Aralık ayı içerisinde Levent Göktaş‘ın makamında Necip Hablemitoğlu görevi ile ilgili olarak Tarkan Mumcuoğlu’nu olay yerine götürüp getirilmesi işini yapacağını, bu konu hakkında gerekli koordinasyonu ve planlamayı yapmasının söylediğini, (Bozkır bu iş için Hacı Arabacı’yı ayarladığını beyan ediyor, savcının Hacı Arabacı hakkındaki kanaati yukarıda açıklanmıştı),

v- 14 Aralık 2002 Cumartesi günü Nilkent taksi durağının önünde Tarkan Mumcuoğlu’nu Simon Bolivar istikametinde yürürken gördüğünü, (resmi yazıya göre Tarkan Mumcuoğlu 17.11.2002-19.05.2003 tarihleri arasında Kazakistan’da görevli),

vi- Hatırlamadığı bir tarihte Levent Göktaş’ın arkadaşı İrfan isimli şahsa ait ofiste bir toplantı yapıldığını, toplantıya Levent Göktaş, Fikret Emek ve kendisinin katıldığını (yukarıda açıklandığı üzere savcı, Hakan Büyükçulha ve Mehmet Narin’in de katıldığına ilişkin kısmın doğru olmadığına karar vermişti), Fikret Emek, (Hakan Büyükçulha) ve Levent Göktaş arasında geçen konuşmada bütün hazırlıkların tamamlandığı, sahada Fikret Emek’in (Hakan Büyükçulha makaslanmıştı) olacağı, Tarkan Mumcuoğlu’nu kendisinin getireceğini, Tarkan ve Fikret’in irtibatlı olacaklarının konuşulduğunu, aynı toplantıda Levent Göktaş’ın Fikret Emek’e 18.12.2002 günü Galatasaray’ın maç saatinde eylemin gerçekleşeceği en uygun saat olduğunu söylediğini,

vii- 18.12.2002 günü saat:19.30-19.45 civan Tarkan Mumcuoğlu’nun kendisini aradığını, Mehmet Emin Koç’tan aldığı arabayla harekete geçerek saat 19:50 civarlarında Tarkan Mumcuoğlu’nu evinin önünden aldığını, 20.05 sıralarında olay yerine yakın bir sokakta bıraktığını, araç içerisinde Tarkan Mumcuoğlu’nun “Mete abi” ifadesini kullanarak Levent Göktaş ile görüştüğünü, Tarkan Mumcuoğlu arabadan indikten 5-10 dakika sonra iki el ardışık silah sesini duyduğunu, olay yerine doğru gidip Tarkan Mumcuoğlu’nu arabaya alarak uzaklaştıklarını, Tarkan Mumcuoğlu’nun telefonda “unsurlar çekilebilir” şeklinde konuşma yaptığını, Tarkan Mumcuoğlu’nu saat 20.45 civarlarında evine bıraktığını, kendisinin de saat 21.00- 21.30 civarında Kirazlıdere Kışlasına giriş yaptığını, (ancak yukarıda belirtildiği üzere savcı, bu ifadeye itibar etmemiş, Tarkan Mumcuoğlu’nun kendi arabası ile gittiğini, Bozkır’ın keşif ve gözetleme yaptığını kabul etmiştir),

41. Nuri Gökhan Bozkır’ın ifadelerine yönelik makaslamalar sonucunda savcı davaya konu suikast eyleminin 4 sanık tarafından gerçekleştirildiğine karar vermiştir. Savcıya göre, suç örgütü lideri Levent Göktaş olayı planlamış, Nuri Gökhan Bozkır’a Necip Hablemitoğlu’nu takip ettirmiş ve cinayet öncesinde olay yerine ilişkin keşif yaptırmış, Fikret Emek ve Ahmet Tarkan Mumcuoğlu’na maktul Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmesi talimatını vermiş ve öldürtmüştür. Levent Göktaş, Fikret Emek ve Tarkan Mumcuoğlu’nun asli fail olarak, Nuri Gökhan Bozkır’ın cinayeti kolaylaştırmak suretiyle yardımcı olduğu iddia edilerek fer’i fail olarak cezalandırılması istenmiştir. Levent Göktaş’ın bu eylemi Fetullah Gülen, Mustafa Özcan, Enver Altaylı ve Aydın Köstem’in azmettirmesi sonucunda gerçekleştirdiği iddia edilmiştir.

42. Görüldüğü üzere savcının amacı maddi gerçeği bulmak, suikastın arkasındaki fail ve güç odaklarını belirlemek değildir. En az 2-3 ay öncesinden takip ve keşif gerektiren böyle bir eylemin sorumluluğunu, Nuri Gökhan Bozkır’ın ifadelerini kırpa kırpa 4 kişinin omuzlarına yüklemiştir. Böyle bir eylem, gerçekten sadece bu 4 kişinin iştiraki ile gerçekleştirilmiş olabilir mi? Burada, adı geçen 4 sanığın hukuki durumlarını tartışacak değiliz, ancak bu çözümlemenin olayı aydınlatmadığı açıktır. Esasında savcının amacı da bu değildir. Savcı, kendisine dikten edilen resmi senaryoyu iddianameye bağlayarak, bir taraftan cinayet eylemini Gülen Hareketi’ne yıkarken, diğer taraftan Ergenekon yapılanmasına sopanın ucunu gösterme amacındadır. Bu durum iddianamenin genelinden, savcının yaptığı soruşturma işlemi ve sorgulamalardan, sadece HTS kayıtları üzerinden soruşturmayı belli kişilere yönlendirme, odaklanma ve suçlama çabasından açıkça anlaşılmaktadır. Savcı, bir yandan Nuri Gökhan Bozkır’ın ifadelerinden Gülen Hareketi aleyhine delil çıkaramadığı durumlarda, Bozkır’dan aktarım yaptığını iddia eden Zihni Çakır’ın beyanına itibar ederken, diğer yandan Nuri Gökhan Bozkır’ın ifadelerini pek çok yerde makaslamış ve bazı şahıslar ve eylemler yönünden bu ifadelere itibar etmemiştir. Savcıya göre, Bozkır’ın ifadelerinin büyük bir bölümü “kurgusal, yanıltıcı, gerçeğe aykırı, maksatlı” ifadelerdir. Hatta Hakan Büyükçulha hakkındaki beyanlarını, “20 yıl önceki bir olayı anlatır gibi değil de sanki dün olmuş bir olayı anlatır gibi çok fazla detay içermesi şüphe uyandırmıştır.” sözleriyle “kurgusal” olarak nitelemiştir (ancak aşağıda belirtileceği üzere Nizamettin Afşar’ın benzer ifadesine bu tür bir çekince koymamış ve sorgulamamıştır).

43. Nuri Gökhan Bozkır, “kurgusal, yanıltıcı, gerçeğe aykırı, maksatlı” ifadeler vermiş ise, bu durum ifadesinin geri kalan kısımları için de söz konusu olabilir. Nitekim bu ifadelerde geçen “Galatasaray maçı” detayı bu şüpheyi artırmaktadır. Nuri Gökhan Bozkır ifadesinde, “hatırlamadığı bir tarihte Levent Göktaş’ın İrfan isimli arkadaşının ofisinde bir toplantı olduğunu, kendisini toplantıya Göktaş’ın astsubayı Mehmet Narin’in çağırdığını, Levent Göktaş, Hakan Büyükçulha, Fikret Emek ve Mehmet Narin’in toplantıda yer aldığını, Fikret Emek’in sahada olması gerektiği, (hedef) kişiden belgeleri Fikret Emek’in alacağı, Hakan Büyükçulha ile birlikte hareket edecekleri gibi konuşmalar yapıldığını, Levent Göktaş’ın Fikret Emek’e eylemin 18.12.2002 günü Galatasaray’ın maç saatinde gerçekleşeceği en uygun saat olduğunu söylediğini, sahada bütün koordinenin Fikret Emek’te olacağını söylediğini, Fikret Emek’in de gerekli provaların yapıldığını söylediğini” beyan etmiştir(s.87).

44. Olay tarihi olan 18.12.2002 Çarşamba günü yapılan Galatasaray-Ankaragücü maçının başlama saati 20.00’dır. Maç tarih ve saatinin en az bir hafta öncesinden, belki de daha eski bir tarihten beri biliniyor olması lazımdır. Eğer evine girilerek öldürülmesi planlanmamış ise Bozkır’ın ifadesinde geçen “maç saatine yönelik planlama” iddiası gerçekliğini yitirmektedir. Zira iddianame içeriğine göre maktulün maç saatinde dışarıda olacağı olay gününden önce bilinen bir husus değildir. Müşteki Şengül Hablemitoğlu 22 Aralık 2002 tarihli ifadesinde, özetle, “eşi Necip Hablemitoğlu’nun, bir randevu, yemek daveti, ders durumu yok ise mutlaka zamanında eve geldiğini, genellikle normal zamanlarda 18.30, en geç 18.45’de evde olduğunu, takip edilme endişesiyle dikkatli davranmaya çalıştığını, Çarşamba günü 17.00’de evden ayrıldığını, 17.30’daki dersine katılmak üzere Fen Fakültesine gittiğini, dersten çıkış saatinin 18.15 ile 18.25 arasında olduğunu, ancak o gün dersten çıkınca sigorta şirketine de gideceğini, kendisinin çocuklarla alışverişe çıktığını, saat 19.20 sıralarında eve geldiklerinde eşinin henüz eve gelmediğini görünce merak edip aradıklarını, önce kızının aradığını, telefonun kapalı olduğunu, 19.30’da kendisinin aradığını ancak telefonun yine kapalı olduğunu, saat 19.40’ta eşinin telefona dönüş yaptığını ve sigorta şirketine uğradığını ve marketten alışveriş yapıp döneceğini söylediğini” beyan etmiştir(s.33-35).

45. Sigorta şirketi çalışanı tanık Ayşe Yılmaz, 20.12.2002 tarihli ifadesinde, özetle, “olaydan yaklaşık bir hafta kadar önce Necip Hablemitoğlu’nun evini arayarak eşinin üzerine kayıtlı olan her iki aracın sigortasının süresinin kısa bir zaman sonra biteceğini ve yenilemeleri gerektiğini söylediğini, Hablemitoğlu’nun da evrakları hazırlamasını ve kısa bir zaman sonra gelip alacağını söylediğini, ancak aracın sigortasının bir tanesi 12.12.2002 tarihinde, diğeri de 14.12.2002 tarihinde süresi dolduğu halde gelip almayınca, 18.12.2002 günü saat 17.45 sıralarında evini aradığını, telefona bakan kimse çıkmayınca tele sekretere mesaj bıraktığını, daha sonra Necip Hablemitoğlu’nun saat 18.15-18.20 sıralarında çalıştığı şirkete geldiğini, 18.55-19.05 sıralarında da gittiğini” beyan etmiştir(s.15).

46. Buna göre, takip ve keşif yapılmış ise maktulün genellikle 18.30-18.45 sıralarında eve geleceği tespit edileceğinden, eylemin de buna göre planlanmış olması gerekirdi. Maktulün olay günü saat 20.00’de başlayan maç saati esnasında dışarıda olacağının önceden bilinmesi mümkün değildir. Müşteki ve tanığın beyanından anlaşıldığı üzere maktulün olay günü sigorta şirketine gideceği ve eve geç geleceği hususu, aynı gün belirlenmiş bir durumdur ve maktulün normal hayat akışına göre rutin dışıdır. Eğer suikast planı maktulün önceden bilinen rutinine göre belirlenmiş olsaydı, eylemin Galatasaray maçının yapılacağı saatte yapılması şeklinde bir planlama yapılmazdı. Maktulün telefonları dinlenmiş ise şayet, bu takdirde dahi olaydan önceki günlerde böyle bir planlama yapılması söz konusu olamazdı. Yine Nuri Gökhan Bozkır ifadelerinde, olay günü saat 19.30-19.45 sıralarında Tarkan Mumcuoğlu’nun kendisini aradığını ve harekete geçtiklerini beyan etmiştir. Olay günü maktul sıra dışı olarak sigorta şirketine gitmeseydi o saatlerde evinde olacaktı ve eylem gerçekleştirilemeyecekti. Dolayısıyla olaydan önceki günlerde, bilinmeyen bir tarihte, eylemin maç saatinde yapılmasının kararlaştırıldığına yönelik ifade, doğruluğu tespit edilemeyen şüpheli bir beyandır. Öte yandan maktul, kendisini tanıyan kişiler tarafından belirlenen saatte bir tuzağın içine çekilerek öldürülmek istenmiş de olabilir. Maktulün yakın mesafeden gözünden vurulması, tetikçinin maktulü tanıyan birisi olduğuna işaret etmektedir. Nitekim Bozkır, Tarkan Mumcuoğlu’nun maktul ile görüştüğünü ve kendisine Alman Vakıfları konusunda bilgi verdiğini iddia etmektedir. Soruşturma savcısı bütün bunları detaylı olarak sorgulamamış ve araştırmamıştır.

47. Galatasaray maçı olaydan sonra alınan tüm ifadelerde yer alan bir detaydır. Öyle görülüyor ki Gökhan Nuri Bozkır, olayın bilinen detaylarına göre bir ifade kurgulamış veya bu şekilde yönlendirilmiş ve bu kapsamda maç detayına da ifadesinde yer vermiştir. Bozkır’ın olayın ne kadar içerisinde olduğu da şüphelidir. Zira savcı, Bozkır’ın takip ve keşif yaptığını kabul etmiş, ancak Tarkan Mumcuoğlu’nu olay yerine götürdüğüne yönelik beyanına itibar etmemiştir. Nuri Gökhan Bozkır’ın, savcının “kurgu” olarak nitelediği ifadeleri tek başına mı kurguladığı, yoksa başka kişilerin yönlendirmesi sonucunda mı bu şekilde ifade verdiği hususu soruşturma savcısının merakını asla celp etmemiştir. Çünkü savcının amacı, 2015 sonrası konjonktürde bu olaya ilişkin ilk ifadeyi veren Zihni Çakır’ın beyanlarında vücut bulan resmi senaryoyu iddianameye dönüştürmek ve suçu Gülen Hareketi’ne yıkmaktır.

48. Savcının Gülen Hareketi’ni suçlarken dayandığı ifadelerden birisi de Nizamettin Afşar isimli kişinin beyanlarıdır. Nizamettin Afşar, 1993’ten 2017’ye kadar Enver Altaylı’nın yanında şoför olarak çalışan bir isimdir. Enver Altaylı ise yıllar itibariyle farklı kesimlerden binlerce kişiyle görüşmesi, diyaloğu ve irtibatı olan bir kişidir. Nizamettin Afşar’ın, Altaylı’nın yanında pek çok görüşmeye şahit olduğu açıktır. Nizamettin Afşar, 13.02.2022 tarihli emniyet(s.135) ve 14.02.2022 tarihli savcılık(s.142) ifadelerinde, Enver Altaylı’nın Mustafa Özcan ve Aydın Köstem ile yüz yüze görüşmesinden ve Ali Serhat Ilıcak ile telefon görüşmesinden bahsetmiştir. Afşar ifadesinde, Enver Altaylı’nın görüştüğü kişilerle genelde salonda kapıyı kapatarak görüştüğünü, bazen de mutfakta görüştüğünü beyan etmiş, ifadesinde belirttiği görüşmeleri kapının açık unutulduğu zamanlarda işittiğini söylemiştir. Ve ne hikmetse tam da kapının açık unutulduğu bir gün savcının işine yarayacak ve senaryoda dolgu malzemesi olacak sözler işitmiştir. Ve bunları 20 yıl sonra net olarak hatırlamaktadır. Nuri Gökhan Bozkır’ın Hakan Büyükçulha hakkındaki beyanlarını “20 yıl önceki bir olayı anlatır gibi değil de sanki dün olmuş bir olayı anlatır gibi çok fazla detay içermesi şüphe uyandırmıştır.” şeklinde kritiğe tabi tutarak kurgusal ifade olarak niteleyen soruşturma savcısı, Nizamettin Afşar hakkında böyle bir sorgulama yapmamıştır. Nizamettin Afşar’ın, 20 yıl öncesi itibariyle ve Enver Altaylı’nın benzer pek çok görüşme yapmış olması ihtimaline göre sıradan sayılabilecek bir konuşmayı, 20 yıl sonra tam da Zihni Çakır’ın senaryosuna uygun detaylarıyla hatırlaması ve “hizmet hareketi” gibi jargon ibarelerle aktarması oldukça şüphelidir.

49. Soruşturma savcısı, Nizamettin Afşar’ın beyanlarından yola çıkarak iki önemli iddia ortaya atmaktadır. Her iki iddia da Zihni Çakır’ın senaryosuna paralel iddialardır. Bunlardan ilki, Mustafa Özcan ve Enver Altaylı’nın Hablemitoğlu hakkında görüştükleri, Enver Altaylı’nın Aydın Köstem üzerinden Özel Kuvvetler Komutanlığından Levent Göktaş ile irtibat kurduğu ve Enver Altaylı’nın, 03.10.2002 tarihinde Aydın Köstem ile birlikte Özel Kuvvetler Komutanlığına giderek Levent Göktaş ile görüştüğü iddiasıdır. Diğer iddia ise, başta da belirtildiği üzere Zihni Çakır’ın “hatırı sayılır bir para karşılığı suikastın işlendiği” iddiasıdır. Bunları ayrı ayrı irdeleyelim.

50. Önce Nizamettin Afşar’ın ifadesinde belirttiği hususları (tarihsel akışı) özet olarak belirtmemiz gerekiyor(detaylar için bkz iddianame s.144-145). Nizamettin Afşar:

i- 2002 yılı içerisinde bir keresinde Mustafa Özcan’ın Ankara’ya geldiğini, Enver Altaylı’nın Turan Güneş Bulvarı üzerindeki evinde görüştüklerini, daha sonra onları Halil Şıvgın’ın ofisine götürdüğünü,

ii- Bu görüşmeden yaklaşık 1 ay kadar sonra Mustafa Özcan yine Ankara’ya geldiğini, Enver Altaylı’nın evinde görüştüklerini, açık unutulan mutfak kapısından konuştuklarını duyduğunu,

iii- Bu görüşmeden yaklaşık 3-4 gün kadar sonra Enver Altaylı’nın tek başına Almanya’ya gittiğini, takriben 5 gün kadar sonra Türkiye’ye geldiğini, evde iken telefonla Mustafa Özcan ile konuştuğunu değerlendirdiğini,

iv- Enver Altaylı’nın Mustafa Özcan ile yaptığı son görüşmeden bir kaç gün sonra Siemens telefon üzerinden Almanya’daki Serhat Ilıcak’ı aradığını,

v- 2002 yılı sonbahar ya da kış başı gibi bir gün akşam Enver Altaylı’nın kendisini ev telefonundan arayarak “yarın sabah gel, Özel Kuvvetler Komutanlığına gideceğiz” dediğini, diş randevusu olduğu için gelemeyeceğini söylediğini, olaydan dolayı nezarete alındığında Aydın Köstem’in sözleri üzerine o tarihte Altaylı ve Köstem’in birlikte ÖKK’na gittiklerini anladığını beyan etmiştir.

51. ÖKK’na gitme koşunundaki bu son beyan üzerine yapılan araştırmada Nizamettin Afşar’ın olay döneminde 03.10.2002 ve 15.11.2002 tarihlerinde ilgili diş doktoruna muayene olmaya gittiğini(s.148) belirleyen savcı, HTS kayıtları ve MİT’in yine bu kayıtlara dayalı 26.03.2022 tarihli istihbari bilgi notuna da dayanarak Enver Altaylı’nın 03.10.2002 tarihinde Aydın Köstem ile birlikte ÖKK’na giderek Levent Göktaş ile tanışıp, görüştükleri kanaatine varmış ve bu hususu şöyle ifade etmiştir: 03/10/2002 tarihinde Enver Altaylı ile Aydın Köstem arasında, Aydın Köstem ile Mustafa Levent Göktaş arasında gerçekleşen çoğu zaman peş peşe yapılan GSM istibat trafiği bu ziyaretin Mustafa Levent Göktaş’tan başkasına yapılmadığını göstermektedir. Ayrıca 03/10/2002 tarihinde Enver Altaylı’nın Özel Kuvvetler Komutanlığına gittiği gün Nizamettin Afşar ve Mustafa Özcan’ın şoförü Memiş Aytekin üzerinden Mustafa Özcan ile sabah ve akşam görüşme gerçekleştirmiş olması ziyaret konusunun maktul Necip Hablemitoğlu ile ilgili olduğunu göstermektedir. … Yani 02/10/2002 tarihinde İstanbul’dan Ankara iline gelen Mustafa Özcan’ın, şüphelilerimiz Enver Altaylı ve Aydın Köstem ile, Aydın Köstem’in ise Mustafa Levent Göktaş ile görüştüğü, bu görüşmeler sonrasında Mustafa Özcan’ın İstanbul iline geri döndüğü, 03/10/2002 tarihinde ise Enver Altaylı’nın, Aydın Köstem ile birlikte Özel Kuvvetler Komutanlığına giderek Mustafa Levent Göktaş ile görüştüğü anlaşılmaktadır.”(s.149-150).

52. Soruşturma savcısı özetle Mustafa Özcan’ın 2.10.2002’de Ankara’ya geldiğini, 3.10.2002’de ÖKK’na gidildiğini belirtmektedir. Nizamettin Afşar’ın yukarıda özetlenen beyanlarına göre savcının bu tespitinin kesinlikle yanlış olduğu anlaşılmaktadır. Afşar, ÖKK’na gitme konusu ile ilgili olarak “2002 yılı sonbahar ya da kış başı gibi bir gün akşam Enver Altaylı’nın kendisini aradığını” söylemiştir. Öncesinde yine yukarıda özetlenen beyanlarında Mustafa Özcan’ın iki kez Ankara’ya geldiğini ve Altaylı’nın evinde görüştüklerini söylüyor. Bu görüşmelerin ertesinde ÖKK’na gitme durumu söz konusu olsaydı, Afşar bunu belirsiz bir tarih olarak belirtmez, bu ziyaretin Mustafa Özcan geldiği günün ertesinde gerçekleştiğini söylerdi. Öte yandan yapılan tespite göre, Altaylı’nın 27.10.2002-01.11.2002 tarihleri arasında HTS kaydının olmadığı ve muhtemelen yurt dışında olduğu değerlendirilmiş(s.68). Bu tespit Afşar’ın “Almanya’ya gitti, takriben 5 gün sonra döndü” beyanıyla uyuşuyor. Afşar’ın beyanlarına göre yukarıda özetlenen kronolojiyi bu bilgi ışığında geriye sararsak, Altaylı Almanya’ya gitmeden 3-4 gün önce Mustafa Özcan ile kendi evinde görüşmüş, bu sırada Nizamettin Afşar açık kapıdan onları dinlemiştir. Afşar, bu görüşmede Mustafa Özcan’ın “Bu Necip ile ilgili Halil Şıvgın’la meseleyi konuştuk ancak halledemedik, bu adam hizmet hareketine zarar veriyor, zarar vermeye de devam edecek, bu işi halletmemiz lazım, sizin yardımınızı istiyorum.” dediğini duyduğunu söylemiştir. Altaylı 27.10.2002’de yurt dışına çıkmış ise (ki HTS kayıtlarına göre savcının tespiti de bu yöndedir, bkz.s.68), bu tarihten 3-4 gün öncesi 23-24 Ekim 2002 tarihine denk gelmektedir.

53. Savcının HTS kayıtları ile ilgili değerlendirmesinde ise, “19/10/2002 tarihinde Mustafa Özcan’ın Enver Altaylı ile Necip Hablemitoğlu konusu ile ilgili görüşme yapmak için İstanbul ilinden Ankara iline geldiği değerlendirildiği, 21/10/2002 tarihinde 10:54 de Mustafa Özcan’ın Nizamettin Afşar tarafından arandığı, Nizamettin Afşar ile Enver Altaylı’nın aynı bazda olduğu, Enver Altaylı’nın 11:18 de Halil Şıvgın’ı aradığı, 11:49 da Halil Şıvgın’ın Necip Hablemitoğlu’nu aradığı, Enver Altaylı’nın Halil Şıvgın’ı aradıktan sonraki ilk görüşmesinde 11:39 da Aydın Köstem’i aradığı, 19:46’da ise Necip Hablemitoğlu’nun Şaban Yılmaz adına kayıtlı 0536 *** ** ** nolu gsm hattını kullanan, yakın arkadaşı olan Ergün Poyraz’ı aradığı, bu görüşmeden hemen sonra 19:50 de Ergün Poyraz’ın Aydın Köstem’i aradığı” (s.67) denilmektedir.

54. Buna göre, Afşar’ın tanık olduğu Mustafa Özcan – Enver Altaylı görüşmesi ister 23-24 Ekim 2002, isterse HTS kayıtlarına göre 21 Ekim 2002 tarihinde gerçekleşmiş olsun; her iki tarihe göre de savcının 3.10.2002 tarihinde ÖKK’da Enver Altaylı Levent Göktaş arasında görüşme yapıldığı iddiası boşa çıkmaktadır. Zira bu takvime göre 3.10.2002 tarihi itibari ile Mustafa Özcan ile Enver Altaylı arasında henüz iddiaya konu içerikte bir görüşme yapılmamıştır. Yine HTS kayıtlarına göre de Enver Altaylı-Halil Şıvgın irtibatı 5.10.2002, 14.10.2002 ve 21.10.2002; Halil Şıvgın-Necip Hablemitoğlu telefon irtibatı da ilk olarak 21.10.2002 tarihinde gerçekleşmiştir(s.67). Dolayısıyla sıhhati test edilemeyen ve içeriği belirlenemeyen 20 yıl önceki HTS kayıtlarına bakılarak Mustafa Özcan’ın Enver Altaylı’yı azmettirdiği, Enver Altaylı’nın da Aydın Köstem vasıtasıyla Levent Göktaş ile irtibat kurup Göktaş ve örgütüne bu cinayeti işlettiği şeklindeki değerlendirme, bütünüyle savcının kurgusal varsayımlarına ve zorlayıcı yorumlarına dayanmaktadır. Amaç ise bellidir: Bu kurgusal senaryo ile Gülen Hareketi’ni bu cinayetini faili olarak göstermek.

55. Nizamettin Afşar’ın tespit edilen diğer diş randevusu ise 15.11.2002 tarihidir. Bu tarihe ilişkin HTS kayıtları, 15/11/2002 tarihinde 14:50 de Mustafa Özcan’ın Nizamettin Afşar’ı aradığı, 15:11 de Enver Altaylı’nın Aydın Köstem’i aradığı” şeklindedir. Bu tarihte ÖKK ziyareti yapıldığına ilişkin bir tespit ve iddia yoktur. Dolayısıyla Nizamettin Afşar’ın diş randevusunun olduğu her iki tarihte de böyle bir ziyaret yapılmadığı anlaşılmaktadır. Bu durum, soruşturma savcısının tespitlerinin de Nizamettin Afşar’ın beyanlarının da gerçekleri yansıtmadığını ortaya koymaktadır. Soruşturma savcısının, Nizamettin Afşar’ın söz konusu beyanlarına karşı Enver Altaylı’ya hiçbir soru sormaması ve tek yanlı olarak bu beyanları doğru kabul etmiş olması da not edilmelidir.

56. Soruşturma savcısının, Zihni Çakır’ın “hatırı sayılır bir para karşılığı suikastın işlendiği” şeklindeki iddiasına gelince: Zihni Çakır bu iddiasını Gökhan Nuri Bozkır’a dayandırmıştır(s.43,58). Oysa Bozkır’ın hiçbir ifadesinde ve dilekçesinde bu hususta bir beyan yoktur. Ancak, “Zihni Çakır’ın başlangıçtaki aktarımlarının doğru kabul edilmesi gerektiği” kanaatinde(s.101) olan savcı, Bozkır’ın beyanlarından bir şey çıkaramayınca bu kez Nizamettin Afşar’ın Enver Altaylı’nın talimatı ile Aydın Köstem’e 30.000 Dolar verdiğine ilişkin beyanına sarılmıştır.

57. Nizamettin Afşar’ın beyanının ilgili kısmı şöyledir: “Aydın Köstem ve Enver Altaylı 2003 veya 2004 yılı içerisinde Enver Altaylı’nın Ankara ilinde ikamet ettiği evde buluştular. Özel bir görüşme oldu. Görüşmenin içeriğini bilmiyorum. Aydın Köstem isimli şahıs evden çıkarken Enver Altaylı isimli şahıs Aydın Köstem isimli şahsa hitaben ‘Aydıncığım Kamil Yüceoral ile meselemizi halledersen yazıyı da alırsan’ diyerek eliyle 3 (üç) işareti yaptı. Bu konuşmadan sonra gününü ve tarihini net hatırlamadığım bir gün Antalya’daki inşaatla ilgilenirken Enver Altaylı ile konuşmamızda bana “yengenle konuştum, inşaatın parasından 30000 Dolar parayı Aydın Köstem’e Ankara iline gittiğinde verirsin” dedi. Ben de Ankara iline geldiğimde Aydın Köstem isimli şahsın Birlik Mahallesinde bulunan ikametine giderek 30.000 Dolar içerisinde bulunan zarfı kendisine verdim.”(s.138). Ne ilginçtir ki savcı, Afşar’ın bu beyanlarını da Enver Altaylı’ya sorma gereği duymamıştır. Anlaşılan savcı, maddi gerçekleri araştırma peşinde değildir ve bazı gerçeklerin ortaya çıkmasından endişe duymaktadır.

58. Nizamettin Afşar ifadesinde, özetle, Siemens Şirketinin Genelkurmay Başkanlığının alt yapı kablolarının değiştirilmesi ihalesini aldığını, Enver Altaylı’nın ihale sürecini takip ettiğini, bu konuda Ali Serhat Ilıcak ile görüştüğünü ve Almanya’ya gidip geldiğini beyan etmiş ve devamında, “2003 yılı içerisinde Siemens şirketi ihale süreci onaylandıktan sonra iş bitmeden, mal teslimi yapılmadan o gün itibariyle yaklaşık 900 küsur bin dolar parayı Enver Altaylı ve Serhat Ilıcak üzerinden yapılan görüşmeler neticesi benim İstanbul Florya’da bulunan İş Bankası’ndaki hesabıma gönderdiler. Bu paraya ilişkin aracılar Haluk Pirimoğlu’na 30 bin dolar, Muhittin Çolak’a 80 bin dolar, Mamaklı Uzun Nuri ve Kemal’e15’şer bin dolar, Erol ve Dinçer isimli albaya 15’şer bin dolar, bir de Enver Altaylı’nın eski vakıf çalışanı Tuğtekin Aykurt’a 10 bin dolar verdikten sonra kalan parayı Serhat Iıcak ile eşit olarak paylaştılar.” demiştir(s.145-146).

59. Soruşturma savcısı ihale sürecini Genelkurmay Başkanlığı’ndan sormuş, cevabi yazıda, “Genelkurmay MEBS Başkanlığı tarafından yürütülen TAFICS projesi kapsamında Milli Savunma Bakanlığı ile Türk Telekominikasyon AŞ.-Simko-Türk Siemens-Maktaş Konsorsiyomu arasında 03/07/2003 tarihinde alt yapı kablo sistemlerinin değiştirilmesine ilişkin olarak sözleşme imzalandığı, Siemens A.Ş.’nin söz konusu sözleşme ile üzerine düşen bedelin 74.720.571,80 Euro + 10.761.103,53 USD + 43.795.936.492.070 TL olduğu ifade edilmiştir.”(s.221) Yine Türkiye İş Bankasının 28/02/2022 tarihli yazısında da “12/08/2003 tarihinde (Ali Serhat Ilıcak’ın çalışanı) Osman Tuncer isimli şahıs tarafından Nizamettin Afşar hesabına 425.000 ABD dolarının yatırılmış olduğu” belirtilmiştir(s.153).

60. Nizamettin Afşar’ın Aydın Köstem’e verdiğini iddia ettiği 30.000 Dolar ile Necip Hablemitoğlu cinayetinden sonraki bir tarihte gerçekleşen ihale sürecinin olayla hiçbir bağlantısı tespit edilemediği halde, savcı, Ali Serhat Ilıcak’ın ihale nedeniyle Enver Altaylı’ya gönderdiği iddia edilen 900.000 Dolar paranın cinayetin işlenmesinde kullanıldığını, bu çerçevede Aydın Köstem’e 30.000 Dolar verildiğini, bunun dışında kimlere para dağıtıldığının tespit edilemediğini iddia etmiştir. Bunu yaparken de tamamen kendi (suç atmaya endeksli) kanaat ve zanlarına dayalı olarak çelişkili değerlendirmelerde bulunmuştur.

61. Savcı, “Nizamettin Afşar’ın ifadesinde belirttiği, Enver Altaylı’nın Antalya/Manvgat’ta yaptırdığı inşaat için ayırdığı ve içerisinden 30.000 Dolarını Aydın Köstem’e vermesini istediği paranın kuvvetle muhtemel Nizamettin Afşar’ın ifadesinde geçen 2003 yılında Enver Altaylı’nın Siemens Şirketinin Genelkurmay Başkanlığından almış olduğu ihale sürecine aracılık yapmasına ilişkin olarak Siemens Şirketinden alınan bir para olduğu değerlendirilmektedir.”(s.221,350) şeklinde, 30.000 Doların ihale sürecinde Siemens Şirketinden alınan bir para olduğunu iddia etmesinin hemen ardından, “…12/08/2003 tarihinde Ali Serhat Ilıcak ve Enver Altaylı’nın Osman Tuncer ve Nizamettin Afşar banka hesapları üzerinden yaklaşık 900.000 ABD dolarını alması hususları birlikte düşünüldüğünde, söz konusu bu paranın Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmesi eylemi öncesi yapılan bir anlaşma parası olduğu değerlendirilmiştir.”(s.222) diyerek birbiri ile taban tabana zıt bir değerlendirmeye imza atmıştır. Önce 30.000 Doların ihale sürecinde Siemens Şirketinden alındığını, yani ihaleye aracılık işlemi için temin edilen para olduğunu kabul etmiş, ardından yine ihale sürecinde gönderildiği Genelkurmay Başkanlığı ve İş Bankası’nın yazılarıyla da tespit edilen 900.000 Dolar için “bu para Hablemitoğlu cinayeti için yapılan anlaşma parasıdır” demiştir. Söz konusu ihale ve para havalesi işlemlerinin olaydan çok sonrasına ait olmasının yanı sıra savcının bu “kasıtlı” değerlendirmesinin altını dolduracak hiçbir veri ve delil bulunmamaktadır. Savcının tek amacı Zihni Çakır’ın “hatırı sayılır bir para karşılığı suikastın işlendiği” iddiasına kılıf bulmaktır. Savcının, “Nuri Gökhan Bozkır’ın bu konuda doğruyu söylemediği, Zihni Çakır’a başlangıçta yaptığı aktarımların doğru kabul edilmesi gerektiği kanaati Cumhuriyet Başsavcılığımızda oluşmuştur.”(s.101) şeklindeki yaklaşımı dikkate alındığında, savcının bu yöndeki gayretlerinin nihai hedefi net olarak anlaşılmaktadır.

62. Savcı, çelişkili ve temelsiz değerlendirmelerini şöyle sürdürmüştür: “…cinayetin işlenmesi sürecinde yer alan bazı kişiler için para temin edilmesi ihtiyacının, bahsedilen ihale sürecinden alınan komisyon parası ile karşılandığı kanaati oluşmaktadır. Aydın Köstem’in, Enver Altaylı’dan istediği 30.000 dolar para da bu amaçla istenilen ve verilen bir paradır. Söz konusu ihale sözleşmesi 03/07/2003 tarihinde imzalanmış olsa da Nizamettin Afşar’ın alınan ifadesinden ihale sürecinin 2002 yılı içerisinde başladığı bilinmektedir. İhale sözleşmesinin imzalanmasından sonra Nizamettin Afşar ve Osman Tuncer hesaplarına gönderilen söz konusu paraların, bu kişilerin hesabından Ali Serhat Ilıcak ve Enver Altaylı tarafından çekildikten sonra, cinayette rolü olan şüphelilerden Aydın Köstem hariç kime dağıtıldığına dair net bir tespit yapılamamaktadır.”(s.222, 350).

63. Savcıyı göre, Necip Hablemitoğlu cinayeti, Fethullah Gülen’in Mustafa Özcan’ı, Mustafa Özcan’ın Enver Altaylı’yı azmettirmesi, Enver Altaylı’nın da Aydın Köstem üzerinden irtibat kurduğu Levent Göktaş’ı azmettirmesi sonucunda “hatırı sayılır bir para karşılığında” işlenmiştir. Bu cinayet, azmettiren konumundaki Fethullah Gülen ve Mustafa Özcan değil, Enver Altaylı tarafından finanse edilmiş, Enver Altaylı’nın Siemens şirketinden Ali Serhat Ilıcak ile birlikte aldıkları paradan, yani kendi cebinden karşılanmıştır. Bu paradan Aydın Köstem’e 30.000 Dolar verilmiş, Aydın Köstem hariç kime para verildiği tespit edilememiştir. Hiçbir delile dayanmayan, bütünüyle hedef kişilere suç atmaya yönelik kasıtlı ve zorlayıcı yorumlardan oluşan bu değerlendirmeler karşısında şunu belirtmek gerekmektedir: Nuri Gökhan Bozkır’ın bazı kişilerle ilgili beyanlarına karşı yargılama sonucunu beklemeden iftira suçundan dava açan savcı, bütün bu tespitleriyle bizzat kendisi iftira suçunu işlemektedir. Esasında iftira suçundan dava açılması gereken kişi bizzat bu soruşturmanın savcısıdır.

64. Nuri Gökhan Bozkır, 2017 yılında Zihni Çakır’ın telkiniyle gönderdiği mektuptan sonra bazı kişiler tarafından tehdit edildiğini açıklamıştır. Tıpkı Levent Göktaş gibi Ergenekon Davası sanıklarından olan Levent Bektaş ile ilgili olarak, “2017 yılı içerisinde Necip Hablemitoğlu cinayeti ile ilgili vermiş olduğum dilekçeden sonra beni tehdit için Ukrayna’ya günü birlik olarak bir kere cezaevinde beraber yatmış olduğu Levent Bektaş isimli şahsı gönderdi. Levent Bektaş isimli şahıs bana ‘Levent Göktaş’ın selamı var, her şeyden haberi olduğunu akıllı durmamı’ söyledi.” demiştir. Devamında Levent Göktaş’ın da kendisini tehdit ettiğini beyanla, “Yine 2021 yılı içerisinde Levent Göktaş yapmış olduğumuz bir telefon görüşmesinde bana ‘Sen de her bir boku anlatmışsın, biz Necip Hablemitoğlu olayını nasıl Tarkan Mumcuoğlu’ndan sana çevirdiysek düzeltmesini de biliriz, oğlunun başkalarına baba demesini istemiyorsan adam gibi dur, Ukrayna da kalmaya bak, ben sana her türlü maddi desteği yaparım’ dedi.” demiştir. Devamında bu kez sanık Altan Bora tarafından tehdit edildiğini açıklayarak, “Yine dilekçeme rağmen Levent Göktaş’ın yanında çalışmakta olan Altan Bora isimli şahıs 2020 ve 2021 yıllarında Ukrayna’ya gelerek alınan ihale konusunda çalışırken bana Savcıya ifadeye gittiklerini benim her boku anlattığımı, yanlış yaptığımı, akıllı olmamı, kendisi de ‘Levent albay döneminde olan olayların bir gün başımıza iş açacağını biliyordum’ şeklinde konuştu” demiştir(s.89, 100). Nuri Gökhan Bozkır, 07-08.02.2022 tarihinde verdiği bu ifadenin ardından 19.10.2022 tarihinde cezaevinden dilekçe göndererek “silahın Mogan Gölüne atılmadığını, böyle bir olay yaşanmadığını, Sauna Çetesi davasında kendisini kötü bir asker olarak gösteren Altan Bora, Tan Dervişoğlu ve Bülent Kutsal’ın isimlerini kasıtlı olarak verdiğini” beyan etmiştir(s.130).

65. Soruşturma savcısı, Nuri Gökhan Bozkır’ın Ukrayna’da bulunduğu süreçten itibaren tehdit altında bulunmasını, Türkiye’de tutuklandıktan sonra cezaevinden gönderdiği dilekçenin de bu tehditler sonucu verilmiş olabileceğini göz ardı etmiş, Bozkır’ın Hakan Büyükçulha, Altan Bora, Tan Dervişoğlu ve Bülent Kutsal hakkındaki beyanlarının kasıtlı ve maksatlı olduğu düşüncesiyle, yargılama sonucunu beklemeden Bozkır hakkında iftira suçundan dava açılmasına karar vermiştir. Aynı savcı, müşteki Şengül Hablemitoğlu’nun ifadesinde geçen maktul Necip Hablemitoğlu’nu olaydan önceki tarihlerde tehdit eden Alman Vakıfları yöneticileri ve hakkında Nuri Gökhan Bozkır’ı Ukrayna’da ziyaret ederek tehdit ettiği iddiası bulunan Levent Bektaş hakkında hiçbir soruşturma işlemi yapmamış, hatta tanık olarak bile ifadelerini almamıştır. Aynı şekilde Bozkır’ın tehdit iddiası karşısında Levent Göktaş ve Altan Bora hakkında da soruşturma açmamıştır. Bütün bunlar eksik soruşturma işlemi olarak görülmekte ise de savcının amaç ve hedefi ile çelişen bir durum yoktur. Zira savcının temel amacı cinayeti Gülen Hareketi’nin üzerine yıkmaktır ve iddianamenin omurgası ve tüm soruşturma işlemleri bu amaç çerçevesinde şekillendirilmiştir. Nitekim, hiçbir delil toplanmadığı aşamada 5.2.2015 tarihinde verdiği ifadeyle iddianamenin nihai kurgusu ile birebir şekilde ifade veren Zihni Çakır, Nuri Gökhan Bozkır’a dayandırdığı ifadesinde olaydaki Alman Vakıfları şüphesini “Gülencilerin algısı” şeklinde yansıtarak bu senaryoyu oluşturmuştur. Alman Vakıfları şüphesi Çakır’ın ilk ifadesi ile birlikte devre dışı bırakılmış, müştekinin bu yöndeki ciddi iddialarının hiçbiri soruşturulmamış ve soruşturma işlemleri bütünüyle suçu Gülen Hareketi’ne yıkma amacı doğrultusunda yürütülmüştür.

66. Savcı, yukarıda bahsi geçen Siemens Şirketinin aldığı ihaleye aracılık hizmeti nedeniyle alınan para nedeniyle Ali Serhat Ilıcak’ı da cinayetin fer’i faili olarak dosyaya dahil etmiştir. Savcıya göre Ali Serhat Ilıcak, maktul Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmesi eyleminde, şüpheli Enver Altaylı’ya ve diğer şüphelilere cinayetin işlenmesi sırasında kullanıldığı değerlendirilen paranın temini için yardımda bulunmuştur(s.350-351).

67. Yine savcı, Mustafa Özcan’ın Fethullah Gülen’in talimatı olmadan tek başına hareket edemeyeceğini ileri sürerek Fethullah Gülen hakkında Necip Hablemitoğlu cinayetine azmettirmek suçundan dava açmıştır. Savcıya göre, Fethullah Gülen, Mustafa Özcan üzerinden, Mustafa Özcan ise Enver Altaylı ve Aydın Köstem üzerinden, Mustafa Levent Göktaş’a ulaşarak, onu azmettirmek suretiyle, Mustafa Levent Göktaş’ın kurduğu suç örgütünce Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmesi eyleminde asli fail olarak sorumludur(s.355). Savcının bu iddiayı ileri sürerken ortaya koyduğu tek gerekçe “Mustafa Özcan’ın Fethullah Gülen’in talimatı olmadan tek başına hareket edemeyeceği” şeklindeki kendi soyut kanaatinden ibarettir, başka hiçbir delil gösterilmemiştir.

68. Yukarıda açıklandığı üzere, Hakan Büyükçulha, Altan Bora, Tan Dervişoğlu ve Bülent Kutsal hakkında suça katıldıklarına dair iddialar bulunduğu ve bunun mahkeme önünde tartışılması gerektiği halde, kendisini mahkeme yerine koyarak söz konusu iddiaları “kurgusal” olarak niteleyip adı geçen şahıslar hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar veren savcı, Fethalluh Gülen ve İla Serhat Ilıcak hakkında somut hiçbir delil bulunmadan dava açmıştır. Esasında bunda şaşılacak bir durum yoktur. Zira savcının amacı cinayeti Gülen Hareketi’ne yıkmaktır ve boştan sona bu amaç için çabalamış, bu senaryonun altını doldurmak için de kimi şahısları soruşturmadan kurtarırken, kimi şahıslar hakkında da hiçbir delil olmadan suç iddiasında bulunmuştur. Savcı, Bozkır’ın ifadelerinin bir kısmını “kurgusal” olarak nitelerken asıl kurguyu kendisi yapmış ve neticede iftira suçunu işlemiştir.

69 Savcının Gülen Hareketi’ni suçlarken ortaya attığı temel argüman, cinayetin, Necip Hablemitoğlu’nun Gülen Hareketi’ni ve faaliyetlerini anlattığı Köstebek isimli kitabın yayımlanmasına engel olmak için işlendiği iddiasıdır. Belirtmek gerekir ki bu iddia somut bir kanıta dayanmamasının yanı sıra temelsiz ve mantıksız bir iddiadır. Zira Fethullah Gülen hakkında (silahsız) terör örgütü kurmak suçundan 31.8.2000’de DGM’de dava açılmıştır. DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel, Necip Hablemitoğlu’nun yazdığı “Etki Ajanları-Nüfuz Casusları ve Fethullahçılar” isimli rapordaki iddiaları 4 Ocak 2001 tarihinde (cinayetten yaklaşık 2 yıl önce) ek delil olarak dosyaya sunmuştur.4 Nitekim tanık Ramazan Toprak ifadesinde Savcı Nuh Mete Yüksel’in “Ben zaten iddianamenin önemli bölümünü Necip beyin çalışmalarına dayanarak oluşturdum. Kamu kurumlarında hazırlanmış raporlarla birleştirdim.” şeklinde açıklama yaptığını beyan etmiş(s.54), soruşturma savcısı da Savcı Nuh Mete Yüksel’in maktul Necip Hablemitoğlu ile görüştüğünün HTS kayıtlarından tespit edildiğini, maktulün hayatta iken yaptığı açıklamaların ve konuşmaların Fethullah Gülen hakkında DGM’de açılan soruşturmanın delilleri arasında yer aldığını açıklamıştır(s.354). Savcı Nuh Mete Yüksel tarafından açılan davada Ankara 2 nolu DGM, 1999’de çıkan ve kamuoyunda “Rahşan Affı” olarak bilinen 4616 sayılı Yasa gereğince 10.03.2003’te erteleme kararı vermiştir. Ancak Gülen’in avukatının talebi ile dava yeniden görülmüş ve Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi 05.05.2006 gün ve 124-20 sayılı kararla beraat kararı vermiştir. Bu kararın temyizi üzerine; Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin 05.03.2008 tarih ve 6083-1328 sayılı kararıyla; “Sanığın terör örgütü kurduğu veya yönettiği sabit olmadığından yerel mahkemenin beraat kararında isabetsizlik olmadığı” gerekçesiyle beraat hükmü onanmıştır. Daire kararına karşı Yargıtay Başsavcılığı tarafından yapılan itiraz, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 24.06.2008 tarih ve 2008/9-82 Esas, 2008/181 tarihli kararı ile red edilmiştir. Sonuç itibariyle Fethullah Gülen hakkında Necip Hablemitoğlu’nun iddiaları dahil tüm iddialardan dolayı beraat kararı verilmiştir. Karar 24.6.2008 tarihinde kesinleşmiştir. Buna göre, söz konusu cinayetin, Hablemitoğlu tarafından önce çeşitli mahfillerde dile getirilen, daha sonra mahkemeye intikal eden ve yargılama konusu yapılan iddialarının engellemesi için gerçekleştirildiği iddiası bütünüyle temelsiz ve mantıksız bir iddiadır. Ayrıca söz konusu iddiaların mahkemeye sunulması ile cinayet arasında 2 yıla yakın bir süre vardır. Söz konusu iddiaların davanın sonucuna etkisi olmaması ve cinayetin rapordan 2 yıl sonra işlenmiş olması da cinayetin arkasında Gülen Hareketi olduğu iddialarını boşa çıkarmaktadır.

70. Esasında savcı, Gülen Hareketi ve olay hakkındaki iddialarıyla zımni olarak adeta şöyle demektedir: “Bu yapı bir terör örgütüdür, çok gizli ve tehlikeli bir örgüttür, yüzbinlerce üyesi ve gönüllüsü vardır, emniyette ve orduda örgütlenmiştir, Özel Kuvvetler Komutanlığında da elemanları vardır, ancak kendi içerisinden Hablemitoğlu cinayetini işleyecek kimseyi bulamamış ve suikast planlaması yapamamıştır, bu yüzden (Hareket’i yok etmek isteyen Ergenekon Örgütünün bir üyesi olan) Levent Göktaş’ın Özel Kuvvetler’de kurduğu suç örgütüne işi havale etmiştir, cinayet hatırı sayılır bir para karşılığında işlenmiştir, bu parayı Hareket değil, ihaleye aracılık ederek kazandığı paradan Enver Altaylı karşılamıştır.” İşte bu iddianame böyle bir saçmalığı dile getirmektedir. Üstelik Levent Göktaş’ın Ergenekon Davası’nda bu yapı tarafından hapse atıldığı ve 5 yıl cezaevinde tutulduğu iddia edilmiştir.

71. İddianamedeki diğer önemli bir ayrıntı cinayetin Gülen Hareketi tarafından işlendiği iddiasının mantıksızlığını başka bir açıdan bir kez daha ortaya çıkarmaktadır. Gülen Hareketi 28 Şubat döneminden beri Ergenekon Örgütünün hedefindedir. Ergenekon örgütü yıllar boyu Gülen Hareketi’ni bitirmenin planlarını yapıp durmuştur. Bunlardan birisi de tanık olarak ifade veren Ramazan Toprak’ın ifadesinde geçen şantaj kaseti iddiasıdır. Toprak’ın Necip Hablemitoğlu’ya dayanarak aktardığı ifadesinde, “Bir vakıfta yapılacak aramada önceden yerleştirilmiş olan bir CD’nin ele geçirileceği, CD’yi Fetullahçı polislerin yerleştirdiği izleniminin verileceği, bu CD ile Fetullahçı örgütlenmeyi soruşturan savcı Nuh Mete Yüksel’e soruşturma konusunda şantaj yapılacağı iddiası ortaya atılarak bu bahane ile emniyet içindeki Fetullahçı örgütlenme üzerinden ülke çapında ucu açık genel bir irtica operasyonu başlatılacağı” iddia edilmiştir(s.51). Yani bu kumpasla Gülen Hareketi hakkında bir soruşturma başlatılacak, soruşturma o tarihlerde yeni kurulan AKP de dahil olmak üzere dindar kesime karşı ucu açık bir irtica operasyonuna dönüştürülecektir. O tarihte gerçekleştirilemeyen bu plan daha sonra tekrar devreye sokulmuştur. 12 Haziran 2009 tarihinde basında yayınlanan “İrtica İle Mücadele Eylem Planı” bunun bir örneğidir. Bu plana göre “Gülen grubuna ait evlerde silah, mühimmat vb. materyal bulunması sağlanarak silahlı terör örgütü oluşturmak” hedeflenmiştir. Yani Ergenekon Örgütü, Gülen Hareketi hakkında terör örgütü olarak işlem yapılarak tasfiye ve yok edilmesi konusunda sürekli olarak plan yapmıştır. Necip Hablemitoğlu cinayeti gibi bir eylemde Gülen Hareketi’nin en küçük bir dahlinin olması Ergenekon Örgütü için bulunmaz bir fırsat olacaktır. Dolayısıyla bu cinayette Gülen Hareketi’nin parmağı olsaydı, Ergenekon Örgütü kaset şantajı veya Gülen Hareketi gönüllüsü kişilerin kaldığı evlere silah konulması gibi planlar yapmaz, doğrudan bu olaya dayanarak Gülen Hareketi’ni terör örgütü ilan eder ve iktidar ile birlikte 15 Temmuz 2016’dan sonra başlattıkları tasfiye ve soykırım sürecini 18 Aralık 2002’den itibaren başlatırlardı.

72. Soruşturma savcısı HTS incelemesi yapmak için tüm Türkiye’nin CDR kayıtlarını celp etmiştir. Öncelikle belirtmek gerekir ki soruşturmadaki şüpheliler dışında tüm ülkenin kayıtlarının elde edilmesi başlı başına hukuka aykırı bir işlemdir ve TCK’nun 136.maddesindeki “Kişisel verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme” suçunu oluşturmaktadır. Öte yandan HTS kayıtları 20 yıl öncesine aittir. 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanununa dayanılarak çıkarılan Elektronik Haberleşme Sektörüne İlişkin Yetkilendirme Yönetmeliği’nin 19/1-f ve Elektronik Haberleşme Sektöründe Kişisel Verilerin İşlenmesi ve Gizliliğin Korunmasına İlişkin Yönetmelik’in 13. maddeleri gereğince kişisel veri olan HTS kayıtları, 11.06.2016 tarihi öncesi itibariyle görüşmenin yapıldığı tarihten itibaren 1 yıl içinde silinmek zorundadır. HTS kayıtlarının silinme koşulları oluştuğu halde silinmemiş olması, sıhhati ve güvenilirliğinin taraflarca test edilememesi ve içeriğine müdahale edilip edilmediğinin bilinmemesi bu kayıtları hukuka aykırı bir delil konumuna düşürmüştür.

73. Öte yandan soruşturma savcısı, olay tarihinden 6 ay öncesini ve 6 ay sonrasını kapsayan zaman aralığındaki HTS kayıtlarını celp etmiş ve sanıklar arasındaki irtibatı buna göre değerlendirmiştir. Örneğin, “Enver Altaylı ile Mustafa Özcan’ın telefonları arasında 01/06/2002 ile 01/06/2003 tarihleri arasındaki ilk irtibatın 31/08/2002 tarihinde olduğu”, “Enver Altaylı ve Aydın Köstem arasında ilk irtibatın 04/08/2002 tarihinde olduğu”, “Aydın Köstem ile Mustafa Levent Göktaş arasındaki ilk irtibatın 02/07/2002 tarihinde olduğu” şeklinde tespitler yapmış(s.65-68) ve bu tespitlere dayanarak “Tüm ismi geçen şahısların irtibat trafikleri Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmesinden kısa bir süre önce başladığı ve Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmesinden sonraki süreçte azalarak devam ettiği görülmüştür.” iddiasında bulunmuştur (s.69). Oysa sanık ifadelerine ve MİT tarafından sunulan istihbari nitelikteki 26.03.2022 tarihli rapora göre sanıklar arasındaki irtibat belirtilen tarihlerden daha eski dönemlerde başlamıştır. Örneğin Aydın Köstem, Enver Altaylı ile 1980’li yılların sonlarında tanıştığını ve görüştüğünü söylemiştir(s.167). MİT raporunda ise “E.Altaylı’nın kullanıcısı olduğu … GSM hattı ile M.Özcan’ın irtibatının 17/05/2001’de başladığı” belirtilmiştir(s.69). Soruşturma savcısının, olaydan 6 ay öncesi ve 6 ay sonrasına ait kayıtlara göre değerlendirme yapmak suretiyle, sanıkların sanki davaya konu olay için birbirleri ile irtibata geçtikleri algısını oluşturarak kamuoyunu ve mahkemeyi yanıltmaya çalıştığı anlaşılmaktadır.

74. Sonuç itibariyle bu iddianame, savcının, Zihni Çakır’ın Nuri Gökhan Bozkır’a dayandırarak aktardığını iddia ettiği senaryo kapsamında yaptığı ve Necip Hablemitoğlu cinayetini Gülen Hareketi’nin üzerine yıkmaya odaklı ve MİT destekli bir çalışmanın ürünüdür. Zihni Çakır ifadesinde, Necip Hablemitoğlu’nun Gülen Hareketi ile ilgili bir kitap çalışması yaptığını, bu kitap çalışmasının engellenmesi için Mustafa Özcan’ın Enver Altaylı ile görüştüğünü ve Enver Altaylı’nın Özel Kuvvetler Komutanlığı’ndaki bağlantıları vasıtasıyla hatırı sayılır bir para karşılığı Necip Hablemitoğlu’nun öldürüldüğünü iddia etmiştir. Zihni Çakır bu bilgileri Nuri Gökhan Bozkır’dan aldığını beyan etmiş ise de Bozkır aşamalardaki hiçbir ifadesinde, mektup ve dilekçelerinde Zihni Çakır’ın iddia ettiği hususlarda bir beyanda bulunmamıştır. Ancak savcı, bilginin asıl kaynağı olan Bozkır’ın ifadeleri yerine Zihni Çakır’ın beyanlarına itibar etmiş ve bu aşamadan sonra maddi gerçekleri araştırmak yerine bütünüyle Zihni Çakır’ın senaryosunu kanıtlamaya endeksli bir soruşturma yürütmüştür. Bu çerçevede soruşturma adı geçen kişilerin 20 yıl önceki HTS kayıtlarına başvurmuş, içeriği belli olmayan HTS trafiklerine dayanarak adı geçen kişileri cinayetin azmettiricisi olmakla itham etmiştir.

75. Soruşturma savcısı, Bozkır’ın cinayetin detaylarına ilişkin bazı şahıslar ve ara eylemler ile ilgili beyanlarına “Kurgusal, gerçeğe aykırı, yanıltıcı, kasıtlı, 20 yıl önceki olayları detayları ile hatırlaması şüpheli” gibi yorumlarla itibar etmemiştir. Ancak bu iddianame asıl kurgunun savcı tarafından yapıldığını ortaya koymaktadır. Savcı, somut ve hukuka uygun hiçbir delil bulunmadığı halde, Zihni Çakır’ın iddiasından hareketle tamamen kurgusal bir metin ortaya çıkarmış, bütünüyle zan, hayal ürünü ve zorlayıcı yorumlarla cinayeti Gülen Hareketi’ne yıkmaya çabalamıştır.

76. Ceza Muhakemesi Kanununun 170/4. maddesine göre; “İddianamede, yüklenen suçu oluşturan olaylar, mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanır.” Buna göre Cumhuriyet Savcısının görevi soruşturma evresinde ulaşılabilen bütün delilleri toplamak, suçu oluşturan olayları ve maddi gerçekleri bu delillerle bağlantı kurarak açıklamaktır. Soyut ve genel ifadelerle yetinilemeyeceği gibi zan, tahmin, varsayım ve zorlayıcı yorumlara dayalı şekilde iddianame düzenlenmesi de mümkün değildir.

77. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen Necip Hablemitoğlu cinayeti iddianamesinde savcının Gülen Hareketi’ni suçlayıcı iddiaları, belli bir merkezde kurgulanmış bir senaryonun ürünüdür ve bütünüyle zan, tahmin, varsayım ve zorlayıcı yorumlara dayanmaktadır. Savcının maddi gerçekleri araştırmak gibi bir çabası asla söz konusu değildir. Söz konusu iddianame ile gerçek failleri devlet tarafından bilinen bu cinayetin üzerine bir örtü çekildiği ve cinayetin arkasındaki güçlerin ifşa edilerek yargı önüne çıkarılması yerine, suçun, olayla ilgisi ispat edilemeyen ve rejimin yok etmeyi hedeflediği bir grubun üzerine yıkılmaya çalışıldığı net olarak görülmektedir.

 

2 MİT’in İstanbul C.Başsavcılığının 2015/126342 soruşturma sayılı dosyasına gönderdiği 41 sayfalık sunumda da benzer tespit ve öneriler yer almaktadır. Bkz Yargıtay 16. Ceza Dairesi (İlk Derece), 2015/1 E., 2019/4 K. Sayılı kararı. https://twitter.com/GkhanGnes8/status/1467200074975428611?t=BA_pn7E_uPiGYPZafEm5Xg&s=19

3 Bu husus, ayrı bir değerlendirmeyi hak eden geniş bir konudur. Bu yazıda, iddianamenin ağırlıklı olarak Gülen Hareketi’ne bakan yönü ele alınmıştır.

NECİP HABLEMİTOĞLU SUİKASTI İDDİANAMESİNE İLİŞKİN DEĞERLENDİRME yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/necip-hablemitoglu-suikasti-iddianamesine-iliskin-degerlendirme/feed/ 0
SİYASAL YARGI SAYISAL VERİLERLE RAPORLAŞTIRILDI https://hukukpenceresi.com/siyasal-yargi-sayisal-verilerle-raporlastirildi/ https://hukukpenceresi.com/siyasal-yargi-sayisal-verilerle-raporlastirildi/#respond Thu, 21 Jul 2022 01:01:26 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=8745 Köln merkezli olarak kurulup faaliyetlerini devam ettiren Cross Border Jurists Derneği tarafından kurulan Hukuksuzlukları Araştırma ve Analiz Kurulu (HAAK), Türk yargısının, son zamanlarda vermiş olduğu kararların hangi motivasyonla verildiğini anlamamıza yardımcı olacak bir rapor yayınladı. Raporda çok önemli verilere ve tespitlere yer verildi. İşte rapor:   HAAK HUKUKSUZLUKLARI ARAŞTIRMA VE ANALİZ KURULU (HAAK) DÖNEM RAPORU […]

SİYASAL YARGI SAYISAL VERİLERLE RAPORLAŞTIRILDI yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Köln merkezli olarak kurulup faaliyetlerini devam ettiren Cross Border Jurists Derneği tarafından kurulan Hukuksuzlukları Araştırma ve Analiz Kurulu (HAAK), Türk yargısının, son zamanlarda vermiş olduğu kararların hangi motivasyonla verildiğini anlamamıza yardımcı olacak bir rapor yayınladı.

Raporda çok önemli verilere ve tespitlere yer verildi.

İşte rapor:

 

HAAK

HUKUKSUZLUKLARI ARAŞTIRMA VE ANALİZ KURULU (HAAK) DÖNEM RAPORU

 (EKİM 2021- TEMMUZ 2022)

I. HUKUKSUZLUKLARI ARAŞTIRMA VE ANALİZ KURULU (HAAK) HAKKINDA

Cross Border Jurists (CBJ), Türkiye`de hâkim olan hukuk dışı ortama tanıklık etmiş, hukuk araçsallaştırılarak inşa edilen hukuksuzluk sürecinin mağduru olmuş ya da yaşananlarla ilgili doğrudan veya dolaylı bilgi ve tecrübeye sahip hukukçular (yargı mensubu, avukat veya akademisyenler) tarafından 2021 yılında kurulmuş bir sivil toplum örgütüdür.

Dernek bünyesinde 10 Ekim 2021 tarihinde, bu çerçevede faaliyette bulunmak üzere, alanında uzman hukukçulardan oluşan “Hukuksuzlukları Araştırma ve Analiz Kurulu”nu (HAAK) oluşturmuştur.

HAAK, gerek açık kaynaklardan temin ettiği bilgi ve belgeler çerçevesinde ve gerekse doğrudan mağdurlardan gelen talepler doğrultusunda, mağduriyetlere sebebiyet veren adli ve idari kararları ulusal ve uluslararası hukuk ilke ve içtihatları çerçevesinde analiz ederek, tespit edilen hukuka aykırılıklar bağlamında bu kararlarda imzası bulunan kişilerin muhtemel cezaî, tazminî ve disiplin sorumluluklarını tespit etmeye çalışmaktadır. Dernek HAAK kararları vasıtasıyla hukuksuzluklara dikkat çekmeyi ve failler üzerinde baskı oluşturarak hukuka uygun davranmalarına katkı sağlamayı amaçlamaktadır.

HAAK kararlarının (raporlarının) yargısal veya icrai bir etkisi olmayıp, bu çalışmaların amacı, ileride söz konusu olabilecek ulusal ve uluslararası soruşturma ve yargılamalara destek olmak amacıyla yaygın ve sistematik söz konusu hak ihlalleri ile bunların oluşturduğu kalıbın (pattern) uzman hukukçular tarafından tespit ve değerlendirilmesidir.

II. HAAK ÇALIŞMA METODU

HAAK kuruluşunu müteakip, CBJ’nin internet sitesi ve sosyal medya hesapları üzerinden duyurular yapmak suretiyle, haklarında verilmiş olan adli ve idari kararlarda hukuka aykırılıklar olduğunu düşünen gerçek ve tüzel kişi mağdurların kendisine başvuru yapması çağrısında bulunmuştur.

Kurul yapılacak başvurularda kolaylık oluşturması açısından (www.crossborderjurists.org) adresinde bir sayfa ve online bir form oluşturmuştur.

Çalışmalar çerçevesinde aksine bir beyanda bulunulmadığı taktirde Başvurucuların kişisel verileri tamamen gizli tutulmuştur. Başvurucuların açık iradeleri sonrasında Kurul, gerek kararlarının yazımında ve gerekse duyurulmasında kişilerin bir kısım kişisel verilerini kullanmıştır. 

Başvurucuların önemli bir kısmı yaptığı başvurusunda, kişisel verilerinin saklı tutulmasını talep etmiştir (96 Başvuru dosyasının, 45 adedinde). Bunun temelinde kendisinin veya yakın çevresinin, kamu gücünü elinde bulunduran kişi ve kurumlarca yeniden hukuksuz muamelelere/yaptırımlara maruz kalma endişesi yattığı anlaşılmaktadır.

HAAK Kurulu üyeleri, CBJ Derneği üyeleri arasından belirlenen, konusunda uzman hukukçulardan oluşmaktadır. Her başvuru üç üyeli bir kurul tarafından değerlendirilmekte ve sonuçlandırılmaktadır.

Kurul, yaptığı inceleme sonrasında hazırladığı kararını (görüş/değerlendirme yazasını) https://www.crossborderjurists.org/tr/haak-kararlari/ adresinde yayınlayarak kamuoyu ile paylaşılmaktadır. Söz konusu kararlar, aleyhlerine tespitler yapılan kişi ve kurumlarca incelenebilir, karşı görüş bildirilebilir, kısmen veya tamamen değiştirilmesi için itiraz edilebilir.

Kurul kararlarına, başvurucunun rıza göstermesi durumunda başvurucunun adını vermekte (Örneğin HAAK Hasan Dursun Kararı gibi), kimlik bilgilerinin saklı tutulmasını isteyen başvurucularınkini ise, kayıt sırasında verilmiş olan başvuru numarası ile isimlendirmektedir (Örneğin HAAK Başvurucu (30) Kararı gibi). Yine Kurul, kararlarına, yayınlanış sırasına göre numara da vererek takibini ve ulaşılmasını kolaylaştırmayı amaçlamıştır.

III. YAPILAN BAŞVURU VE DEĞERLENDİRME SAYISI

Ekim 2021-Temmuz 2022 arasında HAAK’a toplam 96 başvuru yapılmıştır.

Kurul yapılan bu başvurulardan 56’sını değerlendirerek karara bağlamıştır.

Henüz karara bağlanmamış bulunan 40 adet Başvurunun incelenmesi ve raporlama çalışması devam etmektedir.

Yapılan başvuruların tamamı doğrudan veya dolaylı şekilde yargılama faaliyeti çerçevesinde verilen ve iç hukuk yolları tüketilmiş veya sorunun çözümü için bir veya birden fazla kanun yoluna başvurulmuş kararlara ilişkindir. Şu ana kadar salt yasama ve yürütme faaliyeti çerçevesinde faaliyette bulunan bürokratların eylem ve kararlarına ilişkin Kurul’a herhangi bir başvuru yapılmamıştır. Bu nedenle Kurul’un şu ana kadar yaptığı tespitler ve belirlediği isimler yargı bürokrasi ve hiyerarşisinde faaliyet gösteren yargı mensupları hakkında olmuştur.

Başvurucular tarafından yapılan başvurular çerçevesinde Kurul’a sadece tek bir karar değil, başvurunun özelliği bağlamında, ihlal edilen hakka ilişkin yargısal süreç içerisinde verilmiş, ulaşılabilen tüm kararların gönderilmesi HAAK tarafından özellikle talep edilmektedir. Yani kişi özgürlüğü ve güvenliği ihlali iddiası ile ilgili bir başvuruda başvurucu, gözaltı/yakalama anından başlayarak, bu tedbirin tamamen kaldırıldığı ana kadarki verilmiş, soruşturma ve kovuşturma aşamasındaki tüm savcılık, hakimlik, mahkeme, istinaf ve/ya temyiz kararları istenilmektedir. Bunun amacı iddia edilen hukuksuzluğu bütüncül bir bakış açısıyla değerlendirmek ve gerçekçi şekilde raporlayabilmektir.

Yapılan başvuruların konu bağlamında dağılımı ve yapılan değerlendirme sayıları şu şekildedir:

HAAK’a yapılan başvurular incelendiğinde, en çok haksız ve uzun tutuklama kararlarının incelenmesi talebinde bulunulduğu görülmektedir. Zira kişilerin özgürlüklerinin kısıtlanması kişisel ve ailevi ölçekte telafisi zor büyük çaplı zararların meydana gelmesine sebebiyet vermiştir.

HAAK, hukuksuz gözaltı ve tutuklama iddiaları bağlamında yaptığı inceleme neticesinde karara bağladığı 33 başvuruda, başvurucuların tamamen soyut iddia ve ithamlar neticesinde, ceza hukuku bağlamında kabul edilebilir hiçbir delile dayanmadan, kanuni unsurlarının oluştuğu konusunda bırakınız kuvvetli suç şüphesini, basit seviyede bir zan dahi oluşturmayan bilgi ve belgeler neticesinde gözaltına alınıp tutuklandıklarını belirlemiştir.

IV. HAAK TARAFINDAN İNCELENEN BELGE SAYISI VE YILLARA GÖRE DAĞILIMI

HAAK, kuruluşu sonrasında yaptığı basın açıklamasında ve devam eden süreçteki duyurularında kendisine başvuru yapacak mağdurlardan, mağduriyetleri ile ilgili ellerinde bulunan ve/ya ulaşabildikleri kararların tamamını iletmesini istemiştir. Zira Kurul, sadece bir kararda yapılan usuli veya esasa ilişkin hatanın var olup olmadığını değil, bunun yanında yaygın, sistematik ve planlı şekilde icra edilen ve başladığı andan itibaren süreç içerisinde devam eden/ettirilen bir hukuksuzluk olup olmadığını, devam ettiği süre zarfında aynı veya farklı birimlerde görevli birden fazla kamu görevlisi veya yargı mensubunun hukuksuzluk sürecinde görev alıp almadığını da tespit etmeyi amaçlamıştır.

Duyurumuz sonrasında Başvurucular mağduriyetlerinin başlangıcından bitimine kadar ki süreçte verilmiş, ulaşabildikleri kararların/belgelerin tamamını HAAK’a iletmişlerdir.

Kurul bu dönem içerisinde incelemiş olduğu 56 Başvuru dosyası bağlamında, aşağıdaki tabloda ayrıntılarına yer verildiği üzere, yargı birimlerince oluşturulmuş 814 savcılık, hakimlik, mahkeme, istinaf, temyiz ve/ya itiraz makamına ait kararı incelemiştir. Tespit ve değerlendirmelerini incelemiş olduğu 814 karar üzerinden yapmıştır.

Burada “karar” kavramından kastedilen, yargılama mercileri tarafından verilmiş nihai bir belge anlamında olmayıp, soruşturma ve yargılama süreçlerinde oluşturulan, kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin kısıtlanmasına, kısıtlılık halinin devamına veya kullanımlarının önemli derecede yok edilmesine sebebiyet veren, katkı sunan her türlü irade beyanını içeren yazılı belgedir.

Kurul tarafından incelenen 814 belgenin başvuru dosyalarına ve yıllara göre dağılımı aşağıdaki gibidir:


Hukuka aykırı oldukları tespit edilen kararların 2016 yılında 116 olduğu, ancak bu sayının 2017 yılında iki katından fazla artarak 344 sayısına ulaştığı görülmektedir. 2018 yılında karar sayıları azalmakla birlikte, 2016 yılı ve diğer yıllara göre fazla olduğu anlaşılmaktadır. İhlal tespit edilen karar sayılarının takip eden diğer yıllarda düştüğü gözlemlenmektedir.

Bunun önemli sebeplerinden birisi, 2016, 2017 ve 2018 yıllarında yoğun, sistematik ve planlı şekilde gerçekleştirilen hukuka aykırı tutuklamaların sayısının düşmesidir. Ancak bu yıllarda yoğun olarak gerçekleştirilen ve insanlığa karşı suç seviyesine ulaştığı HAAK tarafından değerlendirilen gözaltı, tutuklama, adli kontrol vb. kararların, sonraki yıllarda da devam ettirildiği, bu şekilde öncekilerin soruşturma ve yargılama dosyaları üzerindeki siyasi etkinin devam ettirilip, yargı mensuplarına doğrudan veya dolaylı olarak mesaj verildiği, olağanüstü hâl psikolojik durumunun devamının sağlanmaya çalışıldığı HAAK tarafından değerlendirilmiştir.

 

V. İHLAL TESPİT EDİLEN KARARLARDA DELİL OLARAK KULLANILAN VERİLER

HAAK tarafından incelenen başvurucular tarafından ibraz edilmiş ve çeşitli hak ihlallerine dayanak teşkil eden 814 kararda, yargı mensupları tarafından çeşitli veriler dayanak olarak kullanılmıştır. Söz konusu kayıtlardan bir veya birden fazlasının “delil” olarak kararda yer aldığı tespit edilmiştir.

Yoğunluk derecesine göre bu veriler şu şekildedir:

  1. Bylock haberleşme uygulaması kullanımına dair istihbarat birimleri tarafından düzenlenen tutanaklar ve bu tutanaklar temel alınarak hazırlanan bilirkişi raporlar (İncelenen 56 dosyanın 27 inde). 27 adet Başvuru dosyalarından 12 adedinde, gözaltına alma ve tutuklama kararına dayanak olarak tek başına Bylock kullanımı gösterilmiştir/kullanılmıştır.
  2. Etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanan kendisi ve başkaları aleyhine olacak şekilde beyanlarda bulunan şüpheli ve/ya sanıkların anlatımları (İncelenen 56 dosyanın 19 inde),
  3. Resmî kurumlar tarafından düzenlenmiş fişleme raporları (İncelenen 56 dosyanın 10 inde),
  4. Bank Asya finans kurumunda banka hesabının bulunması (İncelenen 56 dosyanın 5 inde),
  5. Telefon arama ve aranma (HTS) kayıtları (İncelenen 56 dosyanın 5 inde),
  6. Ankesörlü telefondan aranma kayıtları (İncelenen 56 dosyanın 1 inde),
  7. Sosyal sigorta verileri (İncelenen 56 dosyanın 2 inde),
  8. Otel rezervasyon bilgileri (İncelenen 56 dosyanın 1 inde),
  9. Zaman Gazetesi aboneliği (İncelenen 56 dosyanın 1 inde),

İncelediği başvurularda HAAK, söz konusu verilerin yargı mensupları tarafından delil değeri bağlamında hukuka uygunluk incelemesine tabi tutulmadığını, işlendiği iddia edilen suçun ispatına elverişli öneme sahip olup olmadıklarının veya akıl ve mantık kuralları ile uyumluluklarının irdelenmediğini, başvurucuların aleyhlerine delil olarak kullanılan verilere karşı talep ve iddialarının ya kararlara geçirilmediği veya bir değerlendirmeye tabi tutulmadığı, delil olarak aleyhe kullanılan verilerin Anayasa, yasalar ve uluslararası sözleşmeler çerçevesinde teminat altına alınan bir hakkın kullanımı çerçevesinde hukuka uygun olarak oluşturulan bilgiler olduklarını tespit etmiştir.

VI. BAŞVURUCULARIN MUHATAP OLDUĞU RESMİ SUÇLAMA(LAR)

HAAK tarafından başvuruları incelenip raporlaştırılan 56 Başvurucu’ya, savcılık ve/ya mahkeme tarafından iki suçlamada bulunulmuştur: Darbeye teşebbüs ve/ya silahlı terör örgütü üyeliği.

Başvuruculardan bazıları her iki suçlamaya birlikte muhatap olmuştur. Darbeye teşebbüs etmekle suçlanan kişilerin tamamı aynı zamanda silahlı terör örgütü üyesi olmakla da itham edilmiştir.

Her iki suçlamaya muhatap olan başvurucu sayısı: 27

Sadece silahlı terör örgütü üyeliği ile suçlanan başvurucu sayısı: 29

VII. HAAK’IN VERDİĞİ KARARLAR ÇERÇEVESİNDE TESPİT ETTİĞİ HUKUKA AYKIRILIKLAR

HAAK, kendisine yapılan başvurular sonrasında değerlendirip raporlaştırdığı 56 başvuru dosyası ve bu başvurular bağlamında incelediği 814 karar çerçevesinde, özellikle 15 Temmuz sonrası yapılan soruşturma ve yargılamalar ile meslekten çıkarılma ve OHAL Komisyonu kararlarında önemli hukuka aykırılıklar tespit etmiş ve bunları yayınlamıştır. Bulguların ayrıntılarına (https://www.crossborderjurists.org/tr/haak-kararlari/ internet sitesinde yayınlanan) kararlardan ulaşılabilir.

Tespit edilen hukuka aykırılıkları ana başlıklar halinde şu şekilde belirtmek mümkündür:

A. ÖZGÜRLÜK VE GÜVENLİK HAKKI BAĞLAMINDA TESPİT EDİLEN İHLALLER

HAAK tarafından incelenip raporlaştırılan dosyalardan 33 adedi, özgürlük ve güvenlik hakkı bağlamında değerlendirilen haksız tutuklama ve/ya gözaltına alma iddialarına ilişkin başvurulardır.

Bu başvurular çerçevesinde Kurul tarafından 732 belge incelenmiştir.

İncelenen bu belgeler sonrasında özgürlük ve güvenlik hakkı bağlamında, önemli ihlaller tespit edilmiştir.

1. Tutuklama Kararlarının Kanuna Aykırı Oldukları Tespit Edilmiştir:

İncelenen 33 başvurunun tamamında, başvurulara konu tutuklama kararlarının kanuni dayanaktan yoksun olduğu ve kanunilik şartını taşımadıkları belirlenmiştir. Tutuklama ve/ya gözaltına alınma ve devamına ilişkin kararların bütününde ilgili hâkim, savcı veya mahkeme ile temyiz ve istinaf mercileri, sadece yasa maddesine değinmekle yetinmiş, CMK’nın 100. maddesinde aranan şartların başvurucu özelinde gerçekleştiğini, somut deliller ve gerekçelendirmeler ışığında ortaya koymamışlardır. HAAK, başvuruların bütününde yargı mensuplarının benzer bir karar yazım usulünü takip ettiklerini, bunların içeriklerinin çoğu kez birbirleri ile ayniyet derecesinde benzerlik gösterdiğini, gerekçe olarak soyut/genel ve başvurucunun şahsında kişiselleştirilmemiş anlatımlara yer verdiğini belirlemiştir.

2. Tutuklama Kararları Amaca Uygunluk Şartını Taşımamaktadır:

İncelenen 33 başvurunun tamamında başvurucular, üzerlerine atılı terör örgütü üyeliği ve/ya darbeye teşebbüs suçlaması çerçevesinde gözaltına alınmışlar ve/ya tutuklanmışlar ya da adli kontrol tedbirine tabi tutulmuşlardır.

Başvurucular hakkında, aleyhlerine suçlama olarak kullanılan olaylar, başvurucuların müdahale ve değiştirme olanağı olmayan eski zamanlara gitmekte ve aleyhlerine kullanılan veriler ise mevzuata aykırı olarak saklanan HTS kayıtları, istihbarat birimleri tarafından incelenip raporlaştırılan Bylock uygulaması verileri, sosyal medya paylaşımları, kurum kanaati gibi, başvurucuların değiştirme ve müdahale olanağı olmayan bilgilerdir. Tutuklama veya devamına karar veren hakim, savcı veya mahkemeler kararlarında, objektif bir gözlemciyi ikna edebilecek şekilde, başvurucuların kaçacağı, delilleri karartacağı konusunda bir gerekçelendirme yapmamışlardır.

Yine karar içeriklerinde başvurucuların üzerlerine atılı suçları işlediklerine dair “kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller” yer almamaktadır.

Başvurucular aleyhine delil olarak kullanılan verilerin doğruluğu, yasallığı ve ispat değeri konusunda da incelenen kararlarda yargı birimlerince bir değerlendirme ve gerekçelendirme yapılmadığı belirlenmiştir.

3. Tutukluların Makul Sürede Salıverilme Hakları İhlal Edilmiştir:

HAAK tarafından incelenen 33 başvuru dosyasında, başvurucuların hangi suç nedeniyle, hangi delillere dayalı olarak ve hangi amaçla tutuklandıkları, tutuklama ile amaçlanan hukuksal menfaatin ne olduğu tam olarak anlaşılamamıştır. Başvurucular 6 ay ila 5 yıl arasında tutuklu kalmışlardır. Kanuni dayanaktan yoksun oldukları HAAK tarafından tespit edilen/ değerlendirilen tutuklamaların tamamında makul sürelerin aşıldığı, kişilerin neden tutuklandıklarının anlaşılamadığı gibi salıverilmelerinin de hangi gerekçeyle yapıldığının tespit edilemediği görülmüştür.

4. Özgürlükten Yoksun Bırakmaya Karşı Etkin Bir Başvuru Hakkı Tanınmamıştır

İncelenen 33 başvurunun tamamında başvurucular tutuklanmalarını müteakiben iç hukuk yollarında öngörülen yeniden inceleme ve itiraz haklarını kullanmışlardır.

Soruşturma aşamasında savcılık tarafından gerekçesiz olarak yapılan tutuklama taleplerinin Sulh Ceza Hakimliklerince aynen kabul edildiği incelenen tüm başvurularda tespit edilmiştir.

Soruşturma aşamasında tutuklamaya yönelik yapılan itirazlar, kapalı devre çalışan Sulh Ceza Hakimlikleri tarafından, itiraz dilekçelerinde ileri sürülen hususlara değinilmeden, “itirazın reddine karar verildi” gibi kalıp ifadelerle geri çevrildiği görülmüştür. Sulh Ceza Hakimliklerinin, birbirlerinin kararlarını bozmama konusunda aralarında bir tür “anlaşma” yaptıklarının, verilen kararlara bakılarak söylenmesi mümkündür.

Tutuklu olarak yargılamaları yapılan 33 Başvurucunun, yargılama aşamasında tahliye taleplerinin ve dilekçelerinde ileri sürdükleri iddiaların ve değerlendirmelerin yargılamayı yapan Ağır Ceza Mahkemesi heyetleri tarafından gözönüne alınmadığı tespit edilmiştir. Yapılan itirazlar ve tahliye talepleri, benzer bir yaklaşım takip edilmek suretiyle, yasa maddesinin tekrarı ve dosyada yer alan bir kısım belgelerin/bilgilerin sayılması sonrasında reddedilmiş, tahliye talep eden başvurucuların hangi nedenle kaçacakları, hangi delilleri karartacakları, üzerlerine atılı suçlamanın somut delillerle desteklenip desteklenmediği konularına girilmemiştir.

Yargılama aşamasında, tutukluluk devamı konusunda karar veren Ağır Ceza Mahkemesi kararlarına yapılan itirazların, itirazı inceleyen Ağır Ceza Mahkemeleri tarafından birer cümlelik kalıp ifadelerle reddedildiği tespit edilmiştir.

Tutuklama ve tutukluluk devam kararları ile bu kararlara karşı yapılan itirazları inceleyen yargı birimleri kararlarının tamamının gerekçesiz olması, birbiri ile aynı mahiyet taşıyor olmaları, başvurucuların itiraz dilekçelerinde belirttikleri hususlara değinip irdelememeleri hususları gözönüne alındığında incelenen tüm başvuru dosyalarında tutuklamalara karşı etkin bir iç hukuk yolu öngörülmediği sonucuna varılmıştır.

B. ADİL YARGILANMA HAKKI ÇERÇEVESİNDE TESPİT EDİLEN İHLALLER

1. Gerekçeli Karar Hakkının İhlali

 Raporlaştırılan başvurular çerçevesinde incelenen 814 kararın tamamının gerekçesiz olduğu tespit edilmiştir. Söz konusu belgelerde yargı mensuplarının gerekçe olarak ya yasa maddesinin numarasına yer verilmekle yetindikleri veya soyut, kontrol ve denetimi imkânsız genel ibarelere yer verdikleri gözlemlenmiştir.

Kararların, Anayasa ve yasalar ile uluslararası hukukun zorunlu kıldığı savcı, hâkim veya mahkemenin vardığı sonuçları kontrol etmeye elverişli, objektif üçüncü bir kişiyi ikna edebilecek, kararların hukuksal kalitesini ölçmeye yardımcı bir gerekçeden yoksun oldukları belirlenmiştir.

İtiraz, istinaf ve temyiz mercilerinin, mağduriyete sebebiyet verecek hukuksuzluğu giderme ve mağdurun taleplerini karşılayacak bir inceleme yapmak yerine, gerekçesiz ve temelsiz olarak verilen kararlara karşı yapılan itirazları aynı yöntemle reddettikleri, reddederken şablon bir metin/ibare kullandıkları anlaşılmıştır.

HAAK tarafından, mağdurların ve temsilcilerinin talepleri doğrultusunda kararlara dayanak olarak kullanılan bilgi, belge ve verilerin ulusal ve uluslararası hukuk bağlamında delil değerinin olup olmadığı, yasal olarak elde edilip edilmedikleri, hak ihlaline konu tedbirin uygulanması için yeterli ispat kuvvetine sahip bulunup bulunmadıkları konularında savcı, hakim, mahkeme, istinaf ve temyiz mercileri tarafından bir inceleme yapılmadığı, bu taleplerin yok sayıldığı raporlaştırılmıştır .

2. Silahların Eşitliği İlkesinin İhlali

İncelenip karara bağlanan 53 başvuruya konu soruşturma dosyası hakkında gizlilik kararı alındığı ve tüm dosyaya erişimin kamu davası açılana kadar engellenmiş olduğu tespit edilmiştir.

Yargılama aşamasına geçildikten sonra da Başvurucu veya vekillerinin, aleyhlerine verilen kararlara dayanak teşkil eden bilgi ve belgelere tam olarak erişemedikleri, bunların delil ve hukuki değerlerinin tespitini yapmalarının engellendiği ve bunu yapmasını talep ettikleri yargı birimlerinin/kişilerinin de bu incelemeyi yapmadığı anlaşılmıştır.

Başvuru dosyalarının 27 adedinde Bylock verileri, 19 adedinde etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanan şüpheli veya sanık anlatımları, 10 adedinde ilgilinin çalışmış olduğu kurum kanaati (fişleme raporu) verilen karara dayanak olarak kullanılmıştır. Ancak soruşturma ve yargılama aşamasının tamamında bu verilerin Başvurucular tarafından incelenmesi/irdelenmesi/sorgulanması olanağı tanınmamıştır.

Bylock verileri, HTS kayıtları gibi bilgiler üzerinde yaptırılan incelemeler, bağımsız bilirkişilere değil, yargı birimlerinin “muteber” gördüğü uzmanlara yaptırılmıştır. Söz konusu raporlar düzenlenirken tüm veriler değil, yargı birimlerince “uygun” görülen bilgiler bilirkişilere teslim edilmiş ve bunlar doğrultusunda rapor tanzimi talep edildiği tespit edilmiştir.

Başvurucular tarafından ibraz edilen kararlar üzerinden yapılan incelemede, başvuruculara yöneltilen suçlamalar, bu kişiler hakkında uygulanan adli ve idari tedbirler bağlamında yazılı veya sözlü savunmalarının şekli olarak alındığı, ancak savunmalarda yer verilen hususların savcı, hâkim ve mahkemeler tarafından irdelenmediği, neden kabul edilmediği konusunda ikna edici bir açıklama ve gerekçelendirmelerin kararlarda yer almadığı tespit edilmiştir. Şekli olarak kullandırılan savunma hakkının, fiili olarak soruşturma veya yargılamanın işleme sürecinde sonuca bir etki yaratmadığı, sadece usuli bir eksikliğin tamamlanması için kullandırıldığı izlenimi edinilmiştir.

3. Bağımsız ve Tarafsız Yargı Yerinde Yargılanma Hakkının İhlali

Türk yargı sisteminin, 17 Aralık 2013 tarihinde İstanbul Başsavcılığı tarafından, içerisinde iktidar partisi AKP’li bakanlar ve çocukları ile, iktidara yakın siyasi ve iş adamları aleyhine başlatılan yolsuzluk ve rüşvet soruşturma/operasyonları sonrasında, iktidarın meclis, bürokrasi, iş dünyası ve medya üzerindeki etki/kontrol/baskı gücünü kullanarak, iktidar lehine değiştirildiği Venedik Komisyonu, Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği vb. gibi uluslararası kurumlar ile bağımsız ulusal ve uluslararası oluşumların raporları ile sabittir. Bu raporlara HAAK kararlarında atıf yapılmıştır.

Başvuruların tamamı 15 Temmuz 2016 tarihi sonrasında başlatılan soruşturma ve yargılamalara ilişkindir. Başvurucular silahlı terör örgütü üyesi olmak ve/ya darbeye teşebbüs etmekle suçlanmışlardır. Suçlamaları haklı kılacak ceza hukuku ilkeleri bağlamında kabul edilebilecek deliller olmaksızın başvurucular önemli hak ihlallerine maruz kalmışlardır. Bu ihlaller doğrudan yargı mensupları tarafından meydana getirilmiştir.

16 Temmuz 2016 tarihinden itibaren 5.000’e yakın yargı mensubu, Anayasal teminatları ihlal edilerek ya ihraç edilmiş, ya emekli edilmiş veya istifaya zorlanmıştır. Süreç içerisinde 14.000’e yakın yeni hakim ve savcı alımı yapılmıştır. Mevcut yargının yaklaşık 2/3’lük kısmı, iktidar tarafından 15 Temmuz 2016 sonrasında mesleğe kabul edilen hakim ve savcılardan oluşmaktadır. Öncesinde görevde olan ve/ya ihraç edilmeyerek pozisyonlarını koruyan 9.000’e yakın yargı mensubunun yarısından fazlasının da iktidara yakın ve onunla işbirliği içerisinde çalıştığını doğrudan başkanlarının ikrar ettiği Yargıda Birlik Derneği’ne üye olduğu gözönüne alındığında, mevcut yargının bağımsız ve tarafsızlığının derecesi daha net anlaşılabilir.

Yüksek yargı kurumları olan Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay’ın üyelerinin tamamı doğrudan veya dolaylı olarak iktidar tarafından belirlenmiştir. Temmuz 2016 tarihinde yürürlüğe giren bir yasa ile tüm Yargıtay ve Danıştay üyelerinin görevlerine son verilerek unvansız hakim ve savcı konumuna düşürülmüşler, sonrasında, üyelerinin tamamı doğrudan veya dolaylı şekilde iktidar tarafından belirlenen/tayin edilen Hakimler ve Savcılar Kurulu tarafından Yargıtay ve Danıştay’a yeni üyeler belirlenmiştir.

HAAK tarafından incelenen kararların gerekçesiz olması, birbiri ile ayniyet derecesinde benzerlik göstermesi, ulusal ve uluslararası hukukun kabul ettiği ilke ve usullere uyulmaması, başvurucuların taleplerinin etkin şekilde karşılanmaması, verilen kararların siyasi saiklerle veya baskı ile verildiği konusunda kuvvetli şüphe oluşturmaktadır.

Yine kararlarda imzası bulunan 624 yargı mensubunun, %61’inin, siyasi iktidar tarafından kurulup desteklenen ve onunla uyumlu çalışmayı vadeden Yargıda Birlik Derneği üyesi olması, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığına gölge düşüren başkaca bir veridir.

Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığına gölge düşüren HAAK tarafından tespit edilen bir başka veri ise, isimleri tespit edilen 624 yargı mensubunun %66’sının AKP iktidarı döneminde mesleğe başlatılmış olduğudur. Bu orana karşılık gelen 396 yargı mensubunun 162’sinin alımı 15 Temmuz sonrasında yapılmıştır.

Bu değerlendirmeler ışığında HAAK, başvurucular hakkında karar veren yargı mensuplarının bağımsız ve tarafsız olarak hareket etmediklerini tespit etmiştir.

4. Adaletin Açıkça Yok Sayılması

Kişilerin sosyal ilişkileri, yaptıkları meslekler, temel hakların kullanılması niteliğinde kabul edilebilecek yasal eylemleri, Türk Ceza Kanunu ve terörle mücadele mevzuatı hükümleri aşırı ve makul olmayan şekilde yorumlanarak terör örgütü üyeliğinin maddi delilleri arasında sayılmış, yargılama aşamalarındaki savunma argümanları ve talepleri açıkça göz ardı edilip mecburi (asgari) usuli süreçler tamamlanıp görünürde bir yargılama yapılarak her bir dosyada adaletin yok sayıldığı ve yapılan yargılamalardaki dosyalarda adil yargılanma hakkının en temel evrensel prensiplerinin ihlal edildiği HAAK tarafından incelenen kararlarda açıkça gözlemlenmiş ve raporlarına yansıtılmıştır.

VIII. HUKUKA AYKIRI KARARLAR VERDİKLERİ TESPİT EDİLEN YARGI MENSUPLARININ GÖREVLERİNE GÖRE DAĞILIMI

HAAK, başvurucular tarafından kendisine ibraz edilen ve yaptığı inceleme sonrasında içeriklerinde ağır hukuka aykırılıklar tespit ettiği 814 kararda, 603 farklı yargı mensubunun imzasının bulunduğunu belirlemiştir.

Söz konusu yargı mensuplarının unvanlarına göre dağılımı şu şekildedir:

Yukarıdaki tablodan da anlaşılacağı üzere, hukuka aykırı kararlara imza atan yargı mensupları yoğun olarak Sulh Ceza Hakimleri (108) ile Ağır Ceza Mahkemesi Başkan ve Üyeleridir (282). Doğal olarak tutuklama sürecini başlatan savcıların sayısı da (122) sulh ceza hakimlerininkine yakındır.

2014 sonrasında, iktidarın etkisinde olan onunla uyumlu çalışma taahhüdünde bulunan Hakimler ve Savcılar (Yüksek) Kurulu, iktidarın önce “paralel”, sonrasında ise “darbeci, hain” olarak yaftaladığı kişi ve kurumlara karşı mücadele! etmesi için başta sulh ceza hakimlikleri olmak üzere özel yetkili ağır ceza mahkemesi başkan ve üyelikleri ile savcılıklarına özel olarak seçtiği yargı mensuplarının atamasını gerçekleştirmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi ile Yargıtay başkan ve üyelerinin göreceli olarak az olmasının sebebi, ilk derece mahkemelerinden gelen terör suçlarının belirli dairelerde istinaf ve temyiz incelemelerinin yapılıyor olmasıdır.

IX. İSİMLERİ TESPİT EDİLEN YARGI MENSUPLARININ YARGIDA BİRLİK DERNEĞİ İLE ÜYELİK/DESTEK İLİŞKİSİ

Yargıda Birik Derneği, AKP Hükümetinin, yargıyı kontrolü altına alarak yönetmek ve yargıyı kullanarak 17-25 Aralık 2013’ten sonra “paralel yapı” adıyla düşman ilan ettiği Gülen Hareketi’ni “A’dan Z’ye yok etmek” amacıyla kurduğu yargıdaki örgütlü yapının adıdır. YBD temsilcileri ve YBD üyesi HSYK mensupları, Yargıda Birlik Platformu adıyla harekete geçtikleri ilk andan itibaren siyasi iktidarla aynı söylem ve eylem birliği içerisinde olmuşlar, amaçlarının iktidarın ortaya attığı “paralel yapı” ile mücadele olduğunu açıklamışlar ve Gülen Hareketi’ni kendileri için de hasım kabul etmişlerdir.

Kuruluş aşamasında kurucu üyeleri ve siyasilerin açıklamaları birlikte değerlendirildiğinde, YBD’nin siyasi iktidar tarafından organize edilip desteklendiğini, YBD’ye bağlı hâkim-savcıların bağımsız hareket etmediklerini, iktidarın yürüttüğü “paralel yapı ile mücadele” kapsamında iktidar ile birlikte çalıştıklarını, bu konuda “devletin/hükümetin yanında” olduklarını, YBD çatısı altında bir araya gelmelerindeki amacın ve birinci önceliklerinin de bu olduğunu kanıtlar niteliktedir. Amaçları “mücadele” olan, toplumun bir kesimine karşı iktidar ile birlikte savaş açan hâkim-savcıların “bağımsız ve tarafsız” hareket ettiklerinden, bundan da öte hâkim-savcı niteliklerine haiz olduklarından söz edilemez.

12 Ekim 2014 tarihli HS(Y)K seçimlerinin, yürütmenin kurduğu ve destelediği Yargıda Birlik Platformu (Derneği) tarafından kazanılması ve yürütmenin atadığı üyelerle birlikte HS(Y)K’nın tamamen yürütmenin kontrolüne geçmesinin ardından, söz konusu HS(Y)K tarafından yapılan hâkim-savcı atamaları ve Yargıtay ve Danıştay üyeliği seçimlerinde, ehliyet ve liyakate dayalı objektif kriterler yerine şu kriterlerin nazara alındığı görülmektedir: YBD üyesi olmak veya desteklemek, HS(Y)K seçimlerde YBD lehine  çalışma yapmak, Gülen Hareketi’ni düşman görmek ve bu konuda mücadele etmek, iktidara yakın olmak, iktidarı korumak ve egemen gücün istediği/işine geldiği şekilde karar vermek. “Gülen Hareketi’ne karşı mücadele” kriteri bunlar arasında öne çıkan kriterlerdendir.[1] Siyasi iktidara yakın veya yandaş olan hâkim-savcıların yükseltilmeleri, liyakat, tecrübe, başarı ve kıdem gibi kriterleri taşıdıkları halde diğer hâkim-savcıların yükseltilmemeleri yargı içi dengeleri bozmanın yanı sıra yargı bağımsızlığını da zedeler niteliktedir.

Bağımsız yargı, uyuşmazlık konusuyla bir ilişkisi olmayan, taraflara karşı herhangi bir önyargısı bulunmayan ve herhangi bir tehdit altında bulunmayan üçüncü kişi konumunda olmak zorundadır. Hiçbir hâkimin, toplumda yer alan kişiler, gruplar, yasal veya yasa dışı oluşumlar hakkında doğrudan hedef alarak hasmane açıklamalar yapması ve onları mücadele edilmesi, yok edilmesi gereken kişiler olarak görmesi, ilan etmesi ve bu amaçla birlik oluşturması söz konusu olamaz. Aksi halde o hâkimin, genelde topluma karşı ve özelde de düşman gördüğü kesime karşı tarafsızlığından söz edilemez. Oysa YBD üyeleri “paralel yapı” iddialarına karşı, uyuşmazlığın bir tarafı olarak yer almış, iktidar ile birlikte hareket etmiş, uyuşmazlığın diğer tarafı olan Gülen Hareketi’ne karşı ön yargıdan da öte ihsas-ı reye varan görüşler ileri sürmek ve hatta daha da ileri giderek “Gülen Hareketi ile mücadele edeceklerini” ilan etmek suretiyle tarafsız olmadıklarını açıkça göstermişlerdir.

Yargı erki, yürütme ile uyumlu çalışma vaadinde bulunan YBD’li üyelerin yönetimindeki HSK marifetiyle, adeta yürütmeye bağlı bir konuma getirilmiştir. Soruşturma ve kovuşturma işlemleri yürütmenin müdahalesine son derece açık olup, yürütmenin istediği biçimde soruşturma yürütüldüğü veya yapılması istenmeyen soruşturmaların kapatılarak yargı denetiminden kaçırıldığı görülmektedir. Yürütmenin istediği doğrultuda karar vermeyen hâkim-savcıların görev yerlerinin ve yetkilerinin değiştirilmesine, haklarında soruşturma açılmasına, görevden uzaklaştırılmalarına ve tutuklanmalarına kadar varan işlemlerden de anlaşılacağı üzere, yürütmenin ve yürütmenin etkisi altındaki HSK’nın istemediği biçimde karar verebilmek mümkün değildir. Yargı üzerinde, yürütmenin etkisi altında bulunan ve hatta yürütmeye bağlı bir kurum gibi faaliyet gösteren HSK marifetiyle oluşturulan baskı ortamı, kaygı verici boyutlara ulaşmıştır. Yargı teşkilatına egemen olan YBD üyesi yargı mensuplarının, yürütme ile söylem ve eylem birliği içerisinde hareket etmelerinin bir sonucu olarak, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı, kuvvetler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü ilkeleri ciddi bir şekilde zarar görmüş, Türk Yargısı günden güne itibar kaybına uğramıştır. Türk Yargısı, amaçları toplumun bir kesimi ile mücadele olan ve yürütmenin güdümünde hareket eden YBD’nin tahakkümü altına alınmıştır. Örgütlenme hakkı Anayasal bir haktır ve bu anlamda hiçbir örgütlenme kınanamaz. Ancak bağımsız ve tarafsız olması gereken yargı mensuplarınca oluşturulan bu tablonun yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı bakımından açıklanabilir hiçbir yönü bulunmamaktadır.

HAAK, kendisine yapılan başvurular sonrasında, hukuksuz kararlara imza atan 603 yargı mensubunun ismini tespit etmiştir[2]. Tespit edilen yargı mensuplarından 370’i Yargıda Birlik Derneği üyesidir.

Resmi olarak üye olmayan 233 yargı mensubu içerisinde, HAAK tarafından CBJ üyeleri arasında yapılan bir anket çalışması sonrasında, süreç içerisinde YBD’nin faaliyetlerine etkin olarak katılmış, takip ettiği siyasetin yargı birimlerinde hayat bulması için çaba sarfetmiş önemli isimlerin bulunduğu belirlenmiştir. Bu anket çalışması ile üyelerin doğrudan tanıklıkları neticesinde 233 yargı mensubunun önemli bir kısmının YBD ile kurumsal olmasa bile ilkesel/ideolojik bir yakınlık ve aynilik olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Bu bağlamda bir örnek vermek gerekirse, 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünün hemen sonrasında, 16 Temmuz sabahı, 2745 yargı mensubunun gözaltına alınması, tutuklanması ve malvarlıklarına el konulması talimatını veren dönemin Ankara Cumhuriyet Savcısı Serdar Coşkun, aktif olarak YBD üyesi değildir.

Tespit edilen yargı mensuplarından %61’inin resmi olarak YBD üyesi olduğu gözönüne alındığında, iktidarın muhalif kabul ettiği, ötekileştirip düşmanlaştırdığı kişi ve gruplara karşı yürütülen soruşturma ve yargılamalardaki hukuksuz kararların verilmesinde, YBD’nin 2014 yılı başından bu yana planlı, sistematik ve iktidar ile uyumlu olarak yürüttüğü yargının siyasallaşması projesinin önemli bir katkısının olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

X. HUKUKSUZ KARAR VERDİKLERİ TESPİT EDİLEN YARGI MENSUPLARININ MESLEĞE BAŞLAMA YILLARINA GÖRE DAĞILIMI

Yargı kararları üzerinde siyasi iktidarın doğrudan veya dolaylı olarak etkide bulunduğu, tarafsız ulusal ve uluslararası kurumların raporlarına yansıyan, Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi, Birleşmiş Milletler’in ilgilitemsilci ve kurumlarınca eleştirilip raporlaştırılan bir gerçektir.

 

 

 

 

 

 

HAAK, yapılan başvurular sonrasında düzenlediği raporlarında, tespit ettiği hak ihlalleri ile bu ihlallere sebebiyet veren yargı mensuplarının isimlerini tespit ederek, yargının siyasi etkisini ölçmeye yarayacak veriler üretmeyi de amaçlamaktadır.

Hukuksuz kararlar verdikleri belirlenen yargı mensuplarının sicilleri, isimleri ve bu kararları verirken kullandıkları sıfatlarına (XII) nolu başlıkta yer verilmiştir. Yargı mensuplarının sicillerinden yola çıkarak hangi yılda adaylığa kabul edildiği ve hangi yılda mesleğe kabul edilerek atamasının yapıldığını belirlemek olanaklıdır. Hakim-savcı aday alımı ve mesleğe kabulünde Adalet Bakanlığı’nın, dolayısıyla siyasal iktidarın tarihsel süreç içerisinde etkin bir rol oynadığı bir vakıadır.

HAAK tarafından incelenen ve ağır hukuk ihlalleri tespit edilen başvuruların, 2002 yılından buyana iktidarda bulunan ve mecliste çoğunluğu elinde bulunduran AKP’nin, doğrudan veya dolaylı olarak görüş ve ideolojisini benimseyen, onun eylem, söylem, karar ve imkanlarından etkilenen yargı mensupları tarafından verildiği kabul edilmelidir. Söz konusu kararların, bir yargı mensubunun mevcut Anayasa ve yasalar ile uluslararası mevzuat hükümlerini yorumlayarak verildiğini söylemek mümkün değildir.

AKP iktidarının yargı üzerindeki etkisini, etkinliğini, kontrol gücünü dönemsel olarak gruplandırmak mümkündür.

2002-2010 yılları arası            :Bu yıllar arasında AKP’nin, yargı, güvenlik ve diğer yürütme bürokrasisi üzerindeki etkisinin kuvvetli olmadığı dönem.

2010-2014 yılları arası            :2010 Anayasa Referandumu sonrasında, özellikle HSYK’nın üye yapısının iktidar lehine değişmesi ve sonrasında Kurul’un yüksek yargı mahkemelerine atadığı üyeler ile ilk derece mahkemelerinde görevli mahkeme başkanları ve başsavcılıklara yaptığı atamalar AKP’nin yargı üzerindeki gücünü süreç içerisinde artırdığı dönemdir.

2014-15 Tem. 2016 arası        :17-25 Aralık 2013 tarihli yolsuzluk ve rüşvet soruşturmaları sonrasında AKP, medya ve bürokrasideki etkinliğini kullanarak ve muhalefet partilerinin de desteğini alıp oluşturduğu Yargıda Birlik Derneği vasıtasıyla yargı üzerindeki otoritesini daha da artırmış ve sağlamlaştırmıştır. Ekim 2014 HSYK üye seçimlerinde çoğunluğu elde eden YBD’li üyeler, Adalet Bakanlığından gelen üyeler ile, kendilerine muhalif gördükleri yargı mensuplarına karşı adeta bir “savaş” başlatmışlardır.

15 Temmuz 2016 sonrası       : Bu tarihte gerçekleşen darbe teşebbüsü bahane edilerek 5.000 civarı yargı mensubu ihraç edilerek, zorunlu olarak emekliye sevkedilerek, istifaya davet edilerek veya zorlanarak sistem dışına itilmiştir. Yerlerine ise hızlı bir şekilde parti teşkilatı üyesi veya referans olduğu hukuk mezunları arasından, neredeyse doğrudan Adalet Bakanlığı mülakatı ile yargı mensubu alımı/ataması yapılmıştır. Bu tarihten sonra göreve başlayanların, AKP’nin işaret ettiği ve adlandırdığı, AKP’ye darbe yapmakla suçlanan kişi ve gruplar ile bunları doğrudan veya dolaylı olarak destekleyenlere karşı adeta “düşman ceza hukuku” uyguladığını söylemek yanlış olmayacaktır.

HAAK, tarafından hukuksuz kararlara imza attıkları tespit edilen 603 yargı mensubunun, mesleğe başladığı yıllara göre dağılımı aşağıda, tabloda gösterilmiştir.

 

Tablodan, ağır hukuka aykırılıklar tespit edilen yargı kararlarının, ağırlıklı olarak AKP iktidarı döneminde göreve başlayan yargı mensupları tarafından verildiği açıkça görülmektedir.

Hukuka aykırı kararlara imza attığı HAAK tarafından tespit edilen yargı mensuplarının %66’sı AKP döneminde, Adalet Bakanlığı tarafından hâkim-savcı adayı olarak alınıp sonrasında mesleğe başlatılan yargı mensuplarından oluşmaktadır. Bu oranın yüksekliği, özellikle 15 Temmuz iktidar tarafından kişi ve kurumlara karşı yürütülen ve insanlığa karşı suç kabul edilebilecek eylemlerin, yargı üzerinden nasıl gerçekleştirildiğini anlamlandırmaya yarayacak önemli bir veridir.

 

XI. HUKUKA AYKIRI KARAR VEREN YARGI MENSUPLARININ SORUMLULUKLARI

HAAK, yapılan başvurular çerçevesinde yaptığı inceleme neticesinde, tespit ettiği hukuka aykırılıkların mahiyet ve önemleri doğrultusunda, ilgili yargı mensuplarının ceza hukuku, tazminat hukuku ve disiplin hukuku bağlamında muhtemel sorumluluklarını belirlemiştir.

Ceza Hukuku Bağlamında:

HAAK, kararlarını incelediği yargı mensuplarının, hukuka aykırı yöntemlerle elde edilmiş bilgi ve belgelere dayanılarak ya da hiçbir delil olmaksızın kişilerin özgürlük ve güvenlik haklarını sınırlayan kararları nedeniyle “kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” suçundan veya “görevi kötüye kullanma” suçundan dolayı soruşturulmaları gerektiğini değerlendirmiştir.

Yine HAAK, incelemeye konu kararların tarafsız olmayan, siyasi saiklerle hareket eden, mağdurun kendisine veya ait olduğu inanca, gruba ya da milliyete duyduğu kin ve nefret duygularını tatmin çerçevesinde karar veren yargı mensuplarınca oluşturulmuş olduğu konusunda bulgulara ulaşan HAAK, söz konusu yargı mensuplarının eylemlerinin, toplumun belirli bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli şekilde işlenmiş olduğunun ispatı durumunda bu kişilerin “insanlığa karşı suç” bağlamında soruşturulmaları gerektiği sonucuna varmıştır.

Kurul, yaptığı değerlendirmeler sonrasında, diğer şartları oluştuğu taktirde kararlarda imzası bulunan yargı mensuplarının aşağıdaki suçlardan biri veya birkaçı çerçevesinde de soruşturulmasının mümkün olduğu sonucuna varmıştır:

  • Konut dokunulmazlığının ihlali (TCK md. 116)
  • Dilekçe hakkının kullanılmasının engellenmesi (TCK md. 121)
  • Nefret ve ayırımcılık (TCK md. 122)
  • Haberleşmenin gizliliğini ihlal (TCK md. 132)
  • Özel hayatın gizliliğini ihlal (TCK md. 134)
  • Verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme (TCK md. 136)
  • Verileri yok etmeme (TCK md. 138)
  • Resmi belgede sahtecilik (TCK md. 204)
  • Resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan (TCK md. 206)
  • Görevi kötüye kullanma (TCK md. 257)
  • Kişilerin malları üzerinde usulsüz tasarruf (TCK MAD md. DE 261)
  • Suç uydurma (TCK md. 271)
  • Yargı görevi yapanı, bilirkişiyi veya tanığı etkilemeye teşebbüs (TCK md. 277)
  • Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme (TCK md. 281)
  • Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs (TCK md. 288)

Disiplin Hukuku Bağlamında;

Yargı mensuplarının, Anayasa ve uluslararası sözleşmelerden kaynaklı yükümlülüklerini yerine getirmediği konusunda ağır hukuka aykırılıklar tespit eden HAAK, ilgililerin disiplin sorumluluklarını değerlendirmekle görevli ve yetkili kurumları tarafından meslekten ihraçlarını konu alan bir disiplin soruşturması yapılması gerektiğini tespit ve tavsiye etmiştir.

Tazminat Hukuku Bağlamında;

HAAK, başvurucuların uğradığı maddi ve manevi zararları bağlamında Devlet aleyhine ulusal ve uluslararası yargı mercileri nezdinde açılacak davalar sonucunda ödenmesi kuvvetle muhtemel tazminat miktarlarının, hukuksuz kararlarda imzası bulunan yargı mensuplarından tahsil edilmesi gerektiği değerlendirmesinde bulunmuştur.

XII. HUKUKA AYKIRI KARARLAR VERDİKLERİ TESPİT EDİLEN YARGI MENSUPLARI

HAAK, kendisine yapılan başvurular ve ibraz edilen yargı kararları çerçevesinde, verdikleri kararlarda ağır hukuka aykırılıklar tespit ettiği yargı mensuplarının isimlerine de kararlarında yer vermiştir. Bunda güdülen amaç kesinlikle söz konusu yargı mensuplarının kişilik haklarını ihlal değil, verdikleri hukuka aykırı kararların tespit edildiğini ve bilinir hale geldiğini belirtmek suretiyle, bu yargı mensuplarını hukuka uygun karar vermeye davet ve teşviktir.

HAAK, temel hak ve özgürlüklere, doğrudan yargı mensupları tarafından yapılan saldırının görünür hale gelmesini amaçlamaktadır. Bu yolla, hukuk dışına çıkan hakim ve savcılar üzerinde öncelikle yargının kendi iç kontrol mekanizmalarının yanı sıra barolar ve insan hakları örgütleri gibi harici baskı unsurlarının harekete geçirilmesi sağlanabilecektir.  

Aşağıdaki listede yer verilen unvanlar, incelenen kararlarda yargı mensuplarının sahip oldukları görev/sıfat doğrultusunda tespit edilmiştir.

Listede bazı yargı mensuplarının isimleri karşısında birden fazla ünvana yer verilmiştir. Bunun sebebi, söz konusu kişinin, birden fazla kararda değişik unvan-sıfat-görev ile yer almış olmasındandır. Örneğin sulh ceza hâkimi sıfatıyla haksız tutuklama kararı veren bir yargı mensubu, sonrasında ağır ceza mahkemesi üyesi ya da başkanı veya bölge adliye mahkemesi üyesi/başkanı sıfatıyla da benzer kararlar verebilmektedir.

 

 

SİCİL NO ADI-SOYADI ÜNVANI
24155 Mehmet Kalkancı SCH Hakimi
25456 Halil Türkmen SCH Hakimi
27529 Ömer Azküçük SCH Hakimi
27595 Yakup Ata HSK Üyesi
27987  Kenan İpek HSK Üyesi
27995 Ömer Tuncay İpek Savcı
28110 Nazmi Hakan BAM Daire Başkanı
28308  Mehmet Yılmaz HSK Üyesi
29231 Ali Yıldız             ACM Başkanı
29323 Yıldız Gönlüm Tarhan ACM Üyesi
29326 Halide Yazıcı ACM Üyesi
29867 Ali Nevzat Açıkgöz Yargıtay Üyesi
29951 Eyüp Yeşil Yargıtay Daire Başkanı
29991 Mehmet Tuğrul Türksoy ACM Başkanı
30129 Fatma Nilgün Kökçek ACM Üyesi
30682 Ali Kara ACM Üyesi
30869 Aysel Gökçe ACM Üyesi
30898 İsmail Yalçın Savcı
30907 İsa Dalgıç Savcı
30938 Mustafa Doğru Başsavcı – Yargıtay Üyesi
30952 Sadık Bölek Başsavcı
31079 Hasan Şatır ACM Başkanı
31547 Mustafa Kemal Çokdinç Başsavcı
31589  Metin Yandırmaz HSK Üyesi
32201 Mehmet Öztunç Yargıtay Üyesi
32204 Cihan Şahin Savcı
32221 Gökalp Gökçü Savcı
32315  Ömer Kerkez HSK Üyesi
32389 Abdullah Tanrıkulu ACM Başkanı
32676 Ali İhsan Temel Danıştay Savcısı
32687 Fethi Aslan Danıştay Daire Başkanı
32693 Musa Albayrak Danıştay Üyesi
32698  Emin Sınmaz HSK Üyesi
32859  Mehmet Durgun HSK Üyesi
33211  Orhan Usta Başsavcı
33389 Emin Ekmekçioğlu Savcı
33410 Mustafa Kurtaran Yargıtay Üyesi
33453 Deniz Gül ACM Başkanı
33587 Keziban Gülcan Kaya Danıştay Üyesi
33608  Halil Koç HSK Üyesi
33938 Hayriye Gürsan SCH Hakimi
33948  Ramazan Kaya HSK Üyesi
33965 Mehmet Cihan Kısa Savcı
33968 Şerafettin Saka Yargıtay Üyesi
33969 Mehmet Akif Kay Savcı
33989  Fehmi Tosun Başsavcı
34008 Dursun Büyükbaş ACM Başkanı
34030 Harun Kodalak Başsavcı
34065 Muhsin Şentürk Yargıtay Üyesi
34071 Nuh Güler ACM Üyesi
34139 Mehmet Aydın Başsavcı Vekili
34199 Bekir Yurtseven ACM Üyesi
34206 Beytullah Metin BAM Daire Başkanı
34326 Erdoğan Yavuz SCH Hakimi
34367 Bahadır Çoşlu BAM Daire Başkanı
34435  Alp Arslan HSK Üyesi
34445  Mehmet Karagöz OHAL Komisyonu Üyesi
34463 Hacı Atilla Önder ACM Üyesi
34780 Mustafa Çınar BAM Üyesi
34907 Muharrem Songür Savcı
35077 Ömür Topaç HSK Üyesi
35084 Fatih Gökçen Savcı
35113 Yakup Şahin Savcı
35152 Hakan Yüksel Yargıtay Üyesi
35260 Hakan Özer ACM Başkanı
35296 Hüsamettin Otçu ACM Başkanı
35826  Nazım Durmaz Yargıtay Üyesi
36039 Naim Babür Alaybeyoğlu Savcı
36123  Murat İrcal Başsavcı
36460  Turgay Ateş HSK Üyesi
36850 Abdullah Gök SCH Hakimi
36896  İsa Çelik HSK Üyesi
37064 Ayla Ünal BAM Üyesi
37149 Okan Erdoğan ACM Başkanı
37162 Ali Erbıyık ACM Üyesi
37184 Zekeriya Samancı BAM Daire Başkanı
37198 Cemil Balcılar Savcı
37235 Mustafa Karayıldız Yargıtay Üyesi
37253 Alev Özcan SCH Hakimi
37283 Eyyup Mutlu BAM Üyesi
37287 Hüseyin Yaşar Özyavuz ACM Üyesi
37315 Yunus Süer SCH Hakimi
37410 Mahmut Savaşçı Savcı
37461 İsmail Ersin Ağca Savcı
37537 Anıl Özdilek ACM Üyesi
37539 İrfan Sert Savcı
37559 Cevdat Özcan SCH Hakimi
37560 Tülay Berber SCH Hakimi
37680 Hakan Pektaş Savcı
37685 Kenan Zeybek Yargıtay Üyesi
37940 Cüneyt Bölükbaşı BAM Üyesi
37942 Mevlüt Gülbudak SCH Hakimi – ACM Başkanı
37950 Tamer Keskin SCH Hakimi
37957 Ali Oğuz Şahin ACM Üyesi
38077 Veli San Savcı
38100 Cemal Duman ACM Başkanı
38109 Saliha Özden SCH Hakimi
38135 Hakan Yaşar Ürün Savcı
38212 Selahattin Kanbur Savcı
38259 Burçin Çetiner BAM Üyesi
38315 Tunç Cantaymaz Savcı
38428 Sabahattin Sarıdoğan ACM Başkanı
38481 Zekariya Yavuz ACM Başkanı
38494 Halil Toma BAM Üyesi
38649 Ayhan Güldalı ACM Üyesi
38723 Ayhan Akyol Savcı
38728 Kadir Gezici ACM Başkanı
38852 Nebi Kurtgöz Başsavcı Vekili
39479 Beyhan Gök Berber SCH Hakimi
39559 Bayram Kantık ACM Başkanı
39571 Ahmet Diler BAM Üyesi
39600 Celal Albay Yargıtay Üyesi
39604 Salih Kılıçdağı Savcı
39606  Hakan Tural Savcı
39630 Akif Karakuş Savcı
39663 Serdar Coşkun Savcı
39680 Ergün Şahin Yargıtay Üyesi
39703 Atila Öztürk SCH Hakimi
39704 Melik Kahraman ACM Başkanı
39802 Doç.Dr.Ekrem Çetintürk Yargıtay Üyesi
39802  Ekrem Çetintürk Yargıtay Üyesi
39830 Ömer Öztürk SCH Hakimi – ACM Başkanı
39844 Hayrettin Sevim BAM Üyesi
39858 Yasin Arslan ACM Üyesi
39874 Yavuz Koç  SCH Hakimi
39888 Kenan Türkmen SCH Hakimi
39928 Mustafa Çorumlu ACM Başkanı
39966 Ömer Özgür Ercan ACM Başkanı
40012 Muammer Çalık BAM Üyesi
40017 Cem Boztaş ACM Başkanı
40019 Erkan Sarıçam BAM Üyesi
40048 Habib Korkmaz Başsavcı
40055 Mehmet Uğurbaş SCH Hakimi
40060  Faik Ersöz Savcı
40076 Hasan Ay ACM Üyesi
40129 Faruk Şener Yargıtay Üyesi
40150 Savaş Şahinbay SCH Hakimi – BAM Daire Başkanı
40189 Hayati Karaaslan BAM Daire Başkanı
40190 Altan Özçelik ACM Üyesi
40207 Utku Ercan SCH Hakimi
40227 Serkan İçöz ACM Üyesi
40250 Ali Rıza Doğmuş SCH Hakimi
40304 Ahmet Nazmi Alp ACM Başkanı
40335 Salih Polat BAM Daire Başkanı
40342 Lütfi Türk ACM Başkanı
40745 Osman Tonta ACM Üyesi
40751 Atilla Rahimi Savcı
40752 Derda Gökmen BAM Üyesi
40773 Ahmet Hakan Özdemir Savcı
40794 Bahtiyar Çolak ACM Başkanı
40811 Şuayıp Arslan ACM Üyesi
40852 Şamil Koç ACM Başkanı
40869 Abdurrahman Gün SCH Hakimi- ACM Başkanı – BAM Üyesi
40905 Sinan Tür Başsavcı Vekili
40911 Uğurhan Kuş Başsavcı
40914 Suat Alaca ACM Başkanı
40925 Alaadtin Akdere BAM Üyesi
40933 Bülent Koç ACM Başkanı
40943 Seyit Gazi Balkaya ACM Üyesi
40958 Sezer Söylemez SCH Hakimi
40961 Ali Ramazan Bilgisiçok  SCH Hakimi
40975 Hakan Özdeş ACM Üyesi
40991 Namık Genel Savcı
41005 Hasan Gelir ACM Üyesi
41065 Hüseyin Gören BAM Üyesi
41073 Murat Türkmen ACM Başkanı
41091 Işıl Kütük                SCH Hakimi
41104 Erdoğan Güleç Savcı
41115 Bekir Çağlar BAM Üyesi
41359 Mehmet Ersin Berber Savcı
41370 Gülpınar Tür  SCH Hakimi
41372 Gökhan Şimşek SCH Hakimi
41500 Volkan Keskinkaya ACM Üyesi
41916 Muhammet Yavuz Yargıtay Üyesi
41923 Adem Aygün ACM Başkanı
41941 Ömer Yurdusev Savcı
41968 Erkan Özkaya ACM Başkanı
42011 İhsan Doğan Savcı
42049 Şükrü Çağlar ACM Başkanı
42056 Fahri Turan ACM Üyesi
42102 Mustafa Gökçe Savcı
42107 Mustafa Demirel ACM Üyesi
42114 Ahmet Cengiz Soysal  SCH Hakimi
42117 Ahmet Turan Oral ACM Başkanı
42138 Mehmet Selim Karakuzu ACM Başkanı
42169 Kamil Altıntaş Savcı
42184 Mehmet Arslan ACM Başkanı
42263 İsmail Gürsoy ACM Üyesi
42294 Barbaros Arslan Savcı
42394 Emin Alkan BAM Üyesi
42430 Tuncay Başaran BAM Üyesi
42436 Ayhan Arduç ACM Üyesi
42437 Gökberk Sunal ACM Üyesi
42520 Oğuz Dik Yargıtay Üyesi
42562 Kenan Türk SCH Hakimi
42597 Mehmet Duman ACM Başkanı
42614 Ulaş Mengüloğlu ACM Başkanı
42620 Ceyhun Yılmaz Savcı – BAM Üyesi
42658 Burak Kılıç SCH Hakimi
42695 Ayhan Yardımcı SCH Hakimi
43103 Cem Karaca ACM Başkanı
69460 Vahit Özcan Savcı
92511 Barış Erdoğan ACM Başkanı
92531 Serkan Baş ACM Üyesi
92540 Halit Kılıç ACM Başkanı
92592 Erhan Karakaya SCH Hakimi
92634 Selami Yılmaz SCH Hakimi
93856 Özgür Koç  SCH Hakimi
93890 Ahmet Dalgalı BAM Üyesi
93902 Mustafa Özbek ACM Üyesi
94977 Fatih Öztürk Savcı
95033 Turgay Çorak ACM Başkanı
95041 Melih Avcı ACM Başkanı
95050 Onur Yerdelen ACM Başkanı
95083 İbrahim Koca ACM Başkanı
95095 Yasin İsmailoğulları ACM Başkanı
95186 Mahmut Ateş BAM Üyesi
97712 Uğur Taştemir BİM Üyesi
97744 Nihat Koçak BİM Başkanı
97904 Murat Şahingöz Savcı
97924 İbrahim Polat ACM Üyesi
97938 Metin Özbay Savcı
97939 Orbay Bahri Ulgar Savcı
97947 Ali Deniz Tanrıverdi ACM Üyesi
97958 Bülent Cem Koçak ACM Başkanı
97998 Yusuf Arslan SCH Hakimi
98067 Ali Güllü Savcı
98080 Bilal İnanç ACM Başkanı
98107 Ahmet Ataman Başsavcı
98436 Murat Uzun BAM Daire Başkanı
101104 Abdurrahim Ay BİM Üyesi
101189 Abdurrahman Yalçın Savcı
101305 Hamdi Çağrı Şahin Savcı
101322 Ali Resul Ceritlioğlu Savcı
101428 Mustafa Gökhan Yumrutaş Savcı
101546 Mehmet Reşat Yavuz ACM Üyesi
101549 Özkan Tavuz ACM Başkanı
101632 Turgut Türkmen Başsavcı
101660  Taner Güngör Başsavcı Vekili
101711 Özgür Metin BAM Üyesi
101717 Hasan Demirtaş SCH Hakimi
102840 Canan Çetinkaya ACM Üyesi
104685 Bozan Çevik Savcı
104700 Murat Dilsiz Başsavcı
104701 İsmail Mermerci Savcı
104702 Esat Işık OHAL Komisyonu Üyesi
104708 Mustafa Çakar SCH Hakimi
104747 Ülkü Adıgüzel ACM Başkanı
104765 Yasemin Yaman SCH Hakimi
104771 Mustafa Kemal Turgut ACM Üyesi
104862 Mehmet Güven ACM Başkanı
104873 Mehmet Tokyürek ACM Başkanı
104898 Hanife Olgun Güneş SCH Hakimi
104925 Yıldıray Kaya ACM Üyesi
104927 Cantürk Taşkın ACM Üyesi
104934 Remzi Demir Savcı
105036 Kadir Erdeo SCH Hakimi – ACM Başkanı
105053 Eşref Durmuş BAM Üyesi
107239 Kemaleddin Özdemir İdari Hakim
107357 Hakan Akdeniz SCH Hakimi
107370 Mustafa Kemal Çatak ACM Üyesi
107382 Mustafa Asefler SCH Hakimi – ACM Üyesi
107405 Yıldırım Kemal Zöhre Savcı
107434 Mehmet Atıf Öztürk SCH Hakimi
107449 Özgür Kökten SCH Hakimi
107485 Bayram Ercan ACM Başkanı
107548 Nermin Beyazitoğlu Gürsoy BAM Üyesi
107601 Erkan Yüksel Savcı
107625 Kaya Burak Dumlu ACM Üyesi
107630 Murat Sopacı SCH Hakimi
107662 Selçuk Ülger ACM Üyesi
109449  Erdem Demircanlı BAM Üyesi
109468 Hüseyin Özcan ACM Üyesi
109671 Akın Aycan ACM Üyesi
109702 Akın Gürlek SCH Hakimi
109762 Murat Özcan Savcı
109817 Ferit Sandal Savcı
109889 Ergün Güçlü Savcı
115027 İbrahim Korkmaz Savcı
118891 Mustafa Alyörük ACM Üyesi
118921 Utku Özdemir SCH Hakimi
118965 Pıanr Gezer Atanıan ACM Başkanı
119005 Gülşah Kablan Şen SCH Hakimi
119009 Burhan Temtek Savcı
119027 Mehmet Erten ACM Üyesi
119028 Vakkas Sait Dikmen SCH Hakimi
119092 Melih Serdar Çakır ACM Üyesi
119130 Gökan Günaydın ACM Başkanı
119168 İrfan Şancı ACM Üyesi
119176 Mehmet Alan ACM Üyesi
119213 Çağdaş Topgül ACM Üyesi
119228 Ferit Yamer ACM Üyesi
119250 Ramazan Kelebek ACM Üyesi
119281 Mustafa Kutsal Kaya Savcı
120593 Yavuz Arnak Savcı
120633 Cihan Yılmaz ACM Üyesi
120674 Anıl Deniz Güneş SCH Hakimi
120718 Ali Keleş SCH Hakimi
120725 Adem Can ACM Üyesi
120773 Ersin Öztürk SCH Hakimi
120806 Özgür Kemal Kartal ACM Üyesi
120901 Göksel Ünüvar Savcı
120920 Ömer Harun Özbek SCH Hakimi
120944 Çağlar Ertaş Savcı
120958 Celal Sarıdere Savcı
121014 Ramazan Aydoğan Savcı
122240 Adnan Yılmaz SCH Hakimi
122275 Uğur Muslu SCH Hakimi
122279 Abdullah Fırat Gedik ACM Üyesi
122311 Kadri Arslan ACM Üyesi
122312 Osman Pediz ACM Başkanı
122321 Nebi Erken Savcı
122338 Yasin Köse SCH Hakimi
122345 Yeşim Can ACM Üyesi
122384 Çağlar Pürlüpınar ACM Başkanı
122390 Burcu Sağlam SCH Hakimi
122422 Fatih Yılmaz SCH Hakimi
122424 Oktay Güney ACM Üyesi
122425 Zeki Yavuz Savcı
122430 Zübeyde Ulaş Otur ACM Üyesi
122486 Mevlüt Uçar ACM Üyesi
122486 Yasemin Güç Doğmaz ACM Başkanı
122493 Esra Gül Can Savcı
122504 Eray Erden Savcı
122505 Nuray Hopikoğlu ACM Üyesi
122527 Fatih Kutluboğa ACM Üyesi
122563 Halil Kurt ACM Üyesi
123185 Hasan Karaman SCH Hakimi
123452 Malik Daşdan Savcı
124675 Mustafa Özoğul SCH Hakimi
124724 İbrahim Timur ACM Üyesi
125127 Yasin Uğurer ACM Başkanı
125163 Okay Koç ACM Üyesi
125170 Mustafa İlker Aydın ACM Üyesi
125195 Uğur Sönmez SCH Hakimi
125201 Ali Ersin SCH Hakimi
125222 Gökhan Büyükşimşek Savcı
125223 Ata Serdar Dumlupınar SCH Hakimi – ACM Başkanı
125305 Yusuf Menteş ACM Üyesi
125336 Hatice Öztoprak SCH Hakimi
125340 Melike Esma Can Karatay ACM Başkanı
125346 Özhan Güzel ACM Üyesi
125357 Osman Berber ACM Üyesi
125480 Pınar Demir Yılmazel ACM Üyesi
125491 Tuba Büyükşahin ACM Üyesi
125511 Şehnaz Apaydın ACM Başkanı
125541 Adem Karataş ACM Üyesi
125579 Alparslan Türkmen Savcı
125611 Zeliha Ertan ACM Üyesi
125635 Ergin Yılmaz ACM Üyesi
125862 Mehmet Tevfik Gerçek ACM Üyesi
125911 Tülay Akceylan ACM Üyesi
125939 Akif Düzgün Savcı
137280 Çağlayan Özbay ACM Üyesi
137358 Ümit Kaya Savcı
137388 Ferhat Ekinci Savcı
137561 Hasan Basri Savaş SCH Hakimi
137568 Ahmet Onur Sarıdoğan  SCH Hakimi
138886 Alperen Ertürk Savcı
139654 Medine Özlem Rüzgar ACM Üyesi
139701 Ender Genç SCH Hakimi
139709 Selime Hidayet Kibritcioğlu ACM Üyesi
139745 Mustafa Kalın SCH Hakimi
139767 Şule Gedik ACM Üyesi
139826 Muammer Yurtseven SCH Hakimi- ACM Üyesi
139832 Ferhat Koyuncu ACM Üyesi
139884 Emrah Aydemir ACM Üyesi
139914 Emrah Yıldırım ACM Üyesi
149922 Emre Küçükbaşol ACM Üyesi
149927 Ramazan Yurteri  ACM Üyesi
149977 Yeşim Yahşi ACM Üyesi
150011 Akın Çetin Savcı
150048 Tayfur Cengiz Savcı
150106 Mustafa Şenocak ACM Üyesi
150927 Cem Koray Eryılmaz Savcı
150935 Şahabettin Öztürk ACM Üyesi
150963 Mithat Öz Savcı
151134 Mehmet Ali Kuşuçar SCH Hakimi
151274 Hürol Özcüre Savcı
151293 Diyaaddin Özislam SCH Hakimi
151328 İbrahim İlaslan ACM Üyesi
151348 Muzaffer Sengelli ACM Üyesi
151384 Murat Bahadır ACM Üyesi
151391 Orhan Kaya Savcı
151417 Cebrail Umut ACM Üyesi
151520 Ahmet Dişbudak SCH Hakimi
153031 Müge Akbıyık SCH Hakimi
153039 Ali İhsan Akdoğan Savcı
153061 Dursun Aksoy  SCH Hakimi
153119 Abdullah Fatih Bildik Savcı
153153 Şengül Yılmaz ACM Üyesi
153183 Adem Çörek Savcı
153185 Mustafa Doğan ACM Üyesi
153193 Aydın Cıvgın ACM Üyesi
153213 Gülşah Eğilmez Türüdi ACM Üyesi
153226  Mesut Eryılmaz SCH Hakimi
153241 İbrahim Hatipoğlu SCH Hakimi
153475 Sefa Öner SCH Hakimi
153553 Çağrı Burak Türk SCH Hakimi
154603 Buket Çelik Arı SCH Hakimi – ACM Üyesi
156982 Ferhat Yayla Savcı
164309 Ayşe Esin Eser Avcı ACM Üyesi
165565 Sadık Çimen ACM Başkanı
165609 Rıza Tekinalp ACM Üyesi
165634  Ayşe Akdeniz İlaslan Danıştay Tetkik Hakimi
165673 Murat Aytaç OHAL Komisyonu Üyesi
165791 Ahmet Çetinkaya SCH Hakimi
165897 Muhammet Ertuğrul Gümüş ACM Üyesi
165905 Ali Metin Güven ACM Üyesi
165926 Mehmet Ramazanoğlu SCH Hakimi
165982 Enver Üstün ACM Üyesi
165989 Kadir Tuncay ACM Üyesi
166003 Abdulkadir Yeşiltaş ACM Üyesi
166004 Ercan Yetkin SCH Hakimi
166006 Fatih Yıldırım SCH Hakimi
170996 Merve Kalkan ACM Üyesi
171022 Ali Armağan Karaca Savcı
171091 Mustafa Alper Kesik SCH Hakimi
171099 Mustafa Aydın SCH Hakimi
171192 Eshat Özkul ACM Üyesi
171233 Turan Boran Savcı
171274 Zeynep Yargıcı ACM Üyesi
171292 Seda Tamam ACM Üyesi
171455 Özgür Dursun ACM Üyesi
171517 Muhammed Yıldız Savcı
171568 Merve Fadime İnce ACM Üyesi
174415 Ali İde SCH Hakimi
174422 Onur Engin Deniz ACM Üyesi
174431 Mahmut İrek Savcı
174475 Cem Altunsoy SCH Hakimi
174487 Ebru Engindeniz ACM Üyesi
174495 Yunus Sağlam SCH Hakimi
174533 Mehmet Kılıç ACM Üyesi
174540 Mahmut Kızılelma ACM Üyesi
174609 Mustafa Nar SCH Hakimi- ACM Üyesi
174646 Ahmet Tarık Çiftçioğlu ACM Üyesi
174671 Aykut Özkara ACM Üyesi
174708 Ahmet Onur Somuncu SCH Hakimi
174710  İlker Vural Savcı
174711 Mustafa Sopacı SCH Hakimi – ACM Üyesi
174763 Ülkü Tiryakioğlu ACM Üyesi
179239 Rüstem Kocadağ Savcı
179331 Seher Narin Yıldız ACM Üyesi
179377 Suzan Ayturan SCH Hakimi
179614 Ahmet Türker SCH Hakimi
179714 Bekir Yücel ACM Üyesi
189495 Hacı Mustafa Akbucak  SCH Hakimi
189517 Esra Akkaya ACM Üyesi
189536 Musa Akyıldız ACM Üyesi
189544 Anıl Altay Savcı
189546 Aysun Altun Tabaklı ACM Üyesi
189665 Abdullah Boyraz ACM Üyesi
189719 Fırat Çankaya ACM Üyesi
189820 Sabahat Çisem Durukal SCH Hakimi
189857 Özge Eroğlu ACM Üyesi
189874 Aslı Eşpek ACM Üyesi
189937 Tayfun Gün ACM Üyesi
189949 Mustafa Gürbüz SCH Hakimi
189952 Merve Ergüden ACM Üyesi
190134 Oğuzhan Mert Savcı
190160 Hasan Burak Öndin ACM Başkanı
190162 Ömer Öz ACM Üyesi
190163 Ayşegül Özaltun Baba ACM Üyesi
190188 Feyza Özer ACM Üyesi
190201 Ramazan Özmen Savcı
190220 Mehmet Sabit Pamukcu  SCH Hakimi
190233 Berna Saçan Türker ACM Üyesi
190335 Sarp Şenbaşlar ACM Üyesi
190438 Emre Us Savcı
190482 Sema Yamaçlı SCH Hakimi
190492 Yener Hüseyin Yarar ACM Üyesi
190557 Duygu Demir ACM Üyesi
190565 Merve Yücel ACM Üyesi
192110 Murat Aydın ACM Üyesi
192126 Ahmet Bulut ACM Üyesi
192130 Alper Celep ACM Üyesi
192146 Bünyamin Derin Savcı
192184 Erdal Karakaş Savcı
192206 Yusuf Kolukısa SCH Hakimi
192260 Umut Sarı ACM Üyesi
193549 Mustafa Akarslan SCH Hakimi
193564 Sema Akdoğan SCH Hakimi
193711 Ayşe Aydın ACM Üyesi
193721 Gökhan Aydoğan Savcı
193735 Abdulvahit Babat ACM Üyesi
193757 Ali Hakan Bayburt  SCH Hakimi
193783 Sinan Atahan ACM Üyesi
193839 Muhammet Raşit Çağlar ACM Üyesi
193850 Ömer Çakır ACM Üyesi
193873 Bilal Çelik Savcı
193938 Mehmet Demirci ACM Üyesi
193945 Efnan Demirhan Alsan ACM Üyesi
193947 Faruk Demirtaş ACM Üyesi
194048 Sümeyra Doğru Savcı
194062 Tayfur Duran  SCH Hakimi
194096 Damla Erçıktı SCH Hakimi
194160 Meltem Göncüoğlu ACM Üyesi
194166 Coşkun Gözağaç SCH Hakimi
194178 Gözde Gülderen ACM Üyesi
194219 Serkan Güvenç ACM Üyesi
194246 Hasan İshak SCH Hakimi
194249 Alihan İyigün Savcı
194270 Soner Kantav ACM Üyesi
194337 Yakup Kaya Savcı
194408 Cansu Kökçe Tarakçı ACM Üyesi
194510 Cenk Özbaş ACM Üyesi
194562 Gökçe Bahar Öztürk ACM Üyesi
194693 Hafize Şengül Bulut   ACM Üyesi
194708 İsmail Taş ACM Üyesi
194729 Merve Tekin ACM Üyesi
194798 Zemze Uçar ACM Üyesi
194829 Nazmi Burak Ünal Savcı
195176 Erdal Öztürk İdari Hakim
195183 Yunus Pekmezci İdari Hakim
195683 Osman Akbaş Savcı
195688 Sevay Akbulut ACM Üyesi
195702 Cumali Alkış Savcı
195703 Ercan Akin Savcı
195720 Gülüzar Kaya ACM Üyesi
195765 Selçuk Aylan ACM Üyesi
195914 Gülpınar Duman ACM Üyesi
196010 Özcan İnan ACM Üyesi – ACM Başkanı
196043 Hasan Hüseyin Kaya ACM Üyesi
196063 Nizamettin Kırlı ACM Üyesi
196193 Yağmur Satıcı ACM Üyesi
196196 Hatice Savaş ACM Üyesi
196204 Hüseyin Sert ACM Üyesi
196213 Reyhan Sunam ACM Başkanı
196304 Celalettin Yazgı ACM Üyesi
198462 Nesrin Avlar ACM Üyesi
198932 Kübra Güner ACM Üyesi
198959 Nihal Işık ACM Üyesi
199094 Niyazi Tüfek SCH Hakimi
199174 Kübra Söker ACM Üyesi
211128 Mehmet Çağrı Alperen ACM Üyesi
211165 Teceli Aslan ACM Üyesi
211244 Abdüsselam Furkan Barutçu Savcı
211245 Hatice Barutçu SCH Hakimi
211279 Selçuk Baysal ACM Üyesi
211444 Hatice İnal ACM Üyesi
211518 Meryem Elbistan ACM Üyesi
211542 Şeyma Erdoğdu ACM Üyesi
211654 Bayram Günaydın ACM Üyesi
211698 Veli Gürsoy ACM Üyesi
211717 Nurşen Hayran Işık ACM Üyesi
211818 Nursel Karamancı Gülel ACM Üyesi
211947 Sencer Levent ACM Üyesi
212128 Nurdan Çakmak ACM Üyesi
212179 Fatih Sönmez ACM Üyesi
212184 Saliha Merve Sungun ACM Üyesi
212232 Hakan Taş SCH Hakimi
212278 Onur Tombaloğlu ACM Üyesi
212307 Civan Behiç Turhan ACM Üyesi
212318 Emine Tür ACM Üyesi
212321 Esra Türüt ACM Üyesi
212347 Furkan Uysal ACM Üyesi
212383 Ahmet Yaldız SCH Hakimi
212394 Raziye Yavuz ACM Üyesi
212444 Zehra Yüksel ACM Üyesi
212448 Gülay Zengin ACM Üyesi
212454 Levent Zeydan ACM Üyesi
214702 Berna Akalın Karagöz ACM Üyesi
214777 Fadimana Akyıldız Keleş ACM Üyesi
214849 Tuğba Armağan Ustaoğlu ACM Üyesi
214863 Nursema Arslan ACM Üyesi
214896 Burak Ateş ACM Üyesi
214942 Halil Ayhancı ACM Üyesi
215163 Elif Çakıcı Atmaca ACM Üyesi
215279 Cemaleddin Demir Savcı
215364 Şahin Durnagöl ACM Üyesi
215441 Murat Adıgüzel ACM Üyesi
215441 Seda Ergül ACM Üyesi
215478 Mücahit Evlice ACM Üyesi
215792 Şevkiye Beyza Kaya Mert ACM Üyesi
215981 Sümeyye Nur Özparlak ACM Üyesi
215987 Duygu Mutlu ACM Üyesi
216078 Mehmet Özdamar ACM Üyesi
216272 Aylin Somkan Fırat ACM Üyesi
216415 Murat Tuncer ACM Üyesi
216501 Burcu Ünal ACM Üyesi
217381 Hulusi Gül BAM Üyesi
217438 Murat Özdemir ACM Üyesi
217444 Eren Şen SCH Hakimi – ACM Üyesi
218732 Mehmet Yayla ACM Üyesi
219192 Bülent Kazancı ACM Üyesi
219586 Tahir Baytar ACM Üyesi
219764 Bengisu Akbaş ACM Üyesi
221983 Adem Okur ACM Üyesi
229349 Merve Akyüz ACM Üyesi
234326 Kamil Işık ACM Üyesi
235009 Arif Sami Yılmaz ACM Üyesi
Aysel Demirel HSK Üyesi
Hayriye Şirin Ünsel HSK Üyesi
Muharrem Özkaya HSK Üyesi
Rasim Aytin HSK Üyesi
Taci Bayhan HSK Üyesi
Cevdet Malkoç Danıştay Üyesi
İsmail Kalender Danıştay Üyesi
Mustafa Cihad Feslihan OHAL Komisyonu Üyesi
Mustafa İkbal OHAL Komisyonu Üyesi
Salih Tanrıkulu OHAL Komisyonu Üyesi

 

 

 

SONUÇ VE TESPİTLER

Ekim 2021 tarihinde kurulup faaliyetlerine başlayan HAAK’a bugüne kadar, yargı mensuplarının verdiği kararlarla temel hak ve özgürlüklerinin zarar gördüğünü düşünen mağdurlar tarafından 96 başvuru yapılmış, yapılan bu başvuruların 56’sı HAAK tarafından incelenerek karara bağlanmıştır.

Başvurucular Özgürlüklerinin Tehdit Altında Olduğunu Düşünüyor

HAAK’a bu güne kadar 96 başvuru yapılmıştır. Başvurucuların 45’i kişisel bilgilerinin raporda yer verilmemesini talep etmiştir. 

Başvurucuların önemli bir kısmı yaptığı başvurusunda, kişisel verilerinin saklı tutulmasını talep etmiştir. Bunun temelinde kendisinin veya yakın çevresinin, kamu gücünü elinde bulunduran kişi ve kurumlarca yeniden hukuksuz muamelelere/yaptırımlara maruz kalma endişesi yattığı anlaşılmaktadır.

Başvuruların Büyük Çoğunluğu Gözaltı ve Tutuklamalara İlişkin

Yapılan başvuruların büyük çoğunluğunu (66 adet) hukuksuz gözaltı ve tutuklama kararları ile özgürlükleri kısıtlanan başvurucular yapmıştır.

HAAK, inceleyip raporlaştırdığı 56 başvuru dosyası bağlamında 814 yargı kararını incelemiştir. Bu kararların büyük kısmının 2016, 2017 ve 2018 yıllarına ait olduğu belirlenmiştir.

Bylock Verileri Hukuksuz Kararların Temel Dayanağı:

HAAK tarafından incelenen ve ağır hukuka aykırılıklar tespit edilen 56 başvuru dosyasında, yargı mensupları tarafından hukuka aykırı kararlara dayanak olarak Bylock verilerinin ana delil olarak kullanıldığı (27 dosyada), bunun yanında itirafçı beyanlarının (19 dosyada) ve kurumlar tarafından yapılan fişlemelerin de (10 dosyada) kararlarda yer verildiği tespit edilmiştir. Yargı birimleri tarafından Anayasa tarafından teminat altına alınan temel hak ve özgürlüklerin, suç delili olarak kullanıldığı ve kişilerin özgürlük ve güvenlik haklarının, mülkiyet haklarının ve adil yargılanma haklarının bunlar gerekçe gösterilerek ihlal edildiği HAAK tarafından belirlenmiştir.

Başvurucular Delilsiz Olarak Darbeye Teşebbüsten ve/ya Silahlı Terör Örgütüne Üye Olmaktan Suçlanmışlar:

Yapılan başvurular incelendiğinde, başvurucuların darbeye teşebbüs ve silahlı terör örgütüne üye olmakla suçlanıp gözaltına alındıkları, tutuklandıkları veya mesleklerinden ihraç edildikleri tespit edilmiştir. Başvuruculardan 27’si hem darbeye teşebbüs ve silahlı terör örgütü üyeliği suçlaması ile, 29’u ise sadece silahlı terör örgütü üyeliği suçlaması ile muhatap olmuştur.

HAAK tarafından incelenen başvuru dosyalarında, başvurucuların silahlı terör örgütü üyeliğini gösteren veya darbeye doğrudan veya dolaylı olarak iştirak ettiklerine dair zan derecesinde şüphe oluşturan, ceza hukuku tarafından delil olarak kabul edilebilecek bir bilgi ve belgeye rastlamamıştır. Yargı kararlarında delil olarak gösterilen verilerin kişilerin özel veya meslek hayatlarına ilişkin, ulusal ve uluslararası hukuk tarafından güvence altına alınan hak ve özgürlüklerin kullanımına ilişkin olduğu belirlenmiştir.

Bu durum HAAK tarafından, söz konusu soruşturma ve yargılamaların hukuki saiklerle değil, konjonktürel ve siyasal amaçlarla yapıldığı şeklinde yorumlanmıştır.

Türk Yargı Makamlarının İncelen Tüm Kararları Gerekçesizdir:

 HAAK, 56 başvuru bağlamında incelediği 814 yargı kararının tamamının gerekçesiz olduğunu belirlemiştir.

Tüm kararların gerekçesiz olması, istihbarat birimleri tarafından hazırlanan rapor ve değerlendirmelerin bütün kararlarda ayniyet derecesinde kullanılmış olması, soruşturma ve yargılama aşamalarının her ikisinde benzer durumun devam etmesi, yapılan soruşturma ve yargılamaların hukuki bir gereklilikten ziyade, siyasi saiklerle başlatılıp yürütüldüğü konusunda kuvvetli bir şüphe oluşturmaktadır.

Gözaltı ve Tutuklamalar Kanuna Aykırı ve Amaç Dışıdır:

HAAK, özgürlük ve güvenlik hakkına ilişkin olarak 33 başvuruyu karara bağlamıştır. Söz konusu başvuruların tamamının kanuna aykırı olduğunu ve CMK’nın 100.maddesinde yer verilen şartları taşımadığını tespit etmiştir.

Gözaltı ve tutuklama kararlarının delilsiz ve gerekçesiz olarak yapıldığının belirlenmiş olması karşısında, uygulanan bu tedbirlerin ceza soruşturması/yargılaması bağlamında bir zorunluluktan değil, siyasi veya ideolojik amaçlarla uygulandığı konusunda kuvvetli bir şüphe oluşturmaktadır.

Hukuka Aykırı Kararlara Karşı Etkin Bir İç Hukuk Yolu Yoktur:

HAAK tarafından incelenip karara bağlanan 56 başvurunun tamamında, başvurucuların itiraz, istinaf ve temyiz taleplerini inceleyen yargı birimlerinin gerekçesiz şekilde başvuruları reddettikleri, başvurucuların taleplerini karşılayacak bir değerlendirmeye yer vermedikleri belirlenmiştir.

Bu durum HAAK tarafından, hukuksuz karar veren yargı mensupları ve birimleri arasında açık veya gizli bir karar birliği, anlaşma ve/ya dayanışmanın olduğu şeklinde yorumlanmıştır. Yine bu anlaşma/dayanışma doğrultusunda belirli kişi ve gruplara karşı yapılan hukuksuzlukları devam ettirme konusunda bir yol izledikleri kanaatine varılmıştır. Tespit edilen ağır hukuka aykırılıkların itiraz, istinaf veya temyiz aşamasında gözden kaçabilecek, farklı bir hukuki yorumla geçiştirilebilecek seviyede olmadıkları gözönüne alındığında, böylesi bir hukuk sisteminin hak aramada etkin olmadığı kabul edilmelidir.

Hukuka Aykırı Karar Veren 603 Yargı Mensubunun İsmi Tespit Edildi

HAAK, yapılan başvurular çerçevesinde incelediği 814 yargı kararında bir veya birden fazla imzası bulunan 603 hakim, savcı ve/ya OHAL Komisyonu/HSK/istinaf/Yargıtay üyesi ismi tespit etmiştir.

HAAK, hazırlamış olduğu raporlarında bu isimlere yer vermek suretiyle, bu kişilerin isimlerinin görünür hale gelmesini sağlamış ve bu şekilde söz konusu yargı mensuplarının hukuka aykırı kararlar vermemeye teşvik etmeyi amaçlamıştır. Gaye bu kişilerin kişi hak ve özgürlüklerini ihlal olmayıp, ifa ettikleri kamu görevi çerçevesinde, hukuksuz kararlar verme konusundaki rahatlıklarını frenlemedir.

HAAK kararlarında, yaptığı değerlendirmelerin hukuka aykırı olduğunu düşünen yargı mensuplarını kararlarına itiraz etmeye davet etmiştir. Ancak bu güne kadar söz konusu kararlara karşı bir itiraz yapılmamıştır.

Hukuka Aykırı Karar Veren Yargı Mensuplarının %66’sı AKP Döneminde Göreve Başladı:

Hukuksuz karar verdikleri tespit edilen 603 yargı mensubundan 396’sının, AKP iktidarı döneminde yani 2002 yılı sonrasında göreve başladığı tespit edilmiştir. Özellikle 2014 yılı sonrasında doğrudan iktidarın etkisi ve/ya kontrolü altına girdiği bağımsız gözlemci kurum ve kişilerin raporları ile sabit Türk yargısının, bu görüntüsünün, AKP kontrolündeki Adalet Bakanlığı tarafından seçilip mesleğe kabulü sağlanan yargı mensupları eliyle oluşturulmuş olması tesadüf ile izah edilemez.

 İsimleri Tespit Edilen Yargı Mensuplarının %61’i Yargıda Birlik Derneği Üyesi:

HAAK tarafından ağır hukuka aykırılıklar içeren kararlar verdikleri tespit edilen 603 yargı mensubundan 370’inin resmi olarak Yargıda Birlik Derneği üyesi olması tesadüf ile izah edilemeyecek bir veridir.

Yargıda Birlik Derneği’nin, 17-25 Aralık Yolsuzluk-Rüşvet soruşturmalarının hemen sonrasında, 2014 yılı başında iktidarın Adalet Bakanı ve Başbakan seviyesinde organize ve desteği, muhalefet parti liderlerinin açık desteği ile kurulduğu, kuruluş amacının belirli bir toplum kesiminin kamusal ve özel alandan yargı eliyle etkisiz hale getirilmesi olduğu, süreç içerisinde yazılı ve görsel ya da sosyal medyaya yansıyan beyanlar, bilgi ve belgeler ile sabittir.

Yukarıda sayısal verilerine yer verildiği üzere HAAK tarafından incelenen tüm kararların gerekçesiz olması, itiraz, istinaf ve temyiz makamlarının hukuka aykırı kararları değiştirmeme/ devam ettirme konusundaki tavırları, yapılan gözaltı ve tutuklamaların tamamen delilsiz ve kanuna aykırı şekilde icra edilmiş olması, bu kararlara imza atan yargı mensuplarının %66’sının siyasal iktidar döneminde mesleğe başlamış olmaları ile bunların YBD üyelikleri birlikte düşünüldüğünde, tüm bu hukuksuzlukların tesadüfen olmadığı, belirli bir plan ve sistem içerisinde icra edildiği HAAK tarafından kabul edilmektedir.

 Sulh Ceza Hakimleri ve Ağır Ceza Mahkemesi Başkan/Üyeleri Hukuksuz Kararlara En Çok İmza Atan Yargı Mensupları:

Hukuka aykırı kararlara imza attıkları belirlenen 603 yargı mensubunun, 108’inin Sulh Ceza Hakimi, 221’inin Ağır Ceza Mahkemesi Üyesi, 61’inin ise Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı olduğu HAAK tarafından tespit edilmiştir. Hukuksuzluk sürecini başlatan 107 savcı ve 15 Başsavcı/vekili yine dikkat çeken sayılardır.

Hukuksuzlukların kapalı bir devre içerisinde gerçekleştiği, Başsavcı ve savcıların talimatı ile başlayan sürecin, Sulh Ceza Hakimleri tarafından devam ettirildiği, yargılama aşamasına geçildiğinde ise, aradaki (örtülü) anlaşma/dayanışma çerçevesinde bu hukuksuzluğun Ağır Ceza Mahkemeleri tarafından sürdürüldüğü HAAK tarafından tespit edilmiştir. Bu hukuksuzlukların istinaf ve temyiz aşamasına taşınan bu hukuksuzluklardan hiçbirisi Bölge Adliye Mahkemeleri veya Yargıtay tarafından giderilmemiştir.

Başvuruya konu ithamların darbeye teşebbüs ve silahlı terör örgütüne üye olma gibi, soyut ve siyasi/ideolojik yorumlara açık suçlamalar olduğu gözönüne alındığında, bunların siyasi saiklerle başlatılan ve yürütülen soruşturma ve yargılamalar olduğu, yargı mensuplarının da bu siyasi etki/yönlendirme/motivasyon ile hareket ettiği HAAK tarafından değerlendirilmektedir.

Yargı Mensupları İnsanlığa Karşı Suç İşliyor

HAAK, yapılan başvurular çerçevesinde yaptığı inceleme neticesinde, tespit ettiği hukuka aykırılıkların mahiyet ve önemleri doğrultusunda, ilgili yargı mensuplarının ceza hukuku, tazminat hukuku ve disiplin hukuku bağlamında muhtemel sorumluluklarını belirlemiştir.

Ceza Hukuku Bağlamında:

HAAK, kararlarını incelediği yargı mensuplarının, hukuka aykırı yöntemlerle elde edilmiş bilgi ve belgelere dayanılarak ya da hiçbir delil olmaksızın kişilerin özgürlük ve güvenlik haklarını sınırlayan kararları nedeniyle “kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” suçundan veya “görevi kötüye kullanma” suçundan dolayı soruşturulmaları gerektiğini değerlendirmiştir.

Yine HAAK, incelemeye konu kararların tarafsız olmayan, siyasi saiklerle hareket eden, mağdurun kendisine veya ait olduğu inanca, gruba ya da milliyete duyduğu kin ve nefret duygularını tatmin çerçevesinde karar veren yargı mensuplarınca oluşturulmuş olduğu konusunda bulgulara ulaşan HAAK, söz konusu yargı mensuplarının eylemlerinin, toplumun belirli bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli şekilde işlenmiş olduğunun ilk bakışta açık olması nedeniyle bu kişilerin “insanlığa karşı suç” bağlamında soruşturulmaları gerektiği sonucuna varmıştır.

Kurul, yaptığı değerlendirmeler sonrasında, diğer şartları oluştuğu taktirde kararlarda imzası bulunan yargı mensuplarının aşağıdaki suçlardan biri veya birkaçı çerçevesinde de soruşturulmasının mümkün olduğu sonucuna varmıştır:

  • Konut dokunulmazlığının ihlali (TCK md. 116)
  • Dilekçe hakkının kullanılmasının engellenmesi (TCK md. 121)
  • Nefret ve ayırımcılık (TCK md. 122)
  • Haberleşmenin gizliliğini ihlal (TCK md. 132)
  • Özel hayatın gizliliğini ihlal (TCK md. 134)
  • Verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme (TCK md. 136)
  • Verileri yok etmeme (TCK md. 138)
  • Resmi belgede sahtecilik (TCK md. 204)
  • Resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan (TCK md. 206)
  • Görevi kötüye kullanma (TCK md. 257)
  • Kişilerin malları üzerinde usulsüz tasarruf (TCK MAD md. DE 261)
  • Suç uydurma (TCK md. 271)
  • Yargı görevi yapanı, bilirkişiyi veya tanığı etkilemeye teşebbüs (TCK md. 277)
  • Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme (TCK md. 281)
  • Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs (TCK md. 288)

Disiplin Hukuku Bağlamında;

Yargı mensuplarının, Anayasa ve uluslararası sözleşmelerden kaynaklı yükümlülüklerini yerine getirmediği konusunda ağır hukuka aykırılıklar tespit eden HAAK, ilgililerin disiplin sorumluluklarını değerlendirmekle görevli ve yetkili kurumları tarafından meslekten ihraçlarını konu alan bir disiplin soruşturması yapılması gerektiğini tespit ve tavsiye etmiştir.

Tazminat Hukuku Bağlamında;

HAAK, başvurucuların uğradığı maddi ve manevi zararları bağlamında Devlet aleyhine ulusal ve uluslararası yargı mercileri nezdinde açılacak davalar sonucunda ödenmesi kuvvetle muhtemel tazminat miktarlarının, hukuksuz kararlarda imzası bulunan yargı mensuplarından tahsil edilmesi gerektiği değerlendirmesinde bulunmuştur.

 

[1] Öyle ki, HSK’nın yüksek mahkemelere üye seçimleri pek çok kez ““FETÖ ile mücadele edenler yüksek yargıç oldu” gibi başlıklarla basında haber konusu yapılmıştır.

https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/feto-ile-mucadele-edenler-yuksek-yargic-oldu-/1205829

https://ahvalnews-com.cdn.ampproject.org/c/s/ahvalnews.com/tr/node/38372?amp

[2] Yargıda Birlik Derneği üyelerinin isim listesine ulaşmak için tıklayınız: https://hukukpenceresi.com/yargida-birlik-dernegi-ybd-uyelerinin-isimlerini-suclu-olduklarini-dusundugu-icin-mi-gizliyor/

SİYASAL YARGI SAYISAL VERİLERLE RAPORLAŞTIRILDI yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/siyasal-yargi-sayisal-verilerle-raporlastirildi/feed/ 0
KPSS Davalarında Aslında Ne Oldu? https://hukukpenceresi.com/kpss-davalarinda-aslinda-ne-oldu/ https://hukukpenceresi.com/kpss-davalarinda-aslinda-ne-oldu/#respond Fri, 24 Jun 2022 08:02:27 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=8343 “Usul esastan önce gelir.” Bu hukukun en temel ilkelerinden biridir.  Adil bir karara ancak adil bir yargılama ile ulaşılabilir. Bir hakim kendisi suç veya haksızlığa şahit olsa bile bunu yargılamaya dair kuralların kontrolü altında dosyaya yansıtamıyorsa, şahitliği hiçbir anlam ifade etmeyecektir. Eğer bir ceza dava dosyasında usul kurallarında riayetsizlik veya keyfilik söz konusuysa ilkin davanın […]

KPSS Davalarında Aslında Ne Oldu? yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
“Usul esastan önce gelir.” Bu hukukun en temel ilkelerinden biridir.  Adil bir karara ancak adil bir yargılama ile ulaşılabilir. Bir hakim kendisi suç veya haksızlığa şahit olsa bile bunu yargılamaya dair kuralların kontrolü altında dosyaya yansıtamıyorsa, şahitliği hiçbir anlam ifade etmeyecektir.

Eğer bir ceza dava dosyasında usul kurallarında riayetsizlik veya keyfilik söz konusuysa ilkin davanın iddianamesi reddedilmelidir. Davanın sonucu mahkumiyetle bitirilemez. Bir damla antibiyotiğin koca bir kazan sütü bozması gibi usul kurallarına riayetsizlik yargılamayı kirletir, şüphe yaratır, mahkemenin olası bir mahkumiyet kararının kamu vicdanında makes bulması düşünülemez. Erdal Eren’in yargılamasında olduğu gibi konu nesiller boyu konuşulur gider.

Yargıtay’ın Ergenekon bozma kararı da bu konu için güzel bir örnektir. Karar tamamen usul kurallarına riayetsizlik üzerine kurulmuştur. Dünya hukuk tarihine geçebilecek niteliktedir. Kararda ülke genelinde tüm hakim, savcı ve avukatların görmediği, fark etmediği, ciddiye almadığı en ufak usul hatası bile bozma gerekçesi yapılmıştır. Bir tutanaktaki imza eksikliği, ilk tutuklamada sorgunun uzaması ve hakimlerinin gece vakti ifade almak zorunda kalmaları gibi kimsenin aklına gelmeyecek hususlar usulsüzlük olarak görülmüştür. Karar aslında Ergenekon Terör Örgütü yoktur demiyor, sen dosyada usule ilişkin hatalar yaptın ve ben de bozdum diyor.

Yazımızın başlığını oluşturan KPSS davalarına gelecek olursak. Bu davalar hukukunun yok edildiği davalardır. 2010 yılında konu ilk ortaya çıktığında Cemaatten ve toplumun tüm kesimlerinden insanlar, suçluların bulunması ve adil bir şekilde yargılanıp hak ettikleri cezaya çarptırılmasını talep ettiler. Buna rağmen KPSS davaları, diğer cemaat davalarında olduğu gibi siyasetin gölgesinde, onun denetim ve kontrolünde, istek ve ihtiyaçlarına göre ilerledi.

Öncelikle bu soruşturma ve kovuşturmaya konu suçlar 2010 yılındaki bir sınavla ilgili olmasına rağmen soruşturmanın başlaması için 2015, ilk iddianamenin düzenlenmesi için 2016 yılına kadar beklenmiştir.

Soru çalma iddiaları, Hizmet Hareketine karşı yürütülen soykırımın aşamalarından olan “dehümanizasyon” için kullanılan en önemli argümandır. Özellikle 15 Temmuz sonrasında Cemaat bu davalar üzerinden cadılaştırıldı. En ufak ve cılız bir savunmaya, soru sorulmasına dahi izin verilmedi. Erdoğan kullanır da muhalefet geri kalır mı? Hep bir ağızdan koro şeklinde cemaatle irtibatlı olan tüm insanların başarısını hırsızlığa bağladılar. Ulaşamadıkları ciğere pis dediler.

Bu argümanın boşa çıkmaması için hakimler, savcılar ve polisler seferber oldu. Savcılar işkence talimatı verdi. Hakimler işkence iddialarını görmezden geldi, örtbas etti. Polisler acımasızca işkenceler yaptı. İşkence mağduru, “Savcıyla görüşmek istiyorum, yaptıklarınızı ona bir bir anlatacağım.” diye polislere yoklama çektiğinde, polislerin “ Savcı Y.E.’nin burada yapılanlardan haberinin olmadığını mı sanıyorsun? İtirafçı olana kadar elimizden kurtulamazsın!” cevabı ile muhatap oldu.

İşkencelerle alınan beyanlar gazetelerin ilk sayfasında, ana haber bültenlerinde yer aldı. Okurlarımız, Fatih Portakal’ın bu konudaki haberleri sunarken “Şaşırdık mı?” diyerek AKP’nin algısını pekiştiren söylemini hatırlayacaktır.

İşin vahim tarafı cemaatten olanlar da dahil bunu herkes bu dehümanizasyon argümanını satın aldı.

Davaların temeli,  2010 yılında iptal edilen sınavdan sonra girilen ikinci sınav arasındaki puan farkına dayanmaktadır.  Bu puan farkında ayrıca ve sadece Hizmet Hareketi ile öyle veya böyle bir şekilde irtibatı olan insanlar soruşturmaya dahil edilmiştir. Ayrımcılık temelli bir bakış açısı ile ilk düğme yanlış iliklenmiştir.

Soruşturmalara gizlilik kararı verilerek, delil yokluğu insanlardan gizlenmiştir. İşkence altındaki insanlar dosya içeriğini de bilmediği için yalan yanlış iddialarla korkutulmuştur. Ancak iddianameler ortaya çıktıktan sonra tüm diğer davalarda olduğu gibi bu davanın da içinin boş olduğu ortaya çıkmıştır.

Bu soruşturma ve kovuşturmalarda iddia tamamen önyargılı varsayımlar üzerine kurgulanmıştır. Varsayımlar şunlardır:  KPSS sınavına girdin, yüksek puan aldın ve Hizmet Hareketi ile irtibatlısın: suçlusun! İlk sınava girdin ikinciye girmedin, niye girmedin: suçlusun! KPSS sınavına girdin kimse ile irtibatın yok ancak Bankasya’da hesabın var veya Cemaatle irtibatlı okullarda okuyan çocuğun var: suçlusun! Bu varsayımlar uzayıp gidiyor. Ama en çok aranan şey, yani delil yok!

KPSS soruşturmalarına kan bulaşmıştır. Davalar asla temizlenmeyecek şekilde kirlenmiştir. Kanuna aykırı delil elde etme yöntemlerine başvurulmuştur. Yargılananların tamamı işkence görmüştür. İşkence yöntemleri şunlardır. En hafifi köpeğin bile bağlanmayacağı zor şartlardı, ağlamalar, inlemeler arasında, aç ve susuz bırakarak, banyo, duş ve hatta diş fırçalama imkanı olmadan, kirli çamaşırlarla, 3 kişilik yerde 10 kişi kalarak ortalama 15-20 gün gözaltında tutmadır. Yarım saatlik, şablon sorulardan oluşan bir ifade için 15-20 hatta 30 gün gözaltı yapılmıştır. Bu uygulamanın amacı, yorma, bezdirme, bıktırma ve iradeleri sıfırlamadır, yani işkencedir. Kadın erkek, hamile, bebekli demeden herkes bu uygulamaya maruz kalmıştır.

İnsanlar mülakat adı altında sorgulara alınmıştır. Bu sorgularda dayak, elektrik verme, çıplak bırakma, başına çuval geçirme, ana avrat sövme, kendisi eşi ve çocuklarına yönelik ölüm ve tecavüzle tehdit gibi işkence yöntemlerine başvurulmuştur. Hatta kimi insanlara tecavüz edilmiş, makatlarına cop sokulmuştur.  İşkence sırasında gözünü kaybeden, bazı uzuvları işlevsiz hale gelen insanlar olmuştur.  Mahkeme hakimleri duruşmalarda SEGBİS’i açmadıkları için insanların işkenceye dair beyanlarının çoğu duruşma tutanaklarına özellikle yansıtılmamıştır. İşkencelerde yaşananlar dilekçelere yazılmış ve bu şekilde mahkeme kayıtlarına girmiştir. Bazı sanık avukatlarının heyetle kavgaya varan ısrarlı tutumları, mahkeme başkanının o sırada izinli veya istirahatli olması gibi hallerde duruşma tutanaklarına bazı işkence uygulamaları yazdırılabilmiştir.

Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2016/181 Esas sayılı dosyasından 02.05.2019 tarihinde verilen gerekçeli karara yansıyan işkence uygulamalarına dair iki kişinin ilgili cümlelerini burada paylaşmak yerinde olacaktır.

Duruşmada Tanık olarak dinlenen S.B. “ Gözaltındayken bana baskı değil, ağır işkence yapıldı. Defalarca ağır şekilde dövüldüm. Hayalarım sıkıldı, makatıma cop sokma tehdidinde bulunuldu. Eşimin de getirileceği tehdidinde bulunuldu.” demiştir (Gerekçeli karar s. 661).

Sanık Y.K. savunmasında „… komiser bey bunları dinlemeyerek beni hızla ayağa kaldırarak konuş lan orospu çocuğu. Bana masal anlatma. 30 gün benimsin kimse alamaz seni alamaz diye bağırdı. Var gücüyle kafama yüzüme vurdu. Sizin yüzünüzden özel harekattan onlarca polis öldü orospu çocukları diyerek vurmaya devam etti. Öylesine kinlenmişti ki sanki özel harekattaki polisleri bombalayan pilot bendim. O şekilde kinlenmiş şekilde beni orda dövdü. Ben bu şekilde yaklaşık 1 saat civarında bir dayak yedim. O dayak neticesinde baygınlık geçirdim. Sonrasında cep telefonunu çıkararak daha önce işkence yaptığı kişilere ait fotoğrafları gösterdi. Fotoğraflarda üstü başı dağılmış yaralı bereli kişileri görünce başım iyice döndü. Bayılacak seviyeye geldim….. Yaklaşık 1 saat işkenceden sonra odaya bir polis memuru girdi. Komiser ona “odayı hazırla bu jopu sokmadan konuşmayacak” dedi….yediğim dayak neticesinde kulaklarımdaki çınlama yaklaşık 1 hafta geçmedi. ….“Eşini de getiririm” dedi.  Bana ayrıca darbe ile ilgili şeyler sordular. “Benim herhangi bir ilişkim yok ben böyle bir şey bilmiyorum” dedim. Yurtta sulh konseyi’ni sordular. “seni gizli tanık yaparız” dediler. Askeri casusluk davası gibi bir sürü derin şeylerden bahsettiler. Korkmaya başladım. Burada kalırsam bir sürü şeyi benim üzerime atacaklarını düşündüm”  ( Gerekçeli Karar s. 644-645).

KPSS soruşturmalarında suç ve cezanın kanuniliği ilkesi de çiğnenmiştir. ÖSYM Kanununda sınavlara hile karıştırma konusu, her ihtimal değerlendirilerek ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Buna rağmen insanlar resmi evrakta sahtecilik ve dolandırıcılıkla suçlanmışlar ve bu suçların her ikisinden de tutuklanmışlardır. Halbuki ortada bir tane sahte resmi belge yoktur.  İnsanların öğretmen veya kamu görevlisi olarak çalışırken alınlarının teri ile elde ettikleri gelirleri, dolandırıcılık olarak kabul edilmiş ve yüzbinlerce liralık para cezalarına muhatap olmuşlardır.

Peki davanın sonucunda ne olmuş.

91 kişi için açılan davada 65 kişi için karar çıkmış.

Yargılananların tamamı hakkında resmi belgede sahtecilik suçundan beraat kararı verilmiş. Bu 65 kişiden 34’ü hakkında dolandırıcılık suçundan da beraat kararı verilmiş. Yani KPSS suçlamasından tamamen aklanmışlar.

Gazetelerde, KPSS soruşturması kapsamında soru çaldığına dair itirafçı olduğuna ilişkin haberler yapılan MSG gibi kimi insanlar, maruz kaldıkları ağır işkence uygulamalarını mahkemeye verdikleri dilekçelerle veya ifadeleri ile anlatmış. İfadelerin usulsüz olduğunu, yalan yanlış olduğunu izah etmişlerdir. Bu insanlar KPSS suçlamasından beraat etmişlerdir. Çünkü ortada hiçbir şey yoktur. Ancak “şaşırdık mı?” diye algı yapanlar, “Yalan haber yapmışız!” diyerek özür dilemediler. Bu beraat kararları hiçbir yerde haber yapılmadı.

Bu süreçte yargılananlar dertlerini kimseye anlatamadı. Polisler, hakimler ve savcılar bir yana akraba ve dostlar da sırtlarını döndü. Cemaatin içindeki insanlar da onları baş suçlu olarak ilan ettiler. Yalnızlık içinde yalnızlık!

Ancak görüldüğü üzere adil olmayan bir yargılamada dahi %50’den fazla bir sayıyı oluşturan insan beraat edip aklanmıştır. Bir de yargılama adil olsaydı?

KPSS Davalarında Aslında Ne Oldu? yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/kpss-davalarinda-aslinda-ne-oldu/feed/ 0
Ey Türk Hakim ve Savcılar Bunları Bilmiyor Muydunuz? https://hukukpenceresi.com/ey-turk-hakim-ve-savcilar-bunlari-bilmiyor-muydunuz/ https://hukukpenceresi.com/ey-turk-hakim-ve-savcilar-bunlari-bilmiyor-muydunuz/#respond Wed, 22 Jun 2022 23:29:55 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=8338 Bu hafta, altı yıllık haksız hasreti bitiren bir karar ile insanların yüreklerine su serpildi ve gencecik askeri öğrencilerin bir kısmı haklarında verilen hükmün Yargıtay tarafından bozulması üzerine tahliye edildi. Bu gençler 15 Temmuz gecesinden itibaren esir alınmış ve altı yıldır özgürlüğünden, ailesinden, sevdiklerinden ve baharında oldukları hayatlarından koparılmışlardı. Dile kolay yaklaşık 72 ay boyunca gerek […]

Ey Türk Hakim ve Savcılar Bunları Bilmiyor Muydunuz? yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Bu hafta, altı yıllık haksız hasreti bitiren bir karar ile insanların yüreklerine su serpildi ve gencecik askeri öğrencilerin bir kısmı haklarında verilen hükmün Yargıtay tarafından bozulması üzerine tahliye edildi.

Bu gençler 15 Temmuz gecesinden itibaren esir alınmış ve altı yıldır özgürlüğünden, ailesinden, sevdiklerinden ve baharında oldukları hayatlarından koparılmışlardı.

Dile kolay yaklaşık 72 ay boyunca gerek kendileri gerekse müdafileri sürekli dilekçeler yazdılar, taleplerde bulundular. Darbeden haberdar olmadıklarını söylediler tahliyelerini istediler.

Bu gençlerin dosyaları yasal olarak en az otuz günde bir, bir sulh ceza hâkiminin ya da üç kişiden müteşekkil Ağır Ceza heyetinin denetiminden geçti.

Dosyaya onlarca savcı temas etti ve görüş bildirdi. Aralardaki itirazlar ve taleplerle birlikte en az yüzlerce hâkim ve savcı bu hukuki garabeti gördü ancak ne yazık ki gerçeğe ve hukuka sırt çevirerek bu insanları hürriyetinden mahrum bıraktı. Ne bir tanesi farklı bir karar verdi ne de bir sayfa muhalefet gerekçesi yazdı. Yazdı ise de ben bilmiyorum.

Neyse ki altı yılın sonunda hangi sâikle olursa olsun gençler özgürlüklerine kavuştu.

Bir tek insanın, bir saat bile haksız yere dört duvar arasında tutulması şüphesiz ki ağır bir insan hakkı ihlalidir ve bu haksız esaretten kurtaran her karar sevinilesi bir karardır.

Ancak bir hukukçu olarak bu karar üzerine bazı sorular sormadan geçemiyorum.

Ey siz kendisini vatanperver Anadolu insanı olarak tanımlayan sıradan vatandaşlar, bu gençlerin o gece hiçbir şeyden habersiz bir şekilde otobüslere doldurularak kalabalıkların ortasına atıldığını, silahlarında bir tek şarjör dahi mermi olmadığını ve hiçbirinin darbe ile ilgili bir faaliyetinin olmadığını bilmiyor muydunuz?

Ey kendisini Cumhuriyetin savcısı olarak tanımlayan, ancak gücün kölesi olmuş, hukukçu unvanını gasp eden rejimin suç ortakları, bu gençlerin işkence edilerek gözaltına alındıklarında darbe yönünde bir iradelerinin olamayacağını ve bunların emir komuta zincirinin son halkası olduklarını bilmiyor muydunuz?

Ey adalet duygusu cüzdanındaki nakit ile doğru orantılı olarak harekete geçen ve kendi gelecek ve menfaati için bir toplumun uçuruma sürüklenmesine göz yuman, imzasını, cübbesini ve değerlerini ayaklar altına alan hâkim görünümlü mahkumlar, siz askeri kurallar ve teamüller gereği astın üstünden emir almasının onun mesleğinin şiarından olduğunu, askeri öğrencinin komutanınca verilen hiçbir emri sorgulama, itiraz etme ve yapmama imkanının olmadığını bilmiyor muydunuz?

Ey dosyaya bakan ancak bakarken gözlerini, vicdanlarını ve beyinlerinin hukukla ilgili kısımlarını kapatan ağır ceza ve istinaf mahkemesi heyetleri, siz bu insanlara mahkûmiyet verirken suçun unsurlarını, suç kastını, nedensellik ilişkisini ve masumiyet karinesinin ne olduğunu bilmiyor muydunuz?

Elbette ki bunları ve daha fazlasını çok iyi biliyorsunuz.

Askeri öğrencinin darbe yapamayacağını çok iyi biliyordunuz,

Bu gençlerin darbe girişimiyle bir ilgisinin olmadığını, darbeyi organize edenlerce farklı gerekçelerle birlik dışına çıkarıldıklarını çok iyi biliyordunuz,

Dosyalarında en ufak bir delil olmadığını ve verdiğiniz mahkumiyetlerin bir talimat gereği olduğunu çok iyi biliyordunuz,

Askerlerin aksine icra ettiğiniz iddiasında olduğunuz hakimlik mesleğinin talimatla çalışmayacağını çok iyi biliyordunuz,

Bu insanları haksız yere cezaevlerinde tutmanın kişi özgürlüğünü kısıtlamak oluğunu ve bu hususun ülke aleyhin milyonlarca dolar tazminata sebep olacağın çok iyi biliyordunuz.

Tüm bunları bile bile kasten ve ısrarla suç işlemeye devam ettiniz. Hem bu insanlara hem adalet duygusuna hem mesleğinize hem de ülkeye yazık ettiniz.

Benim ise cevabını bilmediğim ve anlamlandıramadığım büyük bir soru var.

Bu kadar insana bu zulmü hangi motivasyonla yaptınız.

 

Ey Türk Hakim ve Savcılar Bunları Bilmiyor Muydunuz? yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/ey-turk-hakim-ve-savcilar-bunlari-bilmiyor-muydunuz/feed/ 0
Rejimin Militan Yargısı -2- https://hukukpenceresi.com/rejimin-militan-yargisi-2/ https://hukukpenceresi.com/rejimin-militan-yargisi-2/#respond Sun, 12 Jun 2022 07:01:52 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=8163 Militan hâkim ve savcılara göre yargı kurumu, siyasi otoriteden bağımsız değildir, hatta siyasi otoriteye oldukça bağlıdır. Daha çok totaliter ülkelerde bulunan militan yargı, rejimi korumak için mücadeleci ve illegal bir üsluba sahiptir. Kendi amaçlarını her türlü ahlaki ve dini değerden üstün görmektedirler. Güvenlikçi anlayışları, adalet anlayışının önünde olduğu için bir yargı mensubu gibi değil adeta […]

Rejimin Militan Yargısı -2- yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Militan hâkim ve savcılara göre yargı kurumu, siyasi otoriteden bağımsız değildir, hatta siyasi otoriteye oldukça bağlıdır. Daha çok totaliter ülkelerde bulunan militan yargı, rejimi korumak için mücadeleci ve illegal bir üsluba sahiptir. Kendi amaçlarını her türlü ahlaki ve dini değerden üstün görmektedirler. Güvenlikçi anlayışları, adalet anlayışının önünde olduğu için bir yargı mensubu gibi değil adeta cübbeli rejim muhafızı gibi hareket ederler.

Ülkemiz yargısının utanç verici bu duruma getirilmesinde ana rol oynayan Yargıda Birlik üyeleri de yürütme ile uyumlu çalışacaklarına dair söz birliği yapmış ve bunu deklare ederek faaliyetlerine başlamışlardı. MİT’in 2010 tarihinden itibaren yargı mensupları ile temaslara başladığını, 2013 Aralıktan itibaren ise il il dolaşıp diğer kamu görevlileri ile birlikte binlerce hâkim ve savcıya gizli gizli seminerler verdiklerini biliyoruz. 28 Şubat post-modern darbe sürecinde de silahlı kuvvetlerden brifing alan bir yargı camiası olduğunu hatırlayınız. Ayrıca aralık 2012 tarihinde Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarlığı’nın idari veya adli yargıda “hâkim ve savcılar arasından” kurumlarına hukuk müşaviri alacağını açıklamasından sonra yüzlerce hâkim ve cumhuriyet savcısı MİT’e geçmek için başvuruda bulundu. Bu konu “adalet.org” adlı internet sitesinde de eleştirel olarak işlenmişti. Mit, bu süreçte devşirdiği bu yargı mensuplarını resmen bünyesinde istihdam etmiştir. İstihbarat elemanları haline dönüştürülen yüzlerce hâkim ve savcının yargıdaki tesirini düşünebiliyor musunuz? 2016 yılındaki binlerce hâkim ve savcının fişlenip tasfiyesinde bu kadronun çok ekili olduğunu tahmin etmemek mümkün değil.

Rejim, ele geçirdiği yargı gücünü kendi amaçları için tepe tepe ve hoyratça kullanmaktadır. Maalesef yargı da -devletçi bir anlayışla- rejim muhaliflerine karşı kendisini bir silah gibi kullandırmaktadır. Şüphesiz militan yargının temelleri 17/25 Aralık sonrasında 2014 Ekim ayında oluşturulan HSYK ile atıldı. Yargıyı şekillendirmeye de buradan başlandı. Siyasi irade öncelikle kendi kadrolarını yargı içerisinde etkin hale getirmek için stratejik atamalar yaptı. Siyasi iktidar ve bileşenleri, Yargıda Birlik Platformu’nu cemaate yakın olmakla suçladığı kişilere karşı bir koalisyon olarak kurdu. Tarikatçı, milliyetçi, ulusalcı, liberal ve solun büyük kısmının desteği alındı. AKP’nin aslında sadece cemaati değil iktidarına muhalif gördüğü herkesi hedefine aldığı bariz idi. Ama ilk etapta bu anlaşılamadı veya öngörülemedi. Suça bulaştıktan sonrada birçok hakim ve savcı için geri dönülemez bir durum ortaya çıktı. Siyasal iktidar bunun yanında olağanüstü hâl tipi uygulamalarını süreklileştirmek ve kendileri aleyhine yürütülebilecek soruşturma ve davaları baştan bertaraf etmek için yasal düzenlemeler yaptı. Yargıda Birlik Platformu üyeleri de siyasal iktidara her türlü hukuksal danışmanlık ve kadro desteğini sundu.

Bu yasal düzenlemelerle birlikte 2014 yılı içinde kurulan Sulh Ceza Hakimlikleri militan yargının tesis edilme sürecinin en önemli proje kurumudur. Muhreç hâkim Kemal Karanfil’in de bir demecinde beyan ettiği gibi SCH’leri iktidarın canının istediği kararları almak, istediği kişileri gözaltına alıp tutuklamak, kayyım atamak ve bazı soruşturmalardan da kurtulmak için anayasaya aykırı olarak kurulmuştur.

Bu hakimliklere genel olarak MİT’in sakıncasız bulduğu ve siyasal iktidara tam tabii olmuş kişiler atanmışlardır. Ayrıca geçen 6 yıl içinde teşkilatın tüm kademelerine yeni yeni atamalar yapmak suretiyle yargının genel yapısı ürkütücü boyutta değiştirilmiştir. Karakollardan savcılıklara, alt derece mahkemelerinden istinafa, istinaftan Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi’ne uzanan yargı zincirinde ortak bir eylem birliği olduğunu görüyoruz. Dr. Hasan Dursun ve Mustafa Doğan’ın kaleme aldıkları Bir Soykırım Silahı Olarak Türk Yargısı kitabının 152. Sayfasında: “Anayasa Mahkemesi resmi internet sitesinde, Gülen Hareketi mensupları ile ilgili davalar kastedilerek ‘PDY ile ilgili müdahaleler bağlamında yapılacak başvurularda kullanılacaktır’ notu ile çeşitli karar şablonları yayınlanmıştır. Buna göre AYM’nin Gülen Hareketi mensupları hakkındaki davalarda, hangi meslek grubuna ne tür bir karar verileceği önceden bir tarifeye bağlanmış, şablonlar oluşturulmuş, ihsas-ı reyde bulunulmuştur.” Bu şablon kararların alt derece mahkemelerinde de kullanıldığını görüyoruz. Kolluk ve yargı mensupları önüne gelen olaylarda adeta ‘Erdoğan burada olsa ne yapardı?’ diye empati yaparak veya doğrudan saraydan gelen talimatlara göre karar veriyorlar. AKP örgütünün etkin bir üyesi gibi zamanın baskın anlayışına bağlı kalarak görevlerini icra ediyorlar. Görüldüğü üzere bunların her biri hâkim savcı görünümlü birer militandırlar. Bu militan zihniyet adliyeleri, adalet dağıtan kutsal mekanlar olmaktan çıkarıp insanların adil yargılanma haklarını ayaklar altına almışlar, suç ve suçlu belirleme görevini vesayet altına girdikleri siyasilere bırakmışlardır. Adeta adaleti toplum ve devletin temeli olmaktan çıkararak politikacıların bekalarına hizmet eden bir araca dönüştürmüşlerdir. Toplum ve devlet içinde meydana gelen aykırılıkları yargılayıp herkes için kamu düzenini temin etmekle görevli olan ülke yargısı, bizatihi sorunun kendisi haline gelmiştir. Atalarımızın deyimiyle artık tuz kokmuştur. Bürokrasinin genelinde meydana gelen bu tefessühten en çok payı yargı kurumu almıştır. Bütün kişi ve kurumlar doğrudan veya dolaylı yargıyla içli dişli olduğu için yargı kurumunda baş gösteren kanserin hızla diğer kurumlara ve topluma metastaz yaptığını gözlemliyoruz.

Bu militan kadronun etkin olması ile birlikte yargı, siyasi iradenin sopası haline gelmiştir. Siyasi irade bu sopa ile önünde engel gördüklerini dövüp etkisiz hale getiriyor. Hukukçu Dr. G. Güneş’in de belirttiği gibi bu kadronun tamamını da Yargıda Birlik üyeleri oluşturuyor. Bu kişilerin, siyasi iradeden gelen emir ve talimat dışına çıkamayan, iktidarı rahatsız etmemek adına evrensel hukuk ilkelerine, AİHM kararlarına ve hatta Yargıtay’ın yüz yıllık içtihatlarına aykırı olarak oluşturdukları garabet kararlarla yıllardır insanların hayatlarını karartan ekipten olduklarını üzülerek müşahede ediyoruz. Militanlaşmış hâkim ve savcılardan oluşan ve ‘Adalet’ten soyutlanmış ülke yargısı, gücü elinde bulunduranların elinde acımasızca kullanılmaktadır. Oysa adaletin hâkimiyetini hissettirdiği bir ülke güçlü ve halkı da bahtiyar iken; siyasetin vesayetine girmiş bir yargının egemen olduğu ülke ise harabe ve içindeki insanlar da sahipsizdir.

 

SERİNİN İLK YAZISINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ:

Rejimin Militan Yargısı -2- yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/rejimin-militan-yargisi-2/feed/ 0
HAAK: Mersin ve Hatay Hakim ve Savcı Kararlarında Ağır Hukuk İhlalleri Var https://hukukpenceresi.com/haak-mersin-ve-hatay-hakim-ve-savci-kararlarinda-agir-hukuk-ihlalleri-var/ https://hukukpenceresi.com/haak-mersin-ve-hatay-hakim-ve-savci-kararlarinda-agir-hukuk-ihlalleri-var/#respond Tue, 07 Jun 2022 14:29:47 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=8039 Almanya Köln merkezli olarak kurulan ve temel hak ihlallerinin önlenmesi çerçevesinde önemli faaliyetlere imza atan CrossBorderJurists Derneği, bünyesinde kurduğu Hukuksuzlukları Araştırma ve Analiz Kurulu çerçevesinde, hakim, savcı ve mahkeme kararları ile mağdur olmuş kişilerin başvurularını inceleyerek tespitlerini kamuoyu ile paylaşıyor. Son olarak, subay olan ve kimlik bilgileri gizli tutulan Başvurucu Süleyman Hilmi Tosun’un başvurusu ile […]

HAAK: Mersin ve Hatay Hakim ve Savcı Kararlarında Ağır Hukuk İhlalleri Var yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Almanya Köln merkezli olarak kurulan ve temel hak ihlallerinin önlenmesi çerçevesinde önemli faaliyetlere imza atan CrossBorderJurists Derneği, bünyesinde kurduğu Hukuksuzlukları Araştırma ve Analiz Kurulu çerçevesinde, hakim, savcı ve mahkeme kararları ile mağdur olmuş kişilerin başvurularını inceleyerek tespitlerini kamuoyu ile paylaşıyor.

Son olarak, subay olan ve kimlik bilgileri gizli tutulan Başvurucu Süleyman Hilmi Tosun’un başvurusu ile ilgili değerlendirmelerine ilişkin raporunu yayınladı.

Söz konusu rapor incelendiğinde Mersin ve Hatay adliyelerinde görevli Başsavcı, savcı, hakim ve mahkeme heyetinin vermiş oldukları karar ve işlemlerde ağır hukuka aykırılıklar tesipt eden HAAK, bu kararlar nedeniyle ilgili hakim ve savcıların insanlığa karşı suç ithamıyla soruşturulmaları ve meslekten ihraç ile haklarında disiplin soruşturulması başlatılmasını talep etti.

KARARI WORD FORMATINDA İNDİRMEK İÇİN TIKLAYINIZ:SÜLEYMAN HİLMİ TOSUN KARARI
KARARIN PDF FORMATINDA İNDİRMEK İÇİN TIKLAYINIZ:SÜLEYMAN HİLMİ TOSUN KARARI

 

CROSSBORDERJURISTS (SINIR AŞAN HUKUKÇULAR) DERNEĞİ
HUKUKSUZLUKLARI ARAŞTIRMA VE ANALİZ KURULU (HAAK)

 

BAŞVURUCU SÜLEYMAN HİLMİ TOSUN KARARI

Karar Numarası: 2022/17
Karar Tarihi: 12.4.2022

 

I. BAŞVURU KONUSU

Başvurucu Süleyman Hilmi Tosun Derneğimize başvuru yaparak tutukluluk süresince hakkında verilmiş mahkeme ve hâkimlik kararları ile savcılık taleplerinin incelenmesini, hukuka uygun olup olmadıkları konusunda görüş bildirilmesini ve bu kararları veren hâkim ve savcıların ceza, tazminat ve disiplin hukuku çerçevesindeki sorumlulukları konusunda kanaatimizi içeren bir rapor düzenlenmesini talep etmiştir.

II. BAŞVURUCUNUN TUTUKLULUK SÜRECİNDE VERİLEN KARARLAR VE KARAR VEREN YARGI MENSUPLARI

İDDİANAME HAZIRLAMA ÖNCESİ

Tutuklama/Yakalama Talep Eden Savcı(lık):

  • Mersin Başsavcılığı (Savcı İhsan DOĞAN –42011)
  • Hatay Başsavcılığı (Ali Resul CERİTLİOĞLU- 101322)

Tutuklama ve/ya Adli Kontrol Kararı Veren Hâkim/lik:

  • Mersin 5. Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkim Ömer ÖZTÜRK –39830)

Tutuklamaya Konu Suçlama(lar):

  • Silahlı Terör Örgütü Üyeliği

Tutuklama Kararında Dayanak Olarak Kullanılan Veriler:

  • MİT Bylock tespit raporu

İDDİİANAME HAZIRLANMA SONRASI

İddianamede Delil Olarak Kullanılan Veriler

  • MİT Bylock tespit raporu

Yargılama Aşamasında Tutuklamanın Devamına Karar Veren Hâkim ve Savcılar

  1. Ahmet Turan ORAL (42117)
  2. Bülent KOÇ (40933)
  3. Fatih KUTLUBOĞA (122527)
  4. Hüseyin ÖZCAN (109468)
  5. Hüseyin SERT (196204)
  6. Mehmet ARSLAN (42184)
  7. Mustafa DOĞAN (153185)
  8. Mustafa Kutsal KAYA (119281)
  9. Nizamettin KIRLI (196063)
  10. Nuh GÜLER (34071)
  11. Özgür Kemal KARTAL (120806)

III. DEĞERLENDİRME

Söz konusu kararları incelemek üzere Derneğimizin bir üyesi bir raportör olarak görevlendirilmiştir. Raportör görüşünü içerir raporunu Kurulumuza sunmuştur.

Kurulumuz tüm üyeleri tarafından sunulan rapor ve başvurucuya ait ibraz edilmiş  2016 yılına ait (1) adet ve 2017 yılına ait (9) adet olmak üzere toplam (10) karar/talep incelenerek, T.C. Anayasası ve ceza mevzuatı, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşme hükümleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Birleşmiş Milletler ilgili komite ve komisyon kararları ile Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği ve Venedik Komisyonu’nun Türk yargı sistemi, mahkemelerin işleyişi, temel hak ve özgürlüklerin ihlaline ilişkin rapor ve görüşleri doğrultusunda değerlendirme yapılmıştır.

Başvurucu Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde öğretmen olarak görev yapmakta iken hukuka aykırı olarak OHAL KHK’sı ile ihraç edilmiş ve sonrasında MİT tarafından düzenlenen Bylock kullandığına dair tespit tutanağı esas alınarak Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talebi üzerine Mersin 5. Sulh Ceza Hakimliği tarafından tutuklanmıştır. Tutuklu olarak yargılaması yapılan Başvurucu Süleyman Hilmi Tosun, uzun ve haksız tutukluluk sonrasında adli kontrol verilmek suretiyle tahliye edilmiştir. Başvurucunun yargılamasını Mersin 7. Ağır Ceza Mahkemesi ile Hatay 2. Ağır Ceza Mahkemesi yapmıştır. Nihai karar Hatay 2. ACM tarafından verilmiştir.

KARARLARDA SOMUT VE HUKUKEN KABUL EDİLEBİLİR BİR DELİL BULUNUP BULUNMADIĞINA İLİŞKİN İNCELEME

Kurulumuza sunulan hâkimlik (veya mahkeme) kararları incelendiğinde, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesinde tutuklamaya ilişkin şartların oluştuğuna dair kararı okuyan üçüncü kişiyi ikna edebilecek bir delil değerlendirilmesi yapılmadığı; sadece kanunda yazılı ifadelerin tekrarıyla yetinildiği; kararda yer almayan ancak dosyada var olduğu düşünülebilecek delillerin hukukiliği noktasında bir değerlendirme ve inceleme yapılmadığı; başvurucunun itiraz ve tahliye talep dilekçelerinde öne sürdüğü hususların neden kabul edilmediği konusunda hiçbir değerlendirmeye yer verilmediği; AİHM’in 5. madde kapsamındaki içtihatlarında belirlenen delil ve delil değerlendirme kriterlerinin karşılanmadığı, Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle teminat altına alınan hakların kullanımının geriye dönük ve ayrımcılık temelli olarak kişi aleyhine suçlama delili olarak kullanıldığı Kurulumuz tarafından gözlemlenmiştir.

KARARLARIN GEREKÇELİ OLUP OLMADIĞI HUSUSUNDA YAPILAN İNCELEME

Anayasa’nın 141. maddesi ile emredilen ve CMK’nın 34. maddesinde tekrarlanan ve uluslararası insan hakları sözleşmeleri ile güvence altına alınan, mahkeme ve hâkimlik kararlarının gerekçeli olması şartının karşılanmadığı;  sebep-sonuç ilişkisi tesis edilmediği, söz konusu kararlarda sadece yasa maddelerinde yer alan ölçütlerin tekrar edildiği, kararlarda bireyselleştirme yapılmadığı, ölçülülük-orantılılık-gereklilik gibi kıstasların karşılanmadığı, bu nedenle başvurucunun karara karşı etkin bir itiraz hakkı kullanmasının önlendiği görülmüştür.

Başvurucu aleyhine gerek tutuklama talep yazısı ve tutuklama kararında, gerek iddianamede ve gerekse gerekçeli mahkûmiyet kararında gösterilen ve kullanılan bilgi ve belgelerin başvurucunun üzerine atılı ve tutuklanmasına dayanak olarak kullanılan darbeye teşebbüs ve silahlı terör örgütü üyeliği suçlamasını ispatlamaya, tutuklanmasını haklı ve makul göstermeye yeterli önem ve değerde olmadığı; bu verilerin yukarıda isimleri yazılı hâkim ve savcılar tarafından keyfi yorumlamaya tabi tutulup, bunlardan çıkartılması mümkün olmayacak önem ve ağırlıkta sübjektif sonuçlara varıldığı, varılan sonuçlar ile bunlara dayanak olarak kullanılan veriler arasında mantık ve hukuk ilkeleri ile uyumlu, üçüncü kişileri ikna edebilecek mahiyette bir bağlantı kurulmadığı Kurulumuzca gözlemlenmiştir.

Bu haliyle söz konusu kararların gerekçesiz olduğunun kabul edilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır.

KARARLARI VEREN HÂKİM VE SAVCILARIN TARAFSIZLIĞINA VE BAĞIMSIZLIĞINA DAİR DEĞERLENDİRMELER

2014 sonrası Türk yargı sisteminin bağımsızlığına ve hakimlik-savcılık teminatına dair düzenlenen AB İlerleme RaporlarıBM Komite ve Komisyon KararlarıVenedik Komisyonu KararıAİHM içtihatlarıMEDEL ve diğer Avrupa hakim ve savcı örgütleri raporları, uluslararası insan hakları örgütleri rapor ve değerlendirmeleri birlikte incelendiğinde, yargının üzerinde siyasetin yoğun bir etkisinin olduğu, hakim ve savcıların atama, nakil ve yetkilendirilmelerinin şeffaf ve denetlenebilir olmadığı, iktidar aleyhine karar veren hakim ve savcıların görev yerlerinin değiştirildiği, haklarında disiplin soruşturması başlatıldığı veya ihraçlarına karar verildiği; yapılan yasal düzenlemeler ile yargının işleyişine doğrudan müdahale edildiği, siyasi yönü bulunan soruşturma ve yargılamalarda AİHM içtihatları ile somutlaşan ve çerçevesi çizilen ilke ve usullere riayet edilmediği anlaşılmıştır.

Mersin 5. Sulh Ceza Hâkimi sıfatıyla Başvurucunun tutuklanmasına karar veren Ömer ÖZTÜRK, sonrasında Mersin 8. Ağır Ceza Mahkemesi’ne başkan olarak görevlendirilmiştir. Mersin 7. Ağır Ceza Mahkemesinde tutuklu olarak yargılaması devam eden Başvurucunun tutukluluk devam kararına itirazını Ömer Öztürk’ün başkanlığını yaptığı heyet değerlendirmiş ve itirazı reddetmiştir. Tutuklamaya karar veren hâkimin, tutukluluk itiraz kararının değerlendirildiği oturuma katılması ve itirazın reddi yönünde oy kullanabilmiş olması, Başvurucunun tutuklanmasında, tutukluluk sürecinin devamında görev yapan yargı mensuplarının bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunda haklı olarak şüphe uyandırmaktadır.

Hukuka uygunluğu tartışmalı delillere dayalı olarak, gerekçesiz şekilde verilen tutuklama ve tutukluluk devam kararları ve bu kararlar neticesinde uzunca süre başvurucunun tutuklu kalması ile kararda yer verilen ön kabuller birlikte değerlendirildiğinde söz konusu yargı mensuplarının önyargılı, taraflı ve ayrımcılık temelli bir yaklaşım sergiledikleri konusunda tarafımızda kuvvetli bir şüphe oluşmuştur.

Verilen kararların Ceza ve Ceza Yargılama Hukukunun temel ilkelerine tamamen aykırı olduğu, karar veren hâkim ve savcıların verdikleri kararlarda başvurucuya atfedilen suçun yasal şartlarının oluşup oluşmadığına dair değerlendirmelerden ziyade, başvurucunun ideolojisini, dini görüşünü, ait olduğu sosyal grubu, ırkını ve/ya siyasi tercihlerini gözönüne aldığı, böylece yargıçların objektif ve sübjektif bağımsızlıklarını, savcıların ise tarafsızlıklarını kaybettikleri konusunda Kurulumuzda kanaat oluşmuştur.

IV. KARAR VERENLERİN HUKUKİ SORUMLULUĞUNUN DEĞERLEDİRİLMESİ VE SONUÇ:

Başvurucunun talebi doğrultusunda yapılan inceleme sonucunda, söz konusu kararların uluslararası insan hakları hukuku çerçevesinde kabul edilen ilke ve gereklilikleri karşılamadığı, bu nedenle söz konusu kararların hukuken meşru ve kabul edilebilir, sonuç doğuracak nitelikte olmadıkları Kurulumuzca değerlendirilmiştir.

Yukarıda yer verilen gerekçeler ve kabule göre, soruşturma ve/ya yargılama aşamasında Başvurucunun tutuklanmasına ve/ya tutukluluğunun devamına karar veren hâkim ve savcıların muhtemel hukukî sorumlulukları Kurulumuzca aşağıdaki gibi tespit edilmiştir:

Ceza Hukuku sorumluluğu:

Yukarıda isimleri yazılı yargı mensubu hâkim ve savcılar hakkında, hukuka aykırı yöntemlerle, hukuken geçerli bir delil olmaksızın ve gerekçesiz tutuklama kararı vermek ve/ya devam ettirmek suretiyle TCK’nun 37. maddesi yollamasıyla TCK’nun 109/1; 109/2; 109/3-b, c; 109/4 maddelerine temas eden KİŞİYİ HÜRİYETİNDEN YOKSUN KILMA SUÇU nedeniyle soruşturma yapılması gerektiği,

Adı geçen hâkim ve savcıların, başvurucuya yönelik kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunu; siyasal saiklerle ve mağdurla birlikte toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak işlediklerine dair haklı nedenlerin bulunduğu gözönüne alındığında TCK’nun 77/1-d maddesine temas eden İNSANLIĞA KARŞI SUÇ bağlamında soruşturulmaları gerektiği,

Dosya bağlamında şartları oluştuğu takdirde adları geçen yargı mensuplarının;

  • Konut dokunulmazlığının ihlali (TCK md. 116)
  • Dilekçe hakkının kullanılmasının engellenmesi (TCK md. 121)
  • Nefret ve ayırımcılık (TCK md. 122)
  • Haberleşmenin gizliliğini ihlal (TCK md. 132)
  • Özel hayatın gizliliğini ihlal (TCK md. 134)
  • Verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme (TCK md. 136)
  • Resmî belgede sahtecilik (TCK md. 204)
  • Görevi kötüye kullanma (TCK md. 257)
  • Kişilerin malları üzerinde usulsüz tasarruf (TCK MAD md. DE 261)
  • Suç uydurma (TCK md. 271)
  • Yargı görevi yapanı, bilirkişiyi veya tanığı etkilemeye teşebbüs (TCK md. 277)
  • Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme (TCK md. 281)
  • Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs (TCK md. 288)

Suçlarından sorumlu olabilecekleri,

Disiplin Hukuku sorumluluğu:

Anayasa ve uluslararası sözleşmelerden kaynaklı yükümlülüklerini yerine getirmeyen yukarıda isimleri yazılı hâkim ve savcılar hakkında Hâkimler ve Savcılar Kurulu tarafından meslekten ihraçlarını konu alan bir disiplin soruşturması yapılması gerektiği,

Özel Hukuk sorumluluğu:

Başvurucunun uğradığı maddi ve manevi zararları bağlamında Devlet aleyhine ulusal ve uluslararası yargı mercileri nezdinde açılacak davalar sonucunda ödenmesi kuvvetle muhtemel tazminat miktarlarından yukarıda isimleri geçen hâkim ve savcıların rücuen sorumlu tutulmaları gerektiği, sonucuna varılmıştır.

Vardığımız sonuca, isimleri yazılı hâkim ve savcıların gıyabında varılmıştır.

Söz konusu yargı mensupları, kendileri veya temsilcileri vasıtasıyla değerlendirmelerimize ve vardığımız sonuca itiraz etme hakkına sahiptirler.

Böyle bir itiraz gerçekleştiğinde, yapılan itirazı ve sunulan bilgi ve belgeler kamuoyu ile paylaşılacak ve yaptığımız değerlendirme ve tespitler yeniden gözden geçirilerek tamamen veya kısmen değiştirilebilecektir.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

ÜYE                                                 ÜYE                                                 ÜYE

HAAK: Mersin ve Hatay Hakim ve Savcı Kararlarında Ağır Hukuk İhlalleri Var yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/haak-mersin-ve-hatay-hakim-ve-savci-kararlarinda-agir-hukuk-ihlalleri-var/feed/ 0
KARARLARIYLA KONUŞAN BİR HAKİM! https://hukukpenceresi.com/kararlariyla-konusan-bir-hakim/ https://hukukpenceresi.com/kararlariyla-konusan-bir-hakim/#respond Fri, 03 Jun 2022 10:02:36 +0000 https://hukukpenceresi.com/kararlariyla-konusan-bir-hakim/ Bu yazıyı yazmaya niyet ettiğimde içeriğini “Hakim Kararıyla Konuşur” üzerine oluşturmak istedim, sonra aradan zaman geçince unuttum ta ki, bu yazının esas kişisi basına açıklama yaparken, “Hakim Kararıyla Konuşur” deyince yeniden hatırlamamı sağladı. Sadece bununla sınırlı olmak üzere kendisine şükran duymalıyım sanıyorum! Hakikaten de mesleğe yeni girdiğimiz dönemlerde sıklıkla duyduğumuz bir cümleydi, hakimin kararıyla konuşacağı […]

KARARLARIYLA KONUŞAN BİR HAKİM! yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>

Bu yazıyı yazmaya niyet ettiğimde içeriğini “Hakim Kararıyla Konuşur” üzerine oluşturmak istedim, sonra aradan zaman geçince unuttum ta ki, bu yazının esas kişisi basına açıklama yaparken, “Hakim Kararıyla Konuşur” deyince yeniden hatırlamamı sağladı. Sadece bununla sınırlı olmak üzere kendisine şükran duymalıyım sanıyorum!

Hakikaten de mesleğe yeni girdiğimiz dönemlerde sıklıkla duyduğumuz bir cümleydi, hakimin kararıyla konuşacağı cümlesi. Bunun dışında davrananlar var mıydı, elbette vardı ancak onlar da bize göre kerli ferli sayılanlar arasındaydılar.

Bu gece yarısı bir Resmi Gazete klasiği oldu, Bekir Bozdağ’ın atanmasından sonra beklediğim bir atama gerçekleşmiş oldu. Bu atamayla Adalet Bakan Yardımcısı Uğurhan Kuş bu görevden alınarak (Uğurhan Kuş, Danıştay üyesi olarak seçildi) yerine Akın Gürlek Bakan yardımcısı oldu. Böyle bir atamayı bekliyor muydunuz derseniz evet bekliyordum ancak bu ismi beklemiyordum, bir şahinin yerine daha şahin birinin atanmasını beklemiyordum.  İşte bu sürpriz oldu!

Bekir Bozdağ’ın Adalet Bakanı olarak atanması esasen seçim sürecine giderken bakanlığın daha şahin olacağı mesajıydı. Nitekim, 2016 sonrasında atanan ve bugüne kadar süren hukuksuz uygulamaların mimarlarından Adbulhamit Gül, görevden alındığında bir kısım sosyal demokrat (siz buna ulusalcı çevre de diyebilirsiniz) çevreden onun görevden alınmasına dair gözyaşı dökenler oldu. Nitekim görevden alınmasından sonra İsmail Saymaz yazdığı yazıda, “ Gül’ün uzun süredir rahatsızlıkları vardı. İstanbul seçiminin tekrarlanmasını istemiyordu.” Demekteydi. Dolayısıyla pek çok hukuksuzluğu imza atmış Abdulhamit Gül konu İstanbul seçimleri olunca büyük olasılıkla siyasi nedenlerle zira vicdani olmasını bekleyemeyiz, seçimlerin yenilenmemesi gerektiğini ifade etmiş. Bu tavrı da yukarıda sözünü ettiğimi çevreler tarafından çok makbul bulunmuş olmalı ki Kemal Kılıçdaroğlu. “Abdulhamit Gül, diğer bakanlardan daha sağduyulu bir profil.” Demişti.

Bu aşamada yazının başına tekrar dönelim. Uğurhan Kuş, Adalet Bakanlığının şahin kanadından bir yargı mensubuydu, onun yerine kararlarıyla konuşan ve konuşturduğu kararlarıyla ondan daha şahin olacağı konusunda kuşku bulunmayan Akın Gürlek atandı. Bu atama elbette Bakan Bekir Bozdağ’ın arzusu ise de ondan daha ziyade, kararlarıyla konuşan bu yargıca ihtiyaç duyan daha üst bir akıl vardı kuşkusuz. O akıl sahibinin kim olduğunu milletin kafası duvarlara sürtüle sürtüle öğrendiği için yeniden yazmaya gerek duymuyorum.

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ı 2023 seçimlerine giderken göreve getiren irade aynı şekilde Akın Gürlek’i de onun yardımcısı yaptı. Demirtaş, Kaftancıoğlu, Fincancı, ÇHD, Sözcü, Dündar ve daha ismini bilemediğimiz onlarca masum insana “Karararlarının Konuşturarak” ceza yağdıran bu yargıcın atanmasını sadece konuşturduğu kararlarının ödülü olarak değerlendiremeyiz, onun atanması aynı zamanda Bozdağ’ın atanması gerekçeleriyle aynı.

Bilindiği üzere 17 Nisan 2017 tarihinde bugün ki tek adama sisteminin inşasının oylaması yapıldı. Yine hepimizin bildiği gibi oylamanın sonucunu değiştirecek sayıda oy pusulasındaki yasal eksikliğe rağmen YSK bu pusulaların geçerli olduğunu kabul ederek bugün ki sistemin inşasına yol vermiş oldu. YSK’nın bu büyük icraatına İstanbul seçimlerindeki iptali de eşlik etti. Böylece çok açık bir biçimde Türkiye’de çok uzun yıllardır seçimlerin adil bir şekilde yapılmasını sağlayan kurulun gölgesi ağır bir şekilde düşmüş oldu. Bu işaret fişekleriyle bundan sonraki seçimlerin kuşkulu olacağının mesajı da verilmiş oldu.

İşte tam da 2023 seçimlerine gidilirken Bekir Bozdağ Adalet Bakanı olurken, Akın Gürlek’de Adalet Bakan Yardımcısı oldu. Tabirimi mazur görün belki de bir kısım okuyucu için abartılı bulunabilir ancak gerçek bu, “Cehennemin Kapıları Açıldı”. Bir yandan Yargıda Birlik Derneği ‘nin bir müddettir geriye itilmesinden rahatsızlık duyan çevrelerin Bekir Bozdağ eliyle gönlünü kazanarak YSK’daki üyelerinin gönülleri edilmeye çalışılırken öte yandan yargının diğer alanlarında baskı artırılmaya çalışılıyor. Seçimin sonucunun şimdiden ne olacağını söyleyebilmemiz mümkün değil ancak seçim sürecinde yaşanabilecekleri söyleyebilmemiz mümkün. Öncelikle şunu ifade edeyim, 2017 seçimlerindekine benzer bir şekilde, seçim kazanılırsa sorun olmayacak ancak kaybedilirse sorun olarak kabul edilerek YSK’ya yapılacak itirazla seçimin iptalini sağlayacak bir yöntem arayışında olduklarını düşünmemek için hiçbir neden yok. Sakın kimse böyle bir şey olamaz, YSK iptal edemez demesin, İstanbul seçimlerinde bilindiği üzere aynı sandıktaki oylardan sadece büyükşehir belediye başkanlığı için kullanılan pusulalar geçersiz sayıldı. Bir başka ifadeyle sulu yemek içerisindeki tuz çıkartıldı. Buradan hareketle benzer bir kararın alınması önünde hiçbir engel görünmüyor. Elbette şimdi, muhalefet buna karşı direnebilir denecek, haklılar işte onun için de bakan yardımcısı atandı. Çok sert bir şeklide yargı araçsallaştırılarak üzerlerine gidecekler, böylece seçimlerin sonucunun mutlaka “kasa” lehine olması sağlanmaya çalışılacak. Bir kez daha “Hakim Kararıyla Konuşmuş” olacak.

Önceki bakan yardımcısı da bunu yapamaz mıydı denebilir, evet yapabilirdi ancak kararlarıyla bu kadar güzel konuşan birisini bulmaları kanımca çok mümkün olmadığından tercih kararıyla en güzel konuşanı seçmekten yana oldu. İkinci olarak da, kendisine makam verilmek suretiyle gönlü de edilmiş oldu.

Dün yargıçlar gerçekten de kararlarıyla konuşuyorlardı. Bugün ise kararlarımızla konuşuyoruz diyenler aslında geleceğe tarihi bir utanç vesikası bırakıyorlar, kuşkusuz bütün kararlar günü geldiğinde tıpkı bugün Osmanlı şer’iyye sicillerinin okunduğu gibi hukukçular ve tarihçiler tarafından okunacak. Bu kararlar o zaman kendilerini okuyan araştırmacılara gözyaşlarıyla dertlerini anlatırken, keşke konuşmak zorunda kalmasaydık diyecekler.

KARARLARIYLA KONUŞAN BİR HAKİM! yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/kararlariyla-konusan-bir-hakim/feed/ 0
HAAK: Sivas ve Şarkışla Hakim ve Savcı Kararlarında Ağır Hukuk İhlalleri Var https://hukukpenceresi.com/haak-sivas-ve-sarkisla-hakim-ve-savci-kararlarinda-agir-hukuk-ihlalleri-var/ https://hukukpenceresi.com/haak-sivas-ve-sarkisla-hakim-ve-savci-kararlarinda-agir-hukuk-ihlalleri-var/#respond Mon, 18 Apr 2022 14:30:18 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=8041 Almanya Köln merkezli olarak kurulan ve temel hak ihlallerinin önlenmesi çerçevesinde önemli faaliyetlere imza atan CrossBorderJurists Derneği, bünyesinde kurduğu Hukuksuzlukları Araştırma ve Analiz Kurulu (HAAK) çerçevesinde, hakim, savcı ve mahkeme kararları ile mağdur olmuş kişilerin başvurularını inceleyerek bulgularını kamuoyu ile paylaşıyor. Son olarak HAAK, güvenlik endişesiyle ismini açıklamayan bir başvurucunun talebini değerlendirip karara bağladı. Söz […]

HAAK: Sivas ve Şarkışla Hakim ve Savcı Kararlarında Ağır Hukuk İhlalleri Var yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Almanya Köln merkezli olarak kurulan ve temel hak ihlallerinin önlenmesi çerçevesinde önemli faaliyetlere imza atan CrossBorderJurists Derneği, bünyesinde kurduğu Hukuksuzlukları Araştırma ve Analiz Kurulu (HAAK) çerçevesinde, hakim, savcı ve mahkeme kararları ile mağdur olmuş kişilerin başvurularını inceleyerek bulgularını kamuoyu ile paylaşıyor.

Son olarak HAAK, güvenlik endişesiyle ismini açıklamayan bir başvurucunun talebini değerlendirip karara bağladı.

Söz konusu rapor incelendiğinde Şarkışla ve Sivas adliyesinde görevli Başsavcı, savcı, hakim ve mahkeme heyetinin vermiş oldukları karar ve işlemlerde ağır hukuka aykırılıklar tesipt eden HAAK, bu kararlar nedeniyle ilgili hakim ve savcıların insanlığa karşı suç ithamıyla soruşturulmaları ve meslekten ihraç ile haklarında disiplin soruşturulması başlatılmasını talep etti.

Orjinal metnine Derneğin sitesinden ulaşılabilecek karar aşağıdaki gibidir:

KARARI WORD FORMATINDA İNDİRMEK İÇİN TIKLAYINIZ:BAŞVURUCU (49) KARARI
KARARIN PDF FORMATINDA İNDİRMEK İÇİN TIKLAYINIZBAŞVURUCU (49) KARARI

 

CROSSBORDERJURISTS (SINIR AŞAN HUKUKÇULAR) DERNEĞİ
HUKUKSUZLUKLARI ARAŞTIRMA VE ANALİZ KURULU (HAAK)

 

 BAŞVURUCU (49) KARARI

Karar Numarası:2022/18
Karar Tarihi: 18.4.2022

 

I. BAŞVURU KONUSU

Başvurucu tarafından Derneğimize müracaat edilerek tutukluluk süresince hakkında verilmiş bir kısım mahkeme ve hâkimlik kararları ile savcılık taleplerinin incelenmesi, hukuka uygun olup olmadıkları konusunda görüş bildirilmesi ile tutuklama sürecinde görevli hâkim ve savcıların ceza, tazminat ve disiplin hukuku çerçevesindeki sorumlulukları konusunda kanaatimizi içeren bir rapor düzenlenmesi talep edilmiştir.

Başvurucu kimlik bilgilerinin saklı tutulmasını istemiştir.

II. BAŞVURUCUNUN TUTUKLULUK SÜRECİNDE VERİLEN KARARLAR VE KARAR VEREN YARGI MENSUPLARI

İDDİANAME HAZIRLAMA ÖNCESİ

Tutuklama Talep Eden Savcı(lık):

  • Şarkışla Cumhuriyet Savcılığı

Tutuklama Kararı Veren Hâkim/lik:

  • Şarkışla Sulh Ceza Hâkimliği

Tutuklamaya Konu Suçlama(lar):

  • Silahlı Terör Örgütü Üyeliği

Tutuklamalara Dayanak Olarak Kullanılan Veriler:

  • Bylock tespit tutanağı
  • Bank Asya kayıtları
  • Tanık beyanları

Soruşturma Aşamasında Tutuklamanın Devamına Karar Veren Veya İtirazları Reddeden Hâkimler/Savcılar

  1. Mustafa Kalın (139745)
  2. Eray Erden (122504)
  3. Ferhat Ekinci (137388) (İddianame)

İDDİİANAME HAZIRLANMA SONRASI

  1. İddianamede/Kovuşturmada Delil Olarak Kullanılan Veriler
  • Bank Asya hesap hareketleri
  • MİT Bylock tespit raporu
  • Etkin pişmanlık kapsamında alınan şüpheli anlatımları

Yargılama Aşamasında Tutuklamanın Devamına Karar Veren Hâkim Ve Savcılar

  1. Alaadtin Akdere (40925)
  2. Bülent Cem Koçak (97958)
  3. Derda Gökmen (40752)
  4. Ferhat Koyuncu (139832)
  5. Hacı Atilla Önder (34463)
  6. Hulusi Gül (217381)
  7. Mehmet Duman (42957)
  8. Mustafa Sopacı (174711)
  9. Nurdan Çakmak (212128)
  10. Nurşen Hayran Işık (211717)
  11. Saliha Merve Sungun (212184)
  12. Sümeyra Doğru (194048)
  13. Tayfun Gün (189937)
  14. Tunç Cantaymaz (38315)

 III. DEĞERLENDİRME

Söz konusu kararları incelemek üzere Derneğimizin bir üyesi bir raportör olarak görevlendirilmiştir.

Raportör görüşünü içerir raporunu Kurulumuza sunmuştur.

Kurulumuz tüm üyeleri tarafından sunulan rapor ve başvurucuya ait kararlar incelenerek, T.C. Anayasası ve ceza mevzuatı, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşme hükümleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Birleşmiş Milletler ilgili komite ve komisyon kararları ile Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği ve Venedik Komisyonu’nun Türk yargı sistemi, mahkemelerin işleyişi, temel hak ve özgürlüklerin ihlaline ilişkin rapor ve görüşleri doğrultusunda değerlendirme yapılmıştır.

Başvurucu kamu görevlisi olarak çalışmakta iken 15 Temmuz darbe teşebbüsü gerekçe olarak kullanılarak Şarkışla Başsavcılığı tarafından hakkında örgüt üyeliği suçlaması ile soruşturma başlatılmıştır. Akabinde Şarkışla Başsavcılığı tarafından gözaltına alınmış ve sonrasında başvurucu, savcılık tarafından tutuklama talebiyle Sulh Ceza Hakimliği’ne sevk edilmiş ve terör örgütü üyeliği suçlamasından tutuklanmıştır.

Başvurucu uzun süre tutuklu kaldıktan sonra Sivas Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hakkında silahlı terör örgütü üyeliği suçlaması ile dava açılmıştır.

KARARLARDA SOMUT VE HUKUKEN KABUL EDİLEBİLİR BİR DELİL BULUNUP BULUNMADIĞINA İLİŞKİN İNCELEME

Kurulumuza sunulan hâkimlik (veya mahkeme) kararları incelendiğinde, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesinde tutuklamaya ilişkin şartların oluştuğuna dair kararı okuyan üçüncü kişiyi ikna edebilecek bir delil değerlendirilmesi yapılmadığı; sadece kanunda yazılı ifadelerin tekrarıyla yetinildiği; kararda yer almayan ancak dosyada var olduğu düşünülebilecek delillerin hukukiliği noktasında bir değerlendirme ve inceleme yapılmadığı; başvurucunun itiraz ve tahliye talep dilekçelerinde öne sürdüğü hususların neden kabul edilmediği konusunda hiçbir değerlendirmeye yer verilmediği; AİHM’nin 5. madde kapsamındaki içtihatlarında belirlenen delil ve delil değerlendirme kriterlerinin karşılanmadığı, Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle teminat altına alınan hakların kullanımının geriye dönük ve ayrımcılık temelli olarak kişi aleyhine suçlama delili olarak kullanıldığı Kurulumuz tarafından gözlemlenmiştir.

KARARLARIN GEREKÇELİ OLUP OLMADIĞI HUSUSUNDA YAPILAN İNCELEME

Anayasa’nın 141. maddesi ile emredilen ve CMK’nın 34. maddesinde tekrarlanan ve uluslararası insan hakları sözleşmeleri ile güvence altına alınan, mahkeme ve hâkimlik kararlarının gerekçeli olması şartının karşılanmadığı;  sebep-sonuç ilişkisi tesis edilmediği, söz konusu kararlarda sadece yasa maddelerinde yer alan ölçütlerin tekrar edildiği, kararlarda bireyselleştirme yapılmadığı, ölçülülük-orantılılık-gereklilik gibi kıstasların karşılanmadığı, bu nedenle başvurucunun karara karşı etkin bir itiraz hakkı kullanmasının önlendiği görülmüştür.

Başvurucu aleyhine gerek tutuklama talep yazısı ve tutuklama kararında, gerek iddianamede ve gerekse gerekçeli mahkûmiyet kararında gösterilen ve kullanılan bilgi ve belgelerin başvurucunun üzerine atılı ve tutuklanmasına dayanak olarak kullanılan darbeye teşebbüs ve silahlı terör örgütü üyeliği suçlamasını ispatlamaya, tutuklanmasını haklı ve makul göstermeye yeterli önem ve değerde olmadığı; bu verilerin yukarıda isimleri yazılı hâkim ve savcılar tarafından keyfi yorumlamaya tabi tutulup, bunlardan çıkartılması mümkün olmayacak önem ve ağırlıkta sübjektif sonuçlara varıldığı, varılan sonuçlar ile bunlara dayanak olarak kullanılan veriler arasında mantık ve hukuk ilkeleri ile uyumlu, üçüncü kişileri ikna edebilecek mahiyette bir bağlantı kurulmadığı Kurulumuzca gözlemlenmiştir.

Bu haliyle söz konusu kararların gerekçesiz olduğunun kabul edilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır.

KARARLARI VEREN HÂKİM VE SAVCILARIN TARAFSIZLIĞINA VE BAĞIMSIZLIĞINA DAİR DEĞERLENDİRMELER

2014 sonrası Türk yargı sisteminin bağımsızlığına ve hakimlik-savcılık teminatına dair düzenlenen AB İlerleme RaporlarıBM Komite ve Komisyon KararlarıVenedik Komisyonu KararıAİHM içtihatlarıMEDEL ve diğer Avrupa hakim ve savcı örgütleri raporları, uluslararası insan hakları örgütleri rapor ve değerlendirmeleri birlikte incelendiğinde, yargının üzerinde siyasetin yoğun bir etkisinin olduğu, hakim ve savcıların atama, nakil ve yetkilendirilmelerinin şeffaf ve denetlenebilir olmadığı, iktidar aleyhine karar veren hakim ve savcıların görev yerlerinin değiştirildiği, haklarında disiplin soruşturması başlatıldığı veya ihraçlarına karar verildiği; yapılan yasal düzenlemeler ile yargının işleyişine doğrudan müdahale edildiği, siyasi yönü bulunan soruşturma ve yargılamalarda AİHM içtihatları ile somutlaşan ve çerçevesi çizilen ilke ve usullere riayet edilmediği anlaşılmıştır.

Hukuka uygunluğu tartışmalı delillere dayalı olarak, gerekçesiz şekilde verilen tutuklama ve tutukluluk devam kararları ve bu kararlar neticesinde uzunca süre başvurucunun tutuklu kalması ile kararda yer verilen ön kabuller birlikte değerlendirildiğinde söz konusu yargı mensuplarının önyargılı, taraflı ve ayrımcılık temelli bir yaklaşım sergiledikleri konusunda tarafımızda kuvvetli bir şüphe oluşmuştur.

Verilen kararların Ceza ve Ceza Yargılama Hukukunun temel ilkelerine tamamen aykırı olduğu, karar veren hâkim ve savcıların verdikleri kararlarda başvurucuya atfedilen suçun yasal şartlarının oluşup oluşmadığına dair değerlendirmelerden ziyade, başvurucunun ideolojisini, dini görüşünü, ait olduğu sosyal grubu, ırkını ve/ya siyasi tercihlerini göz önüne aldığı, böylece yargıçların objektif ve sübjektif bağımsızlıklarını, savcıların ise tarafsızlıklarını kaybettikleri konusunda Kurulumuzda kanaat oluşmuştur.

IV. KARAR VERENLERİN HUKUKİ SORUMLULUĞUNUN DEĞERLEDİRİLMESİ VE SONUÇ:

Başvurucunun talebi doğrultusunda yapılan inceleme sonucunda, söz konusu kararların uluslararası insan hakları hukuku çerçevesinde kabul edilen ilke ve gereklilikleri karşılamadığı, bu nedenle söz konusu kararların hukuken meşru ve kabul edilebilir, sonuç doğuracak nitelikte olmadıkları Kurulumuzca değerlendirilmiştir.

Yukarıda yer verilen gerekçeler ve kabule göre, soruşturma ve/ya yargılama aşamasında Başvurucunun tutuklanmasına ve/ya tutukluluğunun devamına karar veren hâkim ve savcıların muhtemel hukukî sorumlulukları Kurulumuzca aşağıdaki gibi tespit edilmiştir:

Ceza Hukuku sorumluluğu:

Yukarıda isimleri yazılı yargı mensubu hâkim ve savcılar hakkında, hukuka aykırı yöntemlerle, hukuken geçerli bir delil olmaksızın ve gerekçesiz tutuklama kararı vermek ve/ya devam ettirmek suretiyle TCK’nun 37. maddesi yollamasıyla TCK’nun 109/1; 109/2; 109/3-b,c; 109/4 maddelerine temas eden KİŞİYİ HÜRİYETİNDEN YOKSUN KILMA SUÇU nedeniyle soruşturma yapılması gerektiği,

Adı geçen hâkim ve savcıların, başvurucuya yönelik kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunu; siyasal saiklerle ve mağdurla birlikte toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak işlediklerine dair haklı nedenlerin bulunduğu gözönüne alındığında TCK’nun 77/1-d maddesine temas eden İNSANLIĞA KARŞI SUÇ bağlamında soruşturulmaları gerektiği,

Dosya bağlamında şartları oluştuğu takdirde adları geçen yargı mensuplarının;

  • Konut dokunulmazlığının ihlali (TCK md. 116)
  • Dilekçe hakkının kullanılmasının engellenmesi (TCK md. 121)
  • Nefret ve ayırımcılık (TCK md. 122)
  • Haberleşmenin gizliliğini ihlal (TCK md. 132)
  • Özel hayatın gizliliğini ihlal (TCK md. 134)
  • Verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme (TCK md. 136)
  • Verileri yok etmeme (TCK md. 138)
  • Resmi belgede sahtecilik (TCK md. 204)
  • Resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan (TCK md. 206)
  • Görevi kötüye kullanma (TCK md. 257)
  • Kişilerin malları üzerinde usulsüz tasarruf (TCK MAD md. DE 261)
  • Suç uydurma (TCK md. 271)
  • Yargı görevi yapanı, bilirkişiyi veya tanığı etkilemeye teşebbüs (TCK md. 277)
  • Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme (TCK md. 281)
  • Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs (TCK md. 288)

Suçlarından sorumlu olabilecekleri,

Disiplin Hukuku sorumluluğu:

Anayasa ve uluslararası sözleşmelerden kaynaklı yükümlülüklerini yerine getirmeyen yukarıda isimleri yazılı hâkim ve savcılar ile Bölge Adliye Mahkemesi üyeleri hakkında Hâkimler ve Savcılar Kurulu tarafından meslekten ihraçlarını konu alan bir disiplin soruşturması yapılması gerektiği,

Özel Hukuk sorumluluğu:

Başvurucunun uğradığı maddi ve manevi zararları bağlamında Devlet aleyhine ulusal ve uluslararası yargı mercileri nezdinde açılacak davalar sonucunda ödenmesi kuvvetle muhtemel tazminat miktarlarından yukarıda isimleri geçen hâkim ve savcıların rücuen sorumlu tutulmaları gerektiği,

Sonucuna varılmıştır.

Vardığımız sonuca, isimleri yazılı hâkim ve savcıların gıyabında varılmıştır.

Söz konusu yargı mensupları, kendileri veya temsilcileri vasıtasıyla değerlendirmelerimize ve vardığımız sonuca itiraz etme hakkına sahiptirler.

Böyle bir itiraz gerçekleştiğinde, yapılan itirazı ve sunulan bilgi ve belgeler kamuoyu ile paylaşılacak ve yaptığımız değerlendirme ve tespitler yeniden gözden geçirilerek tamamen veya kısmen değiştirilebilecektir.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

 

ÜYE                                                 ÜYE                                                 ÜYE

HAAK: Sivas ve Şarkışla Hakim ve Savcı Kararlarında Ağır Hukuk İhlalleri Var yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/haak-sivas-ve-sarkisla-hakim-ve-savci-kararlarinda-agir-hukuk-ihlalleri-var/feed/ 0
HAAK: İstanbul Hakim ve Savcı Kararlarında Ağır Hukuk İhlalleri Var https://hukukpenceresi.com/haak-istanbul-hakim-ve-savci-kararlarinda-agir-hukuk-ihlalleri-var/ https://hukukpenceresi.com/haak-istanbul-hakim-ve-savci-kararlarinda-agir-hukuk-ihlalleri-var/#respond Mon, 18 Apr 2022 14:23:04 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=8035 Almanya Köln merkezli olarak kurulan ve temel hak ihlallerinin önlenmesi çerçevesinde önemli faaliyetlere imza atan CrossBorderJurists Derneği, bünyesinde kurduğu Hukuksuzlukları Araştırma ve Analiz Kurulu çerçevesinde, hakim, savcı ve mahkeme kararları ile mağdur olmuş kişilerin başvurularını inceleyerek tespitlerini kamuoyu ile paylaşıyor. Son olarak, subay olan ve kimlik bilgileri gizli tutulan Başvurucu (47)’nin başvurusu ile ilgili değerlendirmelerine […]

HAAK: İstanbul Hakim ve Savcı Kararlarında Ağır Hukuk İhlalleri Var yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>

Almanya Köln merkezli olarak kurulan ve temel hak ihlallerinin önlenmesi çerçevesinde önemli faaliyetlere imza atan CrossBorderJurists Derneği, bünyesinde kurduğu Hukuksuzlukları Araştırma ve Analiz Kurulu çerçevesinde, hakim, savcı ve mahkeme kararları ile mağdur olmuş kişilerin başvurularını inceleyerek tespitlerini kamuoyu ile paylaşıyor.

Son olarak, subay olan ve kimlik bilgileri gizli tutulan Başvurucu (47)’nin başvurusu ile ilgili değerlendirmelerine ilişkin raporunu yayınladı.

Söz konusu rapor incelendiğinde İstanbul adliyesinde görevli Başsavcı, savcı, hakim ve mahkeme heyetinin vermiş oldukları karar ve işlemlerde ağır hukuka aykırılıklar tesipt eden HAAK, bu kararlar nedeniyle ilgili hakim ve savcıların insanlığa karşı suç ithamıyla soruşturulmaları ve meslekten ihraç ile haklarında disiplin soruşturulması başlatılmasını talep etti.

Karar metni aşağıdaki gibidir:

 

KARARI WORD FORMATINDA İNDİRMEK İÇİN TIKLAYINIZ:BAŞVURUCU (47) KARARI
KARARIN PDF FORMATINDA İNDİRMEK İÇİN TIKLAYINIZ:BAŞVURUCU (47) KARARI

 

 

CROSSBORDERJURISTS (SINIR AŞAN HUKUKÇULAR) DERNEĞİ
HUKUKSUZLUKLARI ARAŞTIRMA VE ANALİZ KURULU (HAAK)

 

BAŞVURUCU (47) KARARI

Karar Numarası: 2022/16
Karar Tarihi: 10.4.2022

 

I. BAŞVURU KONUSU

Başvurucu Derneğimize başvuru yaparak tutukluluk süresince hakkında verilmiş mahkeme ve hâkimlik kararları ile savcılık taleplerinin incelenmesini, hukuka uygun olup olmadıkları konusunda görüş bildirilmesini ve bu kararları veren hâkim ve savcıların ceza, tazminat ve disiplin hukuku çerçevesindeki sorumlulukları konusunda kanaatimizi içeren bir rapor düzenlenmesini talep etmiştir.

Başvurucu kimlik bilgilerinin saklı tutulmasını istemiştir.

 

II. BAŞVURUCUNUN TUTUKLULUK SÜRECİNDE VERİLEN KARARLAR VE KARAR VEREN YARGI MENSUPLARI

İDDİANAME HAZIRLAMA ÖNCESİ

Tutuklama Talep Eden Savcı(lık):

  • İstanbul Savcısı (Ergün GÜÇLÜ– 109889)

Tutuklama ve/ya Adli Kontrol Kararı Veren Hâkim/lik:

  • İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkim Ömer Harun ÖZBEK– 120920)

Tutuklamaya Konu Suçlama(lar):

  • Silahlı Terör Örgütü Üyeliği

Tutuklama Kararında Dayanak Olarak Kullanılan Veriler:

  • MİT Bylock tespit raporu

İDDİİANAME HAZIRLANMA SONRASI

İddianamede Delil Olarak Kullanılan Veriler

  • MİT Bylock tespit raporu

Yargılama Aşamasında Tutuklamanın Devamına Karar Veren Hâkim ve Savcılar

  1. Gökalp GÖKÇÜ (32221) (İddianameyi yazan savcı)
  2. Ergün GÜÇLÜ (109889) (İddianameyi yazan savcı)
  3. Bülent DALKIRAN (40053)
  4. Pınar GEZER ATANIAN (118965)
  5. Enver ÜSTÜN (165982)
  6. Kadri ARSLAN (122311)
  7. Cantürk TAŞKIN (104927)
  8. Cem KARACA (43103)
  9. İrfan ŞANCI (119168)
  10. Cihan YILMAZ (120633)
  11. Erkan ÖZKAYA (41968)
  12. Gökberk SUNAL (42437)
  13. Mustafa Kemal TURGUT (104771)
  14. Ali Deniz TANRIVERDİ (97947)
  15. Mehmet Reşat YAVUZ (101546)
  16. Ayhan GÜLDALI (38649)
  17. Veli SAN (38077)

III. DEĞERLENDİRME

Söz konusu kararları incelemek üzere Derneğimizin bir üyesi bir raportör olarak görevlendirilmiştir.

Raportör görüşünü içerir raporunu Kurulumuza sunmuştur.

Kurulumuz tüm üyeleri tarafından sunulan rapor ve başvurucuya ait ibraz edilmiş  2017 yılına ait (23) adet ve 2018 yılına ait (8) adet olmak üzere toplam (31) karar/talep incelenerek, T.C. Anayasası ve ceza mevzuatı, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşme hükümleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Birleşmiş Milletler ilgili komite ve komisyon kararları ile Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği ve Venedik Komisyonu’nun Türk yargı sistemi, mahkemelerin işleyişi, temel hak ve özgürlüklerin ihlaline ilişkin rapor ve görüşleri doğrultusunda değerlendirme yapılmıştır.

Başvurucu Türk Silahlı Kuvvetler bünyesinde görev yaparken; TSK’ nın suç duyurusu üzerine, hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında tutuklanmış ve uzun süre tutuklu kalmıştır. Sanığın tutuklanmasına ve hüküm almasına gerekçe olan tek delil ise MİT Bylock tespit raporudur.

KARARLARDA SOMUT VE HUKUKEN KABUL EDİLEBİLİR BİR DELİL BULUNUP BULUNMADIĞINA İLİŞKİN İNCELEME

Kurulumuza sunulan hâkimlik (veya mahkeme) kararları incelendiğinde, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesinde tutuklamaya ilişkin şartların oluştuğuna dair kararı okuyan üçüncü kişiyi ikna edebilecek bir delil değerlendirilmesi yapılmadığı; sadece kanunda yazılı ifadelerin tekrarıyla yetinildiği; kararda yer almayan ancak dosyada var olduğu düşünülebilecek delillerin hukukiliği noktasında bir değerlendirme ve inceleme yapılmadığı; başvurucunun itiraz ve tahliye talep dilekçelerinde öne sürdüğü hususların neden kabul edilmediği konusunda hiçbir değerlendirmeye yer verilmediği; AİHM’in 5. madde kapsamındaki içtihatlarında belirlenen delil ve delil değerlendirme kriterlerinin karşılanmadığı, Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle teminat altına alınan hakların kullanımının geriye dönük ve ayrımcılık temelli olarak kişi aleyhine suçlama delili olarak kullanıldığı Kurulumuz tarafından gözlemlenmiştir.

KARARLARIN GEREKÇELİ OLUP OLMADIĞI HUSUSUNDA YAPILAN İNCELEME

Anayasa’nın 141. maddesi ile emredilen ve CMK’nın 34. maddesinde tekrarlanan ve uluslararası insan hakları sözleşmeleri ile güvence altına alınan, mahkeme ve hâkimlik kararlarının gerekçeli olması şartının karşılanmadığı;  sebep-sonuç ilişkisi tesis edilmediği, söz konusu kararlarda sadece yasa maddelerinde yer alan ölçütlerin tekrar edildiği, kararlarda bireyselleştirme yapılmadığı, ölçülülük-orantılılık-gereklilik gibi kıstasların karşılanmadığı, bu nedenle başvurucunun karara karşı etkin bir itiraz hakkı kullanmasının önlendiği görülmüştür.

Başvurucu aleyhine gerek tutuklama talep yazısı ve tutuklama kararında, gerek iddianamede ve gerekse gerekçeli mahkûmiyet kararında gösterilen ve kullanılan bilgi ve belgelerin başvurucunun üzerine atılı ve tutuklanmasına dayanak olarak kullanılan darbeye teşebbüs ve silahlı terör örgütü üyeliği suçlamasını ispatlamaya, tutuklanmasını haklı ve makul göstermeye yeterli önem ve değerde olmadığı; bu verilerin yukarıda isimleri yazılı hâkim ve savcılar tarafından keyfi yorumlamaya tabi tutulup, bunlardan çıkartılması mümkün olmayacak önem ve ağırlıkta sübjektif sonuçlara varıldığı, varılan sonuçlar ile bunlara dayanak olarak kullanılan veriler arasında mantık ve hukuk ilkeleri ile uyumlu, üçüncü kişileri ikna edebilecek mahiyette bir bağlantı kurulmadığı Kurulumuzca gözlemlenmiştir.

Bu haliyle söz konusu kararların gerekçesiz olduğunun kabul edilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır.

KARARLARI VEREN HÂKİM VE SAVCILARIN TARAFSIZLIĞINA VE BAĞIMSIZLIĞINA DAİR DEĞERLENDİRMELER

2014 sonrası Türk yargı sisteminin bağımsızlığına ve hakimlik-savcılık teminatına dair düzenlenen AB İlerleme RaporlarıBM Komite ve Komisyon KararlarıVenedik Komisyonu KararıAİHM içtihatlarıMEDEL ve diğer Avrupa hakim ve savcı örgütleri raporları, uluslararası insan hakları örgütleri rapor ve değerlendirmeleri birlikte incelendiğinde, yargının üzerinde siyasetin yoğun bir etkisinin olduğu, hakim ve savcıların atama, nakil ve yetkilendirilmelerinin şeffaf ve denetlenebilir olmadığı, iktidar aleyhine karar veren hakim ve savcıların görev yerlerinin değiştirildiği, haklarında disiplin soruşturması başlatıldığı veya ihraçlarına karar verildiği; yapılan yasal düzenlemeler ile yargının işleyişine doğrudan müdahale edildiği, siyasi yönü bulunan soruşturma ve yargılamalarda AİHM içtihatları ile somutlaşan ve çerçevesi çizilen ilke ve usullere riayet edilmediği anlaşılmıştır.

Hukuka uygunluğu tartışmalı delillere dayalı olarak, gerekçesiz şekilde verilen tutuklama ve tutukluluk devam kararları ve bu kararlar neticesinde uzunca süre başvurucunun tutuklu kalması ile kararda yer verilen ön kabuller birlikte değerlendirildiğinde söz konusu yargı mensuplarının önyargılı, taraflı ve ayrımcılık temelli bir yaklaşım sergiledikleri konusunda tarafımızda kuvvetli bir şüphe oluşmuştur.

Verilen kararların Ceza ve Ceza Yargılama Hukukunun temel ilkelerine tamamen aykırı olduğu, karar veren hâkim ve savcıların verdikleri kararlarda başvurucuya atfedilen suçun yasal şartlarının oluşup oluşmadığına dair değerlendirmelerden ziyade, başvurucunun ideolojisini, dini görüşünü, ait olduğu sosyal grubu, ırkını ve/ya siyasi tercihlerini gözönüne aldığı, böylece yargıçların objektif ve sübjektif bağımsızlıklarını, savcıların ise tarafsızlıklarını kaybettikleri konusunda Kurulumuzda kanaat oluşmuştur.

IV. KARAR VERENLERİN HUKUKİ SORUMLULUĞUNUN DEĞERLEDİRİLMESİ VE SONUÇ:

Başvurucunun talebi doğrultusunda yapılan inceleme sonucunda, söz konusu kararların uluslararası insan hakları hukuku çerçevesinde kabul edilen ilke ve gereklilikleri karşılamadığı, bu nedenle söz konusu kararların hukuken meşru ve kabul edilebilir, sonuç doğuracak nitelikte olmadıkları Kurulumuzca değerlendirilmiştir.

Yukarıda yer verilen gerekçeler ve kabule göre, soruşturma ve/ya yargılama aşamasında Başvurucunun tutuklanmasına ve/ya tutukluluğunun devamına karar veren hâkim ve savcıların muhtemel hukukî sorumlulukları Kurulumuzca aşağıdaki gibi tespit edilmiştir:

Ceza Hukuku sorumluluğu:

Yukarıda isimleri yazılı yargı mensubu hâkim ve savcılar hakkında, hukuka aykırı yöntemlerle, hukuken geçerli bir delil olmaksızın ve gerekçesiz tutuklama kararı vermek ve/ya devam ettirmek suretiyle TCK’nun 37. maddesi yollamasıyla TCK’nun 109/1; 109/2; 109/3-b, c; 109/4 maddelerine temas eden KİŞİYİ HÜRİYETİNDEN YOKSUN KILMA SUÇU nedeniyle soruşturma yapılması gerektiği,

Adı geçen hâkim ve savcıların, başvurucuya yönelik kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunu; siyasal saiklerle ve mağdurla birlikte toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak işlediklerine dair haklı nedenlerin bulunduğu gözönüne alındığında TCK’nun 77/1-d maddesine temas eden İNSANLIĞA KARŞI SUÇ bağlamında soruşturulmaları gerektiği,

Dosya bağlamında şartları oluştuğu takdirde adları geçen yargı mensuplarının;

  • Konut dokunulmazlığının ihlali (TCK md. 116)
  • Dilekçe hakkının kullanılmasının engellenmesi (TCK md. 121)
  • Nefret ve ayırımcılık (TCK md. 122)
  • Haberleşmenin gizliliğini ihlal (TCK md. 132)
  • Özel hayatın gizliliğini ihlal (TCK md. 134)
  • Verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme (TCK md. 136)
  • Verileri yok etmeme (TCK md. 138)
  • Resmî belgede sahtecilik (TCK md. 204)
  • Resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan (TCK md. 206)
  • Görevi kötüye kullanma (TCK md. 257)
  • Kişilerin malları üzerinde usulsüz tasarruf (TCK MAD md. DE 261)
  • Suç uydurma (TCK md. 271)
  • Yargı görevi yapanı, bilirkişiyi veya tanığı etkilemeye teşebbüs (TCK md. 277)
  • Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme (TCK md. 281)
  • Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs (TCK md. 288)

Suçlarından sorumlu olabilecekleri,

Disiplin Hukuku sorumluluğu:

Anayasa ve uluslararası sözleşmelerden kaynaklı yükümlülüklerini yerine getirmeyen yukarıda isimleri yazılı hâkim ve savcılar hakkında Hâkimler ve Savcılar Kurulu tarafından meslekten ihraçlarını konu alan bir disiplin soruşturması yapılması gerektiği,

Özel Hukuk sorumluluğu:

Başvurucunun uğradığı maddi ve manevi zararları bağlamında Devlet aleyhine ulusal ve uluslararası yargı mercileri nezdinde açılacak davalar sonucunda ödenmesi kuvvetle muhtemel tazminat miktarlarından yukarıda isimleri geçen hâkim ve savcıların rücuen sorumlu tutulmaları gerektiği,

Sonucuna varılmıştır.

Vardığımız sonuca, isimleri yazılı hâkim ve savcıların gıyabında varılmıştır.

Söz konusu yargı mensupları, kendileri veya temsilcileri vasıtasıyla değerlendirmelerimize ve vardığımız sonuca itiraz etme hakkına sahiptirler.

Böyle bir itiraz gerçekleştiğinde, yapılan itirazı ve sunulan bilgi ve belgeler kamuoyu ile paylaşılacak ve yaptığımız değerlendirme ve tespitler yeniden gözden geçirilerek tamamen veya kısmen değiştirilebilecektir.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

ÜYE                                                 ÜYE                                                 ÜYE

 

HAAK: İstanbul Hakim ve Savcı Kararlarında Ağır Hukuk İhlalleri Var yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/haak-istanbul-hakim-ve-savci-kararlarinda-agir-hukuk-ihlalleri-var/feed/ 0