- ANASAYFA
- No Comment
KPSS Davalarında Aslında Ne Oldu?
“Usul esastan önce gelir.” Bu hukukun en temel ilkelerinden biridir. Adil bir karara ancak adil bir yargılama ile ulaşılabilir. Bir hakim kendisi suç veya haksızlığa şahit olsa bile bunu yargılamaya dair kuralların kontrolü altında dosyaya yansıtamıyorsa, şahitliği hiçbir anlam ifade etmeyecektir.
Eğer bir ceza dava dosyasında usul kurallarında riayetsizlik veya keyfilik söz konusuysa ilkin davanın iddianamesi reddedilmelidir. Davanın sonucu mahkumiyetle bitirilemez. Bir damla antibiyotiğin koca bir kazan sütü bozması gibi usul kurallarına riayetsizlik yargılamayı kirletir, şüphe yaratır, mahkemenin olası bir mahkumiyet kararının kamu vicdanında makes bulması düşünülemez. Erdal Eren’in yargılamasında olduğu gibi konu nesiller boyu konuşulur gider.
Yargıtay’ın Ergenekon bozma kararı da bu konu için güzel bir örnektir. Karar tamamen usul kurallarına riayetsizlik üzerine kurulmuştur. Dünya hukuk tarihine geçebilecek niteliktedir. Kararda ülke genelinde tüm hakim, savcı ve avukatların görmediği, fark etmediği, ciddiye almadığı en ufak usul hatası bile bozma gerekçesi yapılmıştır. Bir tutanaktaki imza eksikliği, ilk tutuklamada sorgunun uzaması ve hakimlerinin gece vakti ifade almak zorunda kalmaları gibi kimsenin aklına gelmeyecek hususlar usulsüzlük olarak görülmüştür. Karar aslında Ergenekon Terör Örgütü yoktur demiyor, sen dosyada usule ilişkin hatalar yaptın ve ben de bozdum diyor.
Yazımızın başlığını oluşturan KPSS davalarına gelecek olursak. Bu davalar hukukunun yok edildiği davalardır. 2010 yılında konu ilk ortaya çıktığında Cemaatten ve toplumun tüm kesimlerinden insanlar, suçluların bulunması ve adil bir şekilde yargılanıp hak ettikleri cezaya çarptırılmasını talep ettiler. Buna rağmen KPSS davaları, diğer cemaat davalarında olduğu gibi siyasetin gölgesinde, onun denetim ve kontrolünde, istek ve ihtiyaçlarına göre ilerledi.
Öncelikle bu soruşturma ve kovuşturmaya konu suçlar 2010 yılındaki bir sınavla ilgili olmasına rağmen soruşturmanın başlaması için 2015, ilk iddianamenin düzenlenmesi için 2016 yılına kadar beklenmiştir.
Soru çalma iddiaları, Hizmet Hareketine karşı yürütülen soykırımın aşamalarından olan “dehümanizasyon” için kullanılan en önemli argümandır. Özellikle 15 Temmuz sonrasında Cemaat bu davalar üzerinden cadılaştırıldı. En ufak ve cılız bir savunmaya, soru sorulmasına dahi izin verilmedi. Erdoğan kullanır da muhalefet geri kalır mı? Hep bir ağızdan koro şeklinde cemaatle irtibatlı olan tüm insanların başarısını hırsızlığa bağladılar. Ulaşamadıkları ciğere pis dediler.
Bu argümanın boşa çıkmaması için hakimler, savcılar ve polisler seferber oldu. Savcılar işkence talimatı verdi. Hakimler işkence iddialarını görmezden geldi, örtbas etti. Polisler acımasızca işkenceler yaptı. İşkence mağduru, “Savcıyla görüşmek istiyorum, yaptıklarınızı ona bir bir anlatacağım.” diye polislere yoklama çektiğinde, polislerin “ Savcı Y.E.’nin burada yapılanlardan haberinin olmadığını mı sanıyorsun? İtirafçı olana kadar elimizden kurtulamazsın!” cevabı ile muhatap oldu.
İşkencelerle alınan beyanlar gazetelerin ilk sayfasında, ana haber bültenlerinde yer aldı. Okurlarımız, Fatih Portakal’ın bu konudaki haberleri sunarken “Şaşırdık mı?” diyerek AKP’nin algısını pekiştiren söylemini hatırlayacaktır.
İşin vahim tarafı cemaatten olanlar da dahil bunu herkes bu dehümanizasyon argümanını satın aldı.
Davaların temeli, 2010 yılında iptal edilen sınavdan sonra girilen ikinci sınav arasındaki puan farkına dayanmaktadır. Bu puan farkında ayrıca ve sadece Hizmet Hareketi ile öyle veya böyle bir şekilde irtibatı olan insanlar soruşturmaya dahil edilmiştir. Ayrımcılık temelli bir bakış açısı ile ilk düğme yanlış iliklenmiştir.
Soruşturmalara gizlilik kararı verilerek, delil yokluğu insanlardan gizlenmiştir. İşkence altındaki insanlar dosya içeriğini de bilmediği için yalan yanlış iddialarla korkutulmuştur. Ancak iddianameler ortaya çıktıktan sonra tüm diğer davalarda olduğu gibi bu davanın da içinin boş olduğu ortaya çıkmıştır.
Bu soruşturma ve kovuşturmalarda iddia tamamen önyargılı varsayımlar üzerine kurgulanmıştır. Varsayımlar şunlardır: KPSS sınavına girdin, yüksek puan aldın ve Hizmet Hareketi ile irtibatlısın: suçlusun! İlk sınava girdin ikinciye girmedin, niye girmedin: suçlusun! KPSS sınavına girdin kimse ile irtibatın yok ancak Bankasya’da hesabın var veya Cemaatle irtibatlı okullarda okuyan çocuğun var: suçlusun! Bu varsayımlar uzayıp gidiyor. Ama en çok aranan şey, yani delil yok!
KPSS soruşturmalarına kan bulaşmıştır. Davalar asla temizlenmeyecek şekilde kirlenmiştir. Kanuna aykırı delil elde etme yöntemlerine başvurulmuştur. Yargılananların tamamı işkence görmüştür. İşkence yöntemleri şunlardır. En hafifi köpeğin bile bağlanmayacağı zor şartlardı, ağlamalar, inlemeler arasında, aç ve susuz bırakarak, banyo, duş ve hatta diş fırçalama imkanı olmadan, kirli çamaşırlarla, 3 kişilik yerde 10 kişi kalarak ortalama 15-20 gün gözaltında tutmadır. Yarım saatlik, şablon sorulardan oluşan bir ifade için 15-20 hatta 30 gün gözaltı yapılmıştır. Bu uygulamanın amacı, yorma, bezdirme, bıktırma ve iradeleri sıfırlamadır, yani işkencedir. Kadın erkek, hamile, bebekli demeden herkes bu uygulamaya maruz kalmıştır.
İnsanlar mülakat adı altında sorgulara alınmıştır. Bu sorgularda dayak, elektrik verme, çıplak bırakma, başına çuval geçirme, ana avrat sövme, kendisi eşi ve çocuklarına yönelik ölüm ve tecavüzle tehdit gibi işkence yöntemlerine başvurulmuştur. Hatta kimi insanlara tecavüz edilmiş, makatlarına cop sokulmuştur. İşkence sırasında gözünü kaybeden, bazı uzuvları işlevsiz hale gelen insanlar olmuştur. Mahkeme hakimleri duruşmalarda SEGBİS’i açmadıkları için insanların işkenceye dair beyanlarının çoğu duruşma tutanaklarına özellikle yansıtılmamıştır. İşkencelerde yaşananlar dilekçelere yazılmış ve bu şekilde mahkeme kayıtlarına girmiştir. Bazı sanık avukatlarının heyetle kavgaya varan ısrarlı tutumları, mahkeme başkanının o sırada izinli veya istirahatli olması gibi hallerde duruşma tutanaklarına bazı işkence uygulamaları yazdırılabilmiştir.
Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2016/181 Esas sayılı dosyasından 02.05.2019 tarihinde verilen gerekçeli karara yansıyan işkence uygulamalarına dair iki kişinin ilgili cümlelerini burada paylaşmak yerinde olacaktır.
Duruşmada Tanık olarak dinlenen S.B. “ Gözaltındayken bana baskı değil, ağır işkence yapıldı. Defalarca ağır şekilde dövüldüm. Hayalarım sıkıldı, makatıma cop sokma tehdidinde bulunuldu. Eşimin de getirileceği tehdidinde bulunuldu.” demiştir (Gerekçeli karar s. 661).
Sanık Y.K. savunmasında „… komiser bey bunları dinlemeyerek beni hızla ayağa kaldırarak konuş lan orospu çocuğu. Bana masal anlatma. 30 gün benimsin kimse alamaz seni alamaz diye bağırdı. Var gücüyle kafama yüzüme vurdu. Sizin yüzünüzden özel harekattan onlarca polis öldü orospu çocukları diyerek vurmaya devam etti. Öylesine kinlenmişti ki sanki özel harekattaki polisleri bombalayan pilot bendim. O şekilde kinlenmiş şekilde beni orda dövdü. Ben bu şekilde yaklaşık 1 saat civarında bir dayak yedim. O dayak neticesinde baygınlık geçirdim. Sonrasında cep telefonunu çıkararak daha önce işkence yaptığı kişilere ait fotoğrafları gösterdi. Fotoğraflarda üstü başı dağılmış yaralı bereli kişileri görünce başım iyice döndü. Bayılacak seviyeye geldim….. Yaklaşık 1 saat işkenceden sonra odaya bir polis memuru girdi. Komiser ona “odayı hazırla bu jopu sokmadan konuşmayacak” dedi….yediğim dayak neticesinde kulaklarımdaki çınlama yaklaşık 1 hafta geçmedi. ….“Eşini de getiririm” dedi. Bana ayrıca darbe ile ilgili şeyler sordular. “Benim herhangi bir ilişkim yok ben böyle bir şey bilmiyorum” dedim. Yurtta sulh konseyi’ni sordular. “seni gizli tanık yaparız” dediler. Askeri casusluk davası gibi bir sürü derin şeylerden bahsettiler. Korkmaya başladım. Burada kalırsam bir sürü şeyi benim üzerime atacaklarını düşündüm” ( Gerekçeli Karar s. 644-645).
KPSS soruşturmalarında suç ve cezanın kanuniliği ilkesi de çiğnenmiştir. ÖSYM Kanununda sınavlara hile karıştırma konusu, her ihtimal değerlendirilerek ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Buna rağmen insanlar resmi evrakta sahtecilik ve dolandırıcılıkla suçlanmışlar ve bu suçların her ikisinden de tutuklanmışlardır. Halbuki ortada bir tane sahte resmi belge yoktur. İnsanların öğretmen veya kamu görevlisi olarak çalışırken alınlarının teri ile elde ettikleri gelirleri, dolandırıcılık olarak kabul edilmiş ve yüzbinlerce liralık para cezalarına muhatap olmuşlardır.
Peki davanın sonucunda ne olmuş.
91 kişi için açılan davada 65 kişi için karar çıkmış.
Yargılananların tamamı hakkında resmi belgede sahtecilik suçundan beraat kararı verilmiş. Bu 65 kişiden 34’ü hakkında dolandırıcılık suçundan da beraat kararı verilmiş. Yani KPSS suçlamasından tamamen aklanmışlar.
Gazetelerde, KPSS soruşturması kapsamında soru çaldığına dair itirafçı olduğuna ilişkin haberler yapılan MSG gibi kimi insanlar, maruz kaldıkları ağır işkence uygulamalarını mahkemeye verdikleri dilekçelerle veya ifadeleri ile anlatmış. İfadelerin usulsüz olduğunu, yalan yanlış olduğunu izah etmişlerdir. Bu insanlar KPSS suçlamasından beraat etmişlerdir. Çünkü ortada hiçbir şey yoktur. Ancak “şaşırdık mı?” diye algı yapanlar, “Yalan haber yapmışız!” diyerek özür dilemediler. Bu beraat kararları hiçbir yerde haber yapılmadı.
Bu süreçte yargılananlar dertlerini kimseye anlatamadı. Polisler, hakimler ve savcılar bir yana akraba ve dostlar da sırtlarını döndü. Cemaatin içindeki insanlar da onları baş suçlu olarak ilan ettiler. Yalnızlık içinde yalnızlık!
Ancak görüldüğü üzere adil olmayan bir yargılamada dahi %50’den fazla bir sayıyı oluşturan insan beraat edip aklanmıştır. Bir de yargılama adil olsaydı?