- ANASAYFA
- No Comment
NECİP HABLEMİTOĞLU SUİKASTI İDDİANAMESİNE İLİŞKİN DEĞERLENDİRME
1. Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Öğretim Görevlisi olan Dr. Necip Hablemitoğlu, 18 Aralık 2002 tarihinde, 06 TF 647 plakalı aracı ile Portakal Çiçeği Sokak No:40 Çankaya adresindeki ikametgâhına ait açık otoparka geldiğinde silahlı saldırıya uğramış ve hayatını kaybetmiştir. Olay nedeniyle yürütülen soruşturmada 2015 yılına kadar hiçbir sonuç alınamamışken, 2015 yılında Zihni Çakır isimli kişinin Twitter paylaşımları ve 5.2.2015 tarihinde alınan ifadesiyle soruşturmada yeni bir süreç başlatılmış ve bunun sonucunda Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 11.11.2022 tarih ve 2004/121619 soruşturma, 2022/62858 Esas sayılı iddianamesi ile, Fethullah Gülen, Mustafa Özcan, Enver Altaylı, Aydın Köste, Mustafa Levent Göktaş, Fikret Emek, Ahmet Tarkan Mumcuoğlu, Nuri Gökhan Bozkır, Mehmet Narin ve Ali Serhat Ilıcak hakkında dava açılmıştır.
2. Soruşturma savcısına göre, özetle, Necip Hablemitoğlu Gülen Hareketi hakkında Köstebek isimli bir kitap çalışması yapmıştır. Gülen Hareketi bu çalışmayı engellemek için Necip Hablemitoğlu ile görüşmek istemiştir. Başarılı olamayınca Gülen Hareketi yöneticilerinden Mustafa Özcan eski bir MİT mensubu olan Enver Altaylı ile görüşmüş, Enver Altaylı da Aydın Köstem isimli şahıs aracılığıyla Özel Kuvvetler Komutanlığında görevli Albay Mustafa Levent Göktaş ile görüşmüş, hatırı sayılır bir para karşılığında Hablemitoğlu’nu öldürülmesi istenmiştir. Levent Göktaş, kendisine bağlı Fikret Emek, Ahmet Tarkan Mumcuoğlu, Nuri Gökhan Bozkır ve Mehmet Narin isimli üyelerinden oluşan silahlı bir suç örgütü kurmuştur. Levent Göktaş, Necip Hablemitoğlu’nu Nuri Gökhan Bozkır üzerinden takibe almış, olay yerinde keşif yaptırmış, sonrasında örgüt içerisinden Fikret Emek ile birlikte hareket eden Ahmet Tarkan Mumcuoğlu’na öldürtmüştür.
3. Esasında bu iddianameye kısaca “Zihni Çakır Senaryosu” denebilir. Zira suikast soruşturmasında 2015 yılından sonra başlatılan yeni süreç, bütünüyle Zihni Çakır’ın senaryosuna paralel bir şekilde yürütülmüştür. Zihni Çakır’ın, 2014 sonlarında Twitter hesabından yaptığı paylaşımlar üzerine 5.2.2015 tarihinde olaya ilişkin ifadesi alınır. Zihni Çakır bu ifadesinde, ismini vermediği bir kaynaktan edindiğini söylediği bilgileri aktararak bazı iddialarda bulunur(s.42). 18.9.2017 tarihli savcılık ifadesinde ise kendisine bu bilgileri veren kişinin Nuri Gökhan Bozkır olduğunu açıklar ve aynı iddiaları tekrar eder(s.59). (Bu ifadelerin içeriğinden aşağıda ayrıca bahsedilecektir). Zihni Çakır’ın Nuri Gökhan Bozkır’a dayandırdığı bu iddialar soruşturma savcısı tarafından da sahiplenilerek iddianameye dönüştürülmüştür. O kadar ki, savcı, Zihni Çakır’ın ifadesi ile Bozkır’ın beyanlarının çeliştiği durumlarda bile, Zihni Çakır’ın iddialarına üstünlük tanımaktadır. Oysa Zihni Çakır kendi ifadesinde geçen bilgileri Bozkır’dan aldığını söylemiştir. Ancak savcı, çelişen durumlarda bilginin asıl kaynağına değil, o kaynaktan aktarım yaptığını iddia eden Zihni Çakır’a itibar etmektedir. Nitekim savcı, s.101’de bu hususu şu sözlerle itiraf etmektedir: “…Nuri Gökhan Bozkır’ın bu konuda doğruyu söylemediği, Zihni Çakır’a başlangıçta yaptığı aktarımların doğru kabul edilmesi gerektiği kanaati Cumhuriyet Başsavcılığımızda oluşmuştur.” Bozkır’ın Zihni Çakır’a başlangıçta yaptığı aktarımların ne olduğu konusunda ise Çakır’ın bahsi geçen ifadeleri dışında delil yoktur.
4. Soruşturma savcısı, Zihni Çakır’ın ifade ettiği senaryonun dışına çıkmamaya özen göstermiş, suikasta ilişkin tek somut beyanda bulunan Nuri Gökhan Bozkır’ın beyanlarının büyük bir kısmına itibar etmemiş ve bu bağlamda Bozkır’ın ifadesinde adı geçen bazı şahıslar hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiş, diğer bazı şahıslar hakkında ise hiçbir soruşturma işlemi yapmamıştır. Sonuçta savcı, kendisini mahkeme yerine koyarak Nuri Gökhan Bozkır’ın ifadesinin bir bölümüne itibar etmemiş, Bozkır’ın ifadesinin işine gelen kısımlarını almış, bu ifadede yer almayan bazı eklemelerle birlikte Zihni Çakır’ın senaryosuna uygun şekilde bir iddianame ortaya çıkarmıştır.
5. Soruşturma dosyasında 2014-2015 sonrasında başlatılan süreçte Zihni Çakır’ın etkili olduğu görülmektedir. O döneme ilişkin ve halen süregelen konjonktür kısaca hatırlanacak olursa; Erdoğan Rejimi, 17-25 Aralık 2013 tarihli yolsuzluk ve rüşvet operasyonları sonrasında Gülen Hareketi’ni hedef haline getirerek aşama aşama ötekileştirmiş ve düşman ilan etmiştir. Gülen Hareketi’ni bitirmek, bedel ödetmek ve cezalandırmak için arayışlara girişilmiş ve bunu gerçekleştirmek için “terör örgütü” kapsamında işlem yapılması gerektiği kanaatine varılmıştır.1 Nitekim Rejimin bu yöndeki çalışmasına Nuri Gökhan Bozkır’ın ifadesinde de rastlanmaktadır. Bozkır’ın, emniyet ve savcılık ifadelerinde, 2014 yılında, İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan’ın makam odasında İstanbul Başsavcı Vekili İrfan Fidan ile yaptıkları görüşmede İrfan Fidan’ın kendisine “FETÖ’yü çökertmenin iki önemli unsuru olduğunu, bunlardan birinin MİT Tırları olayı, diğerinin ise Necip Hablemitoğlu cinayeti olduğunu” söylediğini,2 buna karşın kendisinin ise olay hakkında bilgi sahibi olduğunu ve onlara yardımcı olacağını söylediğini belirttiği görülmektedir. Bozkır’ı emniyete yönlendiren kişi ise 2014 yılında tanıştığı Zihni Çakır isimli gazetecidir. Bozkır, Zihni Çakır’ın yönlendirmesi ile 4 kez emniyete gittiğini ve Gülen Hareketi aleyhinde ifade verdiğini söylemiştir. Bozkır, 2015 yılında hakkındaki bir başka soruşturma nedeniyle yurt dışına çıkarak Ukrayna ülkesinde bulunduğu sırada, yine Zihni Çakır’ın yönlendirmesi ile soruşturma savcısının mail adresine (zaferergun@adalet.gov.tr) 4 sayfalık mektup(dilekçe) göndermiş, bir süre sonra Zihni Çakır’ın mektubun savcıya ulaşmadığını söyleyip maili TemBüro@AnkaraEgm adresine göndermesini istemesi üzerine mektubu bu mail adresine göndererek suikasta ilişkin açıklamalarda bulunmuştur. Savcının ve Ankara Emniyeti TEM Şube’nin mail adresini Bozkır’a veren kişi bizzat Zihni Çakır’dır(s.83). Bozkır, gerek 4 sayfalık mektubunda, gerekse Türkiye’ye getirildikten sonra alınan emniyet ve savcılık ifadelerinde suikast olayı bağlamında Gülen Hareketi aleyhinde hiçbir somut bilgi ve iddiada bulunmamıştır. Bozkır’ın ifadesinde, bu olayla ilgili soruşturmaya dahil edilmeden önce, 2014 yılında Zihni Çakır’ın yönlendirmesi ile 4 defa İstanbul Emniyet Müdürlüğüne giderek Gülen Hareketi hakkında bütün bildiklerini anlattığını ve elindeki bilgi ve belgeleri teslim ettiğini söylediği ve hatta bir keresinde İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan ve İstanbul Başsavcı Vekili İrfan Fidan ile de görüştüğü halde(s.83,95), davaya konu olay bağlamında Gülen Hareketi aleyhinde bir bilgi vermediği görülmektedir. Ancak buna rağmen soruşturma savcısı, Bozkır’ın bu ifadesini, kendi kişisel kanaati ile “adının FETÖ/PDY ile anılmak istemediği için bunları belirtmemiştir” şeklinde yorumlamış ve Zihni Çakır’ın anlatımlarının doğru olduğuna karar vermiştir(s.101).
6. Buna göre, soruşturma makamlarının, iddianamedeki senaryonun üreticisi Zihni Çakır ve arkasındaki Erdoğan Rejiminin birinci amacı, Hablemitoğlu suikastını Gülen Hareketi’nin üzerine yıkmaktır. İkinci olarak ise iktidarın 17-25 Aralık 2013 sonrası ortaklık kurduğu Ergenekon adıyla bilinen derin yapıya gözdağı vererek “Suikastın arkasında olduğunuzu biliyoruz, ayağınızı denk alın” uyarısı yapmak istedikleri anlaşılmaktadır.3 Bu nedenle bu iddianamenin hukuki değil, siyasi bir hedef gözettiği kesinlikle söylenebilir. Delil toplamı işlemleri de bu çerçevede yürütülmüş, bu senaryoyu bozacak deliller toplanmamış, toplanan delillerin değerlendirilmesinde de aynı amaç gözetilmiş ve bir kısım deliller savcının kanaati ve kişisel yorumlarıyla devre dışı bırakılmıştır. Bu senaryoyu kanıtlamak için hukuken geçerli delil gösteremeyen savcının bütün yaptığı, tahmin, varsayım ve zorlayıcı yorumlara dayalı olarak kanaat üretmek veya hayal ürünü yorumlarda bulunmak olmuştur. Söz konusu iddianame ile gerçek failleri devlet tarafından bilinen bu suikastın üzerine bir örtü çekildiği ve suikastın arkasındaki güçlerin ifşa edilerek yargı önüne çıkarılması yerine, suçun, olayla ilgisi ispat edilemeyen ve rejimin yok etmeyi hedeflediği bir grubun üzerine yıkılmaya çalışıldığı net olarak görülmektedir.
7. Zihni Çakır’ın, Nuri Gökhan Bozkır’a dayandırdığı ifadelerinde, ilk olarak, suikastla ilgili “Alman Vakıfları” şüphesini bertaraf etme çabasına girdiği görülmektedir. Böylece Gülen Hareketi’ni olayın tek sorumlusu olarak gösterecektir. Bilindiği üzere, Necip Hablemitoğlu’nun ölmeden önceki son araştırması Alman Vakıflarının Türkiye’deki faaliyetleri üzerineydi. Hablemitoğlu, üzerinde çalıştığı Alman Vakıfları dosyasında ulaştığı yeni ve çok önemli bilgileri, 26 Aralık 2002’de Ankara 1 Nolu DGM’de görülmeye başlanacak olan 15 sanıklı “Alman Vakıfları” davasında açıklayacaktı. Hablemitoğlu’nun, Alman vakıflarının Türkiye’de yasal olmayan çalışmalar yaptığı, etnik ve mezhepsel ayrılıkları körüklediği ve altın madeni karşıtlarını örgütlediği yönünde çok önemli bilgilere ulaştığı söyleniyordu. Hablemitoğlu buna ilişkin duruşmadan 8 gün önce öldürüldü.
8. Zihni Çakır, 5.2.2015 tarihli emniyet (s43) ve 18.9.2017 tarihli savcılık (s.59) ifadelerinde, “Necip Hablemitoğlu’nun Alman Vakıflarıyla bilgi ve belgelerin Özel Kuvvetler Komutanlığındaki Gülenciler tarafından servis edildiğini, o bilgi ve belgelerle Necip Hablemitoğlu suikastinin arkasında Alman İstihbaratının olduğu algısının yaratıldığı” şeklinde beyanda bulunmuş ve bu sözlerini Nuri Gökhan Bozkır’a dayandırmıştır. Oysa Nuri Gökhan Bozkır ise ifadelerinde, Tarkan Mumcuoğlu’nun kendisine “Alman vakıfları konusunda da Necip Hoca ile görüştüğünü”(s.85); “Alman Vakıfları konusunda yardımcı olduğunu söylediğini”(s.96) belirtmiştir. Hakkında Gülen Hareketi üyeliği iddiasıyla herhangi bir suçlama bulunmayan ve 2016-2021 yılları arasında MİT’te çalışan Tarkan Mumcuoğlu bu iddiayı yalanlamıştır. Bozkır’ın beyanları doğru kabul edilse bile, Alman vakıfları ile ilgili belge paylaşımı ile suikastın arkasında Alman İstihbaratı olduğuna dair algı oluşturulması faaliyeti birbirinden tamamen ayrı konulardır. Zihni Çakır, bu iddialarda bulunurken, suikasta ilişkin bir şüpheyi yok etmek ve böylece bütün okları Gülen Hareketi’ne yöneltmek istemiştir.
9. Oysa maktulün eşi müşteki Şengül Hablemitoğlu 22.12.2002 tarihli ilk ifadesinde, eşinin Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası Kitabı çıktıktan sonra arabalarının lastiklerinin patlatıldığını, vakıf temsilcisi bir şahsın ev telefonundan arayarak eşini tehdit ettiğini, bazı sivil toplum örgütlerinin eşini hedef gösterdiklerini, çeşitli yerel gazetelerde ve dergilerde, İzmir Barosu’nun çeşitli açıklamalarında, Evrensel Gazetesi’nde, internette Bia-net’te eşini defalarca hedef gösterdiklerini, kitap çıktıktan sonra Alman basınının da çeşitli saldırılarda bulunduğunu beyan etmiş(s.32-33), 29.9.2016 tarihli ifadesinde ise söz konusu kitaptan sonra eşinin Conrad Adenaur Vakfı başkanı olan Wolf Schbolridur ve Frederic Ebert Vakfı’nın adını hatırlamadığı başkanı tarafından tehdit edildiğini beyan etmiştir(s.44). Görüldüğü üzere suikasttaki Alman Vakıfları şüphesi, Zihni Çakır’ın deyimiyle ÖKK’daki Gülenci subayların oluşturduğu bir algı değildir. Bu husus, olaydan 4 gün sonra bizzat müşteki tarafından dile getirilmiş ve o tarihten bugüne kadar medyada da tartışılan bir konudur. Ancak suçu Gülen Hareketi’ne yıkmaya odaklanmış olan soruşturma savcısı bu konuyu hiçbir şekilde araştırmamış, müştekinin verdiği isimleri tanık olarak dahi dinleme zahmetine girmemiştir. Zihni Çakır’ın beyanıyla şekillenen resmi senaryonun dışına çıkılmamıştır.
10. Zihni Çakır, Alman Vakıfları şüphesini devreden çıkardığı ifadesinin devamında: “O dönem Özel Kuvvetler Komutanlığından bulunan hemen herkes suikastın Yüzbaşı Tarkan Mumcuoğlu tarafından işlendiğini bildiğini, suikast silahının Ankara ilinde bulunan Mogan gölünün ODTÜ yakasındaki balçıklı bölgeye atıldığını, yine suikast görevlendirmesinden önce Gülen Örgütü’nün içerisinde etkili olan ve Gülen Örgütünün İstişare Kurulunda yer aldığını tahmin ettiğim Mustafa Özcan ile ClA’nın Türk ajanı olarak bilinen Enver Altaylı’yla bir görüşme yaptığını, bu görüşmede hatırı sayılır bir para karşılığı suikastın işlendiğini, Enver Altaylı’nın Özel Kuvvetler Komutanlığındaki bağlantıları vasıtasıyla süreçte etkili olduğunu söyledi. Bu konuyla ilgili yaptığım araştırmada Tarkan Mumcuoğlu’nun Ergenekon sürecinde aklanması bizzat bana teklif edilen Fikret Emek’in yardımcısı olduğu bilgisine de ulaştım. Ergenekon süreciyle birlikte Tarkan Mumcuoğlu’nun Özel Kuvvetler Komutanlığındaki görevinin bitirilip Özel Kuvvetlerden çıkarıldığını öğrendim. Bu suikastın işlenmesinin Türkiye’de yarar sağladığı tek grubun Gülen Örgütü olduğunu belirtmek isterim.” demiştir(s.43). 5.2.2015 tarihli emniyet ifadesinin ardından 18.9.2017 tarihli savcılık ifadesinde ise, “Ayrıca aynı dönemde Hablemitoğlu’nun Gülen yapılanmasıyla ilgili olarak bir kitap çalışması yaptığını, bu kitap çalışmasını durdurması için FETÖ/PDY örgüt üyesi Mustafa Özcan’ın Hablemitoğlu ile görüşmeler yaptığını bana söyledi. Hablemitoğlu’nu engellemeyeceklerini anlayınca da Mustafa Özcan ile o dönem MİT mensubu olduğunu bildiğimiz Enver Altaylı’nın görüşme yaptığını, bu görüşme sonrasında Hablemitoğlu’nu engellemeyeceğini anlayınca Enver Altaylı’nın Özel Kuvvetlerdeki bağlantıları vasıtasıyla suikastın yapılması işinin Yüzbaşı Tarkan Mumcuoğlu’na verildiğini, Tarkan Mumcuoğlu’nun bu suikastı işlediğini, suikasttan sonra silahı Mogan Gölü’nün ODTÜ yakasında balçıklı bir bölgeye attığını bana söyledi.” şeklinde beyanda bulunmuştur(s.59). Zihni Çakır bu iddiaları Nuri Gökhan Bozkır’ın kendisine aktardığı hususlar olarak kayda geçirmiştir.
11. Soruşturma savcısı, 2015 sonrası yenilediği soruşturmayı bu senaryo çerçevesinde yürütmüş ve bütün iddianameyi Zihni Çakır’ın bu iddiaları kapsamında oluşturmuştur. O kadar ki, yukarıda da belirtildiği üzere, Zihni Çakır bu bilgileri Bozkır’dan aldığını söylediği halde soruşturma savcısı Bozkır’ın bilgi vermediği veya farklı beyanda bulunduğu hususlarda bile Bozkır’ın beyanına tevil getirerek Zihni Çakır’ın iddialarına üstünlük tanımıştır. Aşağıda buna ilişkin örnekler verilecek ve savcının, resmi senaryoyu bozmamak ve hedef kişilerin dışına çıkmamak için Bozkır’ın ifadelerini nasıl bir elemeye tabi tuttuğunu, bu çerçevede ifadenin işine gelmeyen kısımlarını nasıl ve hangi gerekçelerle dışladığını açıklayacağız.
12. Nuri Gökhan Bozkır, 2014 yılında, Zihni Çakır’ın yönlendirmesiyle 4 kez İstanbul Emniyeti’ne gittiğini ve bir keresinde burada, o dönem Başsavcı Vekili, şimdi AYM üyesi olan İrfan Fidan ile de görüştüğünü beyan etmesine rağmen bu olaya ilişkin hiçbir ifade alınmamıştır. 2015 yılında hakkındaki başka bir soruşturmadan kaçarak Ukrayna’ya gitmiş, 2017 yılında Zihni Çakır’ın yönlendirmesiyle 4 sayfalık bir mektup(s.62) yazarak savcının mail adresine göndermiştir. Bunun dışında Türkiye’ye getirildikten sonra ilk olarak 7.2.2022 tarihinde emniyette(s.81), 8.2.2022 tarihinde savcılıkta(s.95) ifade vermiştir. Bozkır, bu mektup ve ifadelerde, Zihni Çakır’ın kendisine dayanarak aktardıklarının aksine, hiçbir şekilde “Gülen Hareketi’nin kitap çalışmasını durdurması için Hablemitoğlu ile görüşmeler yaptığı, sonrasında Mustafa Özcan ve Enver Altaylı’nın devreye girdiği ve Altaylı’nın Özel Kuvvetler’deki bağlantıları ile irtibata geçildiği ve hatırı sayılır bir para verildiği” şeklinde bir iddia ve ifadede bulunmamıştır. Buna rağmen soruşturma savcısı, Bozkır’ın beyanlarına aşağıdaki argümanlarla itibar etmemiş ve Zihni Çakır’ın ifadelerini geçerli saymıştır.
13. Soruşturma savcısı, mektubun “resmi senaryoya aykırı” olduğunun farkına varmış; “mektupta anlatılan hususların Zihni Çakır’a anlattığı bilgilerden farklı olduğu, olayın oluşuna ilişkin doğru olmayan, eksik ve yanlış bir şekilde bu mektubu kaleme aldığı, Bozkır’ın, olayın çözülmesinden ziyade belirsiz ve karmaşık bir hal yaratmak istediği, bu nedenle olayla ilgisi olmayan, husumetli olduğu bazı kişileri de mektuba dahil ettiği, ayrıca hakkında ileri sürülecek olan örgüt üyeliği suçlaması kapsamında etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak düşüncesinde olduğunun değerlendirildiğini” belirtmiştir (s.64). Aynı şekilde savcı, Bozkır’ın verdiği ifadelerle ilgili olarak, olayla ilgili bazı kısımları gerçeğe uygun olamayacak şekilde yanlış aktardığını, Hakan Büyükçulha, Altan Bora, Tan Dervişoğlu, Bülent Kutsal isimlerini de soruşturma dosyasına dahil etmek amacıyla hareket ettiği, bazı olayları, gerçeğe göre daha farklı kurgusal bir anlatım içinde ifade etmesinin sebebinin, örgüt üyeliği suçu açısından etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanmak olduğu, bazı isimleri ise kendilerinden duyduğu rahatsızlık nedeniyle olaya dahil ettiğini ileri sürmüştür (s.101). Bütün bu değerlendirmeler, savcının kişisel kanaat ve yorumlarıdır. Savcının, Bozkır’ın ifadelerinin Zihni Çakır’ın ifadesinden farklı olan kısımlarını “kurgusal ve gerçeğe aykırı” ifade olarak kabul ettiği görülmektedir. Bozkır’ın, Çakır ve savcının zihnindeki senaryo ile uyumlu ifade vermemesi, savcıya göre “gerçeğe uygun olamayacak şekilde yanlış aktarım”, “gerçeğe göre daha farklı kurgusal bir anlatım” olmuştur.
14. Öte yandan savcı, Bozkır’ın, Zihni Çakır’ın iddia ettiği Mustafa Özcan-Enver Altaylı-Özel K.K. ilişkisinden bahsetmemesini ise şöyle yorumlamıştır: “…ifadelerinde belirtilmemesinin sebebi, cinayetin işlenmesinde FETÖ/PDY terör örgütünün rolünün şüphelice kabul edilmesi halinde bu örgüt ile anılmanın kendisinde yaratacağı rahatsızlık duygusu olabileceği düşünülmektedir. Şüpheli Nuri Gökhan Bozkır’ın cinayetin arka planında yer alan kişileri başlangıçta açık şekilde ifade ettiği arkadaşı Zihni Çakır’ın, sonrasında doğruluğu tespit edilen bu hususları kendiliğinden bilmesi mümkün görülmediğinden, Nuri Gökhan Bozkır’ın bu konuda doğruyu söylemediği, Zihni Çakır’a başlangıçta yaptığı aktarımların doğru kabul edilmesi gerektiği kanaati Cumhuriyet Başsavcılığımızda oluşmuştur.”(s.101). Kısaca savcı, Bozkır’ın emniyete ve savcılığa verdiği ifadelerin yanlış, Zihni Çakır’a söylediklerinin doğru olduğuna kanaat getirmiştir. Bozkır ise savcılık ifadesinde şöyle demiştir: “Zihni Çakır ile ilk görüşmemde herhangi bir isim vermedim. Ancak daha sonraki görüşmelerimde suikastı Özel Kuvvetlerdeki bir yapılanmanın gerçekleştirdiğini, Fikret Emek ve Tarkan Mumcuoğlu’nun bu cinayetin işlenmesinde bulunduklarını bilindiğini ifade ettim. Ancak cinayete ilişkin detay, Enver Altaylı ya da Mustafa Özcan isimlerini söylemedim.”(s.95). Buna göre Zihni Çakır’ın bu iki isimle ilgili iddialarının hiçbir dayanağı yoktur. Bozkır’ın Zihni Çakır’a ne söylediğine ilişkin, Çakır’ın kendi anlatımları dışında hiçbir delil de gösterilmemiştir. Sonuçta soruşturma savcısı, Zihni Çakır’ın beyanında vücut bulan resmi senaryonun dışına çıkmamaya özen göstermiş ve Bozkır’ın ifadelerinin büyük bir kısmını da bu nedenle “gerçeğe aykırı, kurgusal ve maksatlı ifade” olarak nitelemiştir.
15. Aşağıda buna ilişkin diğer örnekler paylaşılacaktır. Bu bölümde savcının doğru veya yanlış karar verdiği şeklinde bir değerlendirme yapılmayacak, sadece savcının Bozkır’ın ifadelerinden hangi kısımları hangi gerekçelerle inandırıcı bulmadığı, hangi kısımları doğru kabul ettiği ve o kısımda hangi iddiaların yer aldığı üzerinde durulacaktır. Bütün bunlar Bozkır’ın beyanlarının sıhhat ve güvenilirliği açısından da önem arz etmektedir. Bozkır’ın ifadeleri iddianamede 81-101. sayfalar arasında yer almaktadır. Bütün ifadeyi buraya almamız mümkün olmadığından, kişilere ve ara eylemlere ilişkin iddialar özet olarak verilecek ve bu iddialara karşı savcının yorum ve kararı belirtilecektir.
16. HAKAN BÜYÜKÇULHA: Nuri Gökhan Bozkır, Eylül 2001 tarihinde, kendisinin Tim komutanı olan Hakan Büyükçulha’nın odasına girdiğini, onun dışarı çıktığı bir esnada bilgisayar ekranına baktığında hedef şahıs ifadesi yazan bir form olduğunu gördüğünü, formun üzerinde Necip Hablemitoğlu’nun resminin olduğunu, adresine varıncaya kadar çeşitli kişisel bilgilerin de burada yer aldığını, irtibat kuran personel olarak da Fikret Emek ve Tarkan Mumcuoğlu isimlerinin yazılı olduğunu gördüğünü iddia etmiştir (s.85, 96). Yine, hatırlamadığı bir tarihte Levent Göktaş’ın İrfan isimli arkadaşının ofisinde bir toplantı olduğunu, Levent Göktaş, Hakan Büyükçulha, Fikret Emek ve Mehmet Narin’in toplantıda yer aldığını, Fikret Emek’in sahada olması gerektiği, (hedef) kişiden belgeleri Fikret Emek’in alacağı, Hakan Büyükçulha ile birlikte hareket edecekleri gibi konuşmalar yapıldığını, Levent Göktaş’ın Fikret Emek’e eylemin 18.12.2002 günü Galatasaray’ın maç saatinde gerçekleşeceği en uygun saat olduğunu söylediğini beyan etmiştir (s.86-87, 98-99).
17. Bu iddialardan ilki, iddianamenin kurgusunu tamamen çöpe atacak nitelikte bir iddiadır. Bozkır, her iki ifadesinde de Eylül 2001 tarihinden söz etmektedir. Soruşturma savcısı ise Gülen Hareketi’ni suçlarken ortaya attığı Mustafa Özcan-Enver Altaylı-Özel K.K. irtibatını, Ekim-Aralık 2002 tarihli HTS trafiğine dayandırmaktadır. Hablemitoğlu’nun bu tarihlerden 1 yıl önce Eylül 2001 tarihinde hedef konumunda olduğunun kabul edilmesi halinde, savcının irtibat iddiası ve buna dayandırdığı kurgusal senaryosu bütünüyle çökecektir. Nitekim savcı, Hakan Büyükçulha hakkındaki iddiaları, “…şüphelinin bu hususta Cumhuriyet Başsavcılığımızı yanıltmaya çalıştığı kanaati oluşmuştur. Zira ifadenin bu kısmı derinlemesine okunduğunda şüphelinin bu hususta söylediği sözleri ifade ediş şeklinin 20 yıl önceki bir olayı anlatır gibi değil de sanki dün olmuş bir olayı anlatır gibi çok fazla detay içermesi Cumhuriyet Başsavcılığımızda şüphe uyandırmıştır.” şeklindeki sözlerle gerçekçi bulmamış, “…ifadesinin bu kısmının kurgulandığı izlenimini vermektedir. ….. ifadesinin bu kısmının içerdiği detaylar bakımından kurgulandığı izlenimini vermektedir.” demiştir. Savcı, Bozkır’ın verdiği ifadeyi, “bazı silah arkadaşlarını maktul Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmesi eylemi ile ilişkilendirmek suretiyle bu kişilerden intikam almak düşüncesi” olarak yorumlamış, Hakan Büyükçulha hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verirken, Bozkır hakkında da Hakan Büyükçulha’ya karşı iftira suçundan soruşturma başlatmıştır (s.118-119).
18. MEHMET NARİN: Nuri Gökhan Bozkır, yukarıda bahsi geçen Levent Göktaş’ın İrfan isimli arkadaşının ofisinde yapılan toplantıya kendisini Levent Göktaş’ın astsubayı olan Mehmet Narin’in çağırdığını ve Mehmet Narin’in de bu toplantıda hazır bulunduğunu iddia etmiştir (s.86-87, 98).
19. Soruşturma savcısı, Mehmet Narin’in, maktul Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmesi eylemine katıldığının tespit edilemediğini, ancak Narin’in, Levent Göktaş ile olay tarihinde kurmuş olduğu emir komuta ilişkisi ile açıklanamayacak olan irtibat ve ilişkisi, Levent Göktaş’ın, kurmuş olduğu örgütün işlemiş olduğu suçları bilebilecek seviyede oluşu, Levent Göktaş’a örgüt faaliyeti çerçevesinde sağladığı kolaylıklara bakıldığında, Narin’in adam öldürmek için kurulan suç örgütü içerisinde yer aldığına ve suç örgütü üyesi olduğuna kanaat getirerek hakkında sadece örgüt üyeliğinden dava açmıştır (s.283).
20. ALTAN BORA, TAN DERVİŞOĞLU VE BÜLENT KUTSAL: Nuri Gökhan Bozkır, 4 sayfalık mektubunda, cinayetin Fikret Emek, Tarkan Mumcuoğlu, Altan Bora, Tan Dervişoğlu ve Bülent Kutsal’ın bilgisi ve dahliyle işlendiğini, Bülent Kutsal’ın cinayet silahını Tan Dervişoğlu ile birlikte yaptıkları koşu şırasında Mogan Gölüne attığını söylemiş (s.63), daha sonra verdiği emniyet ve savcılık ifadelerinde ise, 2002 yılı Kasım ayı ortalarında Levent Göktaş’ın kendisine maktulün evinin bulunduğu Portakal Çiçeği Sokağı’nın keşfini yapma görevi verdiğini, yaptığı keşif sonrası hazırladığı raporu Göktaş’a verdiğini, Göktaş’ın rapora baktıktan sonra Fikret Emek’e vermesini söylediğini, bunun üzerine raporu Fikret Emek’e verdiğini, Fikret Emek’in rapora bakıp kendisinin de bu bölgeye gideceğini, Altan Bora ve Tan Dervişoğlu’nun gideceğini (keşfini yapacağını) söylediğini(s.86, 97), keşiften sonraki bir gün Bülent Kutsal’ın Levent Göktaş’ın makamına gelerek “şahsın aracını uzaktan kumanda ile çalıştırdığını, bundan dolayı patlama sisteminin kullanılmayacağını, onun yerine başka bir yöntemin kullanılması gerektiğini” söylediğini, Levent Göktaş’ın da “tamam planlarız” diye cevap verdiğini iddia etmiştir(s.86, 98).
21. Nuri Gökhan Bozkır, 07-08.02.2022 tarihinde verdiği bu ifadelerin ardından 19.10.2022 tarihinde cezaevinden gönderdiği 19.10.2022 tarihli dilekçesinde ise, silahın Mogan Gölüne atılmadığını, böyle bir olay yaşanmadığını, Sauna Çetesi davasında kendisini kötü bir asker olarak gösteren Altan Bora, Tan Dervişoğlu ve Bülent Kutsal’ın isimlerini kasıtlı olarak verdiğini beyan ettiği görülmüştür(s.130).
22. Soruşturma savcısı, adı geçen şahısların Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmesi eylemi içerisinde yer aldıklarına dair Nuri Gökhan Bozkır’ın ifadesi dışında her hangi bir delil tespit edilemediğini, ilgisi olmayan bazı şahısları bu eyleme karışmış gibi ifade etmesinin sebebinin geçmişte kendisinin Türk Silahlı Kuvvetlerinden ihracında etkisi olduğunu düşündüğü bazı silah arkadaşlarını bu eylem ile ilişkilendirmek suretiyle bu kişilerden intikam almak düşüncesi olduğunu, bu nedenle adı geçenler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına kararı verildiğini ve Bozkır hakkında adı geçen kişilere yönelik iftira suçundan soruşturma açıldığını açıklamıştır(s.129-130).
23. Soruşturma savcısı, Bozkır’ın ifadelerinin bir kısmına “kasıtlı”, “kurgusal”, “yanıltıcı beyan” gibi gerekçelerle yaklaşırken, haklarında dava açtığı bazı sanıklar bakımından aynı kişinin ifadelerini bu tür bir kritiğe tabi tutmamış ve sanık savunmalarına da itibar etmemiştir. Bunun yanı sıra, hukuka aykırı olarak dosyaya celp ettiği tüm Türkiye’nin CDR kayıtları içerisinden, Bozkır’ın ifadesinde geçen Levent Göktaş, Tarkan Mumcuoğlu ve Fikret Emek’in HTS trafiklerini sadece birbirleri ile irtibatları yönünden incelemeye alırken, aynı ifadedeki Hakan Büyükçulha, Altan Bora, Tan Dervişoğlu ve Bülent Kutsal’ın HTS trafiklerini, diğer sanıklarla irtibatlarını ve olay öncesi ve sonrası görüşmelerine ilişkin detaylı bir inceleme yapmamış, şüpheli bir durum olmadığını öne sürerek bu kayıtları gözlerden kaçırmış ve iddianamede yer vermemiştir. Savcının, bazı sanıkların birbiri ile irtibatlı olduğuna ilişkin en büyük kozu HTS kayıtları iken, hakkında dava açmadığı kişilerin HTS kayıtları ile ilgili bir karşılaştırma yapmamış olması dikkat çekicidir. Oysa bu şahısların hepsi aynı kurumda görev yapmaktadır ve birbiri ile irtibatlıdır. Örneğin Nuri Gökhan Bozkır’ın komutan yardımcısı olarak görev yaptığı Tim’in komutanı Hakan Büyükçulha’dır. Hakan Büyükçulha’nın, emri altındaki bir subayın faaliyetlerinden bütünüyle habersiz olması düşünülemez. Buna rağmen bu olayda, Bozkır’ın aleyhe ifadesine rağmen, Hakan Büyükçulha’nın ifadesi tanık olarak dahi alınmamıştır.
24. Öte yandan, cinayetin işlendiği tarihte Emniyet Genel Müdürlüğü Merkez Cinayet Büro Amiri iken cinayetin soruşturulmasında görev yapan Tamer Topsakal, 20.09.2017 tarihli ifadesinde; “2004-2005 yıllarından bu yana Gökhan Nuri Bozkır ile tanıştım ve ara ara görüşmelerimiz oluyordu. 2014 yılı içerisinde Gökhan Nuri Bozkır çok sık takıldığı Turan Güneş Bulvarı üzerindeki Angora isimli pastanede ara ara görüşmelerimiz oluyordu. Bir konuşmamızda bana Necip Hablemitoğlu suikastına ilişkin bir takım bilgiler verdi. Necip Hablemitoğlu’nun özel kuvvetler içerisinde yapılanmış FETÖ mensubu kişiler tarafından öldürülmüş olduğunu, hatta suikastı işleyenin o dönemde özel kuvvetlerde subay olan yanlış hatırlamıyorsam Altan Bora isimli kişi olduğunu, bu silahı özel kuvvetlerin civarında olan Mogan gölüne yaptığı bir spor eğitiminde atmış olduğunu bana aktardı. Bu görüşme sırasında yanımızda Zihni Çakırın olup olmadığını hatırlamıyorum.”(s.61) demiştir. Tamer Topsakal ve Zihni Çakır’ın ifadelerine göre Tamer Topsakal, Nuri Gökhan Bozkır’ı Zihni Çakır ile tanıştıran kişidir ve Bozkır, Zihni Çakır’dan önce Tamer Topsakal ile görüşmüştür. Topsakal’ın, Bozkır’a atfen Altan Bora ve cinayet silahının Mogan Gölü’ne atılması ile ilgili söyledikleri, Bozkır’ın Ukrayna’dan gönderdiği mektuptaki beyanları ile ve yine Zihni Çakır’ın Bozkır’a atfen aktardıkları ile uyumludur. Bu durum, yukarıda belirtilen tespitlerle birlikte değerlendirildiğinde, savcının Hakan Büyükçulha, Altan Bora, Tan Dervişoğlu ve Bülent Kutsal’ın hukuki durumu hakkında alelacele kovuşturmama kararı vermesi, açık bir şekilde bu kişilerin korunduğunu ve yargılamadan kaçırıldığını göstermektedir. Oysa bütün bu şüpheli durum karşısında, adı geçen kişiler hakkındaki nihai kararın mahkemeye bırakılması gerekirdi.
25. Bozkır’ın adı geçen kişilerle ve cinayet silahının Mogan Gölü’ne atılması ile ilgili önce 2014’te Tamer Topsakal’a, sonra Zihni Çakır’a anlattıkları, daha sonra 2017’de Ukrayna’dan gönderdiği mektupta açıkladıkları birbiri ile uyumlu iken, Bozkır, tutuklanmasının ardından cezaevinden gönderdiği 19.10.2022 tarihli dilekçe ile birdenbire bu beyanlarını geri çekmiştir. Aşağıda ayrıca bahsedileceği üzere Bozkır, 07-08.02.2022 tarihli emniyet ifadelerinde Ukrayna’dan mektup göndermesinin ardından Levent Göktaş, Levent Bektaş ve Altan Bora isimli şahıslar tarafından ayrı ayrı zamanlarda tehdit edildiği beyan etmiştir. Savcı, bu beyanların üzerinden 7 ayı aşkın bir süre geçtikten sonra Bozkır’ın cezaevinden gönderdiği ve bazı isimleri kasıtlı olarak verdiğine dair 19.10.2022 tarihli dilekçesinin bu tehditler sonucu verilmiş olabileceği ihtimalini de göz ardı etmiş, kovuşturma sonucunu beklemeden kendisini mahkeme yerine koyarak Bozkır’ın Hakan Büyükçulha, Altan Bora, Tan Dervişoğlu ve Bülent Kutsal hakkındaki beyanlarının kasıtlı ve maksatlı olduğuna karar vermiş ve Bozkır hakkında iftira suçundan dava açılmasına karar vermiştir.
26. KAMİL METİN: Nuri Gökhan Bozkır, Tarkan Mumcuoğlu’nun kendisinden istihbarat kısmında ihtiyaç olduğunda kullanılacak sim kart ve araç konusunda yardımcı olmasını istediğini, sim kart temini için kendi timinde astsubay olan Kamil Metin’in telefon işleriyle uğraşan kardeşine Tarkan Mumcuoğlu ile irtibata geçmesini söylediğini, daha sonra Kamil Metin’den istihbarat şubeye 20 adet sim kart aldıklarını öğrendiğini beyan etmiştir(s.85, 96).
27. Soruşturma sonucunda, Kamil Metin’in olayda Nuri Gökhan Bozkır hariç diğer şüpheliler ile bir irtibatının, olay ile bir bağlantısının bulunmadığı, söz konusu GSM irtibatlarının ise olay tarihinde tesadüfi olarak gelişen ve olaya uygun düşen irtibatlar olduğu, maktulün öldürülmesi eyleminde yer aldığına dair somut bir tespit yapılamadığından hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir(s.135).
28. ADNAN KAYĞUSUZ’DAN ARAÇ TEMİN EDİLMESİ OLAYI: Nuri Gökhan Bozkır, yukarıdaki iddiasının devamında, araç ihtiyacı için de Adnan Kayğusuz isimli şahısla görüştüğünü ve ismini Tarkan Mumcuoğlu’na verdiğini beyan etmiştir(s.85, 96).
29. Soruşturma sonucunda, bazı tanık beyanlarına dayanılarak tespit edilen İrfan Birkan isimli şahsa ait 06 TBZ 08 plakalı beyaz Tofaş Doğan S marka ve model aracın, İrfan Birkan’dan alınarak Adnan Kayğusuz tarafından Nuri Gökhan Bozkır’a verilerek olay yerinde keşif ve gözetleme faaliyetlerinde kullanıldığının değerlendirildiği, İrfan Birkan’a ait aracın maktul ile eşinin bir arada bulunduğu farklı bir tarihte takip için kullanılmış olduğunun kuvvetle muhtemel olduğu, tüm bu takip eylemlerinin Nuri Gökhan Bozkır’ın olayda üstlendiği keşif görevi ile bağdaşan bir durum olduğu değerlendirmesine yer verilmiştir(s.106-107). Buna göre, Bozkır’ın beyanının aksine, olayın araç ihtiyacı için irtibat ayarlanmasından ibaret olmadığı, daha ötesinde, İrfan Birkan’a ait aracın Adnan Kayğusuz vasıtasıyla alınarak Bozkır tarafından keşif için kullanıldığı iddia edilmiştir.
30. HIZIR ŞİMŞEK’TEN HURDA TAŞIYICI ARAÇ ALINMASI OLAYI: Nuri Gökhan Bozkır, 2002 yılı Kasım ayı ortalarında Levent Göktaş’ın kendisine maktulün evinin bulunduğu Portakal Çiçeği Sokağı’nda keşif yapma görevi verdiğini, hurdacı kılığında keşif yapmaya karar verdiğini ve Hızır Şimşek isimli şahıstan aldığı 4 tekerlekli hurda taşıyıcı arabayı bir kamyonete yükleyerek hedef sokağın yakınlarına kadar götürdüğünü ve keşif yaptığını beyan etmiştir (s.86,97).
31. Soruşturma savcısı bu beyanları gerçekçi bulmamış; Nuri Gökhan Bozkır’ın Hızır Şimşek’in telefonunu 09/10/2002, 30/11/2002 ve 30/11/2002 tarihlerinde 3 kez aradığı, Hızır Şimşek’in ifadesinde, Nuri Gökhan Bozkır’ın kendisinden bir keresinde simit tezgahı satın aldığını, diğer bir zamanda ise, bir kamyonet talep ettiğini, “belediye aracı süsü vererek bir vatan hainini araç içinden dinleyeceklerini” kendisine ifade ettiğini belirttiği, ancak Özel Kuvvetler Komutanlığı mensuplarının almış olduğu gayri nizami harp eğitimlerinde bile böyle bir durum bulunmadığını ifade etmiştir(s.109-110). ÖKK görev tanımında bir insanı öldürmek şeklinde yasa dışı bir görev yer almadığı halde, bir kısım sanıklar bu eylemle suçlanırken, Bozkır’ın söz konusu ifadelerine karşı “eğitimlerde böyle bir şey yok, hiçbir ÖKK mensubunca bu tür sözler söylenemez” gibi gerekçelerin ileri sürülmesi çelişkili bir durum oluşturmaktadır.
32. HACI ARABACI İLE İLGİLİ ANLATILAN OLAY: Nuri Gökhan Bozkır, bu konuda özetle, suikast planlamasında kendisine Tarkan Mumcuoğlu’nu olay yerine götürüp getirme görevi verildiğini, (kendisinin katılamaması durumunda yedek unsurun görev alması için) bir yedekleme yapması gerektiğini, bu görev için Hacı Arabacı’yı düşündüğünü, Levent Göktaş’a söyleyip onun da onayını aldığını, Hacı Arabacı’ya olaydan bahsetmeden bir takip görevi olduğunu söyleyerek olay günü hazır olmasını bildirdiğini, kendisine telefon ve sim kart verdiğini, olaydan sonra kendisini arayarak görevin iptal olduğunu söylediğini beyan etmiştir(s.86-89, 98-99).
33. Soruşturma savcısı Bozkır’ın bu konudaki beyanlarıyla ilgili olarak şu kanaate varmıştır: “Hacı Arabacı’nın kullandığı GSM hattının HTS kayıtlarının olay tarihinde, olay yeri civarında kullanıldığına dair bir tespit yapılamadığı gibi, Hacı Arabacı’nın alınan ifadesinde de Nuri Gökhan Bozkır’ı doğrular bir beyanda bulunmamıştır. Dolayısıyla şüpheli Nuri Gökhan Bozkır’ın bu hususta vermiş olduğu ifadenin gerçeği yansıtmadığı anlaşılmaktadır. Şüphelinin alınan ifadesinde cinayeti anlatırken bazı konularda yaptığı kurgusal anlatımları hakkında yapılacak örgüt üyeliği suçlamasında etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak düşüncesi ile yaptığı değerlendirilmektedir.”(s.113). Böylece soruşturma savcısı Bozkır’ın ifadesinin Hacı Arabacı ile ilgili kısmını da “kurgusal anlatım” şeklinde değerlendirerek bir kez daha makaslamıştır. Bakalım en sonunda, Bozkır’ın ifadelerinin hangi kısımları doğru/gerçek kabul edilecektir?
34. MEHMET EMİN KOÇ’UN ARACI İLE OLAY YERİNE GELİNMESİ KONUSU: Nuri Gökhan Bozkır, bu konuda özetle, olay günü olan 18 Aralık’ta mesai arkadaşı Mehmet Emin Koç’a ait Mazda 6.26 model gri renkli aracını alarak eve gittiğini, saat 19.30-19.45 civan Tarkan Mumcuoğlu’nun kendisine operasyonel numaradan aradığını, saat 19.50 civarında kendisini evinin önünden alarak olay yerine götürdüğünü, eylemin gerçekleştirilmesini müteakiben tekrar aynı araçla evine bıraktığını, kendisinin de birlik binasına döndüğünü ve aracın anahtarını Mehmet Emin Koç’a teslim ettiğini beyan etmiştir(s.87-88, 99).
35. Soruşturma savcısı, Bozkır’ın olay gününe ve eylemin nasıl gerçekleştirildiğine ilişkin anlatımlarına şu gerekçelerle itibar etmemiştir: “Olay yeri olan Portakal Çiçeği Sokağın konumu, olay tarihinin karlı bir kış günü olması, olay yerine gelen şüphelinin Portakal Çiçeği Sokak içerinde yokuş yukarı çıkarak Atakule istikametine doğru gitmesi hayatın olağan akışına uygun olmayacağı gibi, olaydan çok kısa bir süre sonra olay yerine bakan ve muhtemel katili gören görgü tanığı Turgay Güngördü’nün beyanı karşısında şüpheli Nuri Gökhan Bozkır’ın bu noktadaki ‘Ahmet Tarkan Mumcuoğlu’nu araç ile olay yerine getirdim’ şeklindeki ifadesine itibar edilememiştir” (s.116, 289-290). “… şüpheli Nuri Gökhan Bozkır’ın olayın içerisinde yer alması, işlenen suçu, diğer şüphelileri bilmesi nedeniyle, olayı anlatırken bazı konularda yaptığı yanıltıcı nitelikteki kurgusal anlatımları, hakkında yapılacak örgüt üyeliği suçlamasında etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak düşüncesi ile yaptığı kanaati oluşmaktadır.” (s.117).
36. Devamında, Bozkır’ın “Tarkan Mumcuoğlu’nu Mehmet Emin Koç’a ait araçla olay yerine getirdim” diyerek yanıltıcı beyanda bulunduğu, Bozkır’ın bu olayda keşif ve gözetleme görevinde bulunduğu(s.291), tanık Turgay Güngördü’nün olay gecesi bir şahsı Mazda 323 marka ve model olabileceğini düşündüğü bir aracın sürücü koltuğuna binerek uzaklaştığını gördüğü, Tarkan Mumcuoğlu’nun olay tarihinde sahibi olduğu aracın, tanığın gördüğü araç ile uyumlu bir araç olduğu(s.290-291) ifade edilmiştir. Böylece soruşturma savcısı Bozkır’ın ifadesinin en önemli bölümlerinden birini daha makaslamış, Bozkır’ın anlatımının aksine, Tarkan Mumcuoğlu’nun olay yerine kendisine ait Toyota Corolla Terra marka araç ile gittiğini, Nuri Gökhan Bozkır’ın ise keşif ve gözetleme görevi yaptığını iddia etmiştir.
37. AHMET TARKAN MUMCUOĞLU: Soruşturma savcısı, Gökhan Nuri Bozkır’ın Tarkan Mumcuoğlu’nun Necip Hablemitoğlu’nu ateşli silah ile öldüren kişi olduğunu söylediğini, ancak bazı detaylara ve kişilere ilişkin yanıltıcı bilgiler verdiğini belirterek, bunun sebebini “hakkındaki ceza soruşturma ve kovuşturma sürecinde etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanmak istemesi ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden ihracına ilişkin süreçte kendisine zarar vermiş olduğunu düşündüğü bazı kişileri bu soruşturmaya dahil etmek istemesi olarak” görmüştür. Devamında ise Tarkan Mumcuoğlu ile Bozkır arasında birlikte görev yaptıkları dönemde ya da sonrasında her hangi bir husumet bulunmadığını, dolayısıyla Mumcuoğlu’na iftira atabileceği bir durum söz konusu olmadığını belirterek Bozkır’ın Mumcuoğlu ile ilgili beyanlarını doğru kabul etmiştir(s.284).
38. Sonuç itibariyle, soruşturma savcısına göre, Bozkır’ın ifadesinin önemli bir kısmı, “kurgusal, yanıltıcı, maksatlı veya gerçeğe aykırı” anlatımlar içermektedir. Savcı, Bozkır’ın bazı şahıslar ve ara eylemler hakkındaki anlatımlarını, Sauna Çetesi soruşturması nedeniyle beslediği husumete dayalı veya etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak maksadıyla yaptığı görüşündedir. Savcının kişisel kanaatine göre, Bozkır’ın, Gülen Hareketi ve Mustafa Özcan-Enver Altaylı’dan bahsetmemesinin nedeni ise adının bu yapı ile anılmaması düşüncesidir.
39. Belirtmek gerekir ki, savcının, Nuri Gökhan Bozkır’ın bazı anlatımlarını “etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak düşüncesi ile yaptığı” şeklindeki değerlendirmelerinin ceza hukukumuzda hiçbir karşılığı yoktur. Zira etkin pişmanlık hükümleri kısa süreli hapis cezası öngören örgüt üyeliği suçunda uygulansa da, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası gerektiren tasarlayarak öldürme suçlamasında uygulanması mümkün değildir. Savcının bu yöndeki değerlendirmeleri, tamamen kendi kişisel kanaatlerinden ibarettir.
40. Nuri Gökhan Bozkır’ın aşamalardaki ifadelerini bu şekilde kritiğe ve elemeye tabi savcı, Bozkır’ın, Levent Göktaş, Fikret Emek ve (Mehmet Emin Koç’un arabasıyla olay yerine götürdüğü kısım hariç) Tarkan Mumcuoğlu hakkındaki beyanlarına itibar etmiştir. Buna göre, Bozkır’ın makaslanan ifadesinden geriye kalan iddialar özetle şöyledir:
i- Tarkan Mumcuoğlu’nun serviste kendisine Soner Yalçın ve Necip Hablemitoğlu ile görüştüğünü, bilgi alışverişlerinde bulunduğunu söylediğini, kendisinden Contear Adaneur isimli Alman vakfı hakkında araştırma yapmasını istediğini,
ii- 2002 yılının Ağustos/Eylül ayı içerisinde Tarkan Mumcuoğlu’nun kendisine görevlerde kullanılacak simkart ve araçlar konusunda yardımcı olup olamayacağımı sorduğunu, (Bozkır bu konuda Kamil Metin’in kardeşi ve Adnan Kayğusuz ile irtibata geçtiğini anlatıyor, savcının bu bölüm ile ilgili değerlendirmelerine yukarıda yer verilmişti),
iii- 2002 yılı Kasım ayı ortalarında Levent Göktaş’ın kendisini makamına çağırarak “örtülü bir görevin olduğunu, hedef şahsın Necip Hablemitoğlu olduğunu, kendisinin devletin gizli bilgi ve belgeleri istenmeyen şahıslarla paylaştığım, devlet menfaatlerine zararlı faaliyetlerde bulunduğunu” belirterek bu maksatla kendisine Portakal Çiçeği Sokağı bölgesinin keşif görevini verdiğini, (Bozkır daha sonra Hızır Şimşek’ten temin ettiği hurdacı arabası ile keşif yaptığını söylüyor, buna ilişkin savcının değerlendirmesi yukarıda verilmişti), keşif sonrası hazırladığı raporu Levent Göktaş’a gösterdiğini ve onun emriyle de Fikret Emek’e verdiğini,
iv- 2002 yılı Aralık ayı içerisinde Levent Göktaş‘ın makamında Necip Hablemitoğlu görevi ile ilgili olarak Tarkan Mumcuoğlu’nu olay yerine götürüp getirilmesi işini yapacağını, bu konu hakkında gerekli koordinasyonu ve planlamayı yapmasının söylediğini, (Bozkır bu iş için Hacı Arabacı’yı ayarladığını beyan ediyor, savcının Hacı Arabacı hakkındaki kanaati yukarıda açıklanmıştı),
v- 14 Aralık 2002 Cumartesi günü Nilkent taksi durağının önünde Tarkan Mumcuoğlu’nu Simon Bolivar istikametinde yürürken gördüğünü, (resmi yazıya göre Tarkan Mumcuoğlu 17.11.2002-19.05.2003 tarihleri arasında Kazakistan’da görevli),
vi- Hatırlamadığı bir tarihte Levent Göktaş’ın arkadaşı İrfan isimli şahsa ait ofiste bir toplantı yapıldığını, toplantıya Levent Göktaş, Fikret Emek ve kendisinin katıldığını (yukarıda açıklandığı üzere savcı, Hakan Büyükçulha ve Mehmet Narin’in de katıldığına ilişkin kısmın doğru olmadığına karar vermişti), Fikret Emek, (Hakan Büyükçulha) ve Levent Göktaş arasında geçen konuşmada bütün hazırlıkların tamamlandığı, sahada Fikret Emek’in (Hakan Büyükçulha makaslanmıştı) olacağı, Tarkan Mumcuoğlu’nu kendisinin getireceğini, Tarkan ve Fikret’in irtibatlı olacaklarının konuşulduğunu, aynı toplantıda Levent Göktaş’ın Fikret Emek’e 18.12.2002 günü Galatasaray’ın maç saatinde eylemin gerçekleşeceği en uygun saat olduğunu söylediğini,
vii- 18.12.2002 günü saat:19.30-19.45 civan Tarkan Mumcuoğlu’nun kendisini aradığını, Mehmet Emin Koç’tan aldığı arabayla harekete geçerek saat 19:50 civarlarında Tarkan Mumcuoğlu’nu evinin önünden aldığını, 20.05 sıralarında olay yerine yakın bir sokakta bıraktığını, araç içerisinde Tarkan Mumcuoğlu’nun “Mete abi” ifadesini kullanarak Levent Göktaş ile görüştüğünü, Tarkan Mumcuoğlu arabadan indikten 5-10 dakika sonra iki el ardışık silah sesini duyduğunu, olay yerine doğru gidip Tarkan Mumcuoğlu’nu arabaya alarak uzaklaştıklarını, Tarkan Mumcuoğlu’nun telefonda “unsurlar çekilebilir” şeklinde konuşma yaptığını, Tarkan Mumcuoğlu’nu saat 20.45 civarlarında evine bıraktığını, kendisinin de saat 21.00- 21.30 civarında Kirazlıdere Kışlasına giriş yaptığını, (ancak yukarıda belirtildiği üzere savcı, bu ifadeye itibar etmemiş, Tarkan Mumcuoğlu’nun kendi arabası ile gittiğini, Bozkır’ın keşif ve gözetleme yaptığını kabul etmiştir),
41. Nuri Gökhan Bozkır’ın ifadelerine yönelik makaslamalar sonucunda savcı davaya konu suikast eyleminin 4 sanık tarafından gerçekleştirildiğine karar vermiştir. Savcıya göre, suç örgütü lideri Levent Göktaş olayı planlamış, Nuri Gökhan Bozkır’a Necip Hablemitoğlu’nu takip ettirmiş ve cinayet öncesinde olay yerine ilişkin keşif yaptırmış, Fikret Emek ve Ahmet Tarkan Mumcuoğlu’na maktul Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmesi talimatını vermiş ve öldürtmüştür. Levent Göktaş, Fikret Emek ve Tarkan Mumcuoğlu’nun asli fail olarak, Nuri Gökhan Bozkır’ın cinayeti kolaylaştırmak suretiyle yardımcı olduğu iddia edilerek fer’i fail olarak cezalandırılması istenmiştir. Levent Göktaş’ın bu eylemi Fetullah Gülen, Mustafa Özcan, Enver Altaylı ve Aydın Köstem’in azmettirmesi sonucunda gerçekleştirdiği iddia edilmiştir.
42. Görüldüğü üzere savcının amacı maddi gerçeği bulmak, suikastın arkasındaki fail ve güç odaklarını belirlemek değildir. En az 2-3 ay öncesinden takip ve keşif gerektiren böyle bir eylemin sorumluluğunu, Nuri Gökhan Bozkır’ın ifadelerini kırpa kırpa 4 kişinin omuzlarına yüklemiştir. Böyle bir eylem, gerçekten sadece bu 4 kişinin iştiraki ile gerçekleştirilmiş olabilir mi? Burada, adı geçen 4 sanığın hukuki durumlarını tartışacak değiliz, ancak bu çözümlemenin olayı aydınlatmadığı açıktır. Esasında savcının amacı da bu değildir. Savcı, kendisine dikten edilen resmi senaryoyu iddianameye bağlayarak, bir taraftan cinayet eylemini Gülen Hareketi’ne yıkarken, diğer taraftan Ergenekon yapılanmasına sopanın ucunu gösterme amacındadır. Bu durum iddianamenin genelinden, savcının yaptığı soruşturma işlemi ve sorgulamalardan, sadece HTS kayıtları üzerinden soruşturmayı belli kişilere yönlendirme, odaklanma ve suçlama çabasından açıkça anlaşılmaktadır. Savcı, bir yandan Nuri Gökhan Bozkır’ın ifadelerinden Gülen Hareketi aleyhine delil çıkaramadığı durumlarda, Bozkır’dan aktarım yaptığını iddia eden Zihni Çakır’ın beyanına itibar ederken, diğer yandan Nuri Gökhan Bozkır’ın ifadelerini pek çok yerde makaslamış ve bazı şahıslar ve eylemler yönünden bu ifadelere itibar etmemiştir. Savcıya göre, Bozkır’ın ifadelerinin büyük bir bölümü “kurgusal, yanıltıcı, gerçeğe aykırı, maksatlı” ifadelerdir. Hatta Hakan Büyükçulha hakkındaki beyanlarını, “20 yıl önceki bir olayı anlatır gibi değil de sanki dün olmuş bir olayı anlatır gibi çok fazla detay içermesi şüphe uyandırmıştır.” sözleriyle “kurgusal” olarak nitelemiştir (ancak aşağıda belirtileceği üzere Nizamettin Afşar’ın benzer ifadesine bu tür bir çekince koymamış ve sorgulamamıştır).
43. Nuri Gökhan Bozkır, “kurgusal, yanıltıcı, gerçeğe aykırı, maksatlı” ifadeler vermiş ise, bu durum ifadesinin geri kalan kısımları için de söz konusu olabilir. Nitekim bu ifadelerde geçen “Galatasaray maçı” detayı bu şüpheyi artırmaktadır. Nuri Gökhan Bozkır ifadesinde, “hatırlamadığı bir tarihte Levent Göktaş’ın İrfan isimli arkadaşının ofisinde bir toplantı olduğunu, kendisini toplantıya Göktaş’ın astsubayı Mehmet Narin’in çağırdığını, Levent Göktaş, Hakan Büyükçulha, Fikret Emek ve Mehmet Narin’in toplantıda yer aldığını, Fikret Emek’in sahada olması gerektiği, (hedef) kişiden belgeleri Fikret Emek’in alacağı, Hakan Büyükçulha ile birlikte hareket edecekleri gibi konuşmalar yapıldığını, Levent Göktaş’ın Fikret Emek’e eylemin 18.12.2002 günü Galatasaray’ın maç saatinde gerçekleşeceği en uygun saat olduğunu söylediğini, sahada bütün koordinenin Fikret Emek’te olacağını söylediğini, Fikret Emek’in de gerekli provaların yapıldığını söylediğini” beyan etmiştir(s.87).
44. Olay tarihi olan 18.12.2002 Çarşamba günü yapılan Galatasaray-Ankaragücü maçının başlama saati 20.00’dır. Maç tarih ve saatinin en az bir hafta öncesinden, belki de daha eski bir tarihten beri biliniyor olması lazımdır. Eğer evine girilerek öldürülmesi planlanmamış ise Bozkır’ın ifadesinde geçen “maç saatine yönelik planlama” iddiası gerçekliğini yitirmektedir. Zira iddianame içeriğine göre maktulün maç saatinde dışarıda olacağı olay gününden önce bilinen bir husus değildir. Müşteki Şengül Hablemitoğlu 22 Aralık 2002 tarihli ifadesinde, özetle, “eşi Necip Hablemitoğlu’nun, bir randevu, yemek daveti, ders durumu yok ise mutlaka zamanında eve geldiğini, genellikle normal zamanlarda 18.30, en geç 18.45’de evde olduğunu, takip edilme endişesiyle dikkatli davranmaya çalıştığını, Çarşamba günü 17.00’de evden ayrıldığını, 17.30’daki dersine katılmak üzere Fen Fakültesine gittiğini, dersten çıkış saatinin 18.15 ile 18.25 arasında olduğunu, ancak o gün dersten çıkınca sigorta şirketine de gideceğini, kendisinin çocuklarla alışverişe çıktığını, saat 19.20 sıralarında eve geldiklerinde eşinin henüz eve gelmediğini görünce merak edip aradıklarını, önce kızının aradığını, telefonun kapalı olduğunu, 19.30’da kendisinin aradığını ancak telefonun yine kapalı olduğunu, saat 19.40’ta eşinin telefona dönüş yaptığını ve sigorta şirketine uğradığını ve marketten alışveriş yapıp döneceğini söylediğini” beyan etmiştir(s.33-35).
45. Sigorta şirketi çalışanı tanık Ayşe Yılmaz, 20.12.2002 tarihli ifadesinde, özetle, “olaydan yaklaşık bir hafta kadar önce Necip Hablemitoğlu’nun evini arayarak eşinin üzerine kayıtlı olan her iki aracın sigortasının süresinin kısa bir zaman sonra biteceğini ve yenilemeleri gerektiğini söylediğini, Hablemitoğlu’nun da evrakları hazırlamasını ve kısa bir zaman sonra gelip alacağını söylediğini, ancak aracın sigortasının bir tanesi 12.12.2002 tarihinde, diğeri de 14.12.2002 tarihinde süresi dolduğu halde gelip almayınca, 18.12.2002 günü saat 17.45 sıralarında evini aradığını, telefona bakan kimse çıkmayınca tele sekretere mesaj bıraktığını, daha sonra Necip Hablemitoğlu’nun saat 18.15-18.20 sıralarında çalıştığı şirkete geldiğini, 18.55-19.05 sıralarında da gittiğini” beyan etmiştir(s.15).
46. Buna göre, takip ve keşif yapılmış ise maktulün genellikle 18.30-18.45 sıralarında eve geleceği tespit edileceğinden, eylemin de buna göre planlanmış olması gerekirdi. Maktulün olay günü saat 20.00’de başlayan maç saati esnasında dışarıda olacağının önceden bilinmesi mümkün değildir. Müşteki ve tanığın beyanından anlaşıldığı üzere maktulün olay günü sigorta şirketine gideceği ve eve geç geleceği hususu, aynı gün belirlenmiş bir durumdur ve maktulün normal hayat akışına göre rutin dışıdır. Eğer suikast planı maktulün önceden bilinen rutinine göre belirlenmiş olsaydı, eylemin Galatasaray maçının yapılacağı saatte yapılması şeklinde bir planlama yapılmazdı. Maktulün telefonları dinlenmiş ise şayet, bu takdirde dahi olaydan önceki günlerde böyle bir planlama yapılması söz konusu olamazdı. Yine Nuri Gökhan Bozkır ifadelerinde, olay günü saat 19.30-19.45 sıralarında Tarkan Mumcuoğlu’nun kendisini aradığını ve harekete geçtiklerini beyan etmiştir. Olay günü maktul sıra dışı olarak sigorta şirketine gitmeseydi o saatlerde evinde olacaktı ve eylem gerçekleştirilemeyecekti. Dolayısıyla olaydan önceki günlerde, bilinmeyen bir tarihte, eylemin maç saatinde yapılmasının kararlaştırıldığına yönelik ifade, doğruluğu tespit edilemeyen şüpheli bir beyandır. Öte yandan maktul, kendisini tanıyan kişiler tarafından belirlenen saatte bir tuzağın içine çekilerek öldürülmek istenmiş de olabilir. Maktulün yakın mesafeden gözünden vurulması, tetikçinin maktulü tanıyan birisi olduğuna işaret etmektedir. Nitekim Bozkır, Tarkan Mumcuoğlu’nun maktul ile görüştüğünü ve kendisine Alman Vakıfları konusunda bilgi verdiğini iddia etmektedir. Soruşturma savcısı bütün bunları detaylı olarak sorgulamamış ve araştırmamıştır.
47. Galatasaray maçı olaydan sonra alınan tüm ifadelerde yer alan bir detaydır. Öyle görülüyor ki Gökhan Nuri Bozkır, olayın bilinen detaylarına göre bir ifade kurgulamış veya bu şekilde yönlendirilmiş ve bu kapsamda maç detayına da ifadesinde yer vermiştir. Bozkır’ın olayın ne kadar içerisinde olduğu da şüphelidir. Zira savcı, Bozkır’ın takip ve keşif yaptığını kabul etmiş, ancak Tarkan Mumcuoğlu’nu olay yerine götürdüğüne yönelik beyanına itibar etmemiştir. Nuri Gökhan Bozkır’ın, savcının “kurgu” olarak nitelediği ifadeleri tek başına mı kurguladığı, yoksa başka kişilerin yönlendirmesi sonucunda mı bu şekilde ifade verdiği hususu soruşturma savcısının merakını asla celp etmemiştir. Çünkü savcının amacı, 2015 sonrası konjonktürde bu olaya ilişkin ilk ifadeyi veren Zihni Çakır’ın beyanlarında vücut bulan resmi senaryoyu iddianameye dönüştürmek ve suçu Gülen Hareketi’ne yıkmaktır.
48. Savcının Gülen Hareketi’ni suçlarken dayandığı ifadelerden birisi de Nizamettin Afşar isimli kişinin beyanlarıdır. Nizamettin Afşar, 1993’ten 2017’ye kadar Enver Altaylı’nın yanında şoför olarak çalışan bir isimdir. Enver Altaylı ise yıllar itibariyle farklı kesimlerden binlerce kişiyle görüşmesi, diyaloğu ve irtibatı olan bir kişidir. Nizamettin Afşar’ın, Altaylı’nın yanında pek çok görüşmeye şahit olduğu açıktır. Nizamettin Afşar, 13.02.2022 tarihli emniyet(s.135) ve 14.02.2022 tarihli savcılık(s.142) ifadelerinde, Enver Altaylı’nın Mustafa Özcan ve Aydın Köstem ile yüz yüze görüşmesinden ve Ali Serhat Ilıcak ile telefon görüşmesinden bahsetmiştir. Afşar ifadesinde, Enver Altaylı’nın görüştüğü kişilerle genelde salonda kapıyı kapatarak görüştüğünü, bazen de mutfakta görüştüğünü beyan etmiş, ifadesinde belirttiği görüşmeleri kapının açık unutulduğu zamanlarda işittiğini söylemiştir. Ve ne hikmetse tam da kapının açık unutulduğu bir gün savcının işine yarayacak ve senaryoda dolgu malzemesi olacak sözler işitmiştir. Ve bunları 20 yıl sonra net olarak hatırlamaktadır. Nuri Gökhan Bozkır’ın Hakan Büyükçulha hakkındaki beyanlarını “20 yıl önceki bir olayı anlatır gibi değil de sanki dün olmuş bir olayı anlatır gibi çok fazla detay içermesi şüphe uyandırmıştır.” şeklinde kritiğe tabi tutarak kurgusal ifade olarak niteleyen soruşturma savcısı, Nizamettin Afşar hakkında böyle bir sorgulama yapmamıştır. Nizamettin Afşar’ın, 20 yıl öncesi itibariyle ve Enver Altaylı’nın benzer pek çok görüşme yapmış olması ihtimaline göre sıradan sayılabilecek bir konuşmayı, 20 yıl sonra tam da Zihni Çakır’ın senaryosuna uygun detaylarıyla hatırlaması ve “hizmet hareketi” gibi jargon ibarelerle aktarması oldukça şüphelidir.
49. Soruşturma savcısı, Nizamettin Afşar’ın beyanlarından yola çıkarak iki önemli iddia ortaya atmaktadır. Her iki iddia da Zihni Çakır’ın senaryosuna paralel iddialardır. Bunlardan ilki, Mustafa Özcan ve Enver Altaylı’nın Hablemitoğlu hakkında görüştükleri, Enver Altaylı’nın Aydın Köstem üzerinden Özel Kuvvetler Komutanlığından Levent Göktaş ile irtibat kurduğu ve Enver Altaylı’nın, 03.10.2002 tarihinde Aydın Köstem ile birlikte Özel Kuvvetler Komutanlığına giderek Levent Göktaş ile görüştüğü iddiasıdır. Diğer iddia ise, başta da belirtildiği üzere Zihni Çakır’ın “hatırı sayılır bir para karşılığı suikastın işlendiği” iddiasıdır. Bunları ayrı ayrı irdeleyelim.
50. Önce Nizamettin Afşar’ın ifadesinde belirttiği hususları (tarihsel akışı) özet olarak belirtmemiz gerekiyor(detaylar için bkz iddianame s.144-145). Nizamettin Afşar:
i- 2002 yılı içerisinde bir keresinde Mustafa Özcan’ın Ankara’ya geldiğini, Enver Altaylı’nın Turan Güneş Bulvarı üzerindeki evinde görüştüklerini, daha sonra onları Halil Şıvgın’ın ofisine götürdüğünü,
ii- Bu görüşmeden yaklaşık 1 ay kadar sonra Mustafa Özcan yine Ankara’ya geldiğini, Enver Altaylı’nın evinde görüştüklerini, açık unutulan mutfak kapısından konuştuklarını duyduğunu,
iii- Bu görüşmeden yaklaşık 3-4 gün kadar sonra Enver Altaylı’nın tek başına Almanya’ya gittiğini, takriben 5 gün kadar sonra Türkiye’ye geldiğini, evde iken telefonla Mustafa Özcan ile konuştuğunu değerlendirdiğini,
iv- Enver Altaylı’nın Mustafa Özcan ile yaptığı son görüşmeden bir kaç gün sonra Siemens telefon üzerinden Almanya’daki Serhat Ilıcak’ı aradığını,
v- 2002 yılı sonbahar ya da kış başı gibi bir gün akşam Enver Altaylı’nın kendisini ev telefonundan arayarak “yarın sabah gel, Özel Kuvvetler Komutanlığına gideceğiz” dediğini, diş randevusu olduğu için gelemeyeceğini söylediğini, olaydan dolayı nezarete alındığında Aydın Köstem’in sözleri üzerine o tarihte Altaylı ve Köstem’in birlikte ÖKK’na gittiklerini anladığını beyan etmiştir.
51. ÖKK’na gitme koşunundaki bu son beyan üzerine yapılan araştırmada Nizamettin Afşar’ın olay döneminde 03.10.2002 ve 15.11.2002 tarihlerinde ilgili diş doktoruna muayene olmaya gittiğini(s.148) belirleyen savcı, HTS kayıtları ve MİT’in yine bu kayıtlara dayalı 26.03.2022 tarihli istihbari bilgi notuna da dayanarak Enver Altaylı’nın 03.10.2002 tarihinde Aydın Köstem ile birlikte ÖKK’na giderek Levent Göktaş ile tanışıp, görüştükleri kanaatine varmış ve bu hususu şöyle ifade etmiştir: “03/10/2002 tarihinde Enver Altaylı ile Aydın Köstem arasında, Aydın Köstem ile Mustafa Levent Göktaş arasında gerçekleşen çoğu zaman peş peşe yapılan GSM istibat trafiği bu ziyaretin Mustafa Levent Göktaş’tan başkasına yapılmadığını göstermektedir. Ayrıca 03/10/2002 tarihinde Enver Altaylı’nın Özel Kuvvetler Komutanlığına gittiği gün Nizamettin Afşar ve Mustafa Özcan’ın şoförü Memiş Aytekin üzerinden Mustafa Özcan ile sabah ve akşam görüşme gerçekleştirmiş olması ziyaret konusunun maktul Necip Hablemitoğlu ile ilgili olduğunu göstermektedir. … Yani 02/10/2002 tarihinde İstanbul’dan Ankara iline gelen Mustafa Özcan’ın, şüphelilerimiz Enver Altaylı ve Aydın Köstem ile, Aydın Köstem’in ise Mustafa Levent Göktaş ile görüştüğü, bu görüşmeler sonrasında Mustafa Özcan’ın İstanbul iline geri döndüğü, 03/10/2002 tarihinde ise Enver Altaylı’nın, Aydın Köstem ile birlikte Özel Kuvvetler Komutanlığına giderek Mustafa Levent Göktaş ile görüştüğü anlaşılmaktadır.”(s.149-150).
52. Soruşturma savcısı özetle Mustafa Özcan’ın 2.10.2002’de Ankara’ya geldiğini, 3.10.2002’de ÖKK’na gidildiğini belirtmektedir. Nizamettin Afşar’ın yukarıda özetlenen beyanlarına göre savcının bu tespitinin kesinlikle yanlış olduğu anlaşılmaktadır. Afşar, ÖKK’na gitme konusu ile ilgili olarak “2002 yılı sonbahar ya da kış başı gibi bir gün akşam Enver Altaylı’nın kendisini aradığını” söylemiştir. Öncesinde yine yukarıda özetlenen beyanlarında Mustafa Özcan’ın iki kez Ankara’ya geldiğini ve Altaylı’nın evinde görüştüklerini söylüyor. Bu görüşmelerin ertesinde ÖKK’na gitme durumu söz konusu olsaydı, Afşar bunu belirsiz bir tarih olarak belirtmez, bu ziyaretin Mustafa Özcan geldiği günün ertesinde gerçekleştiğini söylerdi. Öte yandan yapılan tespite göre, Altaylı’nın 27.10.2002-01.11.2002 tarihleri arasında HTS kaydının olmadığı ve muhtemelen yurt dışında olduğu değerlendirilmiş(s.68). Bu tespit Afşar’ın “Almanya’ya gitti, takriben 5 gün sonra döndü” beyanıyla uyuşuyor. Afşar’ın beyanlarına göre yukarıda özetlenen kronolojiyi bu bilgi ışığında geriye sararsak, Altaylı Almanya’ya gitmeden 3-4 gün önce Mustafa Özcan ile kendi evinde görüşmüş, bu sırada Nizamettin Afşar açık kapıdan onları dinlemiştir. Afşar, bu görüşmede Mustafa Özcan’ın “Bu Necip ile ilgili Halil Şıvgın’la meseleyi konuştuk ancak halledemedik, bu adam hizmet hareketine zarar veriyor, zarar vermeye de devam edecek, bu işi halletmemiz lazım, sizin yardımınızı istiyorum.” dediğini duyduğunu söylemiştir. Altaylı 27.10.2002’de yurt dışına çıkmış ise (ki HTS kayıtlarına göre savcının tespiti de bu yöndedir, bkz.s.68), bu tarihten 3-4 gün öncesi 23-24 Ekim 2002 tarihine denk gelmektedir.
53. Savcının HTS kayıtları ile ilgili değerlendirmesinde ise, “19/10/2002 tarihinde Mustafa Özcan’ın Enver Altaylı ile Necip Hablemitoğlu konusu ile ilgili görüşme yapmak için İstanbul ilinden Ankara iline geldiği değerlendirildiği, 21/10/2002 tarihinde 10:54 de Mustafa Özcan’ın Nizamettin Afşar tarafından arandığı, Nizamettin Afşar ile Enver Altaylı’nın aynı bazda olduğu, Enver Altaylı’nın 11:18 de Halil Şıvgın’ı aradığı, 11:49 da Halil Şıvgın’ın Necip Hablemitoğlu’nu aradığı, Enver Altaylı’nın Halil Şıvgın’ı aradıktan sonraki ilk görüşmesinde 11:39 da Aydın Köstem’i aradığı, 19:46’da ise Necip Hablemitoğlu’nun Şaban Yılmaz adına kayıtlı 0536 *** ** ** nolu gsm hattını kullanan, yakın arkadaşı olan Ergün Poyraz’ı aradığı, bu görüşmeden hemen sonra 19:50 de Ergün Poyraz’ın Aydın Köstem’i aradığı” (s.67) denilmektedir.
54. Buna göre, Afşar’ın tanık olduğu Mustafa Özcan – Enver Altaylı görüşmesi ister 23-24 Ekim 2002, isterse HTS kayıtlarına göre 21 Ekim 2002 tarihinde gerçekleşmiş olsun; her iki tarihe göre de savcının 3.10.2002 tarihinde ÖKK’da Enver Altaylı Levent Göktaş arasında görüşme yapıldığı iddiası boşa çıkmaktadır. Zira bu takvime göre 3.10.2002 tarihi itibari ile Mustafa Özcan ile Enver Altaylı arasında henüz iddiaya konu içerikte bir görüşme yapılmamıştır. Yine HTS kayıtlarına göre de Enver Altaylı-Halil Şıvgın irtibatı 5.10.2002, 14.10.2002 ve 21.10.2002; Halil Şıvgın-Necip Hablemitoğlu telefon irtibatı da ilk olarak 21.10.2002 tarihinde gerçekleşmiştir(s.67). Dolayısıyla sıhhati test edilemeyen ve içeriği belirlenemeyen 20 yıl önceki HTS kayıtlarına bakılarak Mustafa Özcan’ın Enver Altaylı’yı azmettirdiği, Enver Altaylı’nın da Aydın Köstem vasıtasıyla Levent Göktaş ile irtibat kurup Göktaş ve örgütüne bu cinayeti işlettiği şeklindeki değerlendirme, bütünüyle savcının kurgusal varsayımlarına ve zorlayıcı yorumlarına dayanmaktadır. Amaç ise bellidir: Bu kurgusal senaryo ile Gülen Hareketi’ni bu cinayetini faili olarak göstermek.
55. Nizamettin Afşar’ın tespit edilen diğer diş randevusu ise 15.11.2002 tarihidir. Bu tarihe ilişkin HTS kayıtları, “15/11/2002 tarihinde 14:50 de Mustafa Özcan’ın Nizamettin Afşar’ı aradığı, 15:11 de Enver Altaylı’nın Aydın Köstem’i aradığı” şeklindedir. Bu tarihte ÖKK ziyareti yapıldığına ilişkin bir tespit ve iddia yoktur. Dolayısıyla Nizamettin Afşar’ın diş randevusunun olduğu her iki tarihte de böyle bir ziyaret yapılmadığı anlaşılmaktadır. Bu durum, soruşturma savcısının tespitlerinin de Nizamettin Afşar’ın beyanlarının da gerçekleri yansıtmadığını ortaya koymaktadır. Soruşturma savcısının, Nizamettin Afşar’ın söz konusu beyanlarına karşı Enver Altaylı’ya hiçbir soru sormaması ve tek yanlı olarak bu beyanları doğru kabul etmiş olması da not edilmelidir.
56. Soruşturma savcısının, Zihni Çakır’ın “hatırı sayılır bir para karşılığı suikastın işlendiği” şeklindeki iddiasına gelince: Zihni Çakır bu iddiasını Gökhan Nuri Bozkır’a dayandırmıştır(s.43,58). Oysa Bozkır’ın hiçbir ifadesinde ve dilekçesinde bu hususta bir beyan yoktur. Ancak, “Zihni Çakır’ın başlangıçtaki aktarımlarının doğru kabul edilmesi gerektiği” kanaatinde(s.101) olan savcı, Bozkır’ın beyanlarından bir şey çıkaramayınca bu kez Nizamettin Afşar’ın Enver Altaylı’nın talimatı ile Aydın Köstem’e 30.000 Dolar verdiğine ilişkin beyanına sarılmıştır.
57. Nizamettin Afşar’ın beyanının ilgili kısmı şöyledir: “Aydın Köstem ve Enver Altaylı 2003 veya 2004 yılı içerisinde Enver Altaylı’nın Ankara ilinde ikamet ettiği evde buluştular. Özel bir görüşme oldu. Görüşmenin içeriğini bilmiyorum. Aydın Köstem isimli şahıs evden çıkarken Enver Altaylı isimli şahıs Aydın Köstem isimli şahsa hitaben ‘Aydıncığım Kamil Yüceoral ile meselemizi halledersen yazıyı da alırsan’ diyerek eliyle 3 (üç) işareti yaptı. Bu konuşmadan sonra gününü ve tarihini net hatırlamadığım bir gün Antalya’daki inşaatla ilgilenirken Enver Altaylı ile konuşmamızda bana “yengenle konuştum, inşaatın parasından 30000 Dolar parayı Aydın Köstem’e Ankara iline gittiğinde verirsin” dedi. Ben de Ankara iline geldiğimde Aydın Köstem isimli şahsın Birlik Mahallesinde bulunan ikametine giderek 30.000 Dolar içerisinde bulunan zarfı kendisine verdim.”(s.138). Ne ilginçtir ki savcı, Afşar’ın bu beyanlarını da Enver Altaylı’ya sorma gereği duymamıştır. Anlaşılan savcı, maddi gerçekleri araştırma peşinde değildir ve bazı gerçeklerin ortaya çıkmasından endişe duymaktadır.
58. Nizamettin Afşar ifadesinde, özetle, Siemens Şirketinin Genelkurmay Başkanlığının alt yapı kablolarının değiştirilmesi ihalesini aldığını, Enver Altaylı’nın ihale sürecini takip ettiğini, bu konuda Ali Serhat Ilıcak ile görüştüğünü ve Almanya’ya gidip geldiğini beyan etmiş ve devamında, “2003 yılı içerisinde Siemens şirketi ihale süreci onaylandıktan sonra iş bitmeden, mal teslimi yapılmadan o gün itibariyle yaklaşık 900 küsur bin dolar parayı Enver Altaylı ve Serhat Ilıcak üzerinden yapılan görüşmeler neticesi benim İstanbul Florya’da bulunan İş Bankası’ndaki hesabıma gönderdiler. Bu paraya ilişkin aracılar Haluk Pirimoğlu’na 30 bin dolar, Muhittin Çolak’a 80 bin dolar, Mamaklı Uzun Nuri ve Kemal’e15’şer bin dolar, Erol ve Dinçer isimli albaya 15’şer bin dolar, bir de Enver Altaylı’nın eski vakıf çalışanı Tuğtekin Aykurt’a 10 bin dolar verdikten sonra kalan parayı Serhat Iıcak ile eşit olarak paylaştılar.” demiştir(s.145-146).
59. Soruşturma savcısı ihale sürecini Genelkurmay Başkanlığı’ndan sormuş, cevabi yazıda, “Genelkurmay MEBS Başkanlığı tarafından yürütülen TAFICS projesi kapsamında Milli Savunma Bakanlığı ile Türk Telekominikasyon AŞ.-Simko-Türk Siemens-Maktaş Konsorsiyomu arasında 03/07/2003 tarihinde alt yapı kablo sistemlerinin değiştirilmesine ilişkin olarak sözleşme imzalandığı, Siemens A.Ş.’nin söz konusu sözleşme ile üzerine düşen bedelin 74.720.571,80 Euro + 10.761.103,53 USD + 43.795.936.492.070 TL olduğu ifade edilmiştir.”(s.221) Yine Türkiye İş Bankasının 28/02/2022 tarihli yazısında da “12/08/2003 tarihinde (Ali Serhat Ilıcak’ın çalışanı) Osman Tuncer isimli şahıs tarafından Nizamettin Afşar hesabına 425.000 ABD dolarının yatırılmış olduğu” belirtilmiştir(s.153).
60. Nizamettin Afşar’ın Aydın Köstem’e verdiğini iddia ettiği 30.000 Dolar ile Necip Hablemitoğlu cinayetinden sonraki bir tarihte gerçekleşen ihale sürecinin olayla hiçbir bağlantısı tespit edilemediği halde, savcı, Ali Serhat Ilıcak’ın ihale nedeniyle Enver Altaylı’ya gönderdiği iddia edilen 900.000 Dolar paranın cinayetin işlenmesinde kullanıldığını, bu çerçevede Aydın Köstem’e 30.000 Dolar verildiğini, bunun dışında kimlere para dağıtıldığının tespit edilemediğini iddia etmiştir. Bunu yaparken de tamamen kendi (suç atmaya endeksli) kanaat ve zanlarına dayalı olarak çelişkili değerlendirmelerde bulunmuştur.
61. Savcı, “Nizamettin Afşar’ın ifadesinde belirttiği, Enver Altaylı’nın Antalya/Manvgat’ta yaptırdığı inşaat için ayırdığı ve içerisinden 30.000 Dolarını Aydın Köstem’e vermesini istediği paranın kuvvetle muhtemel Nizamettin Afşar’ın ifadesinde geçen 2003 yılında Enver Altaylı’nın Siemens Şirketinin Genelkurmay Başkanlığından almış olduğu ihale sürecine aracılık yapmasına ilişkin olarak Siemens Şirketinden alınan bir para olduğu değerlendirilmektedir.”(s.221,350) şeklinde, 30.000 Doların ihale sürecinde Siemens Şirketinden alınan bir para olduğunu iddia etmesinin hemen ardından, “…12/08/2003 tarihinde Ali Serhat Ilıcak ve Enver Altaylı’nın Osman Tuncer ve Nizamettin Afşar banka hesapları üzerinden yaklaşık 900.000 ABD dolarını alması hususları birlikte düşünüldüğünde, söz konusu bu paranın Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmesi eylemi öncesi yapılan bir anlaşma parası olduğu değerlendirilmiştir.”(s.222) diyerek birbiri ile taban tabana zıt bir değerlendirmeye imza atmıştır. Önce 30.000 Doların ihale sürecinde Siemens Şirketinden alındığını, yani ihaleye aracılık işlemi için temin edilen para olduğunu kabul etmiş, ardından yine ihale sürecinde gönderildiği Genelkurmay Başkanlığı ve İş Bankası’nın yazılarıyla da tespit edilen 900.000 Dolar için “bu para Hablemitoğlu cinayeti için yapılan anlaşma parasıdır” demiştir. Söz konusu ihale ve para havalesi işlemlerinin olaydan çok sonrasına ait olmasının yanı sıra savcının bu “kasıtlı” değerlendirmesinin altını dolduracak hiçbir veri ve delil bulunmamaktadır. Savcının tek amacı Zihni Çakır’ın “hatırı sayılır bir para karşılığı suikastın işlendiği” iddiasına kılıf bulmaktır. Savcının, “Nuri Gökhan Bozkır’ın bu konuda doğruyu söylemediği, Zihni Çakır’a başlangıçta yaptığı aktarımların doğru kabul edilmesi gerektiği kanaati Cumhuriyet Başsavcılığımızda oluşmuştur.”(s.101) şeklindeki yaklaşımı dikkate alındığında, savcının bu yöndeki gayretlerinin nihai hedefi net olarak anlaşılmaktadır.
62. Savcı, çelişkili ve temelsiz değerlendirmelerini şöyle sürdürmüştür: “…cinayetin işlenmesi sürecinde yer alan bazı kişiler için para temin edilmesi ihtiyacının, bahsedilen ihale sürecinden alınan komisyon parası ile karşılandığı kanaati oluşmaktadır. Aydın Köstem’in, Enver Altaylı’dan istediği 30.000 dolar para da bu amaçla istenilen ve verilen bir paradır. Söz konusu ihale sözleşmesi 03/07/2003 tarihinde imzalanmış olsa da Nizamettin Afşar’ın alınan ifadesinden ihale sürecinin 2002 yılı içerisinde başladığı bilinmektedir. İhale sözleşmesinin imzalanmasından sonra Nizamettin Afşar ve Osman Tuncer hesaplarına gönderilen söz konusu paraların, bu kişilerin hesabından Ali Serhat Ilıcak ve Enver Altaylı tarafından çekildikten sonra, cinayette rolü olan şüphelilerden Aydın Köstem hariç kime dağıtıldığına dair net bir tespit yapılamamaktadır.”(s.222, 350).
63. Savcıyı göre, Necip Hablemitoğlu cinayeti, Fethullah Gülen’in Mustafa Özcan’ı, Mustafa Özcan’ın Enver Altaylı’yı azmettirmesi, Enver Altaylı’nın da Aydın Köstem üzerinden irtibat kurduğu Levent Göktaş’ı azmettirmesi sonucunda “hatırı sayılır bir para karşılığında” işlenmiştir. Bu cinayet, azmettiren konumundaki Fethullah Gülen ve Mustafa Özcan değil, Enver Altaylı tarafından finanse edilmiş, Enver Altaylı’nın Siemens şirketinden Ali Serhat Ilıcak ile birlikte aldıkları paradan, yani kendi cebinden karşılanmıştır. Bu paradan Aydın Köstem’e 30.000 Dolar verilmiş, Aydın Köstem hariç kime para verildiği tespit edilememiştir. Hiçbir delile dayanmayan, bütünüyle hedef kişilere suç atmaya yönelik kasıtlı ve zorlayıcı yorumlardan oluşan bu değerlendirmeler karşısında şunu belirtmek gerekmektedir: Nuri Gökhan Bozkır’ın bazı kişilerle ilgili beyanlarına karşı yargılama sonucunu beklemeden iftira suçundan dava açan savcı, bütün bu tespitleriyle bizzat kendisi iftira suçunu işlemektedir. Esasında iftira suçundan dava açılması gereken kişi bizzat bu soruşturmanın savcısıdır.
64. Nuri Gökhan Bozkır, 2017 yılında Zihni Çakır’ın telkiniyle gönderdiği mektuptan sonra bazı kişiler tarafından tehdit edildiğini açıklamıştır. Tıpkı Levent Göktaş gibi Ergenekon Davası sanıklarından olan Levent Bektaş ile ilgili olarak, “2017 yılı içerisinde Necip Hablemitoğlu cinayeti ile ilgili vermiş olduğum dilekçeden sonra beni tehdit için Ukrayna’ya günü birlik olarak bir kere cezaevinde beraber yatmış olduğu Levent Bektaş isimli şahsı gönderdi. Levent Bektaş isimli şahıs bana ‘Levent Göktaş’ın selamı var, her şeyden haberi olduğunu akıllı durmamı’ söyledi.” demiştir. Devamında Levent Göktaş’ın da kendisini tehdit ettiğini beyanla, “Yine 2021 yılı içerisinde Levent Göktaş yapmış olduğumuz bir telefon görüşmesinde bana ‘Sen de her bir boku anlatmışsın, biz Necip Hablemitoğlu olayını nasıl Tarkan Mumcuoğlu’ndan sana çevirdiysek düzeltmesini de biliriz, oğlunun başkalarına baba demesini istemiyorsan adam gibi dur, Ukrayna da kalmaya bak, ben sana her türlü maddi desteği yaparım’ dedi.” demiştir. Devamında bu kez sanık Altan Bora tarafından tehdit edildiğini açıklayarak, “Yine dilekçeme rağmen Levent Göktaş’ın yanında çalışmakta olan Altan Bora isimli şahıs 2020 ve 2021 yıllarında Ukrayna’ya gelerek alınan ihale konusunda çalışırken bana Savcıya ifadeye gittiklerini benim her boku anlattığımı, yanlış yaptığımı, akıllı olmamı, kendisi de ‘Levent albay döneminde olan olayların bir gün başımıza iş açacağını biliyordum’ şeklinde konuştu” demiştir(s.89, 100). Nuri Gökhan Bozkır, 07-08.02.2022 tarihinde verdiği bu ifadenin ardından 19.10.2022 tarihinde cezaevinden dilekçe göndererek “silahın Mogan Gölüne atılmadığını, böyle bir olay yaşanmadığını, Sauna Çetesi davasında kendisini kötü bir asker olarak gösteren Altan Bora, Tan Dervişoğlu ve Bülent Kutsal’ın isimlerini kasıtlı olarak verdiğini” beyan etmiştir(s.130).
65. Soruşturma savcısı, Nuri Gökhan Bozkır’ın Ukrayna’da bulunduğu süreçten itibaren tehdit altında bulunmasını, Türkiye’de tutuklandıktan sonra cezaevinden gönderdiği dilekçenin de bu tehditler sonucu verilmiş olabileceğini göz ardı etmiş, Bozkır’ın Hakan Büyükçulha, Altan Bora, Tan Dervişoğlu ve Bülent Kutsal hakkındaki beyanlarının kasıtlı ve maksatlı olduğu düşüncesiyle, yargılama sonucunu beklemeden Bozkır hakkında iftira suçundan dava açılmasına karar vermiştir. Aynı savcı, müşteki Şengül Hablemitoğlu’nun ifadesinde geçen maktul Necip Hablemitoğlu’nu olaydan önceki tarihlerde tehdit eden Alman Vakıfları yöneticileri ve hakkında Nuri Gökhan Bozkır’ı Ukrayna’da ziyaret ederek tehdit ettiği iddiası bulunan Levent Bektaş hakkında hiçbir soruşturma işlemi yapmamış, hatta tanık olarak bile ifadelerini almamıştır. Aynı şekilde Bozkır’ın tehdit iddiası karşısında Levent Göktaş ve Altan Bora hakkında da soruşturma açmamıştır. Bütün bunlar eksik soruşturma işlemi olarak görülmekte ise de savcının amaç ve hedefi ile çelişen bir durum yoktur. Zira savcının temel amacı cinayeti Gülen Hareketi’nin üzerine yıkmaktır ve iddianamenin omurgası ve tüm soruşturma işlemleri bu amaç çerçevesinde şekillendirilmiştir. Nitekim, hiçbir delil toplanmadığı aşamada 5.2.2015 tarihinde verdiği ifadeyle iddianamenin nihai kurgusu ile birebir şekilde ifade veren Zihni Çakır, Nuri Gökhan Bozkır’a dayandırdığı ifadesinde olaydaki Alman Vakıfları şüphesini “Gülencilerin algısı” şeklinde yansıtarak bu senaryoyu oluşturmuştur. Alman Vakıfları şüphesi Çakır’ın ilk ifadesi ile birlikte devre dışı bırakılmış, müştekinin bu yöndeki ciddi iddialarının hiçbiri soruşturulmamış ve soruşturma işlemleri bütünüyle suçu Gülen Hareketi’ne yıkma amacı doğrultusunda yürütülmüştür.
66. Savcı, yukarıda bahsi geçen Siemens Şirketinin aldığı ihaleye aracılık hizmeti nedeniyle alınan para nedeniyle Ali Serhat Ilıcak’ı da cinayetin fer’i faili olarak dosyaya dahil etmiştir. Savcıya göre Ali Serhat Ilıcak, maktul Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmesi eyleminde, şüpheli Enver Altaylı’ya ve diğer şüphelilere cinayetin işlenmesi sırasında kullanıldığı değerlendirilen paranın temini için yardımda bulunmuştur(s.350-351).
67. Yine savcı, Mustafa Özcan’ın Fethullah Gülen’in talimatı olmadan tek başına hareket edemeyeceğini ileri sürerek Fethullah Gülen hakkında Necip Hablemitoğlu cinayetine azmettirmek suçundan dava açmıştır. Savcıya göre, Fethullah Gülen, Mustafa Özcan üzerinden, Mustafa Özcan ise Enver Altaylı ve Aydın Köstem üzerinden, Mustafa Levent Göktaş’a ulaşarak, onu azmettirmek suretiyle, Mustafa Levent Göktaş’ın kurduğu suç örgütünce Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmesi eyleminde asli fail olarak sorumludur(s.355). Savcının bu iddiayı ileri sürerken ortaya koyduğu tek gerekçe “Mustafa Özcan’ın Fethullah Gülen’in talimatı olmadan tek başına hareket edemeyeceği” şeklindeki kendi soyut kanaatinden ibarettir, başka hiçbir delil gösterilmemiştir.
68. Yukarıda açıklandığı üzere, Hakan Büyükçulha, Altan Bora, Tan Dervişoğlu ve Bülent Kutsal hakkında suça katıldıklarına dair iddialar bulunduğu ve bunun mahkeme önünde tartışılması gerektiği halde, kendisini mahkeme yerine koyarak söz konusu iddiaları “kurgusal” olarak niteleyip adı geçen şahıslar hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar veren savcı, Fethalluh Gülen ve İla Serhat Ilıcak hakkında somut hiçbir delil bulunmadan dava açmıştır. Esasında bunda şaşılacak bir durum yoktur. Zira savcının amacı cinayeti Gülen Hareketi’ne yıkmaktır ve boştan sona bu amaç için çabalamış, bu senaryonun altını doldurmak için de kimi şahısları soruşturmadan kurtarırken, kimi şahıslar hakkında da hiçbir delil olmadan suç iddiasında bulunmuştur. Savcı, Bozkır’ın ifadelerinin bir kısmını “kurgusal” olarak nitelerken asıl kurguyu kendisi yapmış ve neticede iftira suçunu işlemiştir.
69 Savcının Gülen Hareketi’ni suçlarken ortaya attığı temel argüman, cinayetin, Necip Hablemitoğlu’nun Gülen Hareketi’ni ve faaliyetlerini anlattığı Köstebek isimli kitabın yayımlanmasına engel olmak için işlendiği iddiasıdır. Belirtmek gerekir ki bu iddia somut bir kanıta dayanmamasının yanı sıra temelsiz ve mantıksız bir iddiadır. Zira Fethullah Gülen hakkında (silahsız) terör örgütü kurmak suçundan 31.8.2000’de DGM’de dava açılmıştır. DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel, Necip Hablemitoğlu’nun yazdığı “Etki Ajanları-Nüfuz Casusları ve Fethullahçılar” isimli rapordaki iddiaları 4 Ocak 2001 tarihinde (cinayetten yaklaşık 2 yıl önce) ek delil olarak dosyaya sunmuştur.4 Nitekim tanık Ramazan Toprak ifadesinde Savcı Nuh Mete Yüksel’in “Ben zaten iddianamenin önemli bölümünü Necip beyin çalışmalarına dayanarak oluşturdum. Kamu kurumlarında hazırlanmış raporlarla birleştirdim.” şeklinde açıklama yaptığını beyan etmiş(s.54), soruşturma savcısı da Savcı Nuh Mete Yüksel’in maktul Necip Hablemitoğlu ile görüştüğünün HTS kayıtlarından tespit edildiğini, maktulün hayatta iken yaptığı açıklamaların ve konuşmaların Fethullah Gülen hakkında DGM’de açılan soruşturmanın delilleri arasında yer aldığını açıklamıştır(s.354). Savcı Nuh Mete Yüksel tarafından açılan davada Ankara 2 nolu DGM, 1999’de çıkan ve kamuoyunda “Rahşan Affı” olarak bilinen 4616 sayılı Yasa gereğince 10.03.2003’te erteleme kararı vermiştir. Ancak Gülen’in avukatının talebi ile dava yeniden görülmüş ve Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi 05.05.2006 gün ve 124-20 sayılı kararla beraat kararı vermiştir. Bu kararın temyizi üzerine; Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin 05.03.2008 tarih ve 6083-1328 sayılı kararıyla; “Sanığın terör örgütü kurduğu veya yönettiği sabit olmadığından yerel mahkemenin beraat kararında isabetsizlik olmadığı” gerekçesiyle beraat hükmü onanmıştır. Daire kararına karşı Yargıtay Başsavcılığı tarafından yapılan itiraz, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 24.06.2008 tarih ve 2008/9-82 Esas, 2008/181 tarihli kararı ile red edilmiştir. Sonuç itibariyle Fethullah Gülen hakkında Necip Hablemitoğlu’nun iddiaları dahil tüm iddialardan dolayı beraat kararı verilmiştir. Karar 24.6.2008 tarihinde kesinleşmiştir. Buna göre, söz konusu cinayetin, Hablemitoğlu tarafından önce çeşitli mahfillerde dile getirilen, daha sonra mahkemeye intikal eden ve yargılama konusu yapılan iddialarının engellemesi için gerçekleştirildiği iddiası bütünüyle temelsiz ve mantıksız bir iddiadır. Ayrıca söz konusu iddiaların mahkemeye sunulması ile cinayet arasında 2 yıla yakın bir süre vardır. Söz konusu iddiaların davanın sonucuna etkisi olmaması ve cinayetin rapordan 2 yıl sonra işlenmiş olması da cinayetin arkasında Gülen Hareketi olduğu iddialarını boşa çıkarmaktadır.
70. Esasında savcı, Gülen Hareketi ve olay hakkındaki iddialarıyla zımni olarak adeta şöyle demektedir: “Bu yapı bir terör örgütüdür, çok gizli ve tehlikeli bir örgüttür, yüzbinlerce üyesi ve gönüllüsü vardır, emniyette ve orduda örgütlenmiştir, Özel Kuvvetler Komutanlığında da elemanları vardır, ancak kendi içerisinden Hablemitoğlu cinayetini işleyecek kimseyi bulamamış ve suikast planlaması yapamamıştır, bu yüzden (Hareket’i yok etmek isteyen Ergenekon Örgütünün bir üyesi olan) Levent Göktaş’ın Özel Kuvvetler’de kurduğu suç örgütüne işi havale etmiştir, cinayet hatırı sayılır bir para karşılığında işlenmiştir, bu parayı Hareket değil, ihaleye aracılık ederek kazandığı paradan Enver Altaylı karşılamıştır.” İşte bu iddianame böyle bir saçmalığı dile getirmektedir. Üstelik Levent Göktaş’ın Ergenekon Davası’nda bu yapı tarafından hapse atıldığı ve 5 yıl cezaevinde tutulduğu iddia edilmiştir.
71. İddianamedeki diğer önemli bir ayrıntı cinayetin Gülen Hareketi tarafından işlendiği iddiasının mantıksızlığını başka bir açıdan bir kez daha ortaya çıkarmaktadır. Gülen Hareketi 28 Şubat döneminden beri Ergenekon Örgütünün hedefindedir. Ergenekon örgütü yıllar boyu Gülen Hareketi’ni bitirmenin planlarını yapıp durmuştur. Bunlardan birisi de tanık olarak ifade veren Ramazan Toprak’ın ifadesinde geçen şantaj kaseti iddiasıdır. Toprak’ın Necip Hablemitoğlu’ya dayanarak aktardığı ifadesinde, “Bir vakıfta yapılacak aramada önceden yerleştirilmiş olan bir CD’nin ele geçirileceği, CD’yi Fetullahçı polislerin yerleştirdiği izleniminin verileceği, bu CD ile Fetullahçı örgütlenmeyi soruşturan savcı Nuh Mete Yüksel’e soruşturma konusunda şantaj yapılacağı iddiası ortaya atılarak bu bahane ile emniyet içindeki Fetullahçı örgütlenme üzerinden ülke çapında ucu açık genel bir irtica operasyonu başlatılacağı” iddia edilmiştir(s.51). Yani bu kumpasla Gülen Hareketi hakkında bir soruşturma başlatılacak, soruşturma o tarihlerde yeni kurulan AKP de dahil olmak üzere dindar kesime karşı ucu açık bir irtica operasyonuna dönüştürülecektir. O tarihte gerçekleştirilemeyen bu plan daha sonra tekrar devreye sokulmuştur. 12 Haziran 2009 tarihinde basında yayınlanan “İrtica İle Mücadele Eylem Planı” bunun bir örneğidir. Bu plana göre “Gülen grubuna ait evlerde silah, mühimmat vb. materyal bulunması sağlanarak silahlı terör örgütü oluşturmak” hedeflenmiştir. Yani Ergenekon Örgütü, Gülen Hareketi hakkında terör örgütü olarak işlem yapılarak tasfiye ve yok edilmesi konusunda sürekli olarak plan yapmıştır. Necip Hablemitoğlu cinayeti gibi bir eylemde Gülen Hareketi’nin en küçük bir dahlinin olması Ergenekon Örgütü için bulunmaz bir fırsat olacaktır. Dolayısıyla bu cinayette Gülen Hareketi’nin parmağı olsaydı, Ergenekon Örgütü kaset şantajı veya Gülen Hareketi gönüllüsü kişilerin kaldığı evlere silah konulması gibi planlar yapmaz, doğrudan bu olaya dayanarak Gülen Hareketi’ni terör örgütü ilan eder ve iktidar ile birlikte 15 Temmuz 2016’dan sonra başlattıkları tasfiye ve soykırım sürecini 18 Aralık 2002’den itibaren başlatırlardı.
72. Soruşturma savcısı HTS incelemesi yapmak için tüm Türkiye’nin CDR kayıtlarını celp etmiştir. Öncelikle belirtmek gerekir ki soruşturmadaki şüpheliler dışında tüm ülkenin kayıtlarının elde edilmesi başlı başına hukuka aykırı bir işlemdir ve TCK’nun 136.maddesindeki “Kişisel verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme” suçunu oluşturmaktadır. Öte yandan HTS kayıtları 20 yıl öncesine aittir. 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanununa dayanılarak çıkarılan Elektronik Haberleşme Sektörüne İlişkin Yetkilendirme Yönetmeliği’nin 19/1-f ve Elektronik Haberleşme Sektöründe Kişisel Verilerin İşlenmesi ve Gizliliğin Korunmasına İlişkin Yönetmelik’in 13. maddeleri gereğince kişisel veri olan HTS kayıtları, 11.06.2016 tarihi öncesi itibariyle görüşmenin yapıldığı tarihten itibaren 1 yıl içinde silinmek zorundadır. HTS kayıtlarının silinme koşulları oluştuğu halde silinmemiş olması, sıhhati ve güvenilirliğinin taraflarca test edilememesi ve içeriğine müdahale edilip edilmediğinin bilinmemesi bu kayıtları hukuka aykırı bir delil konumuna düşürmüştür.
73. Öte yandan soruşturma savcısı, olay tarihinden 6 ay öncesini ve 6 ay sonrasını kapsayan zaman aralığındaki HTS kayıtlarını celp etmiş ve sanıklar arasındaki irtibatı buna göre değerlendirmiştir. Örneğin, “Enver Altaylı ile Mustafa Özcan’ın telefonları arasında 01/06/2002 ile 01/06/2003 tarihleri arasındaki ilk irtibatın 31/08/2002 tarihinde olduğu”, “Enver Altaylı ve Aydın Köstem arasında ilk irtibatın 04/08/2002 tarihinde olduğu”, “Aydın Köstem ile Mustafa Levent Göktaş arasındaki ilk irtibatın 02/07/2002 tarihinde olduğu” şeklinde tespitler yapmış(s.65-68) ve bu tespitlere dayanarak “Tüm ismi geçen şahısların irtibat trafikleri Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmesinden kısa bir süre önce başladığı ve Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmesinden sonraki süreçte azalarak devam ettiği görülmüştür.” iddiasında bulunmuştur (s.69). Oysa sanık ifadelerine ve MİT tarafından sunulan istihbari nitelikteki 26.03.2022 tarihli rapora göre sanıklar arasındaki irtibat belirtilen tarihlerden daha eski dönemlerde başlamıştır. Örneğin Aydın Köstem, Enver Altaylı ile 1980’li yılların sonlarında tanıştığını ve görüştüğünü söylemiştir(s.167). MİT raporunda ise “E.Altaylı’nın kullanıcısı olduğu … GSM hattı ile M.Özcan’ın irtibatının 17/05/2001’de başladığı” belirtilmiştir(s.69). Soruşturma savcısının, olaydan 6 ay öncesi ve 6 ay sonrasına ait kayıtlara göre değerlendirme yapmak suretiyle, sanıkların sanki davaya konu olay için birbirleri ile irtibata geçtikleri algısını oluşturarak kamuoyunu ve mahkemeyi yanıltmaya çalıştığı anlaşılmaktadır.
74. Sonuç itibariyle bu iddianame, savcının, Zihni Çakır’ın Nuri Gökhan Bozkır’a dayandırarak aktardığını iddia ettiği senaryo kapsamında yaptığı ve Necip Hablemitoğlu cinayetini Gülen Hareketi’nin üzerine yıkmaya odaklı ve MİT destekli bir çalışmanın ürünüdür. Zihni Çakır ifadesinde, Necip Hablemitoğlu’nun Gülen Hareketi ile ilgili bir kitap çalışması yaptığını, bu kitap çalışmasının engellenmesi için Mustafa Özcan’ın Enver Altaylı ile görüştüğünü ve Enver Altaylı’nın Özel Kuvvetler Komutanlığı’ndaki bağlantıları vasıtasıyla hatırı sayılır bir para karşılığı Necip Hablemitoğlu’nun öldürüldüğünü iddia etmiştir. Zihni Çakır bu bilgileri Nuri Gökhan Bozkır’dan aldığını beyan etmiş ise de Bozkır aşamalardaki hiçbir ifadesinde, mektup ve dilekçelerinde Zihni Çakır’ın iddia ettiği hususlarda bir beyanda bulunmamıştır. Ancak savcı, bilginin asıl kaynağı olan Bozkır’ın ifadeleri yerine Zihni Çakır’ın beyanlarına itibar etmiş ve bu aşamadan sonra maddi gerçekleri araştırmak yerine bütünüyle Zihni Çakır’ın senaryosunu kanıtlamaya endeksli bir soruşturma yürütmüştür. Bu çerçevede soruşturma adı geçen kişilerin 20 yıl önceki HTS kayıtlarına başvurmuş, içeriği belli olmayan HTS trafiklerine dayanarak adı geçen kişileri cinayetin azmettiricisi olmakla itham etmiştir.
75. Soruşturma savcısı, Bozkır’ın cinayetin detaylarına ilişkin bazı şahıslar ve ara eylemler ile ilgili beyanlarına “Kurgusal, gerçeğe aykırı, yanıltıcı, kasıtlı, 20 yıl önceki olayları detayları ile hatırlaması şüpheli” gibi yorumlarla itibar etmemiştir. Ancak bu iddianame asıl kurgunun savcı tarafından yapıldığını ortaya koymaktadır. Savcı, somut ve hukuka uygun hiçbir delil bulunmadığı halde, Zihni Çakır’ın iddiasından hareketle tamamen kurgusal bir metin ortaya çıkarmış, bütünüyle zan, hayal ürünü ve zorlayıcı yorumlarla cinayeti Gülen Hareketi’ne yıkmaya çabalamıştır.
76. Ceza Muhakemesi Kanununun 170/4. maddesine göre; “İddianamede, yüklenen suçu oluşturan olaylar, mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanır.” Buna göre Cumhuriyet Savcısının görevi soruşturma evresinde ulaşılabilen bütün delilleri toplamak, suçu oluşturan olayları ve maddi gerçekleri bu delillerle bağlantı kurarak açıklamaktır. Soyut ve genel ifadelerle yetinilemeyeceği gibi zan, tahmin, varsayım ve zorlayıcı yorumlara dayalı şekilde iddianame düzenlenmesi de mümkün değildir.
77. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen Necip Hablemitoğlu cinayeti iddianamesinde savcının Gülen Hareketi’ni suçlayıcı iddiaları, belli bir merkezde kurgulanmış bir senaryonun ürünüdür ve bütünüyle zan, tahmin, varsayım ve zorlayıcı yorumlara dayanmaktadır. Savcının maddi gerçekleri araştırmak gibi bir çabası asla söz konusu değildir. Söz konusu iddianame ile gerçek failleri devlet tarafından bilinen bu cinayetin üzerine bir örtü çekildiği ve cinayetin arkasındaki güçlerin ifşa edilerek yargı önüne çıkarılması yerine, suçun, olayla ilgisi ispat edilemeyen ve rejimin yok etmeyi hedeflediği bir grubun üzerine yıkılmaya çalışıldığı net olarak görülmektedir.
1 Bu konuya ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz https://twitter.com/YusufMetin_KHK/status/1546201002205913089?t=_Wf69JVUute7MNfjBDGuXA&s=19
2 MİT’in İstanbul C.Başsavcılığının 2015/126342 soruşturma sayılı dosyasına gönderdiği 41 sayfalık sunumda da benzer tespit ve öneriler yer almaktadır. Bkz Yargıtay 16. Ceza Dairesi (İlk Derece), 2015/1 E., 2019/4 K. Sayılı kararı. https://twitter.com/GkhanGnes8/status/1467200074975428611?t=BA_pn7E_uPiGYPZafEm5Xg&s=19
3 Bu husus, ayrı bir değerlendirmeyi hak eden geniş bir konudur. Bu yazıda, iddianamenin ağırlıklı olarak Gülen Hareketi’ne bakan yönü ele alınmıştır.