Hasan Dursun arşivleri - Hukuk Penceresi https://hukukpenceresi.com/category/hasan-dursun/ Zulüm karanlığına ışık saçan pencere Sun, 21 Jan 2024 03:51:50 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://hukukpenceresi.com/wp-content/uploads/2022/06/indir-150x150.jpeg Hasan Dursun arşivleri - Hukuk Penceresi https://hukukpenceresi.com/category/hasan-dursun/ 32 32 MIŞ GİBİ YARGI https://hukukpenceresi.com/mis-gibi-yapan-yargimiz/ https://hukukpenceresi.com/mis-gibi-yapan-yargimiz/#comments Thu, 28 Dec 2023 23:41:36 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9108 Toplumumuz, üzerlerinde şeklen hoş ve içi boş etiketler taşıyan, bunları kötülüklerine maske yapan insan görünümlü, ancak ruhen esfeli safiline demirli bir “sürü/yığın” tarafından istila edilmiş sanki. Etraf yüzlerce edebiyatçı, tarihçi, ilahiyatçı, sosyolog, psikolog, hukukçu, doktor, öğretmen, her rütbeden asker “şeylerle” dolu. Bu sıfatların hepsi, bir şekilde bu kişilerin üzerlerine asılmış ve oradan çıkartılması unutulmuş eski […]

MIŞ GİBİ YARGI yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Toplumumuz, üzerlerinde şeklen hoş ve içi boş etiketler taşıyan, bunları kötülüklerine maske yapan insan görünümlü, ancak ruhen esfeli safiline demirli bir “sürü/yığın” tarafından istila edilmiş sanki.

Etraf yüzlerce edebiyatçı, tarihçi, ilahiyatçı, sosyolog, psikolog, hukukçu, doktor, öğretmen, her rütbeden asker “şeylerle” dolu. Bu sıfatların hepsi, bir şekilde bu kişilerin üzerlerine asılmış ve oradan çıkartılması unutulmuş eski tabelalar gibi.

Bir zamanlar gürül gürül sularıyla kıvrım kıvrım akan, geçtiği yerlere bereket götüren her ırmağa bir ad verilmiş. Irmak kurusa, suları çekilip bataklığa dönüşse, mikrop ve hastalık yaymaya başlasa da, bunların adı yine “ırmak” olarak tekrarlanmaya devam eder.

Bunun gibi, yatağı kurumuş ya da bataklığa evrilmiş ırmakların nasıl isimleri değiştirilmiyorsa; benzer şekilde, “suyu çekilmiş” olmasına rağmen, daha önceden verilen ve haksız şekilde kullanılmaya devam eden hukukçu, aydın, akademisyen, sanatçı, ilahiyatçı vs. isimleri taşıyor sayısız insan. İşin vahim tarafı, kaynakları kuruyan, kurumakla kalmayıp kokuşmaya başlayan kişilerin bu hallerinden habersiz olmaları yahut durumlarını kabul etmemesidir; daha acı olanı ise birçoğunun bilmesine rağmen rollerine utanmaz şekilde devam etmeleridir.

Onlarca hukuk fakültemiz var ve buraları bitiren binlerce mezuna sahibiz. Bu mezunlara her yıl yenileri de eklenmeye devam ediyor. İnsanlarımızın haklarını arayabilmeleri için büyük, şaşalı ve iddialı adliye “saraylarımız” var. Ama bunların hepsinin içi “boş”.

Ne hukukçularımız mesuliyetlerinin tam olarak idrakinde olarak yetişiyorlar ve mesleklerini icra ediyorlar, ne de adliyeler hak dağıtımı fonksiyonu yerine getiriyor.

Hukuk sistemimizde yaşananlar bir tiyatro sahnesinden farksız. Seyirlik bir yargımız var. 

Sahnede her şey ve kişi kurgudan ibaret; Sahte figüranlar rollerini oynuyorlar ve sahneden çekiliyorlar halkın alkışları eşliğinde. Gösteri bittiğinde geride ne dağıtımı yapılan bir adalet, ne telafi edilen zararlar ve ne de tatmin edilen mağdurlar var.

“Mış” gibi çalışan bir yargı sistemimiz var. Devasa büyüklüğüne, kocaman çarklarına ve harcadığı onca enerjiye ve paraya rağmen, beklenen ürünleri vermekten aciz, hatta sürekli hüsran kaynağı yargımız.

Hak dağıtımında aracı olması gereken yargı kurumları adeta bir “tapınak”, orada vazife icra edenler ise oluşturdukları kendi putlarına tapan, onu kullanan ve ondan korkan zavallı kullar gibi davranıyorlar. Soranız her hukukçu “Adalet Tanrıçası’na” taptığını söyler; ancak birçoğu kalbinde para, makam, mevki, şehvet ve şöhret putlarını gizler riyakârca ve asıl korktuğu gücün “iktidar” olduğunu ikrar edemez.

MIŞ GİBİ YARGI yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/mis-gibi-yapan-yargimiz/feed/ 1
KİRLİ POLİTİKALARIN HİZMETKÂRI OLARAK YARGIDA BİRLİK DERNEĞİ https://hukukpenceresi.com/kirli-politikalarin-hizmetkari-olarak-yargida-birlik-dernegi/ https://hukukpenceresi.com/kirli-politikalarin-hizmetkari-olarak-yargida-birlik-dernegi/#respond Sat, 26 Mar 2022 22:46:38 +0000 https://hukukpenceresi.com/kirli-politikalarin-hizmetkari-olarak-yargida-birlik-dernegi/ Hitler’in propaganda bakanı Joseph Goebbels günlüklerinde “Yargı devlet hayatının efendisi olamaz, devlet politikasının hizmetkârı olmalıdır.” der.[1] 12 Ekim 2014 tarihli HSYK seçimlerinden sonra Türk Yargısına egemen olan “Yargıda Birlik Hareketi (Derneği)”, Goebbels’in bu sözünün vücut bulmuş hali, yaşayan somut bir örneği olmuştur. 17-25 Aralık 2013 tarihli rüşvet ve yolsuzluk operasyonlarından sonra Gülen Hareketi’ni düşman ilan […]

KİRLİ POLİTİKALARIN HİZMETKÂRI OLARAK YARGIDA BİRLİK DERNEĞİ yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>

Hitler’in propaganda bakanı Joseph Goebbels günlüklerinde “Yargı devlet hayatının efendisi olamaz, devlet politikasının hizmetkârı olmalıdır.” der.[1] 12 Ekim 2014 tarihli HSYK seçimlerinden sonra Türk Yargısına egemen olan “Yargıda Birlik Hareketi (Derneği)”, Goebbels’in bu sözünün vücut bulmuş hali, yaşayan somut bir örneği olmuştur.

17-25 Aralık 2013 tarihli rüşvet ve yolsuzluk operasyonlarından sonra Gülen Hareketi’ni düşman ilan ederek, Devletin bütün kurumları ve yandaş medyasıyla birlikte Gülen Hareketi’ni “yok etmek” üzere savaş açan Erdoğan, Ağustos 2014’te Cumhurbaşkanı seçildikten sonra Gülen Hareketi’ni “terör örgütü” olarak Kırmızı Kitap’a[2] koyduracağını açıkladı. Yapılan periyodik toplantılar sonrasında MGK’da bu konuda karar aldırdıktan sonra da “Yargı bundan sonra Kırmızı Kitaba göre karar verecek.” dedi.[3] Böylece Erdoğan’ın “paralel yapı ile mücadele” adı altında başlattığı süreç, yani Gülen Hareketi’ni bitirmeye yönelik karar, işlem ve uygulamalar, “Devletin milli güvenlik siyaseti” kapsamında yürütülmeye başlandı.

Bu süreçte en önemli görevi, Hükümetin girişimleri ve desteğiyle “Yargıda Birlik Platformu” adı altında örgütlenen yargı mensupları üstlendi. 27 Mart 2015’te dernek statüsü kazanan “Yargıda Birlik Hareketi”, “platform” olarak harekete geçtikleri ilk andan itibaren, siyasi iktidarla aynı söylem birliği içerisinde Gülen Hareketi’ni kendileri için de “düşman” ilan etti ve “Bu mücadelede Devletimizin yanındayız, yürütme ile uyumlu çalışıyoruz” mesajı verdi.[4] Bütün söylem ve eylemleriyle, Devlet politikasının, yani “Devletin milli güvenlik siyasetinin” hizmetkârı olduğunu gösterdi.

YBD’nin, siyasi iktidar tarafından kurulması, desteklenmesi, iktidar ile birlikte hareket etmesi, bağımsız ve tarafsız bir yargı örgütü olmadığının göstergesidir. Bununla birlikte, YBD’nin tarafsız olmadığını gösteren, en az bunun kadar önemli bir başka olgu daha bulunmaktadır. O da şudur: YBD, “Gülen Hareketi karşıtlığı/düşmanlığı” temelinde örgütlenmiş bir yargı örgütüdür. “Yargıda Birlik Hareketi”, toplumun bir kesimini, siyasi iktidar ile birlikte “düşman” kabul eden ve bu “düşmana” karşı, kin, nefret ve intikam duyguları besleyen ve bunu her söylemlerinde açık veya zımni şekilde dile getiren yargı mensuplarının oluşturduğu bir yapılanmadır. Buna ilişkin kanıtlardan bazılarına göz atalım:

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın “Yargıda Birlik’i biz birçok hâkim ve savcıyla birlikte kurduk. FETÖ’yü yargıdan temizledik.” sözleriyle,[5] YBP’nin Adalet Bakanlığı organizasyonu olduğunu ve Gülen Hareketi’ne karşı faaliyet yürüttüklerini açıkça itiraf etmiştir. YBD kurucu üyesi Harun Kodalak ve Yargıtay üyesi Abdullah Yaman, YBP’nin Adalet Bakanlığı koordinesinde “Gülen Cemaati’ne karşı” kurulduğunu açıklamışlardır.[6] Yine YBP sözcüsü Abbas Özden, HSYK seçimleri öncesi verdiği röportajda, “kendilerinin paralel yapıyla mücadele etmek için oluşturulmuş bir birlik olduğunu” ifade etmiştir.[7]

Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı ve YBD dönem Başkanı Musa Heybet, 19.06.2017’de Erzurum’da yaptığı konuşmada, “Hâkim ve savcıların bu yapıya karşı …bir araya gelmeyi başardığını, biran önce bu yapının tasfiye edilmesine inandıklarını” söylemiştir.[8] YBD yöneticileri, YBD mensubu HSYK üyeleri ve hâkim-savcılar, bütün toplantılarında bu hususu tekrar etmişler ve “bu mücadelede devletin yanında olduklarını” belirtmişlerdir.[9]

YBD Başkanı Birol Kırmaz, 16 Kasım 2015 tarihli basın toplantısında, “HSYK’nın paralel yapı ile mücadele konusundaki çalışmalarını takip ettiklerini, ancak bu çalışmaların yeterli olmadığını, bu çalışmaların, daha etkin, verimli olması konusunda hemfikir olduklarını ve bu konunun takipçisi olduklarını” belirtmiştir.[10]  YBD dönem Başkanı Musa Heybet, 13 Eylül 2017’de AA muhabirine yaptığı açıklamada, “FETÖ sanıklarının duruşmalardaki ‘inkâr ve mağduriyet’ söylemlerine aldanmamak gerekiyor. Mağduriyet algısı ihanetin perdelenmesi için yapılmış özel çalışmadır. Tüm bunlar yargılamaları aksatmaya yöneliktir. Hâkimlerimizin bu çabaları soğukkanlı karşılayabildiklerini gözlemliyoruz. Bu çok önemlidir.” şeklindeki konuşmuştur.[11] Gülen Hareketi’ne yönelik soruşturma ve davaları yakından takip etmek ve ilgilileri Gülen Hareketi aleyhinde yönlendirmek, bu davalardaki sanık savunmalarına itiraz edip, karşı argümanla bu savunmaları boşa çıkarmaya ve bu konuda hâkimleri yönlendirmeye çalışmak, ancak taraflı (hasım) olmakla açıklanabilir ve bütün bunların, bağımsız ve tarafsız olması gereken bir yargı derneğinin amaç ve faaliyeti kapsamında olması düşünülemez.

Avrupa Yargıçlar Birliği 15 Temmuz darbe girişimi sonrasındaki kitlesel ihraçlar üzerine ihraç edilen hâkim-savcılar ve aileleri için bir insani yardım fonu oluşturmuştur.[12] Ancak YBD, bu girişimi “teröre yardım” olarak niteleyerek tepkiyle karşılamış ve Avrupa Yargıçlar Birliği yöneticilerinin hukuk ve tarih önünde sorumlu olacakları uyarısı yapmıştır.[13] YBD’nin söz konusu cevabı verdiği tarihte (Kasım 2016), ihraç edilen hâkim-savcılar hakkında “terör suçundan” kesinleşmiş bir karar yoktur, hatta henüz dava bile açılmamıştır. Bu açıklama, YBD’nin, Gülen Hareketi’ne karşı tamamen taraflı ve hasmane bir tutum sergilediğinin kanıtlarından birisidir. O kadar ki YBD, hukukun en temel ilkelerinden olan masumiyet karinesini bile görmezden gelmiştir.

“Yargının bağımsızlığının ve tarafsızlığının tam olarak sağlanması” vadeden YBD, Erdoğan’ın; “AİHM kararı bizi bağlamaz”, “İlk derece mahkemesi (AYM kararına karşı) kararında direnebilirdi”, tutuklama/tahliye konusunda “bunları bırakamayız”, “talimatlarını da verdik”; AKP’li bir vekilin “Yasama da bizde, yürütme de bizde, yargı da bizde”[14] gibi yargıya müdahale içeren sözler karşısında veya verdikleri kararlar nedeniyle hâkimlerin görev yerlerinin değiştirilmesi, açığa alınması gibi HSK kararlarına karşı hiçbir şekilde ses çıkarmayan YBD, Avrupalı kurumların “Gülen Hareketi” ismini kullanmalarından rahatsız olmuş ve buna yönelik açıklamada bulunmuştur. YBD dönem Başkanı ve İstanbul C.Başsavcıvekili Cumali Karakütük, 06 Aralık 2016’da yaptığı açıklamada, açılan iddianamelerden söz ederek (henüz yargı kararının bulunmadığını da bildiği halde), “Darbe yapmaya kalkışmış bir terörist örgütü, meşru bir yapı olarak gösterme gayretiyle ‘Gülen Hareketi’ demek suretiyle hukukun karşısında aklamak gibi bir işe soyunuyorlar.” diyerek Avrupalı kurumları suçlamıştır.[15]

Yine, bağımsızlık ve tarafsızlık şartlarını taşımaması nedeniyle Avrupalı yargı örgütlerince kabul görmeyen ve hükümet yanlısı bir örgüt olarak tanınan YBD, Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) Başkanı Murat Arslan’a, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi tarafından yargının bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğüne desteği konusundaki kalıcı hizmetleri nedeniyle Vaclav Havel İnsan Hakları ödülü verilmesini de “hakkında FETÖ üyeliğinden dava açıldığı” gerekçesiyle kınamıştır.[16]

Bütün bunlar, YBD’nin ne derece “tarafgir” bir örgüt olduğunu göstermektedir. Siyasi iktidarın “düşman” ilan ettiği Gülen Hareketi, YBD’ye göre de bir “düşman”dır ve düşman olarak muamele görmelidir; bu nedenle de insan haklarından faydalanması düşünülemez. YBD’nin Gülen Hareketi’ne yaklaşımı, nefret ve düşman hukukundan öte değildir. Düşman ceza hukukunda, “kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi”, “masumiyet karinesi”, “şüpheden sanık yararlanır ilkesi”, “savunma hakkı”, “tabii hakim ilkesi”, “yargı bağımsızlığı”, “suç ve cezanın şahsiliği” gibi hukukun temel ilkeleri askıya alınabilir. YBD’li yargı mensuplarının siyasi nitelikteki bu davalarda uygulaması da bu yönde olmuştur.

YBD facebook hesabından yaptığı 12 Ekim 2020 tarihli basın açıklamasında tüyler ürperten ifadelere yer vermiş, bir yargı örgütünden ziyade “paramiliter” bir yapılanmanın, ya da sokak çetesi ve mafya vari bir yapının tercih edebileceği bir dil kullanmıştır. Açıklamasında YBD, henüz devam eden davalar ile ilgili, davaya bakan yargı mensuplarını baskı altına alacak net ifadelerde bulunmuş, ihraç edilen ve yargılamaları devam eden yargı mensuplarını “terör unsurları” olarak niteleyip, kuruluş amaçlarının bunları “ortadan kaldırmak” olduğuna yer verilebilmiştir. Yine YBD açıklamasında, yürütmenin başında yer alan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı “önderi” olarak kabul edip, yaptıkları mücadeleyi! onun talimatı ile gerçekleştirdiklerini itiraf edebilmiştir. Kendilerini ve üyelerini “milli” kabul eden Dernek gözünde, kendilerinden olmayan yargı mensupları “hain, düşman, ajan, işbirlikçi”dir. YBD, “Yargıda birlik derneği (platformu), Fetullahcı Terör Örgütü ile mücadelede önemli görevler üstlenmiş, bu günde devam eden mücadelenin temel taşlarını, omurgasını oluşturmuştur” ibarelerine yer vermek suretiyle, 2014 yılından bu güne kadar, derneğe üye olan veya olmamakla beraber onun amaçları doğrultusunda çalışan yargı mensuplarının, Anayasa ve yasa hükümlerini hangi motivasyonla yok sayarak, düşman ceza hukuku ilkeleri doğrultusunda kararlar verdiklerinin anlaşılmasına açıklık getirmiştir.

Özetle YBD, Devleti yöneten siyasi iktidarın Gülen Hareketi’ni karşı oluşturduğu politikanın, yani “Devletin milli güvenlik siyasetinin” hizmetkârı olmuş ve bütün söylem ve eylemleriyle bunu kanıtlamıştır. Böylece YBD egemenliğindeki Türk Yargısı, siyasi iktidarın yönetiminde bir soykırım silahına dönüştürülmüştür.

Bağımsız yargı, uyuşmazlık konusuyla bir ilişkisi olmayan, taraflara karşı herhangi bir önyargısı bulunmayan ve herhangi bir tehdit altında bulunmayan üçüncü kişi konumunda olmak zorundadır. Hiçbir hâkimin, toplumda yer alan kişiler, gruplar, yasal veya yasa dışı oluşumlar hakkında doğrudan hedef alarak hasmane açıklamalar yapması ve onları mücadele edilmesi, yok edilmesi gereken kişiler olarak görmesi, ilan etmesi ve bu amaçla birlik oluşturması söz konusu olamaz. Aksi halde o hâkimin, genelde topluma karşı ve özelde de düşman gördüğü kesime karşı tarafsızlığından söz edilemez.

Oysa YBD üyeleri, “paralel yapı” iddialarına karşı, ilk andan itibaren uyuşmazlığın bir tarafı olarak yer almış, iktidar ile birlikte hareket etmiş, uyuşmazlığın diğer tarafı olan Gülen Hareketi’ne karşı ön yargıdan da öte ihsas-ı reye varan görüşler ileri sürmek ve hatta daha da ileri giderek “Gülen Hareketi ile mücadele edeceklerini” ilan etmek suretiyle tarafsız olmadıklarını açıkça göstermişlerdir. YBD’yi “yargı örgütü” olarak gösteren tek olgu, üyelerinin “yargı mensubu” sıfatı/kimliği taşımalarıdır. Bağımsızlık ve tarafsızlık şartlarını taşamamasının yanı sıra, tarafgirlik, nefret ve düşman hukuku anlayışından kurtulamayan YBD’nin, bağımsız ve tarafsız bir yargı örgütü olarak kabulü mümkün görülmemektedir.

 

 

[1] YBD’nin HSYK seçimini kazanmasına çok sevinen ve “Yargının altın çağını yaşadığını” söyleyen Ergenekon Davası sanıklarından Vatan Partisi lideri Doğu Perinçek, benzer şekilde; “Hukuk siyasetin köpeğidir.” demişti.

[2] Anayasa’nın 118. maddesindeki tabirle “Milli Güvenlik Siyaseti”, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Milli Güvenlik Kurulunca belirlenir ve tavsiye olarak Cumhurbaşkanına (16 Nisan 2017 tarihli referandumla yapılan değişiklik öncesinde Bakanlar Kurulu’na) bildirilir. MGK kararları, kamuoyunda “Kırmızı Kitap” olarak bilinen ve “Gizli Anayasa” olarak da tabir edilen, mahiyetini TBMM üyelerinin dahi bilmediği gizli bir belge olan “Milli Güvenlik Siyaset Belgesi”ne kaydedilir. Bu kararlar Cumhurbaşkanı tarafından değerlendirilir ve gerekli karar ve tedbirler alınır.

[3] http://www.aksam.com.tr/siyaset/paralel-yargiya-karsi-tutuklamalar-surecek/haber-404841

http://www.habererk.com/siyaset/erdogandan-u-donusu/15294

[4] Çok sayıda örnekten bkz: https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/yargida-cemaate-karsi-yeni-ittifak-64117

https://m.star.com.tr/guncel/paralel-isyani-yargida-birlik-platformu-getirdi-haber-873991/

https://www.yenisafak.com/gundem/hsykda-paralel-rahatsizligi-641658

https://www.milliyet.com.tr/gundem/hsyk-seciminde-gozler-cemaatte-1915720

http://www.cnnturk.com/turkiye/hâkim-ve-savcilar-iftarda-bulustu-devletin-yanindayiz

[5]https://odatv.com/amp/aleviler-alinmiyordu-09101920.html?__twitter_impression=true

[6] YBD kurucu üyesi ve dönemin Ankara C.Başsavcısı Harun Kodalak ve Dönemin Adalet Bakanlığı Müsteşarı Birol Erdem’in YBP’nin nasıl kurulduğuna ilişkin beyanları için bkz: Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin İlk Derece Mahkemesi sıfatıyla verdiği 2019/11 E, 2021/5 K. Sayılı kararı.

https://www.sozcu.com.tr/2019/gundem/adalet-bakanligi-eski-mustesari-birol-erdeme-fetoden-dava-acildi-5344176/

Abdullah Yaman’ın “Tanıklık Etmek” başlıklı yazısına dair bkz: http://www.karar.com/yazarlar/elif-cakir/yargi-camiasinin-vicdanini-rahatsiz-eden-gozalti-4235

[7] https://t24.com.tr/haber/yargida-birlik-cemaat-yar-savi-ele-gecirdi-bizim-listemizde-solcu-alevi-milliyetci-ve-dindarlar-var,270124

https://www.turkishnews.com/tr/content/2014/09/09/ev-imamini-hsyk-uyesi-yaptilar/

[8] https://www.haberler.com/feto-nun-yargi-icerisindeki-gucu-2014-te-kirildi-9748531-haberi/

[9] http://www.cnnturk.com/turkiye/hâkim-ve-savcilar-iftarda-bulustu-devletin-yanindayiz

http://aa.com.tr/tr/turkiye/baska-yerden-talimat-alanlarin-bu-ulkeye-verecek-hicbir-seyi-yok/589828

http://adaletgundemi.net/haber/4252/adalet-bakanligi-mustesar-yardimcisi-heybet-hakim-/

http://adaletgundemi.net/haber/4437/yargida-birlik-dernegi-baskani-birol-kirmaz-terorl/

https://www.haberturk.com/yerel-haberler/haber/8518024-yargida-birlik-derneginin-nusaybin-ziyareti

[10] https://www.haberler.com/yargida-birlik-dernegi-basin-toplantisi-7881445-haberi/

[11] https://www.aa.com.tr/tr/15-temmuz-darbe-girisimi/magduriyet-algisi-ihanetin-perdelenmesi-icin-ozel-calismadir/908987

[12] https://www.sabah.com.tr/avrupa/2016/11/7/fetocuhain

[13] https://www.sabah.com.tr/avrupa/2016/11/16/fetocu-hâkimlere-yardim-suctur

http://adaletgundemi.net/haber/5379/yargida-birlik-dernegi-basin-aciklamasi/

http://www.haberturk.com/yerel-haberler/haber/10069858-ybdden-uluslararasi-yargiclar-birligine-tepki

[14] http://www.hurriyet.com.tr/galip-ensarioglu-agzimdan-kacirmadim-40083231

[15] http://aa.com.tr/tr/turkiye/yargida-birlik-dernegi-baskani-karakutuk-fetoyu-aklamak-gibi-bir-ise-soyunuyorlar/700048

[16] https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/yargida-birlik-dernegi-akpmnin-feto-sanigina-odul-vermesini-kinadi/934103

KİRLİ POLİTİKALARIN HİZMETKÂRI OLARAK YARGIDA BİRLİK DERNEĞİ yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/kirli-politikalarin-hizmetkari-olarak-yargida-birlik-dernegi/feed/ 0
SOYKIRIM ÖRGÜTLENMESİNİN YARGI AYAĞI: YARGIDA BİRLİK DERNEĞİ (YBD) https://hukukpenceresi.com/soykirim-orgutlenmesinin-yargi-ayagi-yargida-birlik-dernegi-ybd/ https://hukukpenceresi.com/soykirim-orgutlenmesinin-yargi-ayagi-yargida-birlik-dernegi-ybd/#respond Sat, 19 Mar 2022 22:50:11 +0000 https://hukukpenceresi.com/soykirim-orgutlenmesinin-yargi-ayagi-yargida-birlik-dernegi-ybd/ Yargıda Birlik Derneği (YBD) kimler tarafından, hangi koşullarda ve hangi amaçlarla kuruldu? Tarihin kaydettiği en büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarının yapıldığı 17 ve 25 Aralık 2013 tarihleri Türk yargı tarihinde bir dönüm noktası oldu. AKP iktidarının yargıya yönelik müdahaleleriyle yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığı ortadan kaldırıldı ve bağımsız yargı yerini “Emre amade bir yargı”ya, başka […]

SOYKIRIM ÖRGÜTLENMESİNİN YARGI AYAĞI: YARGIDA BİRLİK DERNEĞİ (YBD) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>

Yargıda Birlik Derneği (YBD) kimler tarafından, hangi koşullarda ve hangi amaçlarla kuruldu?

Tarihin kaydettiği en büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarının yapıldığı 17 ve 25 Aralık 2013 tarihleri Türk yargı tarihinde bir dönüm noktası oldu. AKP iktidarının yargıya yönelik müdahaleleriyle yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığı ortadan kaldırıldı ve bağımsız yargı yerini “Emre amade bir yargı”ya, başka deyişle “Erdoğan Yargısı”na bıraktı.

Bazı bakanların ve bakan çocuklarının adının da karıştığı 17-25 Aralık operasyonlarını Hükümete yönelik bir “darbe” olarak niteleyen siyasi iktidar, bu operasyonlardan Gülen Hareketi’ni sorumlu tuttu ve açık bir şekilde “düşman” ilan etti. O tarihlerde Başbakan olan ve Ağustos 2014’te yapılan seçimlerde Cumhurbaşkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan, Gülen Hareketi’ni bitirmek amaç ve hedefiyle başlattıkları süreci “istiklal mücadelesi” olarak ilan etti[1] ve Gülen Hareketi mensuplarının “A’dan Z’ye bedel ödeyeceklerini”[2], onlardan “hesap soracaklarını”[3] ve Gülen Hareketi’ne mensup olanların “Devletin varlığını kabul edeceklerini veya yok olacaklarını”[4] söyledi. Böylece Gülen Hareketi’ne yönelik “hesap sorma, bedel ödetme/cezalandırma ve yok etme”; kısaca “soykırım” süreci iktidardaki AKP eliyle başlatılmış oldu.

Soykırımın[5] ilk aşaması olarak kabul edilen ve 17-25 Aralık’ın hemen ardından “paralel yapı” söylemleriyle başlatılan “Sınıflandırma” aşamasını takiben, Erdoğan, bir taraftan Gülen Hareketi’ni toplum nezdinde ötekileştirmeye ve düşmanlaştırmaya çalışırken (soykırımın Simgeleme ve Dehümanizasyon aşamaları), diğer taraftan da soykırımın “Örgütlenme” aşamasında en önemli görevi üstlenecek olan yargıyı hedef aldı. Erdoğan, yargı mensuplarını aynı yönde etkilemeye, tahakkümü altına almaya çalıştı ve ilan ettiği “istiklal mücadelesinde” yargının Gülen Hareketi’ne karşı kendi safında yer almasını istedi.[6] Erdoğan’ın bu çağrıları karşılıksız kalmadı. Bir kısım yargı mensubu, Hükümetin girişimleri ve desteğiyle “Yargıda Birlik Platformu” (YBP) adı altında örgütlenerek, Hükümete “Hâkim ve savcılar olarak devletimizin yanındayız” mesajı verdiler ve kurdukları bu platformla “Gülen Hareketi’ne yönelik mücadelede” siyasi iktidarın yanında yer aldıklarını ilan ettiler.[7]

17-25 Aralık operasyonları sonrasında itaatkâr ve kendisine bağlı bir yargı oluşturmak isteyen siyasi iktidar, bu hedefe ulaşmak için ilk önce, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nu (HSYK) yeniden yapılandırma yoluna gitti. Bu amaçla, 27.02.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6524 sayılı Yasa ile HSYK Kanunu’nda bazı değişiklikler yapıldı ve HSYK’nın tüm idari kadroları değiştirildi. Yeni personel Adalet Bakanı tarafından atandı ve böylece HSYK’nın idari kadroları, daha o günden ‘yürütme ile uyumlu’ hale getirildi. Ancak bu değişiklikler siyasi iktidar için yeterli olmadı. Tamamen kendisine bağlı bir Kurul oluşturmak isteyen siyasi iktidar HSYK üyelerinin belirleneceği 12 Ekim 2014’te yapılacak olan HSYK seçimlerini hedef aldı. Öyle ki, siyasi iktidar, bu seçimi Cumhurbaşkanlığı seçimleri kadar önemli görüyordu. Hatta AKP’li Mahir Ünal, Yalçın Akdoğan ve Numan Kurtulmuş, YBP’nin seçimleri kaybetmesi halinde devletin müdahale edeceğini ve seçim sonucunu tanımayacaklarını açıklamıştı.[8] Böylece iktidarın girişim ve desteğiyle bir araya getirilen yargı mensuplarının oluşturduğu Yargıda Birlik Platformu vasıtasıyla HSYK seçimlerine müdahale edildi.

Yargıda Birlik Platformu, seçim çalışmalarında iktidarın tüm olanaklarından faydalandı. Toplantılar Adalet Bakanlığı koordinesinde, Müsteşar Kenan İpek ve Müsteşar Yardımcıları Selahaddin Menteş ve Basri Bağcı gibi aynı zamanda YBD kurucu üyesi de olan isimler vasıtasıyla yürütüldü. Toplantılara çağrı yapılırken “devletini ve milletini seven yargı mensupları” vurgusu yapılarak, YBP’de yer almayanlar veya destek vermeyenler, vatan ve millet düşmanlığı ile itham edilmek suretiyle yargı mensupları üzerinde psikolojik baskı kuruldu. Ücretsiz toplantı odaları ve ulaşım ayarlandı,[9] hâkimlere toplantılara katılmaları telkin edildi, hâkimlerin e-mail adresleri ve telefon numaralarına erişim sağlandı, maaş zammı ve YBP’nin kazanması halinde disiplin soruşturmalarının düşürüleceği vaat edildi. YBP adaylarına bu imkânlar sağlanırken, YARSAV gibi diğer derneklerin seçim çalışması yapmaları engellendi, bu derneklerin başkanlarının kendi görev yerlerinden ayrılmaları yasaklanarak toplantı yapmalarına imkân verilmedi.[10]

Nihayetinde 12 Ekim 2014’te yapılan HSYK seçimlerinde, adli ve idari yargıdaki hâkim-savcılar tarafından seçilecek olan toplam 10 üyelikten 8’ini YBP adayları kazandı. Böylece, dört üyesi Cumhurbaşkanı tarafından atanan, bir üyesi yürütmenin kontrolündeki Adalet Akademisi’nden seçilen, Adalet Bakanı ve Müsteşarın da doğal üye olduğu HSYK, bu seçimlerle birlikte tamamen iktidardaki AKP’nin kontrolüne geçmiş oldu.

Soykırım suçu, örgütlü bir suçtur ve genellikle devlet tarafından organize edilir. Platform olarak faaliyete başlayan ve 27 Mart 2015’te tüzel kişiliğe kavuşan Yargıda Birik Derneği, AKP Hükümetinin, yargıyı ele geçirmek, yönetmek ve yargıyı kullanarak 17-25 Aralık 2013’ten sonra “paralel yapı” adıyla düşman ilan ettiği Gülen Hareketi’ni “A’dan Z’ye yok etmek” amacıyla kurduğu yargıdaki örgütlü yapının adıdır.

Her ne kadar YBD, “amaç ve misyon” olarak, adalet hizmetleri ve yargının sorunlarına ilişkin birtakım açıklamalarda bulunmuş[11] ise de YBD’nin temel amaç ve hedefi, “Gülen Hareketi ile mücadele” olmuştur. Gerek Adalet Bakanı[12] ve Bakanlık bürokratları, gerekse YBD temsilcileri ve YBD üyesi HS(Y)K mensupları, platform olarak harekete geçtikleri ilk andan itibaren siyasi iktidarla aynı söylem ve eylem birliği içerisinde oldular, amaçlarının, iktidarın ortaya attığı “paralel yapı” ile mücadele olduğunu açıkladılar ve Gülen Hareketi’ni kendileri için de hasım kabul ettiler. Bu kişilerin konuya ilişkin tüm açıklamaları ve faaliyetleri, YBD’nin siyasi iktidar tarafından organize edilip desteklendiğini, YBD’ye bağlı hâkim-savcıların bağımsız hareket etmediklerini, iktidarın yürüttüğü “paralel yapı ile mücadele” kapsamında iktidar ile birlikte çalıştıklarını, bu konuda “devletin/hükümetin yanında” olduklarını, YBD çatısı altında bir araya gelmelerindeki amacın ve birinci önceliklerinin de bu olduğunu kanıtlar niteliktedir.[13] Amaçları “mücadele” olan, toplumun bir kesimine karşı iktidar ile birlikte savaş açan hâkim-savcıların “bağımsız ve tarafsız” hareket ettiklerinden, bundan da öte hâkim-savcı niteliklerine haiz olduklarından söz edilemez.

Yargı teşkilatına egemen olan YBD üyesi yargı mensuplarının, yürütme ile söylem ve eylem birliği içerisinde hareket etmelerinin bir sonucu olarak, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı, kuvvetler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü ilkeleri ciddi bir şekilde zarar gördü, Türk Yargısı günden güne itibar kaybına uğradı. Türk Yargısı, amaçları toplumun bir kesimi ile mücadele olan ve yürütmenin güdümünde hareket eden YBD’nin tahakkümü altına alındı.

Örgütlenme hakkı Anayasal bir haktır ve bu anlamda hiçbir örgütlenme kınanamaz. Ancak bağımsız ve tarafsız olması gereken yargı mensuplarınca oluşturulan bu tablonun yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı bakımından açıklanabilir hiçbir yönü bulunmamaktadır.

[1] http://www.hurriyet.com.tr/gundem/25887710.asp

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/26203995.asp

[2] http://www.sabah.com.tr/gundem/2015/04/28/bedelini-odeyecekler

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/28850256.asp

[3] http://www.hurriyet.com.tr/gundem/26047983.asp

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/26397831.asp

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/28862429.asp

[4] http://www.hurriyet.com.tr/gundem/28862429.asp

[5] Soykırım Gözlem Örgütü (Genocide Watch) Başkanı Gregory Stanton’ın 1996 tarihli “Soykırımın 8 Aşaması” isimli raporunda soykırımların 8 aşamada gerçekleştiği ifade edilmiştir.  Bu 8 aşama şu şekilde sıralanmıştır: Sınıflandırma, Simgeleme, Dehümanizasyon, Örgütlenme, Kutuplaşma, Hazırlık, İmha ve İnkâr. https://web.archive.org/web/20070611171335/http://www.genocidewatch.org/8stages.htm

[6] http://www.hurriyet.com.tr/gundem/26203995.asp

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/26224388.asp

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/26397831.asp

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/27778539.asp

[7] http://www.cnnturk.com/turkiye/hâkim-ve-savcilar-iftarda-bulustu-devletin-yanindayiz

[8] https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/akp-demokrasisi-kazanirsak-mesru-kaybedersek-gayrimesru-123637    https://www.diken.com.tr/akpde-hsyk-mizikciligi-basladi-sonuclari-begenmezsek-gayrimesru-sayar/

https://www.diken.com.tr/yasama-yargi-yurutme-hepsinin-ustunde-milli-irade/

[9] Örneğin, İstanbul Başsavcılığı, YBP’nin 31.08.2014’te Ankara’da yapacağı aday tanıtım toplantısı için İstanbul’dan otobüs kaldırmıştır. https://www.diken.com.tr/istanbul-bassavciligi-hsyk-secimlerinde-tarafini-secti-hukumetin-destekledigi-ybp-icin-arac-tuttu/

[10] Regnard, Christophe (Kasım, 2016), “Türkiye: Hukuk Devletinin Sonu”, Cilt V, Sayı 11, s.16–22, Türkiye Politika ve Araştırma Merkezi (Research Turkey), Londra: Research Turkey (http://researchturkey.org/?p=13021&lang=tr )

[11] https://yargidabirlik.org.tr/ybd-hakkinda/misyon-ve-vizyon

[12] Örneğin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, “Yargıda Birlik’i biz kamuoyunun yakından tanıdığı birçok hâkim ve savcıyla birlikte kurduk. FETÖ’yü yargıdan temizledik.” diyerek,  YBP’nin iktidar tarafından kurulduğunu ve Gülen Hareketi’ne karşı faaliyet yürüttüklerini açıkça itiraf etmiştir. https://odatv.com/amp/aleviler-alinmiyordu-09101920.html?__twitter_impression=true

Yine, YBP Sözcüsü ve kurucu üyesi Abbas Özden verdiği röportajda “Bu yapıyla da mücadele edilmesi gerektiğine inandık. Buna karşı birlikte hareket edebilmek çok önemli.” diyerek YBP’nin “Gülen Hareketi’yle mücadele etmek” için oluşturulmuş bir birlik olduğunu ifade etmiştir. YBD’li yetkililerin ve YBD üyesi hakim-savcıların benzer nitelikte çok sayıda açıklamaları mevcuttur. https://t24.com.tr/haber/yargida-birlik-cemaat-yar-savi-ele-gecirdi-bizim-listemizde-solcu-alevi-milliyetci-ve-dindarlar-var,270124

[13] Çok sayıda örnekten bkz: https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/yargida-cemaate-karsi-yeni-ittifak-64117

https://m.star.com.tr/guncel/paralel-isyani-yargida-birlik-platformu-getirdi-haber-873991/

https://www.yenisafak.com/gundem/hsykda-paralel-rahatsizligi-641658

https://www.milliyet.com.tr/gundem/hsyk-seciminde-gozler-cemaatte-1915720

http://www.cnnturk.com/turkiye/hâkim-ve-savcilar-iftarda-bulustu-devletin-yanindayiz

YBD kurucu üyesi ve dönemin Ankara C.Başsavcısı Harun Kodalak ve Dönemin Adalet Bakanlığı Müsteşarı Birol Erdem’in YBP’nin nasıl kurulduğuna ilişkin beyanları için bkz: Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin İlk Derece Mahkemesi sıfatıyla verdiği 2019/11 E, 2021/5 K. Sayılı kararı.

 

SOYKIRIM ÖRGÜTLENMESİNİN YARGI AYAĞI: YARGIDA BİRLİK DERNEĞİ (YBD) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/soykirim-orgutlenmesinin-yargi-ayagi-yargida-birlik-dernegi-ybd/feed/ 0
What Is The Difference Between Justice Unity Association and Ku Klux Klan https://hukukpenceresi.com/what-is-the-difference-between-justice-unity-association-and-ku-klux-klan-2/ https://hukukpenceresi.com/what-is-the-difference-between-justice-unity-association-and-ku-klux-klan-2/#respond Mon, 24 Jan 2022 19:07:22 +0000 https://hukukpenceresi.com/what-is-the-difference-between-justice-unity-association-and-ku-klux-klan-2/ Justice Unity Platform/Association (YBP/YBD) is the “Ku Klux Klan” (KKK) organization of this age. The KKK organization, which was founded in the United States in the 19th century on “anti-Black people”, resurrected 150 years later in our country under the name of YBD, under the name of “Anti-Gülen Movement”. YBD is much more powerful and […]

What Is The Difference Between Justice Unity Association and Ku Klux Klan yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Justice Unity Platform/Association (YBP/YBD) is the “Ku Klux Klan” (KKK) organization of this age. The KKK organization, which was founded in the United States in the 19th century on “anti-Black people”, resurrected 150 years later in our country under the name of YBD, under the name of “Anti-Gülen Movement”.

YBD is much more powerful and dangerous than the KKK because it acts under the control of the government and uses the judicial power. Everyone who took an active role in the establishment and activities of this structure has clearly confessed this.

The Minister of Justice at the time, Bekir Bozdağ, openly admitted that the YBP was founded by the government and that they were carrying out activities against the Gülen Movement.

Former Ankara Chief Prosecutor Harun Kodalak, in his statement in the 9th CD of the Court of Cassation, declared that YBP was established under the coordination of the Ministry of Justice. Abdullah Yaman, a member of the Supreme Court of Appeals, who attended the first meetings at this stage, wrote in his social media account that:

They laid the foundations of the first serious fight against “the Community” with the Movement for Unity in the Judiciary, which started with the meetings organized by Kenan İpek, the Undersecretary of the Ministry of Justice.

YBP, which started its activities with secret meetings under the coordination of the Ministry, held its first meeting with broad participation on 19.4.2014 in Konya. The meeting, attended by nearly 300 judges and prosecutors and it was covered in the press with the title “New alliance against the community in the judiciary”.

The founding members of YBP, Deputy Undersecretaries of the Ministry of Justice (now the both are the members of the Constitutional Court) Selahaddin Menteş and Basri Bağcı, and many bureaucrats from the HSYK, which was reshaped with the intervention of the government after 17-25 December, also attended the meeting.

Pro-government newspapers covered the meeting with the headline “Rebellion to parallel structure brought by the Unity in the Judiciary Platform”; and announced it as “The Judges and prosecutors who have Alevi sensitivity and are known for their idealist and social democrat stances came together and said ‘stop’ to the parallel structure.

The meetings continued on the following dates. No one was invited to these meetings, except for those who were identified by the filing methods as “members of the judiciary who love their state and nation” (Harun Kodalak’s statement in the 9th CD of the Supreme Court is also in this direction).

Thus, those who did not take part in the YBP and did not support were accused of hostility towards the homeland and nation, and pressure was put on judges and prosecutors by appealing to their national feelings. It was said that the only solution was YBP, saying “the gravity of the situation”, “we are aware of the danger”, “it is a national issue”.

YBP representatives also met with then Prime Minister Ahmet Davutoğlu (3.9.2014) in addition to ministry bureaucrats. YBP spokesperson Abbas Özden announced after the meeting that “the parallel structure within the state was evaluated at the meeting”.

In the negotiations, the government made many promises that could be realized by law, such as salary increase and registry amnesty to YBP members. Minister Bozdag announced the draft law on such matters on 9 September 2014 and emphasized the “Fight  against parallel structure” and pointed to the YBP for the election to be held on 12 October.

YBP Spokesperson Abbas Özden said in an interview, “We believed that this structure should also be dealth with. It is very important to be able to act together against this structure.” By this he confessed that the YBP was a union formed to fight the Gülen Movement.

Ozden, when  he was  asked what would happen if they lost the election, he said, “No state can allow such a structure, we want it to be resolved through democratic means.” He replied as such, implying that “if we do not win the elections, the state will do what is necessary”.

In a statement 18 days later, AKP member Mahir Ünal clarified Abbas Özden’s words by saying that if the government-backed YBP loses in the HSYK elections, they will not recognize the result. As you can see, the government and the YBP were in a unity of discourse/action.

The government provided all kinds of support to the YBP. The arrangements such as salary increase and registry amnesty promised by the YBP in agreement with the government were carried out throught the laws enacted by the government. Agreement with the government, given  promises and their realization are clear evidences of the  Government-YBP relationship.

Emin Pazarcı, the columnist of the newspaper Aksam stated that “the first national unity against the Gülen Movement took place in the Ministry of Justice, and its nationalists, conservatives, leftists, social democrats, Alevis and Sunnis came together under the name of YBP years ago”.

Dilek Güngör the columnist of Sabah newspaper wrote that conservatives, social democrats and nationalists united and established YBP “to clean up” the Gülen Movement. Other pro-government journalists have many similar articles.

In a number of massacres and murders that took place in the recent past, the enemies who killed and get killed, came together under the roof of YBP with the initiative and support of the government, in order to “fight against the Gülen Movement”.

And here is the twitter message of Kenan İpek, the Undersecretary and member of the 1st Department of the HSYK:

All these show that the common goal of the AKP government and the HSYK and judicial units, which were redesigned with the intervention of the government, is to “fight against the Gülen Movement”.

Erdoğan, after 17-25 December, in order get the judiciary on his own side  and use it against the Gülen Movement, which he openly targeted with words such as “Those who are in this organization must pay the price from A to Z.”; “They will either accept the existence of this state or they will perish”.

Made calls with words such as “How long will the judiciary remain silent about this?”, “You collapse the representatives of this parallel structure with your courage.”, “We expect support from all patriotic members of the judiciary to clear this up, we expect action.”

The members of the judiciary gathered under the umbrella of the YBP did not leave these calls unresponded and said, “As our association and all the judges and prosecutors who created our association, we stand by our state against terrorism, we stand by our security forces.”

Many evidences such as the ones explained above show that the YBP (YBD) was organized and supported by the government with the aim of “fighting the Gülen Movement, cleaning it up, making it pay, punishing and destroying it”

All these indicate that the judges and prosecutors of the YBD did not act independently, that they were working in harmony with the executive within the scope of the planned and systematic genocide carried out under the name of the “war for independence” by the government, and that they were “on the side of the state” in this regard,

It shows that this is their purpose and first priority of coming together under the roof of YBD. Those whose aim is”battle”, who wage war against a part of the society together with the government, and who call more than 1.5 million people terrorists in this context.

It would not be possible to mention about  the impartiality of the members of the judiciary, who do not observe basic human rights and freedoms and do not apply the universal laws and international court decisions to which they are bound by conventions, and moreover, that these people have the qualifications for being judges and prosecutors.

Punishing 1.5 million people for their legal and routine activities without any concrete action constituting a crime, arresting more than a hundred thousand innocent people including pregnant women, confiscating their properties, abducting people.

This biased and belligerent “Ku Klux Klan” (YBD) organization in the judiciary is primarily responsible for the persecution and genocide that led to months of torture, the suicide of Bahadırs, deaths from torture or illness in prison, and many other human right violations.

It is inevitable that the members of the judiciary, who organized under the umbrella of YBD and caused this persecution and genocide by signing unlawful decisions, will be tried in the future for crimes against humanity and genocide, together with the members of the government they work with.

What Is The Difference Between Justice Unity Association and Ku Klux Klan yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/what-is-the-difference-between-justice-unity-association-and-ku-klux-klan-2/feed/ 0
HUKUKUN “KABZ” HALİ | Hukuk Penceresi https://hukukpenceresi.com/hukukun-kabz-hali-hukuk-penceresi/ https://hukukpenceresi.com/hukukun-kabz-hali-hukuk-penceresi/#respond Mon, 26 Jul 2021 23:47:46 +0000 https://hukukpenceresi.com/hukukun-kabz-hali-hukuk-penceresi/ Literatürde ruhun melekelerinin zayıflaması ve sonrasında yok olmaya yüz tutması, iç dünyasının daralıp sahibini sıkması, kalbin sıkışması anlamlarında kullanılan kabz hali, hukukta da benzer belirtiler gösterir. İnanlar gibi, bir zihne, lisana ve eylemde bulunma istidadına sahip bulunan hukukun da “kabz” hali yaşaması mümkündür. Kabz halinde bulunan bir hukukun, kelime ve kavramları asıl mahiyetlerinden kopartılarak sönükleştirilir […]

HUKUKUN “KABZ” HALİ | Hukuk Penceresi yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>

Literatürde ruhun melekelerinin zayıflaması ve sonrasında yok olmaya yüz tutması, iç dünyasının daralıp sahibini sıkması, kalbin sıkışması anlamlarında kullanılan kabz hali, hukukta da benzer belirtiler gösterir.

İnanlar gibi, bir zihne, lisana ve eylemde bulunma istidadına sahip bulunan hukukun da “kabz” hali yaşaması mümkündür.

Kabz halinde bulunan bir hukukun, kelime ve kavramları asıl mahiyetlerinden kopartılarak sönükleştirilir ya da kapsamları daraltılır. Daha da kötüsü kimi zaman bu ibarelerin anlam merkezleri kaydırılarak, onu kullanan iktidar ve güç tarafından yanlı olarak tam tersi manasında yeniden konumlandırılır.

Kabz halindeki hukukun ruhu daralır, karşılaştığı sorunlara çözüm üretemez hale gelir; bulduğunu zannettiği cevaplar daha büyük sorunlara kaynaklık eder.

Kabz halinde bulunan hukuk kendini bağımsız ve tarafsız hissedemez. Harici ve dâhili baskı ve güdüler doğrultusunda sürekli olarak savrulur.

Kabz hali adeta hukukun kalbini durdurur, onu kadavralaştırır. Bu haliyle hukuk, onu elinde bulundurup kontrol edenlerin süfli amaçlarına hizmet eden bir “araç” haline gelir. Yeni sahipleri hukukun tümünü değil, işlerine yarayan organlarını (ya da işlev ve fonksiyonlarını) alarak, geriye kalanını çürümeye terk ederler.

Ruhu kararmış, düşünce damarları tıkanmış, kalbi baskılanmış olan bir hukukun amaç ve idealinin varlığından bahsedilemez.

Hukukunun ruhunun üzerindeki kabz halinin birçok nedeni olabilir. Kabz halinden kurtulmak isteyen, kalbini yeniden çalıştırarak vücuduna hayat bahşetmeyi amaçlayan hukukun buna neden olan baskılardan kurtularak özgürleşmesi gerekir. Bu nedenle kişilerden, ideolojilerden, kavramlardan ya da bazen kendinden kaynaklı ağırlık ve engellerden kurtulmalı, el ve ayaklarını bu prangalardan azat etmelidir.

HUKUKUN “KABZ” HALİ | Hukuk Penceresi yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/hukukun-kabz-hali-hukuk-penceresi/feed/ 0
PRAGMATİST GÖRÜNÜMLÜ OPÜRTÜNİST YARGIMIZ https://hukukpenceresi.com/pragmatist-gorunumlu-opurtunist-yargimiz/ https://hukukpenceresi.com/pragmatist-gorunumlu-opurtunist-yargimiz/#respond Wed, 21 Jul 2021 22:39:53 +0000 https://hukukpenceresi.com/pragmatist-gorunumlu-opurtunist-yargimiz/ İnsanların birbiri ile iletişim kurmasında ve anlaşmasında önemli bir araç olan dil; onu oluşturan kelime ve kavramların kirletilmesi ve bağlamları dışında kullanılması nedeniyle çatışmaların da yegâne sebeplerinden biridir. Meramını ifade etmekte güçlük çeken kişinin kullandığı dil kadar, muhatabının anlama kapasitesi de dilin çatışma sebebinin temelini oluşturabilir. Bağlamından kopartılan, yanlış anlam yüklenen kavramlar yakıcı, yıkıcı veya […]

PRAGMATİST GÖRÜNÜMLÜ OPÜRTÜNİST YARGIMIZ yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>

İnsanların birbiri ile iletişim kurmasında ve anlaşmasında önemli bir araç olan dil; onu oluşturan kelime ve kavramların kirletilmesi ve bağlamları dışında kullanılması nedeniyle çatışmaların da yegâne sebeplerinden biridir.

Meramını ifade etmekte güçlük çeken kişinin kullandığı dil kadar, muhatabının anlama kapasitesi de dilin çatışma sebebinin temelini oluşturabilir.

Bağlamından kopartılan, yanlış anlam yüklenen kavramlar yakıcı, yıkıcı veya yanıltıcı olabilir. Bu durumlara örnek olarak birçok terim gösterilebilir. Ancak ben yazımda yargı ve mensuplarının kullandığı dilin oluşturduğu mahsurlara dikkat çekmeye çalışacağım.

Pragmatizm (faydacılık) ile oportünizm (fırsatçılık) kavramları arasında benzerlikler bulunmakla beraber, mahiyetlerinde esaslı farklılıkları barındırmaktadırlar. Pragmatizmden oportünizme fark edilmeden kolaylıkla kayılması mümkündür.  Hatta gerekli özen gösterilmediğinde bu kaçınılmaz bir sondur.

Pragmatizm; yaşamın ve doğanın koşullarının zorlaması ile akıl, mantık, ahlak veya hukuk usul ve ilkeleri ışığında, bunlardan ödün vermeden yeni bir yol seçilmesi veya strateji benimsenmesi olarak anlaşılmalıdır. Her kişi ve kurum kendisini var eden veya üzerine inşa olduğu ilkelerden sapmadan, gaye edindiği hedeflere ulaşmada zamana, mekâna veya muhatabına göre farklı yorum ya da yöntemlere başvurabilir. Pragmatizm de belirleyici olan, “ana ilkelerin” sürekliliği ve “temel hedefin” devamlılığıdır. Bunlardan en az birinde yaşanacak bir kayma, öznesini oportünizmin kıyılarına sürükler. Çünkü oportünizmde genel bir prensip, daimî bir hedef yoktur. Bireysel çıkarlar bu kavramın odağını oluşturur. Bu haliyle kişi sayısınca oportünist bir tavır, yaklaşım veya yorumdan bahsedilebilir.

Pragmatizmde ilkelerden bahsetmek mümkün iken, oportünizmde kin, nefret, kıskançlık, şahsi menfaat gibi kaypak, belirsiz, denetimi zor ve kontrolsüz duygular söz konusudur.

Her oportünistin pragmatik olduğu söylenebilecekken, bunun tersi doğru değildir.

Yargı veya yargıç pragmatist olabilir mi? Olacaksa bunun yol ve yöntemi nasıl olmalıdır?

Bu ve benzeri soruların sayıları artırılabilir. Yukarıda yaptığımız kısa tespit sonrasında verilecek cevaplar yargının temel ilkelerinin ve nihai hedefinin ne olduğunun tespiti ile doğrudan ilgilidir. İlkesizlik ve hedefsizlik pragmatizme değil oportünizme yol açar. Yargının temel hedefi doğruya ulaşarak adaleti tesis etmek, bununla temel hak ve özgürlükleri güvence altına alacak kamu düzenini sağlamaktır. Bu gayesine erişmek için yargının ulusal ve uluslararası hukuk tarafından tayin ve tespit edilen usul ve ilkelere uyması gerekir. Bu iki nokta arasında yargı(ç) zamana ve şartlara uygun olarak farklı yorum ve uygulamalara başvurabilir. Hatta yargının maksadına erişmek; canlılığını koruyup kendinden beklenen ürünleri verebilmek adına böyle bir yola tevessül etmesi mecburidir. Bu amaçla yeni içtihatlar geliştirmesi, olaya özgü uygulamalarda bulunan yargı(ç)ın pragmatizminin bir gereğidir. Bu zaviyeden bakıldığında pragmatizm, yargı(ç)ın olmazsa olmaz bir özelliği, hayatiyetine can veren can damarı, beslendiği gıdasıdır.

Gaye edindiği hedefine, rehber edindiği usul ve ilkeleri ile yol alan yargı(ç)ın, amaç ve ilkelerinden her sapışı onu oportünizm bataklığına savurur. Bu savruluş sadece kendisini değil, ona bel bağlayan bir milleti ve onun üzerine inşa edilen bir sistemi (devleti) de felakete sürükler. Çoğu kez bu kötü sona bir süreç sonucunda, belirli bir zaman sonunda ulaşılır. Öyle ki, oportünist bir yargı(ç)ın eylem, söylem ve kararının cezasını, adına karar verdiği milletin çocukları ve hatta torunları çekebilir.

Oportünist bir yaklaşımı açıkça benimseyen bir yargı(ç)ın hukuksuzluğuna veya ahlaksızlığına hükmetmek kolaydır. Genellikle hukuk mekanizması bu tür marazları gidermede etkin denetim ve düzeltim araçlarına sahiptir. Ancak kendisini pragmatizmin perdesi arkasına saklayan oportünist bir yargı(ç)ın teşhisi, tespiti ve buna karşı önlem alınması zor ve hatta kimi durumlarda imkansızdır.

Oportünizmin yargı sisteminden tamamen uzaklaştırılmasına olanak yoktur. Zira öznesi ve nesnesi insan olan bir mekanizma içerisinde süjenin sübjektif özelliklerinin açık veya örtülü olarak söylem ve kararlarına sızamayacağını iddia etmek doğa kurallarına aykırı olup, zannımca bu bir tür ütopyadır. Yapılması gereken bu sızmayı asgari seviyeye çekecek metotlar geliştirmek, sızmanın tespiti halinde ise bunu en kısa zaman diliminde en az zayiatla gidermektir. Bu noktada oportünizmin yargıda yayılıp gelişmesini önleyecek olan yine yargının usul ve ilkelerinin sağlamlığı, yaygınlığı, şeffaf şekilde uygulanabilir ve denetlenebilir olmasıdır. Aksi taktirde yargı sisteminin teminatı ve taşıyıcısı olan yargıçlar, onun en büyük tehdidi haline dönüşürler.

İyi işleyen bir yargı sisteminde pragmatist olmak ne kadar makbul ise, oportünist olmak da bir o kadar hakir görülür. Böyle bir atmosferde oportünist olanların kendilerini alenileştirmesi, eylemlerini tekrarlayıp alanlarını genişletmeleri mümkün olmamalıdır. Yargı sistemi, kendi kural, kaide ve ilkelerinden örülü bir ray üzerinde yol alan tren gibidir. Oportünist olan yargıçların bu ray üzerinde kıpraşması, kısa süreli hareketlerde bulunması mümkündür; ancak, daimi ve istikrarlı bir hareketle fark edilmeksizin yol almaları olanaksızdır.

PRAGMATİST GÖRÜNÜMLÜ OPÜRTÜNİST YARGIMIZ yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/pragmatist-gorunumlu-opurtunist-yargimiz/feed/ 0
SAHTE “GİZLİ TANIK” İMALATÇISI BAŞSAVCI: ERDOĞAN BAYRAKDAR https://hukukpenceresi.com/sahte-gizli-tanik-imalatcisi-bassavci-erdogan-bayrakdar/ https://hukukpenceresi.com/sahte-gizli-tanik-imalatcisi-bassavci-erdogan-bayrakdar/#respond Wed, 14 Jul 2021 23:31:43 +0000 https://hukukpenceresi.com/sahte-gizli-tanik-imalatcisi-bassavci-erdogan-bayrakdar/ Ceza mevzuatına göre bir savcı “ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere” soruşturma başlatır. Ancak bu kural özellikle 15 Temmuz’u müteakiben başlatılan soruşturmalar açısından maalesef geçerli değil. Zira Anayasa ve yasalara uygun faaliyette bulunma, teminat altına alınan hak ve […]

SAHTE “GİZLİ TANIK” İMALATÇISI BAŞSAVCI: ERDOĞAN BAYRAKDAR yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Ceza mevzuatına göre bir savcı “ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere” soruşturma başlatır. Ancak bu kural özellikle 15 Temmuz’u müteakiben başlatılan soruşturmalar açısından maalesef geçerli değil. Zira Anayasa ve yasalara uygun faaliyette bulunma, teminat altına alınan hak ve özgürlükleri kullanma “saray” savcıları tarafından “soruşturma” konusu yapılabiliyor. Dönemin Tokat Başsavcısı Erdoğan Bayrakdar’ın mülki idare amirleri (kaymakam ve vali yardımcıları) hakkında başlattığı ve DW’nin haberine konu olan skandal olayın gerçekleştiği soruşturma bu şekilde başlatılan binlerce soruşturmadan birisi.

Habere göre Başsavcı Erdoğan Bayrakdar, Zile Kaymakamı olan Erdoğan Turan Ermiş’i (halen Çatalca Kaymakamı) 19 Temmuz 2016 tarihinde gözaltına aldırıyor. 6 günlük “hukuksuz” gözaltı sürecinden sonra Başsavcı Bayrakdar, Kaymakam Ermiş’i serbest bırakıyor. Ermiş tekrar görevinin başına dönüyor.

Başsavcı Erdoğan Bayrakdar 4 Kasım 2016 tarihinde Ermiş’i yeniden odasına çağırıyor ve kendisiyle sohbet niteliğinde bir konuşma yapıyor. Sohbet sırasında yanında Tokat Sulh Ceza Hakimi olarak görevli, delilsiz olarak yüzlerce tutuklama yapan, tutuklama sırasında sorguladığı kişileri tehdit eden veya onlara hakarette bulunan Mesut Eryılmaz’da hazır bulunuyor.

Başsavcı Bayrakdar ve Sulh Ceza Hakimi Eryılmaz Ermiş’i Tehdit Ediyor

Başsavcı Bayrakdar ve hakim Mesut Eryılmaz, kaymakam Ermiş’i gayri resmi olarak sohbet yapıyormuş havasında “sorguya” çekiyorlar. Bu illegal “sorgu” sırasında Ermiş’e 28 kaymakam ve vali yardımcısı hakkında sorular soruluyor ve kendisinden bir kısım bilgiler alınıyor. Ermiş muhtemelen, “yeniden tutuklanma” baskısı ve tehdidi altında kendi kanaatlerini veya duyduğu kimi “dedikoduları” engizisyon Başsavcısı ve hakimine iletiyor; ya da Bayrakdar’ın kendisinden doğrulamasını “dikte” ettiği bazı bilgileri onaylıyor veya onaylamak zorunda kalıyor.

Başsavcı Bayrakdar Sanal “Gizli Tanık” Oluşturuyor

Başsavcı Bayrakdar sohbet esnasında hazır ettiği zabıt katibi eliyle konuşmaları tutanak haline getiriyor ve imzalayarak, başlattığı “tenkil” soruşturmasında delil! olarak kullanıyor. Bununla yetinmeyen Başsavcı Erdoğan Bayrakdar, görevini kötüye kullanıp, sahte tutanak ve belgeler düzenlemek suretiyle, kendisinden habersiz olarak kaymakam Ermiş’i gizli tanık yapıyor ve ad olarak da kendisine “Lütfi” ismini uygun buluyor.

Başsavcı Bayrakdar, Ermiş’e tanık ve gizli tanık olması konusunda teklif ve telkinde bulunuyor. Ancak Ermiş her ikisini de kabul etmiyor.

Suçsuz şekilde, insanlık dışı şartlarda 6 gün gözaltına tabi tutulan, muhtemelen Bayrakdar tarafından, bazı bilgiler vermediği taktirde aynı odada bulunan Mesut Eryılmaz tarafından tutuklanacağı şeklinde tehdide maruz kalan Ermiş’in beyanlarının ne kadar sağlıklı ve doğru olduğunu akıl ve vicdan sahibi kişilerin taktirine bırakıyorum.

Sahte Tutanak Soruşturma Dosyasına Konulup Yargılama Dosyasına Delil Olarak Sunuluyor

Erdoğan Bayrakdar sahte olarak düzenlediği belgeyi ve güya gizli tanık “Lütfi” beyanını soruşturma dosyasına delil yapıyor. Burada yer verilen isimler hakkında soruşturma başlatıp, bu bağlamda gözaltı kararı vererek, hakim Mesut Eryılmaz eliyle tutuklama kararları aldırtıyor. Tabi bunların hepsini “havuz medyası”na sızdırarak, büyük bir başarıymış gibi duyurmaktan geri kalmıyor. Zira haberden anlaşılıdığı üzere sadece bu beyan nedeniyle bir Vali yardımcısı hakkında terör örgütü üyeliği suçlaması ile Ankara Ağır Ceza Mahkemesi’ne kamu davası açılıyor. Yapılan bu “sahtecilik” olayı da bu yargılama sırasında ortaya çıkıyor. Çünkü kaymakam Erdoğan Turan Ermiş tanık olarak ağır ceza mahkemesi tarafından beyanı alınmak üzere duruşmaya çağrılıyor. Ermiş, duruşma sırasında kendisinin “Lütfi” kod adlı gizli tanık yapıldığını ve imzasının olmadığı bir tutanağın düzenlendiğini bu sırada ilk kez öğreniyor. Doğal olarak bu beyanları kabul etmiyor ve mahkeme, yargılanan masum vali yardımcısı hakkında beraat kararı vermek zorunda kalıyor.

Beraat eden vali yardımcısı hakkında davayı hangi savcının açtığını bilmiyoruz. Ancak anlaşılıyor ki, davayı açan savcı, gizli tanık “Lütfi”yi hiç dinlemiyor veya beyanlarının altında imzanın olmadığına dikkat etmiyor. Mevcut “düşman ceza hukuku” uygulamasında buna ihtayç duymadığı anlaşılıyor.

“Milliyetçi” Başsavcı Erdoğan Bayrakdar, Çete Lideri Alaaddin Çakıcıyı Koruyor

Tokat Başsavcısı iken, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile arasında yaşanan sürtüşme nedeniyle önce Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına savcı olarak atanıyor. Sonrasında araya giren “hatırlı” tanıdıkları ve Tokat’ta yaptığı soruşturma adı verilen “soykırım” ve “insanlığa karşı suç” dosyaları yoluyla sevgisini kazandığı Erdoğan ve ekibinin araya girmesiyle Temmuz 2017’de Kırıkkale Başsavcısı olarak ataması yapılarak bir tür “iadei itibar” yapılıyor.

Kırıkkale Başsavcısı olarak görev yaptığı sırada Erdoğan Bayrakdar hakkında, Kırıkkale Keskin cezaevinde hükümlü olarak bulunan suç örgütü lideri Alaaddin Çakıcı’nın aldığı usulsüz sağlık kurulu raporları, Devlet Bahçeli’nin bu kişiyi ziyaret etmesi ve başkaca skandalların medyaya yansıması nedeniyle HSK tarafından “mecburen” soruşturma açılıyor. İşlediği bu suçları nedeniyle kahraman! Başsavcı Bayrakdar, HSK tarafından Ankara adliyesine “sürgün” edilip düz savcı yapılıyor.

Tayyip Erdoğan Başsavcı Bayrakdar’a Sahip Çıkıyor

Anayasa’yı ve tüm yasal mevzuatı hiçe sayarak, 15 Temmuz sonrası başlatılan cadı avında önemli görevler yapan ve Saray rejiminin kurulması adına insanlığa karşı suç sayılabilecek sayısız soruşturmaya, işkenceye ve kötü muameleye imza atan Bayrakdar, kendisine yapılan “haksızlığı” muhtemelen Saray’a iletiyor. Erdoğan’ın da araya girmesi (daha doğrusu emir vermesi) ile Erdoğan Bayrakdar’a, HSK tarafından yeniden iade-i itibar yapılıyor ve 2020 yılında Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği görevine getiriliyor. Halen burada görev yapıyor.

Olayın diğer kahramanı! olan sulh ceza hakimi Mesut Eryılmaz (153226) ise 2017 yılında Şanlıurfa hakimliğine; 2019 yılında ise görev yeri değiştirilerek Anadolu adliyesine atanıyor.

Yapılan basit bir gazetecilik haberi ile ortaya çıkarılan sahte delil üretme, soruşturma başlatma; usulsüz ve delilsiz olarak tutuklama yapma; başsavcı ve hakim odalarında bizzat yargı mensupları eliyle insanların tehdit ve işkence ile beyan vermeye zorlama; bu usulsüz verilere dayanarak masum insanların işlerinden, özgürlüklerinden, ailelerinden mahrum bırakılması istisnai bir durum değil. 15 Temmuz sonrasındaki neredeyse tüm siyasi soruşturma ve yargılama dosyalarının içeriği bu şekilde oluşturuldu.

Bu şekilde yargısal görev yapmayı onur ve şereflerine kabul ettiren hakim ve savcılar sürekli olarak “terfi” ettirildi. Önleri açıldı. Yüksek mahkemelere üye seçildiler. Bunlara en iyi örneklerden birisi de yakın zamanda Anayasa Mahkemesi üyesi seçilen İstanbul eski Başsavcısı İrfan Fidan’dır.

Zamanı geldiğinde, imza attıkları evraklar ortaya çıktığında, olayların tarafları konuştuğunda Erdoğan Bayrakdar ve Mesut Eryılmaz ve onun gibi elverişli “yerli ve milli bürokratların” işledikleri suçların sayısı, vehameti ve sebebiyet verdiği mağduriyetler daha net anlaşılacaktır.

SAHTE “GİZLİ TANIK” İMALATÇISI BAŞSAVCI: ERDOĞAN BAYRAKDAR yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/sahte-gizli-tanik-imalatcisi-bassavci-erdogan-bayrakdar/feed/ 0
YARGININ KERBELASI https://hukukpenceresi.com/yarginin-kerbelasi/ https://hukukpenceresi.com/yarginin-kerbelasi/#respond Mon, 26 Apr 2021 12:10:01 +0000 https://hukukpenceresi.com/yarginin-kerbelasi/ Hz. Hüseyin’in Kerbelada şehit edilmesinin temelinde zulme, adaletsizliğe ve kötülüğe karşı durması; yapılan saldırılara vücudunu siper edip bu yola baş koyması yatar. Hz. Hüseyin’in Kerbeladaki duruşu, zulme karşı yapılması gerekenin ne olduğuna ve Yezid’in temsilcisi olduğu duygu ve düşüncelere dair sergilenmesi beklenen tavra dair önemli mesajlar içerir. Hz. Hüseyin, kendisinden önce ve sonra gelen; hakkı, […]

YARGININ KERBELASI yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Hz. Hüseyin’in Kerbelada şehit edilmesinin temelinde zulme, adaletsizliğe ve kötülüğe karşı durması; yapılan saldırılara vücudunu siper edip bu yola baş koyması yatar.

Hz. Hüseyin’in Kerbeladaki duruşu, zulme karşı yapılması gerekenin ne olduğuna ve Yezid’in temsilcisi olduğu duygu ve düşüncelere dair sergilenmesi beklenen tavra dair önemli mesajlar içerir. Hz. Hüseyin, kendisinden önce ve sonra gelen; hakkı, adaleti, iyiliği ve bunlar gibi güzel duyguların savunucusu olanların ruhunu temsil eder. Bu öyle bir ruhtur ki, tarih boyunca zulmün temsilcisi olan Yezidlerin korkulu rüyası ve takipçisi olagelmiştir.

Kerbelada Hz. Hüseyin’e saldıranlar, onu yok ederek kendilerini aklayacaklarını ve vicdan azaplarına son verebileceklerini zannettiler. Zira onun karşısında konumlanan her kişi ve grup doğrunun ne olduğunu biliyordu. Hakk’ın kimin yanında yer aldığını, dillendiremeseler de, vicdanlarında ve beyinlerinde duyumsuyorlardı. Korku, beklenti, menfaat gibi şeytanî duyguların esiri olan bu zavallılar, içlerini yakan bu gerçeğin gereğini yapamayacak kadar bahtsızlardı. Hz. Hüseyin’e kıymak, canını alarak şehadetine sebep olmak içlerindeki yangını söndürmedi, suçluluk duygularını dindirmedi. Vicdanlarındaki ateş daha da harlandı, caniler daha da zorbalaştılar. Son çare olarak Hz. Hüseyin’in mübarek vücudunu parçaladılar. Başını teşhir ederek, kalabalıklardan alacakları destekle teselli bulmak için acınası bir çaba içine girdiler. Hayatiyetine şeklen son verdikleri vücudun hücrelerine işlemiş hak, adalet ve doğruluk erdemlerinin, beden ile yok olacağını düşündüler. O mübarek vücudun başını keserek, halen gören gözlere ve işiten kulaklara, bu duyguların artık Yezid iktidarında olmadığını ilan ettiler. Ancak çok az kişi bunu anlayabilecek kadar nasipliydi.

Hz. Hüseyin’in kendisini, yakınlarını ve servetini koruması için yapması gereken tek şey, göstermelik dahi olsa Yezide biat etmekti. Zira nice güneşler, aylar, yıldızlar biat etmeyi veya öyle gözükmeyi tercih etmişti. Bu tercihleri ile ışıkları sönmüş, Yezidin karanlığında yok olmuşlardı. Kendileri zulmün karadeliğinde yitip gitmekle kalmamışlar, dışarıda olan yıldızların söndürülmesi içinde Yezide yardım edip ona cesaret ve olanak vermişlerdi.

Hüseynî duygu, düşünce ve değerler asırlardır varlığını devam ettiriyor. Yezidî olanlarda bu duygularla sürekli bir savaş ve rekabet halinde olarak günümüze gelmişlerdir.

Hüseyin’i var eden Yezid olmuş; her Yezid karşısında bir Hüseyin bulmuştur. Bundan dolayı hak savunucusu, adalet dağıtıcısı olma iddiasındaki her kişinin bir gün Kerbela yaşayabileceğini aklında tutması, buna karşın korkusuzca yolunda yürümeye devam etme cesaretini göstermesi gerekir.

Hz. Hüseyin’in en büyük mirasçısı hukukçulardır. Güçlülerin zayıfları ezmesini, zalimlerin zulümlerini, iktidar sahiplerinin halka baskı uygulamasını engelleyecek olanlar cesaretli, temiz vicdanlı ve ahlaklı gerçek hukukçular olacaktır.

15 Temmuz sonrasında yargımızın Hüseyinleri adeta bir Kerbela yaşadılar. İktidarı elinde bulunduran kişi ve kurumların keyfi ve hukuksuz emir ve talimatlarını, şımarık isteklerini yerine getirmeyeceğini söz ve davranışları ile beyan eden hakim ve savcılar, adeta Kerbela Meydanı’nı andıran HSK’nın koridorlarında alınan kararlarla katledildiler. Mesleki hayatlarında başarı ve çalışkanlığın timsali olmuş güzide hukukçuların görevlerine son verilmiş, bu yetmiyormuş gibi ibret-i âlem olsun diye zindanlara atılmışlardır. Hz. Hüseyin’in başı misali haksız-hukuksuz şekilde katledilen yargı mensuplarının isimleri ve resimleri medyada teşhir edilmiş, biat etmeyen kişilerin (anayasal güvence altında olsalar dahi) akıbetleri yığınlara izlettirilmiştir.

Nasıl ki Hz. Hüseyin’i katledenler onun akrabaları, arkadaşları ve dostları ise, yargı mensuplarına yapılan zulmün taşeronluğunu yapanlar da onların en yakınlarıydı. Yaptıklarının yanlışlığının farkında olarak, hukuku katlederek, cehenneme gideceklerini duruşmalarda dilleriyle zikrederek kıydılar meslektaşlarına.

Hz. Hüseyin, başını vermekle sonuçlanan yola çıkmasaydı eğer, kıyamete kadar yapılan her zulmün bir payı ona ve nesline ait olacaktı. Her mağdur; “keşke Yezid’e biat etmeseydi, o zaman bu halde olmayacaktık” diyecek ve O’na ve nesline lanet okuyacaktı. Hz. Hüseyin kendisinin ve yakınlarının hayatını kurban ederek, büyük bir vebalden ve sorumluluktan kurtardı kendisini ve neslini. Benzer şekilde, Yargının Kerbelasında şehit olan veya yaralanan her bir hukukçu, bu fedakârlığı ile hukukun ve kendisinin şeref, haysiyet ve onurunu korumuştur.

Eğer bir gün memleketimizde hak ve adalet tohumları yeniden yeşerip meyveye duracaksa, bu, katledilen hâkim, savcılar ve onlar gibi tüm masum vatan evlatlarının kan, gözyaşı ve acıları ile gübrelenip sulanan topraklarda gerçekleşecektir.

YARGININ KERBELASI yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/yarginin-kerbelasi/feed/ 0
HUKUKUN NAMUSU https://hukukpenceresi.com/hukukun-namusu/ https://hukukpenceresi.com/hukukun-namusu/#respond Sat, 13 Mar 2021 11:27:22 +0000 https://hukukpenceresi.com/hukukun-namusu/ Hukuk ile onun haysiyet ve şerefini koruma sorumluluğu hâkime aittir. Bu mesuliyetini gereği gibi yerine getirebilmesi için hâkim, hukuk tarafından yeterli ve gerekli teminatlar ve yetkilerle donatılmıştır. Belirli bir sorumluluk altında bulunan ve buna paralel yetkileri kuşanan birisinin, yükümlülüklerine uygun davranmaması haysiyetsizliktir. Hâkim yapması gerekenleri yapmama veya asgarisiyle yetinme lüksüne sahip değildir. Hukuka yapılan saldırılara […]

HUKUKUN NAMUSU yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Hukuk ile onun haysiyet ve şerefini koruma sorumluluğu hâkime aittir. Bu mesuliyetini gereği gibi yerine getirebilmesi için hâkim, hukuk tarafından yeterli ve gerekli teminatlar ve yetkilerle donatılmıştır.

Belirli bir sorumluluk altında bulunan ve buna paralel yetkileri kuşanan birisinin, yükümlülüklerine uygun davranmaması haysiyetsizliktir.

Hâkim yapması gerekenleri yapmama veya asgarisiyle yetinme lüksüne sahip değildir. Hukuka yapılan saldırılara kaynaklık etmesi düşünülemeyecek hâkimin, dış kaynaklı olan saldırıları da sinesine çekmesi tahayyül edilemez.

Hâkimin, hukuka yapılan saldırılara usulüne uygun olarak isyan etmesi yeterli olmayıp, hukukun sağladığı meşru vasıtaları kullanarak saldırıları bertaraf etmeye çalışması gerekir. Böylesi durumlarda isyan, gösterilecek tepkinin asgari seviyesi, yani insan olmanın aşağı sınırıdır. Hâkim, ortalama bir insan tepkisinin ötesine geçerek sahip olduğu yetkilerini saldırının kaynağı olan iktidar ya da güç sahibi kişi ve odaklara karşı kullanma cesaretini gösterip bunun mücadelesini vermelidir.

Hâkim, hukuka yapılan her saldırının, esasında sahip olduğu yetkilere doğrudan veya dolaylı bir hücum anlamına geldiğinin ayırdında olmalıdır.

Hukuk yoktan var edilen, bir anda oluşturulan bir mefhum değildir. O, tarihi süreç içerisinde, yorucu ve yıpratıcı mücadeleler neticesinde, beşeri ve toplumsal ihtiyaçlara çözüm üretmek üzere oluşturulmuş ilkeler bütünüdür. Onu var eden insanın kendisidir. Var edilmesindeki temel gaye, insanın ve onun oluşturduğu değer ve kurumların aşkın menfaatini koruma ve devam ettirmedir. Bu nedenledir ki hukukun amacı ve varlık nedeni, şekli olarak varlığını borçlu olduğu bireyin üzerinde bir yerde konumlanmasını lüzumlu kılar. Toplum düzeni içerisindeki konumu nedeniyle hâkim, hukukun bu üstün niteliğini özümseyerek düşünce, eylem ve söylemlerini şekillendirmelidir.

Değişen toplum ve birey ihtiyaçlarının bir gereği olarak hukuk bünyesinde, kendisine olumlu katkı sağlayarak geliştirmesi adına yoruma açık canlı kavramlar barındırır ve hakimin maharetli ellerine sunar. Yaşayan bir organizma olduğu varsayılan hukukun, zamana karşı hayatiyetini devam ettirebilmesi için süreklilik arzeden bir beslenmeye ihtiyacı vardır. Hukukun en önemli besin kaynağı hâkimin akıl ve vicdanı ile haysiyet ve onurudur. Hâkim, bu vazifesini ifa etmek için emek sarf etmeli, özen göstermelidir.

Vazifesi çerçevesinde hâkim tarafından ortaya konulan her çalışma “hukukî” olarak nitelendirilemez. Açıkça hukuka ve kanuna aykırı olan, genelin yararından ziyade kendisinin veya içerisinde bulunduğu bir grubun menfaatini önceleyen, kaynağında kişisel hırsların, düşmanlıkların veya başkaca aidiyetlerin bulunduğu, somut bir veriye dayanmayan söylem, eylem ve kararlar, kaynağı ne olursa olsun “hukukî” olarak vasıflandırılamazlar. Böylesi fillerin, hâkim veya başkalarınca hukukî oldukları kabul edilip, yasal sonuçlar doğurabilecekleri iddia edilebilir. Bu tür bir kanaat, sahibinin fantezisinden ibaret kalmaya mahkûmdur. Belirli bir zaman diliminde, bu çeşit işlem ve kararlardan menfaat beklentisi içinde olanlar, hukukî olmayan bu kararların cebri olarak hayata geçirilmesini sağlayabilirler. Ancak bir kararın şeklen uygulanması, ondan zorla sonuç elde edilmesi, zorbalığı ya da hukuksuzluğu ortadan kaldırmaz. Hukuk âleminde “yok” olmaya mahkûm olan bir kararın, bu niteliğinin o an için tespit edilmemiş olması, yok olan bir durumu “var” etmez. Bir Latin atasözünde denildiği gibi; “hukuk uyur, ancak asla ölmez”.

Bir kişi hakkında cezaî bir soruşturma başlatılabilmesi için somut bilgi ve bulgulara dayalı bir “şüphenin” bulunması gerekir. Bu şüphenin derecesine bağlı olarak kişi gözaltına alınabilir, tutuklanabilir veya hakkında başkaca tedbirler uygulanabilir. Toplanan veriler mahkûmiyete yeterli kabul edildiği takdirde kamu davası açılarak bu kişinin yargılanması sağlanabilir. Hukuken kabul edilebilir tek bir delil olmamasına rağmen, iktidarı kullanan kişi ve grupların menfaatleri ve istekleri doğrultusunda talimatla soruşturma başlatılıp çeşitli tedbirlere başvurulması yapılanları “hukukî” kılmaz. Yargı sistemindeki kişi ve kurumlarca ortaya konulan böylesi davranışların, kimi güç ve iktidar gruplarının şımarıklıklarını, keyfiliklerini, yolsuzluklarını, daha geniş ifadeyle hukuksuzluklarını gizleyen bir tür “perde” olduğu söylenebilir. Böylesi bir gösteriye isteyerek katılan, buna sessiz kalan, bunu sineye çeken hâkimlerin “hukukçu” oldukları iddiası, hukuka ve gerçek hukuk adamlarına en büyük hakarettir.  “Sirk soytarısı” olmayı hak eden böylesi kişilerin, yargı sahnesinde yer alması mümkün olmamalıdır.

“Hukuk bezirgânı”, “hukuk dolandırıcısı” vb. gibi isimleri hak eden birçok kişinin, güzel ülkemin hukuk sisteminde var olduğu, içimizi acıtsa da, bir gerçektir. Hukukumuzun hak ettiği itibarını, kaybettiği “namusunu” tekrar elde edebilmesi, bünyesinde var olan şarlatanlardan kendisini temizlemesine ve hak edenleri istihdam etmesine bağlıdır.

HUKUKUN NAMUSU yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/hukukun-namusu/feed/ 0
YARGININ “ÜÇ HAL YASASI” https://hukukpenceresi.com/yarginin-uc-hal-yasasi-2/ https://hukukpenceresi.com/yarginin-uc-hal-yasasi-2/#respond Sun, 09 Aug 2020 09:48:30 +0000 https://hukukpenceresi.com/yarginin-uc-hal-yasasi-2/ Yargının “Üç Hal” Yasası Fransız sosyolog Augoste Comte’un bilimin gelişimini üç aşamada tamamlayacağını savunduğu görüşüne, bilimin “üç hal yasası” adı verilir. Bunlar sırasıyla teolojik, metafizik ve pozitivist safhalardır. Comte’ye göre ilk safha olan teolojik aşamada tüm olaylar tanrısal güçlerle açıklanır. Her bilim böylesi bir aşamadan geçmiştir. Metafizik evrede ise meseleler soyut güçlerle izah edilmeye başlanmıştır. […]

YARGININ “ÜÇ HAL YASASI” yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>

Yargının “Üç Hal” Yasası

Fransız sosyolog Augoste Comte’un bilimin gelişimini üç aşamada tamamlayacağını savunduğu görüşüne, bilimin “üç hal yasası” adı verilir. Bunlar sırasıyla teolojik, metafizik ve pozitivist safhalardır. Comte’ye göre ilk safha olan teolojik aşamada tüm olaylar tanrısal güçlerle açıklanır. Her bilim böylesi bir aşamadan geçmiştir. Metafizik evrede ise meseleler soyut güçlerle izah edilmeye başlanmıştır. Olaylar genel, belirsiz ve saf entelektüel izahlara dayanılarak temellendirilir ve yine bu bağlamda tespitler ve çözümler önerilir. Üçüncü ve nihai aşama olan pozitivist dönem, olayların sebep-sonuç zemininde aralarındaki ilişki ve yasalar tespit edilerek izah edilip ortaya konduğu evredir. Düşünüre göre sosyal bilimler hâlihazırda teolojik veya metafizik seviyede olup, henüz pozitivist döneme erişememişlerdir.

Comte’un bu yaklaşımından esinlenerek, yargı sistemimizi “üç hal yasası” çerçevesinde tartmak ve yargımızın hangi dönemde bulunduğuna dair değerlendirmelerde bulunmak istiyorum.

Yargı sistemleri Batı’da, 1789 Fransız Devrimi ile “teolojik dönemin” surlarını yıkmış ve “metafizik” aşamaya geçerek, eskinin temelleri üzerine, temel hak ve özgürlükleri güce ve keyfiliğe karşı güvence altına alan, tüm kurumları ile devleti bu amaç doğrultusunda organize eden, verilen yetki ile doğru orantılı şekilde sahiplerine dünyevi mesuliyet yükleyip bunun hesabını sorabilen bir hukuk külliyatı/kültürü ihdas edebilmiştir.

Hukukun “ölümlü tanrıları” olan insanlar, kelimelerle formüle edip tanımlarıyla olgunlaştırdıkları soyut kavramlarla ve istikrarlı uygulamalarıyla “metafizik” hukuku yaratmışlardır. Uluslararası hukuk metinleri, hukuk teorileri, AİHM gibi yargı birimlerince üretilen kavram ve kurumlar ile genel olarak kabul gören hukukun ilke ve usulleri hukukun geldiği seviyeyi gösteren önemli deliller ve belirtilerdir. Comte’un tasvir ve idealize ettiği şekliyle günümüz hukukunun metafizik seviyede önemli aşamalar kaydettiği, kimi “pozitivist” gereklilikleri karşıladığı iddia edilebilirse de, “pozitivist” döneme tamamen eriştiği söylenemez. Mahiyeti itibariyle hukuk biliminin “pozitivist” seviyeye ulaşması mümkün olmayan bir idealdir.

Türk hukuk öğreti ve uygulaması şeklen “pozitivist” seviyeyi çoktan aşmış görünmekle beraber, fiilen “teolojik” aşamaya dahi erişememiş, keyfiliğin hüküm sürdüğü, güce göre şekillenen, kişi ve gruplara göre algılanış ve uygulaması tamamen değişen, “anarşik” bir hal arzetmektedir.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde, temel dayanaklarını şeri hukukta bulan, tali kısımlarını ise örfi hukuk ile tamamlayan yargı sistemimiz, son iki asırda yapılan inkılap ve devrimlerle, daha iyisinin yapılacağı öngörüsü ya da bahanesiyle, önce “ilahi” kökenlerinden koparılarak laikleştirilip “dünyevileştirilmiş”, daha sonrasında iktidarı elde eden her grup kendi ideolojisine göre yargıya şekil ve yön verme gayretine girmiş, bunu yaparken herhangi bir ayrım yapmaksızın geçmişe dair yargının bütün teamüllerini, içtihatlarını ve kavramlarını ya yıkmış, ya fiilen uygulamamış veya içlerini tamamen boşaltarak etkisizleştirmiştir. Yapılan bu yıkım hukuk adamlarının gözü önünde, onlardan destek alarak, onların meşrulaştırıcı fikirleri eşliğinde ve çoğu kez bizatihi hukukçular eliyle yapılmıştır. Bu imha hareketleri, zamanın sivil toplum örgütleri tarafından adeta bir bayram havası eşliğinde alkışlanıp kutsanmış, yaşanan bu şölen havası yazılı, görsel veya sesli medya organları eliyle tüm hanelere yaygınlaştırılmış ve onlarla paylaşılmıştır.

Yargımız, bilimlerin ve dolaylı olarak insanların “ilkel dönemlerini” anımsatır tarzda “kaotik” bir seviyeyi tecrübe etmektedir. Son iki yüzyıldır yaptığı hamlelerle Türk yargısı zamanda ileriye değil, insanlık tarihinin başlangıç noktasına, yani geriye doğru üzücü ve telafisi zor bir mesafe almıştır. Uygulayıcılarının söz ve eylemlerinde, mahkeme kararlarında, akademisyenlerinin demagojiden ileri gitmeyen fikirlerinde vücut bulup görünür hale gelen “hukuk seviyesi” içler acısıdır.

Hâlihazırdaki hukukumuzun temelinde ne “tanrı” kaynaklı vahiyler ve ne de akla, mantığa ve vicdana dayalı “insani” ilkeler vardır. Temellerinde kin, düşmanlık, nefret, öç alma gibi “ilkel” hırslar yatmaktadır. Bu duyguların egemen olduğu bir ortamda haktan, hukuktan ve adaletten bahsedilemez. Yargımızın ve temsilcilerinin yegâne amacı hayatta kalmak, kendileri dışındaki her şeye ve değere husumet beslemek, içindekileri ile birlikte tüm dünyayı sahiplenmek ve kendilerine hizmetkâr kılmaktır. Bir bütün olarak yargı sistemi ile hukuki kural ve kaideler böylesi bir hedefe ulaşmak için kullanılan adiyattan “araçlar” seviyesine indirgenmiştir.

Hukukun teolojik dönemi kaynağında tek bir “tanrı” vardı. Semavi dinlerin tanrısı ortaktı ve kaynakları temel konularda benzer vahiylere dayanmaktaydı. Bu aşamayı tecrübe eden yargı sistemimizin de kaynakları bir seviyede öngörülebilir idi. Yargımız sahip olduğu bu aşamayı dahi yitireli çok oldu. Yargımızın güncel yaşamında, siyasiler ve onların temsil ettiği ideolojiler sayısınca “tanrıları” var artık. Her tanrının “vahiyleri” birbirine zıt ve düşman.

Nevzuhur yerli ve milli yargı sistemimiz, iktidarda bulunan ideolojinin etkisiyle “muhafazakâr” refleksler sergilemektedir. Meri mevzuatı uygular gözüken günümüz hâkimleri kararlarını, benliklerinin derinliklerinde gizli “İslamî” ilkeler ile uyumlu şekilde verme yarışındalar. Laik hukuk sistemi içerisinde “şeri hukuka” hayat verme gayreti içerisinde bulunan “becerikli hukukçularımız”, yürürlükte bulunan kanun maddelerinin kendi “ideolojik” menfaatlerine ters düşen kısımlarını gözardı etmekte bir sakınca görmeyip maslahata uygun bir yol izleyerek takiyye yapmaktadırlar.

Bu haliyle yargımız “metafizik hukuk” görünümlü, bünyesinde zaman zaman “teolojik” hukuku var etmeye çalışan, ikisi arasında geliş-gidişler yaşayan, ancak bunu “ilahi” bir gaye adına değil, “beşeri” hırslar uğruna icra eden, çift karakterli, hakiki kişiliği ve karakteri olmayan, anlık gelişmelerin girdabında sürekli sağa-sola savrulan, takip ettiği bir çizgisi ve geçmişten getirdiği zihni birikimi bulunmayan, sahtekâr ve riyakâr bir şahsiyeti andırmaktadır.

Yargımızın “pozitivist” aşamaya gelebilmesi için, teolojik ve metafizik aşamaları tecrübe etmesine gerek yoktur; yazılı mevzuatında yer verdiği, uluslararası antlaşmalarla taahhüt altına girdiği, hukuk doktrininde tekrarlanan, insanlığın ortak mirası olan ilke ve usulleri hayata geçirmeyi kendine amaç edinmesi, bu hedefe ulaşmaya azmetmesi ve bunun için istikrarlı şekilde yürümesi yeterlidir. Bu gayeyi hedef edinen hukuk işçileri, şahsi, ideolojik, inançsal ya da grupsal tüm önceliklerini adliye dışında bırakmalı, tüm hırslarından kendilerini soyutlamaya söz verip bu uğurda gayret göstermelidir.

YARGININ “ÜÇ HAL YASASI” yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/yarginin-uc-hal-yasasi-2/feed/ 0