- ANASAYFA
- No Comment
YERLİ VE MİLLİ HUKUK: ADALETİN KAYBI
Hukuk kavramı, tarih boyunca gelişen ve toplumların adalet arayışını yansıtan bir olgudur. Dünyada adalet kavramı, hukukun temelini oluşturur. Hukuken, kelime oyunları veya hukuksal boşluklarla cezadan kurtulabilirsiniz, ancak adalet kaçınılacak bir şey değildir. Ahiret inancına sahip olanlar için mahşeri vicdan, inancını dinden almayanlar içinse içsel bir vicdansızlık ile karşılığını er ya da geç bulur.
Bizim neslimiz hatırlar, ortaokul yıllarında Tarih dersine “Milli Tarih”, Coğrafya dersine “Milli Coğrafya” adı verilirdi. Milli Eğitim’in ‘Milli’ kavramını kullanması normal karşılanabilir, ancak dünyanın çoğu yerinde bilimlere milli demekle milli olunmaz. Tarihi incelerken kendi devletinin dışındaki dünyayı görmeden bilim yapılamaz; bu, Fizik’in milli olmasından farksızdır. Yerçekiminin milli olması ne kadar saçma ise bu da öyledir. Hukuk evrenseldir ve milli hukuk diyerek cinayetler örtbas edilemez. İnsanlığın ilk gününden beri cinayet nasıl suçsa ve devletler gelip geçse de bunun suç olma özelliği (savaş vs diyenlerde bile olmayacak olan kurallar. Ki savaşın bile hukuku vardır. Hapiste kadın ve bebeklerden, yaşlılardan, boynu kesilen gariban erlerden, işkencelerden ne anlarsanız)
21. yy da bile hala ilkel kabile döneminde bile olmayan kendi kuralını bile kendi çiğneyen ve buna da çok ortak bulan bir modern(!) ülkeden bahsediyoruz ne yazık ki.
Yalçınkaya Davası ve Adaletin Yitimi
Yakın zamanda aslında şaşırmamamız gereken bir şey oldu. Kayseri Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen ve taraf olduğumuz en üst merci olan AİHM’in kararına rağmen Yalçınkaya Davası olarak bilinen davada alınan karar, Türkiye’de oluşan olayları bilenler için sürpriz olmadı.
Adına “Yerli ve Milli Hukuk” denen saçmalık, sadece büyük Adalet Sarayları yapmakla olmadığını, toplumun hukukun adaletli olduğuna inancının olmadığını, mafyaların, yolsuzluk yapanların onca delil ve belgeye rağmen kısa zamanda serbest bırakılmasından anlamışsınızdır. Hukuk insanlarının adının karıştığı olaylar artık münferit olaylar olmaktan çıktı. Kamuoyuna yansıyan çok azı bile ne kadar büyük bir şeneat olduğunu görebilirsiniz.
Her ayyuka çıkan skandaldan sonra muhatapların ‘Bu bir kumpas, falanların yaptığı’ deyip yerli ve milliyiz diye yapılıyor’ saçmalığı bana Edvard’ın ‘Milliyetçilik sahtekarların son çıkış yeridir’ sözünün doğruluğunu bir kez daha gösterdi.
Hukukun Siyasallaşması ve Toplumsal Çürüme
Bir mahkeme, AİHM kararını hiçe sayabilecek kadar gözü döndü ya da işin gerçeği gözü döndürüldü. Türkiye’de hukukun ya da hukukçuların kanun ve yasalar yerine başka mahfillerin, anlık isteklerinin kanun sayıldığı ve uygulandığının onlarca örneğini biliyorsunuz. Kendi koydukları kanunlara bile uyamayıp bir de burası bir kabile devleti değil diyen utanmazlar, anayasa, kanunlar, kurallar ve ahlakta yeri olmayacak şekilde hukuksuz ve adaletsizce verilen kararlar içinde hak arayanların emsal davası olan Karakaya davası, dünyanın her yerinde bu hukuk adalet değil diyen ehli vicdan, ehli adil, ehli hukuk insanların kişiye değil ama ülkeye dair yanan son umut kıvılcımını da söndürdü.
Böylece evrensel hukuk, yerli ve milli hukuka mağlup oldu. Türkiye’nin kendi kanunlarının dahi üstünde olarak kabul ettiği, altına imza attığı uluslararası kararlar, mahkeme yoluyla yok sayıldı. AİHM kararını yok sayan yargı, kendi anayasasını tanımadı. Yargıtay’ın Anayasa Mahkemesi’ni takmayıp suç duyurusu yapma tehdidi gibi, herkesi bağlayan AYM kararlarını takmayan alt mahkemelerin güvendiği şey aslında ‘siz kapıyı kırın biz sonra bunu suç olmaktan çıkarırız’ ya da ‘Siz yapın hukuk arkadan gelir’ diyerek hukuksuzluğun fitilini ateşleyenler ile başladı.
Toplumsal Adaletin Kaybı
‘Kanunsuz suç ve ceza olmaz’ ilkesini ve diğer hak ihlalini tespit eden AİHM dışında bir sürü kurum, kuruluş ve evrensel insan hakkı örgütünü şaşırtacak karara galiba şaşırmayan yine bizler olduk. Zira ‘Yargının siyasallaşması’nın acı meyveleri zamanla tüm toplumu içinden çıkılmaz bir girdaba sürüklediğini defalarca bağıran bizler bu hakikati görüyorduk ama bu kararı alanlar da bunun farkındadır. Ancak cübbelerine taktırılan düğmeler maalesef o düğmeyi takanların hem baskısı hem lütufları ile yaşamayı kendine zul saymayanlar hala mevcut. Böyle kararları alanlar kısa zamanda rütbe alıp üst mahkemelere atanması da gözünü adaletin yerine gelmesi yerine koltuklara hapsetmişler için normaldir.
Siyaset, Balkan Harbi’nde ordu içine girdi ve biz İstanbul’dan önce ve fazla bizim olan toprakları sırayla kaybettik. Toprak kaybı belki en basit kayıptır. Ama siyasetin girdiği ordu ve siyasallaşmış yargının neticesi Türk insanı, milleti belki de devleti ruhunu kaybetmiştir. Toprak, maddi kayıp belki zamanla aşılabilen kayıplardır; oysa ruhunu, adalet duygusunu kaybetmiş toplumlarda oluşan yozlaşma telafisi imkansız dertlere sebebiyet verir.
İnsaf duygusu kaybı ile artık toplumda adalete güven kalmamış ve herkes kendi adaletini sağlamak için birbirine saldıran, çoluk çocuk demeden en ahlaksız şeyleri yapan, dini değerleri kullanıp dini de hukuk gibi yozlaştıran bir yapıdadır. Kazara hapse düşse bile en büyük suçları işlese de 1 2 ay veya seneye çıkacağını bilir. Ne yazık ki gerçek suçlular denen mafya düzeninin elemanları, müebbet suç işleyenler bile elini kolunu sallayıp biraz baskı biraz rüşvet ile salıverilmektedir. Hapis borsası kuranlar da cabası. Gerçek müebbet alan sadece masumlar değil adalet duygusudur ve bu çıkmaz devam etmektedir.
Sonuç olarak Türkiye, ruhunu ve adalet duygusunu kaybetmiştir bu karar ile. Mahkeme tekrar kurulur, hükümetler gelir geçer, insanların adı gelir geçer ama toplumsal çürüme artık kaçınılmaz bir yaradır. Bir savaşı kaybetmiş olan Barbaros’un düşmana dediği gibi ‘siz bizim sakalımızı kestiniz, sakal elbet çıkar; oysa biz sizin kolunuzu kestik, kol geri çıkmaz’. Şu an Türk hukuk adalet sisteminin kolu kesilmiştir.