- ANASAYFA
- No Comment
Yanlı(ş) Tarih Okumaları
Taraflı tarih, bir tarihçinin sahiplendiği fikirleri, eğilimleri bilinçli bir şekilde tarihe dayatması, başka bir ifadeyle tarihi verileri bu düşünce ışığında yeniden harmanlaması yani gerçekte olmayan bir tarih inşa etmesidir.
Günümüz yanlışlarının başında gelenlerden biri de tarihi, bugün üzerinden değerlendirmektir.
Bir devletin, ırkın veya mezhebin bugünkü hali üzerinden o devletin, ırkın ve mezhebin tarihi değerlendiriliyor. Veya bir dinin, tarikatın ve cemaatin bugünkü bağlıları üzerinden o din, tarikat ve cemaat değerlendiriliyor.
Çağımızda olgularla kurguların birbirine karıştığını, hatta kurgulara gerçeklikten daha fazla önem verildiğini söyleyebiliriz. Çünkü ekonomiden sanata her alanda olduğu gibi tarihte de her geçen gün gerçeklikle olan bağımız kopuyor.
Sonuçta insanların algıyı gerçek olarak kabul ettiği bir çağda yaşıyoruz. Algıyı gerçek olarak kabul eden bir insanın gözünde bir şey onun algısına göre gerçekse o şey ona göre gerçektir; gerçekte gerçek olmasa dahi!
Bugünün insafsız pozisyonları üzerinden geliştirilen günübirlik değişken siyasi hava, adeta her şeyimizi (dinî, sosyolojik, psikolojik ve tarihsel yorum ve hafızamızı) teslim aldı.
Bugün üzerinden geçmişi yorumluyoruz. Oysa tarihin resmi tanımında olayları ve durumları objektif (tarafsız) bir gözle değerlendirmek esastır. Tarihi olaylara o günün değer yargılarıyla bakmak daha objektif bir sonuç ortaya çıkaracaktır. Ama bu demek değildir ki tarihi değerlendirmek için o günün yargıları tek belirleyici olsun. Bugünün bakışı o günün yargıları ile daha nesnel olana ulaşılır. Örneğin “Hitler döneminde o günün yargılarında diktatörlük normaldi, insan kıyımı hatta toplu kıyımlar o günün devlet ve toplumunda sıradan idi” gibi bir tarih okuması yanlış olacaktır. Bu yüzden o günün anlayışını değerlendirmemizde bir köşeye koyarken bugünkü insanlığın geldiği düşünsel gelişimi de geri plana atamayız.
Bugün üzerinden tarihsel okumalar yapınca da, bugün düşman bellediğimizin tarihini sadece yanlışları üzerinden değerlendiriyoruz. Yanlışlar üzerinden bir ırkı, mezhebi ve tarihlerini toptan silebiliyoruz.
Bu, İslami bir yaklaşım olmadığı gibi insani bir yaklaşım da değildir. İslam bizden her konuda adil olmamızı ister ve bekler. Adalet, bugün düşman bildiklerimizin, tarihlerini; doğruları ve yanlışları, faydaları ve zararları ile olduğu gibi ortaya koymayı gerektirir.
Bugün ırkçılık ve mezhepçilik üzerine oluşmuş olan düşmanlıklar, tarihi yorumlamada koca koca insanları bahsettiğim insafsızlığa ve acımasızlığa sürükleyebiliyor.
Türk tarihine bakarsak belki de en karmaşık ve bilinmez olan uzak tarihimiz değil en yakın tarihimizdir. Cumhuriyetin kuruluş aşaması ve sonra yapılanlar kimine göre kahramanlık kimine göre ihanettir. Yani ortası yoktur. Tarafların bu kadar keskin kanaatlere sahip olması da tarihin ayrı bir cilvesi. Bu ikilikli tarihe farklı renkler ve düşünceler, zenginliğimizdir anlayışı ile bakamayız. Çünkü bu bir düşünceden ziyade pozitif bilimleri de yok saymaktır, değiştirmektir. Örneğin sabah önce uyananın darbe ile başa geçtiği ülkelerde dün suç sayılan bir fiil sonraki gün özgürlük kabul edilebilir diğer gün yine hainlik ile cezalandırılabilir. Darbe yapana göre, suyun kaldırma kuvveti değişmeyeceği gibi tarihin salt gerçekleri de değişmemelidir. Siz bu gerçeklerin içinde sebepler ve sonuçlarla farklı okumalar anlamalar çıkarabilirsiniz ama gerçek olan değişmez. Yani 19 Mayıs’ta M. Kemal’in Samsun’a gittiği gerçeğini değiştiremezsiniz. Ama bunun getirdiği olay ve arka plan hakkında yorumlar yapma hakkınız vardır.
Tarihe farklı bakmanın veya olayları kendimizce farklı okumanın ne zararı var, derseniz tarihin birbirinin devamı yani birinin diğerine etkisi ile bugünlere gelindiğini belirtmek isterim. Demokratik düzen bile tarihin içinde belirli merhaleler ile ortaya çıkmıştır. Krallık-Sultanlık dönemi yani Saltanat Dönemi, sonunda Meşruti çalışmalar, daha sonrası Saltanat yerini alan Saltanat olmayan Diktatörlük dönemi ile Tek Partili ya da kontrollü Muhalefetin olduğu danışıklı demokrasi donemi ve nihayetinde halkın bilinçlenmesi ile oluşabilecek Demokrasi dönemi. Bu gelişim ve değişimi dünyada değişik kereler gördük.
Libya’da Kral İdris’i deviren Subaylar ve Diktatör Kaddafi dönemi, Mısır’da Krallığın devrilip Baas tarzında tek adam askeri dönemi, aynı şekilde Ortadoğu’nun değişik yerlerinde belki de çoğu yerinde (Suriye’den İran’a) bu değişimleri görmek mümkün. Aynı durum Türkiye’de de yaşandı. Osmanlı hanedanı bitti yerine saltanatsız askeri diktatöryal tek adam devri başladı. Bu toplumsal ve yönetimsel dönüşümün halkta makes bulması da bir evrimin gerekliliği şeklinde oldu. Önce zorla yapılan toplumsal değişim, sonraları yeni taktik olarak toplumu değişik merhalelerle hazırlama, kıvama getirme şeklinde kendini gösterdi. Popülist sinema, gazete, film ile tarih ve gerçekler toplumda farklı algılanmaya ve iktidarın istediği yöne gitmeye başladı. Türkiye de 27 Mayıs sonrası güçlü Sol, 12 Eylül’e doğru Güçlü sağa evrilirken 12 Eylül sonrası Liberalizm, 90 larda ise önce totalizm (derin devletçilik) sonra Muhafazakar toplum oluşturuldu. Ve bunlar toplumda bilinçli şekilde oynanarak yapıldı. Siyasal İslam ile sözde Milliyetçiliğin etkisi ile oluşturulan Yeni İttihatçılığın şuan topluma empoze ediliyor. Bununla birbirine normalde zıt olan Abdülhamid -İttihatçılık (Erdoğanizm ile siyasi milliyetçi) ile harmanlanmış bir toplum yani zıt (omurgasız) bir halk oluşturulmaya çalışılmaktadır.
Tarihe bakışta, algının gerçek olarak kabul edilmesinde araç işlevi görmesinde modern devlet aygıtı hiç de masum değildir. Toplumu etkilemek için bilinçli bir şekilde neoOsmanlıcılık ile yapılan ve güncel siyasi gelişmeleri tarih havuzuna serpiştirip toplumu yönlendirme sevdası ülkemizde maalesef son 10 yılda hız kesmeden devam etmektedir. Bu minvalde milyonlarca Dolar harcayan (halkın vergisinden alıp) TRT de yapılan sözde tarihi dizileri örnek gösterebiliriz. Belki de bunun en tipik ya da uç örnek diyebileceğimiz Abdülhamid dizisidir. Tamamen kurgusal olan ama tarihte olmayan bir Osmanlı ve Abdülhamid ortaya konup onun üzerinden topluma Erdoğan ve popülizm yüklenmektedir. Abdülhamid‘in denge politikasını çevirip Erdoğan’ın yaptığı zikzaklı dış -iç siyasete kılıf ve referans yapmak da ancak İletişim Başkanlığının yerli Göbel’inin aklına gelebilir idi.
Bu konuda yıllardır en önemli başucu kitabı diyebileceğimiz George Orwell’ in distopik romanı 1984 de anlattığı gibi, devlet, toplumu etkilemek ve değiştirmek için sürekli bir çalışma halindedir. Bu yolda tarihi sürekli değiştirir. Yaptığı yanlış politikaları, iç- dış, düşman- dost algılarını, savaşları hep günceller. Tarihle oynamak için arşiv bakanlığı bile kurmuştur. (Bkn. Mısır’da Sisi ile olan dönüşümüne ya da İsrail’e en fazla ticaret hacmi yapan ve bunu savaşta da sürdüren anlayışın içteki popülist laflarına)
Kitleler, “hakikat ”ten çok algılarına güvendikleri için propagandanın onlar üzerindeki etkisi güçlüdür.
“Yalanı bir yaşam tarzı” haline getiren iktidar, ilkesel olarak yalan üzerine kuruludur. Böylesi yönetimlerde gerçekler, genel biçimde ve sürekli olarak reddedilirken bütün yalanların gerçek kabul edilebilir
Denetlenip değiştirilen yalnızca şimdi değil, aynı zamanda geçmiştir de.
Geçmiş kayıtların, arşivlerin yani tarihin şimdinin söylemiyle tutarsızlığa düşmesi durumunda değiştirilmesi gereken arşivlerdir. Tüm geçmiş liderin söylemini doğrulayacak şekilde yeniden düzenlenir. Toplum hazır olsun diye o haftaki dizilerde filmlerde, köşe yazılarında bu değişen tarih gerçekten olmuş gibi yayımlanır.
Bu durum geçmişe dönük sürekli bir değiştirme işlemini gerekli kılar. Sürekli değiştirme işlemi yalnızca gazeteler için değil, arşiv niteliği taşıyan, kitaplar, süreli yayınlar, broşürler, posterler, kitapçıklar, filmler, ses bantları, karikatürler, fotoğraflar, siyasal ya da ideolojik bakımdan önem taşıyabilecek her türlü kitap ve belge için geçerlidir.
Geçmiş, günü gününe, neredeyse dakikası dakikasına güncellenir. Böylelikle Liderin tüm öngörülerinin ne kadar doğru olduğu belgeleriyle kanıtlanmış olur.
Sonuçta tarih her zaman birden fazla perspektife sahiptir ve bakış açısı yorumlara tabiidir. Ama gerçekler ile bu denli bilinçli oynamak yalan bir gelecek ortaya çıkarmaktadır. Zemini çürük bir gökdelen gibi yanlış temeldedir. Temel güçlü diye diye çıkılan katlar çoğaldıkça riske girilen hayatlar o denli çoğalır.
Tarih, toplumların kimliklerini şekillendiren ve geleceğe yön veren bir pusuladır; ancak bu pusulanın taraflı ellerde manipüle edilmesi, gerçeklerin saptırılması ve toplumsal hafızanın çarpıtılması, bireylerin ve toplumların kendi geçmişleriyle sağlıklı bir ilişki kurmalarını engelleyerek, gelecek nesiller üzerinde silinmez yanılgılar bırakabilir.