- ANASAYFA
- 2 Comments
ÜÇ TELLİ BİR KEMANCI ve DİRENEN KHK’LILAR!
Dünyaca ünlü keman sanatçısı Itzhak Perlman’ın 18 Kasım 1995 tarihinde New York’taki Lincoln Center’daki Avery Fisher Salonu’ndaki sıra dışı konserinden bahsetmek istiyorum size… Orada yaşananların günümüzde yaşananlara ışık tutan bir tarafı var çünkü!
…
Peki, kimdir bu Itzhak Perlman?
31 Ağustos 1945, Tel Aviv doğumlu İsrailli-Amerikalı kemancı ve de orkestra şefi Itzhak ki 20. ve 21. yüzyılın en üstün kemancılarından biri olarak görülmektedir. Halen de eşiyle birlikte New York’ta yaşamaktadır.
Filmler için müzikler yapmış bir sanatçı olarak Perlman’ı biz en çok, bol Oscar ödüllü en iyi film müziği ile akademi ödülünü kazanmış olan Schindler’s List (Schindler’in Listesi) filminin müziklerinden hatırlıyoruz.
**
İşte bu meşhur sanatçı Perlman’ın konser vermek üzere sahneye çıkması bile başlı başına bir iş ve de başarıdır.
Neden mi?
Çünkü, çocukluk yıllarında çocuk felcine yakalanmış olan Perlman’ın her iki bacağında da destekleyici aletler vardır ve ancak kol değneği yardımıyla yürüyebilmektedir. Onu sahne üzerinde her defasında sadece bir adım atabilmek suretiyle acı içinde ve yavaş yavaş yürürken görmek, unutulmayacak bir görüntüdür.
…
İşte bu efsanevi sanatçı her seferinde ağrılar içinde sahneye çıkmaktaydı..
Sandalyesine oturur, yavaşça koltuk değneklerini yere koyar, bacaklarındaki aletlerin klipslerini açar, bir ayağını geriye iter, ötekini öne uzatır. Daha sonra yere eğilerek kemanını alır, çenesinin altına koyar, orkestra şefine başıyla işaret verir ve çalmaya başlar.
Bir ritüel haline gelmiş olan bu hareketlerine de izleyicileri alışmışlardır… Ve onlar Perlman, sahnenin bir ucundan sandalyesine doğru ilerlerken sessizce otururlar, bacaklarındaki klipsleri açarken inanılmaz bir sessizlikle bekler ve de o çalmaya hazır olana dek hiç ses çıkarmazlar.
**
New York’taki Lincoln Center’daki Avery Fisher Salonu’ndaki konserde de benzer durumlar yaşanmıştı… Bize bunları aktaran ise Jack Riemer isimli bir yazar… Houston Chronicle’da yayınlanmış makalesinde Riemer, “O gün, o konserde bir şeyler ters gitmişti” diye söze başlıyordu.
O makaleden öğreniyoruz ki Perlman, daha ilk birkaç satırı çalmışken kemanın tellerinden bir tanesi kopuvermişti. Telin kopma sesini herkes duyabilmişti, zira salonun her bir ucuna tabancadan fırlayan kurşun gibi gitmişti o ses… O sesin ne anlama geldiği konusunda yanılmak imkânsızdı. (Ve bunun akabinde ne yapılması gerektiği konusunda da…)
O gece orada olan insanların büyük bir kısmı belki de kendi kendilerine şöyle düşünmüşlerdi:
“Perlman’ın şimdi yeniden ayağa kalkması, aletleri yeniden takması, koltuk değneklerini alması, yavaş yavaş sahne arkasına gitmesi… Ve de orada ya yeni bir keman bulması ya da yeni bir tel bulup takması gerekecek!”
…
Ama o öyle yapmadı. Bunun yerine bir dakika kadar bekledi, gözlerini kapadı ve sonra şefe yeniden başlaması için işaret verdi. Orkestra başladı ve o kaldığı yerden devam etti. Ve daha evvel hiç görülmemiş bir tutku, güç ve saflıkla çaldı.
Elbette herkes bilmektedir ki senfonik bir eseri sadece 3 telle çalmak imkânsızdır; bunu ben de bilirim, sen de bilirsin, herkes bilir…
Ama o gece Itzhak Perlman bilmeyi reddetmişti. O, parçayı kafasında yeniden modüle etmiş, adeta yeniden bestelemişti… Kemanının telleri neredeyse yeniden tonlamışçasına, daha evvel hiç vermediği sesleri çıkarmaktaydı…
…
Bitirdiğinde, salonu olağanüstü bir sessizlik kapladı. Ve akabinde seyirciler ayağa kalktı ve tezahürata başladılar. Oditoryumun her yanından inanılmaz bir alkış patladı. Herkes ayaktaydı; bağırıyor, ıslık çalıyor, alkışlıyor, yaptığını ne kadar takdir ettiklerini, beğendiklerini anlatan türlü türlü hareketler yapıyordu dinleyiciler!
Gülümsedi, yüzünden akan terleri sildi, yayını kaldırarak dinleyicileri susturdu ve böbürlenen değil ama sessiz, güçlü, dingin bir tonla şöyle dedi Perlman:
“Bilirsiniz, bazen de sanatçının görevidir; elinde kalanlarla ne kadar daha müzik yapabileceğini bulmak…”
…
Ne kadar güçlü ve ne de çok anlamlar barındıran, çağrışımlar yapan bir cümle!..
Belki de bu bir yaşam tarzıdır, – sadece sanatçılar için değil, hepimiz için.
Burada; tüm yaşamını bir kemanın 4 teli ile müzik yapmak üstüne kuran ve birden bire, bir konserin ortasında kendini sadece 3 tel ile bulan bir adamın hikayesi var.
Evet, ömrü 4 telle müzik yapmakla geçse de beklenmedik bir şekilde 3 tel ile müzik yapması icap etmiş ve de sadece 3 telle yaptığı müziği, daha evvel 4 telle yaptıklarından daha unutulmaz bir konser vermiş bir sanatçının ilham veren öyküsü!
**
O günkü yaşananları değerlendiren akademisyen- yazar Rabbi Wayne Dosick şöyle diyordu:
“O zaman belki de bizim görevimiz, yaşadığımız bu sallantılı, hızla değişen, ürkütücü dünyada kendi müziğimizi yapmaktır; önce elimizde olan her şeyle ve daha sonra bu artık imkansız olduğunda, sadece elimizde kalanlarla…”
**
Azimle devam etme, her şeye rağmen yılmama, engellerden bile bambaşka güzellikler çıkarabilme sadece dünyaca ünlü keman sanatçısı Itzhak Perlman’a has bir özellik midir..?
Çok örnekleri var tarihte; kadim Yunanistan’da da gördüğümüz gibi…
Meşhur felsefecilerden -aynı zamanda büyük bir ihtimal muvahhit ve inançlı bir insan olan- Epiktetos’un başından geçenlerden buna çok güzel bir misal!
Epiktetos bir kaza neticesinde bacağı kırılıyor ve herhalde kesilme mecburiyetinde kalıyor. (Evet, o da bacaklarından yana muzdarip birisi!)
Çok ciddi üzülüyor başta, “Bundan sonra bu vazifelerimi nasıl yapacağım, tek ayakla nasıl koşacağım?” diye hayıflanıyor da…
Sonra, tarihe geçen şöyle bir muhakeme yapıyor:
“Bana bu dünya sahnesinde bu rolü veren Rabbimdir, bugüne kadar iki bacaklı bir rol vermişti, bugün tiyatrodaki bu rolümü değiştiriyor ve bana tek bacakla oynanması gereken bir rol veriyor, bunu tevdi edene karşı çıkamam ki!..
Demek, bu rolü uygun görmüş, iki bacaklı rolü verince iyiydi de, rolümü tek bacaklıya değiştirince niye kötü olsun?! Bana düşen şimdi bu rolüme tek bacaklı olarak devam etmek ve ‘rolümü beğenmedim, oynamıyorum’ demeden kaderimin bu yeni rolünü en iyi şekilde oynamaktır.”
Dediği gibi de yapıyor ve de tarihe silinmez harflerle yazılıyor ismi, sözleri, hayatı…
Yunan stoacı felsefenin kurucularından kabul edilen ve de MS. 55 ila 135 yılları arasında yaşamış olan bu filozofun gerçek ismini bilmiyoruz. Ama ‘Epiktetos’ kelimesinin Yunancada ne anlama geldiğini biliyoruz: “Kazanılmış, elde edilmiş.”
Bu kazanma da işte böyle bir kaybetme ile başlamıştı!
**
Tarihin iki ayrı kesitinden aynı mana!
Bu misaller insanlık için bazı hakikatlerin hiç değişmediğini de gösteriyor.
Lakin hayat ve tarih bir devridaimden ibaret. Günümüz Türkiyesinde de benzer hadiseler yaşanmakta. (Bu yaşamaların yansımaları ki yurtdışına bile taşmakta!)
…
Bizler de hayatımızda böyle benzer handikaplarla karşılaşıp duruyoruz; tam her şey yolunda derken bir anda elimizdeki enstrümanların boşa çıktığını görüyoruz…
Bazen bir KHK ile, bazen bir başka kriz haliyle…
Sonra kendimizi bambaşka yerlerde ve ortamlarda da bulabiliyoruz.
Böyle durumlarda, “Ben bu şartlar altında kendimi gerçekleştiremem, öyleyse salayım gitsin!” diyebiliriz belki de… ve belki de bir kısmımız sahiden de böyle yapıp geçmişizdir. Bizler, o kimseleri tanımıyoruz. (Kendisini olumsuzluklara salıp gitmişleri kimseler de hatırlamayacak zaten ileride.)
Ama görüyoruz ki bazıları bunun tam tersini yapıyorlar. Ellerinden bazı imkanlar alınsa da, kader onun kemanından en hayati telini koparsa bile pes etmeyen, duruma göre kendisini güncelleyen, geliştiren kimseler de var. Onların, hayatlarıyla icra ettikleri o muhteşem melodileri hemen her gün duymaya ve hayata yeniden bir ümitle bakmaya başladık.
Kemanında kaç tel kalırsa kalsın hayat konserine aşkla devam eden ve insanlara direnmenin destanını yazanlara burdan selam olsun!
Ramazan F. GÜZEL (İhraç bir hakim.)
2 Comments
[…] ÜÇ TELLİ BİR KEMANCI ve DİRENEN KHK’LILAR! yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı. […]
[…] ÜÇ TELLİ BİR KEMANCI ve DİRENEN KHK’LILAR! yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı. […]