- ANASAYFA
- No Comment
TÜRKİYE’NİN RUHUNU KAYBETMESİ: BİR TOPLUMSAL ÇÜRÜME HİKAYESİ
Anadolu insanı, tarih boyunca irfanı, gelenekleri, misafirperverliği ve düşmana karşı bile merhamet ve adaletiyle tanınmıştır. Ancak, son yüzyılın etkisiyle veya başka sebeplerden dolayı Türk insanı, yani Türkiye halkı, ruhunu kaybetmiştir. 19. ve 20. Yüzyıllar, bireyler ve toplumlar için hızlı ve farklı değişimlerin yaşandığı bir arayışlar devri olarak nitelendirilebilir. Savaştan çıkan toplumlarda gelişen ahlak, insan hakları ve demokrasi gibi evrensel kavramlar, bazı toplumlarda bilimsel, ekonomik ve fikri gelişime yol açarken, bazı toplumlarda ise bu gelişim, coğrafi konum, karakteristik özellikler veya yanlış taklit edilen kültürlerin etkisiyle daha da bozulmuştur.
Osmanlı’nın adaletini ve savaşta bile dürüstlüğünü örnek alarak, ordunun yabancı diyarların bağından geçerken bağa dokunmadığını, sadece bir üzüm alıp yerine altın bıraktığını okurduk. Ancak günümüzde, kurnazlık olarak adlandırabileceğimiz haksızlık ve hukuksuzluklar, bu tür hikayeleri ütopik masallara dönüştürmüştür.
Ahlaklı olmanın, adaletin, adilliğin, yardımseverliğin aşılandığı ama toplumun bir çoğunun aslında bunun tam tersi olduğu başka bir toplum yapısı görmek son derece zordur. İkircikli belki münafık bakış denen bu duruma basit örnek, taksiye binersiniz 3 lira para üstü bekleyince ne bekliyorsun derler, esnaftan bir şey alacak olursunuz sizi kazıklamak için 40 takla atar (büyük ve küçük çoğu böyle), hakkını ararsın, kurallara uyarsın hemen enayi yerine konulursun, azıcık kibar olduğunuz anda insanlar üzerinizde üstünlük kurmaya çalışır. İrfan toplumu denilen toplum, bu hale neden ve nasıl gelmiş durumdadır? En muhafazakar geçinen ve LGBT’ye en karşı yayınları ile bilinen bir televizyon kanalının sert savunucusunun eşcinsel videoları olması bile ikircikli bakışı gösterir. Toplumda her kavramı savunanlar kendi hayatları bunun tam zıttı ile görüntüdeler. Bunu her alandan her meslekte görebilirsiniz.
Osmanlı’nın çöküşünde ne kaybettik diye sorsak, çoğu kişi toprak kaybettik der. Oysa bu soruyu entelektüel aydınlara sorsanız, cevap “ruhumuzu kaybettik” olacaktır. Toprak belki de en basitidir.
Yakın zamanda bir hocanın enfes tespitiyle, toplumsal çürümenin etkisi görülmektedir. Ekonomi ve kapital her zaman kendini toparlar; sorun ekonomi değil, Türk insanının karakterini, anlayışını, adalet ve acıma duygusunu kaybetmiş olmasıdır. Toplumsal çürüme ile karşı karşıyayız. Dinin temiz kalmayıp siyaset içinde kullanılarak bir silah ve yozlaşmış bir figür haline gelmesi de acı bir gerçektir. Bu yüzden, doğu insanının özellikleri giderek Ortadoğu ülkesi olmaya (sosyal ve siyasal olarak) tam gaz giden ve toplumun bireysel değil toplu olarak karardığı, adalete, kanunlara ve kurallara uymadığı, uymanın yerini Vandalizm’in aldığı, zaten uyanın daha da mağdur edildiği bir toplum haline gelinmiştir. Yönetim ve siyasi iradeyi suçlasak da, bu toplumdan bu olur ya da bu siyasetin neticesi böyle bir toplumdur.
Nurettin Topçu, bu toplumsal değişimi ilk fark edenlerden biri olarak, içinde yaşadığı topluma kızarak söylediği şu sözlere maalesef katılmak durumundayım: “Hizmetine ömrümü harcadığım memlekette, dostlarım kalmadı gibi bir şey. İnsanın düşkünlüğünü, sefaletini bilirdim ama ruh sefaletinin bu kadar karanlığını görmemiştim. İnsan diye emek verdiklerimin hemen hepsi de ruh ve mana mefhumuna yabancı, menfaat kölesi bir takım haşerelermiş! Ahlâksızlığın ummanı olan bu Şark’ı, yaşadıkça tanıyorum. Burada insanı fenerle arayanlar yanılmamışlar. ‘Müslüman’ız diyen insan yığını’ yok mu? Onlar, Şark’ın en aşağı tabakasını teşkil ediyor. Yaşanan şekliyle Müslümanlık Şark’ı bitirmiş. Buraya artık ne ilim girer, ne ahlâk, ne de Allah uzanır bunlara… Bunların önce her şeyi bırakıp, insanlık devrine girmeleri lâzım.”
Ben sosyolojik açıdan bu topluma kasabalı diyorum. Yani kendini şehirli entelektüel bir toplum sanan ama köylü olmanın verdiği doğal, dürüst varlığı da terk eden bir “Araf” özelliğidir. Ne şehirli ne köylü, kültür çatışmasının ortasında anlayışı yozlaşan bir toplum sosyolojisi söz konusudur. İslam olmayı Araplaşmak (Arap kabile taassubu), Batılı olmayı kültürel değişim (Batılıların bile terk ettiği kılık kıyafetten, sancılı fikirlere kadar) olarak algılayan bir toplumdan karma yapının neticesidir bu olan.
Tanınmış Ortadoğu uzmanı Amin Maalouf da, bizim toplumu da içine katarak Ortadoğu insanının karakterini şu cümleyle analiz eder: “Her şeye üzülen ama hiçbir şeyle ilgilenmeyen insanlar. Şikâyet eden bir insanın çözüm aradığını sanırsınız. Hayır! Bizde insanlar çözüm için değil, söylenmek için şikâyet eder. 50 sene aynı şey anlatılır, aynı gelir, aynı gider.”
Bu yüzden, “Bize ne oldu?” sorusunun cevabı galiba “ruhunu kaybetmiş bir millet” olacaktır. Türkiye’nin içine düştüğü durum, halkın inanç, kültür ve ahlaki yozlaşmasının neticesidir. Celladını kurtarıcı gören bir toplumdan, suçu direkt muhatap yerine farklı ütopik yerlere atabilecek bir cehalete karşı savaşmak veya mücadele etmek çok zordur. Bir millet uyuyorsa uyandırmak kolaydır ama uyumuyor ve uyuyor gibi yapıyorsa ne yaparsanız yapın uyandıramazsınız, nafile.
Peki neden yazıyorum. Bu sosyolojik tespiti gelecek nesiller için yazıyorum. Toplumun tekrar düzelmesi bir siyasi iktidara bağlı değildir. Yaklaşık bir asırdır oluşan bu çürümeyi durdurmak ve düzenlemek isteyenlerin başına gelenlerin mağduriyetini tarih bilip ibret alanlara anlatsın istiyorum. Birilerinin kişisel menfaatleri çürümeyi hızlandırmış ve geri dönmesi çok zor hale getirmiştir. Kişiler, saltanatlar gelir geçer ama toplumun ömrü kişilerin çok çok üstündedir.
Düşünen insana, adaletli insana aslında karşı olan bir toplumda, suç işleyenin veya ahlaki sorunu olanın adalete ve dürüst insana hoşlanmadığı, sadece kendi mağdur olursa söz ettiği bir yapı oluşmuştur. Bu yüzden, özellikle de aydınların ülkeden kaçtığı Osmanlı’nın son devri, Cumhuriyet’in ilk devri, darbe ve baskı dönemlerinde ve son olarak 15 Temmuz sonrası, bu kadar yetişmiş aydın kitle ve insanını kaybetmekten pişmanlık duyulmadığını görürsünüz.