- ANASAYFA
- No Comment
SUÇ VE CEZA
Türkiye’de son zamanlarda yaşanan bazı olaylar, toplumun adalet sistemine olan güvenini ciddi şekilde sarsmış hatta yıkmıştır. Bu bağlamda “Suç ve Ceza” anlayışı da yerle bir olmuştur. Bireyin kinlenmesi ile devletin kinlenmesi aynı olamaz. Devlet birey kini ile hareket edemez. Kanun ve kurallar hatta gücü aldığı dayanak bile kişisel kini ve serbest, kuralsız hareketi men eder.
Özellikle, 27 ayrı suçtan sabıkası olan bir kişinin serbest bırakılması ve ardından bir polis memurunu öldürmesi, toplumda büyük bir infial yaratmıştır. Bu kişi neden dışarda, neden serbest demek gerekirken olayın sorumluğunu yüklememiz gereken siyasi irade her zaman yaptığı gibi toplumu manipüle edip, kanunları hiçe saymakla meşgul. Şu sözleri bir İçişleri Bakanı söyledi: “Boş ver kanunu kır kapıyı gir içeri. Yaptığınız şeyi suç olmaktan çıkarırız”. Bu sözler Efkan Ala’ya aitti. Ala sonrasında bakan koltuğuna oturan Süleyman Soylu benzer bir üslubu ve siyaseti takip ederek, emrinde bulunan emniyet görevlilerine şöyle bir talimat verebildi: “… bacaklarını kırın, hukuk arkadan gelir”.
Ortada ne devlet ne hukuk kalmış. Bu bakışın aynı zamanda sokağı suçlularla doldurduğu gerçeğini de unutmayın. Bu bakış bu siyasi irade devlet denen mekanizmayı ülkeyi Muz Cumhuriyetine çevirdi; halkını cahiliye toplumu haline getirdi. Devlet aklını temsil ettiğini zanneden organize bir kötülük sokaklarda kol geziyor.
Devletin sokağa salmaması gereken bir suçlunun bir polisi öldürmesinin ardından yaşananlarda bir devlet için ayrı bir zûl. Olayın ardından, suçlunun yakalanması sırasında polisin işkence yapıp çıplak olarak poşete sararak hayvan taşıma aracıyla adliyeye götürmesi ve bu görüntülerin özellikle gösterilip servis edilmesi, hukuk düzeninin ne kadar zedelendiğini gözler önüne sermektedir. İşkence yapıp bir de bunu gösterecek bir hukuk düzeni olamaz. Bu durum, suçtan siyasetin de payı olduğunu göstermektedir. Siyasi iktidarın kendine can suyu olan ortağının mafyavari kişileri çıkarmak için yaptırdığı özel aflar ile sokağa salınan kriminal tipler ve bu kişilerin tekrar suç işlemesi, adalet sistemine olan güvenin bitmesinde etki etmiştir
Sokakların suçlularla dolu olması, kimsenin can ve mal güvenliğinin kalmaması, mafyaların cirit atması, polislerin uyuşturucu satış işinde ortak olması ve hakim savcıların kişiyi çıkarmak için dosya takibi yapması, organize bir çılgınlık devletinin toplumun temelini kemirdiğini göstermektedir. Bu tür bir ortamda, adalet duygusunun zedelenmesi, bireylerin silahla kendi adaletini sağlamaya çalışmasına yol açmaktadır. Bu da, toplumun geleceğinde büyük problemlere neden olmaktadır.
Adalet Bakanı’nın yapılan adliye binalarının büyüklüğü ile övünmesi, ancak bu tür olaylara seyirci kalması, adalet sisteminin işleyişine olan güveni daha da azaltmaktadır. İçişleri bakanının masumlara yapılan operasyonlarla övünüp sokağı ve teşkilatı garip tiplerle doldurması ve neticede suçsuz suçlu ayrımı olmaması veya polisin kendini mahkeme yerine koyması ve ceza olarak da işkenceyi normal ve hak olarak görmesi, hatta bunu teşhir etmesi, toplumda büyük bir öfke ve kin duygusunun yükselmesine neden olmaktadır. Suçu kesinleşmemiş kişilere ceza vermek, polisin yetkisi ve haddi değildir. Polis ve kolluk kuvvetleri, kendilerini kanun ve hukukun yerine koyamaz; görevleri suçluyu yakalayıp, ifadesini alıp delilleri toplayarak adli mekanizmaya devretmektir.
Toplumda yükselen kin duygusunu devlet duyamaz; devlet adil olmalıdır ki ileride farklı durumlara yol açmasın. İdam isteyen siyasi zihniyetin amacı, sadece toplumda yükselen sinir uçlarından oy devşirmektir. İdam getirilse bile, suçluları salıveren kanunları, kendi adamları için çıkaran, hakime savcıya ısmarlama dosyalar yaptıran bir zihniyetin, idam gelirse bu silahı hangi masumlara uygulayacağını tahmin etmek zor değildir.
Suçluların Yakalanması ve CezalandırılmasıSuçluların yakalanması görevi polise, yani kolluk kuvvetlerine aittir. Ancak, ceza işlemleri mahkemelerde yürütülür. İşkence, bir ceza yöntemi olmadığı gibi, delil elde etmek için bile yapılamaz. Bu, hukukun temel prensiplerinden biridir ve insan haklarına aykırıdır.
Toplumun Adalet Talebi ve Devletin Rolü
Bir toplumun ferdi duygularına kapılıp sinirlenerek katillere, uyuşturucu satıcılarına veya başkaca suçlulara karşı idam cezasının getirilmesini talep edebilir veya işkence sayılabilecek eylemleri hoş karşılayabilir. Ancak, bir tüzel kişi olarak, bireylerin temel hak ve özgürlüklerini korumayı taahhüd eden, Anayasa ve yasalarla çalışmaları sıkı şartlara bağlanmış devletin ve onun iradesini icra eden devlet adamlarının böylesi duygusal davranışları kabul edilemez. Devlet, adaletin sağlanması için hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını gözetmelidir. Böylesi bir hareket devletin varlık sebebidir.
Suçluları serbest bırakan ama masumları saçma suç isnatlar ile cezaevlerine tıkan; evde kitap okuyan, sinemaya beraber gittiği için, AVM’de buluştuğu için örgüt suçu sayıp küçücük kızları tutuklayan bir adli mekanizmanın, devleti ne hale getirdiğini görmek açısından bu olaylar önemlidir. 15 Temmuz ve sonrası işkence yok diyen, çıplak arama yok diyen, öldürülen Harbiyelileri görmeyen bir mekanizmanın neticesidir bu.
Sonuç olarak, adaletin sağlanması ve suçluların cezalandırılması, toplumun güvenliği ve huzuru için elzemdir. Ancak, adaletin sağlanması için hukukun üstünlüğü ve adil bir yargı sistemi gereklidir. Devletin, bireylerin duygularına teslim olmadan, hukukun gereğiyle hareket etmesi, toplumun geleceği için büyük önem taşımaktadır. Adaletin sağlanmadığı bir toplumda, bireylerin kendi adaletini sağlamaya çalışması, kaos ve güvensizlik ortamını daha da derinleştirecektir. Bu nedenle, adaletin tesisi için tüm kurumların şeffaf, hesap verebilir ve tarafsız bir şekilde çalışması gerekmektedir.