- ANASAYFA
- No Comment
Toplumsal Güven Krizi ve Normalleşme Arayışları Üzerine (1)- Yargının Siyasallaşması ve Toplumsal Yorgunluk

Yargı, Adalet ve Toplumsal Güven Krizi ve Normalleşme Arayışları Üzerine…
Türkiye’de yargı sistemi, son yıllarda siyasi müdahalelerle şekillenmiş, adaletin tarafsızlığına olan güven sarsılmıştır. Siyasi davalar ve muhaliflere yönelik cezai işlemler, toplumda derin bir yorgunluk ve güvensizlik yaratmıştır. Yargının, iktidarın bir aracı haline gelmesi, adaletin evrensel ilkelerine aykırıdır.
Bu konuda neler yapılabilir/ acilen neler yapılması gerekir; bunlar üzerine kısa bir değerlendirmede bulunmak isterim… Zira; 40 yılı aşkındır devam edegelen PKK meselesinde tarihi bir dönemece gelindiği, “normalleşmeden”, “uzlaşmadan” vs bahsedildiği bir zamanda bununu bütün toplum kesimlerine yayma ve ülkece sakinleme adına kafa yormak gerek…
Bu meseleleri bir yazı dizisi olarak 6 başlık altında ele alacağım.
İlki ile başlayalım.
(1)- Yargının Siyasallaşması ve Toplumsal Yorgunluk
“Bana yargını söyle, sana rejimini söyleyeyim.”
Bu cümle, herhangi bir anayasa kitabından alınmış değil…
Ama Türkiye’de son on yılda yaşananlara bakıldığında, bir ülkenin rejiminin nabzı yargı salonlarında atıyor. Ne yazık ki o nabız artık boğuk, tekdüze ve korkutucu bir ritim tutuyor.
Bir zamanlar, “hakim teminatı”, “savcı bağımsızlığı”, “yargının tarafsızlığı” gibi kavramlar, yalnızca hukuk fakültelerinde ezberletilen sınav cümleleri değildi. Onlar, bu topraklarda yaşayan her bireyin hukuk önünde eşit olduğu inancının dayanaklarıydı. Şimdi ise, bu kavramlar yıpranmış afişlerde, unutulmuş miting meydanlarında, o da en fazla birer nostalji.
Türkiye’de yargı, artık sadece adalet dağıtan bir kurum değil. Bir siyasi mühendislik aracı. İktidarın, istediği kişiyi hedef alıp tasfiye etme, korkutma, susturma aracı.
Kim bu hedeftekiler?
-Osman Kavala, yıllardır iddianamesi bile sağlam kurulamamış bir “darbe teşebbüsü” suçlamasıyla içeride. AİHM kararlarına rağmen… Sivil toplumun öncüsü bir insan, tıpkı bir ortaçağ mahkemesinin sanığı gibi belirsizlikte tutuluyor.
-Gezi Davası, hukuken çökmüş delillerle, “suçsuzluk” ilkesine meydan okunarak yeniden açıldı. Türkiye’nin dört bir yanından insanlar sokakta ağaçları savundu diye, “vatan haini” damgası yedi. Onların bir kısmı şimdi hüküm giydi; sadece haklarını kullandıkları için.
-Barış Akademisyenleri, bir metne imza attıkları için gelecekleri karartıldı. “Bu suça ortak olmayacağız” dediler diye, terörist ilan edildiler. Bilim susturuldu, düşünce yerle bir edildi.
-Selahattin Demirtaş, HDP’nin önceki eş genel başkanı, yıllardır tutuklu. AİHM’in açık kararına rağmen tahliye edilmiyor. Siyasi liderlik, halkın oyuyla gelen bir meşruiyet. Ancak yargı kararıyla devre dışı bırakılıyor. Bu yalnızca Kürt seçmene değil, tüm ülkeye verilmiş açık bir mesaj: “Sandıkla gelsen de bizim iznimiz yoksa bir yere varamazsın!”
-Kürt siyasetçiler, yerel seçimlerle kazandıkları belediyelerden birer birer uzaklaştırıldı, yerlerine kayyum atandı. Halkın iradesi, yargı kılıfıyla yok sayıldı. Üstelik bazı davalarda gerekçe bile yeterli görülmedi.
-Gülen Hareketi mensubu olduğu iddia edilen binlerce insan, 2016’dan bu yana herhangi bir bireysel eylemle bağlantısı kurulmadan, yalnızca derneğe üyelik, banka hesabı, çocuklarını bir okula kaydettirmiş olmak gibi gerekçelerle gözaltına alındı, tutuklandı, işlerinden ihraç edildi. Hukukun “kişisel suç – kişisel ceza” ilkesi çöpe atıldı. Soykırıma varan toplu tasfiye uygulamaları, aileleriyle birlikte yüz binleri etkiledi.
-Toplumun entelektüel kesimleri, yazarlar, gazeteciler, sanatçılar, avukatlar, sadece eleştirdikleri için gözaltına alındı. Bir tweet, bir paylaşım, bir makale delil olarak sunuluyor. Bir dönemin sembolü olan “FETÖ’cü”, “terörist”, “vatan haini” etiketleri, artık geniş bir muhalif kitlenin ortak kimliğine dönüştürüldü.
Toplumun Vicdanı Nerede Kırıldı?
İnsanlar artık duruşma salonlarına adalet aramaya değil, ceza almamak için korkuyla gidiyor. Yargı önünde değil, yargıdan kaçınarak yaşamaya çalışıyorlar…
Toplumun büyük kesimi bir “vicdan yorgunluğu” yaşıyor. Göz göre göre yaşanan adaletsizlikleri izlemek, çaresizlik içinde beklemek, ne yazık ki büyük bir toplumsal kırılmaya dönüşmüş durumda.
Kurumların içi boşaltıldı. Danıştay, Yargıtay, Anayasa Mahkemesi… Sadece bina olarak ayakta. İşlev olarak, iktidarın gölgesinde. AYM kararlarını tanımayan mahkeme kararları, açık anayasa ihlalleriyle normalleşti.
Bu bir hukuk krizi değil artık… Bu bir rejim krizi!
Yorgunluk Derinleşiyor
Toplum yalnızca öfke değil, bitkinlik de hissediyor. Her yeni adaletsizlikte biraz daha içine kapanıyor. Gençler ülkeden umudunu kesiyor, yetişkinler çareyi susmakta buluyor. Bu yorgunluk, sadece bireysel değil; kolektif bir tükenmişliktir.
Ve sorulması gereken soru şu:
Bu ülkede adalet, kim için, ne zaman, nasıl işliyor?
Eğer bu sorunun cevabını artık hiçbir yurttaş öngöremiyorsa, orada hukuk değil, keyfilik vardır.
Gelecek yazı konusu: (2)- Cezasızlık Algısı ve Yargıya Güven Sorunu