Silivri Soğuktur

Silivri Soğuktur

Hukuksuzluğun İtirafı, Korkunun Sloganı

Bir ülkede bir cezaevinin adı, sıradan bir yer olmaktan çıkıp bir tehdide, bir simgesel korkuya dönüşüyorsa, orada yalnızca adalet değil, temel hak ve özgürlükler de çoktan çökmüş demektir. Türkiye’de “Silivri soğuktur” ifadesi artık sıradan bir cümle değil; iktidarın kendisine muhalif olan herkese verdiği örtülü bir gözdağıdır. Bu söylem, yargının siyasi bir sopa hâline geldiği, fikir beyan etmenin bile cezai yaptırımla karşılaştığı bir dönemin ironik ama karanlık bir özeti olmuştur.

Hukukun Sonu: Keyfi Yorumlar, Talimatlı Yargı

Türkiye’de son yıllarda iktidara muhalif olmak, hangi fikirden olduğunuzdan bağımsız olarak suçlanmak için yeterli hâle geldi. Solcu, liberal, muhafazakâr, milliyetçi ya da Kürt siyasetinden gelen biri olmanız fark etmiyor. Önemli olan, iktidarın çizdiği sınırların dışına çıkıp, yüksek sesle konuşmanız.

Bu dönemde yargı, evrensel hukuk ilkelerine göre değil, siyasi merkezin ihtiyaçlarına göre şekillendirilir hâle geldi. Mahkemelerde delil yerine gazete kupürleri, sosyal medya paylaşımları ya da bir kamuoyuna mâl olmuş kişinin beyanları ‘kanıt’ sayıldı. Üstelik bu kupürlerin büyük bölümü, zaten iktidarın doğrudan ya da dolaylı kontrolünde olan medya tarafından üretildi. Böylece kurgulanan suçlar, yine iktidarın araçlarıyla belgelenmiş gibi sunuldu.

Bu tür bir yargı pratiği tarihte defalarca görüldü. Nazi Almanyası’nda “Halk Mahkemeleri” (Volksgerichtshof), rejime muhalif olanları “yasa” kisvesi altında yargılayıp infaz ediyordu. Bu mahkemelerin başındaki Roland Freisler, duruşmalarda sanıklara bağırarak hüküm verir, savunmayı bile dinlemezdi. Yargı, biçimsel olarak mahkeme salonunda yapılırdı ama özünde çoktan verilmiş kararların tiyatrosuydu.

Benzer bir durum Türkiye tarihinde de yaşandı. 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra Yassıada’da kurulan mahkemelerde, hâkimler, sanıklara “savunmanız kısa olacak”, “kes!”, “yeter!” diye bağırıyor; uzun savunmalara izin verilmiyor, sanıkların sözleri sürekli kesiliyordu. Dönemin sembol hâline gelen cümlesi ise, bir yargıcın ağzından dökülen şu sözlerdi: “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor.” Bu ifade, yargının iradesizliğini ve siyasetin emrine nasıl girdiğini acı bir şekilde ortaya koyuyordu.

Ne yazık ki benzer bir zihniyeti bugün de görüyoruz. Gülen Hareketi mensuplarına yönelik yürütülen soruşturmalarda ve görülen davalarında, gizli tanıkların çelişkili ve çoğu zaman kimliği bile sorgulanamayan ifadeleriyle, somut delil olmaksızın insanlar tutuklanıyor. Mahkeme salonlarında hâkimlerin sanıklara karşı suçlayıcı, azarlayıcı ve peşin hükümlü tavırları, yargının hâlâ siyasetin gölgesinde olduğunu gösteriyor.

KHK’liler ve Siyasi Cadı Avı

Bu süreçte özellikle KHK ile görevlerinden ihraç edilenler, herhangi bir yargı kararı olmaksızın sivil ölüme terk edildi. Binlerce akademisyen, öğretmen, doktor ve memur yalnızca muhalif kimliği nedeniyle hayatının dışına itildi. Ne hak arayabildiler, ne kendilerini savunabildiler.

Bu tür tasfiyeler tarihsel olarak sadece Türkiye’ye özgü değil. Stalin dönemindeki Sovyetler Birliği’nde insanlar, “karşı-devrimci” ya da “ajan” suçlamalarıyla hiçbir somut delil olmadan yok edildi. Mahkemeler göstermelikti; cezalar çoktan verilmişti. Bugün Türkiye’de KHK’lılara yönelik muamele, sadece hak kaybı değil, doğrudan kimlik silme operasyonudur.

Kim İçin Soğuk Silivri?

“Silivri soğuktur” denildiğinde anlaşılan şey artık fiziksel bir üşüme değil, hukuktan ve adaletten yoksunluğun metaforu. Bu söylem, herhangi bir vatandaşın bir sabah kapısının çalınabileceğini, bir tweet ya da bir demeç nedeniyle kelepçelenip yıllarca tutuklu kalabileceğini ima ediyor.

Bu korku, yalnızca bir bireyin başına gelenle sınırlı kalmıyor. Bu korku yayıldıkça, toplum sessizleşiyor. Çünkü herkes biliyor ki, iktidarın hatasını dile getirmek için bilgiye, kanıta, gerçeğe dayanmak bile yeterli değil; sesinizin duyulma ihtimali varsa, Silivri’ye giden yol açılmış demektir.

Gülünç Bağlantılar, Gerçek Cezalar

Delilsiz yargılamalar, gizli tanık ifadeleri, çarpıtılmış yorumlar, geçmiş yıllarda yapılan meşru açıklamaların “terör propagandası” sayılması, örgüt üyeliği için “niyet okuma”ya varan suçlamalar… Bunlar Türkiye’nin yargı sisteminin bugün içinde bulunduğu çürümenin parçaları.

ABD’deki “McCarthy dönemi” de benzer bir cadı avıydı. Komünist olduğuna dair bir gazete kupürü ya da dedikodu bile insanların kariyerlerini ve özgürlüklerini mahvedebiliyordu. Bugün Türkiye’de sosyal medya paylaşımlarıyla, bir banka işlemiyle, ya da geçmişteki bir konuşmanızla, bir sabah gözaltına alınmanız an meselesi olabilir.

Sessizlik Değil, Cesaret Gerek

“Silivri soğuktur” artık sadece bir espri değil, bir ülkenin utanç sembolüdür. Bu simgeyi değiştirecek olan ise yeni bir adalet düzeni, bağımsız bir yargı ve her düşüncenin özgürce ifade edilebildiği bir toplumsal atmosferdir.

Unutulmamalıdır ki bir ülkenin ısısı, cezaevlerinin soğukluğundan değil, adaletin sıcaklığından belli olur. Ve adalet yoksa, ısınmak da mümkün değildir.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir