Türk yargısı arşivleri - Hukuk Penceresi https://hukukpenceresi.com/tag/turk-yargisi/ Zulüm karanlığına ışık saçan pencere Sun, 21 Jan 2024 03:51:03 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://hukukpenceresi.com/wp-content/uploads/2022/06/indir-150x150.jpeg Türk yargısı arşivleri - Hukuk Penceresi https://hukukpenceresi.com/tag/turk-yargisi/ 32 32 MIŞ GİBİ YARGI https://hukukpenceresi.com/mis-gibi-yapan-yargimiz/ https://hukukpenceresi.com/mis-gibi-yapan-yargimiz/#comments Thu, 28 Dec 2023 23:41:36 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9108 Toplumumuz, üzerlerinde şeklen hoş ve içi boş etiketler taşıyan, bunları kötülüklerine maske yapan insan görünümlü, ancak ruhen esfeli safiline demirli bir “sürü/yığın” tarafından istila edilmiş sanki. Etraf yüzlerce edebiyatçı, tarihçi, ilahiyatçı, sosyolog, psikolog, hukukçu, doktor, öğretmen, her rütbeden asker “şeylerle” dolu. Bu sıfatların hepsi, bir şekilde bu kişilerin üzerlerine asılmış ve oradan çıkartılması unutulmuş eski […]

MIŞ GİBİ YARGI yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Toplumumuz, üzerlerinde şeklen hoş ve içi boş etiketler taşıyan, bunları kötülüklerine maske yapan insan görünümlü, ancak ruhen esfeli safiline demirli bir “sürü/yığın” tarafından istila edilmiş sanki.

Etraf yüzlerce edebiyatçı, tarihçi, ilahiyatçı, sosyolog, psikolog, hukukçu, doktor, öğretmen, her rütbeden asker “şeylerle” dolu. Bu sıfatların hepsi, bir şekilde bu kişilerin üzerlerine asılmış ve oradan çıkartılması unutulmuş eski tabelalar gibi.

Bir zamanlar gürül gürül sularıyla kıvrım kıvrım akan, geçtiği yerlere bereket götüren her ırmağa bir ad verilmiş. Irmak kurusa, suları çekilip bataklığa dönüşse, mikrop ve hastalık yaymaya başlasa da, bunların adı yine “ırmak” olarak tekrarlanmaya devam eder.

Bunun gibi, yatağı kurumuş ya da bataklığa evrilmiş ırmakların nasıl isimleri değiştirilmiyorsa; benzer şekilde, “suyu çekilmiş” olmasına rağmen, daha önceden verilen ve haksız şekilde kullanılmaya devam eden hukukçu, aydın, akademisyen, sanatçı, ilahiyatçı vs. isimleri taşıyor sayısız insan. İşin vahim tarafı, kaynakları kuruyan, kurumakla kalmayıp kokuşmaya başlayan kişilerin bu hallerinden habersiz olmaları yahut durumlarını kabul etmemesidir; daha acı olanı ise birçoğunun bilmesine rağmen rollerine utanmaz şekilde devam etmeleridir.

Onlarca hukuk fakültemiz var ve buraları bitiren binlerce mezuna sahibiz. Bu mezunlara her yıl yenileri de eklenmeye devam ediyor. İnsanlarımızın haklarını arayabilmeleri için büyük, şaşalı ve iddialı adliye “saraylarımız” var. Ama bunların hepsinin içi “boş”.

Ne hukukçularımız mesuliyetlerinin tam olarak idrakinde olarak yetişiyorlar ve mesleklerini icra ediyorlar, ne de adliyeler hak dağıtımı fonksiyonu yerine getiriyor.

Hukuk sistemimizde yaşananlar bir tiyatro sahnesinden farksız. Seyirlik bir yargımız var. 

Sahnede her şey ve kişi kurgudan ibaret; Sahte figüranlar rollerini oynuyorlar ve sahneden çekiliyorlar halkın alkışları eşliğinde. Gösteri bittiğinde geride ne dağıtımı yapılan bir adalet, ne telafi edilen zararlar ve ne de tatmin edilen mağdurlar var.

“Mış” gibi çalışan bir yargı sistemimiz var. Devasa büyüklüğüne, kocaman çarklarına ve harcadığı onca enerjiye ve paraya rağmen, beklenen ürünleri vermekten aciz, hatta sürekli hüsran kaynağı yargımız.

Hak dağıtımında aracı olması gereken yargı kurumları adeta bir “tapınak”, orada vazife icra edenler ise oluşturdukları kendi putlarına tapan, onu kullanan ve ondan korkan zavallı kullar gibi davranıyorlar. Soranız her hukukçu “Adalet Tanrıçası’na” taptığını söyler; ancak birçoğu kalbinde para, makam, mevki, şehvet ve şöhret putlarını gizler riyakârca ve asıl korktuğu gücün “iktidar” olduğunu ikrar edemez.

MIŞ GİBİ YARGI yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/mis-gibi-yapan-yargimiz/feed/ 1
CEZAEVİ ZİYARETİNDEN GELİYORUM YORGUNUM HANCI https://hukukpenceresi.com/cezaevi-ziyaretinden-geliyorum-yorgunum-hanci/ https://hukukpenceresi.com/cezaevi-ziyaretinden-geliyorum-yorgunum-hanci/#respond Sun, 07 Aug 2022 00:19:52 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=8799 Bilenler bilir, Gogol “Bir Delinin Hatıra Defteri”’nde adaletsiz dünyayı bir delinin yaşadıklarıyla anlatmıştır. Ben de bu kısa yazımda bir zamanlar tutuklu olan meslektaşlarını cezaevinde “ziyaretçi” pozisyonundayken bir süre sonra o tutuklularla aynı cezaevini paylaşan ve dolayısıyla “ziyaret edilen” konumuna geçmiş biri olarak ziyaretçilerin çokça gördüğü “camın arkasındaki ve önündeki” duygu/düşünceleri anlatmak istedim. (Sinemaskop hatırlamalar bazen […]

CEZAEVİ ZİYARETİNDEN GELİYORUM YORGUNUM HANCI yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Bilenler bilir, Gogol “Bir Delinin Hatıra Defteri”’nde adaletsiz dünyayı bir delinin yaşadıklarıyla anlatmıştır. Ben de bu kısa yazımda bir zamanlar tutuklu olan meslektaşlarını cezaevinde “ziyaretçi” pozisyonundayken bir süre sonra o tutuklularla aynı cezaevini paylaşan ve dolayısıyla “ziyaret edilen” konumuna geçmiş biri olarak ziyaretçilerin çokça gördüğü “camın arkasındaki ve önündeki” duygu/düşünceleri anlatmak istedim. (Sinemaskop hatırlamalar bazen kendini iyi hissettirebilir)

Cezaevi görüşmeleri hep zor gelmiştir bana.. Cezaevinde bulunmak bile o kadar zor değildi. Görüşler ne haksızlığı haykırdığın, öfkeli ve kurşuni kelimeler kullandığın savunma dilekçelerine benziyordu ne de kader ortaklığı yaptığın cezaevindeki rutin yaşama. “Dışarıda” olanın (eş, çocuk, arkadaş..) “içeridekine” göre en zorlandığı şey bu. Çünkü “ora”, o “camın arkasındaki dünya” başka bir boyuta açılan pencere. Cezaevinde her yatanın ortak yanı “bir UMUT” tur çünkü. Tahliye ya da beraat yönünde bir umut. Sonsuz, bitmek tükenmek bilmeyen bir umut. Belki de onları karda kışta yazın sıcakta dört duvara dayanıklı kılan bir umut, bu umuttur kim bilir… Umudu kıracak bişey söyleyemezsin ziyarette.

İlk giren için daha güçtür her şey, durumu bir türlü kabullenmek istemezsin. Kuş olup da uçasın gelir demir parmaklıkların arasından. Umut, evet hep umut. Ama bazen işleri zorlaştıran da odur. Umudun görkemli ışıltısı olgunluğun dinginliğini alt edebiliyor bazen ve en ağır ceza almışlar sanki hiç cezanın süresinden haberleri yokmuş gibi umut ve çocuksu bir heyecanla o kaçınılmaz soruyu sorabiliyor ziyaretçisine “Ne zaman tahliye olurum? Avukata, arkadaşa bi sor bakalım” Gelin de cevap verin!

Olamazsın denmez! Tahliyeyi unut denmez! Çünkü, apak bir ahlaki ve hukuki sicile sahip olanlar bi yana azılı bir suçlu dahi olsa hayatında belki de bir kez olsun çocuksu bir umudu taşıyan ya da yaşayan insanın bütün dünyasını yıkmaya hakkınız yoktur; ancak, ona yalan söylemeye de hiç hakkınız yoktur. Bunun vebali de büyüktür. Bu vebalin çökertici ağırlığı da omuzlarınızdadır. O yüzden en çok zorlandığım durum bu olmuştu cezaevi ziyaretlerinde. Benim için de, beni ziyaret eden eşim ve çocuklarım için de. İkircikli bir durum öyle değil mi? Bir yanda bir insan ve tüm umutsuzluğuna ve çaresizliğine rağmen umutlarını yaşatmak için çırpınan bir insan; bir yanda ise kandan, irinden, ifritten geçilen dönemin can yakıcı gerçekleri! Ama cezaevi felsefeyi kaldırmaz. Tiyatral sahne gösterisi kadar realizmin kırıntılarını da sunmalısınız!

Tutuklu bir hakimin eşi veya tutuklu bir hakimin arkadaşı olarak cezaevi ziyareti aslında daha da zordur. Adeta kaçmak istersiniz bu ziyaretlerden. Çünkü ne diyebilirsiniz ki onlara? Ceza, suç, ceza süreleri, infaz süreleri, cezaevinde geçirilecek süre.. bunları adı gibi bilen meslek mensubu için nasıl başlayabilirsin mesela söze? Nereden başlarsın? Dosya konuşamazsın, tutuk halini değerlendiremezsin, tahliye olur mu olmaz mı? Kaç yıl kaldı hesabı yapamazsın? Ne diyeceksin peki? Suskunluğun çıldırtıcı sesine de mahkum edemezsiniz karşınızdakini. İlk ziyaretlerde denilen “Geçmiş olsun” sözü bile o masum tutuklu için ne kadar sığ ve sıradan bir söylemdir; zira,  olabildiğince suçlayıcı bir dil kullanıyormuş gibi hissedersiniz. Yaptın bitti, geçmiş olsun der gibi sanki ya da nesi geçecek bu yaşananların? Yaşadıkları sürece bugünlerin izlerini taşıyacaklarına ve asla unutmayacaklarına adın gibi eminken bir kuru geçmiş olsun mu diyeceksin?

Allah kurtarsın denir genelde, bunu ben de kullanırım zaman zaman. Ama bu söylem de duruma uygun değildi. Göz göre göre, gözümüzün içine baka baka aldılar onları aramızdan, ailelerinden, mesleklerinden kopardılar türlü iftiralarla. Kulların ettiğini Allah’a havale edip işin içinden çıkmak da pek akılcı gelmiyor. Nedenleri sorgulamak, tespit etmek, eleştirmek, mücadele etmek yerine Allah’a havale etmenin biraz da kolaycılık olduğunu düşünmüştüm. Mücadele edilmedi. Meslektaşlar hep kenarda durdu. Türlü kaygılarla.. Neyse.. Üstelik kime, neye göre “kurtulmak”, “kurtuluş”; onların mı yoksa hepimizin tüm yargı camiasının ya da sistemin topyekûn kurtuluşu mu söz konusu olmalıydı. Bu da ayrı bir tartışma konusu. Çünkü hapsolunan tek onlar mıydı? Ya dışarıdaki eli kolu bağlılara, dışarıdaki tutsaklara ne demeli idi? Yok, bu nedenle de Allah kurtarsın deyimi uygun değildi, zaten demedim, benim ziyaretçilerim de demedi!

Kendimce bir yöntem geliştirmiştim ziyaretlerimde. Ben içeride iken ailem de bu “oscarlık performansı” benim için sergiledi! Olmaz, çıkamazsın vb. olumsuz ve kırıp döken cümleler yerine hem yaşama sevincini kaybettirmeyen “herşeyin olabildiğince iyi olmaya devam ettiğine” dair bardağın dolu tarafını gösterme çabası, hem de kısa cümlelerden ibaret olsa da dürüstçe ve gerçekçi olan cümleler! Telefon görüşleri ise ailemle tam bir edebiyat buluşmasıydıJ Telefonda eşime, çocuklarıma yazdığım şiirleri okuyordum sanki seksenlerin asker selamı içeren “karışık kaset” günlerindeki stüdyodanJ O kayıtlar tarihi vesika olarak hala durur. Sesli ve yazılı olarakJ

Ziyaretlerdeki genel havaya geri dönelim. Gerçeklere alıştırmak için dürüst de olmak zorundasınız. Zira yaşam, “ziyaretçiler” istemese de bütün acımasızlığıyla “saklanan” gerçekleri “içeridekinin” önüne serer bi anda! Bunu da istemezsiniz. Her duruşma, her tahliye umudu en zor zaman dilimidir, önü ve sonu itibariyle. Kadı Karakuşi kararı açıkladığında arkada bekleyen en sevgili eş, çocuk ve arkadaşa “bu kez de olmadı” bakışı atar ve adeta ayaklarının ucuna basarak koğuştaki yatağının tesellisine atar kendini “ziyaret edilen”. Kabullenmek zordur, anlaşılmazdır, sonuç beklense de hayal kırıklığıdır.. Bi kaç gün sürer o umut söndüren kararın mental yorgunluğu. Siz hem ziyaret eden hem de ziyaret edilen tarafında bulunmamış iseniz, cezaevinde yaşanan bu duygu gel-gitlerini pek de bilemezsiniz. Ben şanslı azınlığın içindeydimJ

Ziyaret edenin dönüş yolunda zihnindeki düşünce trafiği çok yoğundur: “Yepyeni tertemiz bir sayfa açılsa ziyaret ettiğim “en sevgili”nin hayatında, bu musibet onun için yeni ve güzel bir başlangıcın habercisi olsa, sonra bi zamanlar yaptığımız gibi küçük ama mutlu bir aile olsak, gün ışısa yuvamıza, yorgun da olsa o “sevilen” hep kapıda beliren, beklenen olsa gün akşama kavuşurken”. Ama ne mümkün? Dönüş yolundaki virajın keskinliğine aracın tepkisi uyandırır bu hayallerden nem kapılan çocuksu rüyadan. Sonra ceza adalet ve infaz sistemi üzerine düşünürsünüz uzun uzun. Yanlışları! İnsanları deney faresi gibi kapalı bir mekânı tıkmak mıdır ıslah çabası? Tabi ıslah gibi bir niyetimiz varsa! Sahi nedir cezalandırmadaki amaç? İYİLEŞTİRMEME mi, CAYDIRICILIK mı? Hangi paradokstan hareketle toplumun geneli için mutlak iyilik ve menfaat sağlanabilir?

Ziyaret eden Hakim-Savcı eş ve çocuğu ise, hele ilk günlerde sorgular durur “Nasıl olurdu da bir hakim verdiği kararlar nedeniyle tutuklanıp cezaevine konulurdu? (bu soruyu cezaevinde iken gardiyanlar da sormuştu bana)” Bunu tasavvur dahi edemeyen eş, arkadaş, aile için kabullenmek pek mümkün değildir. Bu kabullenememe bazen öylesi öfke patlamalarına neden olur ki cevabını veremedikleri bu soru nedeniyle soruyu sormalarına neden olan “tutuklu kişiyi” görmek istemeyenler çıkar! Hayatlarından çıkaranlar da olur, olmuştur! Zira bu soru, bi süre sonra içinden çıkamadıkları kısır döngüye neden olur. Tıpkı çözüm için üretilmiş makinenin çözemediği bir meseleyle ilgili “error” vermesi gibi tutuklunun neden olduğunu ileri sürdüğü “eş, çocuk, akraba” da zihnindeki “error”dan kurtulmak için uzaklaşır soruyu sorduran “tutuklu”dan. Hem o “tutuklu”, ulaştığı makam/mevki itibariyle dar gelirli Anadolu ailesinin, akrabalarının 50 yıllık hayallerinin başarı olimposu iken “tutuklanmış olmakla” projelerini yerle yeksan etmiştir! Her ne sebeple olursa olsun onu “tutuklu” görmeye katlanmak istemez bazıları! Sorumlu tutarlar bu yıkımdan. Çıkarcı bi yaklaşımdır belki ama derin bir sosyolojik ve psikolojik çöküntüdür aslında yaşadıkları!

Ziyaretlerde, camın özgür tarafında olan hep hüzünlü gözükür, gözükmek zorundadır, aksi görüntü “içerideki”nin haliyle eğlenmek gibi değerlendirileceğini düşünür. Böyle olunca da camın esaret tarafında olana düşer espri yapmak, içeriden komik anekdotlar paylaşmak.. Aslında ziyaretlerde ne tam gülünür, ne tam ağlanır, hüzünlenilir. Herşey yarımdır.. hep geleceğe ertelenen gülücükler, mutluluklar, planlar vardır..

Çoğu kez “içerideki” teselli eder, inancı, kararlılığı ve olgunluğu ile “dışarıdaki” ziyaretçiyi.. Bazen ziyaretçide bile rahatsızlık oluşturabilir bu dinginlik ve kemale ermişlik haliJ Nasıl olur da bu durumda bu kadar dik durabilir ve metanet gösterir diye sormadan edemez insan. Ne de olsa insanların çoğunun “Silivri soğuktur” diye kendini ve ötekileri korkuttuğu yerdedir ziyaret edilen! Bunun üzerine çok düşünürsünüz ve varabildiğiniz sonuç da genelde ortaktır: İnanç! Sığınmışlık! Öyle ki kalenin surlarıyla çevrili ve sanki etrafı dokunulmamacasına…

Ziyaretten dönen en az iki gün kendine gelemez.. Sorular hep soru içindedir, düşün mü konuş mu, sus mu? Sonra.. işte o sonralar arttıkça teselli edicilerin sayısı da artmalıdır ki “içerideki” o hep camın arkasındaki mütebessim çehresiyle sizi karşılasın ve zindandan hürriyetteki şanslılara “elbet bir gün kavuşacağız, bu böyle yarım kalmayacak” şarkısıyla selam versin!

CEZAEVİ ZİYARETİNDEN GELİYORUM YORGUNUM HANCI yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/cezaevi-ziyaretinden-geliyorum-yorgunum-hanci/feed/ 0
Avrupa Parlamentosu’na Soruyorum: Türkiye’de Yargı Bağımsızlığı Osman Kavala Kararı İle Mi Sona Erdi? https://hukukpenceresi.com/avrupa-parlamentosuna-soruyorum-turkiyede-yargi-bagimsizligi-osman-kavala-karari-ile-mi-sona-erdi/ https://hukukpenceresi.com/avrupa-parlamentosuna-soruyorum-turkiyede-yargi-bagimsizligi-osman-kavala-karari-ile-mi-sona-erdi/#respond Sat, 25 Jun 2022 22:22:22 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=8346 Avrupa Parlamentosu (AP), geçtiğimiz ay Osman Kavala’ya yargılandığı davada müebbet hapis cezası verilmesi ve bağlayıcı olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ihlal kararının Türkiye tarafından yerine getirilmemesi nedeniyle Türkiye Hükümeti’nin “AB üyelik sürecini bilinçli olarak sonlandırdığı” ifadeleri yer alan ve Türkiye’nin AB kapısı kapandı anlamına gelen bir karar aldı. Bu karar, Türkiye Hükümetine verilen tavizler […]

Avrupa Parlamentosu’na Soruyorum: Türkiye’de Yargı Bağımsızlığı Osman Kavala Kararı İle Mi Sona Erdi? yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Avrupa Parlamentosu (AP), geçtiğimiz ay Osman Kavala’ya yargılandığı davada müebbet hapis cezası verilmesi ve bağlayıcı olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ihlal kararının Türkiye tarafından yerine getirilmemesi nedeniyle Türkiye Hükümeti’nin “AB üyelik sürecini bilinçli olarak sonlandırdığı” ifadeleri yer alan ve Türkiye’nin AB kapısı kapandı anlamına gelen bir karar aldı.

Bu karar, Türkiye Hükümetine verilen tavizler nedeniyle geç alınmış bir karar olarak tarihte yerini aldı.

Yargı bağımsızlığının ortadan kalkması Osman Kavala hakkında verilen tutuklama ve mahkumiyet kararı ile meydana gelmedi. Türkiye’de Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı 17/25 Aralık 2013 tarihinden giderek azaldı. 15 Temmuz 2016 tarihinden bir gün sonra aralarında Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Alparslan Altan ve Anayasa Mahkemesi Üyesi Prof. Dr. Erdal Tercan, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nın yüksek yargı üyelerinin de bulunduğu yaklaşık 3000 civarında hakim ve savcı gözaltına alındı. Bunların büyük bir çoğunluğu kanuna aykırı olarak tutuklanıp,  Anayasal teminata rağmen ihraç edildi. Bu zamana kadar ihraç edilen hakim ve savcı sayısı 5000’e yaklaştı. Türkiye’de Anayasal teminata sahip hakim ve savcıların haklarında hukuki hiçbir delil olmadığı halde mesleklerinden ihraç edilmesi ve büyük bir çoğunluğunun da tutuklanması ve KHK’lar ile mesleklerinden ihraç edilen kamu görevlilerinin de tutuklanmaları ve sonrasında çok büyük bir kısmının silahlı terör örgütü üyeliği suçundan en az 6 yıl 3 ay hapis cezası almaları ile birlikte Yargı bağımsızlığı tamamen ortadan kalktı. Yargı tamamen Erdoğan rejimi tarafından siyasallaştırıldı.

Özellikle yargı bağımsızlığının oluşmasında ve kanunların Avrupa Birliği mevzuatına uyumunun sağlanmasında anayasal teminata rağmen ihraç edilen bu hakim ve savcıların çok büyük katkısı vardı. Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnameleri (KHK’lar) ile ihraç edilen kamu personeli de kendi görevli oldukları bakanlıklar düzeyinde Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılım sürecinde azımsanmayacak emek ve katkıda bulunmuşlardı.

Bu çerçevede Avrupa Birliği’nin ilgili kurumlarının daha 15 Temmuz’un hemen ertesinde olayları izlemek yerine daha aktif katılım sergilemesi gerekirdi. Mesela Avrupa Parlamentosu veya diğer etkin organlarından biri acil gündemle toplanıp daha askerler bile gözaltına alınmadan Hakim ve Savcılar tutuklandığında buna benzer yaptırım kararı alabilirdi.

Bu kapsamda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi özellikle hakim ve savcılar yönünden 15 Temmuz sonrasında tedbir talepli insan hakları ihlal başvurularını reddetmek yerine acil gündemle toplanıp tedbir niteliğinde ihlal kararı vermeliydi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, beklenen ihlal kararını vermediği gibi Türkiye Hükümet yetkilileri ile yapılan toplantı sonucunda Türkiye’den gelecek başvuruları ertelemek amacıyla Olağanüstü Hal İşlemleri Komisyonu kurulması tavsiyesinde bulundu.

Avrupa Parlamentosu, Türkiye’deki yargı mensuplarının 1/3’ünün mesleklerinden ihraç edilip tutuklanmaları, Anayasa Mahkemesi Üyesi iken tutuklanarak mesleğinden ihraç edilen Alparslan Altan hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği tutuklama kararının hukuka aykırı olduğuna ilişkin kararı Türkiye Mahkemelerinin uygulamaması sonrasında yaptırım kararı alabilirdi.

Hatta daha geriye de gidersek 01/19 Ocak 2014 tarihlerinde Türkiye’den Suriye’ye illegal yollardan silah taşıyan MİT görevlilieri hakkında kamuoyunda MİT Tırları Soruşturması olarak bilinen soruşturmada görevli Adana Eski Cumhuriyet Başsavcısı Süleyman Bağrıyanık, Terör suçlarına bakan Adana özel yetkili Eski Cumhuriyet Başsavcı Vekili Ahmet Karaca, terör suçlarına bakan Adana Özel Yetkili Cumhuriyet Savcıları Özcan Şişman ve Aziz Takçı’nın 7 Mayıs 2015 tarihinde tutuklandıklarında Avrupa Parlamentosu yaptırım kararı alabilirdi.

Avrupa Parlamentosu ya da diğer organlar 01.07.2016 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen 6723 sayılı kanunla Yargıtay ve Danıştay üyelerinin görevlerini Anayasa’ya aykırı olarak sona erdiren bu kanun kabul edildiğinde veya Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından onaylandığında yaptırım kararı alabilirdi.

Bu kanun kapsamında üyelikleri sona erdirilen Yargıtay ve Danıştay üyelerinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yaptıkları bu başvurular, AİHM tarafından aradan 6 yıl geçmesine rağmen hala karar verilmiş değildir.

Türkiye’de yargı, 4 Kasım 2016 tarihinden bu yana tutuklu bulunan Selahattin Demirtaş ve 1 Kasım 2017 tarihinden bu yana tutuklu bulunan Osman Kavala ile ilgili davalardan önce de bağımsız değildi.

Avrupa Birliği kurumları Türkiye’deki yargı bağımsızlığının yok oluşu ile ilgili  zamanında yaptırım uygulamış olsalardı. Erdoğan bu kadar otoriterleşmeyecek ve yargı bağımsızlığı korunabilecekti. Türkiye’deki aileleri ile birlikte milyonları aşan insanlığa karşı suç mağdurları olmayacaktı. İşleri, aşları ellerinden alınan KHK’lıların bir kısmı Türkiye’den ölümü göze alarak  illegal yollardan özgürlüğe çıkabilenler 24.06.2022 tarihinde Strasbourg’ta Avrupa Konseyi (AK) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önünde eylem yapmak zorunda kalmayacaktı.

Avrupa Parlamentosu’na Soruyorum: Türkiye’de Yargı Bağımsızlığı Osman Kavala Kararı İle Mi Sona Erdi? yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/avrupa-parlamentosuna-soruyorum-turkiyede-yargi-bagimsizligi-osman-kavala-karari-ile-mi-sona-erdi/feed/ 0
STOCKDALE PARADOKSU PARANTEZİNDE ESARETTEN SONRA YENİDEN YAŞAM KURGUSU https://hukukpenceresi.com/stockdale-paradoksu-parantezinde-esaretten-sonra-yeniden-yasam-kurgusu/ https://hukukpenceresi.com/stockdale-paradoksu-parantezinde-esaretten-sonra-yeniden-yasam-kurgusu/#respond Sun, 05 Jun 2022 23:50:54 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=7916 Eski bir yargıç, tam zamanlı bir hukukçu olarak:) hukuka dair Türkiye’de yaşananları izah etmenin, sırf yazı süresince bile “Tımarhanede Günlük Tutmak”tan farklı hissettirmediğini biliyorum. Bu nedenle kendime de bir iyilik yapıp sitedeki ilk yazıma başlarken “Stocdale Paradoksu” konusunu tercih ettim. Zira, özellikle Türkiye’de, 15 temmuz öncesi ve sonrası, bilinen olmayan örgüt suçlamalarıyla hapis sürecini yaşayanlar […]

STOCKDALE PARADOKSU PARANTEZİNDE ESARETTEN SONRA YENİDEN YAŞAM KURGUSU yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Eski bir yargıç, tam zamanlı bir hukukçu olarak:) hukuka dair Türkiye’de yaşananları izah etmenin, sırf yazı süresince bile “Tımarhanede Günlük Tutmak”tan farklı hissettirmediğini biliyorum.

Bu nedenle kendime de bir iyilik yapıp sitedeki ilk yazıma başlarken “Stocdale Paradoksu” konusunu tercih ettim. Zira, özellikle Türkiye’de, 15 temmuz öncesi ve sonrası, bilinen olmayan örgüt suçlamalarıyla hapis sürecini yaşayanlar bilir ki bu travmatik vaka, gözaltı ve cezaevi süresinin sona ermesiyle bitmiyor.  Belki tam tersine, az sonra sözünü edeceğim stockdale paradoksunun etkisiyle, artarak devam ediyor. Adeta fantastik bilim kurgu film sahnesi yaşıyor gibi oluyorsunuz, cezaevinden çıkıp “özgür dünyaya” adım attığınızda: “..Dünyada insan ırkı bitmek tehlikesi ile yüz yüze. Canlı yaşamı sona ermiş. Bir kaç idealist insan, “insanlığın” kurtarılması adına mücadele ediyor..” Evet, böyle. Bilim-kurgu gibi gelen bu anlatım, ne yazık ki gerçekte de neredeyse birebir böyle. “İnsanlık”(insan olmanın asgari şartlarıyla ilgili etik, dini ve sosyal tanımlara bakılabilir) yaşadığınız ülkede bitme tehdidi ile karşı karşıya ve siz orada “yaşama tutunmak zorundasınız” Bu tutunma refleksinin gösterilebilmesi de cezaevinde, yaşadığınız zalimliği nasıl adlandırdığınız, absorbe ettiğiniz, PC oyunlarındaki gibi level atladığınızla doğrudan ilintili. Bu yüzden Stocdale paradoksuna düşmemek için nasıl bir yeniden yaşam kurgusu yapılabilire dair küçük notlarımı paylaşmak istedim.

Stockdale Paradoksu, nedir? Paradoks, acı gerçeklerle şikâyet etmeden yüzleşirken aynı anda ve o anki zorluklara karşı, sonucun mükemmel olacağına dair inancın hep var olduğu ikileme verilen ad. Paradoksun ismi, Vietnam savaşının en hararetli günlerinde “Hanoi Hilton” adı verilen savaş esirleri kampında kalan en yüksek rütbeli ABD subayı olan Amiral Jim Stockdale’e atfen verilmiş.

Kampta esir olarak kaldığı 8 yıl boyunca yirmiden fazla işkence gören Stockdale savaş esirlerine verilen haklardan hiç yararlanamamış ve bir de üstüne kamptaki askerleri komuta etmek gibi bir yük verilmiş. Bu görevi sırasında esirlerin içinde bulunduğu tecrit atmosferini engellemek için esirlerin duvara vurarak birbirleriyle anlaşmalarını sağlayan bir sistem kurmuş. Öyle ki artık esirler sessiz anlar olarak belirlenen zamanlarda bile kendi aralarında rahatça sohbet edebilir hale gelmişler.

Kamptan sağ çıkamayanlar ise iyimserler olmuş. Çünkü onlar Stockdale’in anlatımına göre; “Noel’e kadar kurtuluruz diyorlar ama olmuyordu. Paskalya’yı hedefliyorlar ama bu da olmuyordu. Sonra Şükran günü ve sonra yine Noel.. Sonunda hayal kırıklığı içinde ölüp gidiyorlardı. İçinde bulundukları acı gerçekleri asla kabul etmediklerinden içinde bulundukları durumdan kurtulacak disiplini de geliştirememişlerdi.”

Amirel Stockdale ve askerlerinin başına gelenleri anlatan kitabı okuyan bir başka yazarın (Jim Collins) yazdığı duygular, Türkiye’de 15 temmuz zulmüne maruz kalanlara bazı yaşadıklarını acı da olsa hatırlatabilir. Şöyle demiş yazar Collins “kaderinin belirsizliği ve düşmanların acımasızlığı korkunçtu. Şu anda Stanford’un güzel kampüsünde dışarıya bakıyorum. Elimdeki yaşam öyküsünü okurken bunalıyorum. Üstelik de sonucu bildiğim halde. Eğer bu koşullarda benim için bile bunaltıcı oluyorsa, o oradayken ve üstelik de sonucu bilmiyorken bununla başa çıkmayı nasıl başardı. Bunu ona sorduğumda bana: Asla inancımı kaybetmedim. Sadece oradan kurtulacağımdan değil aynı zamanda o yaşadıklarımı hayatımın en önemli ve hiçbir şeye değişmeyeceğim tecrübesi haline getireceğimden asla şüpheye düşmedim.”

Bu paradoksa örneklik teşkil eden Türkiye sürecini genel olarak “KHK’lı” diye bildiğimiz 17/25 Aralık 2013 ve sonrasında başlayan ve 15 Temmuz 2016 dan sonra kasırgaya dönüşen hukuksuzluk rüzgarına maruz kalanlar yaşadı. 150 bin civarında kişi cezaevlerinde tutuklu veya hükümlü olarak yattı/yatıyor. Bu sürecin başında, 15 temmuz kasırgasının ilk günleri, aylarında, hapse düşenler bakımından Stockdale paradoksu yaşayan pek çok örnek gördüm. Hapisten çıkmak için vadeler konuyordu; kasımda, bayramda, baharda, iki bayram arasında, yeni yılda..gibi. Her konan vadenin gerçekleşmeme acısı ile karşılaşanlar pek çok ulvi değere karşı inancını sorgulamaya başlıyor veya biraz daha kabuğuna çekiliyor, dış dünyadan soyutlanmış yaşamayı seçiyordu. Bazıları, yeni rüya ve yeni vadelerle tutukluluk süresini bitirebildi ama süresi uzayanlarda mental ve metafizik yorgunluk oluştu. Hapis sürecinin seyrine ilişkin olağandışı yollara dair beklentinin yüksekliği “içeride kalmayı” zihinsel, ruhsal ve fiziksel yıpratıcı bir zımpara taşına dönüştürdü. Tutukluluğu biten, beraat alan veya ceza alsa dahi bir yolunu bularak “batıya göç eden” kimi mağdurlardaki “olağandışı beklenti yazılımı” değişmeyince (tabi ki tek sebep bu olmamakla ve pek çok etken de bunda tetikleyici rol oynamakla beraber) Stockdale sendromunun oralardaki yaşantıda da travmatik sonuçlara yol açmayı sürdürdüğü görülüyor ne yazık ki! Karşılaşılmak istenmese de bazen Kuzey Almanya’da olduğu gibi astsubay kökenli KHK’lının intihar ettiğini, bazen bir KHK’lının çocuğunun uyuşturucu kullanmaya başladığını, bazen de tüm tanıdıklarıyla bağını kesip mücerret bir hayat yaşamayı seçtiğini duyuyor, okuyoruz.

Peki Değişim Sürecindeki Kişiler (Göçmen/İşinden atılmış ve yeni bir başlangıç yapmak zorunda kalan KHK’lı) bu paradoksa düşmemek için işaret edilen hangi basit gerçekleri bilmek/dikkate almak zorunda?

(1) İçinde bulunduğunuz acı gerçekleri kabul etmek/Bu acı gerçeğin tamirinin uzun zaman alacağını öngörmek, bitmesine dair somut sosyal olgularla desteklenmeyen ütopik vadeler koymamak.

Acı gerçeklerle dürüst bir biçimde yüzleşirseniz ve sebatla işe koyulursanız değişim sürecinde ihtiyaç duyacağınız kararlar kendiliğinden gelecektir. Bu ortamın yaratılması bu acı gerçeği erkenden kabul etmiş ve ruhsal olgunluğa ulaşmış kişilerin oluşturacağı sinerjik çalışmalarla(dernek, vakıf, sosyal medya platformları ve yayınları, internet siteleri üzerinden yazılan olumlu gerçek entegrasyon hikayeleri, tv yayınları..gibi)ve söylediklerinden oluşan bir kültür meydana getirmekle mümkün hale gelebilir.

Oluşturulan sivil toplum kuruluşlarının içinde aktitivist olarak yer alıp hem entegrasyonu hızla yapabilmek hem de bir başkasının derdine, ruhsal veya fiziksel yardımına koşmanın manevi hazzı hissedilebilir, aidiyet duygusu güçlendirilebilir. Böylelikle tıpkı Amiral Stockdale gibi konuma uygun çözümün parçası olunabilir.

Ya da, kendini zihinsesl ve ruhsal olarak iyi hisseden “mağdur KHK’lı”, bu travmayı atlatamamış bir diğer arkadaşı KHK’lı’ya, deyim yerindeyse “kum torbası/stres topu” olmayı üstlenebilir.

Yukarıdaki ruhsal ve zihinsel tedavi yollarına gidilmemesi hallerinde orta ve kısa vadede yalnızlık, yetersizlik, yetmezlik sarmalında kazanılmış insani ve ahlaki moral değerlerin de yitip gitmesi, umudun kaybolması riski ile karşı karşıya kalınabilir.

(2) Bundan sonra ihtiyaç duyacağınız şey değişim sonucunda yeniden yapılandırmak istediğiniz size dair kişinin/ailenin oluşumuna inancınızın tam olmasıdır.

Tabii ki bu iki unsur tüm değişim sürecini yürütmek ve sonlandırmak için yeterli değildir. Bunlar başlangıç için gereklidir. Belli yaştan sonra sıfırlanmış bir geçmişle göçmen olarak gelinen ülkelerde yeniden başlamanın zorluğu dağ cesamesinde mağdurların önünde dursa da “var olan gerçeğe razı olma ve alternatifin bu aşamada yokluğunun kabulü” ile özgür kalmanın paha biçilmez insani ihtiyaç olduğu realitelerinden hareketle “vira bismillah” demenin tam arefesinde bulunulduğu gözden kaçırılmamalı.

Hepimiz hayal kırıklıkları, bizi çökerten olaylar yaşadık/yaşıyoruz. İnsanları birbirinden ayıran şey, Stockdale’in öğrettiğine göre zorluklarla karşılaşıp karşılaşmamak değil, hayatın getirdiği kaçınılmaz zorluklarla nasıl başa çıkıldığıdır. Eğer zorluklarla karşılaşır ve iyimser olursanız bu durum sizi günden güne daha da ümitsiz hale getirir. Ancak olayı olduğu gibi kabullenip elinizden geleni yapmaya devam ederseniz umudunuzu kaybetmeniz daha zordur. İyimserlik kısa vadede motivasyonu artırırsa da cezaevi/ göçmenlik/olağanüstü ülke yönetimleri dönemlerinde bu iyimserlik uzun vadede hayal kırıklığı yaratır. İşte Stockdale paradoksunun olduğu nokta tam da burası. Olması gereken doğru yaklaşım her şeyin berbat gidebileceğini kabullenmek ve buna rağmen çabalamayı devam ettirmektir. Umudun ve motivasyonun sürdürülmesinin yolu budur.

 

(Yol Hikayemin bu istasyonunda yazmaya başladığım bu sitede yazı yazmayı sürdürebildiğim sürece; yaşamın renklerini, geçmişin koridorlarında “mazi kalbimde yaradır” diyerek tura çıkartarak yazı tablosu haline getirmeye, bazen bu renklerden aktüelin gör dediği olduğunda bunlara dair görüşlerimi ifade etmeye gayret edeceğim. E tabi, müzmin uğraşımın (hukuk) beni dürtüklediği vakitlerde de yoldaki işaretlere bakıp gündeme dair bir kaç kelam edeceğim zamanlar da olacaktır. Umarım, zihinlerde bir hoş sada bırakırım..Selametle kalınız!)

STOCKDALE PARADOKSU PARANTEZİNDE ESARETTEN SONRA YENİDEN YAŞAM KURGUSU yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/stockdale-paradoksu-parantezinde-esaretten-sonra-yeniden-yasam-kurgusu/feed/ 0
ÇOK TANRILI YARGIMIZ HANGİ ÇAĞA AİT? https://hukukpenceresi.com/cok-tanrili-yargimiz-hangi-caga-ait/ https://hukukpenceresi.com/cok-tanrili-yargimiz-hangi-caga-ait/#respond Sat, 12 Mar 2022 23:38:10 +0000 https://hukukpenceresi.com/cok-tanrili-yargimiz-hangi-caga-ait/ Yargı sistemimiz, en başından beri insana hizmet etmek amaçlı kurgulanmamıştır; genelde devleti, özelde ise bürokrasi ile siyasal, sosyal ve ekonomik anlamda dönemine göre güçlü ve makbul gördüğü kişi ve kurumları korumak gayesiyle “kodlanmıştır”. Son bir asırdır yargı pratiğimiz içerisinde buna dair sayısız örnek bulmak mümkündür. Bakılan zaviyeye göre yargı, ya “zalim bir efendidir”, ya da […]

ÇOK TANRILI YARGIMIZ HANGİ ÇAĞA AİT? yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Yargı sistemimiz, en başından beri insana hizmet etmek amaçlı kurgulanmamıştır; genelde devleti, özelde ise bürokrasi ile siyasal, sosyal ve ekonomik anlamda dönemine göre güçlü ve makbul gördüğü kişi ve kurumları korumak gayesiyle “kodlanmıştır”. Son bir asırdır yargı pratiğimiz içerisinde buna dair sayısız örnek bulmak mümkündür. Bakılan zaviyeye göre yargı, ya “zalim bir efendidir”, ya da “itaatkâr bir kuldur”. Ama hiçbir zaman, bir bütün halinde, adaletin, hakkaniyetin ve eşitliğin güvencesi bir merci haline gelememiştir.

Yargının, temel haklara “özgür” bir ortam oluşturmak ve onu devam ettirmek için faaliyette bulunması beklenirken; o, hakları hep “vesayet” altında tutmanın gayreti içinde olmuş, çoğu kez halka rağmen halk adına işlem tesis etmiş, kararlar alabilmiştir.

Yargımız, mevcut kodları nedeniyle, “mal, hizmet, sermaye ve emek”in rahatça dolaşabildiği, adeta tek bir ülke görünümündeki sistemleri (AB gibi) ve uygulamalarını kavrayıp bu minvalde bir hukuk kültürünü hayata geçirmekten uzaktır. Mevcut söylem, eylem ve kararları ile yargımız, bırakalım küresel manada varlık göstermeyi, asgari standartlara sahip klasik bir devlet anlayışı içinde dahi var olamaz. Yargı sistemimiz ve sahip olduğu anlayış olsa olsa “kabile tipi” toplumlarda yahut “çadır devleti” olarak adlandırılan sistemlerde kendine bir isim ve konum bulabilir.

Farklı bir bakış açısıyla yargı sistemimiz, ortaçağ ve yeniçağ karışımı bir devirde yaşam mücadelesi veren, sanayi devrimini ıskalamış, bilim ve teknoloji çağının ise daha yakınından dahi geçmemiştir. Çağdaş hukuk sistemlerine kıyasla, medeniyetten ve olanaklarından habersiz, ekvator kuşağı ormanlarında örneklerine rastlanabilecek “toplulukları” andırmaktadır. Zira insanlığın ortak tecrübesi ile kıvama erdirip günümüz dünyasına bahşettiği, müşterek aklın ürünü kavramlara ve uygulamalarına, yaşamında ilk kez uçak ya da elektronik eşya gören kabile insanının gösterdiği tepkileri göstermekten kendisini kurtaramamıştır. Örneğin, AİHM tarafından ortaya konan, bireyin özgürlük alanını devletinki aleyhine olabildiğine genişleten ve onları teminat altına alan ilke ve kararlara “yüce” yargımız önceleri “milli ve yerel” argümanlarla saldırmış, onları oklarıyla yok etmeye gayret etmiştir. İmha etmeyi ve üzerine gelmesini engellemeyi başaramaması üzerine onu taklit yolunu seçerek şirin gözükmeye çalışmış, güya AİHM’in istediği gibi davranarak riyakârca bir yöntem izlemiştir. Zihin kodlarının temelinde “kabilesinin” kutsal ve tartışmasız doğru ve kabullerini muhafaza eden yargımız, işine gelmediğinde, ya da koruyup kollamayı kendisine yegâne görev bildiği “kutsal devlet” ve onun şemsiyesi altındakiler tehlikeye düştüğünde hemencecik maskelerini çıkartıp gerçek yüzünü göstermekten ar ve hayâ etmemiştir.

Yargı sistemimiz çok tanrılı bir inanışa sahip; taptığı sayısız putu var. Her bir tanrısını işine geldiği gibi kabul ediyor. Menfaatine ters gördüğü tanrısını diğerleriyle hemencecik değiştirmekten geri durmuyor. Yargımız bir anda, Anayasa ve mevzuat hükümlerini kutsayan ve iç hukukta birbiriyle ahenkli içtihatlar ortaya koyan ideal uygulama örnekleri sergilerken; kendi içtihatları ya da yerel mevzuat ayağına dolaştığında veya önüne engel çıkardığında veya Anayasa hükümlerinin aşılmasında menfaati olduğunda hemen AİHM kararları önüne diz çöküp, onun “kutsal” içtihatlarından yardım dilenir görmek şaşırtıcı olmayacaktır. Yine yargımız, işine geldiğinde Alman, Fransız ya da İtalyan yargı kararlarına ve öğretisine sarılmaktan, gerektiğinde okyanus ötesine uzanarak Amerika’dan “yüksek” kararlar ithal etmekten hiç tereddüt etmemiştir. Çok tanrılı dine inanıp putlara tapan kavimlerde sıkça rastlandığı üzere, önce inanmak ve tapmak için putlar inşa etmiş, sonrasında ise yaptıklarını kendi elleriyle yıkmaktan veya bozup yemekten geri kalmamıştır.

İlkel inanışlardan, dinlerden ve putlardan bahsedilince akla gelen önemli noktalardan biri “kurban sunma” merasimidir. Çok tanrılı yargı sistemimiz son iki asır boyunca sürekli bireyleri ve grupları “yüce” tanrılarına kurban etmekten çekinmemiş, bunu kutsal bir vazife kabul etmiştir. Her içtihat değişikliğinin altında yatan temel güdülerden birisi budur. Zira yargı olağanın dışında, açık düzenlemeler aleyhine ve onlara rağmen bir karar verme ihtiyacı hissettiğinde kendisine yeni tanrılar ve dayanak noktaları bulma arayışına girer. Bu yeni tanrıları sayesinde yargı, kamuoyunu susturabilmiş, işlediği cinayetleri örtbas edebilmiştir.

Yargımızı, içinde yaşadığı “izafi” zaman diliminden kurtararak, yaşadığımız ana nasıl getirebiliriz? Bu, üzerinde etraflıca düşünülüp, akla-mantığa ve mevcut çağa uygun çözümler üreterek üstesinden gelinebilecek bir sorundur.

Yargımız, kendisinin dışında var olan hukuk sistemlerinden ve onların ürettiği kavram ve kurumlarından habersiz bir yaşam sürüyor sanki. Ya da, bunları biliyor, ancak bilmek işine gelmediğinden bilmiyormuş gibi yaparak saf görünmeyi tercih ediyor. Var olduğu kesin olan ve ürün ve hizmetleriyle çepeçevre etrafımızı saran, tarafı olduğumuz sözleşmelerle içimize “sızan” ve bundan dolayı gözlerimizi kapayarak ya da kulaklarımızı tıkayarak yok edemeyeceğimiz bu devasa ve canlı dünyayı tanımak, bilmek ve kabullenmek şart. Aksi takdirde “güneş sisteminde dünyadan başka gezegen yoktur” söyleminde bulunmak gibi nahoş bir duruma düşmekle karşı karşıya kalırız.

ÇOK TANRILI YARGIMIZ HANGİ ÇAĞA AİT? yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/cok-tanrili-yargimiz-hangi-caga-ait/feed/ 0