- ANASAYFA
- No Comment
Sessizlik Dili

Bir Halk Kendi Sonunu Nasıl Hazırlar?
Adaletin yerini korkuya bırakması, toplumların kendilerine karşı işledikleri en büyük ihanetlerden biridir.
Tarih boyunca baskıcı rejimler yalnızca otoriter liderlerin eliyle değil, sessiz kalan ve hatta destek veren toplum kesimleri sayesinde güçlenmiştir. Haksızlık karşısında tepki vermeyenler her zaman korkudan susmaz; bazen kıskançlık, bazen menfaat, bazen de ‘bana dokunmasın’ düşüncesiyle zulmü destekleyebilirler. Yönetimler bu dinamikleri ustaca kullanarak, baskıyı meşrulaştıran büyük kitleler yaratır.
Bazı bireyler ve gruplar, ‘kendilerine dokunmayacağını düşündükleri’ için zulmü görmezden gelirken, bazıları ideolojik saplantılar nedeniyle adaletsizliği alkışlayabilir. ‘Manipülasyona açık kesimler’, propagandanın etkisiyle hükümetin dışlama ve ötekileştirme politikalarına aktif olarak destek verebilir. Dahası, toplum içinde zamanla zulümden ‘zevk alan kitleler’ ortaya çıkabilir—bu, tarih boyunca birçok baskıcı rejimde gözlemlenmiştir.
Sessizlik ve Baskıyı Destekleyen Toplum Dinamikleri
Bir yönetim, otoritesini sürdürmek için yalnızca silah gücüne veya yasalarına dayanmaz. ‘Toplum içindeki farklı psikolojik ve sosyal motivasyonları harekete geçirerek, baskıyı normalleştiren ve hatta destekleyen mekanizmalar oluşturur.’
Korku ve pragmatizm: Bazı kesimler, adaletsizliğe karşı çıkmanın kendilerine zarar vereceğini düşündüğü için sessiz kalır.
Menfaat ve çıkar ilişkileri : Yönetimin sunduğu ayrıcalıklardan faydalananlar, zulmü desteklemekten çekinmez.
Kıskançlık ve dışlama isteği: Belli grupların toplumdan silinmesini isteyen bireyler, bu süreçten bilinçli olarak memnuniyet duyar.
Manipülasyon ve düşünsel edilgenlik: Sürekli propagandaya maruz kalan kesimler, gerçekleri sorgulamak yerine yönlendirmelere kapılır.
İdeolojik fanatizm: Yönetimin politikalarını mutlak doğrular olarak kabul edenler, zulmün haklı olduğuna inanarak aktif destek verir.
Bunların toplamında, ‘baskıcı düzen yalnızca otoritenin zorlamasıyla değil, toplumun bir kesiminin bilinçli veya bilinçsiz desteğiyle güçlenir’ Bu destek, zulmün giderek genişlemesini sağlar ve sonunda, destekleyenler dahi sistemin içinde sıkışıp kalır.
Tarihsel Örnekler: Sessizliğin ve Destekleyici Toplumların Sonu
Nazi Almanyası: Hitler’in iktidarı yalnızca silah gücüyle değil, toplumun geniş bir kesiminin aktif desteğiyle büyüdü. Yahudi karşıtlığı sadece hükümet politikası değildi; bu süreç, birçok insanın kıskançlık ve önyargılarıyla birleşerek meşrulaştı. Savaş sonrası, yıkıntılar arasında kalan Alman entelektüellerin şu sözü, bu desteğin getirdiği pişmanlığı özetler:
“Bir daha İsa gelse, bu kadar yetki bir kişiye verilmemeli.”
Sovyetler Birliği: Stalin yönetimi, yalnızca devlet baskısıyla değil, sistemin ideolojik bağlıları tarafından sürdürüldü. Muhaliflerin saf dışı bırakılması sürecinde, toplumun bazı kesimleri menfaatlerini korumak adına bu zulme destek verdi.
Ortadoğu ve Bölgesel Çöküş: Osmanlı’nın yıkılmasından sonra bölgede ortaya çıkan rejimler, halkın bölünmesi ve bir kesimin baskıyı desteklemesi nedeniyle sürekli kaosa sürüklendi.
Bu döngüde baskı sadece bir yönetim biçimi değil, ‘toplum içinde birbirini ezen ve sürekli güç mücadelesi veren kesimler yaratarak’ kalıcı hale getirildi.
Türkiye’de Sessizlik, Destek ve Kendi Geleceğini Yok Etme Süreci
Türkiye’de de benzer bir süreç gözlemlenebilir. Bugün bazı gruplar zulme uğrarken, büyük bir kesim yalnızca korkudan değil, ‘baskının kendilerine avantaj sağladığını düşündükleri’ için sessiz kalmaktadır. Hükümetin uygulamalarına destek verenler arasında şunlar görülür:
”Bana dokunmasın” diyen edilgenler: Toplumun bir kesimi, sistemin kendilerine zarar vermeyeceğini düşünerek adaletsizliği görmezden gelir.
Menfaat grupları: Yönetimden ekonomik veya politik avantaj sağlayan kesimler, baskıyı destekler.
İdeolojik bağlılık içindeki fanatikler: Sistem ne yaparsa yapsın, onu savunanlar bulunur.
Propaganda etkisi altında kalanlar: Medyanın ve söylemlerin yönlendirmesiyle hareket eden büyük bir kitle vardır.
Zulümden zevk alan kesimler: Bazı bireyler, ötekileştirilen gruplara karşı baskının artmasını görmekten memnuniyet duyar.
Ancak, tarih bize göstermektedir ki, bu sürecin sonunda zulme destek verenler de özgürlüklerini kaybeder. Yıllarca korku içinde yönetilen toplumlar, sonunda bütün kesimleri baskı altına alır ve artık geri dönüş yolu kapanır.
Korku Devleti ve Durdurulamayan Çöküş
Bir devlet adalet yerine baskıya dayandığında, sadece muhalifler değil, destekleyenler de zamanla bu sistemin kurbanı olur. Freni boşalan bir araç misali, yönetimler zamanla uçuruma sürüklenir ve süreçte halk yalnızca otoriter liderlerden değil, kendi sessizliklerinden ve desteklerinden zarar görür.
Bugün Ortadoğu’daki birçok ülke, Osmanlı’nın yıkılmasından bu yana istikrarlı bir yönetim kuramamış ve sürekli kaos döngüsünde sıkışıp kalmıştır. Desteklenen baskıcı sistemler bir süre sonra sürdürülemez hale gelir ve toplumsal çöküş kaçınılmaz olur.
Sessizlik, Destek ve Kaosun Kaçınılmaz Sonucu
Sessizlik yalnızca edilgen bir korkunun ürünü değildir; aynı zamanda toplumun çıkar hesaplarıyla şekillenen bir tercihtir. Bir kesim, kendisine dokunmadığı sürece baskıya göz yumarken, diğerleri bundan menfaat sağladığı için destekler. Daha tehlikelisi ise zamanla bu zulmün haklı olduğuna inanan, hatta onu savunmaktan zevk alan grupların ortaya çıkmasıdır. Baskıcı sistemler, yalnızca yönetimin zorbalığıyla değil, bu tür sosyal dinamiklerin iç içe geçmesiyle güçlenir.
Bu süreç hiçbir zaman durmaz; önce belirli gruplara yönelen baskı, sessizliği ve desteği gördükçe genişler ve sonunda sistemin içinde yer alanlar dahi güvende olmadığını fark eder. Nazi Almanyası, Sovyetler Birliği ve Ortadoğu’daki rejimler, halkın büyük kesimlerinin ya korkudan sessiz kaldığı ya da ideolojik saplantılarla baskıyı desteklediği örneklerle doludur. Ancak tarih bize şunu göstermiştir: Zulmü destekleyenler bile bir noktada sistemin hedefi haline gelir. Bugün özgürlüğünü kaybedenler yalnızca ilk kurbanlar değil, bir zamanlar sessiz kalan veya zulmü destekleyenlerdir.
Türkiye’de de benzer bir dinamik işliyor. Bugün bir kesim, hükümetin baskıcı politikalarını yalnızca korkudan değil, kendilerine avantaj sağladığı için destekliyor. Başlangıçta yalnızca belirli gruplara yönelik olan dışlama ve susturma politikası, zamanla genişleyerek herkesi içine çekiyor. Fanatizmin ve çıkar hesaplarının birleştiği noktada, toplumun büyük bir bölümü sistemin bir parçası haline gelmekten kaçamıyor. Ancak baskıyı normalleştirenler için de çıkış yolu giderek kapanıyor. Yıllarca otoriter yönetimlerin destekçileri olan gruplar, sistemin kontrolsüzleştiği noktada kendilerini de baskının hedefinde buluyor.
Sonuç olarak, sessizlik yalnızca bir kaçış değil, toplumsal çöküşü hızlandıran en güçlü araçlardan biridir. Zulmü destekleyenler, onu normalleştirenler ve ondan faydalananlar, sonunda sistemin içinde sıkışıp kalır. Tarih defalarca göstermiştir ki adaletsizliğe göz yuman herkes, kaçınılmaz olarak onun kurbanı olur.