Toplumsal Güven Krizi ve Normalleşme Arayışları Üzerine (3)- Yargı Etiği ve Tarafsızlık Sorunları

Toplumsal Güven Krizi ve Normalleşme Arayışları Üzerine (3)- Yargı Etiği ve Tarafsızlık Sorunları

3- Yargı Etiği ve Tarafsızlık Sorunları

“Hâkim adil değilse, yasa kitapları süs eşyasına dönüşür.”

Türkiye’de yargı sisteminin taşıyıcı kolonlarından biri olması gereken “etik ilkeler”, yer yer görmezden gelinen birer tabela haline geldi. Bağımsızlık, tarafsızlık, dürüstlük…

Bunlar sadece meslek yemini sırasında hatırlanan kelimeler değil; bir yargıcın karar verirken pusulası, bir toplumun ise adaletle bağ kurduğu damardır. Ama bu damar, uzun süredir zayıf atıyor.

Yargıçlar Tarafsız mı? Yoksa “Taraf’a mı Hizmette”?

Hakim Savcılar Kurulu (HSK) — eski adıyla HSYK — yıllardır tartışmaların merkezinde.

Atamalar, sürgünler, terfiler…

Bu işlemlerin teknik kriterlerle değil, sadakatle şekillendiği kanaati, artık sadece muhalefetin değil, bizzat yargı mensuplarının da dillendirdiği bir gerçek.

Bir hâkim düşünün: Önündeki davada sanık, iktidarı eleştiren bir gazeteci. Dosyadaki deliller zayıf, ama kamuoyu baskısı güçlü. Karşısında bağımsız yargıç mı var, yoksa “kararını zaten vermiş” bir sistemin temsilcisi mi?

Bir başka hâkim düşünün: Önüne gelen dosyada sanık, iktidara yakın bir iş insanı. Dosya dolu, suç açık. Ama ya beraat vermezse? “Terfi, sicil dosyasına not düşülür mü?” korkusu yakasında!

İşte bu ikilemler, bugün Türkiye’de binlerce dosyada hâkimlerin gece uykularını kaçıran meseleler. Adalet terazisi artık kanunlara değil, kulislere göre dengeleniyor.

Etik İhlallerin Kurumsallaşması

Yalnızca bireysel zayıflıklar değil mesele… Sistematik bir çözülme söz konusu.

Yargıtay’da üyelik için siyasi referans, Danıştay’da kararların önceden kamuoyuna sızdırılması, mahkemelerde davaya bakan hakimin bir gece önce bir TV yorumcusunun ifadesiyle değişmesi…

Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun üyeleri doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından atanıyor. Oysa bu kurul, yargıçların etik dışı davranışlarını denetlemekle yükümlü. Denetleyen ile denetlenenin aynı hizada olması, adaletin doğasına aykırı.

Medya Yargısı ve “Twitter Mahkemeleri”

Bir de yeni nesil mahkemeler var: ekranlar, sosyal medya, manşetler…

Henüz iddianame hazırlanmadan, sanığın suçu gazetelerde kesinleşiyor. Mahkemeler kamuoyuna göre şekilleniyor.

Hâkim, dosyadan çok gazeteyi okuyorsa, orada hukuk değil algı yönetimi işliyor demektir.

Yakın zamanda bir savcının, ifadesi alınmamış bir kişi hakkında TV’de açıklama yapması, yargının medyatikleşme eğiliminin trajik bir örneğiydi…

Ya da daha mahkemeden somut bir karar çıkmadan sözde TV Yorumcusu istihbarat aparatlarının önceden hüküm açıklamaları!…

Tarafsızlık, artık yalnızca “kişisel niyet” meselesi değil; sistemin hiçbir bileşeni buna alan tanımıyor.

“Talimatla Yargı” Dönemi mi?

Birçok siyasi dava, artık mahkemelerde değil, yürütmenin koridorlarında başlıyor. İddianamelerden önce kamuoyuna servis edilen suçlamalar, bazı siyasi figürlerin konuşmalarıyla eşzamanlı ortaya çıkıyor…

Sanıkların kim olduğu kadar, ne zaman tutuklanacağı, ne zaman tahliye edileceği bile çoğu zaman önceden tahmin edilebilir hâle geliyor. Yargı, bir öngörü değil; bir senaryo düzeneği gibi çalışıyor.

Bu durum yalnızca muhalif kesimi değil, her kesimden insanı tedirgin ediyor. Çünkü herkes şu soruyu kendine sormaya başladı:

“Ben de bir gün bir tweetim yüzünden tutuklanır mıyım?”

Toplumsal belleğe kazınan “talimatlı kararlar” listesi uzayıp gidiyor:

-Gezi Davası’nda verilen ağırlaştırılmış müebbet cezaları,

-Barış Akademisyenleri’ne uygulanan cezalandırıcı ihraçlar,

-Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala gibi siyasi figürler hakkında AİHM kararlarına rağmen ısrarla süren tutukluluklar,

-2016 sonrası kamudan ihraç edilen on binlerce kişinin, neyle suçlandığını bilmeden yargılanması veya yargılanmadan cezalandırılması…

Tüm bunlar, yargının yürütmenin söylemine göre pozisyon aldığına dair güçlü bir kanaat oluşturuyor. Bu kanaat, sadece mahkeme salonlarına değil, adalet duygusuna da sirayet etmiş durumda.

Yargı İçin Etik Çıkış Var mı?

Bir ülkede yargıçların özgürce karar verebilmesi için önce kendilerini güvende hissetmeleri gerekir. Bugün Türkiye’de birçok yargıç, vereceği bir “beraat” kararının, bir sonraki görev yerini değiştireceğini biliyor.

Tayin tehdidi, terfi engeli, soruşturma baskısı…

Bunlar birer spekülasyon değil, yargı camiasının sessiz gündemi.

Tayin, sürgün korkusundan dolayı iktidarın zulümlerine, adaletsizliklerine maşa olan hakim savcılar için yazar Ahmet Altan, “Silivri soğukmuş… Madem korkuyorsun, yapma bu görevi” diyordu, hapisten çıktıktan sonra verdiği bir röportajında özetle…

Öyle… ama realite böyle!

Rekabet ve Regülasyon Enstitüsü tarafından yayımlanan “Etik Kriz Raporu”na göre, Türkiye’de yargı mensupları arasında mesleki etik standartlara güven %30’un altına düşmüş durumda.

Hukuk alanındaki çalışmalar ve verileri ise açıkça uyarıyor:

“Bağımsız yargı için yalnızca yapısal değil, aynı zamanda vicdani reformlara da ihtiyaç vardır.”

Etik; sadece yasa kitaplarında yazan bir kavram değil, karar anında hâkimin ruhunda yankılanması gereken bir ilkedir.

Adaletin Ölçüsü Ne Olmalı?

Tarafsızlık, sadece “taraf tutmamak” değildir…

Aynı zamanda bir duruş, bir irade göstergesidir.

Hâkim, kendi iç sesini değil, yukarıdan gelen mesajları dinliyorsa?..

Orada artık hakikat değil, hesap görülür!

Ve en korkuncu şudur:

İnsanlar bir gün gerçekten suçlu olan biri yargılandığında bile “yine kurgu mu?” şüphesiyle yaklaşır hâle gelir.

İşte bu, adaletin toplumda ölümüdür…

Hasılı:

Bugün Türkiye’de yargı etik ilkelerinden, evrensel hukuk standartlarından, tarafsızlık ve bağımsızlıktan uzaklaşarak sadece iktidarın değil, aynı zamanda toplumun da yükünü taşıyamaz hale gelmiştir.

Bu yalnızca adaletin değil, demokrasinin de çöküşüdür.

 

Gelecek yazı konusu: (4)- 10. Yargı Paketi ve İnfaz Düzenlemeleri

(1)- Yargının Siyasallaşması ve Toplumsal Yorgunluk

2- Cezasızlık Algısı ve Yargıya Güven Sorunu

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir