- DENEME-MAKALE
- No Comment
Nereden Başlayalım
İsmail Sofuoğlu
Türkiye’de son 10 yıldır yaşanan ve son 5 yıldır da zirve
yapmış olayları biraz olsun anlayabilmek için Osmanlı Devleti’nin son yüzyılına
ve Cumhuriyet tarihine hakim olmak gerekiyor. Anadolu’nun son 2 yüzyılında
şahit olduğu olayların çok az bir kısmının bilgileri tarih sayfalarında yer
bulurken bir kısmını da onlarca yıl sonra ilişkili hadiselerden yansıyanlarla
haberdar olabiliyoruz. Maalesef büyük bir kısmı anlaşılamadan ya da üstü
örtülerek yokluğa mahkum edilmektedir. Toplumun karakterimi buna müsait
bilemiyorum ama özellikle Temmuz 2016 kontrollü darbesinin aynı kaderi
paylaşmasını istemiyorum. Bu konuda yazmak istememin en onemli nedenlerinden
birisi de budur. Belki birileri iki satır bir şeyler okur ve yapılan tüm kara
propaganda karşısında bir hakikate bir mum yakmış oluruz diye düşünüyorum.
Tabii ki de Osmanlı Devleti’nden başlamayacağız ama zaman
zaman olayları anlatırken o dönemdeki yaşanmış örneklere değinmeden de geçip
gitmek olmaz. Benim yıllardır kafamda oturtamadığım ve anlamadığım hadiselerden
bir tanesi ‘derin devlet’ kavramıydı. Tam anladım dediğim noktada bir tarafı
eksik kalıyor yere basmıyordu. Bu kavramı anlamadan özellikle Anadolu’nun son iki
yüzyılını anlayabilmek imkânsızdı. Sanki son 2-3 yıldır bu kavram beynimde daha
da bir netleşti ama ben ve ailem bu kadar travma aldıktan sonra artık çok mu
geçti. Belki bu satırları okuyanlar ya da çocuklarımız bundan sonra daha
dikkatli olurlar bu kavramın yaşamlarını etkilemesine. Yeri geldikçe bu kavram üzerine
çok yazacağım ve elimden geldiğince anlatmaya çalışacağım.
Her ne kadar bir şairimiz (Cahit Sıtkı) 35 yaşa vurgu
yapsa da benim hayatı yorumlamam 40 yaşından sonra değişti. Belki bunda
gurbetin de etkisi vardır ama burada şairin benden daha erdemli (5 yıl kadar)
birisi olduğunu söyleyip hakkını teslim edelim. Latife bir yana gençlik
yıllarında en büyük hayranı olduğum yüceler yücesi diye çok ayrı bir yere
konumlandırdığım Sultan 2. Abdülhamit’e bile bakışım değişti. Daha doğrusu
gözümün önündeki sır perdesi açıldı sanki. Güneydoğu kökenli kardeşlerimizi
artık çok daha iyi anlayabiliyorum, hatta ve hatta yüzyıllardır otoritenin
demir pençesi ile ezdiği dili, dini, rengi ve ırkı farklı olan her insancığı.
Tüm hayatım boyunca maruz kaldığım ya da bırakıldığım
propagandayı çok daha iyi anlayabiliyor ve yorumlayabiliyorum artık, biraz geç
olsa da. Ülkenin sınırlarından çıkınca anlıyorsun nasıl bir ortamda yaşamaya
maruz bırakıldığını. Kolay değil tabi ki yüzbinlerce insanın kanı dökülerek
veya canı alınarak böyle bir sistemi kurmak ve devam ettirebilmek. Her 10-20 yılda
bir tazelenmesi gerekiyor rejimin kan kokusuyla, adeta insan vücudunun tepki
durumlarında ihtiyaç duyduğu adrenalin gibi. Kan kokusuna ihtiyaç duyan kandan
beslenen bir rejim, bazen tam bazen de yarım diktatörlük ve demokrasi hayali
kuran bazı insancıklar. Bazısı diyorum çünkü çoğu ulufesine çoktan razı
Sultanının.
Nereden başlayalım bilemedim gerçekten ama Cumhuriyetin
ilk yıllarındaki hadiselerle başlamak isterim çok da önceye gitmeden. Benim
araştırmacı-gazeteci gibi bir özelliğimin olmadığını belirtmem de fayda var. O
nedenle hadiselerin ayrıntılarına girmeden, derin devleti bütünün bir parçası
olarak yorumlamak istiyorum. Burada özellikle Kazım Karabekir, İsmet İnönü ve
Mustafa Kemal Atatürk arasındaki ilişki ve dengelere bakmak gerekiyor.
İsterseniz bu bir sonraki yazının konusu olsun.
[ad_2]