Kanun Namına

Kanun Namına

Modern devletlerin hukuk kuralları, geleneksel, yeminli veya rozetli olarak görevlendirilmiş güvenlik birimlerine “kolluk kuvveti” adını verir. Kolluk kuvvetleri, suçların önlenmesi ve cezalandırılmasıyla yakından ilgilenirken, cezai olmayan kural ve norm ihlallerinin önüne geçmek için de gücünü kanunlardan alır. “Kanun namına” hareket etmek, kolluk kuvvetlerinin en bilinen repliğidir. Ancak burada sorulması gereken asıl soru “Hangi kanun?” olmalıdır. Zira kolluk gücü, aynı zamanda hükümetin bir memurudur ve kanundan ziyade hükümetten emir aldığı iddia edilebilir.

KHK ile görevden alınanların evlerine yapılan baskınlarda bu durum açıkça görülür. Normal şartlarda çağrılsa gelecek olan yüzlerce, binlerce kişiye, sabahın köründe veya normal saatlerde, tehlikeli bir suçluymuşçasına kapıları balyozlarla kırarak girilir. Ağlayan çocuklar ve korkmuş aileler karşısında, evlerde silahlı bir direniş beklenmediği halde, bu tür eylemler gerçekleştirilir. Amirlerine ve dolayısıyla hükümete yaranmaya çalışan bir grup memurun işgüzarlığına tanık olunur. Bu durum, kolluk kuvvetlerinin “kanun namına” hareket ettiği iddiasını yalanlar ve bu tabiri eski ama yenilenmiş bir yalan olarak tevil eder.

Tek tehlikeli silahı “kalemi” olabilecek masum bir öğretmene, sabah beşinde uzun namlulu silahlarla donatılmış onlarca özel harekat polisiyle baskın yapılırken, uyuşturucu kartelleri ve mafya düzeni, kanunun güvencesi altında ülkede serbestçe hareket eder. Can ve mal güvenliğinin kalmadığı bir ortamda yaşamaya çalışan insanlar, bu düzene uymayan vicdan sahibi polis amirlerinin çeşitli mobinglerle görevden uzaklaştırılmasına veya intihara sürüklenmesine şahit olur.

Her mafyanın polis içinde bir adamı, her grubun emniyet ayağının olması gibi garabetlerle karşı karşıya kalırız. Ayhan Bora Kaplan olayında, operasyonu yapan polis amirlerini tehdit eden mafya babasının istediği olur ve mahkeme başlamadan emniyet amirleri “darbe yapma” bahenesiyle tutuklanır. Sinan Ateş’in katledilmesi ve ardından saklandığı vekil evine gelen polislerin azarlanıp kovulması, ülkede ne kadar vahim bir yolda olduğumuzu gösterir.

İkinci replik ise başka bir erkin cümlesidir ve “Kanunlardan aldığımız güç ve yetkiylekarar veren adliye mekanizmasıdır. Kararlarını kanunlar ve vicdanları ile verdiklerini belirten hakim ve savcılar da aslında kanunlarda olmayan, suç kabul edilmeyen eylemlere bile kılıf bulup hatta bazen bulmaya bile tenezzül etmeden, savunma bile almayıp fotokopi kararlar vermelerinin neresinde kanun ve vicdan olduğu da tezat bir durumdur. Karar vermeden bize haber verin, diye mahkemelere salık veren HSK’ya mı, verdiği karar neticesinde kararı iptal edilip dağıtılan Gaziantep Bölge İdare mahkemesi heyetini mi desek. Yargıda Birlik denen Hükümetin yargıyı tek elden yönetme, fişleme ve kontrol etmeden başlasak, her gün bu iktidara rağmen artık taşan adliye personeli rezaletleri mi desek bilemiyorum. İnsanları dava açmakla, kapatmakla tehdit edip borsa kuran, en akla gelmez mekanizmalar ile başıbozuk bir kabile devleti haline koyan, kendi içinde en yüksek mahkemeyi (Anayasa Mahkemesi) tınlamayan, AİHM kararını da zaten tınlamazdı. Balık baştan kokar’ın kanıtı da “Ben Cumhurbaşkanı olarak Anayasa Mahkemesi kararını kabul etmiyorum saygı da duymuyorum” diyen zâtın hukuk tanımazlığından tevarüs etmiştir.

Peki ne olacak? Ülke ayarları sadece bozulmadı, ayni zamanda yeniden yapılamayacak şekilde her alanı birbirine karıştırıldı. Kurumların eski haline gelmesi imkansız hale getirildi. Başkanlık denen sorumsuz sistem her geçen gün başka bir garabetin sebebi oluyor.

İstihbarat raporlarını en muhkem delil olarak kabul etmek, “duyum” ve “dedikodular” ile insanların hayatları ile oynamak, dosya içeriğine dahi bakmadan ağır cezalar vermek ancak ipini koparmış bir kötülüğün eseri olabilir.

Bütün bunlara karşı duran başı dik emniyet ve yargı mensuplarının KHK zulmüyle başlarına gelenlere bakınca Edward Snowden’in:

Suçu açığa çıkarmak suç kabul ediyor ise, suçlular tarafından yönetiliyorsunuz demektir” sözü daha bir anlam kazanıyor.

Suçlular tarafından yönetilen bir emniyet ve yargının insanlara neler yapabileceğini, kendi çıkardıkları sözümona yasaların bile uygulanmadığı, keyfi tutuklamalar, baskınlar ve kontrollü muhalefet ile gelinecek yer neresi olabilir? Siz bu kanunsuzların her dediğini yaparak ayakta kalan ve şerlerinden geçici kurtulanların durumu ise ancak yalancı cennet halidir. Uyuşmuş kafalarla “Dünya bizi kıskanıyor”, “dıj güçler” diye dolaşan ama yalancı cennetin uyuşuk kafaları sadece sıranın kendilerine ne zaman geleceğini ve bu zulme ne zaman uğrayacaklarını bilmiyor ve bu kesin gelecek akıbeti öteye atmak için bu tiyatroda rollerini mutlu gibi oynamaktadırlar.

Oysa Kemal Tahir’in efsane kitabı Kurt Kanunu’nda dediği gibi:

Sizdenim demek yetmez, her sabah bunu tekrar edip, yaranacak (iğrenç) işleri yapman ve bununla da gururlanmanı, bundan seviniyorum olduğunu göstermeni beklerler…

Ama tarih nice kanunlar yapıp sonra ona dayanarak hatta ondan aldığı gücü o kanunlara bile uymadan zulmedenlerin akıbetini yazmıştır. Müslümanların, Habeş Kralı Necaşi’nin karşısında Mekkeli müşrik hukukunun neticesinden bahsederken dediği gibi “ Biz de güçlüler zayıfları ezerdi, haklı değil güçlü olan, kabilesi olan muteber sayılırdı. Derken Allah içimizden birini (birilerini) çıkardı ve ona nebilik (hak ile batılı belli edip ayrılan, adil ve emin) verdi”

Bütün bunlara rağmen hala kanun namına kanunsuzluk yapanlara mahşeri vicdanda  yargılanmalar dilerim.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir