- ANASAYFA
- No Comment
IZDIRAP VE YARGIÇ

Izdırap hayatın her alanında yaygındır. Hayat sahnesindeki her aktör ve dekor bundan nasibini alır. İnsanlar, hayvanlar, bitkiler ve hatta cansız varlıklar dahi kendi mahiyetlerine uygun tarzda onu tecrübe eder. Hassas bir kulağın gelen iniltileri işitip rahatsız olmaması, açık olan bir gözün bu manzaralardan dehşete kapılmaması, körelmemiş bir vicdanın sızlamaması ve ölmemiş bir kalbin titrememesi mümkün değildir.
Adliyeler ızdırapların toplandığı küçük bir mahşer alanını andırır. Her muzdarip, kendi acılarına sebebiyet verenden hesap sormak, ağrılarını dindirmek, kayıplarını telafi etmek adına buralara koşar. Kimileri başka kişi ya da varlıkların acılarından rahatsızlık duyarak onları dindirip kendilerini de rahatlatmak uğruna koşar adliye kapılarına. Zira eziyet çeken hayvanların, talan edilen tabiatın, insan eliyle sebebiyet verilen türlü tahribatın bir ölçüde önlenmesinden de yargı mesuldür. Bu manzara nedeniyledir ki her dava dosyasının kapakları arasında dindirilmeyi bekleyen bir ızdırap gizlidir. Adliye odaları, koridorları adeta bin bir türlü ızdırapla lebalep doludur.
Muzdaripleri dinleme ve sorunlarına çare olma iddiasında bulunan ve bu ağır mesuliyete talip olan hâkimin ızdırabı herkesinkinden daha ağır ve derindir. Zira adliye kapısından içeri giren her sancı, ayniyle hakiminkilere eklenmektedir. Hatta hâkimin sorumluluk sınırları genişletilip adliye duvarları dışına taşırıldığında, onunla orantılı olarak ızdırabı da katlanacaktır.
Aleyhte verdiği kararlarına ızdırabını nakış nakış işleyen hâkim, lehe olan kararlarında da yine onu dokumalıdır. Hafifletici nedenleri uygularken ki hissettiği sevinç, ağırlaştırıcı sebeplere kanaat getirirken duyduğu hüzün hep bu duygu ekseninde olmalıdır. Her iki halde de bir acıyı dindirip, yeni bir derde sebebiyet verme ihtimali vardır. Bu mümkinat, hâkimin, iç dünyasında rahat ve tedirginlik arasında sürekli gelgit yaşayarak sıkıntı çekmesine kaynaklık edecektir.
Çoğu kez ızdırap istenilmez, ona talip olunmaz. Kalabalığın aksine hakim onun gönüllü müşterisidir. Hâkimin bu tavrı, onun en büyük cesaretidir. Dindirdiği her acı ve onlardan neşet eden sevinç ve mutluluk hâkimin derdini azaltmamakta, bilakis daha ağırlarının altına girmesi hususunda hâkimi kamçılamaktadır.
“İnsan bir çıraktır, ızdırap onun üstadıdır ve hiç kimse ızdırap çekmedikçe kendini tanıyamaz” (Musset). Bir hâkim, çektiği ve üstesinden geldiği acı veya sıkıntı miktarınca hakiki olgunluğa erişme güzergâhında yol alır.
Izdırap hâkimin varlık nedenidir. İnsanların tümünün ya da sadece kendinin ızdırabını tamamen ortadan kaldıran hâkimin, kendisi de yok olur. Hâkimin yegâne huzur ve mutluluğu ile gaye edindiği hayat lezzeti servette, şöhrette, makamda ve güç sahibi olmakta değildir. Bunlar kısa süreliğine sahibini oyalayıp avutabilir. Hakiki hâkimin bu oyuncaklarla aldanıp oyalanması, bunlardan safiyane ve çocukça zevk alması beklenemez. Zira bu heveslerin hepsi hâkime asıl gayesini unutturur ve onu zamanla çürütüp küçültür.
İnsan ve diğer varlıkların dertlerini esaslı şekilde benliğinde duyan ve onları dindirmeyi kendine ideal edinen hâkim, yargı sisteminde adalet ve hak merkezli büyük hareketlerin de başlamasına sebep olabilir.
Yaşadığı toplumumun acılarından, yargının içinde bulunduğu sorunlardan ızdırap duyup bunlara çare peşinde kalbini ve beynini seferber eden bir hâkim, benliği adına mesleğinden bir beklentiye girmez. O, emeğini ve gözyaşını dosyalarının arasına gizleyerek odasına kitler ve değerlerini gelecek adına tohum yaparak insanlarının sıkıntılarına merhem olmayı gaye edinir. O, tek tek sorunları çözmenin sınırlarını aşıp, öncesine ve sonrasına zanarak, meseleyi bir bütün halinde kıskıvrak yakalayıp kökünden çözmeyi hedefler. Amacı sivrisinekleri tek tek öldürmekten öte, bataklığı kurutacak çareler bulmaktır. Bu nedenle kararına yansıyan yorum ve değerlendirmeleri, oluşturduğu usul ve ilkeleri adeta bir iksir gibi bireylerin yaşamını güzelleştirir. Ürettiği hukuki mamuller, toplum hayatındaki mikrobik alanları en aza indirmeyi gaye edinir.
Kemale erme yolundaki vicdanî ve zihnî sancı, kişinin hamuruna kıvam veren bir maya, onu pişiren bir ateştir. Ruhen yükseklere çıkma olanağı varken bunu reddeden ya da kullanmayan hâkim ziyandadır. Geçici olan her tatmin, onu var eden güzelliğinin katilidir. Toplumun izafi olarak ürettiği hiçbir değer, ızdırabın içinde barındırdığı hazdan ve lezzetten daha fazlasını insana veremez, onun bahşedeceği payeleri sunamaz.
Izdıraptan kaçan hâkim vicdan azabıyla kahrolmayı ve vicdanınca ömür boyu rahatsız edilmeyi baştan kabullenmelidir. O, hakimin vicdanını dezenfekte eden, yakarak temizleyen bir ilaçtır. Hâkim, ahlakını dahi onunla koruyup kıvama erdirebilir.
Izdırabı, hâkimin her halinden okunmalıdır. O, ızdırabın yürüyen canlı heykeli olmalıdır. Sesi ızdırap kokmalı, edası ızdırabını haykırmalı, gözlerinde onun yaktığı ateş kıvılcımları görülmelidir. Rüyalarını dahi bu süslemelidir.
Not: Bu makale, Nurettin Topçu’nun Var Olmak (Bası 2017) isimli kitabından (s.84-88) esinlenerek kaleme alınmıştır.