HUKUKUN DİLİ, ONUN SIĞINAĞI VE ZIRHI

HUKUKUN DİLİ, ONUN SIĞINAĞI VE ZIRHI

Samuel Taylor Coleridge bir eserinde: “Dil insan zekâsının kışlasıdır, geçmişinin ganimetini yüklendiği gibi, gelecek zaferlerinin de silahlarını saklar…” demiştir. Dil, birey için ne kadar ehemmiyetli ve onun varlığı için lüzumlu ise, aynı derecede ve belki de daha şiddetli şekilde toplum için gereklidir. Cemil Meriç’in belirttiği gibi “kamus namustur”.

Dil, geçmiş zamandan hasat ettiği ürünlerini, topladığı ganimetlerini gelecek nesillere taşıdığı gibi, bünyesinde mündemiç bilgi silahları sayesinde de sahiplerine geleceğin fethini bahşeder.

Hukuk ile dil arasında önemli benzerlikler vardır. Hukukun kendisine has bir alfabesi, bu alfabe ile oluşturduğu kavram ve kelimeleri vardır. Normal mecrasında işleyen bir hukuk, süreç içinde kelime ve kavramlarından oluşan bir külliyata sahip olur. Bu birikim hukukun hem zenginliği ve hem de iktidarını dayandırdığı gücüdür. İhtiva ettiği zenginlikleri ile birey ve toplumun huzur, refah ve mutluluğunu temin ederken; elinde tuttuğu silahları ile de bu zenginliklere karşı yapılan saldırıları bertaraf edip, muhtemel olanlarının da önüne set çeker.

Dile yapılacak doğrudan ve dolaylı saldırılar, özelde bireye genelde ise topluma zarar verir. Dilin fakirleştirilmesi, toplumu da yoksulluğa iter. Yine dilin savunmasız bırakılması, elindeki silahlarının alınması, o dilin koruması altındaki kişi, kurum ve değerleri saldırılara açık hale getirecek; yıpranmalarına, zaman içinde yıkılıp yok olmalarına sebep olacaktır.

Hukukun harflerine, kelime ve kavramlarına yapılacak her olumsuz müdahale, onun garantörlüğü altındaki temel hak ve özgürlükler ile bunların kullanıcılarına yapılmış uzun vadeli bir suikasttır. Hukuk da dil gibi süreç içerisinde tekâmül ederek büyüyüp zenginleşen bir olgudur. Süreç içinde bilgi ve tecrübesi ile daha zeki hale gelir, akıllanır. Edindiği tecrübeler ışığında zalimlerin, kötü niyetlilerin, suçluların önündeki en büyük engeldir. Devlet hiyerarşisinde hukuk bu nedenle keyfiliğin, hırsların, kinlerin, hırsızlıkların, yolsuzlukların, hainliklerin karşısında geçilmez bir settir. Bu duvarı aşmak isteyenler ya da onun otoritesine zarar vermeyi amaçlayanlar doğrudan hukuku hedef al(a)mazlar. Onun yerine, onu var eden kelime ve kavramlarına yönelip yenilik yapma, modernleştirme, çağın ihtiyaçlarına cevap verir hale getirme gibi söylemlerle hukukun kodlarına saldırırlar. Yerinden oynatılan, değiştirilen, esnetilen her kavram, birikimleri ile birlikte kötülük önünde engel olmaktan çıkar. Haince yapılan bu saldırılar sonunda hukuk yaralar alır.

Yeniden kurgulanıp formüle edilen omurgasız ve çelimsiz her yeni kavram, basiretsiz ve tecrübesiz hukukçular elinde tehlikeli bir oyuncak olur. Bu yeni kavram ve kelimeler gücü elinde bulunduran kişi ve kurumların baskısıyla ya da yönlendirmesiyle her gün yeni bir renge ve mahiyete bürünür, farklı manalarda kullanılmaya başlanır. Elindeki kılıcı ve kalkanı alınan hukuk, iktidar sahiplerince esir alınıp istenilen şekilde yönlendirilmeye müsait hale gelir.

15 Temmuz 2016’dan bu yana yargı kurumları eliyle yapılan zulümlerin, sebebiyet verilen mağduriyetlerin temelinde, hukukumuzun kavram ve kurumlarıyla oynanmış olmasının önemli bir etkisi var. 2005 yılından sonra temel yasalarda hızlı ve özensiz değişiklikle yapıldı. Bu bağlamda kimi Anayasa maddelerinin değiştirilmesi ya da Anayasa’ya yenilerinin eklenmesi, köklü yargı kurum ve uygulamalarının herhangi bir saha araştırılması yapılmadan, toplumsal bir ihtiyaçtan kaynaklı olduğu ortaya konulmadan bir gecede değiştirilmesi hukuku zayıflattı. Bu saldırılar hukuku zayıf düşürüp fakirleştirdi. Güçsüz bırakılıp, silahları elinden alınan, zırhları delinen hukuk sadece esir alınmadı, onu ele geçirenlerce başkalarına ve gerekse kendi varlığına yöneltilen yıkıcı bir silah haline geldi.

İktidarı kullanan ve hukuku etkilemek isteyen güçler “hukukta devrim” veya “hukukun ıslahı” ya da bunlara benzer kulağa hoş gelen söylemler ile toplumdan destek alıp hukukun hücrelerine müdahalede bulunup kontrol etmeyi başardılar. Bu güç ile keyfi iktidarlarının önünde engel teşkil eden kişi, kavram ve kurumları etkisizleştirilmek için “esir hukuk” tarafından kullanılabilecek yeni silahlar (kavramlar, makamlar vs.) kurguladılar. İktidar tarafından, öncekileri yıkılarak yeniden formüle edilen yeni kavramlar, ihdas edilen yeni makamlar ve buralara oturtulan “emin” hukukçular tarafından yeniden yorumlanıp içleri dolduruldu. Ancak bu iş, hukukun usul ve ilkeleri rehber edilerek değil, iktidarı kullanan kişi ve grupların talepleri, talimatları ve menfaatleri doğrultusunda icra edildi. Ortaya çıkan hukuk uygulaması ve oluşturulan yeni içtihatlar temel hak ve özgürlükleri korumaktan ziyade, onların alanını daraltan ve parça parça varlıklarını yok eden bir düşman haline geldi.

Hukukun diline yapılan müdahaleye sessiz kalınması ve bunun alkışlanmasının, hukukun katline ortak olunması anlamına geldiğini, bu günden geriye baktığımızda anladık. Toplumsal bir ihtiyaç olduğu uzun tartışmalar ile ortaya konup geniş bir çerçevede kabul görmeyen hukuksal değişiklikler karşısında sessiz kalınması bizi, kısa veya uzun vadede gerçekleşecek ölümüne ortak kılacaktır.

Kendisine has dili bulunmayan hukuk sürekli savrulmaya mahkumdur. Hukuk otoritesini diliyle izhar eder, sağlamlaştırır. Dildeki bozukluk, hukukun iktidarının da sallanmasına ve süreç içerisinde ortadan kalkmasına neden olur. Diliyle oynanmasına, tarihi süreçte oluşturduğu ve mana kazandırdığı kelime ve kavramlarına ya da üslubuna müdahale edilmesine rıza gösteren, buna aracılık eden bir hukuk, kişi ve grupların oyuncağı, onların süfli amaçlarına ulaşmada kullandıkları adi bir aracı haline dönüşür. Dilin bir milletin hayatında oynadığı yaratıcı kuvvet, hukuk zaviyesinde de aynen geçerlidir.

 

“Dil” insana bahşedilen en ulvi ve mesuliyetli bir özellik iken, dilin yok edilmesi, içinin boşaltılarak zayıflatılması veya anlamının daraltılması en büyük felaketlerden biridir. Kullandığımız kelime ve kavramların, oluşturduğumuz cümlelerin sahip oldukları ve taşıdıkları manalardan uzaklaşması, yaşayacağımız çatışma ve kargaşaların habercisidir. İnsanların anlaşması, iletişim kurması, birikimlerini muhafaza edip ileriki zamanlara taşıması için icat edilen semboller bir anda insanı ve onun inşa ettiği tüm kurumları yıkan, yakan, bozan birer silaha dönüşüverirler.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir