AİHM KARARLARININ UYGULANMASI, OBJEKTİF ETKİSİ VE YALÇINKAYA KARARININ EMSAL KARAR OLMA NİTELİĞİ

AİHM KARARLARININ UYGULANMASI, OBJEKTİF ETKİSİ VE YALÇINKAYA KARARININ EMSAL KARAR OLMA NİTELİĞİ

Bireysel hak ihlaline ilişkin AİHM veya AYM kararlarının, davanın tarafları, yani başvuran ve devlet (hak ihlali yapan kamu makamı) yönünden bağlayıcı olmasına subjektif etki, aynı kararın, başvuran ile aynı/benzer durumda olanlar hakkında uygulanmasına ise objektif etki denilmektedir. AYM İbrahim Er kararında bu hususa değinmiş ve objektif etkinin subjektif etkiye göre daha ön planda olduğunu, yani bu tür kararların genel bağlayıcı etkiye sahip olduğunu vurgulamıştır (Bkz. İbrahim Er, B.No: 33281, 26.1.2023, P. 45,46).

AİHM bir temyiz mahkemesi değildir ve kararları ulusal mahkeme kararlarını doğrudan değiştiremez ve ortadan kaldıramaz. AİHM verdiği kararlar ile sadece AİHS hükümlerinin ihlal edilip edilmediğini tespit eder. İhlal kararları AİHS m.46 gereğince bağlayıcıdır ve infazı Bakanlar Komitesi tarafından denetlenir. Söz konusu maddede kararların nasıl yerine getirileceğine ilişkin bir hüküm yoktur. Bağlayıcı kararın nasıl yerine getirileceğini taraf devletin kendisi belirleyecektir.

Taraf devlet, AİHS’in 1. maddesi gereğince kendi yetki alanında bulunan herkesin Sözleşme’deki hak ve özgürlüklerden yararlanmasını sağlama yükümlülüğü altındadır ve bağlayıcı AİHM kararı ile tespit edilen hak ihlalini gidermek ve ihlal öncesi durumu sağlayarak hak ihlalinin sonuçlarını ortadan kaldırmak, mümkün olduğunca eski hale getirmek zorundadır. Bu noktada uluslararası hukuka göre taraf devlet için üç yükümlülük söz konusudur: Hak ihlaline neden olan (haksız) fiilin durdurulması, zararın tazmin edilmesi ve benzer ihlallerin önlenmesi (genel önlemler/objektif etki). Bu yükümlülüklere ayrı ayrı kısaca bakalım.

a) Adil Tazmin: Bu konu AİHS’nin 41. maddesinde düzenlenmiştir. İhlalin sonuçları kısmen kaldırılabiliyorsa Mahkeme zarar gören taraf lehine bir tazminata hükmeder. Adil tazmin, Mahkeme’nin taraf devlete açıkça ve doğrudan yüklediği(icrasını emrettiği) tek önlemdir. Bu nedenle icrası ve denetlenmesinde bir zorluk bulunmamaktadır.

b) Başvuranla İlgili Bireysel (Subjektif) Tedbirler: Bunlar genellikle iç hukukta yargılamanın yenilenmesi, eski hale getirme (ihlal edilen hakların iadesi vb.) ve maddi olmayan diğer tedbirlerdir. Bu tedbirlerin ihlali giderip gidermeyeceği ve icrası Bakanlar Komitesi tarafından denetlenir. Komite bu denetlemeyi yaparken daha çok, mağdurun mevcut durumuna bakmaktadır. Komite bu denetlemede, mağdurun verilen cezayı çekip çekmediği, özgür olup olmadığı, haksız tutulma için tazminat verilip verilmediği, yasaklanan veya elkonulan haklarının iade edilip edilmediği gibi, hak ihlali ile ortaya çıkan tüm sonuçları ve bunların giderilip giderilmediğini değerlendirir. İç hukukumuzda, AİHM’in verdiği ihlal kararlarının icrası “yargılamanın yenilenmesi” kanun yolu olarak, ceza mahkemeleri kararları bakımından CMK’nın 311/1(f) maddesinde, Danıştay, idare ve vergi mahkemeleri kararları bakımından 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 53/1(ı) maddesinde düzenlenmiştir.

c) Genel Tedbirler (Objektif Etki): Bu tedbirler, ihlal kararına konu edilen aynı türden hak ihlallerinin önlenmesi amacını taşıyan tedbirlerdir. Taraf devletler, Sözleşme’nin 1. ve 46. maddeleri bağlamında hak ihlallerini önlemek için genel tedbirler alma yükümlülüğünü kabul etmişlerdir. Bakanlar Komitesi aynı tür ihlallerin tekrar etmemesi için taraf devletten talepte bulunur. Taraf devlet, aynı tür ihlalleri önlemek için genel olarak yasa veya içtihat değişikliği gibi tedbirler almak suretiyle Sözleşme ve AİHM içtihatlarıyla uyumluluğu sağlar. Bakanlar Komitesi’nin tavsiye kararları da bu yöndedir (örneğin 2004/5 sayılı tavsiye kararı). İhlalin yasa veya içtihattan kaynaklanmadığı durumlarda ise, ilgili kamu kurumundan gerekli tedbirleri alması istenerek Sözleşme ve AİHM kararlarının gereği yerine getirilir.

AİHM kararlarının muhatabı devletlerdir. Ancak AİHM içtihatlarının öncelikle ulusal mahkemeler tarafından dikkate alınması ve ulusal hukukun bu içtihatlar yönünde geliştirilmesi gerekmektedir. AİHM kararlarında tespit edilen ihlalin mahkeme uygulamalarından ve içtihatlarından kaynaklandığı tespit edilmiş ve ulusal mahkemeler içtihatlarını değiştirme yoluna gitmemişlerse, sorumlu devlet gerekli anayasal veya yasal düzenlemeleri yaparak ihlalin tekrar etmesini önleyecek tedbirleri almak zorundadır (Ebru Karaman, İÜHFM C. LXXII, 2014, S. 1, s.423).

AİHM, ByLock kullanmak, Bank Asya’da hesabı bulunmak, sendika ve derneğe üye olmak iddialarıyla terör örgütü üyeliği suçundan hapis cezasına mahkûm edilen öğretmen Yüksel Yalçınkaya’nın başvurusu üzerine, özetle, suçun manevi unsurunun varlığının araştırılmadığını ve ispat edilemediğini, mahkûmiyete esas alınan ByLock iddiasının suçun unsurları ile bağdaşmadığını, söz konusu iddiaların Sözleşme’nin 7. maddesindeki “Kanunsuz suç ve ceza olmaz” ilkesine aykırı olduğunu, ayrıca 6. maddedeki adil yargılanma hakkının ve 11. maddedeki örgütlenme özgürlüğünün ihlal edildiğini belirterek, hem başvuran lehine ihlal kararı vermiş, hem de Türkiye’de 15 Temmuz 2016 sonrası benzer iddialarla hakları ihlal edilen yüz binlerce insan için emsal niteliğinde bir içtihat oluşturmuştur.

Mahkeme, kararında ihlalin giderilmesi için yukarıda belirtilen her üç tedbire de işaret etmiştir. Bu bağlamda başvuran lehine tazminata hükmetmiş, başvuranla ilgili bireysel tedbirler (subjektif etki) kapsamında ise Türk hukukundaki düzenlemeye atıfta bulunarak CMK’nın 311/1(f) maddesindeki “yargılamanın yenilenmesi” yolunun başvuranın mağduriyetinin giderilmesi için en uygun yol olacağını belirtmiştir (P. 409-412). Mahkeme bununla yetinmeyerek aynı türdeki ihlallerin önlenmesi, bu konuda genel tedbirler alınması (objektif etki) konusunu “Benzer vakalara ilişkin alınacak tedbirler” başlığı altında ayrıca değerlendirmeye almış, Türk makamlarının benzer hak ihlallerini önlemek için gerekli tedbirleri alması gerektiği vurgulanmıştır (P. 413-418).

Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, 28 Eylül günü yaptığı açıklamada, “Yalçınkaya kararının sadece o dosya bakımından verilen bir karar olduğunu ve emsal teşkil etmediğini” söylemiştir. İktidar yanlısı kimi gazetecilerin de benzer ifadeleri sütunlarına taşıdıkları görülmektedir. Bu söylemlerin, hem genel hukuk bilgisi hem de somut karar bağlamında itibar edilebilecek bir yönü yoktur. Zira yukarıda açıklandığı üzere, AYM ve AİHM içtihatlarının davanın taraflarına ilişkin subjektif etki doğurması dışında, genel bağlayıcı (objektif) etkisi de bulunmaktadır ve aynı tür ihlale maruz kalmış herkes için emsal karar niteliğindedir. Hatta AYM’ye göre bu tür kararların objektif etkisi subjektif etkiye göre daha ön plandadır.

Kaldı ki AİHM, Yalçınkaya kararında bu hususu ayrı bir başlık altında ele almış ve aynı iddialarla hakları ihlal edilen mağdurlar için ihlalleri önleyecek genel tedbirler alınması gerektiğini özellikle vurgulamıştır (P. 413-418). Bu konuda 418 nolu paragrafta şöyle denilmektedir:

“418.  Bu nedenle Mahkeme, gelecekte çok sayıda davada benzer ihlalleri tespit etmek zorunda kalmamak için, mevcut kararda tespit edilen kusurların, ilgili ve mümkün olduğu ölçüde, Türk makamları tarafından daha geniş bir ölçekte – yani mevcut başvuranın özel davasının ötesinde – ele alınması gerektiği görüşündedir.  Dolayısıyla, davalı Devlet’in Sözleşme’nin 46. maddesi kapsamındaki yükümlülükleri uyarınca, yetkili makamlara düşen, özellikle yerel mahkemelerde görülmekte olan davalarla sınırlı olmamak üzere, mevcut karardan gerekli sonuçları çıkarmak ve burada ihlal bulgularına yol açan yukarıda tespit edilen sorunu çözmek için uygun olan diğer genel tedbirleri almaktır (bkz. yukarıdaki 414. paragraf; ayrıca bkz. mutatis mutandis, Guðmundur Andri Ástráðsson v. İzlanda [GC], no. 26374/18, § 314, 1 Aralık 2020). Daha spesifik olarak, yerel mahkemelerin, mevcut kararda yorumlandığı ve uygulandığı şekliyle ilgili Sözleşme standartlarını gerekli şekilde dikkate almaları gerekmektedir. Mahkeme bu bağlamda, Sözleşme’nin 46. maddesinin, usulüne uygun olarak yürürlüğe konulmuş uluslararası anlaşmaların kanun hükmünde olduğu ve bunların anayasaya uygunluğuna itiraz etmek için Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı şeklindeki Türk Anayasasının 90 § 5 maddesi uyarınca Türkiye’de anayasal bir kural hükmünde olduğunun altını çizmektedir (bkz. yukarıdaki 141. paragraf).”

AİHM Yalçınkaya kararının yalnızca somut dosyayı ilgilendirdiğini, emsal oluşturmadığını iddia edenler, yukarıda özetlenen genel bilgilere sahip olmamaları dışında, muhtemeldir ki kararın 413-418. paragraflarını hiç okumamışlar veya zulmün devamı için bu konuyu örtbas ederek kamuoyonu yanıltmak istemektedirler. Kararın özellikle 418 nolu paragrafı bu kişilerin temelsiz iddialarını tümüyle çöpe atmaktadır.

Yalçınkaya kararı, herkes için olduğu kadar Mahkeme’nin kendisi için de emsal karar niteliğindedir ve Türkiye’de 8 yıldır süre gelen hak ihlallerinin Mahkeme’ye intikal etmesi halinde AİHM o dosyalar için de aynı yönde karar verecektir. Mahkeme yukarıda alıntılanan kararda açıkça “Türk makamları gerekli tedbirleri almadığı takdirde diğer davalarda da ihlal kararı vermek zorunda kalacağım” demiştir ki, bu tespit ve tavsiyeden sonra “emsal oluşturmaz” denilmesinin ardında cahillik değil, ancak ve ancak, hak ihlallerinin ardındaki amacı (soykırım niyetini) ve zulmü devam ettirme kastı ve iradesinin yattığı açıktır.

Ancak bu hukuk tanımazlığın ilelebet sürmesi mümkün değildir. 10 yıldır yaşayarak görmekteyiz ki, hukukun askıya alınması ile birlikte her alanda kötüye gidiş başlamış ve ülke “emre amade” yargıçların büyük katkısı ile uçuruma doğru sürüklenmektedir. Hiç şüphesiz bu kötüye gidişi durdurmak için ihtiyacımız olan en büyük şey, evrensel hukuk ilkeleri ile bağlı, bağımsız ve tarafsız bir yargıdır.

1 Comments

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir