Adalet İçin Direnen Hukukçulara

Adalet İçin Direnen Hukukçulara

Cemil Meriç’in, 1960 yılı sonrası Batılılaşma sevdası çerçevesinde memleketin içinde yaşadığı sorunlara merhem olarak sosyalizmi sunan kişi ve gruplara yaptığı tavsiyelerden ilham alarak, onun, her biri binlerce sayfalık malumatlarından damıtarak oluşturduğu reçeteyi, adaleti arzulayan, gerçek bir hukukçu olma hedefinde gayret edenlere uyarlamaya çalışacağım.

Bireyler, kanuna hizmet etmek için var değillerdir; hukukun varlık sebebi insanlardır. Hukukun temel gayesi, ruh ve beden bütünlüğü içerisinde, can, mal ve namuslarını teminat altına alıp bunun devamlılığını sağlayarak bireylerin huzurlu bir hayat sürmesidir.

Hukuk sisteminde var olan kronik hastalıkları tedavi edip, aksaklıkları tamir edecek hiçbir sihirli formül yoktur. Var olan aksaklıklar, bireylerin adalete ulaşmasının engellenmesinde, uygulayıcılar tarafından mazeret olarak ileri sürülmemelidir. Sistemin yanlışları, hiçbir hukukçunun haksızlık yapmasına gerekçe olamaz, bunlar tarafından savunma aracı olarak kullanılamaz.

Hukukun haysiyeti son zamanlarda ayaklar altına alınmıştır. Bu halden bizi ancak şuurlu ve fedakâr hukukçular kurtarabilir. Şuurlu olmak demek, hukukçunun hiçbir maddi ve manevi otoriteye bağlı bulunmaması, vesayetin her çeşidini reddetmesi, buna karşın akıl, bilim ve vicdandan neşet eden her ışığa kapılarını sonuna kadar açması demektir. Fedakârlık ise hukukun değerlerine hayat vermek için çileli bir yaşamı göze almaktır. Böyle bir hayat zordur, hukukçunun kendisinden ve sevdiklerinden bir şeyleri (zamanı, emeği ya da parayı) karşılıksız olarak vermesini gerektirir.

Hukukun mimarları cesur olmalıdır. Saygın bir hukukçu kendi kafasıyla düşünüp üretmeli; düşündüklerini haykırmaktan, inandıklarını hayata geçirmekten çekinmemelidir.

Hukuk, hiçbir ideolojiyi, karşıt görüş ve temsilcilerini yok etmek, onlara zarar vermek için kullanılabilecek bir silah değildir.

Hukukçu şaşı olmamalıdır. Bir gözü kanunda, diğer gözü aidiyet hissettiği, taraftarı olduğu veya baskısı altında kaldığı düşüncelerin sözlü ya da yazılı kaynaklarında gezemez.

Hukukçu adliye içinde veya dışındaki hiçbir kavgaya taraf olamaz, cübbesiyle veya cübbesini çıkararak arbedelere iştirak edemez. Bir insan olarak bu tür durumlarda ikilem yaşaması, hafakanlar geçirmesi, içinin sızlaması mümkündür. Ancak, hukukçuluk biraz da iç dünyada fetihler yaparak, ızdırap çekerek elde edilebilen bir erdemdir.

Hukukçu, hukukun azat kabul etmez esiridir. Bu öyle bir esarettir ki, esir, esaretinin farkında değildir ve bundan dolayı hukukun sahibi ve temsilcisi oluğunu sanır.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir