TÜRK YARGISININ NURNBERG’İ: EVRENSEL YARGI YETKİSİ

TÜRK YARGISININ NURNBERG’İ: EVRENSEL YARGI YETKİSİ

 

Almanya`nın Nürnberg şehri, 1945 yılının sonbaharında başlayacak ve şehrin ismiyle anılacak yargılamalarla II. Dünya savaşının Alman şehirleri arasındaki görece en az tahrip olmuş yerlerinden biri olarak insanlık ve hukuk tarihi açısından yeni bir kavramın dile getirildiği yer olarak tarihteki yerini aldı. Bu şehirde, şehrin ismiyle anılan her bakımdan kendine özgü nitelikler taşıyan, Nazilerin lider kadrosunun yargılandığı bir mahkeme kuruldu. İnsanlığa Karşı suç kavramının dile getirildiği bu mahkemede kuşkusuz pek çok hukuki ilke ilk kez dile getirilmiş oldu. Aradan geçen yaklaşık 80 sene sonra yine bir Alman şehri olan Koblenz de bu kez bir başka coğrafyada işlenen insanlığa karşı suçlar yargılama konusu yapıldı ve suç faili en ağır şekilde cezalandırıldı. Bu kez Nürnberg yargılamasındaki gibi hukukçuların kafası karışık değildi, ellerindeki yasal mevzuat çok açıktı ve Alman yargıçlar insanlığın kendilerine verdiği yetkiye dayanarak “İnsanlığa Karşı Suç” fiilinin failini suçun işlendiği yerden binlerce kilometre uzakta yargılayarak mahkûm ettiler. Koblenz Mahkemesi hangi hukuki gerekçeyle yukarıda sözünü ettiğimiz yargılamayı yaptı, bunun üzerinde duracağız.

Uluslararası hukukta insanlığa karşı suçların düzenlenmiş olduğu ilk uluslararası belge, 1945 tarihinde toplanan Londra Konferansı sonunda açıklanan Nürnberg Mahkemesini kuran Londra Antlaşmasıdır. Uluslararası suçlar kavramı yazılı hukukta ilk kez bu anlaşmaya ek olarak düzenlenen Nürnberg Uluslararası Askeri Mahkemesi Şartı ile düzenlenmiştir. Suçun tanımlanması da (UCMN) Nürnberg Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsünde (md.6/c) yer almıştır.

Londra Antlaşması ile kurulan Nürnberg Mahkemesinin uygulayacağı esasların uzun süren tartışmalar sonrasında belirlenmesiyle 20 Kasım 1945 tarihinde başlayıp 1 Ekim 1946 tarihine kadar sürecek yargılamalar başladı.

Nürnberg yargılamalarının Amerikan Savcısı Robert H. Jackson açılış konuşmasında, “[…] intikamı durdurmayı ve yakalanan düşmanlara hukukun yargısını gönüllü olarak sunmak, iktidarın şimdiye kadar akla yönelttiği en önemli övgülerden biridir…”.

Sözleriyle duruşmaya başlarken, bundan sonraki sözleri çok daha önemlidir. Jackson sanıklara dönüp şöyle devam eder: “…Bu soruşturmayı önemli kılan şey, bu mahpusların dünyadaki bedenleri toza dönüştükten sonra pusuya yatacak uğursuz etkileri temsil etmeleridir. Onlar ırkçı nefretlerin, terörizm ve şiddetin, kibir ve iktidar zulmünün yaşayan simgeleridir. Bunlar, şiddetli milliyetçiliklerin ve militarizmin, kuşaktan kuşağa Avrupa’yı karmaşaya sürükleyen, insanlığını ezen, evlerini yok eden ve hayatını yoksullaştıran entrika ve savaş açmanın simgeleridir… Şu anda tehlikeli bir şekilde hala güçleri ayakta kalan [bu] insanlarla belirsiz ve kesin olmayan bir şekilde ilgilenirsek, uygarlık yeniden gücünü kazanan sosyal güçlerden ödün vermeyi kaldıramaz…”

Savcı Jackson, bu seslenişiyle aslında Dünya Hukuk tarihi açısından yeni bir sürecin başlayacağına da işaret etmekteydi. Görüleceği üzere bir yandan yeni bir sürece işaret ederken diğer yandan da korkusunu gizlememekte geleceğe dair endişelerini dile getirirken esasen bu mahkemenin üstlendiği görevle geleceğe de etki edeceğini ifade etmekteydi.

Nitekim tarihi süreç de korkulduğu gibi ilerledi, “…kibir ve iktidar” zulmünün örnekleri olan yönetimler Yugoslavya`da ve Ruanda`da benzer suçları işlediler, bu nedenle de Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemeleri kuruldu ve yargılamalar yapıldı. Ancak her iki mahkeme de fiilden sonra kurulan mahkemeler oldular. Uluslararası hukuk keyfi iktidarların bu tutumlarına müsamaha gösteremezdi zira herhangi bir ülkede insanlığa karşı suç olarak tanımlanan fiillerin gerçekleşmesinin dünyanın tüm ülkelerini doğrudan veya dolaylı etkilediğini biliyorlardı. Bu nedenle 17 Temmuz 1998 tarihinde uluslararası ceza mahkemesi kuruldu. Roma statüsü imzaya açıldı. 31 Aralık 2000 tarihine kadar imzaya açık kalan sözleşmeye yapılan katılımlar ve bunların iç hukuklardaki onay işlemlerinin de tamamlanması sonucunda, 1 Temmuz 2002 tarihinde mahkemenin kuruluşu tamamlandı.

Roma statüsü bugün neredeyse tüm demokratik ülkeler tarafından imzalanarak kabul edildi. Türkiye Roma Statüsüne taraf olmadı, sözleşmeyi imzalamadı. Bunun yerine 2005 tarihinde yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu’nun 77. Maddesinde insanlığa karşı suçları düzenlerken Roma Statüsünün varlığına rağmen Nürnberg`i esas aldı.

Bugün Almanya`da yukarıda kısaca ifade ettiğimiz bu Roma Statüsünün dünyada nasıl yürüyeceğini gösteren somut bir karara imza atıldı. Koblenz mahkemesi Suriye`de gerçekleşen ve Roma Statüsü ile Alman Uluslararası Ceza Kanunu (VStGB) kapsamında kalan fiilleri evrensel yargı yetkisi kapsamında kendisini görevli ve yetkili görerek hakkında insanlığa karşı suç fiili isnadı bulunan Suriye İstihbarat servisinin elemanını sanık olarak yargıladı. Böylece Nürnberg de ifade edildiği gibi zorba bir yönetimin memuru olan bir kişinin iktidarın istediği ancak uluslararası hukuk tarafından suç olarak kabul edilen fiilleri gerçekleştirmiş olması nedeniyle işkence fiilini gerçekleştirdiği ülke dışında binlerce kilometre ötede hukuk önünde hesabını sorup yargıladı ve ömür boyu hapis cezası verdi.

İlk kez bir mahkeme, Suriye yönetiminin gizli servisinin eylemlerini insanlığa karşı suç olarak tanımlamış oldu. Böylece Suriye`de Roma Statüsünün 7. Maddesinde tanımlanan fiilleri işleyen failler açısından Roma Statüsüne taraf olan bir ülkeye gitmeleri halinde haklarında yargılama yapılarak çok ağır cezalarla karşı karşıya kalabilecekleri uluslararası kamuoyuna ilan edilmiş oldu.

Yine bir başka Avrupa ülkesi olan İsveç`te, İran`da 1988 yılında 3 bin civarında sosyalist mahkûmun idam edildiği olayla ilişkisi olan İranlı eski bir savcı bu fiillerin mağduru kişiler tarafından yine evrensel yargı yetkisi kapsamında yapılan şikayetler üzerine bu ülkede bulunduğu sırada yakalanarak tutuklandı.

Koblenz Mahkemesinin verdiği bu kararın etkilerinin büyük olacağı kuşkusuz, bugün dünyanın pek çok yerinde Savcı Jackson un ifadesiyle “…kibir ve iktidar zulmünün” örnekleri olan pek çok yönetim bulunmakta. Roma Statüsünde tanımlandığı şekliyle sadece işkence, cinsel istismar, öldürme, zorla kaybetme, zulüm suç olarak tanımlanmamış aynı zamanda Yargı Kullanılmak suretiyle özgürlükten keyfi olarak alıkonulmak da suç olarak tanımlanmıştır. Dolayısıyla yakın bir gelecekte sadece bu nedene dayalı olarak pek çok davanın evrensel yargı yetkisi kapsamında görülmesi ve pek çok kişinin bu eylemlerden mahkûm olması olası görünmektedir.

[ad_2]

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir