• Ağustos 24, 2022
  • No Comment

SÜREÇ NASIL BİTERSE, TAM ANLAMIYLA KAZANILMIŞ OLUR.

SÜREÇ NASIL BİTERSE, TAM ANLAMIYLA KAZANILMIŞ OLUR.

Yaşadığımız ve her anlamda sosyal ölüm olarak nitelendirilebilecek bu süreç günümüz teknolojisinin sağladığı imkanlar sayesinde neredeyse tüm detayları ile tarihin hard diskine kaydedilmekte.   Örnekleri farklı olmakla birlikte yaşanılanların ne hissettirdiğini, bizzat yaşadığı için çok iyi anlayacak insanlara seslendiğimin bilincindeyim.

Şunu sizin gibi bende kesin olarak biliyor ve inanıyorum ki; Bu süreç öyle ya da böyle bitecek. Bundan emin olmamın en önemli nedeni, evrensel kuralların aksine devam ediyor olması. Bu noktada evrensel kurallardan ne kastettiğimi birkaç örnek vereyim. Mesela kimse sonsuza kadar yüksek sesle bağıramaz. O yüzden şu an sadece diğer sesleri bastıracak kadar bağırabilenlerin bunu sürekli yapabileceklerine inanmak varoluş mantığına aykırı bir kabul olur. Ancak ne zaman ve nasıl kısmı tamamen bir kader planı olduğu için o kısım ne haddim ne de bu yazının konusudur.

Ancak bu süreçte yaşananlardan çıkarılacakların yepyeni bir ülke hatta dünya inşası için çok önemli olduğunu düşünenlerdenim. Bu sürecin sonunda bizden şahsen alınan ve uğruna ömür tükettiğimiz, meslek, sosyal statü, maaş gibi imkanların yanında toplumsal onurumuzun iadesi tabii ki bir kazanımdır ve bu süreçte kaybedilen hayatlar hariç diğer telafi edilebilecek tüm hasarlar telafi edilmelidir. Ancak bunlar olduğunda sabah tıraşımızı olup/ fönümüzü çekip, takım elbiselerimizi/döpyeslerimizi giyip işimize gittiğimizde sürecin artık tam anlamıyla geride kalacağını düşünmenin, affınıza sığınarak bencillik olacağını ve sürecin bize kazandırdıklarını inkar etmek anlamına geleceğini düşünüyorum.

Mesleklerimiz ve yaşamlarımız bizi daha büyük bir ideale taşıdığında anlam kazanır. Örneğin bir süre yapmama imkan tanınan hakimlik mesleği açısından bakalım. Mesleğe döndüğümde bu ülkede bizden yıllar sonra yargı ile ilgili bir programda kürsüye çıkıp bir konuşma yapması gereken bir meslektaşımın artık “Berlin’de yargıçlar var” ritüeline ihtiyaç duymayacağı memleketinden ve adı Ahmet, Mehmet , Ayşe, Fatma olan  ve kimisi toprağın altında kimisi de toprağın üzerinde ak saçları ve yüzlerine yansıyan gururla kendisine dinleyen insanlardan  örnekler verebileceği bir hizmet ve adalet anlayışına sahip olmak artık bir ideal değil yaşanılanlardan sonra bir yükümlülük olmalıdır.

O günler geldiğinde Yahudi toplumunun ikinci dünya savaşı sonrası gösterdiği “never again” (bir daha asla) kararlılığını göstermek ve bu konuda somut adımlar atmak gereklidir. Hatta” bir daha asla” politikasının o topluma yaşatılanların bir daha yaşatılmamasını sağlamak anlamına geldiği düşünüldüğünde, bunun da ötesine geçerek toplumun mağdur olan kesimlerinin bunu tekrar yaşamamasını sağlama garantisinin ötesine geçilmelidir.  Bunu düşünmenin bile söz konusu olmayacağı, hukuk, insan hakları ve adalet temelli bir toplum inşası kaderin kendisine bu konuda bir şeyler yapma fırsatı tanıyacağı her mağdurun hedefi olmalıdır.

Cezaevi günlerinde meslektaşların çay sohbetlerinde yaptıkları empati dolu konuşmaları hatırlarım. Bir savcı şöyle demişti mesela “bana tahliye talepleri gelirdi ben hafta sonu veya tatil olduğunda onlara hemen cevap vermezdim. Şimdi bunun talep eden için ne olduğunu daha iyi anlıyorum. Ya da tutukluların özellikle kadın tutukluların çocuklarına yönelik mesela ceza evlerinde üniversitelerin pdr bölümleri ile işbirliği ile kreşler açılıp hem öğrencilerin burada staj yapmalarının sağlanması hem de çocukların daha iyi ve cezaevi ortamını en az hissettirebilecek şekilde bakılmasının sağlanmasına ilişkin fikirler havada uçuşurdu çünkü orada olanların bazılarının eşleri de tutukluydu.

Belki de kader, önce yaşadığı toplumu sonra belki de çok daha geniş bir coğrafyayı değiştirebilecek ve gerçek anlamda hukukun üstünlüğü ve insan haklarına dayalı bir medeniyet inşası için elini taşın altına koyabilecek nitelik ve özveriye sahip insanları sözlerden çok daha etkili bir yolla eğitiyordur. Bunların yoksunluğunu hayatında acı çekerek yaşayan insanların, bu değerleri salt okuyan ve dinleyenlerden çok daha sahiplenici olacağı kanıksanamaz bir gerçektir.

Bu değerlerin temellendirdiği bir toplumun inşası noktasında mağduriyet yaşayan farklı insanların farklı sebepleri olabilir. Bu sebeplerin hepsine saygılıyım. Yeter ki varılan sonuç bu değerlerin inşasına hizmet edecek bir hayatı o insanlara yaşatmak olsun. Şahsım adına kendince dindar olmaya çalışan bir insan olarak, Adalet ve ahlak gibi dinin son durağı olan hedeflerin toplumumuzda ve İslam coğrafyasında bu kadar küçümsenmesi ve yok sayılması canımı acıtan bir durum olmuştur hep. Ama bizzat yaşamımda bu değerlere sahip olmayanların yapabileceklerini yaşayarak görünce, Bu değerlerin inşasına hizmet edecek bir kalan ömür yaşamanın, haddimi aşacağım ama aynı zamanda dini bir vecibe olduğunu düşünüyorum.

Toplumun özellikle dindar kesimini, bir elin parmaklarını aşmayan ve çoğu yirminci yüzyılda Ortadoğu coğrafyasında oluşturulan sembollerle samimiyetsizce kontrol edilmesini bir daha asla mümkün kılmayacak bir eğitim sisteminin inşası gerekmektedir.  Örneğin insan hakları daha ilk okulda ders olarak gerçekten uzman akademisyen hakim savcı ve avukatlar tarafından anlatılmalıdır. Toplumun temel değerinin insan olduğu, tüm nitelemelerden arındırılmış çıplak insan olduğu, bayrak, vatan gibi değerlerin, insana verilen değer ile anlam kazanacağını bu topluma anlatmak, ama ne olursa olsun anlatmak nihai bir hedef olmalıdır.

Bu süreçte mağdur olan insanlardan en azından tanıdıklarım “ideallerim var ömrümden uzun” diyebilecek karakterde insanlardır. Çünkü idealleri ömrü ile dolayısı ile şahsı ile sınırlı insanlar kanımca varoluşu anlayabilme fırsatını kaçırmışlardır.

Belki de süreçten teklif ettiğim şekilde bir sonuç çıkarıldığında, biz ama daha çok bizden sonraki nesiller,  tıpkı Demokratik Avrupa toplumlarında olduğu gibi (örneğin Almanya) Anayasası devleti değil insanı yücelten “insan onuru ihlal edilmez bir değerdir “ cümlesi ile başlayan ve bunu oluşturduğu devlet sistemi ile de hissettiren bir ülkede yaşama şansına kavuşmuş olacağız. Kanımca bu fırsatın kaçırılması tarihi bir fırsatın kaçırılması anlamına gelecektir.

Umarım bu basiret gösterilir ve böylece, yitirilen yaşamlar dahil kaybedilen her şeye değer ve karşılığında kazanılan insan hakları odaklı, hukukun üstünlüğüne dayalı, demokratik toplum, ödetilen bedelin ağırlığını hatırlayarak, temel değerlerinin kıymetini bilen ve onları korumaya kararlı bir toplum olur.

 

 

Bu Yazılarıda Okuyabilirisiniz

NAİF YARGI(Ç)

NAİF YARGI(Ç)

Önceki dönemde egemen iktidar tarafından “sakıncalı” görülen kişiler fikir ya da düşünceleri nedeniyle soruşturulmuşlar; haklarında iddianameler düzenlenerek yargılanmaları ve hatta mahkûm…
KAĞITTAN KAPLAN YARGIMIZ

KAĞITTAN KAPLAN YARGIMIZ

Sivas Sulh Ceza Hâkimliği’nin tutukluluk  halimin devamına dair kararı ile HSYK tarafından verilen benim de ismimin yer aldığı 2847 hâkim ve…
HÜCREMİN MAZGALLARI

HÜCREMİN MAZGALLARI

(Bu yazı 15.1.2017 tarihinde, Silivri cezaevinde tutsaklığım sırasında kaleme alındı)   Dış dünyanın görünen tek yüzü olan gökyüzünü seyrederken bile özgür…
Bu Da Mı Gol Değil Hakim Bey!

Bu Da Mı Gol Değil Hakim Bey!

Hukukçu olmasa da Türkiye’de, kahvede oturan kalabalığın bile batak oynarken bildiği temel hukuk bilgileri ne yazık ki vardır. İronik bu durum…

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir