- ANASAYFA
- No Comment
Kutsalın Sessiz Çöküşü

21. Yüzyılda Dinin ve Sembollerin Değersizleşmesi
I. Batı Dünyasında Hristiyanlığın Yitimi ve Yeni Paradigmalar
21. yüzyılın en çarpıcı kültürel ve düşünsel kırılmalarından biri, Batı dünyasında Hristiyanlığın tarihsel otoritesini ve cazibesini büyük ölçüde kaybetmiş olmasıdır. Batı, artık Hristiyanlıkla anlam bulamayan, onun sunduğu mutlak hakikat ve ahlaki yapı içerisinde tatmin olmayan bir birey tipolojisine sahiptir. Bu yalnızca bir inanç kaybı değil, aynı zamanda büyük anlatıların ve toplumsal ideallerin çöküşüdür.
Yükselen kuşaklar, yani özellikle Z kuşağı ve sonrası, Hristiyanlıkla hayatın anlamına, ahlaki pusulaya ya da bireysel huzura ulaşamamaktadır. Geleneksel dini yapılar ve söylemler, dijital çağın hızına ve karmaşasına yanıt veremez hale gelmiştir. Bunun yerine bireyler, kişisel anlam, bireysel etik ve ruhsal özgürlük gibi kavramlara yönelmekte, hatta zaman zaman mistisizm, yoga, meditasyon gibi doğu kaynaklı uygulamalarda bu boşluğu doldurmaya çalışmaktadır. Ancak tüm bunlar örgütlü dinin değil, kişisel deneyimin ön planda olduğu yönelimlerdir.
Dinin bu etkisizleşmesiyle birlikte, onunla bağlantılı olan semboller, kutsal mekânlar ve politik hedefler de anlamını yitirmektedir. Örneğin, Ayasofya’nın camii olarak açılması, 20. yüzyılın başında Batı kamuoyunda büyük bir politik ve kültürel mesele haline gelebilecek bir olayken, bugün neredeyse kayıtsızlıkla karşılanmıştır. Batı’nın artık Ayasofya gibi sembollere duygusal ya da kültürel bir bağ kalmamıştır. Eskiden “medeniyet çatışması”, “kültürel savaş” gibi kavramlarla büyütülen semboller bugün post-ideolojik dünyada karşılıksız kalmaktadır.
Batı’da ideolojilerin çöküşüyle birlikte sadece din değil, kolektif hedefler ve ideolojik mücadeleler de anlamını yitirmiştir. Artık büyük ülkülerin, kutsal davaların ya da kültürel misyonların yerini bireysel yaşam tarzları, gündelik seçimler ve kişisel mutluluk almıştır. Cinsiyet kimliklerinin esnemesi, normların bulanıklaşması ve geleneksel sınırların silikleşmesi de bu yeni dünyanın başka boyutlarıdır. Artık ne cinsiyet, ne ulus, ne de din sabit birer kimlik değil; bireyin tercihlerine göre şekillenen, geçici ve akışkan yapılardır.
II. Türk Toplumunda Dini Sembollerin ve Siyasi Mitlerin Erozyonu
Bu büyük dönüşüm yalnızca Batı’ya özgü değil. Türkiye gibi dinin, tarihsel kimliğin ve sembollerin politik güç aracı olarak yoğun biçimde kullanıldığı toplumlarda da aynı yönsüzlük ve anlam kaybı gözlemlenmektedir. Geçmişte Ayasofya’nın camii olması bir “kırmızı çizgi”, Şam’daki Emeviye Camii’nde namaz kılmak ise bir “fetih sembolü” olarak görülebiliyordu. Ancak bugün, bu tür hedeflerin artık yeni kuşaklar nezdinde duygusal ve politik bir karşılığı kalmamıştır.
Benzer şekilde, “Lozan Antlaşması’nın gizli maddeleri” gibi spekülatif, paranoya temelli söylemler, dijital çağın bilgiye açık kuşağında inandırıcılığını tamamen yitirmiştir. Bugünün gençleri bilgiye birkaç saniyede ulaşabildiği bir çağda, mitlerle değil doğrularla hareket etmektedir. Bu nesil, sembollerden çok içerikle ilgilenmektedir. Dinin gizemi, ritüelin büyüsü ya da kutsalın heybeti artık zihinlerinde yankı bulmamaktadır.
Ancak bu dönüşümün yalnızca küresel modernleşme ya da dijitalleşmenin sonucu olduğunu düşünmek eksik olur. Türkiye özelinde, dini sembollerin ve değerlerin bu kadar hızlı bir şekilde anlamını yitirmesinde siyasal İslamcılığın da ciddi bir payı vardır. Dinin siyaset eliyle araçsallaştırılması, kutsal değerlerin sürekli olarak gündelik politik çıkarlar uğruna kullanılması, zamanla toplumda bu değerlere karşı bir duyarsızlaşma yaratmıştır. Adalet, ahlak, merhamet gibi dinin özüne ait kavramların; baskı, çıkarcılık ve çifte standartla iç içe geçirilmesi, dini hem toplumsal hem de bireysel düzlemde itibar kaybına uğratmıştır. Halkın gözünde din; yalnızca sloganlarda, afişlerde, miting kürsülerinde ve iktidarların meşruiyet arayışlarında kullanılan bir araca dönüşmüş, bu da özellikle genç kuşaklarda hem sembollere hem de dini temsillere karşı bir yabancılaşma doğurmuştur.
Bu bağlamda, Türk toplumunda da dini sembollerin siyasal ya da toplumsal hedefler haline getirilmesi, tıpkı Batı’daki gibi anlamsızlaşmakta ve etkisizleşmektedir. Camilerin, türbelerin, kıblelerin, “kutsal toprakların” ya da “kurtarılacak şehirlerin” artık birer siyasi propaganda öğesi olmaktan öteye geçememesi, bu dönüşümün bariz göstergesidir.
III. Yeni Çağın Gerçeği: Anlamın Bireyselleşmesi
Hem Batı’da hem Doğu’da dinin gerilemesi, doğrudan dine karşı bir savaş değil, anlamın bireyselleşmesidir. Artık insanlar kolektif kimliklerden değil, kişisel değer sistemlerinden yola çıkarak yaşamlarını şekillendiriyorlar. Ahlak, yalnızca dini referanslarla değil; felsefe, empati, özgürlük ve hak temelli düşüncelerle de inşa edilebiliyor.
Bu dönemde ne kutsallar evrensel, ne de hedefler ortak. Ayasofya gibi semboller ne Batı için bir düş ne de Doğu için bir zafer artık. Yeni nesiller için mesele ne cami olup olmamak, ne de ideolojik kazanımlar; asıl mesele, hayatın içinde bireysel olarak ne hissettikleri, neye ihtiyaç duydukları ve nasıl bir yaşam sürmek istedikleri.
Sessiz Devrimin İçindeyiz
Dinin, ideolojilerin ve sembollerin buharlaştığı, bireyselliğin ve içsel anlam arayışının öne çıktığı bu çağ, belki de insanlığın en büyük sessiz devrimidir. Hiçbir savaş olmadan ordular geri çekildi, hiçbir protesto olmadan tapınaklar sessizleşti, hiçbir bildiri yayımlanmadan kutsallar anlamını yitirdi. Artık her birey, kendi hakikatinin kâşifi; her yol, kişisel bir içsel yolculuk.
Ve belki de bu yüzden, en kutsal kabul edilen mekânların bile sessizliğe gömülmesi, tarihin doğal bir evrimidir.