- ANASAYFA
- No Comment
Değişen Bireysel ve Toplumsal Ahlak Anlayışı

Ahlak: Evrensel İlke mi, Toplumsal Anlaşma mı?
Ahlak, bireylerin ve toplumların iyi-kötü, doğru-yanlış ayrımına ilişkin oluşturduğu ilkeler bütünüdür. Ancak bu ilkeler ne kadar evrenseldir? Her birey aynı ahlak anlayışına mı sahiptir? Aynı davranış bir toplumda erdem, başka bir toplumda suç sayılabilir mi?
Ahlakın temelini oluşturan şeyin ne olduğu, felsefi düşüncenin en eski tartışmalarındandır. Kimilerine göre ahlakın kaynağı Tanrı’dır; ilahi buyruklar insan davranışını şekillendirir. Kimilerine göre ise ahlak, toplumların ortak gelenek, örf ve değerlerinden doğar. Modern düşünürlerin bir kısmı ahlakın bireysel vicdanda temellendiğini savunurken, bazıları da aklın ve rasyonel ilkelerin belirleyici olduğunu iddia eder. Bu çerçevede ahlakın kaynağı şu başlıklarda toplanabilir:
Dinî Temelli Ahlak: Ahlak, Tanrı’nın emirleriyle belirlenir. Kur’an’daki kurallar, Hristiyanlıktaki On Emir, Budizm’deki Sekiz Katlı Yol gibi kaynaklar buna örnektir.
Toplumsal ve Kültürel Ahlak: Gelenekler, örfler ve kolektif bilinç tarafından şekillenen ahlaki yapı. Geçmişten günümüze ortak aile değerleri ile nesilden nesile aktarılan kuralların bütünü olan ahlak..
Hukuksal Ahlak: Hukuk ile ahlak kimi zaman örtüşür; fakat hukuk dışsal, ahlak ise içsel bir zorunluluktur. Kanuna göre ödev ve sorumluluğa ve vatandaşlık görevlerine uyma tarzıdır. Bunun ahlak veya kanuni veya gönüllü mecburiyet kavramı tartışılmalıdır.
Vicdana Dayalı Ahlak: Bireyin iç sesi, doğru ile yanlışı belirlemede en önemli ölçüttür.
Akıl Temelli Ahlak: Immanuel Kant’ın savunduğu gibi, ahlak rasyonel olarak temellendirilebilir ve evrensel yasalarla açıklanabilir.
Bu farklı kaynaklar ahlakın yalnızca bireysel bir vicdan meselesi değil, aynı zamanda dini inançlarla, hukukla, geleneklerle ve kültürle iç içe geçmiş bir yapı olduğunu gösterir. Ancak asıl tartışma, bu unsurların hangisinin belirleyici olduğu ya da ahlaki eylemin hangi durumda gerçekten “ahlaki” olarak değerlendirilebileceğidir.
Bu yazıda ahlakın sabit mi yoksa değişken mi olduğu, evrensel ilkelere mi yoksa toplumsal bağlama mı dayandığı; din, hukuk, vicdan ve akıl çerçevesinde sorgulanacaktır.
Farklı kültürlerde ahlak kuralları belirgin biçimde değişiklik gösterir. İslam toplumlarında dini meşruiyeti olan çok eşlilik, Batı hukuk sistemlerinde hem yasadışı hem de ahlaka aykırı kabul edilir. Hollanda’da bireyin kendi yaşamı üzerinde karar verme hakkı kapsamında etik kabul edilen ötanazi, Latin Amerika ülkelerinde cinayet sayılabilir. Bazı Orta Doğu toplumlarında kadınların tesettürlü olması ahlaki bir zorunlulukken, Avrupa’da bu bireysel özgürlük bağlamında değerlendirilir.
Bu örnekler, ahlakın kültürel olarak inşa edilen, sabit değil değişken bir sistem olduğunu gösterir. Ruth Benedict’in antropolojik çalışmaları da bunu destekler. Ona göre “bir toplumda erdem sayılan davranış, başka bir toplumda sapkınlık olabilir.” Bu görüş, ahlaki göreceliği savunur. Yani ahlaki yargılar mutlak değil, bağlama ve kültüre göre değişkendir.
Peki bu durumda dinin belirlediği ahlak, gerçekten ahlaki midir? Platon’un Euthyphro diyalogunda geçen o meşhur soru burada devreye girer:
“Bir şey Tanrı onu emrettiği için mi iyidir, yoksa iyi olduğu için mi Tanrı onu emreder?”
Bu sorgulama, dini ahlakın mutlak olup olmadığını tartışmalı hale getirir. Eğer bir şey sadece Tanrı söylediği için doğruysa, ahlak rastgele bir otoritenin dayatması haline gelir. Yok eğer Tanrı da bir iyiliği tanıyorsa, bu durumda ahlak Tanrı’dan bağımsızdır ve evrensel ilkelerden söz edilebilir.
Sosyolog Emile Durkheim’a göre ise ahlak, bireyin değil toplumun ürünüdür. Ona göre toplumsal normlar, birey üzerinde bir “kolektif bilinç” yaratır ve birey bu bilinç doğrultusunda neyin doğru, neyin yanlış olduğunu öğrenir. Ancak bu, bireyin özgürlüğünü ve eleştirel düşüncesini sınırlandırabilir.
İşte bu noktada Kant’ın düşüncesi öne çıkar. Kant’a göre gerçek ahlak, bireyin dışarıdan gelen buyruğa değil, kendi aklının evrenselleştirebildiği ilkeye göre hareket etmesidir.
“Ahlaki davranış, yalnızca ödev duygusuyla yapılan davranıştır.”
Yani bir şeyi kanun öyle istediği için değil, onu doğru bulduğumuz için yapıyorsak ahlaki davranmış oluruz.
Buradan hukuk ve ahlak ilişkisine geçebiliriz. Hukuk, dışsal bir zorunlulukla bireyi belirli davranışlara yönlendirir. Ancak hukuka uymak her zaman ahlaki olmak anlamına gelmez. Örneğin, bir kişi cezadan korktuğu için hırsızlık yapmıyorsa bu davranış yasal olabilir, ama ahlaki olmayabilir. Çünkü kişinin davranışı içten gelen bir ahlaki ilkeye değil, dışsal bir yaptırım korkusuna dayanır.
Friedrich Nietzsche’ye göre geleneksel ahlak anlayışı, bireyin özgün değer üretmesini engeller. Ona göre dinî ya da toplumsal ahlak sistemleri, bireyi “sürü ahlakı” içinde tutar. Gerçek erdem, bireyin kendi değerlerini yaratabilmesidir.
Ancak yine de bazı evrensel ahlak ilkelerinden söz etmek mümkündür. Masum bir insanı öldürmenin ya da bir çocuğa zarar vermenin yanlış olduğu, neredeyse tüm toplumlarda kabul gören bir ilkedir. Bu tür yargılar, kültürel farklılıklara rağmen ortak bir vicdani temele dayanabilir. Jürgen Habermas’ın deyimiyle bu, “asgarî evrensel ahlak”tır.
Ahlaki değerler her kuşakta değişse de, 21. Yüzyılda bu dönüşüm teknolojinin hızı, bireyselliğin artışı ve küresel kültürün etkisiyle çok daha belirgin hale gelmiştir. Z kuşağı, geleneksel normlara daha mesafeli; özgürlük, çeşitlilik ve empati temelli bir ahlak anlayışına sahiptir. Bunun yanında taassuba dayalı olanları da vardır. Bilgi eksiği olsa da özgüven fazlalığı da bu kuşağın öne çıkan bir yanıdır ve bu ahlak anlayışını da etkiler.
Bu dönemle, ailenin, dinin veya toplumun belirleyici rolü zayıflarken, bireysel vicdan ve bağlamsal değerlendirme öne çıkmaktadır. Bu kuşak için ahlak, kurallardan çok niyet ve özgürlükle ilgilidir. Bu da kuşaklar arasında değer çatışmalarına neden olabilmektedir.
Sonuç olarak, ahlak mutlak ve tekil bir ilkeye indirgenemez. Din, gelenek, hukuk, vicdan ve akıl, ahlakın biçimlenmesinde rol oynayan farklı katmanlardır. Ahlaki bir eylemin değeri, yalnızca kurallara uymakta değil, niyetin içtenliğinde ve davranışın özgürlüğünde yatar. Bir davranışın ahlaki olup olmadığını belirlemek için sadece dışsal kurallara değil, o davranışın arkasındaki niyete, bağlama ve özgürlük derecesine de bakmak gerekir.