- DENEME-MAKALE
- No Comment
CBJ TÜRKİYE HAKİM VE SAVCI İŞKENCE RAPORU YAYINLANDI
GİRİŞ
Türkiye’de 17-25 Aralık 2013 tarihlerinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Erdoğan ve AKP’li bir kısım bakanların adının da karıştığı büyük bir yolsuzluk soruşturması kapsamında gözaltına alma, yakalama, arama ve el koyma işlemleri yapıldı. Bu soruşturmadan sonra Erdoğan ve AKP hukukun işletilmesini isteyip ak ile karanın belli olmasını sağlamak yerine hukuktan uzaklaşmayı tercih etmişlerdir. Bu çerçevede yargı ve güvenlik bürokrasisini kendilerine göre şekillendirdiler ve tamamen kontrol altına aldılar. Defalarca Anayasa ve yasalarda değişiklikler yaptılar. Yapılan her değişiklik hukuk düzeninde, devlet sisteminde hatta toplum mekanizmalarında krizler doğurdu. Kendileri ile beraber tüm ülke o günden bu yana hukuksuzluk denizindeki fırtınaların arasında savrulmaktadır.
15 Temmuz 2016’da gerçekleşen, Erdoğan’ın “Allah’ın lütfu” olarak tanımladığı şaibeli darbe girişiminden sonra hukuk tamamen askıya alındı. İnsan hakları yok edildi. Keyfi gözaltılar, işkence uygulamaları, kaçırma, kaybetme vakaları sıradanlaştı. Yargı ve kolluk birimleri yasaları uygulamak yerine Erdoğan ve AKP’den gelen talimatlara ve onların isteklerine göre hareket etti. Bu konu BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri ve Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserlerinin yayınladıkları raporlarda, Avrupa Birliği İlerleme Raporlarında ve daha birçok raporda defaatle vurgulandı.
Ülkede yaşanan kaostan yargı da fazlasıyla nasibini aldı. Yargı her ne kadar hukuksuzlukların faili olsa da aynı zamanda mağduru da oldu. Erdoğan ve AKP’nin emirleri yerine hukuku tercih eden hâkim ve savcılar hedefe konuldu. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay gibi yüksek mahkeme üyeleri ile ilk derece mahkemeleri, askeri yargı ve Sayıştay’da görev yapan hâkim, savcı ve raportörler mesleklerinden atıldılar. Hala da ihraçlar devam etmektedir. Mesleklerinden atılan yargı mensuplarının sayısı 5000’i geçti. Bu yargı mensuplarının hepsi hakkında silahlı terör örgütü üyeliği, yöneticiliği veya silahlı terör örgütüne yardım gibi son derece absürt suçlamalar yapıldı, haklarında soruşturma başlatılanların binlercesi tutuklandı. Bir kısmı çok ağır işkence gördü. Onlarcası hala tek başına hücrede tutulmakta ve işkence bu şekilde devam etmektedir.
Yargının savunma ayağının temsilcileri de bu zulüm ortamından nasibini aldı. Yüzlerce avukat sadece savundukları müvekkillerinin aidiyetleri, düşünceleri ve eylemleri gerekçe gösterilerek tutuklandılar ve çoğu hala cezaevinde.
Bu raporda temsili anlamda birkaç örnek üzerinden hâkim ve savcıların maruz kaldıkları işkenceler nazarlara sunulacaktır. Bugüne kadar sivil kişiler, güvenlik personeli veya bazı bürokratlara yönelik yapılan işkenceler haberlere konu yapıldı veya raporlarda yer aldı. CBJ Derneği olarak, ilk kez, hakimlerin ve savcıların dahi 15 Temmuz sonrasındaki süreçte çeşitli işkence eylemlerinin hedefi olduğunu raporlaştırmış olacağız.
Raporda işkence mağduru kadın ve erkek hâkim savcıların bir kısmının ad ve soyadları kısaltma olarak verildi. Bunun sebebi bu şahısların bir kısmının hala cezaevinde olmalarıdır. Türkiye’de durum o kadar vahim bir hal almıştır ki, bu şahısların kimliklerinin açıkça paylaşılması gerekçe gösterilerek kendilerine cezaevinde ziyaret ve mektup yasağı gibi hayati konularda disiplin cezaları verilebilmektedir. Ya da cezaevindeki yaşamları daha da ağırlaştırılabilmektedir. Bu hukuksuz ve kötücül uygulamalar sadece cezaevinde bulunan kişilere değil, dışarda bulunan yakınlarını da hedef alabilmektedir. Örneğin bu kişilerin yakınlarından sosyal yardım alanlar varsa bu hakları elinden alınmakta, çalışıyorlarsa işten atılmaları için baskı yapılabilmekte, keyfi çeşitli idari yaptırım ve cezalara muhatap olabilmektedirler.
İşkence insanlığa karşı işlenen en ağır suçlardan biridir. Suçu oluşturan eylemler bir kişi üzerinde icra edilse de hedefi tüm insanlıktır. Bu suça karşı tüm insanlık açık ve net bir şekilde karşı durmalıdır. Aksi taktirde bir gün işkence kendilerini de hedef alacaktır. Tarih buna dair örneklerle doludur.
I-15 TEMMUZ 2015 Sonrası Yargıda Yapılan Tasfiyelerin Bilançosu
15 Temmuz 2016 sonrası ülkede Olağanüstü Hal ilan edildi. Hükümete kanun hükmünde kararname çıkarılma yetkisi tanındı. Bu yetkiye dayanılarak binlerce insan mesleklerinden atıldı. Hâkimler ve savcılar için de aynısı oldu. Anayasa’da yer alan yargı teminatına ilişkin hükümler yok sayıldı. Binlerce hâkim ve savcı tutuklandı. Malvarlıklarına el konuldu.
Açık kaynaklarda yer alan verilere göre, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay ve ilk derece adli ve idari yargıdan 4579, Sayıştay’dan 118, Askeri Yargıdan 259 hâkim ve savcı ihraç edilmiştir[1].
Bugüne kadar tutuklanan hâkim ve savcı sayıları ile ilgili net rakamları Türk hükümeti kamuoyu ile paylaşmamıştır. Buna rağmen 02.07.2017 tarihli bir gazete haberinde 2 bin 286 adli ve idari yargıda görevli hâkim ve savcı, 104 Yargıtay, 41 Danıştay, 2 Anayasa Mahkemesi üyesinin tutuklandığı bilgisi yer almıştır[2].
II- İşkencelerin Amacı ve Uygulanan Metotlar
Türkiye’de halen devam etmekle birlikte özellikle OHAL döneminde işkencelerin yaygın olarak uygulandığı bilinmektedir. Bu konuda Türk Anayasa Mahkemesi tarafından verilmiş kararlar dahi bulunmaktadır. Bununla birlikte Avrupa Birliği İlerleme Raporlarında, Ankara Barosu’nun Raporlarında, BM ve Avrupa Konseyinin rapor ve belgelerinde, İnsan Hakları İzleme Örgütü ve Uluslararası Af Örgütü gibi kuruluşların raporlarında Türkiye’de işkencenin yaygın bir şekilde uygulandığına dair tespitler vardır.
Hakim ve savcılara yönelik olarak uygulanan işkencelerin temel amacı bu kişilerin kendisi veya başkaları aleyhine beyanda bulunmasını sağlamaktır. Yargı mensuplarından alınması hedeflenen beyanların bir kısmı şu şekildedir:
- 2014 HSYK seçiminde Erdoğan ve AKP’nin temsilcisi konumunda olan ve onların desteklediği Yargıda Birlik Platformu aleyhine herhangi bir söylem veya eylemin olup olmadığı,
- 2014 HSYK seçiminde Yargıda Birlik Platformunun desteklediği adaylar haricinde seçime katılan bağımsız adayların desteklenip desteklenmediği, adliyelerde, özel sohbet alanlarında, kişisel ilişkilerde bu yönde tavsiye veya telkinde bulunulup bulunulmadığı,
- Kişinin kendisinin veya diğer meslektaşlarının Gülen Hareketi (kendilerini Hizmet Hareketi olarak tanımladıklarından bundan sonra bu isimle anılacaktır) ile irtibatlı olduğu kabul edilen eğitim öğretim kurumlarına gidip gitmediği, yurtlarında kalıp kalmadığı, Hareket ile irtibatlı gazete, dergilere abone olup olmadığı, Hareket ile irtibatlı Derneklere mali yardım yapıp yapmadığı.
- Bank Asya isimli bankada hesabının bulunup bulunmadığı, hesabına para yatırıp yatırmadığı,
Yapılan işkence ile elde edilmek istenen bilgilerin herhangi bir suçun ispatına yönelik veriler olmadığı, söz konusu eylemlerin tek başına bir suç teşkil etmediği, bu faaliyetlerin Anayasa ve yasalar ile teminat altına alınan çeşitli hakların kullanımına yönelik olduğu açıkça görülmektedir. Ancak 15 Temmuz sonrasında, yargı mensuplarına, kendi meslektaşı olan savcı ve hakimlerin bilgileri dahilinde ve hatta onların talimatları doğrultusunda maddi ve manevi işkenceler yapılmıştır.
Hâkimler ve savcıların muhatap olduğu işkence uygulamalarına dair örneklere aşağıda yer verilecektir.
Yorma, Bezdirme, Bıktırma
Bu yöntem en yaygın olarak uygulanan yöntemdir. Özellikle Hizmet Hareketi ile irtibatı veya iltisakı olduğu iddiasına muhatap olanlar bu işkence yöntemi ile mutlaka karşılaşmışlardır. Bilindiği üzere OHAL döneminde gözaltı süresi 30 güne çıkarıldı. İnsanlar haklarında hiçbir delil bulunmamasına rağmen günlerce çok ağır şartlarda, beslenme ve hijyen ihtiyaçları karşılanmadan gözaltında tutuldular. Aşağıda yer alan, resmî belgelere yansıyan ifadelerden de anlaşılacağı üzere kimi insanlar bu süreçte karanlık bir hücrede, bir başkası bir halı sahada güneşin altında, kimisi kapalı spor salonunda, kimisi dar bir mekanda (örneğin 5 kişilik yerde 15-20 kişi olacak şekilde) kalmaya zorlanmıştır. Tüm bu uygulamalar insanların iradelerini kırmaya yöneliktir. Bu şekilde gözaltında tutulan 100 kişinin gözaltı sürecinin sonunda kollukta alınan ifadeleri okunduğunda şöyle bir manzara ile karşılaşılacaktır:
- Gözaltı öncesinde hiçbir delil bulunmadığı,
- Delil olarak ileri sürülenlerin ise itirafçı beyanları olduğu ve bunların da yine uzun gözaltılarda işkence suretiyle elde edilen hukuki bir delil değeri olmayan veriler olduğu; bunların da yıllar öncesinde sıradan, hukuka uygun gündelik yaşamsal faaliyetler olduğu,
Kaba Dayak, Fiziksel Şiddet
Ulusal ve uluslararası raporlara yansıdığı üzere OHAL döneminde insanlar kaba dayak ve fiziksel şiddet yöntemleriyle işkenceye maruz kalmışlardır. Bu yöntemin halen kullanıldığına dair bir çok bilgi, rapor ve belge ilgili kişiler veya temsilcileri ya da çeşitli sivil toplum örgütleri vasıtasıyla kamuoyu ile paylaşılmaktadır. İlerleyen bölümlerde hâkim ve savcıların da bu şekilde işkenceye uğradıkları resmî belgeleri ile ortaya konulacaktır.
Hakaret
Hâkim ve savcıların da dahil olduğu gözaltında tutulan insanlar “terörist”, “vatan haini” gibi sözlerle sürekli hakaretlere maruz kalmışlardır.
Sövme, Küfür
Hâkim ve savcılar da dahil olmak üzere gözaltındaki insanlar eş ve çocukları, kutsal kabul ettikleri değerler kullanılmak suretiyle küfür ve sövme içeren sözlere maruz kalmıştır. Bu sözler polislerin ağzında adeta sakız olmuş ve gözaltındaki herkese karşı pervasızca kullanmışlardır.
Tehdit
Hâkim ve savcılar da dahil olmak üzere hukuksuz kararlarla gözaltına alınan ve uzun süre insani olmayan şartlarda gözaltında tutulan mağdurlar, mülakat adı verilen ve ceza mevzuatı ve uygulamasında yeri olmayan hukuk dışı yöntemlerle yasa dışı sorgulamalara muhatap olmuşlar ve bu işlemler sırasında ağır hakaret ve küfürler yanında kendilerine ve yakın çevrelerine çeşitli zararlar verileceği tehdidine muhatap olmuşlardır. Bu mülakatlarda, haksız gözaltında tutulan kişilerin kendisine, eşine, kız çocuğuna veya annesine yönelik olarak cinsel tecavüzde bulunulacağı, öldürüleceği, sakat bırakılacağı, başka bir yere götürülüp orada işkenceye devam edileceği, TEM, MİT gibi kurumların işkencecilerine teslim edileceği, eşinin kızının getirilip karşısında çırıl çıplak soyulacağı, işkence edileceği, tecavüz edileceği gibi sözlerle tehditlere muhatap olmuşlardır.
Kelepçeli Bırakma
Gözaltında tutulan insanlar parmaklıklar ardında veya kontrol altında olmalarına rağmen (bu insanlar hâkim ve savcı da olsalar) günlerce ve 24 saat kelepçeli tutulmuşlardır. Bu durum açık bir işkence yöntemidir.
Beslenme İhtiyaçlarının Karşılanmaması
Gözaltı süreçlerindeki en yaygın uygulamalardan biri de aç ve susuz bırakmadır. Uzun gözaltında tutulan insanların hepsinin ortak söylemi gözaltı sonucunda aşırı kilo kaybedip 3-5-10 kilo vermiş olmalarıdır.
Hijyen İhtiyaçlarının Karşılanmaması
İnsan olmanın en doğal sonucu vücudun düzenli temizliğe ihtiyaç duymasıdır. Gözaltındaki insanların ise bu ihtiyaçları karşılanmamıştır. Diş fırçalama, duş alma, banyo yapma, tırnaklarını kesme, düzenli olarak kirli kıyafetlerini çıkarıp temizlerini giyme gibi ihtiyaçlarının hiçbiri karşılanmamıştır. 30 gün gözaltı sürecini aynı çamaşırlarla geçiren binlerce insan vardır. Bu uygulamanın mağdurları arasında ayrım yoktur. Hâkim, savcı, kaymakam, öğretmen, polis veya asker olması hiçbir şeyi değiştirmemiştir. Bu, insanları bezdirmek, bıktırmak amaçlı olarak işkence yöntemi olarak kullanılmıştır.
Ağır Barınma Şartları
Bu konu en sıkıntılı mevzulardan biridir. 3-5 kişilik gözaltı hücrelerine zaman zaman 10-15 hatta 20 kişi doldurulmuştur. İnsanlar yerlerde ve nöbetleşe yatmak zorunda kalmıştır. Kirli, havasız ortamlarda 10, 15, 20 gün hatta 30 gün tutulmuşlardır. Bu insanların dosyaları incelendiğinde gözaltı tarihi itibariyle haklarında ya hiçbir delil olmadığı ya da gözaltına dahi alınmadan 15-20 dakikalık bir ifade işlemi ile halledilebilecek hususlar nedeniyle gözaltında tutuldukları tespit edilmiştir. Bu yöntem iradeyi kırmaya yöneliktir. Zaten kimi insanlar bir süre sonra dayanamayıp “getirin ne istiyorsanız, yazın imzalayacağım” seviyesine gelmişlerdir. Hatta bu insanlar arasında, uzun ve ağır şartlardaki gözaltı süreci sonrasında, tutuklanıp gönderildikleri cezaevi şartları karşısında “tutuklanmak bizim için kurtuluş oldu, canımızı cezaevine zor attık” diye beyanlarda bulunanların sayısı hiç de az değildir.
Yüksek Sesle Propaganda Müzikleri Dinletme
Gözaltı merkezlerinin birçoğundaki yaygın uygulamalardan biri de yüksek sesle propaganda müzikleri dinletilmesidir. Erdoğan’a güzellemeler içeren, muhalifleri hain ilan eden, ya da içinde ırkçı, faşist söylemlerin bulunduğu, devleti kutsayan, muhalifleri düşman gösteren sözlerin olduğu şarkılar, marşlar insanlara, sabah akşam aralıksız ve yüksek sesle dinletilmiştir.
Yalan
İşkence yöntemi olan hususlardan bir diğeri de yalandır. Bilindiği üzere işkencenin psikolojik yönü de vardır. Yalan ve kandırma yasak sorgu yöntemleri arasındadır. İnsanlara dosyalarında gizlilik kararı olduğu gerekçesiyle dosyalar gösterilmez. Bununla birlikte dosyasında çok fazla delil olduğu, bir daha hapisten çıkamayacağı, kendisi ve başkaları aleyhine kullanılabilecek bilgiler ya da başkalarının ismini vermezse bundan kurtulamayacağını içeren sözler söylenir. Bu şahısların dosyalarında aslında o tarih itibariyle hiçbir delil bulunmamaktadır.
Uzun Süre Hücre Hapsi
Gözaltında ve tutukluluktaki en ağır işkence uygulamalarından biri hiç şüphesiz tek başına hücre hapsidir. Hücre hapsinin beyin faaliyetleri üzerindeki etkisinin işkence ile eşdeğer olduğuna dair pek çok bilimsel rapor yayınlanmıştır[3].
Aralarında kadınlarında bulunduğu birçok hâkim ve savcı hala hücrede tutulmaktadır.
Bu raporun yazarı olarak, doğrudan tanıklığıma dayalı olarak somut bir örnek vermem gerekirse, cezaevinde hücrede tutulan eski başsavcı T.A. konuşma yeteneğini kaybetmeye başlamıştır. Durumunun anlaşılması üzerine ailesinin de baskılarıyla cezaevi idaresi duruma müdahale etmek zorunda kalmış ve konuşma terapilerine başlanmıştır.
III- İşkence Faillerinin Cezasız Bırakılması
İşkence ile mücadele hususunda en sorunlu alanlardan irisi işkence suçlarının ve faillerin soruşturulması ve cezalandırılmasıdır. Türkiye’de eskiden beri bu husus son derece sorunludur. Türkiye tarihinde işkence nedeniyle ceza alıp yargılanan kamu görevlisi yok denecek kadar azdır. Bunun en önemli sebebi, 15 Temmuz 2016 sonrası yaşanan süreçle benzer özellikler taşıyan darbe dönemlerinde işkencecileri koruyan düzenlemeler yapılmış olmasıdır. Diğer bir sebebi ise hâkim ve savcıların işkencecileri soruşturmadaki isteksizlikleri ve vurdumduymaz tavırlarıdır.
Yargılama aşamalarında işkence mağdurları yaşadıklarını ayrıntısı ile anlatmış hatta işkence faillerinin isim ve kimlik bilgilerini dahi vermişlerdir. Buna rağmen hâkimler ve savcılar bu konuyu açıklığa kavuşturma ve hakikati ortaya çıkarma konusunda öncelikli olarak sorumlu olmalarına, resen harekete geçmek zorunda olmalarına ve Türk Ceza Kanunu 279 maddesine göre aksine davranmak suç olmasına rağmen ya hiç soruşturma ve kovuşturma süreçlerini işletmemişler veya bunu etkin ve sonuç alışı şekilde devam ettirmemişlerdir.
Mağdurlar ve avukatları tarafından yapılan şikayetleri ise ya sürüncemede bırakmışlar ya da kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlarla kapatmışlardır.
Maalesef işkence mağduru hâkim ve savcılar için de aynı durum geçerlidir.
IV- İşkence Mağduru Hâkim ve Savcılar
1. Teoman Gökçe (Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu eski üyesi),
Teoman Gökçe, 2010-2014 arasında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyesi olarak görev yapmıştır. Kendisi ilk derece mahkemesinde görev yapan hâkim ve savcıların oyu ile HSYK üyesi seçilmiştir. 2014 yılında tekrar aday olmuş ancak seçimi kazanamamıştır. 15 Temmuz 2016’dan sonra önce mesleğinden ihraç edilmiş, sonrasında gözaltına alınıp tutuklanmıştır. Kendisi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi[4] ve Birleşmiş Milletler Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu’nun emsal nitelikteki kararlarına göre keyfi tutuklanmış birisidir[5]. Tutuklanmasından vefat ettiği ana kadar tek kişilik hücrede tutulmuştur. Medyaya yansıyan bilgilere göre cezaevindeyken hücrede tutulmasına ve hakkındaki suçlamalara karşı verdiği dilekçeler işleme konulmamış, tahliye talepleri reddedilmiştir. Kendisine karşı psikolojik baskı ve hakaretlerin yanında fiziksel işkence de yapıldığı iddia edilen Gökçe, 2 Nisan 2018 günü hücresinde ölü olarak bulunmuştur. Vefat sebebi kalp krizi olarak açıklanmıştır[6]. Gökçe vefat ettiğinde 2 yıldır, tek başına, Sincan Ceza İnfaz Kurumunda hücrede tutulmaktaydı.
2. Hüsamettin Uğur (Yargıtay Üyesi)
Yargıtay Üyesi olan Hüsamettin Uğur, 15 Temmuz 2016 sonrasında siyasi gerekçelerle silahlı terör örgütü üyesi olduğu suçlamasıyla tutuklanmıştır. Kendisi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Birleşmiş Milletler Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu’nun emsal nitelikteki kararlarına göre ayrımcılık temelli bir yaklaşımla, keyfi olarak tutuklanmış birisidir.
Tutuklanması sonrasında Hüsamettin Uğur Keskin Cezaevinde tek kişilik bir hücreye konulmuştur. Bu cezaevinde bulunduğu sürece tutukluluğunun tamamında hücrede tutulur.
17 Şubat 2020 tarihinde gardiyanlar tarafından fiziki saldırıya uğrar ve dövülür. Gardiyanlar kendisine “buradan cesedin çıkacak” diyerek tehdit ederler. Avukat olan kızı Nalan Dilara Uğur ile telefon görüşmesindeki sözleri bahane edilerek disiplin cezası verilir. Hüsamettin Uğur’un maruz kaldığı işkence ve kötü muamele uygulamaları ile ilgili kızı Nalan Dilara Uğur sosyal medya üzerinden paylaşımlarda bulunur. Bu paylaşımlar üzerine cezaevi yönetimi ve gardiyanlar Hüsamettin Uğur’u “kızın kendine dikkat etsin” diyerek tehdit ederler[7]. Hüsamettin Uğur yaşadığı işkence ve kötü muameleler nedeniyle cezaevinin değiştirilmesini talep eder. Kızı Nalan Dilara Uğur da bu yönde sosyal medyada kampanya yürütür. Buna rağmen bir yıl sonra Hüsamettin Uğur’un 4 Şubat 2021 de Afyon Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’na nakledilir. Buradaki cezaevinde de tek kişilik hücreye konulur. Başka insanlarla teması engellenir. Hak mahrumiyetlerinin çoğu burada da devam eder.
Hüsamettin Uğur, yaşadıklarını 06.11.2021 tarihinde kamuoyuna yansıyan açık mektupta paylaşmıştır[8]. Mektubunda Keskin Cezaevinde iken dövüldüğünü, tehdit edildiğini, buna ilişkin yaptığı başvurunun savcılık tarafından keyfi olarak uzun süre bekletildiğini, kamuoyuna olayın yansımasından sonra alelacele soruşturmanın takipsizlik kararı verilerek sonlandırıldığını; o cezaevinde iken ve mektup tarihi itibariyle 24 saat küçük bir hücrede tutulduğunu, günde sadece 2 saat havalandırmaya çıkarıldığını, bu şekilde tekli hücreye çıkmaya psikolojik durumunun uygun olup olmadığının sürekli bu şekilde hücrede tutulmasının ruh sağlığını bozup bozmadığının takip edilmediğini; havalandırmanın çatısının dahi tel örgü ile kapatıldığını; bu uygulamaların amacının insanların kendileri ve başkaları aleyhine olacak şekilde beyanda bulunmaya zorlamak olduğunu; tutuklu statüsünde iken avukatı ile mahrem görüşme şansının olmadığını kamera karşısında ve bir gardiyanın nezaretinde görüşme yapabildiğini; kütüphaneden ilk 7-8 ay yararlandırılmadığını; sosyal ve kültürel etkinliklere katılmasına izin verilmediğini; cezaevi kantininde diğer mahkumlara satılan ürünleri satın almasına izin verilmediğini; hukuka uygun hak talepleri nedeniyle keyfi olarak disiplin cezaları ile cezalandırıldığını; açık ve kapalı görüş haklarının sınırlandırıldığını; gazete, dergi aboneliklerine keyfi olarak son verildiğini; telefon görüşü, açık ve kapalı görüş haklarının, ziyaretçilerden gelen kıyafet ve kitap kargolarının tesliminin korona döneminde askıya alındığını bu konulardaki hak mahrumiyetlerinin uzun süre devam ettiğini belirtmiş ve yaşadığı hak ihlallerini ayrıntılı olarak anlatmıştır.
Mektubunda “Afyon’da yaşanan diğer hak ihlallerini, sıkıntıları daha fazla yazamıyorum. Çünkü mektubumun gönderilmeyeceği, hukuka aykırı gerekçelerle el konulabileceği endişesi taşıyorum.” diyerek aslında sesini tam olarak duyuramadığını, daha başkaca hak ihlallerine maruz kaldığına dair ip ucu vermiştir.
Hüsamettin Uğur’un muhatap olduğu, işkence ve kötü muamele uygulamalarına, hak mahrumiyetlerine MEDEL gibi uluslararası hakim ve savcı derneklerinden de tepkiler gelmiştir[9].
3. Nesibe Özer (Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu eski üyesi),
4. Ayşe Neşe Gül (Adalet Akademisi Eğitim Merkezi eski müdürü),
Nesibe Özer, 2010-2014 yılları arasında HSYK üyesiydi. 2014 yılında yapılan seçimlerde de Erdoğan ve AKP’nin tüm baskılarına rağmen yeniden aday oldu. Bu yüzden kendisi hedef haline getirildi. 15 Temmuz 2016 sonrasında mesleğinden atılarak, gözaltına alınıp tutuklandı ve tutuklandığı günden bu yana hücrede tek başına tutulmaktadır.
Ayşe Neşe Gül, Adalet Akademisi’nde Eğitim Merkezi Müdürü idi. Oldukça başarılı bir hâkim ve idareciydi. Tıpkı Nesibe Özer gibi 2014 yılında yapılan HSYK seçimlerinde aday oldu. Tüm baskılara rağmen adaylığını geri çekmedi. 15 Temmuz 2016 mesleğinden atılarak gözaltına alınıp tutuklandı. Tutuklandığı günden bu yana hücrede tek başına kalmaktadır.
5. Kadın Hâkim S.P.
Kadın hâkim S.P. 15 Temmuz 2016 sonrası gözaltına alınıp işkence gören kadın hâkimlerden biridir. Günlerce nezarethanede tek başına tutulmuştur. Hücrede olmasına rağmen kelepçeleri çözülmemiştir. Beslenme ve su desteği verilmemiştir. Hijyen ihtiyaçları karşılanmamıştır. Kendisine açıkça eşinin teslim olmasını sağlamak için gözaltına alındığı ve sonrasında tutuklandığı söylenmiştir. Kelepçeli vaziyette kendi görev yaptığı adliyenin içinde dolaştırılmış, adeta teşhir edilmiştir. Tutuklamayı yapan hâkim açıkça eşi gelene kadar cezaevinde kalacağını ifade etmiştir. Kocası kayıp, kendisi tutukludur. Çocukları ortada kalmıştır. Hakim S.P. yaşadıkları nedeniyle çok ağır bir travma geçirmiştir. Cezaevinde iken kendisine verilen ilaçlar nedeniyle psikolojisi daha da bozulmuştur. Maruz kaldığı haksız ve hukuksuz uygulamalara, maddi ve manevi işkencelere daha fazla dayanamayarak, intihara teşebbüs etmiş ve hatta sonrasında akıl hastanesine yatırılmıştır. Bu şekilde ağır hasta iken kendisine çeşitli ifadeler imzalatılmıştır.
Yaşadıklarını tanık sıfatıyla dinlendiği mahkemede açıkça anlatmıştır. Aşağıda bir mahkemede tanık sıfatıyla vermiş olduğu bir ifadenin işkence ile ilgili bölümleri yer almaktadır.
“7 gün bir nezarethanede tutuldum, ellerime kelepçe takılıp görev yaptığım adliyede gezdirildim. Hukuka uygun vermiş olduğum bir karar nedeniyle, hükümet lehine neden karar vermedin diye sorgulandım. Sorgu Hâkimi tarafından ‘eşin gelinceye kadar tutuklusun’ denilerek tutuklandım. Hakkımda tutuklama kararı verilip Sincan Kadın Kapalı Cezaevine gönderildim. Ben orada eşimden ayrılmıştım, eşimin nerede olduğunu bilmiyordum. Çocuğum ortada kaldı. Meslekten haksız olarak ihraç edilmiştim. Psikolojik olarak ağır bir travma geçirdim. Yerinde duramıyor, hiçbir şey yapamıyordum. Aileme durumumu anlattığım zaman ölüm düşüncesi oluşmuştu artık. Ailem cezaevine durumumun ağır olduğunu, muhakeme gücümü kaybettiğime dair faks çekmiş. Bunun üzerine bana cezaevi idaresi tarafından rızama aykırı şekilde bilmediğim ilaçlar verildi. Bu ilaçlar sonucu ben intihar ettim. Intihar sonucu Ankara Numune Eğitim Araştırma Hastanesinden Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine sevkim yapıldı. İntihar ettiğimi, hastaneye sevk edildiğimi bilen başsavcı durumdan istifade ederek ifademi aldı. Ben kendimde değildim. Tamamıyla basında duyduğum olayları anlatmışım. Kesinlikle bu olaylar doğru değildir. O gün bana kimi göstermişler ise onu teşhis etmişim. Bana sizi gösterseydiler o gün veya daha evvel sizinle bir yerlerde beraber çalışsaydık, sizi bir yerlerden tanısaydım sizlerin aleyhine de bir şeyler söylerdim. Tamamen şuurumu kaybetmiştim, anlatabiliyor muyum? Hâkim bey benim diyeceğim bu kadar ve bu ifademi alan benim intihar ettiğimi bilen Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine sevkimin yapıldığını bilen başsavcı Ali Çalık bu ifadeye göre işlem yapmıştır. O tamamı ile bundan sorumludur. Benim kusurum da yoktur.”
Mahkeme Başkanının “Yani sen sadece ruh halin bozulduğu için mi bu şekilde İfade verdiğini söylüyorsun?” sorusuna, “Hem ruh halim bozulduğu için hem bana yapılan işkence, eziyet, insanlık dışı müdahale nedeniyle, onlardan kurtulmak için istedikleri her şeyi söylemişim.” şeklinde cevap vermiştir.
Mahkeme Başkanının: “Avukatın huzurunda vermiş olduğun ifadeyi yalanlıyor musun?” Şeklindeki soruya: “Avukatım o halimi bilmesine rağmen, ‘Hâkime hanım rahatsız. Bakırköy’e sevk edildi. İntihar etmiş, tedaviye ihtiyacı var.’ diye bir savunma yapması gerekirken yapmadı. Hiçbir beyanı kabul etmiyorum. O da biliyor, avukatım da biliyor. Ben itirafçı değilim, etkin pişmanlıktan da yararlanmadım”.
Mahkeme Başkanının “İtirafçı olarak serbest bırakılmadın mı?” şeklindeki soruya “Serbest bırakmasalardı, benim halimi görerek benim bu şekilde tedaviye ihtiyacım olduğunu bile bile beni bu şekilde ifademi alıp ifademi basına ifşa edenler suçlular, ben asla aklım başındayken bu şekilde bir ifade vermem, çünkü ben öyle bir insan değilim.”
6. Muzaffer Bayram (Eski Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Sekreteri)
Muzaffer Bayram, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nda 28 Şubat 2014 tarihine kadar genel sekreter olarak görev yapmıştır.
15 Temmuz 2016 sonrasında önce açığa alınıp sonrasında hukuksuz olarak görevinden ihraç edilen Bayram hakkında, ihraç edilen diğer meslektaşları gibi darbeye teşebbüs ve silahlı terör örgütü üyeliği suçlamaları bağlamında gözaltı ve sonrasında yakalama kararı çıkarılmıştır. Hukuksuz uygulamalara maruz kalacağını düşünen Bayram yakalanmamak için kaçak yaşamış, 2017 yılı Nisan ayında ise yakalanarak tutuklanıp cezaevine gönderilmiştir.
Kırıkkale Keskin Kapalı Cezaevinde hücrede kalan Bayram’ın iki kolu şaibeli şekilde kırılmıştır.
İki kolu kırık olduğu ve kendisine bakamayacak durumda olduğu halde tek kişilik hücrede tutulmaya devam edilmiştir[10]. Kendisi halen hücrede tutulmaktadır.
7. Hâkim A.K.
Hâkim A. K., 15 Temmuz 2016 sonrasında gözaltına alınmış ve Ankara Terörle Mücadele Şubesinde işkenceye uğramıştır.
Ankara 5. Sulh Ceza Hâkimliğinde 29.08.2016 tarihinde vermiş olduğu ifadesinde maruz kaldığı işkence uygulamalarını şu şekilde anlatmıştır:
“Üzerime atılı suçlamaları kabul etmiyorum. Yaklaşık 20 günlük gözaltı süresi içinde bana ve diğer gözaltında bulunan kişilere karşı işkence yapılmıştır. Şöyle ki 20 gün boyunca sert bir zeminde yatmak zorunda kaldık, gece sabahlara kadar ışıklar açık bırakıldı. Gece yüksek sesle müzik dinletildi. Duş imkânı verilmedi. Ayrıca emniyetteki ifade sırasında bana tokat atıldı. Daha doğrusu müdafi huzurunda ifade alınmadan önce “mülakat” adı altında yapılan görüşmede tokat atıldı.”
8. Hâkim A.B.
Hâkim A.B., 21 Temmuz 2016 günü gözaltına alınmış ve Ankara Terörle Mücadele Şubesinde işkence görmüştür.
Kendisi, gördüğü işkencelerin bir kısmını Ankara 16. Ağır Ceza Mahkemesinde 04.10.2017 tarihli duruşmada şu şekilde anlatmıştır:
“21 Temmuz 2016 Perşembe günü mesai bitiminde gözaltına alındım. Bu tarihten, tutuklandığım tarih olan 24 Temmuz 2016 tarihine kadar önce Türkiye Voleybol Federasyonu Başkent Spor Salonunda, ardından Sincan Cezaevi Kampüsünün içinde çadır denilen yerde gözaltında tutuldum. Bununla ilgili durum birkaç gazeteye yansıdı: Cezaevine giren gazetelerden takip ettim, sizler de mutlaka takip etmişsinizdir. Gözaltında kaldığım müddetçe gece tuvalete giderken dahi kelepçeler çıkartılmadı. Yatma için malzeme verilmedi. 24 saat boyunca o ışıklar hiç söndürülmedi. 22 ve 23 Temmuz’da sabah ve akşam 2 kişiye 1 tane roll ekmek[11] verildi. 15 Temmuz ve devamında ülkemin yaşadığı bu vahşi olayları çözmeye çalışan kolluk görevlilerinin de şahsıma bu hukuksuz müdahalesini de kabul edemiyorum. Bu nedenle de gözaltında kaldığım müddetçe maruz kaldığım işkence ve kötü muameleden dolayı şikayetçi oldum ilgili personel hakkında, şikayetimle ilgili soruşturma da yine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında devam etmekte.”
9. Hâkim A.S.Y.
Hâkim A.S.Y., kendi gördüğü işkencelerin bir kısmını Ankara 16. Ağır Ceza Mahkemesinde 04.10.2017 tarihli duruşmada şu şekilde anlatmıştır:
“Gözaltına alınmamıza müteakip Ankara KOM Daire Başkanlığının Anıttepe’deki yerleşkesinde 21 gün boyunca duş imkanı verilmeyerek, 24 saat boyunca ellerimiz kelepçeli şekilde gözaltında tutuldum.”
10. Hâkim A.A.
Hâkim A.A., kendi gördüğü işkencelerin bir kısmını Ankara 16. Ağır Ceza Mahkemesinde 04.10.2017 tarihli duruşmada şu şekilde anlatmıştır:
“İfade ettiğim bu kötü muameleye en başta kendim maruz kaldım. Hiç yoktan yere, gözaltına alındıktan sonra ters kelepçelendim, olmadık muamelelere maruz bırakıldım. Polisler tarafından darp edildim. Hakarete maruz bırakıldım ve emin olun daha sayamayacağım birçok olumsuz durumla karşılaştık ve bunun birçok hâkim savcı hakkında da yapıldığından bilgi sahibiyim. Bu açıdan da ben bunları ifade etme gereği hissettim; çünkü ifade alma sürecindeki hukuksuz ve haysiyet kırıcı muameleler ve suç teşkil eden eylemler bunlarla kalmamış, ayrıca hukuka aykırı vaatlerde de bulunularak insanlar itirafçılık adı altında iftiracı olmaya zorlanmıştır.”
11. Hâkim A.Ç.
Hâkim A.Ç., 16 Ağır Ceza Mahkemesinde 05.10.2017 tarihli duruşmada alınan ifadesinde, “ Gözaltında işkenceye maruz kaldım. Ölümle tehdit edildim.” demiştir.
12. Hâkim A.K.
Hâkim A.K., 16 Ağır Ceza Mahkemesinde 05.10.2017 tarihli duruşmada alınan ifadesinde yaşadığı işkence uygulamalarını ayrıntısı ile anlatmıştır. Tutuksuz yargılanmakta iken işkence ile ilgili bilgi vermesi ve mahkemenin istediği şeylerin aksine beyanda bulunması nedeniyle mahkeme tarafından tutuklanmıştır.
Hâkim A.K. maruz kaldığı işkence uygulamaları ile ilgili mahkemede söyledikleri şu şekildedir:
“9 Ağustos 2016 tarihinde KOM Daire Başkanlığı polisleri tarafından gözaltına alındım. Gözaltında bulunduğum süre içinde KOM Daire Başkanlığının içindeki açık halı sahada Ağustos ayının sıcağında ve güneşin yakıcılığı altında bırakıldım ve gözaltımın büyük bir kısmı o şartlar altında geçti. 21 günlük gözaltı süresince 17-18 gün boyunca yaklaşık 150 kişiyle beraber gece gündüz yemek yerken ve uyurken dahi kelepçeli olarak tutuldum. 18 Ağustos 2016 günü devre ve ev arkadaşım olan XXXX açık halı sahanın bulunduğu yerin yanındaki ilgili binaya ifadesi alınması için götürülmüştü; ancak kendisinin daha sonra bana anlattığı üzere, mülakat adı altında gün boyu sorgulanmış, darp edilmiş ve kendisine birtakım şeyler kabul ettirilmiş ya da ifade etmek zorunda bırakılmıştı. Tabi bunlar yapılırken de avukatı falan hazır değildi. XXXX’in sözde ifadesinin alınması için götürüldüğünün ertesi günü 19 Ağustos 2016 günü ben de ifademin alınması için, gözaltında tutulduğumuz halı sahanın yan tarafındaki ilgili binaya götürüldüm ve yine ben de mülakat adı altında 19 Ağustos, 20 Ağustos ve 22 Ağustos günleri sorgulandım. 19 Ağustos günü sözde ifadem alınması için götürüldüm … kelepçeliyken yerde beton üzerine oturtularak o gün bir çok sefer tekme tokat dövüldüm. Yumruk tarzı tokatlarla darp edildim. Birçok sefer kulaklarımdan tutularak yerlerde süründürüldüm. Ayaklarımı, bacaklarımı hissedemeyeceğim ana kadar birçok sefer saatlerce zorlayıcı pozisyonlarda tutuldum. Hakaretlere ve küfürlere 4 gün boyunca maruz kaldım ve bu ve benzerlerini 20 Ağustos günü gün boyu ve 22 Ağustos günü de neredeyse akşama kadar tekrar yaşadım. Sabah mesai saatinin başlangıcından gece yarısına kadar mülakat adı altında sorgulandım. Geceleri uyumak için de ilgili binanın zemin katında bulunan penceresi olmayan karanlık bir odada tutuldum …tarafından da bir çok sefer psikolojik işkenceye hakaretlere ve tehditlere maruz kaldım. 22 Ağustos günü de akşam saatlerine doğru istediklerini kabul etmemem durumunda beni Ankara Terörle Mücadele Şubesine teslim edeceklerini, orada benim perişan edileceğimi ve Filistin askısıyla tanıştırılacağımı ve gözaltı süremin sonuna kadar kullanılıp orada neler yaşayacağımı tahmin dahi edemeyeceğimi birçok sefer ifade edip, baskı kurup, tehdit etmişlerdir. …… polis memuru ”….. ağabeyin ve eşinin kamu görevlisi olduğunu biliyoruz. Müdürlerimiz ve soruşturmayı yürüten savcıların arası çok iyi, bizim ağabeyi ve eşi de FETÖ’cü dememiz yeterli olur. Hemen ikisi için de gözaltı kararı çıkarttırıp, buraya getiririz ve inan gözaltında tutabileceğimiz kadar tutarız ve burada onlara, senin yaşadıklarının 10 katını yaşatırız.” diye beni tehdit etmişler ve baskı kurmuşlardır. Bana günlerce kötü muamelede bulunan, işkence yapan, baskı kuran ve tehdit eden birçok polisin amirlerinin isimlerini, soy isimlerini ve çalıştıkları büroları hatırladığım kadarıyla söyledim. Ancak bu kişilerden şimdilik şikayetçi değilim. Çünkü biliyorum ki olası şikâyetim takipsizlikle sonuçlandırılacaktır.”
13. Savcı R.A.
Savcı R.A., 16 Ağır Ceza Mahkemesinde 10.10.2017 tarihinde vermiş olduğu ifadesinde maruz kaldığı işkence uygulamalarını şu şekilde anlatmıştır:
“Ben KOM ifadem de bazı hususlara değinmek istiyorum. Sayın Başkanım 9 Ağustos 2016 tarihinde gözaltına alındım ve 24 Ağustos 2016 tarihine kadar ben gözaltında tutuldum. 24 Ağustos 2016 tarihinde tutuklandım. Gözaltı süresince Halı sahada 15 gün boyunca gündüz aşırı sıcağa gece ise soğuğa maruz kaldım. Sürekli kelepçeli olarak uykusuz bırakılarak ve çok çok sınırlı gıdalarla beslenerek bu süreci geçirdim. İfademi ise tehdit işkence ve baskı altında verdim.”
14. Hâkim M.S.Ö.
Hâkim M.S.Ö., 16 Ağır Ceza Mahkemesinde 10.10.2017 tarihinde vermiş olduğu ifadesinde maruz kaldığı işkence uygulamalarını şu şekilde anlatmıştır:
“Gazi Üniversitesi kapalı spor salonu var, voleybol federasyonuna ait, orada göz altında kaldık, daha sonrada Sincan içerisinde bulunan çadıra getirildik. Burada ters kelepçeli tutulduk. İşkence ve kötü muameleye maruz kaldık. Benimle beraber 39 Askeri hâkime aynı muamele yapıldı. Ben burada sadece şunu belirtmek istiyorum. Detaylarına inmeyeceğim. Ben gözaltındayken ters kelepçeli işkence pozisyonundayken bir polis amiri ismini Tahir olarak bildiriyorum. Bilmiyorum kod adı mı neyse artık kendisini oranın Azrail’i olarak tanımlıyordu. Geldi bana soruları çalıp çalmadığımı sordu. Ben böyle bir şey olmadığını söyledim. Beni tekmeledi, çok şiddetli bir şekilde tekmeledi. Ben bana tekrar aynı soruyu yöneltti. Ben tekrar çalmadığımı söyledim. Tekrar tekrarladı bunu birkaç defa tekrar etti. Yani burada ben o an için anlam vermemiştim. Çünkü o anda sadece benim hakkımda sıkı yönetim görevlendirme listesinde ismim olduğu için göz altına alınmışım. Dosyada sınav sorularına ilişkin herhangi bir bilgi belge iddia yoktu. Ancak buna rağmen ben böyle bir soruyla polis amiri tarafından böyle bir soruya muhatap edildim ve sonrasında darp edildim. Ben işkence ve kötü muamele hususunda Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulundum. Cumhuriyet Savcısı takipsizlik verdi. Onlarca tanık gösterdim. Olayları detaylı bir şekilde izah ettim. Ancak takipsizlik verdi. Daha sonra itiraz ettim. Kararıma hiçbir gerekçe yazılmadan reddedildi. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulundum. Halen ne olduğunu bilmiyorum şu anda ifademin alındığı ve sorgumun yapıldığı gün buna avukat hanımda şahittir diye düşünüyorum. Son 24 saattir tek lokma birşey yememiştim yani açlıktan elim ayağım titriyordu ve bu şekilde bitkin ve perişan bir vaziyette ifadem alındı, sorgum yapıldı. Daha sonra tutuklandım. 8 kişilik koğuşta 21-22 kişi kalıyoruz. Bu nedenle bir kısmımız yerde yatıyor ve en temel insanı ihtiyaçlarımız önemli ölçüde kısıtlanıyor.”
15. Hâkim T.Ö.
Hâkim T.Ö., Ankara 16 Ağır Ceza Mahkemesinde 06.10.2017 günü alınan ifadesinde, maruz kaldığı işkence uygulamalarını şu şekilde anlatmıştır:
“21 Temmuz 2016 tarihinde görevden uzaklaştırıldım dahası 25 günlük evli iken gözaltına alındım. 16 gün sistematik işkence olarak tabir edilecek şartlarda halı sahada elleri kelepçeli bekletildim.”
16. Hâkim S.Ö.
Hâkim S.Ö., Ankara 16 Ağır Ceza Mahkemesi 6.10.2017 tarihli duruşmada maruz kaldığı işkence uygulamalarını şu şekilde anlatmıştır:
“9 Ağustos 2016 tarihinde … gözaltına alındım, 23 Ağustos tarihinde ise tutuklandım. Bu 14 günlük gözaltı süresi zarfında yemek yerken ve yatarken dahil sürekli kelepçeli bir şekilde bekletildim, hatta polis ifadem esnasında dahi kelepçelerim çözülmedi. Buna CMK avukatım da şahittir. Eğer hatırlayacaksa ki onun itirazı dahi dikkate alınmadı. İfademin bir kısmı mülakat adı verilen avukat bulunmayan bir ortamda alındı. Bu aşamada polislerin fiziki müdahalesine maruz kaldım. Ayrıca TEM’in bodrum katına götürülerek vücuduma elektrik verilmesi gibi türlü işkencelere maruz bırakılmakla ve aile fertlerimin gözaltına alınmasıyla tehdit edildim ve bunların yanı sıra türlü hakaretlere maruz kaldım. Gözaltına alındıktan sonraki yedinci günde ifadem alınmasına rağmen yedi gün daha elverişsiz şartlarda bekletildim ve daha sonrasında adliyeye sevk edildim ve tutuklandım. Sonrasında Sincan 1 Nolu L Tipi Cezaevi’ne götürüldüm. 14 kişilik koğuşta 9 ay boyunca 45 kişi kaldık. 9 ay sonunda da hiçbir gerekçe gösterilmeden Keskin T Tipi Cezaevi’ne nakledildim ve yaklaşık 5 aydır da 7 kişilik koğuşlarda 24 kişi kalıyoruz.”
17. Hâkim adayı: M.F.Ö.
M.F.Ö., Ankara 16. Ağır Ceza Mahkemesinde 18.12.2017 tarihinde alınan ifadesinde maruz kaldığı işkence uygulamalarını şu şekilde anlatmıştır:
“21 Temmuz tarihinde mesai çıkışında gözaltına alındım, gözaltında çeşitli işkence ve kötü muamelelere maruz kaldım…. 21/24 Temmuz 2016 tarihleri arasında gözaltında işkenceye varan kötü muamelelere maruz kaldım, bu süreçte belki de tüm geleceğimi kaybettim,”
18. Hâkim M.A.
M.A., Ankara 16 Ağır Ceza Mahkemesinde 17.10.2017 tarihli duruşmada maruz kaldığı işkence uygulamalarını şu şekilde anlatmıştır:
“Öncelikle gözaltında yaşadıklarımı anlatmak istiyorum 24 saat boyunca kelepçeliydim halı saha da güneşin altında bekletildim, spor salonunda ışıkların bazılarını kapatmayarak uyumama izin vermediler. Hiçbir şekilde duş alamadım, hemen hemen her gün baş ağrısından dolayı ilaç kullandım. İfadeye çağırıldığımda kendilerinin deyimiyle mülakata alındım. Yaklaşık üç, üç buçuk saat boyunca avukatsız ifadem alındı. Odaya girdiğimde iki tane polis vardı. Bana otur dediler. Sandalyeye oturdum ve ‘M. bey hoş geldin’ dedi sonra ilk dediği şey ‘büyüklerim bana öyle işkence türleri öğretti ki hiçbir iz bırakmadan hepsini senin üzerinde uygularım’ dedi. Masanın üzerine de silahını bıraktı. Baş ağrısı ve uykusuz bir şekilde ifadem alınmaya devam edildi. Kardeşim sözleşmeli er olduğu için onunla beni tehdit ettiler. O’nu da aldırır buraya getiririz dediler. Bir ara ifademi alan şahıs vurmaya yöneldi ancak daha önce kalın bağırsak rahatsızlığından dolayı Ankara GATA da beş gün yattığımı doktorun herhangi bir şekilde darp ve cebir almaktan uzak durmamı söyleyince vurmaktan vazgeçti. Eylül 2016 tarihinde kolonoskopi randevum vardı. Doktor kanser başlangıcı olup olmadığını bakacağız demişti. On üç aydır kalın bağırsağımda ne olduğunu bilmeden yaşıyorum. İfadem esnasında herhangi bir darp ve cebir görmedim lakin ruhsal yönden yorma, baskı, tehdit ve haraketlere maruz kaldım. Daha sonra avukatım geldi. Avukatla dahi ifadem alınırken kelepçeleri çıkarmadılar. Bir ara lavaboya gitmek istedim göndermediler. İfadem yaklaşık altı, altı buçuk saat sürdü. İfadem bittikten sonra diğer meslek gruplarının da olduğu yaklaşık 100-120 kişinin yanına spor salonuna götürüldüm. Spor salonunda ışıkların tamamı açık şekilde müzikler dinletilerek uyumamıza engel oldular. Spor salonunda bulunan şahsın birisini çırıl çıplak soyup jopla dövdüklerini duydum, on bir gün sonra savcılığa sevk edildiğimizde yaklaşık dokuz saat savcılık koridorunda beton zeminde oturdum. Savcılıkta diğer arkadaşların aileleri vardı ben de o tarafa baktığımda polisin bir tanesi ‘ne bakıyorsun, kimle işaretleşiyorsun’ diye tartıştık ‘benim o tarafta hiç kimsem yok ailemden gelen hiç kimse yoktur’ dedim. Sonra tartışma sona erdi. Daha sonra avukatım gelmediği için tekrar ailelerin avukatlarının olduğu yöne bakınca yine polisle tartıştık ve bana affınıza sığınarak söylüyorum başkanım ‘senin a. koyacağım, seni joblayacağım’ şeklinde sözler sarfetti, halı sahada, spor salonunda, emniyette ifade esnasında daha yetmemiş gibi savcılık koridorunda da böyle kötü muameleye maruz kaldım.”
19. Hâkim A.P.
A.P., Ankara 16 Ağır Ceza Mahkemesinde 17.10.2017 tarihli duruşmada vermiş olduğu ifadesinde, kendisinin ve eşinin maruz kaldığı işkence uygulamalarını şu şekilde anlatmıştır:
“Hakkımızda hiçbir adli işlem tesis etmeye yetkili olmayan polis ekibine 20 Temmuz 2016 günü saat 21:30 sıralarında teslim edildik. Gözaltı süresi boyunca maddi ve manevi işkenceye uğradım ve hakkımda da hiçbir adli işlem yapılmadı. Burada gözaltında yaşadıklarımı anlatmayacağım ancak üzerinden 15 ay geçmesine rağmen halen daha yaşadıklarımın psikolojik etkileri devam etmektedir. 25 Temmuz 2016 günü hukuka aykırı olarak tutuklanıp ceza evine kapatıldım. Burada on kişilik koğuşta kapasitenin yaklaşık üç katı kadar kişiyle birlikte kalıyorum. Yaklaşık 15 aydır da tutukluyum. Dört günlük gözaltı süresi boyunca ailemle irtibat kurmama, ailemin bende ve benimde ailemden haber almamıza müsaade edilmemiştir. Bu süreçte eşim benden haber alamamanın ve gözaltına alınanlara ağır işkenceler yapıldığı gösterir fotoğraf ve video kayıtlarının medyaya yansımasının da etkisiyle rahatsızlanmış. Panik atak geçirerek birkaç kez hastanenin acil servisinde tedavi görmüştür. Yaşadığı korku ve travmanın etkisiyle vücut direnci düşmüş ve uyku düzeni bozulmuştur. Bu nedenle psikiyatrik tedavisi almaya başlamıştır. Antidepresan, uyku ve vitamin ilaçları kullanmaya başlamıştır. Hastalığının kritik aşamasında Ankara TEM şube ekiplerince kanuna aykırı olarak gözaltına alınmıştır. Üç gün boyunca hiçbir adli işlem yapılmaksızın gözaltında tutulmuştur. Gözaltı süresi boyunca işkence boyutuna varan hakaret ve tehditlere maruz kalmıştır. Fiziki darp olup olmadığını ise bana anlatmadığından bilemiyorum. Gözaltı sürecinden sonra savcılıkça serbest bırakılmış olsa da üst üste yaşadığı travmaların etkisiyle hastalığı giderek şiddetlenmiştir. Ani ve aşırı şekilde kilo kaybederek 33 kiloya kadar düşmüş ancak ilaçlarla uyuyabilir, ayakta durabilir hale gelmiştir ve ölümün eşiğinden dönmüştür. Bir süre sonra hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülmekte olan bir soruşturma varken yine aynı suçtan bir soruşturmada yetkisiz olduğu halde Tokat Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılmış ve bu kapsamda TEM şube ekipleri tarafından gözaltına alınarak iki günde burada gözaltında tutulmuştur. Aynı muamelelere burada da maruz kalmıştır kendisinin rahatsızlıkları halen daha devam etmektedir.”
V. SONUÇ
Her kişi için onur kırıcılığı tartışmasız olan, insanların maddi ve manevi varlığına yönelen ve mağdurlarda kalıcı izler bırakan işkence eylemlerinin cezalandırılabilir bir suç ve toplum nezdinde ya da tarih önünde lanetlenebilir bir eylem olması için mağdurunun kimliğinin, aidiyetinin, inancının, mesleğinin bir önemi yoktur. Ancak yargı mensuplarına yönelik olarak gerçekleştirilen yaygın, sistematik ve planlı işkence eylemlerinin, 15 Temmuz sonrası Türkiye’sinde yaşanan gelişmeleri, dönüşümleri ve yaşananları anlamlandırmada önemli veriler ve mesajlar içerdiği tartışmasızdır.
Bir işkence failinin, yargı mensuplarına dahi işkence yapmasına olanak sağlayacak bir ortamın oluştuğunu görmesi, bunun teşvik edildiğini farketmesi, cezalandırılmayacağını bilmesi, onu diğer kişiler açısından daha tehlikeli hale getirecek ve işkencenin pervasızca uygulanmasına psikolojik bir ortam sağlayacaktır. Yüzlerce hâkim ve savcıya işkence yapılabilmiş olması bu açıdan acı sonuçlar doğurmuştur ve doğurmaya devam etmektedir. İşkence adeta yazılı olmayan bir soruşturma ve delil elde etme yöntemi haline getirilmiştir.
Yüzlerce hâkim ve savcıya işkence yapılabilecek uygunlukta bir psikolojik, siyasi ve yargısal bir ortamın oluşmuş olması, temel hak ve özgürlükler açısından Türkiye’de yaşayan insanların nasıl bir tehlike ile karşı karşıya kaldıklarını göstermesi bağlamında çok önemli bir veridir.
Somut, mahkeme tutanaklarında yer alan, muhataplarının ağır ceza alma, tutuklanma ya da uzun süre tutuklu kalma gibi riskler yanında kendisinin ve yakınlarının başkaca hukuksuzluklara muhatap olabilme ihtimallerini de göğüsleyerek kayıtlara geçirdiği işkence ve kötü muameleler bunlarla sınırlı değildir. İhraç edilip haklarında soruşturma başlatılan ve büyük kısmı gözaltına alınan 5.000 yargı mensubu içinde yüzlercesinin işkenceye maruz kaldığı acı bir Türkiye gerçeğidir. Net sayılara mağdurlar dinlendikten ve dosyaları incelendikten sonra ulaşılabilecektir.
Yargı mensuplarının, bir gün öncesinde adli kolluk amiri olduğu güvenlik görevlileri tarafından ağır maddi ve manevi işkencelere maruz bırakılabilmiş olmaları, ceza hukukçularının yanında, psikolog ve sosyologların üzerinde çalışmaları gereken önemli bir olgudur. Hukuk bilgisi ve bilinçleri kıt veya olmayan kolluk görevlilerinin sebebiyet verdikleri işkence eylemlerinin, doğrudan veya dolaylı failleri arasında bu kişilerin idari amirleri ve hatta soruşturmayı yürüten Başsavcı ve savcılar ile Sulh Ceza Hakimlerinin olmadığını iddia etmek, işkence suçlarının nasıl işlendiğini bilmemek demektir.
İşkence mağduru yargı mensuplarının beyanlarına da açıkça yansıdığı üzere, hakim ve savcılar yapılan hukuksuz/uydurma soruşturmalar bahanesiyle gözaltında tutuldukları süreler boyunca kalabalık alanlarda, temel ihtiyaç malzemeleri karşılanmayarak, aşırı sıcak ve soğuk ile sürekli yanan ışıklara ve çalınan propaganda müziklerine maruz bırakılarak, mülakat adı verilen yasak sorgulamalar sırasında ve öncesinde elleri arkadan kelepçeli tutulmak suretiyle ve sorgulama sırasında dövülmek, ağır hakaret ve küfür içeren sözlere muhatap olmak ve kendisi ve ailesi ile tehdit edilmek şeklinde, adliye koridorlarında adeta bir cani gibi elleri kelepçeli olarak gezdirilip teşhir edilerek, cezaevlerinde kalabalık koğuşlarda barındırılmak veya tek başına hücrelere konulmak suretiyle işkence ve kötü muamelelere maruz bırakılmışlardır.
Yargı mensuplarının muhatap oldukları işkence eylemlerinin, soruşturmayı yürüten Başsavcı ve savcıların bilgisi dahilinde olduğu özellikle not düşülmelidir. Kendi meslektaşlarına yapılan işkence ve kötü muameleye göz yuman veya bunun talimatını veren veya sürecini herhangi bir şey yapmaksızın izleyen bir Başsavcılığın ve savcıların olduğu gerçeği, Türkiye’de yaşayan her kişi ve grubu endişelendirmeli ve harekete geçirmelidir.
Anayasal güvencelere sahip, işkencecileri daha dikkatli ve tedirgin olmaya sevk etmesi beklenen yargı mensuplarının muhatap olduğu işkence ve kötü muamelelerin raporlaştırılmasını, işkenceye karşı mücadele edecek kişi, sivil toplum örgütü ve siyasi partilerin bilgisine sunulmasını önemli tarihi bir sorumluluk olarak görüyoruz.
[1] https://tr.solidaritywithothers.com/dismissal-by-decree-laws-and-hsk , Darbe Sonrası Türkiye’de Hakim ve Savcıların Toplu İhraçları – Turkey Tribunal , https://t24.com.tr/haber/iste-tskdan-ihrac-edilen-109-askeri-hakimin-tam-listesi,364969
[2] https://www.trthaber.com/haber/gundem/fetoden-kac-kisi-tutuklandi-iste-bilanco-291583.html
[3] https://en.wikipedia.org/wiki/Solitary_confinement#cite_note-Grassian2006-33, https://openscholarship.wustl.edu/cgi/viewcontent.cgi?referer=https://en.wikipedia.org/&httpsredir=1&article=1362&context=law_journal_law_policy
[4] Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 16 Nisan 2019 tarih ve 12778/17 B. Nolu Alparslan Altan kararı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 03.03.2020 tarih ve 66448/17 B. Nolu Hakan Baş Kararı, Teoman Gökçe’nin keyfi tutukluluğunu gösteren emsal nitelikte kararlardır.
[5] BM Keyfi Tutuklama Çalışma Grubu‘nun A/HRC/WGAD/2018/78 sayılı Hamza Yaman Kararı.
[6] Teoman Gökçe – Biten Hayatlar
[7] https://twitter.com/nalandilora/status/1282352336283762688?s=20&t=45_SYY5gkDnmuIfGFjvRBg
[8] Nalan Dilara Uğur Twitter’da: “5.5 yıldır cezaevinde “esir” tutulan, sistematik işkenceye maruz kalan eski Yargıtay Üyesi babam Hüsamettin Uğur’un insan haklarıyla ilgilenen bütün kurum ve kuruluşlara, “insanım” diyen herkese açık mektubudur @adalet_bakanlik @TCYargitay https://t.co/VQZ8WUNHOs” / Twitter, https://kronos35.news/tr/eski-yargitay-uyesi-husamettin-ugur-insanim-diyen-herkese-acik-mektup/ , İnsan Hakları ile İlgilenen Bütün Kurum ve Kuruluşlara, “İnsanım” diyen herkese açık mektup….pdf – Google Drive
[9] MEDEL Twitter’da: “In times where peace and justice are celebrated, our solidarity to the Turkish magistrates who face injustice. A letter by Hüsamettin UĞUR, Court of Cassation judge, in jail for 5.5 years: “this petition (open letter) has been written in order to ensure injustice is registered”. https://t.co/MZrROcX48H” / Twitter
[10] http://www.haberdar.com/gundem/eski-hsyk-genel-sekreteri-nin-iki-kolu-kirilip-tek-kisilik-hucreye-konuldu-h48056.html
[11] Almanca “Brötchen” olarak da bilinen küçük ekmek https://en.wikipedia.org/wiki/Bread_roll