- DENEME-MAKALE
- No Comment
Anılardan Bir Kesit (Benim Yerime İkame Edilen Hakim Modeli)
Son zamanlarda yaşadıklarıma dair bir şeyler yazmak istedim. Ancak bir türlü nereden başlayacağımı bilemedim. Nihayetinde yazıma aklıma gelen ve bu günüme de anlam katan bir anımdan başlamaya karar verdim.
Hâkimlik mesleğimdeki ikinci yılımdı. Sulh hukuk hâkimi olarak görevliydim. Bir bana akıl hastası olan genç kızının vasisi (velisi ) olmak talebinde bulunmuştu. Kızın adı Yasemin’di. Her ikisi de duruşmada hazır bulunuyordu. Sağlık sorunları nedeniyle genç kız yerinde duramıyor, hareket ediyor, kendi kendine konuşuyor ve zaman zaman farklı sesler çıkartıyordu. Adliyeyi ve mahkemenin manevi kıymetini önemseyen ve bu nedenle bana karşı saygısızlık etmemeye çalışan baba, kızının davranışlarından dolayı derin bir mahcubiyet hissediyor ve kızını sakinleştirmeye çalışıyordu.
Duruşma başlangıcı için kâtip hazırlık yaptığı bir sırada genç kız bir anda dikkatini bana yoğunlaştırmış olacak ki, babasına:
“Baba şuna bak dilini yutmuş gibi oturuyor” diye söyledi ve arkasından başkaca birçok cümle sarf etti.
Babanın mahcubiyeti daha da derinleşti. Bu her halinden belli oluyordu. Aklına gelen tek çözüm yolunu kullanmaya karar vermiş olacak ki; “kızım ne olur sus susarsan dondurma alacam“ dedi. Anlaşılan Yasemin’in dondurmayı çok seviyordu.
Anlık bir sessizlik oldu; ancak Yasemin konuşmaya devam etti. Baba mahcup ve üzgündü. Babanın hali duruşma salonunu hakim olmuş ve havayı ağırlaştırmıştı. Bu gerginliğini atmasına yardımcı olmak ve babayı rahatlatmak amacıyla araya girmeye karar verdim ve Yasemin’e “susarsan sana dondurmayı ben alacam” dedim.
Yasemin “tamam” deyip, saniyeler içinde kürsünün önüne geldi ve yanıma gelmek için zıpladı. Mübaşir önüne geçerek Yasemin’i sakinleştirmeye çalıştı. Yasemin ona da bir cümle söylemekten geri durmadı ve “çekilsene kılıbık önümden” deyiverdi.
Bunun üzerine mübaşirden çekilmesini söyledim ve cüzdanımı çıkardım. İçerisinde paralardan beşlik, onluk ve yirmilik tutarında banknotlar vardı. Hangisini istersin diye sordum, on isterim demesi üzerine on lirayı uzattım. Parayı aldı ve “Allah sevdiklerine kavuştursun” dedi ve kürsüden indi. Babasının yanına varınca da “baba enayiye bak! Keşke yirmi isteseydim” deyiverdi.
O haftanın son duruşması onun sevinç ve mutluluğuyla bitti.
Benim için tarifi imkânsız bir haz yaşatan bu olay nedeniyle Yasemin beni “enayilikle” itham etmiş olsa da, insanların asıl mesleğimden ihraç olduktan sonra bana “enayi” gözüyle baktıklarını ve bu yaklaşım doğrultusunda kullanmaya çalıştıklarına tanıklık ettim. Sizlerle bu bağlamda yaşadığım bir olayı paylaşmak istiyorum.
İhracımın üzerinden iki yıl geçmişti. Başımda stresten saç kalmamıştı. Tedavi oluyordum. Biraz kendime gelmek için ve memleketimden uzak kalarak benim yüzünden yıpranan ailemi de rahatlatmak adına iş arayışına girdim. Kariyer net adlı siteden birçok iş başvurusu yapıyordum. Bir gün telefonumu tanımadığım bir numara defalarca aramıştı. Numaraya dönüş yaptığım da “İş başvurunuz için aradım. Sizden önce de yine bir hâkim çalıştı yanımda. Hemen başlayabilir misiniz? ” dedi.
Bu konuşma sonrasında, benden önce çalışan hâkimin de benim gibi ihraç edilen ve tüm hakları elinden alındığı için avukatlık yaptırılmayan ve başkaca işlerde çalışması da bir şekilde engellenen meslektaşlarımdan biri olduğunu düşündüm. Ancak yanıldığımı ve olayın çok farklı bir yönünün olduğunu daha sonra öğrenecektim.
Telefon görüşmesi sonrasında çok mutlu oldum. Bir şeylerin değiştiğini ve hayatımın düzene gireceğini düşündüm. Bana üç bin TL maaş teklif etmişti telefondaki kişi. Bunun büyük bir emek sömürüsü olduğunu biliyordum. Ancak yaşadığım maddi ve manevi sıkıntılara ek olarak İstanbul’da kardeşim ile birlikte yaşama ihtimali ve yeni bir başlangıç yapma isteği beni olumsuz düşüncelerden uzaklaştırdı.
Aynı gün yola çıktım ve iş görüşmesine gittim. Adam şirketine üç kuruşa hukuki danışman bulduğu için çok mutluydu. Bende dışlandığım ve “isteyen herkese iş var” diyen yakın akrabalarımdan ve Çankırı’nın dar zihniyetinden kurtulduğum için mutluydum. Hayat bu, bir kapı açılmıştı ya yeni hayaller az da olsa yaşama sevinciydi işte Yahya Kemal Beyatlı’nın dediği gibi;
“ Yürü! Hür mâviliğin bittiği son hadde kadar!..
İnsan âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar.”
Yeni “patronuma” daha öncesinde Yargıtay’da çalıştığımı söyledim. Bunu ve kişisel hikayemin bir kısmını öğrenince “sizin gibi mağdur çok insan var” dedi ve sanki büyük bir fedakarlık gösteriyormuş izlenimini vererek beni işe aldı.
Bu güzel durumu kardeşim ile künefe yiyerek kutladık.
Diğer gün işe başladım.
Altıncı hissim güçlüdür. Patronla konuşurken bir şeyler rahatsız etti beni. Nedenini tam bilmesem de içimi bir sıkıntı bürüdü. Kâğıt üzerinde beni işe aldığı şirketin adı, tabelada görülenden farklıydı. Dosyalarda birçok şirket adı geçiyordu. Adam sanki yememiş içmemiş sürekli şirket kurmuştu. Açıköğretim mezunu olan bu kişinin binlerce icra ve iflas dosyası vardı.
Daha ilk telefon görüşmemizde bahsettiği ve yanında çalıştığını söylediği hâkim, emekli bir yargı mensubuymuş. Çok saygın Hâkimler ve Savcılar Kurulumuz ben ve benim gibi binlerce yargı mensubunu hukuksuzca ihraç etmesi nedeniyle oluşan boşluğu, daha öncesinde emekli olanları yeniden işe başlatmakla doldurmaya çalışmıştı. Bu bağlamda hâkim bey! çok sevdiği mesleğine 2017 yılı şubat ayında yeniden kavuşmuştu. Sayın hâkim bey çok çalışkan! birisi olmalı ki, görev yaptığı İstanbul Anadolu Adliyesi Asliye Hukuk Mahkemesi dosyalarının tüm duruşmalarını yapıp gerekçeli kararlarını yazdıktan sonra bizim Patronun dosyalarını da takip edebilmiş. Tabi ücreti karşılığında. Bu şekilde ikili çalışması 2018 yılı Ağustos ayına kadar devam etmiş. 2018 Ağustos ayında da iki işi idare etmek zor olduğu için yaşlı bünyesi bu kadar gizli saklı işlerin stresini kaldıramamış, yorgun düşmüş ve adli tatile ayrılmış. Bunun üzerine patron internete avukat ilanı vermiş ve ben de bir şekilde bu işe başvurma bahtsızlığına erişmiş oldum.
Bizim yerimize alınan hâkim beyin, yazmış olduğu dilekçeleri incelemekle işe başladım. İçerisinde hukuki diyebileceğim tek bir bilgi kırıntısı yoktu. Bırakın bilgiyi bir çoğunda küfür içeren ibareler bile vardı.
İşin daha da ilginç tarafı, “senin gibi mağdur edilen kamu çalışanı” çok diyen patronumun, taleplerini kabul etmeyen hâkimlerin hemen hepsi hakkında “fetöcü” diye ihbarda bulunduğunu öğrenmiş olmamdı.
Hâkimlik mesleğini elde etmenin çok zor ve fakat kaybetmenin bu ülkede ne kadar kolay olduğunu öğrendim.
Patron ilk gün birkaç dilekçe yazdırdı. Sürekli iflas talepli dilekçe yazmamı istiyordu ve kendisine “iflas baba” dendiğinden övünçle bahsediyordu. Meğer adam şirketleri ufak miktarlarda borçlandırıp başka miktarları da farklı şeyler ile ekleyerek iflas talebinde bulunup bankalardan şirketlerin kredi çekmesini önleyerek bu sayede borç verdiği miktarı değil de istediği miktarı alıyordu.
Yani patronum yargı sistemini bir silah olarak kullanıp bundan menfaat temin etmeyi kendine iş edinmişti. İstediği kararları almak için hâkimlere ve yargı çalışanlarına “sağlam para yedirdiğini” övünerek anlatıyordu.
İkinci gün eve gittim. Kardeşim seminere gitmişti.
Patronun tüm işleri hukuka ve ahlaka aykırı faaliyetlerdi. Bunları öğrenince tüm sevincim kaybolmuştu. Daha önemlisi, tüm hayatınca başkalarının hakkına girmemeye özen göstermiş ve helal kazanç edinmeyi ilke edinen birisi olarak kazancıma haram karıştırmama gerek var mıydı? Böyle derin düşüncelere dalmıştım.
Hâkim olarak çalıştığım ve aldığım maaşımın her lokması benim için helaldi. Keşiflere gidince bir su bile içmezdim ki insanlar yanlış anlayıp beklentiye girmesin diye. Şimdi değişen neydi? Haram aynı haramdı.
Ertesi günün sabahı gittim ve patrona ben kardeşimle kavga ettim kalacak yerim yok gidiyorum dedim. Adam yakama yapıştı bırakmıyor. Sana ev tutarım, kira ve faturalar şirket üzerinden ödenir eşya da alırız dedi. Sekreterine çabuk ev bul dedi. O arada bir işi nedeniyle Almanya’ya gitmek üzere ayrıldı. Adamın yokluğunu fırsat bilip hemen Çankırı’ya döndüm. Bir ay boyunca sürekli aradı beni. Bana daha fazla maaş vereceği vaadinde bulundu. Hatta istersem memleketim olan Çankırı’dan sigortalı olarak çalışabileceğimi dahi söyledi. En son telefonda engelleyerek kurtuldum kendisinden.
Beni sorarsanız hâlâ işsizim. HSK’nın benden daha değerli gördüğü hem hâkimlik yapan ve hem de şirket çalışanı olmayı kendi onur ve şerefine yedirebilen sayın hakim bey! de İstanbul Anadolu Adliyesi Aile hakimi olarak Sayın Kurulumuza göre “adalet dağıtmaya” bana göre de “adalet pazarlamaya” devam ediyor.
Mesleğine devam eden arkadaşlarım ihracım sonrasında bana “deli misin, seni bu hale düşürenler utansın” dediler.
Evet utanmalıydılar.
İhraç etmeden önce bana tiksinerek bakıp dışladıkları için utanmalıydılar.
Paraya zaafı olan bu hâkim ve benzerlerini bana tercih ettikleri için utanmalıydılar.
Liyakatli ve çalışkan, mesleğinin onurunu her şeyin üstünde tutan, kendisinden fedakârlık yaparak çalışan meslektaşlarının ihracına üzülmeyip, hatta yapılanları destekleyerek adaleti yok ettikleri için utanmalıydılar.
Terörist olmadığım halde bana ve binlercesine terörist dedikleri ve bu yönde kararlar verdikleri utanmalıydılar.
Atatürk’ün dediği gibi;
‘Vatanını en çok seven görevini en iyi yapandır’.
Hâkimlik yaptığım süre boyunca çalışmak için yaşadım. Tek suçum içindeki tüm farklılıkları ve unsurlarıyla birlikte vatanımı çok sevmek ve onun için çalışmaktı.
Temiz yaşadım. Hukuk sisteminin içine sızmış hâkim/savcı maskesi takmış dolandırıcılarla ortak iş yaparak hukuksuzca işler yapıp menfaat temin eden bir kişinin yanında çalışarak kirlenmek istemedim. İşsiz kalma pahasına işi bıraktım.
Kendimce doğru yaptım.
Yasemin’in dediği gibi enayi miyim?
Ona da siz karar verin…
[ad_2]