Akın Öztürk Davası: BM’den Türkiye’ye “Keyfi Tutukluluk” Uyarısı ve İnsanlığa Karşı Suç Endişesi

Akın Öztürk Davası: BM’den Türkiye’ye “Keyfi Tutukluluk” Uyarısı ve İnsanlığa Karşı Suç Endişesi

29 Kasım 2024’te yayımlanmış olan Birleşmiş Milletler (BM) Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu’nun (WGAD) 33/2024 sayılı görüşü, Türkiye’nin eski Hava Kuvvetleri Komutanı Akın Öztürk’ün 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası sekiz yılı aşkın süredir devam eden tutukluluğunu incelemiştir.[1] Çalışma Grubu, Öztürk’ün hapis cezasını “keyfi” olarak nitelendirmiş ve Türkiye Hükümeti’nden Öztürk’ün derhal serbest bırakılmasını, tazminat ödenmesini ve ihlallerle ilgili bağımsız bir soruşturma başlatılmasını talep etmiştir. Kararda dikkat çekici şu uyarı da yer almıştır: Türkiye’de yaygın veya sistematik şekilde gerçekleşen keyfi tutuklamalar, “insanlığa karşı suç” teşkil edebilir. Bu karar, Öztürk’ün bireysel durumunun ötesinde, Türkiye’deki yargı süreçlerine ve insan hakları ihlallerine dair geniş çaplı bir eleştiri sunmuştur. Peki, bu kararın detayları nelerdir ve neden bu denli önemlidir?

Akın Öztürk’ün Hikâyesi: Darbe Gecesi ve Sonrası

Akın Öztürk, 1952 doğumlu bir Türk vatandaşı olup 2013-2015 yılları arasında Türk Hava Kuvvetleri Komutanı olarak görev yapmıştır. 2015’te Yüksek Askeri Şura üyesi olarak atanmış ve 15 Temmuz 2016’da Türk Hava Kuvvetleri’nin en kıdemli personeli konumunda bulunmuştur. Ancak, Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nı devrettikten sonra aktif bir komuta görevi olmamış, yalnızca Şura toplantılarına katılmakla yetkili, yarı emekli bir pozisyonda yer almıştır. Darbe girişimi sırasında, Öztürk yıllık izninde İzmir’deki askeri tatil tesisinde bulunmuş, 15 Temmuz günü eşinin sağlık sorunları nedeniyle Ankara’ya dönmüştür. Aynı gece saat 21:32’de Genelkurmay’dan gelen bir telefonla Akıncı Hava Üssü’ne gitmiş, burada darbe girişimini durdurmaya çalışmış, üst düzey subayları kurtarmış ve darbecileri iknaya çabalamıştır. Ancak, 16 Temmuz sabahı devlet medyası tarafından “darbenin lideri” ve “1 numarası” olarak suçlanmıştır. 17 Temmuz’da Merkez Komutanlığı’na tanık sıfatıyla çağrılmış, fakat burada hukuki bir dayanak olmaksızın gözaltına alınmıştır.

Gözaltı süreci ciddi iddialarla doludur: Öztürk, herhangi bir karar olmadan gözaltına alınmış, ağır işkenceye maruz kalmış, avukatıyla görüşmesi engellenmiş ve temel ihtiyaçları karşılanmamıştır. 18 Temmuz 2016’da “hükümeti devirme” (Türk Ceza Kanunu madde 312) ve “anayasal düzeni yıkma” (madde 309) suçlamalarıyla tutukluluğuna karar verilmiştir. 2019’da Ankara 17. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 141 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmıştır. Şu anda davası Yargıtay’da temyiz aşamasında olup Öztürk, tek kişilik hücrede tutulmaya devam edilmektedir.

WGAD Kararının Temel Bulguları

WGAD, Öztürk’ün tutukluluğunu iki ana kategoride “keyfi” olarak sınıflandırmıştır: Kategori I (hukuki dayanak eksikliği) ve Kategori III (adil yargılanma hakkının ihlali). Kategori V (siyasi görüş temelinde ayrımcılık) ise somut kanıt eksikliği nedeniyle kabul edilmemiştir. Şimdi, “Kaynak” (Öztürk’ün avukatları) tarafından ileri sürülen iddiaları ve WGAD’ın bu iddialara verdiği yanıtları detaylıca inceleyelim.

1. Kategori I: Hukuki Dayanak Eksikliği

Kaynak Tarafından İleri Sürülen İddialar

Kaynak, Öztürk’ün gözaltına alınma ve tutuklanma sürecinde hukuki bir temelin bulunmadığını iddia etmiştir:

  • Usulsüz Gözaltı: Öztürk, 17 Temmuz 2016’da saat 02:00 civarında Merkez Komutanlığı’na tanık olarak ifade vermeye çağrılmış, ancak varır varmaz herhangi bir suçlama yöneltilmeden veya resmi bir (tutuklama emri) sunulmadan gözaltına alınmıştır. Kaynak, bu durumun Öztürk’ün suçüstü yakalanmadığı ve evine döndükten sonra çağrıldığı gerçeğiyle çeliştiğini vurgulamıştır (§ 17, § 75).
  • Somut Delil Eksikliği: Gözaltı ve 18 Temmuz’daki ön duruşma tutukluluk kararında, Öztürk’ü suçlayacak hiçbir somut delil sunulmamıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, “bazı deliller” bulunduğunu iddia etmiş, ancak bu delillerin niteliği veya içeriği açıklanmamıştır (§ 22). Aynı şekilde, Ankara 5. Sulh Ceza Mahkemesi’nin tutuklama kararında “somut deliller”den bahsedilmiş, fakat bunlar belirtilmemiştir (§ 24). Kaynak, Genelkurmay’ın 21 Temmuz 2016’da Öztürk’ün darbeyi durdurmaya çalıştığını açıklayan bir basın bildirisi yayımladığını, ancak bu bildirinin kısa süre sonra internetten kaldırıldığını ifade etmiştir (§ 55). Ayrıca, Öztürk’ü suçlayan tek bir tanık ifadesinin işkence altında alındığı ve mahkemede geri çekildiği belirtilmiştir (§ 55).
  • Süreklilik: Kaynak, Öztürk’ün ilk gözaltından sonraki süreçte de (tutuklama ve mahkumiyet sonrası) herhangi bir hukuki temele dayanmayan bir şekilde özgürlüğünden yoksun bırakıldığını savunmuştur. 20 Haziran 2019’daki mahkumiyet kararında ve 13 Ekim 2020’de Ankara Bölge Adliye Mahkemesi’nin tutukluluğu uzatma kararında da somut delil sunulmamıştır (§ 56-57).

WGAD’ın Değerlendirmesi ve Kararı

WGAD, Kaynak’ın bu iddialarını kabul etmiş ve Öztürk’ün özgürlüğünden yoksun bırakılmasının hukuki bir dayanağı olmadığını tespit etmiştir:

  • Tutuklama Sürecindeki Usulsüzlükler: WGAD, Öztürk’ün Merkez Komutanlığı’na tanık sıfatıyla çağrıldıktan sonra gözaltına alınmasının, Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin (ICCPR) 9(2) maddesine aykırı olduğunu vurgulamıştır. Bu madde, bir kişinin gözaltına alındığında nedenlerinin derhal bildirilmesini ve suçlamaların açıkça açıklanmasını gerektirmektedir (§ 74). Öztürk’ün suçüstü bir durumda yakalanmadığı ve evine döndükten sonra çağrıldığı göz önüne alındığında, gözaltı için hukuki bir temel bulunmamıştır. Hükümetin, Öztürk’ün gözaltına alınmasının olağanüstü hal koşullarında gerekli olduğuna dair somut bir gerekçe sunmadığı belirtilmiştir (§ 75).
  • Somut Delil Eksikliği: WGAD, gözaltı ve ilk tutuklama kararında Öztürk’ü suçlayacak hiçbir delilin sunulmadığını doğrulamıştır. Hükümetin geç yanıtında bu iddiaları çürütmek için herhangi bir kanıt sunmadığı kaydedilmiştir (§ 68). Ayrıca, Genelkurmay’ın Öztürk’ün darbeyi durdurmaya çalıştığını kabul eden basın bildirisinin varlığı ve bunun kaldırılması, delil eksikliğini daha da belirginleştirmiştir. Tanık ifadesinin işkence altında alındığı ve geri çekildiği gerçeği de, Öztürk’ün suçluluğuna dair makul bir şüphe bulunmadığını göstermiştir (§ 55). WGAD, bu nedenle Öztürk’ün ilk gözaltından mahkumiyetine kadar geçen süreçteki özgürlükten yoksun bırakılmasının hukuki bir temele dayanmadığını ve Kategori I kapsamında keyfi olduğunu hükme bağlamıştır (§ 76).
  • Olağanüstü Halin Etkisi: Türkiye’nin 21 Temmuz 2016’da olağanüstü hal ilan ederek ICCPR’nin bazı maddelerini askıya aldığı bildirilmiştir. Ancak WGAD, bu derogasyonun Öztürk’ün gözaltına alınmasını ve tutuklanmasını meşrulaştırmadığını ifade etmiştir. Özgürlük ve güvenlik hakkının temel bir garanti olduğu ve olağanüstü halin bu tür usulsüzlükleri haklı kılmak için kullanılamayacağı belirtilmiştir (§ 75-76).

2. Kategori III: Adil Yargılanma Hakkının İhlali

Kaynak Tarafından İleri Sürülen İddialar

Kaynak, Öztürk’ün adil yargılanma hakkının ciddi şekilde ihlal edildiğini iddia etmiştir:

  • İşkence ve İnsanlık Dışı Muamele: Öztürk, gözaltında ağır işkenceye maruz kalmıştır. Çıplak bırakılmış, tırnaklarına asit dökülmüş, uzun süre çömelmeye veya diz üstü durmaya zorlanmış, yoğun sözlü tacize uğramış ve hem polisler hem de diğer tutuklular tarafından dövülmüştür. Polislerin “özel ilgi” talimatı aldığı belirtilmiştir. Yemek, uyku ve tuvalet gibi temel ihtiyaçları karşılanmamış, tıbbi yardım ve hijyen hakkı reddedilmiştir (§ 19). Tutukluluğunda ise 10 ay 8 gün boyunca (18 Temmuz 2016 – 26 Mayıs 2017) katı bir izolasyonda tutulmuş, televizyon ve radyo gibi iletişim araçlarından mahrum bırakılmıştır (§ 25). İnsan Hakları Vakfı’nın raporuna göre, bu koşullar Öztürk’ün sağlığını kötüleştirmiştir (§ 26).
  • İşkenceyle Alınan İfadelerin Kullanımı: Öztürk’ün davasında, işkenceyle alındığı iddia edilen ifadeler mahkeme tarafından kullanılmıştır. 151 sanık, gözaltında işkence gördüğünü mahkemede ifade etmiş, ancak hâkimler bu iddiaları soruşturmamış ve işkenceyle elde edilen delilleri dosyadan çıkarmamıştır (§ 37-39). Kaynak, bu durumun Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 158/2 maddesine aykırı olduğunu ve yargılamanın adilliğini yok ettiğini savunmuştur.
  • Savunma Hakkının Engellenmesi: Öztürk, gözaltında kendi avukatıyla görüşememiş ve tanımadığı bir baro avukatı atanmıştır (§ 20). Dava dosyasına erişimi engellenmiş, 319 saatlik ham kamera kaydının yalnızca 101 saati kendisine sunulmuş, geri kalanı silinmiş veya dosyaya eklenmemiştir (§ 43). Önemli tanıklar kapalı oturumlarda sorgulanmış ve Öztürk’ün bu tanıkları sorgulama hakkı engellenmiştir (§ 42). Sanıkların talep ettiği deliller toplanmamış, savcılığın tüm talepleri kabul edilmiştir (§ 40).
  • Yargı Sürecindeki Usulsüzlükler: Ankara 17. Ağır Ceza Mahkemesi’nin mahkumiyet kararı, savcılığın iddianamesinin neredeyse birebir kopyasıdır; dil bilgisi ve noktalama hataları bile aynıdır (§ 35). Öztürk’ün ve diğer sanıkların esas hakkındaki savunmaları kararda dikkate alınmamıştır (§ 31). Mahkeme, işkence iddialarını soruşturmamış ve bu konuda savcılığa bildirimde bulunmamıştır (§ 38).
  • Yargı Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı: Mahkeme başkanı, 2017’de Polis Akademisi’nin hükümet bağlantılı bir çalıştayına katılarak “Gülen grubuyla mücadelede somut delile gerek yok” demiştir (§ 48). Öztürk’ü mahkum ettikten hemen sonra Yargıtay’a atanmıştır (§ 49). Duruşmalarda sanıklar, jandarma komandoları ve keskin nişancılar eşliğinde “utanç yürüyüşü”ne zorlanmış, kalabalık tarafından linç tehditleriyle karşılaşmıştır (§ 45).

WGAD’ın Değerlendirmesi ve Kararı

WGAD, Kaynak’ın adil yargılanma hakkına dair iddialarını büyük ölçüde kabul etmiş ve şu hakların ihlal edildiğini tespit etmiştir:

  • İşkence ve İnsanlık Dışı Muamele: Öztürk’ün gözaltında işkenceye maruz kaldığı ve 10 ayı aşkın süre katı izolasyonda tutulduğu doğrulanmıştır. WGAD, BM Nelson Mandela Kuralları’na göre 15 günü aşan tecridin “uzun süreli tecrit” olarak tanımlandığını ve işkenceye varabileceğini belirtmiştir (§ 79). Öztürk’ün sağlık durumunun kötüleştiği İnsan Hakları Vakfı raporuyla desteklenmiştir. Hükümetin bu iddiaları çürütmediği kaydedilmiş ve bu koşulların ICCPR’nin 10(1) maddesine (insan onuruna saygı) aykırı olduğu vurgulanmıştır (§ 86).
  • İşkenceyle Alınan İfadelerin Kullanımı: WGAD, Öztürk’ün davasında işkenceyle alındığı iddia edilen ifadelerin mahkeme tarafından kullanıldığını ve bu durumun adil yargılanma hakkını temelden ihlal ettiğini ifade etmiştir (§ 83). 151 sanığın işkence iddialarını mahkemeye sunduğu, ancak hâkimlerin bu iddiaları soruşturmadığı ve delilleri dosyadan çıkarmadığı doğrulanmıştır. Bu, ICCPR’nin 14. maddesine ve evrensel hukuk ilkelerine aykırı bulunmuştur. WGAD, işkenceyle elde edilen delillerin sadece Öztürk’ü değil, üçüncü tarafları da etkileyerek yargı sürecinin güvenilirliğini yok ettiğini belirtmiştir (§ 83).
  • Savunma Hakkının Engellenmesi: Öztürk’ün kendi avukatıyla görüşemediği ve dava dosyasına erişiminin engellendiği kabul edilmiştir. ICCPR’nin 14(3)(b) maddesi, sanığın savunmasını hazırlamak için yeterli zaman ve olanaklara sahip olma hakkını garanti altına almaktadır; ancak Öztürk bu haktan mahrum bırakılmıştır (§ 82). Kamera kayıtlarının büyük kısmının silindiği ve tanıkların kapalı oturumlarda sorgulandığı doğrulanmış, bu durum “silahların eşitliği” ilkesini ortadan kaldırmıştır.
  • Yargı Sürecindeki Usulsüzlükler: Mahkeme kararının iddianamenin kopyası olduğu, Öztürk’ün esas hakkındaki savunmasının dikkate alınmadığı ve işkence iddialarının soruşturulmadığı tespit edilmiştir. WGAD, bu usulsüzlüklerin ICCPR’nin 14(1) maddesindeki adil ve tarafsız yargılanma hakkını ihlal ettiğini vurgulamıştır.
  • Yargı Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı: Mahkeme başkanının hükümetle bağlantılı çalıştayda yaptığı açıklamalar ve Yargıtay’a atanması, yargı bağımsızlığına gölge düşürmüştür. WGAD, bu durumun Bangalore Yargı Etiği İlkeleri’ne ve ICCPR’nin 14(1) maddesine aykırı olduğunu kaydetmiştir (§ 48-49).

WGAD, bu ihlallerin Öztürk’ün özgürlüğünden yoksun bırakılmasını Kategori III kapsamında keyfi kıldığını hükme bağlamıştır (§ 84).

Karardaki Önemli Tespitler

WGAD, Öztürk’ün durumunu değerlendirirken birkaç çarpıcı tespitte bulunmuştur:

  • Sağlık Durumu: Öztürk’ün sağlık durumunun kötüleştiği ve tecridin bu durumu ağırlaştırdığı belirtilmiş ve bu nedenle “acil eylem” prosedürü devreye sokulmuştur (§ 86).
  • Devletin Yetersiz Yanıtı: Türkiye, WGAD’ın Şubat 2024’teki sorularına geç yanıt vermiş (23 Mayıs 2024) ve somut delil sunamamıştır. Çalışma Grubu, hükümetin iddiaları çürütmediğini ve yükümlülüğünü yerine getirmediğini ifade etmiştir (§ 68).
  • Olağanüstü Hal Savunması: Türkiye’nin 2016’daki olağanüstü hal ilanı, bazı hakların askıya alınmasına izin verse de WGAD, bu durumun Öztürk’ün temel haklarını tamamen ortadan kaldırmayı haklı kılmadığını belirtmiştir (§ 75).

Kararın Anlamı ve Önemi

WGAD’ın kararı, Akın Öztürk’ün durumunu yalnızca bireysel bir vaka olmaktan çıkararak, Türkiye’de 15 Temmuz sonrası yargılanan on binlerce kişinin karşılaştığı sistematik ihlalleri gözler önüne sermiştir. Karar, Öztürk’ün “darbenin 1 numarası” olarak lanse edilmesine rağmen somut delil eksikliği, işkence ve adil yargılanma ihlalleriyle dolu bir süreçten geçtiğini ortaya koymuş; bu da diğer benzer davaların güvenilirliğini sorgulatmıştır. Öztürk’ün dosyası, darbe girişimiyle ilgili en yüksek profilli davalardan biri olmasına rağmen böylesine ciddi usulsüzlüklerle doluysa, alt rütbeli subaylar ve sivillerin davalarında delil standardının daha düşük, savunma haklarının daha kısıtlı ve işkence iddialarının daha az belgelenmiş olabileceği ihtimalini güçlendirmiştir.

  • İnsanlığa Karşı Suç Uyarısı: Kararın en çarpıcı yönü, Türkiye’de son yedi yılda artan keyfi tutukluluk vakalarına işaret etmesi ve bu durumun “insanlığa karşı suç” boyutuna ulaşabileceği uyarısıdır (§ 87). WGAD; “yaygın veya sistematik hapis veya diğer ağır özgürlükten yoksun bırakma eylemleri, uluslararası hukukun temel kurallarına aykırıysa insanlığa karşı suç teşkil edebilir” ifadesini kullanmıştır. Bu, Öztürk’ün davasını münferit bir olay olmaktan çıkararak, 15 Temmuz sonrası geniş çaplı bir baskı politikasının parçası olarak sınıflandırmıştır. WGAD’ın son yedi yılda Türkiye’den gelen çok sayıda vakayı incelediği ve benzer ihlal kalıpları tespit ettiği belirtilmiştir (§ 87). Bu uyarı, uluslararası toplumun dikkatini Türkiye’deki yargı süreçlerine çekmiş ve meseleyi bireysel hak ihlallerinden sistematik bir zulüm politikasına taşımıştır.
  • Uluslararası Denetim ve Baskı: WGAD, İnsan Hakları Konseyi tarafından yetkilendirilmiş, tarafsız ve bağımsız bir mekanizma olarak, Türkiye’nin ICCPR gibi uluslararası taahhütlerine uyumunu sorgulatmıştır. Kararın BM bünyesinde alınması, Öztürk ve benzer durumdaki bireylerin sesini küresel bir platformda duyurmuş; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi diğer kuruluşları ve devletleri harekete geçmeye teşvik edebilecek bir baskı unsuru oluşturmuştur. Ayrıca, WGAD’ın 2006’dan beri ilk kez Türkiye’ye bir ülke ziyareti teklif etmesi, sürecin uluslararası düzeyde takip edileceğinin bir göstergesidir (§ 88). 
  • Emsal Potansiyeli: Karar, Öztürk gibi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan, işkence iddialarıyla karşılaşan ve adil yargılanma hakkından mahrum bırakılan diğer yüksek rütbeli subaylar, kamu görevlileri ve siviller için bir umut ışığı olmuştur. Türkiye’de iç hukukta çözüm bulunamayan durumlarda uluslararası mekanizmaların devreye girmesi, bu kişilere yönelik sistematik ihlallerin tanınmasını sağlamış ve yeniden yargılama taleplerine zemin hazırlayabilecek bir emsal oluşturmuştur. Örneğin, Öztürk’ün davasında işkenceyle alınan ifadelerin yargılamayı adil olmaktan çıkardığı bulgusu (§ 83), diğer sanıkların dosyalarında da benzer yöntemlerin kullanılmış olabileceği şüphesini güçlendirmiştir. 
  • Türkiye’den Beklenenler: Türkiye’den, Öztürk’ün serbest bırakılması, tazminat ödenmesi, ihlallerin soruşturulması ve sağlık durumunun bağımsız uzmanlarca değerlendirilmesi talep edilmiştir (§ 91-92). Ancak, geçmişte benzer WGAD kararlarına uyulmamış olması, hükümetin bu karara nasıl yanıt vereceği konusunda belirsizlik yaratmıştır. Türkiye’nin bu uluslararası çağrıya kulak verip vermeyeceği, yalnızca Öztürk’ün değil, onunla aynı kaderi paylaşan binlerce kişinin geleceğini etkileyecektir.

Sonuç

WGAD’ın kararı, Öztürk’ün özgürlüğüne kavuşması için bir çağrıdan çok daha fazlasını temsil etmektedir. Bu karar, Türkiye’de adalet sisteminin işleyişine dair köklü bir tartışmayı ateşlemiş, 15 Temmuz sonrası yargı süreçlerinin uluslararası insan hakları standartlarıyla çeliştiğini tescillemiş ve benzer durumda olanlar için bir emsal oluşturma potansiyeli taşımıştır. Öztürk’ün davası, bir buzdağının görünen yüzü olarak, diğer dosyaların da uluslararası denetimle yeniden ele alınması gerektiğini gözler önüne sermiştir. Türkiye’nin bu karara yanıtı, hem ulusal hem de küresel ölçekte adalet arayışının seyrini belirleyecektir.

 

[1] https://www.drgokhangunes.com/wp-content/uploads/2025/02/BM-Haksiz-Tutuklama-Calisma-Grubunun-Akin-Oztirk-Kararinin-Turkce-Cevirisi.pdf

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir