yargı bağımsızlığı arşivleri - Hukuk Penceresi https://hukukpenceresi.com/tag/yargi-bagimsizligi/ Zulüm karanlığına ışık saçan pencere Sun, 21 Jan 2024 03:39:28 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://hukukpenceresi.com/wp-content/uploads/2022/06/indir-150x150.jpeg yargı bağımsızlığı arşivleri - Hukuk Penceresi https://hukukpenceresi.com/tag/yargi-bagimsizligi/ 32 32 Avrupa Parlamentosu’na Soruyorum: Türkiye’de Yargı Bağımsızlığı Osman Kavala Kararı İle Mi Sona Erdi? https://hukukpenceresi.com/avrupa-parlamentosuna-soruyorum-turkiyede-yargi-bagimsizligi-osman-kavala-karari-ile-mi-sona-erdi/ https://hukukpenceresi.com/avrupa-parlamentosuna-soruyorum-turkiyede-yargi-bagimsizligi-osman-kavala-karari-ile-mi-sona-erdi/#respond Sat, 25 Jun 2022 22:22:22 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=8346 Avrupa Parlamentosu (AP), geçtiğimiz ay Osman Kavala’ya yargılandığı davada müebbet hapis cezası verilmesi ve bağlayıcı olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ihlal kararının Türkiye tarafından yerine getirilmemesi nedeniyle Türkiye Hükümeti’nin “AB üyelik sürecini bilinçli olarak sonlandırdığı” ifadeleri yer alan ve Türkiye’nin AB kapısı kapandı anlamına gelen bir karar aldı. Bu karar, Türkiye Hükümetine verilen tavizler […]

Avrupa Parlamentosu’na Soruyorum: Türkiye’de Yargı Bağımsızlığı Osman Kavala Kararı İle Mi Sona Erdi? yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Avrupa Parlamentosu (AP), geçtiğimiz ay Osman Kavala’ya yargılandığı davada müebbet hapis cezası verilmesi ve bağlayıcı olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ihlal kararının Türkiye tarafından yerine getirilmemesi nedeniyle Türkiye Hükümeti’nin “AB üyelik sürecini bilinçli olarak sonlandırdığı” ifadeleri yer alan ve Türkiye’nin AB kapısı kapandı anlamına gelen bir karar aldı.

Bu karar, Türkiye Hükümetine verilen tavizler nedeniyle geç alınmış bir karar olarak tarihte yerini aldı.

Yargı bağımsızlığının ortadan kalkması Osman Kavala hakkında verilen tutuklama ve mahkumiyet kararı ile meydana gelmedi. Türkiye’de Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı 17/25 Aralık 2013 tarihinden giderek azaldı. 15 Temmuz 2016 tarihinden bir gün sonra aralarında Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Alparslan Altan ve Anayasa Mahkemesi Üyesi Prof. Dr. Erdal Tercan, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nın yüksek yargı üyelerinin de bulunduğu yaklaşık 3000 civarında hakim ve savcı gözaltına alındı. Bunların büyük bir çoğunluğu kanuna aykırı olarak tutuklanıp,  Anayasal teminata rağmen ihraç edildi. Bu zamana kadar ihraç edilen hakim ve savcı sayısı 5000’e yaklaştı. Türkiye’de Anayasal teminata sahip hakim ve savcıların haklarında hukuki hiçbir delil olmadığı halde mesleklerinden ihraç edilmesi ve büyük bir çoğunluğunun da tutuklanması ve KHK’lar ile mesleklerinden ihraç edilen kamu görevlilerinin de tutuklanmaları ve sonrasında çok büyük bir kısmının silahlı terör örgütü üyeliği suçundan en az 6 yıl 3 ay hapis cezası almaları ile birlikte Yargı bağımsızlığı tamamen ortadan kalktı. Yargı tamamen Erdoğan rejimi tarafından siyasallaştırıldı.

Özellikle yargı bağımsızlığının oluşmasında ve kanunların Avrupa Birliği mevzuatına uyumunun sağlanmasında anayasal teminata rağmen ihraç edilen bu hakim ve savcıların çok büyük katkısı vardı. Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnameleri (KHK’lar) ile ihraç edilen kamu personeli de kendi görevli oldukları bakanlıklar düzeyinde Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılım sürecinde azımsanmayacak emek ve katkıda bulunmuşlardı.

Bu çerçevede Avrupa Birliği’nin ilgili kurumlarının daha 15 Temmuz’un hemen ertesinde olayları izlemek yerine daha aktif katılım sergilemesi gerekirdi. Mesela Avrupa Parlamentosu veya diğer etkin organlarından biri acil gündemle toplanıp daha askerler bile gözaltına alınmadan Hakim ve Savcılar tutuklandığında buna benzer yaptırım kararı alabilirdi.

Bu kapsamda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi özellikle hakim ve savcılar yönünden 15 Temmuz sonrasında tedbir talepli insan hakları ihlal başvurularını reddetmek yerine acil gündemle toplanıp tedbir niteliğinde ihlal kararı vermeliydi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, beklenen ihlal kararını vermediği gibi Türkiye Hükümet yetkilileri ile yapılan toplantı sonucunda Türkiye’den gelecek başvuruları ertelemek amacıyla Olağanüstü Hal İşlemleri Komisyonu kurulması tavsiyesinde bulundu.

Avrupa Parlamentosu, Türkiye’deki yargı mensuplarının 1/3’ünün mesleklerinden ihraç edilip tutuklanmaları, Anayasa Mahkemesi Üyesi iken tutuklanarak mesleğinden ihraç edilen Alparslan Altan hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği tutuklama kararının hukuka aykırı olduğuna ilişkin kararı Türkiye Mahkemelerinin uygulamaması sonrasında yaptırım kararı alabilirdi.

Hatta daha geriye de gidersek 01/19 Ocak 2014 tarihlerinde Türkiye’den Suriye’ye illegal yollardan silah taşıyan MİT görevlilieri hakkında kamuoyunda MİT Tırları Soruşturması olarak bilinen soruşturmada görevli Adana Eski Cumhuriyet Başsavcısı Süleyman Bağrıyanık, Terör suçlarına bakan Adana özel yetkili Eski Cumhuriyet Başsavcı Vekili Ahmet Karaca, terör suçlarına bakan Adana Özel Yetkili Cumhuriyet Savcıları Özcan Şişman ve Aziz Takçı’nın 7 Mayıs 2015 tarihinde tutuklandıklarında Avrupa Parlamentosu yaptırım kararı alabilirdi.

Avrupa Parlamentosu ya da diğer organlar 01.07.2016 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen 6723 sayılı kanunla Yargıtay ve Danıştay üyelerinin görevlerini Anayasa’ya aykırı olarak sona erdiren bu kanun kabul edildiğinde veya Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından onaylandığında yaptırım kararı alabilirdi.

Bu kanun kapsamında üyelikleri sona erdirilen Yargıtay ve Danıştay üyelerinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yaptıkları bu başvurular, AİHM tarafından aradan 6 yıl geçmesine rağmen hala karar verilmiş değildir.

Türkiye’de yargı, 4 Kasım 2016 tarihinden bu yana tutuklu bulunan Selahattin Demirtaş ve 1 Kasım 2017 tarihinden bu yana tutuklu bulunan Osman Kavala ile ilgili davalardan önce de bağımsız değildi.

Avrupa Birliği kurumları Türkiye’deki yargı bağımsızlığının yok oluşu ile ilgili  zamanında yaptırım uygulamış olsalardı. Erdoğan bu kadar otoriterleşmeyecek ve yargı bağımsızlığı korunabilecekti. Türkiye’deki aileleri ile birlikte milyonları aşan insanlığa karşı suç mağdurları olmayacaktı. İşleri, aşları ellerinden alınan KHK’lıların bir kısmı Türkiye’den ölümü göze alarak  illegal yollardan özgürlüğe çıkabilenler 24.06.2022 tarihinde Strasbourg’ta Avrupa Konseyi (AK) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önünde eylem yapmak zorunda kalmayacaktı.

Avrupa Parlamentosu’na Soruyorum: Türkiye’de Yargı Bağımsızlığı Osman Kavala Kararı İle Mi Sona Erdi? yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/avrupa-parlamentosuna-soruyorum-turkiyede-yargi-bagimsizligi-osman-kavala-karari-ile-mi-sona-erdi/feed/ 0
Zorla Kaybederek “Çeteleşen” Bir Devlet: Türkiye https://hukukpenceresi.com/zorla-kaybederek-cetelesen-bir-devlet-turkiye/ https://hukukpenceresi.com/zorla-kaybederek-cetelesen-bir-devlet-turkiye/#respond Tue, 01 Sep 2020 00:10:04 +0000 https://hukukpenceresi.com/zorla-kaybederek-cetelesen-bir-devlet-turkiye/ Zorla kaybetme, “kişilerin, devlet adına görev yapan veya devletin yetkilendirmesi, desteği veya bilgisi dahilinde hareket eden kişiler veya gruplar tarafından tutuklanması, gözaltına alınması, kaçırılması veya başka herhangi bir biçimde özgürlüğünden yoksun bırakılmasını takiben kaybolan kişinin özgürlüğünden yoksun bırakıldığının veya bulunduğu yerin ya da akıbetinin gizlendiğinin reddedilmesini ve böylece yasa koruması dışında bırakılmasını” ifade eder. Bu […]

Zorla Kaybederek “Çeteleşen” Bir Devlet: Türkiye yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Zorla kaybetme, “kişilerin, devlet adına görev yapan veya devletin yetkilendirmesi, desteği veya bilgisi dahilinde hareket eden kişiler veya gruplar tarafından tutuklanması, gözaltına alınması, kaçırılması veya başka herhangi bir biçimde özgürlüğünden yoksun bırakılmasını takiben kaybolan kişinin özgürlüğünden yoksun bırakıldığının veya bulunduğu yerin ya da akıbetinin gizlendiğinin reddedilmesini ve böylece yasa koruması dışında bırakılmasını” ifade eder. Bu tanım Birleşmiş Milletler tarafından yapılmıştır.

Bir devletin, kendi hakimiyeti içerisinde yaşayan insanları kaçırması, kaçırmaları sorgulamaması, kaçıranları koruması ve hatta ödüllendirmesi kendini var eden düşünceyi inkar etmesi anlamına gelir. Böylesi uygulamaların sayısının artması ve yaygınlaşması süreç içerisinde devletin yok olması ile sonuçlanacaktır.

Zorla kaybetmelerle tanınan bir sistem gerçekte “devlet” olarak değil, yozlaşmış bir “suç örgütü” olarak adlandırılmayı hak eder. Zira devlet fikrinin ve sisteminin temelinde kişileri kaçıran, onlara işkence eden veya onları öldüren bir düşünce yoktur.

Devlet fikrinin ve sisteminin nasıl oluşturulduğu konusunda en bilinen görüş J.J.Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi fikridir. Buna göre insanlar önceleri birbirlerinden uzak yerlerde, aralarında sıkı ve sürekli bir etkileşim kurmadan, küçük gruplar halinde yaşıyorlardı. Güvenliklerini kendileri sağlıyor ve sorunlarını aralarında çözüyorlardı.

Gerek nüfusun artması, gerek güvenlik gereksinimi ve gerekse sosyal ihtiyaçlar nedeniyle gruplar aralarında daha sıkı ilişkiler geliştirdiler. Kurulan her ilişki farklı problemlere de kaynaklık etti. Daha kalabalık ve daha ağır silaha sahip kişi ve grupların “haklı” çıktığı bir ortam oluştu. İnsanlar tarihsel süreç içerisinde yaşadıkları tecrübeler ışığında, güvenli, müreffeh ve öngörülebilir bir yaşam adına, birey ve grupların üzerinde, tüm “toplumun” yararını gözeten bir sistem kurmaya ihtaç duydular. Bunun günümüzdeki adı “devlet”dir. Kişi ve gruplar oluşturdukları bu devlet lehine fedakarlıkta bulunarak silahlarını devlet’in güvenlik görevlilerine teslim ettiler. Devlet nezdinde mahkemeler kuruldu ve bireyler sorunlarının çözümünü buraya havale ettiler. Devletin faaliyetlerini yürütmesi için kazançlarından ona “vergi” ödediler.

Bugün devletin polis ve askerinin taşıdığı silahlar, bizim kendi rızamızla, bizi koruması adına “emaneten” verdiklerimizdir.

Devletin sistematiği içerisinde çalışan mahkemeler, sorunlarımızı çözmesi için irademizi teslim ettiğimiz kurumlardır.

Eğer devlet insanlarının yaşam hakkını güvence altına alamıyorsa, onlara işkence yapıyorsa veya sorunları hakkaniyetli şekilde çözemiyorsa, bu durumda her bireyin ona verdiği silahları geri alarak kendi hakkını savunma ve mahkemelerini tanımayarak sorunlarını halletme hakkı doğar. Bu durum devletin yok olması, anarşik bir düzenin doğması anlamına gelecektir.

Türkiye, anayasası ve yasaları olan ve uluslararası anlamda tanınan bir devlettir. Ancak bu sistemin “toplum sözleşmesi” ışığında bir devlet olup olmadığı tartışmalıdır. Zira son yüzyıl içerisinde ortaya koyduğu uygulamalar incelendiğinde sürekli krizler yaratan, halklarını ayrıştıran ve birbiriyle çatıştıran, çıkan sorunları adil şekilde çözmeyen, her daim toplumun bir kesimini düşmanlaştırarak ona savaş açan bir yapılanma ile karşı karşıyayız. Bu yapılanmanın en çok başvurduğu yöntemlerden birisi maalesef işkence ve kötü muameledir. Gerçekte ortada var olan şey kendisine muhalif gördüğü kişi ve grupları kendi ajanları ile yok eden, onları kaçıran veya tehdit eden bir “örgüt”tür.

İletişim olanaklarının sınırlı olduğu 1990’lı yıllar ve öncesinde işkence, kötü muamele ve adam kaçırma eylemlerini “sümenaltı” etmekte mahir olan Türk devleti, sonraları “örgütsel” faaliyetlerini daha cüretkar şekilde yapmaya başladı. Önceden beyaz Toros’larla yaptığı insanlığa karşı suç eylemlerini 2016’dan sonra siyah Transporter”larla yapmaya başladı. Zihinsel olarak insanlığın emekleme döneminde yer alan bu “devlet”, işkence ve kötü muamelelerini icra etmekte bilimin ve teknolojinin imkanlarını sonuna kadar kullanmaktan geri kalmadı.

Böylesi bir devletin BM’nin 2006 yılında kabul ettiği Herkesin Zorla Kayıp Edilmeye Karşı Korunmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme’ye taraf olması kendisiyle çelişki oluştururdu. Türkiye’nin bu Sözleşmeyi imzalamaması hakiki karakterini ortaya koyması açısından ibretliktir.

Bir ülkede zorla kaçırmalar sıradanlaşmışsa, işkenceler ve kötü muamelelere ağır tepkiler gösterilmiyorsa eğer, ülkeyi yönetenlerin, siyasetçilerin, sivil toplum örgütlerinin, medyasının ve aydın kesiminin de bu insanlık suçuna bir şekilde ortak olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Halkı ikaz ederek uyandırmak yükümlülüğününü sırtında taşıyan bu kesimlerin sessizliği ve hareketsizliği, işlenen bu tür suçlara iştirak eden halkın, bilincinde olmasa dahi dolaylı şekilde kendisinin de mağdur olmasının gerekçesidir.

Zorla kaybedilen her birey ile birlikte, bu kaybetmeye karışan ve/ya ona göz yuman devlet de parça parça yok olmaya başlar. Kaybeden sadece devlet olmaz; namusunu, parasını, geleceğini ve tüm zenginliklerini devlete “emanet” eden insanlar da kaybetmeye başlar. Eğer toplumun geneli bunun farkında olsaydı, kendini koruma içgüdüsüyle hareket edecek ve her zorla kaybetme olayı sonrasında buna doğrudan veya dolaylı olarak katılan tüm devlet “ajanlarına” hakettiği cezayı verecekti.

Osmanlı’nın bakiyesi bir çoğrafya ve kültür üzerine kurulan Türkiye, bir çok kurumunu inkar etmesine rağmen maalesef eskinin zorla kaybetme geleneğini devralarak kendisine bir yol ve yöntem olarak kullanmaktan geri kalmadı. Süreç içerisinde tek parti tarafından “rejim” muhaliflerine reva görülen bu uygulamalar sonrasında Rumlara, Ermenilere, Yahudilere, Kürtlere, komunistlere, sağcılara, solculara, milliyetçilere ve muhafazakarlara karşı da kullanıldı. Bu yönüyle Türkiye, sanki kurulduğu günden bu yana, kendinin bir devlet olmadığını bir çete olduğunu ispatlama gayreti içinde oldu. Kendini yönetenlerin rengi, ırkı ve ideolojisi değişmesine rağmen işkence ve kötü muamele gibi yöntemlerine hep sadık kaldı.

Türkiye bu güne kadar devlet olamadı. Gelecekte, bizlerin hak ve özgürlüklerini güvence altına alan, müreffeh ve mutlu şekilde yaşamamızı sürdürebileceğimiz bir ülke haline gelip gelmeyeceği Türkiye’nin zorla kaçırmalar ve bunun altında yatan düşünce ile hesaplaşmasına bağlıdır. Bu hesaplaşmayı sadece devlet değil, hepimiz yapmak zorundayız. Ancak bu şekilde bilinçlenen ve ona göre şekillenecek bir toplum “devlet”i kontrol edip, onu faydalı bir araç haline dönüştürebilir.

Zorla Kaybederek “Çeteleşen” Bir Devlet: Türkiye yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/zorla-kaybederek-cetelesen-bir-devlet-turkiye/feed/ 0
Yasa Teklifi Suretiyle İntihar Eden Vekil: Avukat Mahmut Tanal https://hukukpenceresi.com/yasa-teklifi-suretiyle-intihar-eden-vekil-avukat-mahmut-tanal/ https://hukukpenceresi.com/yasa-teklifi-suretiyle-intihar-eden-vekil-avukat-mahmut-tanal/#respond Thu, 06 Feb 2020 18:59:43 +0000 https://hukukpenceresi.com/yasa-teklifi-suretiyle-intihar-eden-vekil-avukat-mahmut-tanal/ Ben 2002 ile 15 Temmuz 2016 tarihleri arasında Cumhuriyet savcısı olarak görev yapan, binlerce iddianameye imza atmış ve imzasının arkasında bulunan bir hukukçuyum. 16 Temmuz günü tutuklandım ve yaklaşık 30 ay tutuklu kaldım. Bir iftiraname ile suçlandım, daha tutuklandığım anda hazırlanmış olan sipariş bir mahkûmiyet kararı ile 7 yıl 9 ay 22 gün hapis cezasına […]

Yasa Teklifi Suretiyle İntihar Eden Vekil: Avukat Mahmut Tanal yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>

Ben 2002 ile 15 Temmuz 2016 tarihleri arasında Cumhuriyet savcısı olarak görev yapan, binlerce iddianameye imza atmış ve imzasının arkasında bulunan bir hukukçuyum.

16 Temmuz günü tutuklandım ve yaklaşık 30 ay tutuklu kaldım. Bir iftiraname ile suçlandım, daha tutuklandığım anda hazırlanmış olan sipariş bir mahkûmiyet kararı ile 7 yıl 9 ay 22 gün hapis cezasına çarptırıldım.

İnsan hakları savunucusu olduğunu iddia eden milletvekili Av. Mahmut Tanal tarafından yargısız bir infaza, asılsız bir ithama ve ağır hakaretlere maruz kaldım. Tanal tüm bu fiillerini, milletvekili sıfatını kullanarak hazırladığı “kanun teklifi” kisvesi altında yaptı ve bunu herkese duyurmaktan haya etmedi.

Yazımda kendime ve önemli bir kısmı hücrede bulunan tutuklu meslektaşlarıma karşı yapılan bu ithamlara cevap vermeye çalışacağım.

Mahmut Tanal, CHP’nin avukat kökenli bir milletvekilidir.

Milletvekilliği süresince kendisini temel hak ve özgürlük ihlalleri bağlamında mücadele eden kişiliği ile tanıdı Türkiye. Muhalefet partisi üyesi olma refleksi ve hukukçu kimliğinin etkisiyle olsa gerek Tanal, iktidar partisi AKP’nin, kamu gücünü kullanarak gerçekleştirdiği haksızlıkların karşısında olmaya gayret etti uzun süre. Ancak son zamanlarda verilen hak mücadeleleri bağlamında HDP milletvekili
Ömer Faruk Gergerlioğlu ve CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu ile beraber kendisini meydanlarda göremiyoruz.

Tanal 15 Temmuz sonrasında çıkartılan OHAL KHK’larına ve bunların uygulanmasına karşı aktif bir mücadele gösterdi. Söz konusu KHK’lar ile demokrasi ve hukuk devletinin zarar gördüğü, giderek otoriter ve diktatoryal bir yönetime gidildiğini, bu düzenlemeler vasıtasıyla bir tür darbe yapıldığını savundu.

Sol görüşlü kişi ve kurumlara karşı 15 Temmuz sonrasında gerçekleştirilen operasyonlara karşı çıktı, bu soruşturma ve yargılanmaların iktidar etkisinde bulunan yargı eliyle gerçekleştirildiğini savundu, bağımsız ve tarafsız yargı(ç) kalmadığından dem vurdu.

Tanal’ın bu yöndeki mücadelesini hukuka ve demokrasiye saygısı olan her kesim destekledi ve takdir etti.

Tanal’ın temel hak ve özgürlükler alanındaki mücadelesinde ve yargıya ilişkin değerlendirmelerinde samimi olup olmadığını, ilkeleri uğruna bu yönde davranıp davranmadığını değerlendirme durumunda değilim. Ancak 5 Şubat 2020 tarihinde medyaya yansıyan ve kendisinin de twitter adresinde duyurduğu kanun teklifini ve gerekçesini okuduğumda kafamın karıştığını söylemek zorundayım.

Tanal, TBMM Başkanlığı’na bir kanun teklifi sunarak Ceza Muhakemesi Kanunu’nda değişiklik yapılmasını talep etmiş; FETÖ üyelikleri mahkeme kararıyla tespit edilen hâkim ve savcıların baktığı davaların yeniden görülmesi gerektiğini, zira bu kişilerin hukuk dışı yöntemlerle çalıştıklarını ve devlete sızdıklarını belirtmiştir.

Yapmış olduğu kanun teklifinin haberleştirilmesini isteyen Tanal, haberi yazan muhabire vermiş olacak ki, haber içeriğinde teklifin gerekçesine de yer verilmiş. Haberde yazılan bu gerekçeler doğrultusunda bir değerlendirmede bulunmak, Tanal’ın ithamlarına cevap vermek istiyorum.

TANAL İTHAM VE İFTİRA NİTELİĞİNDEKİ KANUN TEKLİFİ GEREKÇESİNDE ŞÖYLE DİYOR: “Gerek T.C. Cumhurbaşkanlığı gerekse Yargıtay; FETÖ’yü bir terör örgütü olarak kabul etmiştir. Yine bu kurumlar bu örgütün devlete sızan, bu kadroların sağladığı avantajlarla devlet içerisinde belli bir güce ulaştıktan sonra hasımlarını çeşitli hukuki görünümlü hukuk dışı
yöntemlerle tasfiye eden kendine özgü terör örgütü olduğunu kabul etmiştir”.

Bir siyasetçi olarak Tanal’ın kurnazlığını takdir etmek lazım. Verdiği teklifin kabul edilebilirliğini arttırmak için daha ilk cümlesinde iktidar partisi milletvekillerine mesaj veriyor ve “FETÖ denilen bir örgütün Cumhurbaşkanlığı” tarafından kabul edildiğini hatırlatıyor. Böylesi bir tespitin Yargıtay’dan önce Cumhurbaşkanlığı tarafından yapıldığına yer vermesi de ayrıca manidar. Zira Tanal da çok iyi biliyor ve kabul ediyor ki, ilk derece ve temyiz mahkemesi kararlarını Saray şekillendiriyor yargı birimleri açıklıyor.

Kendi içerisinde bulunduğu muhalif toplum kesimine karşı gerçekleştirilen soruşturma ve yargılamalar bağlamındaki demeçlerinde Tanal, yargının Saray tarafından esir alındığını ve şekillendirildiğini, verilen kararların hukuk dışı ve kabul edilemez olduğunu savunuyor. Peki bu görüşte olan dürüst bir hukukçu, aynı yargı sistemi tarafından başka kişi ve kurumlar bağlamında verilen kararları neden tartışmasız kabul ediyor ve yasa teklifinin gerekçesine temel alıyor? Tanal’ın bu soruyu cevaplandırarak hem kendi itibarını kurtarması ve hem de seçmenlerini aydınlatması gerekiyor. Biz iftiraya uğrayan hukukçular da kendisinden bir açıklama bekliyoruz.

15 Temmuz’a kadar devlet tarafından meşru kabul edilen bir yapılanma, Tanal ve partisi CHP tarafından bir “tiyatro” olarak adlandırılan darbe teşebbüsü sonrasında nasıl “silahlı bir örgüt haline” gelebilir? Bunun avukat olan Tanal tarafından cevaplandırılmasını bekliyorum.

Tanal gerekçesinde “kendine özgü terör örgütü” ibaresine yer vermiş. Bir hukukçu olarak Tanal’ın bu kavramın ceza hukukundaki yeri ve tanımını açıklaması gerekiyor. Zira ceza hukukunda doktora yapmış bir hukukçu olarak şunu net olarak söyleyebilirim ki, terör örgütü tanımı tektir ve nettir. Kişiye ve guruba özgü bir terör tanımına meşruiyet kazandıran bir yazılı hukuka sahip değiliz. Böylesi bir ibareyi yazıp kullanabilen bir avukatın ve milletvekilinin, hukuka ve Anayasaya karşı olan samimiyetinden şüphe edilmesi gerektiğini düşünüyorum.

TANAL İTHAM VE İFTİRA TEKLİFİ GEREKÇESİNDE ŞÖYLE DİYOR:
“FETÖ’cü hakimler ve savcılar adalet mekanizması içinde onarılması mümkün olmayan tahribatlara yol açmıştır. Bağımsız ve tarafsız olmayan bir mahkemede yargılanmak başlı başına yargılamanın yenilenmesi sebebidir. Terör örgütü üyesi hâkimlerin Türk milleti adına karar vermedikleri açık olarak belirtildiği yerde, yapmış oldukları yargılamalar adil olarak değerlendirilemeyecektir. Tüm bu sebepler göz önüne alındığında FETÖ mensubu hâkim ve savcıların imzası bulunan tüm kararlar ve dava dosyaları yeniden denetlenmek zorundadır.”

FETÖ kavramını üreten yargı mekanizmasının bağımsız ve tarafsız olmadığını her platformda söyleyen Tanal’ın, bu kavramı sanki hukuki bir gerçekmiş gibi rahatça kullanmasını anlamakta zorlanıyorum. Zira kendi arkadaşları içerisinden de aynı yafta ile yargılanan ve ceza alan kişiler var. Eğer Tanal samimi ise, bu durumda onlarla arkadaşlıklarını kesmesi, bu kişiler tarafından yazılan kitapları kütüphanesinden ayıklaması, ortak üyesi olduğu tüm oluşumlardan ayrılması gerekir. Ancak Tanal, Saray yargısının verdiği kararları kendi zihin dünyasında ikili bir ayrıma tabi tutuyor. Ona göre, kendi mahallesi hakkında verilen yargı kararları hükümsüz ve geçersiz, ancak sevmediği ve ötekileştirdiği mahalle müdavimleri ile ilgili verilen yargı kararları meşru ve makbul. Böylesi bir akıl yürütmeyi azıcı vicdanı olan kişinin kabul edip dillendirmesi mümkün değil.

“Terör örgütü üyesi” hâkimlerin Türk milleti adına karar veremeyeceklerini söylüyor Tanal. Ben ve benim gibi şerefiyle mesleğini yapan hakim ve savcıları, ayrım göstermeksizin örgüt üyesi olarak itham eden herkesin ahlaksız olduğunu söyleme hakkımın olduğunu düşünüyorum.

CHP’nin üyesi olan veya ona gönül vermiş binlerce hukukçu var, hodri meydan, ihraç edilen tüm hakim ve savcıların dosyalarını tek tek incelemeye tabi tutsunlar ve iddia ettiği şekilde verilmiş kararları tespit ederek raporlayıp yayınlasınlar. Tanal’ın yaptığı tam bir demagoji. Genel ve yuvarlak ifadeler kullanarak, “adil yargılanma” gibi kendisinin özümsemediği kavramları alet ederek, işin içine “Türk milletini” karıştırarak yapılan tüm itham ve iftiraları sahibine iade ediyorum.

Tanal teklifini genişleterek belki daha dürüst ve samimi gözükebilir belki. Bu bağlamda Kürt, alevi ve sol görüşlü olan, dini hassasiyeti bulunan, geçmişinde herhangi bir eyleme karışmış ya da siyasi parti teşkilatı üyesi olmuş tüm hâkim ve savcıların da tespitinin yapılarak, bunların da vermiş olduğu kararları söz konusu aidiyetleri çerçevesinde verdiklerinin kabulü ile geçersiz sayılmalarını istemesi gerekir. Zira bunların da tarafsızlığını garanti etmek ve Türk milleti adına karar verdiklerini söylemek zor olsa gerek.

TANAL İTHAM VE İFTİRA TEKLİFİ GEREKÇESİNDE ŞÖYLE DİYOR:
“Terör örgütü üyesi, hâkim ve savcı sıfatını kaybetmiş bu kişiler hukuk ve adalete aykırı kararlar vermişler ancak bu kararlar hâlen icra ve infaz edilmektedir. Bu durum Anayasa ile de güvence altına alınan hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmamaktadır. Yaklaşık 4 bin 500
hakim ve savcının örgüt üyesi olmak, örgüt doğrultusunda karar vermek, kumpaslar yapmak gibi suçlamalarla ihraç edildiğine, bunların büyük çoğunluğunun tutuklanıp haklarında iddianame düzenlendiği kamuoyunun da bilgisi dahilindedir. İhraç edilen, tutuklanan ya da kaçak sıfatı ile aranan hakim ve savcıların vermiş oldukları kararlar üzerinden herhangi bir inceleme yapmadan bu kararların hukuka ve adalete uygun olduğunu varsaymak mümkün değildir.”

Tanal karakter suikastı yapmaya devam ediyor. Altında imzası bulunan bu yasa teklifi, onun insan hakları savunuculuğu kariyerinde bir kara leke olarak kalacaktır. Tanal,
taraflı bir yargı tarafından verilen kararları “hakikat” kabul ediyor; fişleme ve soykırım listeleri ile mağdur edilen 4.500 hâkim ve savcıyı “hukuk ve adalete aykırı karar”lar vermekle itham ederek bu kişilerin masumiyet karinelerini ayaklar altına alıyor; işin daha da ilginci bu ifadelerini “hukuk devleti” kavramını kullanarak yapmaktan hayâ etmiyor.

Çalıştığım tüm görev yerlerimde mesleğimi en iyi şekilde yapmaya çalıştım. Yazdığım iddianamelerim hep takdir topladı. İnanmadığım hiçbir soruşturmayı davaya dönüştürmedim. Vicdanımın kabul etmediği hiçbir yargılamada mahkûmiyet mütalaası vermedim. Tutuklamayı istisnai bir tedbir olarak uyguladım. Bu bağlamda adliye içerisinde hep eleştirildim, meslektaşlarım tarafından kimi zaman dışlandım. Tanal’dan ricam, Sivas ilindeki parti temsilciliğini arasın, benim ve benim gibi ihraç edilen Sivas adliyesinde görevli hâkim ve savcıların hukukçuluklarını sorsun. Sorsun ve utansın.

Ben ve benim gibi yaklaşık 4.500 hakim savcı, aleyhimize somut tek bir delil gösterilmeden ihraç edildik. İhracımıza dair tek somut veri istihbarat örgütü tarafından hazırlanan fişleme listeleri. Sadece isimlerimizin yer aldığı bir liste, beni ve meslektaşlarımı terör örgütü üyesi yapar mı?

İhraç edilen hakim ve savcıların linç edildiğini, gerekçesiz olarak bir kıyıma maruz kaldığını en iyi bilenlerden birisi Tanal’ın kendisi. Peki Tanal, bu bilgisine rağmen böylesine bir iftirayı atmaktan neden utanmıyor?

TANAL İTHAM VE İFTİRA TEKLİFİ GEREKÇESİNDE ŞÖYLE DİYOR:
“Bu noktada FETÖ üyesi oldukları yargı kararı ile kesinleşen hakim-savcıların katıldığı kararların yeniden incelenerek; hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak adaleti sağlamak adına yeniden yargılama yapılması gerekmektedir. FETÖ’nün vermiş oldukları en büyük
zararlardan birisinin de yargı ve adalet mekanizması olduğu düşünüldüğünde bu kanun teklifinin hazırlanması zorunluluğu doğmuştur. Bu kanun teklifi ile hukukun temel normlarına ve adalet anlayışına aykırı olarak, belli bir grup ya da düşünce çerçevesinde verilmiş kararlara karşı yargılamanın yenilenmesi yolu açılarak hak kayıplarının önlenmesi amaçlanmaktadır.”

Tanal yine kendince bir “hukukçu kurnazlığı” yapmaya çalışarak, bütün yargı kararlarının değil “FETÖ üyesi oldukları yargı kararı ile kesinleşen hakim-savcıların katıldığı kararların”yeniden incelenmesini teklif ediyor.

Şunu iddia ediyorum ki, Türk yargı sisteminin kalitesini artıran, uluslararası hukuk ilkeleri bağlamında yargıya sınıf atlatan ve Türk milletinin yüzünü ağartacak hakim ve savcıların çoğunluğu 15 Temmuz sonrasında ihraç edilenlerdir. Bunun en büyük belgesi CHP’nin bizzat kendisinin hazırlattığı raporlar ile BM ve Avrupa Birliği ile Avrupa Konseyi başta olmak üzere uluslararası örgütler tarafından
hazırlanan belgelerdir. Son 20 yıl içerisinde düzenlenen bu belgeler incelendiğinde yargının itibarının arttığı ve azaldığı tarihler net olarak
görülecektir. Yani bu gün Tanal’ın FETÖ’cü olmakla yaftaladığı hakim ve savcılar, her türlü engellemelere rağmen yargının itibarını koruyan ve artıran çalışkan ve samimi hukukçulardır.

Bir tarafta CHP’nin sözcüleri iktidar tarafından yapılan yolsuzlukları soruşturacak “cesur” savcıların nerede olduğunu sorgularken; aynı parti üyesi Tanal’ın bu tür soruşturmaları yapan ve duruşlarından dolayı fişlenerek linç edilen hakim ve savcıları terör örgütü olarak yaftalamasını kamuoyunun taktirine bırakıyorum.

Tanal’ın mantık yürütmesi bağlamında, kendisinden ikinci bir teklif hazırlamasını, FETÖ iftirasıyla ihraç edilen öğretmenler tarafından hazırlanan tüm diplomalarınsiptal edilerek bu kişilerin yeniden eğitilmesini; doktorlar tarafından yapılan ameliyatların tekrarlanmasın teklif etmesini bekliyorum.

Tanal’ın altını imzaladığı teklif gerekçesini kendisinin hazırladığını kabul etmekte zorlanıyorum. Hukuk devletini savunan, demokrasi mücadelesi veren, bu bağlamda ismi markalaşmış bir milletvekilinin böylesi bir metni imzalayıp Meclise sunması, bir tür intihardır. Böylesi bir intiharın sebeplerini merak ediyorum.

Yasa Teklifi Suretiyle İntihar Eden Vekil: Avukat Mahmut Tanal yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/yasa-teklifi-suretiyle-intihar-eden-vekil-avukat-mahmut-tanal/feed/ 0