hukuk arşivleri - Hukuk Penceresi https://hukukpenceresi.com/tag/hukuk/ Zulüm karanlığına ışık saçan pencere Thu, 25 Jan 2024 22:04:30 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://hukukpenceresi.com/wp-content/uploads/2022/06/indir-150x150.jpeg hukuk arşivleri - Hukuk Penceresi https://hukukpenceresi.com/tag/hukuk/ 32 32 Bu Da Mı Gol Değil Hakim Bey! https://hukukpenceresi.com/bu-da-mi-gol-degil-hakim-bey/ https://hukukpenceresi.com/bu-da-mi-gol-degil-hakim-bey/#respond Thu, 25 Jan 2024 21:57:32 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9194 Hukukçu olmasa da Türkiye’de, kahvede oturan kalabalığın bile batak oynarken bildiği temel hukuk bilgileri ne yazık ki vardır. İronik bu durum Türkiye’de normal görülür. Çünkü herkes azıcık Hukuk, azıcık Futbol, azıcık Bürokrasi bilir ama maalesef konuşunca azıcık kavramı kaybolur kafalarında. Teknik direktörden fazla taktik, doktordan fazla tıp bilen yurdum insanının ezbere bilebileceği bir şey de […]

Bu Da Mı Gol Değil Hakim Bey! yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Hukukçu olmasa da Türkiye’de, kahvede oturan kalabalığın bile batak oynarken bildiği temel hukuk bilgileri ne yazık ki vardır. İronik bu durum Türkiye’de normal görülür. Çünkü herkes azıcık Hukuk, azıcık Futbol, azıcık Bürokrasi bilir ama maalesef konuşunca azıcık kavramı kaybolur kafalarında. Teknik direktörden fazla taktik, doktordan fazla tıp bilen yurdum insanının ezbere bilebileceği bir şey de Hukuk’tur.

Siz Anayasanın size verdiği hak ile hakkınızı ararsınız ve iç hukuk yollarını bitirirsiniz. Siyasetin bir şeyi(!) olan iç hukuk yolları haksız kararlar alır ve siz de hakkınız olarak AİHM’e gidersiniz. AİHM’e gitmek ve sonrası çok ciddi bürokratik zorluklar ile mümkün olmaktadır. Bütün bu zorluklara rağmen hakkınızı ararsınız. Ve neticede sizin gibi binlercesini ilgilendiren kararlar alırsınız.

Yani adaleti “dıj güçler” de aramanız kendini “iç güç, yerli, millî hatta İslami” sanan bir despot yönetim ve onların güç olarak kullandığı Adli Mekanizmanın zoruna gider. Yeniçerilerin “istemezûk” kafası gibi doğru da olsa, hak da olsa kabullenmek istemezler. Yakın zamanda Yargıtay’ın AYM’nin kararını tanımayıp üstelik yasama organı Meclis’e bile ayar veren zihniyete sahip bir yargının AİHM kararını takacağını düşünmek kimilerine göre saflık olur. Oysa önemli olan nokta, istenilen neticenin alınmasından ziyade (ki bir gün elbet alınacak) verilecek mücadelenin bizzat kendisidir. Bu bir futbol maçı değildir, kazanma ya da kaybetme eksenli değildir. 100 yıl geçse de muhatapları yaşamasa da, adalet doğru karar vermeli, gıyabında bile olsa iade-i itibar yapmalıdır. Bu geride kalanlar üzerinde bir sorumluluktur. Burada özne bir birey değil bizzat insanlık ve insan hakkıdır. Nitekim bazen kahvehanede kulağa çalınan “emsal karar” kavramı da bunun basit bir işaretidir.

Hz. Hüseyin’e Küfe yolunda birileri “Ey Hüseyin, Kufeliler’e güvenme Onlar babanı ortada bıraktılar, onların daveti ve güveni yalandır.” deyince verdiği cevap günümüz aydınına ders niteliğindedir.

Ben birilerine güvenip bu yola çıkmış değilim. Ama ortada büyük bir zulüm ve Adaletsizlik var. Ben bu yola çıkıyorum, zayıf ve sayıca az olabiliriz, yenilebilir, öldürülebiliriz ama ben bugün bu mücadeleye girmezsem yeryüzünde bundan sonra kimse Hakkı, adaleti korumaz, Zulme başkaldırmaz. Adaletsizle mücadele etmez. Sayılara güvenen zulmeder haklılar da hakkını aramaz”

Yalçınkaya Davası ve sonrasına belki de böyle bakmak daha isabetli olur.

Bir mücadele ki ilk Mahkemeden son Mahkemeye kadar hakkını arayan kişinin sürekli attığı goller sayılmayıp ofsayt denerek iptal edilmiş. VAR’a bile gitmeye tenezzül edilmemiş. Sonuçta hep iptal edilen Gollere binaen bu son gole de (AİHM) ofsayt demeye kalkan Türk Yargı üyelerine bir daha demek isterim ki adalete dönün bakın haksızlığınız arşa dayandı. Hukukun üstünlüğü sıralamalarında 139 ülkeden 117. olmanızın gösterdiğini ve bunu itiraf eden Bakanınıza da tekrar diyorum ki “Bu da mı Gol değil”, daha ne bekliyorsunuz eğer Hukuk insanı(!) iseniz. Böylesi bir hukukçunun tanımını Hasan Dursun Bey’in “Günah ve Hukukçu makalesinde bulabilirsiniz. Sayın Dursun mevcut durumu “Adliyeler günahkâr hukukçuların mekânı ve bunlardan çoğunun mabedi.” şeklinde tanımlamış. Adaletsizlik yapmayı artık bir tapınma ritüeli haline getirenlerin tapınakları maalesef Adalet Sarayları oldu.

Bu yazıda dinî olaylara çok referans verdik. Kendini bir dini yapının üyesi sayıp karar veren şu an ki yargı üyeleri umuyorum ki aldığı kararlardan dolayı “İki hakimden biri cehennemdedir” hadisini duyup idrak etmişlerdir. Yaptıklarını bir dini mücadele sayan (!) acınası Hukuk karar vericilerine bu hatırlatmayı yapmış olayım.

Bununla beraber Yalçınkaya Davası için (onun adı olsa da) Zulme karşı tarafını Adalet’ten yana koyan bir avuç hukuk insanını da taktir etmek gerek.

Çoğunluğun kendi haklarını aramaktan korkup çekindiği noktada yukarda bahsettiğim Hz. Hüseyin’in sözlerine hayat vermek adına, aldığı hukuk eğitimi ve elde ettiği birikimin yüklediği sorumluluk ile, başkalarının haklarını savunmak adına hareket edenlere selam ve saygı ile.

Bu Da Mı Gol Değil Hakim Bey! yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/bu-da-mi-gol-degil-hakim-bey/feed/ 0
HUKUKÎ HATA KİMİN YANLIŞI? https://hukukpenceresi.com/hukuki-hata-kimin-yanlisi/ https://hukukpenceresi.com/hukuki-hata-kimin-yanlisi/#respond Thu, 25 Jan 2024 20:42:04 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9189 Hukuk alanında tezahür eden hatalar, kendiliğinden meydana gelmezler; yetkili ve görevli kişiler tarafından ortaya konulan işlem ve/ya kararlar ile tezahür ederler. Hukukî hata, faili tarafından hata olsun diye yapılmaz aksi durumda hatadan çok, kasten yapılan bir “hukukî yanlış”tan, hukuksuzluktan bahsedilebilir. Kasıtlı olarak meydana getirilen bir yanlışın “hukukiliği” ya da “hukuk dışılığı” tartışma konusu yapılamaz. Zira […]

HUKUKÎ HATA KİMİN YANLIŞI? yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Hukuk alanında tezahür eden hatalar, kendiliğinden meydana gelmezler; yetkili ve görevli kişiler tarafından ortaya konulan işlem ve/ya kararlar ile tezahür ederler. Hukukî hata, faili tarafından hata olsun diye yapılmaz aksi durumda hatadan çok, kasten yapılan bir “hukukî yanlış”tan, hukuksuzluktan bahsedilebilir. Kasıtlı olarak meydana getirilen bir yanlışın “hukukiliği” ya da “hukuk dışılığı” tartışma konusu yapılamaz. Zira hukuk böyle bir durumu korumaz, ona meşruiyet kazandıracak usul ve ilkeler öngörmez.

Hukukî hata ancak hukuki bir süreçte vücut bulabilir; herhangi bir neden yok iken, sebeplerden soyut olarak meydana gelmez. Hukukî süreçlerin başlayıp nihayete ermesi yolundaki aşamalar bir insanın eylem ve/ya söylemleri sonucudur. Bu çerçevede var olabilecek hukukî hata ancak ve sadece insan kaynaklı olmak durumundadır.  

İnsan tarafından icra edilmesi zorunlu olan hukukî hata, yapılan bir insan faaliyetinin/işinin negatifi olarak telakki edilebilir. Hukukî hataların önüne geçilmesi ve en aza indirgenmesinin en basit yolu ve şartı, hukuki süreçten sorumlu kişilerin, mesulü oldukları “işi”, gereklerine uygun olarak yapmalarında yatar. Mahiyeti ve çalışma usulü gözönüne alındığında, var olmaya devam eden bir hukukî hata, birden fazla işlemi/kararı zorunlu kılar. Hukukî hatanın önlenmesinde en etkin yol “doğrunun” tam olarak öğrenilmesidir. Hukukî hatanın süjesi olan insan unsurunun mahiyeti hatanın önlenmesi ve düzeltilmesinin önündeki en büyük zorluktur. Zira insan ne hep “doğrusunu” bilmediği için hata yapar, ne de her daim kasten “hata” yapar. Üzerinde kafa yorulması ve çözüm üretme çabasına girilmesi gereken hukukî hatalar, “doğrusu” bilindiği halde yapılan ve fakat yapılmasında kast unsuru bulunmayan “yanlışlardan” mütevellit meydana gelmiş olanlarıdır. Hukukî hata, hatayı yapan kişi açısından “doğru/haklı” gözüken veya böyle yorumlanan bir durumdur.

Hukukî hatayı tayin ve tespit ederken, yapılan “son yanlışa” odaklanmak, soruna nihai bir çözüm getirmez. Burada üzerinde durulması gereken şey, soruna kaynaklık eden, fonksiyonel olarak hatayı meydana getiren süjeye ait “doğru”dur. Yanlış olduğu bilinmediğinden fark edilmeyen “doğrular” üzerine eğilmeyen çözüm önerileri, çözümü basite indirgeyen sığ bakış açılarından kaynaklı, sun’i yöntemler ve boşa harcanan çabalardır.

Hukukî hata, faili tarafından daha önceden kurgulanmış olmadığı gibi, anlık olarak da husule gelmiş bir olgu olarak kabulü de mümkün değildir. Hukukî hata, bir sürecin bitimi ile meydana gelmiş bir sonuçtur. Hukukî hatanın kesin olarak sonlandırılması, en aza indirilmesi ve tekrarlanmaması amaçlanıyor ve isteniyorsa, bu yönde ortaya konulacak çabaların doğru şekilde idaresi ve yönlendirilmesine ihtiyaç vardır. Hukukî hata ile insandan kaynaklı “yanlış” arasında var olan sıkı nedensellik bağı/ilişki, hukukî hatanın tek koşulu ve/ya nedeni gibi telakki edilmemelidir. Bu halde çözüm basite indirgenmiş olacak, insandan kaynaklı “yanlış” ortadan kaldırıldığında, hukukî hatanın da kendiliğinden hallolacağı yanılsamasına neden olacaktır. Bu yönde varılacak sonuçlardan kaynaklı idari, disiplinel ve cezaî çözümler, hukukî hataya neden olan ve fonksiyonel “doğru” olarak sahiplenilip icra edilen “yanlışları” tedavi etmeyecektir. Basit bir sebep-sonuç ilişkisi bağlamında ortaya konulan yol ve yöntemler fonksiyonel olmaktan uzak, daha çok cezalandırıcı, ikaz edici, yasaklayıcı; dar kalıplara uygun zihinsel ve eylemsel davranışlarda bulunmaya yönlendirici olacaktır. Yine her hukukî hatayı özel olarak önleyecek, olayın sübjektif şartlarını gözönüne alan ve buna yönelik çözüm önerileri üreten kazuistik, yeni hatalara kaynaklık edecek birincil ve ikincil yasal düzenlemelerin oluşumuna neden olacaktır. Bu, sorunu daha da karmaşıklaştıracaktır.

Soruna bütüncül bir bakış açısı ile yaklaşmayan çözüm önerileri arasında en çok başvurulanı ise “eğitim”dir. Ancak tespit edilen ve hukuki hataya neden olduğu tayin edilen, buzdağının görünen kısmını oluşturan “yanlışları” bertarafa yönelik eğitim yöntemi, muhatabını bilgisizlik, kural tanımazlık, kötü niyetlilik vb. gibi sıfatlarla açık-kapalı itham eden bir nitelik ile maluldür. Hukuki hatanın bertarafına yönelik şümullü bir bakış açısı, hukuki hata dışında kalan koşul ve nedenlerin belirlenmesi ve mahiyetlerine özgü tedavi metotlarının kurgulanıp uygulanması ile mümkün olacaktır.

Hukuki hata dışı koşul ve nedenler kişisel olabileceği gibi, sistemsel, siyasal ve toplumsal kaynaklı da olabilir. Bundan dolayıdır ki hukuki hata tek ve son “yanlışa” indirgenemez. Hukuki hatanın tayininde olaysal olarak elde edilecek ampirik veriler vazgeçilemez öneme haizdir. Ancak sorunun kalıcı olarak çözümü peşinde koşanların ampirik verilerin çizdiği sınırların ötesine uzanmaları gerektiği bilinmelidir.

Hukuki hatanın tek bir “yanlışa” indirgenemeyeceği gibi, “yanlışlar zincirinin” kendi içerisinde eşit/özgül ağırlığa sahip oldukları da kabul edilerek çözüm çalışmalarına girişilemez. Hukuki hata sorununun teşhisi ve sonrasında tedavisi için “yanlışlar” zincirinin önem derecesine göre sıralanması, sorunun somutlaştırılarak soyut ve nesne haline getirilmesine hizmet eder. Hukuki hata ile “en sıkı şekilde belirlenmiş” ve onu doğuran “yanlış”ın tespiti metodolojik bir çözüm önerisinin tayininde gereklidir. Böyle bir belirlenmede, “en önemli” olduğu kabul edilen “yanlış” ile, bu yanlışı” doğuran “küçük yanlışların”, esaslı bir çözüm önerisinde aynı önemde gözönüne alınması gerektirir. Bu halde çok farklı disiplinlerin, çözüm önerisinde aktif olarak rol alması beklenir. Zira “temel yanlışı” doğuran “küçük-tali yanlışlar” birden fazla disiplin alanında üretilen metotlarla tedavi edilebilecektir. Hukuki hatayı yapan kişi bir insandır. Hatasının temelinde, insan olmasından kaynaklı zafiyetler yer alır. Bu halde psikoloji bilimi verilerine de müracaat etmek gerekir. Yine hatalı insan farklı özelliklere sahip “toplumlarda” yaşamını idame ettirir. Toplumun koşulları ve etkenleri de “hatalı” insanı doğrudan-dolaylı şekillendirir. Bu halde sosyoloji bilimi de yanlışın tedavisine koşacaktır. Yine mevzuattan, eğitim sisteminden, siyasal ortamdan kaynaklı “yanlışlar” da hukuki hatayı şekillendirir.

Hukuki hatayı doğuran “yanlışlar hiyerarşisi”ne dahil öğelerin sayısının, çözüm metotlarıyla en aza indirilmesi, hatayı yapan insanın sorumluluktaki “gerçek hata oranını” tayin etmemize yardımcı olacaktır. Aksi takdirde tüm yanlışların bileşkesi mahiyetinde olan hukuki hatanın faili kabul edilen kişiye yaptırım uygulamak, onu günah keçisi ilan ederek rahatlamaya çalışmak, daha büyük bir hata olacaktır. Böyle bir yöntem ile hukuki hatanın anası olan “yanlışlar” yok edilemeyecek, hukuki hatayı görünür kılan “yanlış ve fakat kişisel doğru” sahibinin yeni hatalar yapmasının özel ve genel ortamı inşa edilecektir.

 

 

NOT: Bu yazı, Kadir Cangizbay’ın “Sosyolojiler Değil Sosyoloji, Ankara, 2.B, 1999, kitabında yer alan “Bir insan ürünü olarak kazalar ve kazaların önlenmesi ya da çok-disiplinli bir metodoloji kurma denemesi” isimli makalesinden esinlenerek hazırlanmıştır.

 

 

HUKUKÎ HATA KİMİN YANLIŞI? yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/hukuki-hata-kimin-yanlisi/feed/ 0
SÜREÇ NASIL BİTERSE, TAM ANLAMIYLA KAZANILMIŞ OLUR. https://hukukpenceresi.com/surec-nasil-biterse-tam-anlamiyla-kazanilmis-olur/ https://hukukpenceresi.com/surec-nasil-biterse-tam-anlamiyla-kazanilmis-olur/#respond Wed, 24 Aug 2022 21:50:28 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=8804 Yaşadığımız ve her anlamda sosyal ölüm olarak nitelendirilebilecek bu süreç günümüz teknolojisinin sağladığı imkanlar sayesinde neredeyse tüm detayları ile tarihin hard diskine kaydedilmekte.   Örnekleri farklı olmakla birlikte yaşanılanların ne hissettirdiğini, bizzat yaşadığı için çok iyi anlayacak insanlara seslendiğimin bilincindeyim. Şunu sizin gibi bende kesin olarak biliyor ve inanıyorum ki; Bu süreç öyle ya da böyle […]

SÜREÇ NASIL BİTERSE, TAM ANLAMIYLA KAZANILMIŞ OLUR. yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Yaşadığımız ve her anlamda sosyal ölüm olarak nitelendirilebilecek bu süreç günümüz teknolojisinin sağladığı imkanlar sayesinde neredeyse tüm detayları ile tarihin hard diskine kaydedilmekte.   Örnekleri farklı olmakla birlikte yaşanılanların ne hissettirdiğini, bizzat yaşadığı için çok iyi anlayacak insanlara seslendiğimin bilincindeyim.

Şunu sizin gibi bende kesin olarak biliyor ve inanıyorum ki; Bu süreç öyle ya da böyle bitecek. Bundan emin olmamın en önemli nedeni, evrensel kuralların aksine devam ediyor olması. Bu noktada evrensel kurallardan ne kastettiğimi birkaç örnek vereyim. Mesela kimse sonsuza kadar yüksek sesle bağıramaz. O yüzden şu an sadece diğer sesleri bastıracak kadar bağırabilenlerin bunu sürekli yapabileceklerine inanmak varoluş mantığına aykırı bir kabul olur. Ancak ne zaman ve nasıl kısmı tamamen bir kader planı olduğu için o kısım ne haddim ne de bu yazının konusudur.

Ancak bu süreçte yaşananlardan çıkarılacakların yepyeni bir ülke hatta dünya inşası için çok önemli olduğunu düşünenlerdenim. Bu sürecin sonunda bizden şahsen alınan ve uğruna ömür tükettiğimiz, meslek, sosyal statü, maaş gibi imkanların yanında toplumsal onurumuzun iadesi tabii ki bir kazanımdır ve bu süreçte kaybedilen hayatlar hariç diğer telafi edilebilecek tüm hasarlar telafi edilmelidir. Ancak bunlar olduğunda sabah tıraşımızı olup/ fönümüzü çekip, takım elbiselerimizi/döpyeslerimizi giyip işimize gittiğimizde sürecin artık tam anlamıyla geride kalacağını düşünmenin, affınıza sığınarak bencillik olacağını ve sürecin bize kazandırdıklarını inkar etmek anlamına geleceğini düşünüyorum.

Mesleklerimiz ve yaşamlarımız bizi daha büyük bir ideale taşıdığında anlam kazanır. Örneğin bir süre yapmama imkan tanınan hakimlik mesleği açısından bakalım. Mesleğe döndüğümde bu ülkede bizden yıllar sonra yargı ile ilgili bir programda kürsüye çıkıp bir konuşma yapması gereken bir meslektaşımın artık “Berlin’de yargıçlar var” ritüeline ihtiyaç duymayacağı memleketinden ve adı Ahmet, Mehmet , Ayşe, Fatma olan  ve kimisi toprağın altında kimisi de toprağın üzerinde ak saçları ve yüzlerine yansıyan gururla kendisine dinleyen insanlardan  örnekler verebileceği bir hizmet ve adalet anlayışına sahip olmak artık bir ideal değil yaşanılanlardan sonra bir yükümlülük olmalıdır.

O günler geldiğinde Yahudi toplumunun ikinci dünya savaşı sonrası gösterdiği “never again” (bir daha asla) kararlılığını göstermek ve bu konuda somut adımlar atmak gereklidir. Hatta” bir daha asla” politikasının o topluma yaşatılanların bir daha yaşatılmamasını sağlamak anlamına geldiği düşünüldüğünde, bunun da ötesine geçerek toplumun mağdur olan kesimlerinin bunu tekrar yaşamamasını sağlama garantisinin ötesine geçilmelidir.  Bunu düşünmenin bile söz konusu olmayacağı, hukuk, insan hakları ve adalet temelli bir toplum inşası kaderin kendisine bu konuda bir şeyler yapma fırsatı tanıyacağı her mağdurun hedefi olmalıdır.

Cezaevi günlerinde meslektaşların çay sohbetlerinde yaptıkları empati dolu konuşmaları hatırlarım. Bir savcı şöyle demişti mesela “bana tahliye talepleri gelirdi ben hafta sonu veya tatil olduğunda onlara hemen cevap vermezdim. Şimdi bunun talep eden için ne olduğunu daha iyi anlıyorum. Ya da tutukluların özellikle kadın tutukluların çocuklarına yönelik mesela ceza evlerinde üniversitelerin pdr bölümleri ile işbirliği ile kreşler açılıp hem öğrencilerin burada staj yapmalarının sağlanması hem de çocukların daha iyi ve cezaevi ortamını en az hissettirebilecek şekilde bakılmasının sağlanmasına ilişkin fikirler havada uçuşurdu çünkü orada olanların bazılarının eşleri de tutukluydu.

Belki de kader, önce yaşadığı toplumu sonra belki de çok daha geniş bir coğrafyayı değiştirebilecek ve gerçek anlamda hukukun üstünlüğü ve insan haklarına dayalı bir medeniyet inşası için elini taşın altına koyabilecek nitelik ve özveriye sahip insanları sözlerden çok daha etkili bir yolla eğitiyordur. Bunların yoksunluğunu hayatında acı çekerek yaşayan insanların, bu değerleri salt okuyan ve dinleyenlerden çok daha sahiplenici olacağı kanıksanamaz bir gerçektir.

Bu değerlerin temellendirdiği bir toplumun inşası noktasında mağduriyet yaşayan farklı insanların farklı sebepleri olabilir. Bu sebeplerin hepsine saygılıyım. Yeter ki varılan sonuç bu değerlerin inşasına hizmet edecek bir hayatı o insanlara yaşatmak olsun. Şahsım adına kendince dindar olmaya çalışan bir insan olarak, Adalet ve ahlak gibi dinin son durağı olan hedeflerin toplumumuzda ve İslam coğrafyasında bu kadar küçümsenmesi ve yok sayılması canımı acıtan bir durum olmuştur hep. Ama bizzat yaşamımda bu değerlere sahip olmayanların yapabileceklerini yaşayarak görünce, Bu değerlerin inşasına hizmet edecek bir kalan ömür yaşamanın, haddimi aşacağım ama aynı zamanda dini bir vecibe olduğunu düşünüyorum.

Toplumun özellikle dindar kesimini, bir elin parmaklarını aşmayan ve çoğu yirminci yüzyılda Ortadoğu coğrafyasında oluşturulan sembollerle samimiyetsizce kontrol edilmesini bir daha asla mümkün kılmayacak bir eğitim sisteminin inşası gerekmektedir.  Örneğin insan hakları daha ilk okulda ders olarak gerçekten uzman akademisyen hakim savcı ve avukatlar tarafından anlatılmalıdır. Toplumun temel değerinin insan olduğu, tüm nitelemelerden arındırılmış çıplak insan olduğu, bayrak, vatan gibi değerlerin, insana verilen değer ile anlam kazanacağını bu topluma anlatmak, ama ne olursa olsun anlatmak nihai bir hedef olmalıdır.

Bu süreçte mağdur olan insanlardan en azından tanıdıklarım “ideallerim var ömrümden uzun” diyebilecek karakterde insanlardır. Çünkü idealleri ömrü ile dolayısı ile şahsı ile sınırlı insanlar kanımca varoluşu anlayabilme fırsatını kaçırmışlardır.

Belki de süreçten teklif ettiğim şekilde bir sonuç çıkarıldığında, biz ama daha çok bizden sonraki nesiller,  tıpkı Demokratik Avrupa toplumlarında olduğu gibi (örneğin Almanya) Anayasası devleti değil insanı yücelten “insan onuru ihlal edilmez bir değerdir “ cümlesi ile başlayan ve bunu oluşturduğu devlet sistemi ile de hissettiren bir ülkede yaşama şansına kavuşmuş olacağız. Kanımca bu fırsatın kaçırılması tarihi bir fırsatın kaçırılması anlamına gelecektir.

Umarım bu basiret gösterilir ve böylece, yitirilen yaşamlar dahil kaybedilen her şeye değer ve karşılığında kazanılan insan hakları odaklı, hukukun üstünlüğüne dayalı, demokratik toplum, ödetilen bedelin ağırlığını hatırlayarak, temel değerlerinin kıymetini bilen ve onları korumaya kararlı bir toplum olur.

 

 

SÜREÇ NASIL BİTERSE, TAM ANLAMIYLA KAZANILMIŞ OLUR. yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/surec-nasil-biterse-tam-anlamiyla-kazanilmis-olur/feed/ 0