- DENEME-MAKALE
- No Comment
Sap Saman Hukuku ile Muhalefet
Günlerdir tahliye beklentisi ile yeşeren haklı ümitler bir anda soldu. 7242 sayılı İnfaz düzenlemesi sonrasında tüm hayaller yıkıldı. Dolandırıcılıktan gaspa, rüşvetinden hırsızlığa, çocuk istismarcısından organize suç örgütüne karışanına kadar yaklaşık 45 bin kişi bir kalemde salıverilirken cezaevlerini dolduran on binlerce masum, kanun kapsamına alınmayarak corona tehdidi ve ölümle karşı karşıya bırakıldı. Hatta iktidar destekçisi ulusal kanala demeç veren bir avukat, daha da ileriye giderek; hapishanelerin boşaltılma nedeninin, yapılacak yeni FETÖ operasyonları ve on binlerce FETÖ sanığının Yargıtay’daki dosyalarının onanarak hükümlü statüsüne geçmeleri gibi nedenlerle onlara yer açmak olduğunu ifade etti. Peki bütün bunların arasında yaşanan hayal kırıklığının asıl nedeni ne? Zulüm için ittifak edip yarışanların, yani iktidar bloğunun gayreti ve ciddiyeti mi? Yoksa hak ve adalet uğruna kimliklere bakılmaksızın yaşam hakkını savunma iddiasındaki muhalefet bloğunun samimiyetsizliği mi?
Şu tabloya bakar mısınız? Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde ele alınan infaz yasa tasarısının görüşmelerine katılım oranları; AKP ve MHP’nin %82 iken, diğer tüm muhalif partilerinki %19’da kaldı. Toplamda 279 kabul oyuna mazhar olan tasarı, sadece 51 milletvekilinin ret oyunu alabildi. İlginçtir, kendi genel başkanları ve bir çok siyasetçileri yıllardır cezaevinde olan HDP, toplam 61 milletvekiline sahip iken yalnızca 24 milletvekili ile mecliste varlık gösterebildi. Ve yine çok ilginçtir, oylama öncesinde, cezaevinde onca masum gazeteci yazar ve düşünce suçlusu bulunduğunu dile getiren CHP’nin 139 vekilinden sadece 19’u, 37 milletvekili bulunan İyi Parti’nin de sadece 8’i oy kullandılar. Buna karşı; mafya lideri ve kadın katili Alaattin Çakıcı başta olmak üzere binlerce hırsızın, gaspçının ve tecavüzcünün kader kurbanı olduğunu savunan MHP’nin 70 yaşını aşmış başkanı ve diğer kadrosu ile AKP milletvekilleri tam bir disiplinle Meclis’e koşarak kendi siyasetleri adına tarihe not düştüler. Vazifelerini büyük bir özveri ile yerine getirmenin haklı gururu! ile “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir!” yazısı altında aynı fotoğraf karesine girmeyi de ihmal etmediler. Ne kadar ibretlik bir tablo öyle değil mi? Eli kanlı Barabbas’ın halkın arasına karışan kanaat önderlerinin desteği ile Hz.İsa’ya tercih edilip zincirlerinden kurtulduğu sahne sanki kendi zamanını aşıp bir kez daha canlandı. Haksızlık için yarışıp yardımlaşanlar, adalet için yarışıp yardımlaşanlardan ne denli arzulu ve hırslı olduklarını bir kez daha kanıtladılar. Ve zavallı masumlar, hiç değişmeyen yazgıları olan yapayalnızlığın acısını bir kez daha yudumladılar. Hem de başlarını yaslayabileceklerini zannettikleri omuzların bile anında çekilivermesinin şokunu yaşayarak…
Acaba iktidara bundan daha ironik bir muhalefet yapılabilir mi? Doğrudan soralım; güya muhalefet adına hareket edenler, insan yaşamını ilgilendiren böylesine siyaset üstü bir meselede iktidara daha başka acaba nasıl destek verebilirlerdi? Ve hapislerdeki onca masum insanın ve dışardaki ailelerinin, o minicik yavruların, on binden fazla annenin acıları ve ümitleri bundan daha iğrenç bir şekilde istismar edilebilir miydi?
Aslında ortada kurumsal olarak muhalefet eden parti bile yok! Yalnızca hak ve özgürlükler için çırpınan bir kaç milletvekili var o kadar. Gerçekten merak ediyorum; Acaba sayın Ömer Faruk Gergerlioğlu gibi az sayıdaki samimi milletvekilleri, bu tasarının yasalaşması nedeniyle iktidarın bloğuna mı; yoksa kendi partilerinin meclisteki oylamalara bile katılmamasına mı kahrolmuştur?
İşte bunları düşünürken ilk tutuklandığım günlerde mesleğinden azledilmiş bir savcı olarak CHP’ye hitaben kaleme aldığım bir yazı aklıma geldi. Binlerce yargı mensubunun ve on binlerce kamu görevlisinin yargısız infaz edilerek, “iltisak”, “irtibat” gibi hukuk dışı kavramlarla terörist ilan edilmesine zemin hazırlayan 667 sayılı KHK’yı Anayasa Mahkemesi’ne götürmeyeceğini açıkça duyuran CHP’yi hatırladım. Aslında bu bir mektuptan ziyade, 15 Temmuz fırsat bilinerek on binlerce kamu görevlisinin iktidar ve muhalefetin el birliğiyle bozuk para gibi harcanmasına karşı bir başkaldırıydı. Hayır! İktidara değil, bana daha çok acı verdiği için muhalefet partilerine, sivil toplum kuruluşlarına, barolara, barolar birliğine, insan hakları örgütlerine, yazarlara, akademisyenlere ve tüm aydınlara bir başkaldırdı bu. Peki neden? Tarihsel olarak bilinir ki demokratik seçimlerle de gelse tüm iktidar sahipleri her zaman otoriterleşme eğilimindedirler. Ve bu durum iktidar olmanın tabiatında vardır. İktidarı sınırlayan demokratik ve meşru mekanizmaların sağlıklı işlemediği devlet yapılarında, yürütme erki giderek anayasal yetki sınırlarını aşındırarak genişletir. Giderek bu yönde kat ettiği her mesafeyi de kazanılmış hak gibi görür. Artık tam bir güç zehirlenmesi yaşanır ve ortada bireylerin kullanabileceği hiç bir özgürlük alanı kalmaz. Koskoca bir devlet bundan sonra kendi gücünü zavallı bireyler üzerinde test etmeye başlar. İktidarı sınırlayan yargı erkinin bütünüyle iktidara bağlanması sonrasında özellikle muhalefet partilerinin ve aydınların sorumluluğu çok daha ağırdır fazladır. Çünkü mağdurların çığlıklarını duyacak ve duyuracak neredeyse hiçbir vicdan kalmamıştır.
Bu tespitten sonra, beklentilerin kendisinde en fazla toplandığı için belki de, kalemimin hedefine artık daha çok CHP oturmuş:
“Sevgili Cumhuriyet Halk Partili milletvekilleri!
Suçluyu ve suçsuzu ayırmak için iktidarın başvurduğu argümanlar; “kurunun yanında yaş da yanmasın!”, “at izi it izine karışmasın!” ve “sapla saman birbirinden ayrılsın!” gibi ifadeler. Ne acıdır ki; sizler ve diğer tüm muhalefet partileri, sivil toplum örgütleri ve hatırı sayılır aydınlar da evrensel hukuk ilkeleri yerine aynı argümanları kullanıyorsunuz! Tıpkı iktidar gibi sizlerin, “kurunun yanında yaş da yanmasın!” demesinin ifade ettiği anlam çok daha yürek yakıcı olarak şudur: Ey iktidar! Binlerce hakimi savcıyı on binlerce kamu görevlisini, akademisyeni; sap saman, iltisak irtibat diyerek tasfiye etmen, hapislere doldurman umumiyetle doğru! Hayır bu kadar insanı bir günde hangi delilerle terörist yapıp zindanlara hapsettiğini de sana soracak değiliz! Ancak birazcık dikkatli ol! Bir kaç ismini verdiğimiz bizim mahallenin gazeteci ve akademisyenlerine bu işi bulaştırma, yoksa doğru yoldasın!
Saygıdeğer Aydınlar ve Cumhuriyet Halk Partisi mensupları!
Türkçemizde bağlaç olan “de’ “da” eki, kullanıldığı yere göre cümleye bazen çok anlam kazandırır bazen de kaybettirir. Şayet sizler iktidarın kıyım jargonundan sıyrılıp “yaşın yanında kuru da yanıyor” deseydiniz, diyebilseydiniz; kullandığınız “da” eki basit bir bağlaç olmaktan çıkar ve acımasızca mağdur edilen on binlerce insan için bir ümit ışığına dönüşebilirdi.
Şimdi iktidar ile birlikte oluşturduğunuz bu mağduriyet bataklığından kurtulmaya çalışınca bizler şöyle küçük! bir sorunla karşılaşıyoruz: Birilerine göre “yaş” olan diğerine göre “kuru”, birine göre “at” olan öbürüne göre “it”, kimine göre “sap” olan da başkasına göre “saman”… Yani, herkesin üzerinde ittifak ettiği tek bir “at”, “it”, “yaş”, “kuru”, “sap” ve “saman” mevcut değil! Dolayısıyla benim sadece bir kesime kendimi “yaş” oldugumu ispat etmem yetmiyor. Bir an için bunu başardığını düşünelim! Bu defa da “yaş kılığına girmiş” bir “kuru”, “at kılığına girmiş” bir “it” veya “saman görünümlü” bir “sap” olmadığımı da iktidarıyla muhalefetiyle tüm çevreleri inandırmam gerekiyor. Simdi söyler misiniz suçsuzluğumu kime nasıl ispat edeceğim ben?
Dahası, mevcut uygulamada 21. yüzyılın Türkiye’sinde, bu şekilde haksızlığa uğramış insanlar suçsuzluğunu kanıtlamak için siyasi partilerin merkez ve ilçe teşkilatlarına başvuruyor. Ellerinde belgeler kuyruk olmuşlar sıralarını bekliyorlar. Acaba siyasi partilerin haklı haksız, suçlu suçsuz ayırma; ve bu konuda belge bilgi inceleme yetkilerinin yasal dayanağı var mı? diye sormamayı çok arzu ederdim. Ama iyi kötü bir hukuk eğitimi aldığım için bu da maalesef aklıma geliyor.
Peki neden bunları yaşıyorum? Aslında ben hepinizin çok da iyi bildiği gibi; 2014 HSYK seçimlerinde, doğru yerde! durabilseydim, Yargıda Birlik Platformu adaylarını destekleseydim, böylece siyasi iktidarın haklı gördüğünü haklı, haksız gördüğünü haksız göreceğimi taahhüt etseydim, siyasetin kirli aktörleri bana nereyi gösterirse imzalayacağımı izhar etseydim, kapat! dedikleri dosyayı bir şekilde kapatıp, aç! dediklerini açıp, tutukla! denilince tutuklayıp, şimdi de serbest bırak! dediklerinde serbest bıraksaydım, ben müthiş bir “yaş” olacaktım! Hatta belki de adli yıl açılışında bağımsız bir erk olduğunu unutup, Beştepe’de Cumhurbaşkanının karşısında hep birlikte ayağa kalkıp onu alkışlayan “tam bağımsız” ve “çok tarafsız” yargı mensuplarından biri bile olabilecektim. Ama ben bunları başaramadım! Ve eminim 50 yıl sonra bile tahliye olsam yine de başaramam.
Saygıdeğer Aydınlar!
Bu arada “kervan yolda düzülür” mantığıyla hiç delil var mı diye bakmadan benim gibi on binlerce masum insanı gözaltına alıp tutuklayan sulh ceza hakimleri ve savcılar bu işin neresindeler? Ya onları görevlendiren ve arkalarında duran, hatta tutuklama kararı vermeyen hakimleri de açığa alıp gözdağı veren HSYK’yi nasıl değerlendirmek gerekir? Kendilerini; çağdaş, bağımsız ve tarafsız! olarak tanımlayan üyelerden oluşan HSYK’dan söz ediyorum! Onları sadece evet sadece! adli yıl açılışında cumhurbaşkanının sarayına gittikleri ve cumhurbaşkanını ayağa kalkarak alkışladıkları için eleştirdiniz! Ancak yukarıda anlattığım asıl zulümlerini hiçbir şekilde tenkide değer görmediniz! Böylece adeta; masum bir insanın hem de gözlerinizin önünde acımasızca katledilmesine ses çıkarmayıp onun cenaze merasiminin usulüne uygun yapılmadığını dile getirmiş oldunuz!
Sevgili CHP yönetimi!
Anayasa Mahkemesi’ne iptali için götürmeme konusunda kararlı olduğunuz 667 sayılı kanun hükmünde kararname ile, on binlerce mağdurdan yalnızca biri olarak benim tüm hayatım, senelerce aldığım eğitim ve harcadığım emeklerim yok sayılıyor! Çocuklarımın gelecek hayalleri ve ümitleri yok sayılıyor! Zavallı annem babamın hiç kimseye borçlu olmadıkları emekleri, benim için çektikleri bütün sıkıntılar yok sayılıyor!
Sevgili Cumhuriyet Halk Partisi yönetimi!
Başta da belirttiğim gibi bu dilekçe bir isyandır ve özgürlüğümü dilendiğim bir metin değildir! Bu vesileyle size tarihi sorumluluğunuzu hatırlatıyorum!
“At” ve “it” haddizatında birer hayvandır. “Yaş” ve “kuru” diye anlatılan da aslında odundur. “Sap” ve “saman” diye ifade edilen de her hâlükârda “ot” tur. Ben ne hayvan, ne odun, ne de otum. Ben bir insanım! Atatürk’ün ulaşılmasını hedef olarak gösterdiği çağdaş medeniyetler; bireylerin suça karışıp karışmadığını değerlendirirken önce bir “fiil” arıyorlar. Sonra bu fiilin kanunlarda açıkça “suç” olarak düzenlenip düzenlenmediğini araştırıyorlar ve buna “kanunilik ilkesi” diyorlar. Yani önce faili bulup sonra ona suç fiili uydurmuyorlar. Ayrıca kimseyi başkalarının eylemlerinden de sorumlu tutmuyorlar. Buna da “şahsilik prensibi” diyorlar. Ellerinde hukuka uygun şekilde toplanmış somut delilleri yoksa bireyleri peşinen tutuklayıp suçlu ilan etmiyorlar. Buna da “masumiyet karinesi” diyorlar. Ve her şeyden önemlisi tüm bu asgari güvenceleri herkese eşit şekilde uyguluyorlar. Buna da “ayrımcılık yasağı” diyorlar”.
Evet işte cezaevinin yüksek duvarları arasında kaleme aldığım isyan mektubu böyle biterken yeniden soralım: Yıllardır adalet bekleyenleri asıl ve defalarca hayal kırıklığına uğratan nedir? İktidar cephesinin yaptıkları mı? Yoksa baştan beri vurmak değil de ıskalamak niyetiyle atan muhalefetin, STK’ların ve entelektüellerin yapmadıkları mı?
Özgürlükler aleyhine zorba iktidarlar lehine, kim kimlerle açık ya da örtülü, nasıl bir ittifak içine girerse girsin; Stefan Zweig’in tarihe not düşen şu haykırışı, tüm zamanlarda zindanları dolduran masumlara her şeye rağmen kesin bir müjdedir!
“Yeryüzünün tümüne diktatörlükle tek bir dinin tek bir felsefenin tek bir dünya görüşünün dayatılması; şimdiye değin mümkün olmamıştır, hiçbir zaman da mümkün olmayacaktır!”
Ve son söz yüce Yaratıcı’nin. O, tüm zorbalara ve zorbalıklara karışan topluluklara şöyle sesleniyor:
“Zulmedenlere meyletmeyin yoksa ateş size dokunur”
“… ..Halbuki sizden önceki (helak ettiğimiz)nesiller içinde yeryüzünde fesat çıkarmaktan (insanları) men eden faziletli kimseler bulunmalı değil miydi? Onlardan kurtardığımız pek az kimse müstesna ( içlerinde faziletli insanlar yoktu) Zulmedenler ise içinde şımartıldıklarının, o sayısız nimetlerin peşine düştü ve günahkar kimseler oldular. Rabbin o şehirleri, ahalisi (kendi hallerini ve diğer insanları) ıslah eden kimseler iken zulümle helak edecek değildi” (11/113 ve116-117).