• Mart 11, 2020
  • No Comment

Muhafazakâr Hukukçu’nun Noksanlığı: Muhafazakârlık

Muhafazakâr Hukukçu’nun Noksanlığı: Muhafazakârlık


Son yıllarda, siyasi iktidarın gücü ve rüzgârının
da etkisiyle, kendilerini muhafazakâr olarak tanımlayan hukukçular yargı
sisteminde etkin olma ve onu şekillendirme hususunda önemli olanaklara sahip
oldular.

Ancak yargının temel hak ve özgürlüklere dair karnesi incelendiğinde, öncekilerine nazaran daha kötü notlarla dolu olduğunu görmek muhafazakâr toplum kesimini şaşırttı.

Hukuk eliyle yaşamlarına müdahale edildiğini, inançlarını özgürce yaşamalarının kısıtlandığını, haksız itham ve suçlamalara maruz kaldığını iddia eden muhafazakâr mahalle sakinleri, bu defa da kendisinden bildiği hukukçular eliyle adeta “soykırıma” tabi tutuldu. Önceki zamanlarda görülmemiş zulüm ve işkencelere uğradı, haksızlıklar yaşadı.

Muhafazakâr hukukçu, ilkesizliğinin, ahlak ve erdem yoksunluğunun neticesi olarak, hem hukukî anlamda bir değer üretememiş ve hem de daha öncesinden devraldığı entellektüel birikimi de heba etmiştir.

Muhafazakâr hukukçular, hukuku, ilmihal ezberlemek
gibi kanun maddesi hıfzetmekten ibaret zannettiler. Onun özünü, esasını,
sergüzeşt-i hayatını kavramaya gayret etmediler.

Hukukçuluk onlar için geçimlerini sağlamalarına aracılık eden bir “iş”, ait oldukları sosyal sınıf ve ekonomik ortamdan kurtulmalarını sağlayacak bir “araç”tı

İçlerinden çok iyi “kanun (içtihat) hafızları” çıktı, ancak ülke ve dünya hukukuna katkı sağlayarak adından söz ettirenlerine rastlayamadık henüz. Ezberlerinde tuttukları kanun maddelerini anlamadan uzaktılar zira. Anlayabilmek için karşılaştırma ve yorum yapabilmek yeteneği lazımdı; bu ise “kanun hamalı” olmanın ötesinde “hukuk kültürü” ile donanmış bir beyin ve ruha sahip olmayı zorunlu kılıyordu.

Hak dağıtımı, güçlü beden ve ruhların omuzlayabileceği, sorumluluk gerektiren ağır bir yüktür. Muhafazakâr nesil bunu taşıyamazdı. Zira onlar, Türkiye’de son yüz yıl içinde irtica paranoyası ile sürekli hırpalanmış, horlanmış, devlet karşısında takatsiz ve çaresiz bırakılmış, ekonomik ve sosyal haklarına sudan bahanelerle sınırlamalar getirilmiş bir mahallenin çocuklarıydılar. Bu etkenler, muhafazakâr neslin ruhunda tedavisi mümkün olmayan onulmaz yaralar açmıştı. Bir taraftan aile ve çevresinden görüp öğrendiği “hayatın gerçekleri”, diğer yanda kitaplarda okuduğu bunlarla çelişen “ilkeler” onun kafasını daha da karıştırdı.

Yaşanan her siyasi ve ekonomik kriz, yapılan darbe
ve darbecikler muhafazakâr nesli mahallesi sınırlarına kapatıp marjinalleştirdi;
dışardaki hayat onu korkuttu. Muhafazakâr hukukçu böylesi bir mahallenin
rahminde doğup büyüdü.

Muhafazakâr mahallenin “idealist” gençleri
açısından devlet, kurum ve kuruluşları içten fethedilerek ele geçirilecek bir
mevzi; resmi devlet ideolojisi ise kendini koruyan araçlar zaptedilerek yok
edilmesi gereken bir düşman olarak algılandı.

Bunlar gizliden veya açıktan amaç edinildi. Bu “kutsal” gayeye ulaşmak için her yol muhafazakâr hukukçu tarafından “mübah” görüldü. Bu tür halet-i ruhiyeye sahip bir neslin, hukuku ve onun temel usul, ilke ve esasları yanında bunların tarihsel serüvenlerini tam manasıyla kavrayıp hayata geçirmesini beklemek ne kadar doğru?

Her kişi bu soruyu kendine göre cevaplayabilir,
ancak ben bu hususta ümitli olmakla birlikte, olumsuz örneklerin çokluğu
nedeniyle mutlu değilim.

Hukuku, “silah” olarak algılayan bir mantıktan, onunla, ayrım yapmaksızın herkese adalet dağıtmasını beklemek hayalperestliktir.

15 Temmuz darbe tiyatrosu sonrasında hâkim, savcı,
avukat veya bürokrat görünümlü muhafazakâr hukukçuları ellerinde tespih,
ağızlarında zikir, başlarında örtü ve üstlerinde cübbeleri olduğu halde,
abdestlerini de alarak “cihat” uğruna kendi mahalle sakinlerini “asi”, karşı
mahalle sakinlerini ise “hain” ve “düşman” ilan edip adeta “kılıçtan”
geçirdiler.

Bundan zerre kadar rahatsızlık duymadılar. Tam aksine haz aldılar. Dünyevî hukuk nezdinde suçlu olduklarını bilseler de, suç ve günahlarına meşru zemin oluşturma saikiyle yorumunu tekelinde tuttukları ilahi hukuk bağlamında kendilerini aklamanın “fetvasını” vermişler ve öte tarafta tahsil edecekleri sevapların hazzıyla kendilerinden geçtiler. Bu dünyadaki malvarlıkları yanında, kesin olarak gideceklerini bildikleri cennetteki hurili köşklerin hayaliyle sarhoş oldular.

Demem o ki, muhafazakâr hukukçumuz, insanlığın ortak dünyasının ve onun mirasının değil, kendi zihninde inşa ettiği ötelerdeki bilinmez bir dünyanın hukukçusudur.  

Bu Yazılarıda Okuyabilirisiniz

KAĞITTAN KAPLAN YARGIMIZ

KAĞITTAN KAPLAN YARGIMIZ

Sivas Sulh Ceza Hâkimliği’nin tutukluluk  halimin devamına dair kararı ile HSYK tarafından verilen benim de ismimin yer aldığı 2847 hâkim ve…
Bu Da Mı Gol Değil Hakim Bey!

Bu Da Mı Gol Değil Hakim Bey!

Hukukçu olmasa da Türkiye’de, kahvede oturan kalabalığın bile batak oynarken bildiği temel hukuk bilgileri ne yazık ki vardır. İronik bu durum…
HUKUKÎ HATA KİMİN YANLIŞI?

HUKUKÎ HATA KİMİN YANLIŞI?

Hukuk alanında tezahür eden hatalar, kendiliğinden meydana gelmezler; yetkili ve görevli kişiler tarafından ortaya konulan işlem ve/ya kararlar ile tezahür ederler.…
REALİST-İDEALİST HUKUKÇU

REALİST-İDEALİST HUKUKÇU

Her hukukçu teorik olarak hakkın ne olduğunu, adaletin nasıl tesis edileceğini bilir. Bilmekle kalmaz, bu amaca ulaşmak için çaba sarf edeceğini,…

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir