- DENEME-MAKALE
- No Comment
Mağduriyetin Bahşettiği Özgürlük
(NOT: Bu yazıesir tutulduğum Silivri Cezaevi’nde 06.11.2016 tarihinde kaleme alınmıştır.)
Yaklaşık 114 gündür tutsağım.
Hakkında herhangi bir somut suçlama ortaya konulmadan, Ankara’nın karanlık ve pis koridorlarında hazırlanan bir tezgâh neticesinde 16 Temmuz gecesi evimden çıkarılıp gözaltına alınan bir savcıyım. O günden beri esirim.
Benden ne istenildiğini bilmiyorum. Emin olduğum şeyler hayatım boyunca özgürlüğüme olan düşkünlüğüm; mesleğimi hiçbir kişi ve makamdan talimat almadan ya da telkinlere aldırış etmeden icra edişim; cübbemin içine cep, dışına düğme diktirmeyişim; söylem ve eylemlerimde elimden geldiğince temel hak ve özgürlükler yanında yer alma gayretimdir.
Türkiye gibi, demokratik kurumlarını tam olarak oluşturup işler hale getirememiş, hukuku ağır aksak işleyen ve her çeşit etkilere açık ülkelerde iyi ve temiz olmanın/kalmanın her zaman bir bedeli olur. Biliyordum. Ödenecek bu bedelin en ağırı can ile ödenenidir. Yakın tarihimiz, namuslu ve şerefli insanlarımızın kanlarıyla yazdıkları ibretlik sayfalarla doludur. İşkenceler, sürgünler, hukuksuz yargılamalar, hapisler, karakter suikastları, ihraçlar, tenzili rütbeler ya da türlü türlü hakaretler ödenen bedellere dair akla gelen ilk örneklerdir.
Gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkma gibi, zalimlerin uykusunu kaçıran güzel bir huyu vardır. Hakikatin anlaşılması sadece “zaman” meselesidir. Haklı duruşları nedeniyle mağduriyet yaşayanların, haklılıklarının bilincinde olarak vicdanları her daim rahattır. Ancak maalesef pek azı, kaderin adilane hükmünü yaşamlarında görebilmiştir. Görebilenler ise süreç içerisinde uğradıkları haksızlıklar, akraba, dost ve arkadaşlarının bunlara sessiz kalıp seyirci olmalarının oluşturduğu ruh haliyle gerektiği gibi sevinememişlerdir.
Uğranılan haksızlıklar ve yaşanan mağduriyetler hayat okulunun en değerli öğretmenleridir. Yeter ki onun anlattıklarını beş duyumuzla özümseyip, unutmamak ve unutturmamak adına not edip kalıcı hale getirelim.
Tutsaklığım boyunca yaşadıklarımdan çok dersler çıkarttım: Hukuk fakültesinden mezun olmuş, doktora eğitimini tamamlamış, 14 yıl boyunca savcılık mesleğini icra etmiş bir cahil olduğumu anladım.
Devlet denilen müşfik görünümlü aygıtın, ayarları ile oynandığında nasıl canavarlaştığını gözlemledim.
Liyakatsiz kişilerin elinde hukukun, bireylere ve kurumlara zarar veren yıkıcı/yakıcı bir silaha dönüşebileceğini tecrübe ederek öğrendim.
Temel hak ve özgürlüğün kural, sınırlandırılmasının ise istisna olduğunu; bu ilkenin devamı için her daim uyanık kalmamız gerektiğini idrak ettim.
Makamların geçici olduğunu, dost ve arkadaş seçimindeki kıstaslarımın yetersizliğini, iyi ancak korkak bir dostun sinsi bir düşmana dönüşme potansiyeline sahip olduğunu, hırs ve ihtiras duygularının insanı ne kadar alçaltabileceğini yaşayarak gördüm.
Yukarıda kısaca yer verdiğim başlıkların altına yazılabilecek sayısız örneklerimin olması beni ürküttü.
Yaşanılan sıkıntılar, sahibinin ruhen ve bedenen arınmasına olanak sağlarlar. Bela ve musibetler, içinde yol aldığımız hayatın ne olup olmadığını da sorgulatır muhatabına. Bedenimizde, zihnimizde veya ruhumuzda taşıdığımız fazlalıkları ve lüzumsuzlukları fark etmeyi ve onlardan kurtulmayı bahşederler bize. En yakınında olan, iyi ve kötü gününde madden ve manen desteklediğin dost, arkadaş ve akrabaların “samimiyet derecesini” ölçer ve gösterir. Böylece, geri kalan yaşamında, özgürleşebilme fırsatını verir sahibine.
Şu anda içinde bulunduğum duygu ve şartlardan daha ağırını tecrübe eden Nazım Hikmet, her satırına geniş anlamlar ve yaşanmışlıkları şifrelediği bir şiirinde, ifade etmek istediklerimi ne güzel anlatmış:
İyice yaklaştı bana büyük karanlık.
Dünyayı telâşsız, rahat
Seyredebiliyorum artık.
Artık şaşırtmıyor beni dostun kahpeliği,
Elimi sıkarken sapladığı bıçak.
Nafile, artık kışkırtmıyor beni düşman
Geçtim putların ormanından
Baltalayarak,
Ne de kolay yıkılıyorlardı.
Yeniden vurdum mihenge inandığım şeyleri
Çoğu katıksız çıktı çok şükür.
Ne böylesine pırıl pırıl olmuşluğum vardı,
Ne böylesine hür.
Başlayan her yeni gün sosyal, siyasal ve ekonomik alanda yaşanan her olay ne kadar doğru yolda olduğumu haykırıyor duyan kulaklara ve vicdanıma.
Mihenge vurduğum inanç ve değerlerimin doğru olanlarının çokluğu mutlu ediyor; bedenim ve ruhumdan attığım ağırlıklar daha özgür kılıyor beni.
“Tek tanrısı” hak ve adalet olan benim için, makam, para, şehvet, güç gibi putların kullarının sefaletleri ibretlik bir ders oluyor bana. Esaretimin ve cezalandırılmamın nedeni bu putlara sırt dönmemdir. Ondardır kullarının bana yönelik öfkesi ve kini. Eğer ben de “putperest” olsaydım, eminim kutsar ve yüceltip yükseltirlerdi ismimi.
Kim bilir! Beni yok ettiklerini düşünerek çırpınırken hem kendileri ve hem de tanrıları kaçınılmaz sonlarını hazırlıyorlardır birlikte.
Dedim ya, hakikatin ortaya çıkması bir zamAN meselesidir diye. O anı bekliyorum tüm sabrımı kuşanarak. Ve kendimi, ruhen ve bedenen terütâze bir geleceğe hazırlıyorum iç hücremde. Buradan doğacağım yeni dünyayı hayal ediyorum büyük bir umutla.