Eksenden İlk Sapmalar

Eksenden İlk Sapmalar

İsmail SOFUOĞLU

Cumhuriyetin kuruluşunda merkez yapıyı oluşturan kadroların çok büyük bir kısmı (belki de tamamı) aslında Osmanlı Devleti’nde üst düzey bürokrat, asker ya da aydın ve gazeteci gibi iyi eğitimli kişilerdi. Bu kişilerin çoğunluğu ise İttihad ve Terakki üyesiydiler ya da bu yapıya sempati duyuyorlardı. Osmanlı Devleti’ni kifayetsiz yönetimleri ile yıktıktan sonra yeni devletin kuruluşunda söz sahibi olmak için Anadolu’ya geçtiler ve hedeflerine de ulaştılar.

Bu yapı bir taraftan Osmanlı Devleti zamanında Teşkilat-ı Mahsusa içinde de yapılanmış, ciddi tecrübe kazanmış ve bu tecrübesini ve yetişmiş insan kaynaklarını yeni devletin kuruluşunu kontrol etmekte kullanmıştı.

Önceden de belirttiğim gibi daha çok iyi eğitim almış Balkan kökenlilerin ve Sabetaistlerin merkez halkasını oluşturduğu bu yapının ikinci halkasında ise amaçları uğruna her türlü hizmette kullanmaya müsait muhafazakâr Anadolu insanı, Anadolu Alevileri hatta gayri müslim cemaatler vardı. Üçüncü ve son halkayı ise Anadolu Rumları ve Alevi Kürtler oluşturuyordu. Ulus devlet oluşturma adına (Ermeni tehcirinden tecrübeli olduklarından) ilk önce, 1920’li yıllarda Anadolu Rumları (mallarına yok pahasına el konularak) mübadele adı altında ülkeden gönderilecekti.

1920’li yıllarda Anadolu’dan sürülen Rumların mallarına el koyan kişilerin tamamına yakını Anadolu’da her ilde bir kaç kişi ya da aileden oluşan ve adeta merkezdeki birinci halkanın Anadolu’daki uzantısı olarak maşa vazifesi gören yapılardır. Yeni kurulan Cumhuriyetle birlikte bu kişiler çok ciddi bir servet ve güç edinmişler ve karşılığında da merkez yapının Anadolu’daki en büyük savunucuları olmuşlardır.

1930’lu yıllarda ise devletin listesinde sıra Kürt Alevilerine (Dersim hadiseleri) gelmişti ve devlet onbinlerce vatandaşını öldürecek ve çok daha fazlasını ise sürgün edecekti. Devlet kutsaldı ve O’nun bekası için yapılan her şey mubahtı, bireylerin tek ve en önemli vazifesi devleti için yaşamak ve O’nu yaşatmaktı.

Yaklaşık her 10 yılda bir yeniden şekillendirilen devlet kendi bekası adına tehlikeli gördüğü yapıları bir şekilde bertaraf ediyordu. 1940’lı yıllarda özellikle Yahudi cemaatine yapılanlara bir önceki yazıda değinmiştik. Aslında merkezdeki halkaya çok yakın ve iyi ilişkileri olan Türkiye Yahudi’leri adeta uluslararası konjonktürel yapının yansıması olarak ülkeye yansıyan Yahudi düşmanlığının diyetini ödemişti.

Türkiye devletini kuran bu yapı, neden gücü, sermayeyi ve yönetimi paylaşmak istemiyordu, demokrasiye direniyordu ve bu daha ne kadar böyle devam edecekti? İkinci Dünya Savaşı tüm dünyada yönetimlerde kırılmalara neden olduğu gibi Türkiye’ye de yansımaları oldu ve 1946 denemesinden sonra ilk kez 1950’de Anadolu insanı yönetimde kısmen kendine yer buldu. Kısmen diyorum çünkü meclis de var olsalar da devleti aslında yönetemiyorlardı. Orduyu, istihbaratı, polisi, yargıyı, dış politikayı ve daha birçok devlet yapısını kontrol edemiyorlardı. Edemezlerdi, çünkü eğitilmiş insan gücüne sahip değillerdi.

Yine 1950’li yıllarda, İstanbul Rumları kendilerini devletin (derin) hışmından kurtaramayacaklardı ve aslı olmayan bir söylenti sonrası tarihe 5-6 Eylül olayları olarak geçen ama aslında haftalarca süren bir baskı ve yağmaya maruz kalacaklardı. Ülke insanı, 1955 yılındaki bu hadiselerin aslında istihbaratın planlaması ile yapıldığını yanlış bildiği birçok şey gibi 2000’li yıllarda öğrenebilecekti. Bu ilk yönetimi paylaşma denemesi 1960’da hüsran ile sonuçlanacak ve derin devlet bir daha bu tür yanlışlıklar olmasın diye Senato modelini devreye sokacaktı.

Anadolu insanının eğitilmiş çocukları ilk kez 1960’lı yıllarda ülke sahnesinde belirgin olarak yerlerini almasına rağmen çok farklı fraksiyonlara (milliyetçi, sağcı, solcu. vs) bölündüğünden ellerinde olmayan yönetimi paylaşamaz durumdaydılar.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir