hukuksuz kararlar arşivleri - Hukuk Penceresi https://hukukpenceresi.com/tag/hukuksuz-kararlar/ Zulüm karanlığına ışık saçan pencere Tue, 01 Nov 2022 23:20:23 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://hukukpenceresi.com/wp-content/uploads/2022/06/indir-150x150.jpeg hukuksuz kararlar arşivleri - Hukuk Penceresi https://hukukpenceresi.com/tag/hukuksuz-kararlar/ 32 32 Rejimin Militan Yargısından Kesitler (1) https://hukukpenceresi.com/rejimin-militan-yargisindan-kesitler-1/ https://hukukpenceresi.com/rejimin-militan-yargisindan-kesitler-1/#respond Tue, 01 Nov 2022 23:00:43 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=8947 AKP hükümetleri, uzun süre halkın çoğunluğunun desteğini aldı ve bunun etkisiyle ciddi bir güç zehirlenmesi yaşadı. Özellikle 2010 Referandumundan sonra salt çoğunluğa ulaştıktan sonra hızla evrensel demokratik değerlerden uzaklaşarak otokratik ve despotik bir yönetime evirilmeye başladı. Buna bağlı olarak aynı minvalde bürokratik unsurlarda da zorbalaşma eğilimi baş gösterdi. Yargı bürokrasisi içindeki siyasi iktidarla aynı ideolojik […]

Rejimin Militan Yargısından Kesitler (1) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
AKP hükümetleri, uzun süre halkın çoğunluğunun desteğini aldı ve bunun etkisiyle ciddi bir güç zehirlenmesi yaşadı. Özellikle 2010 Referandumundan sonra salt çoğunluğa ulaştıktan sonra hızla evrensel demokratik değerlerden uzaklaşarak otokratik ve despotik bir yönetime evirilmeye başladı. Buna bağlı olarak aynı minvalde bürokratik unsurlarda da zorbalaşma eğilimi baş gösterdi. Yargı bürokrasisi içindeki siyasi iktidarla aynı ideolojik kumaşa sahip bir kısım yargı mensuplarına gün doğmuş, kraldan daha kralcı bir üslupla siyasi iktidarın şövalyesi gibi hareket etmeye başlamışlardır. Ülkemizde zaman içinde elde edilen demokratik kazanımlarımızı yok etme pahasına yetki ve görevlerini kötüye kullanarak toplumsal muhalefeti -kürsünün gücüyle- ortadan kaldırmaya çalışmışlardır.

Toplam 23 bin hâkim ve savcının 17 bin tanesi 15 Temmuz darbe girişiminin ardından yargı mensubu olarak atandı. Bunlar tamamen politik motivasyonla hareket ediyorlar. Militanca yetiştirilmiş bu kişiler, Gezi davası, gazeteci Sedef Kabaş’ın tutuklanması ve Cemal Kaşıkçı dosyasının Suudi Arabistan’a devredilmesi kararlarının altında imzası bulunan hâkimlerdir. Başta KHK’lılar ve Kürtler olmak üzere örneklendirecek olursak Ahmet Altan, Kavala, Canan Kaftancıoğlu, Demirtaş ve sosyal medyada eleştirel paylaşım yaptığı için hakkında kamu davası açılan tüm muhalifler bu militanlarca cadı avına tabi tutulmuşlardır.

Bu militanca tutumun en müşahhas örneklerinden biri de önce HSYK genel sekreter yardımcısı ve sonrasında Adalet Bakanlığı Destek Hizmetleri Daire Başkanı olan Erdal Demir’in, bir hukuk insanına yakışmayacak şekilde 15 Temmuz’da sosyal medya hesabından nefret saçtığı paylaşımlardır. Cumhuriyet Savcısı Demir, 15 Temmuz gecesi yaptığı paylaşımlarda yargısız infaz yapmak suretiyle binlerce meslektaşına ‘acımak yok, paralel alçaklar, f…piçlerine kan kusturma günü, başlarını keseceğiz, hepsini toplayacağız, ellerini keseceğiz…’ şeklinde nefret ve insanlık suçu içeren twitler paylaştığı saptanmıştır.

Hukuk nosyonunu yitirmiş ve politikleşmiş bu yargı mensuplarının ‘erdem’ kabul edilen ve ‘ödüllendirilmesi gereken’ bazı davranışları dahi suç olarak soruşturup yargılama konusu haline getirdiklerine tanık oluyoruz. Tutuklu ve hükümlü yakınları ile cezası infaz edilmiş kişilerin birbirleri ile yardımlaşma ve dayanışmalarını örgütsel faaliyet kapsamında değerlendirerek masumiyet ve lekelenmeme haklarını hunharca çiğnediklerini ibretle izliyoruz. Esasen Aile Bakanlığı tarafından tutuklu ailelerine maaş ya da hükümlülerden muhtaç durumda olanlara sosyal yardım yapılması gerekmektedir. Eşi cezaevinde olan kadının, çocuğunun bulunması şartı ile çocuklara SED (Sosyal Ekonomik Destek) denen bir yardım bağlanmaktadır. Bu yardımlar maalesef siyasi ve terör suçları ile suçlanan tutuklu ve hükümlü ailelerine yapılmadığı gibi kendi aralarında dayanışma içinde olup olmadıkları hukuka aykırı bir şekilde MİT ve Emniyet istihbarat görevlileri tarafından tecessüs ve takip edilmektedir. Son dönemlerde yapılan bu ‘yeniden yapılanma operasyonları’ da militan yargı mensuplarının icat ettiği soykırım suçlarındandır. Yardımlaşma ve çalışma hakları gibi temel anayasal hakların kullanılması suç sayılarak operasyonlar yapılıyor ve rutin bu faaliyetler en seri şekilde soruşturmalara konu ediliyor. Yakın zamanda Bartın ve Mersin emniyetlerinin dron ve kameralar eşliğinde icra ederek görüntülerini basına servis ettikleri bu operasyonlar, militan kolluk görevlileri ve savcıların yasaları kasıtlı olarak çiğnediklerine örnek gösterilecek menfur faaliyetlerdendir.

Anayasa Mahkemesi’nin Enis Berberoğlu’na ilişkin verdiği hak ihlali kararını uygulamayarak AYM’nin kararını tanımayan 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin başkanı Akın Gürlek Adalet Bakan yardımcısı olarak atandı. Akademisyen ve yazar Mehmet Altan’ın tutukluyken Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından verilen haksız tutukluluk ile ilgili ihlal kararlarını yok sayarak uygulamayan ve hukuka aykırı yargılama yapan İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi hâkimlerinden Abdurrahman Orkun Dağ da Yargıtay üyesi olarak atanmıştı.

Anayasa Mahkemesi kararının yok sayılmasını talep eden İstanbul Başsavcısı İrfan Fidan’ın Yargıtay üyesi seçilmesi ve daha iki ayı bile doldurmadan Anayasa Mahkemesi üyeliğine atanması da ayrı bir garabet. Yine 32 milyon dolar tutarında para aklama iddiasıyla yargılanan Sezgin Baran Korkmaz’ın banka hesaplarındaki mahkeme kararı ile getirilen blokenin kaldırılması kararını talep eden İstanbul Başsavcı Vekili Hasan Yılmaz da tedbirin kaldırılmasından 10 gün sonra evvela Adalet Bakan yardımcısı, daha sonra da HSK üyesi olarak görevlendirildi. Mümtaz’er Türköne’nin bir yazısında belirttiği gibi, Adalet Bakanı’nın “AYM kararlarına uymayan hakimler kıdem alamayacak” sözlerinden hemen sonra, AYM kararına uymamış bir hâkimin bakan yardımcılığına getirilmesi hukuksuzluğun açıkça desteklenmesi ve bunu yapanların ödüllendirilmesinden başka bir şey değildir. Siyasilere yardakçılık eden bu yargı mensupları kötülüklerinin karşılığı olarak makam ve mansıplarla yüceltilirken Yasar Nuri Öztürk’ün isabetli bir tespitinde olduğu gibi kötülük toplumu haline dönüşen Türk toplumu ‘zorbalara isyanın ıstırabı yerine itaatin rahatını yeğlemeyi’ tercih etti ve olan bitenleri tepkisizce izleyip sindirebildi.

Seçim güvenliği, hür demokratik cumhuriyetlerde seçimlerin adil ve şeffaf bir şekilde yapılması için hayati bir öneme sahiptir. 2022 yılında İktidarın öncülüğü ile kıdemli hâkimlerin il ve ilçe seçim kurulu başkanı olmalarına dair kadim uygulamaya son verilerek seçim hâkimlerini kurayla belirleme ile ilgili bir yasal düzenleme yapılmış olması, seçim güvenliğini ve güvenilirliğini zedeleyecek kritik bir adım olduğu kuşkusuzdur. Zira yargının en az üçte ikisinin son 6 yılda iktidar tarafından militan yargıçlarla doldurulduğu nazara alındığında yapılacak kur’alar sonucunda seçim kurulu başkanlarının büyük çoğunluğunun iktidarın sopası haline gelmiş yargıçlardan oluşacağını öngörmek için kâhin olmaya gerek yok sanırım. Bu militan yargıçlar eliyle seçim manipülasyonları yapılmak istendiği gün gibi aşikardır.

Netice itibariyle karşımızda organize olmuş bir yargı çetesi var. Bu yapı devlet ve toplum hayatının tümüne hükmetme etki ve gücüne sahiptir. Kendileri gibi olmayanlara karşı alabildiğine hırçın ve saldırgan, nemalandığı sistemin değişmemesini isteyen, hukuku menfaatlerine göre sinsice yorumlayan, adaletin bu topraklarda yeniden tecelli etmesi aleyhine çalışan ve kötülüğü başta tutmak için içtihat birliği yapmış bir yargı çetesiyle karşı karşıyayız. Bütün bunlara rağmen her şart altında hukuk yolunda yürümekten ve hukuksuzluk yapanların haksızlıklarını yüzlerine haykırmaktan başka bir yol gözükmüyor. Edmund Burke’nin dediği gibi ‘Kötülüğün zaferi için gerekli olan tek şey, iyi insanların hiçbir şey yapmayışıdır’. Yeterli seviyede olmasa da uluslararası düzeyde samimi gayretlerle küçük ama önemli adımlar atılmaktadır. Hukuki süreçler ağır aksak da yürüse şartların normalleşmesi ile birlikte varılacak yer adalet olacaktır. Ehil insanların elinde adaletin ‘bas davulu’ çalmaya başladığında gök gürültüsü kuvvetinde tesiriyle diğer tüm sesleri bastırıp devletin tüm kurumlarını oluşturan orkestrayı düzene kavuşturup ritim verdiğinde umumi düzene kavuşacağımızdan hiç kimsenin şüphesi olmasın.

Rejimin Militan Yargısından Kesitler (1) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/rejimin-militan-yargisindan-kesitler-1/feed/ 0
SÜREÇ NASIL BİTERSE, TAM ANLAMIYLA KAZANILMIŞ OLUR. https://hukukpenceresi.com/surec-nasil-biterse-tam-anlamiyla-kazanilmis-olur/ https://hukukpenceresi.com/surec-nasil-biterse-tam-anlamiyla-kazanilmis-olur/#respond Wed, 24 Aug 2022 21:50:28 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=8804 Yaşadığımız ve her anlamda sosyal ölüm olarak nitelendirilebilecek bu süreç günümüz teknolojisinin sağladığı imkanlar sayesinde neredeyse tüm detayları ile tarihin hard diskine kaydedilmekte.   Örnekleri farklı olmakla birlikte yaşanılanların ne hissettirdiğini, bizzat yaşadığı için çok iyi anlayacak insanlara seslendiğimin bilincindeyim. Şunu sizin gibi bende kesin olarak biliyor ve inanıyorum ki; Bu süreç öyle ya da böyle […]

SÜREÇ NASIL BİTERSE, TAM ANLAMIYLA KAZANILMIŞ OLUR. yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Yaşadığımız ve her anlamda sosyal ölüm olarak nitelendirilebilecek bu süreç günümüz teknolojisinin sağladığı imkanlar sayesinde neredeyse tüm detayları ile tarihin hard diskine kaydedilmekte.   Örnekleri farklı olmakla birlikte yaşanılanların ne hissettirdiğini, bizzat yaşadığı için çok iyi anlayacak insanlara seslendiğimin bilincindeyim.

Şunu sizin gibi bende kesin olarak biliyor ve inanıyorum ki; Bu süreç öyle ya da böyle bitecek. Bundan emin olmamın en önemli nedeni, evrensel kuralların aksine devam ediyor olması. Bu noktada evrensel kurallardan ne kastettiğimi birkaç örnek vereyim. Mesela kimse sonsuza kadar yüksek sesle bağıramaz. O yüzden şu an sadece diğer sesleri bastıracak kadar bağırabilenlerin bunu sürekli yapabileceklerine inanmak varoluş mantığına aykırı bir kabul olur. Ancak ne zaman ve nasıl kısmı tamamen bir kader planı olduğu için o kısım ne haddim ne de bu yazının konusudur.

Ancak bu süreçte yaşananlardan çıkarılacakların yepyeni bir ülke hatta dünya inşası için çok önemli olduğunu düşünenlerdenim. Bu sürecin sonunda bizden şahsen alınan ve uğruna ömür tükettiğimiz, meslek, sosyal statü, maaş gibi imkanların yanında toplumsal onurumuzun iadesi tabii ki bir kazanımdır ve bu süreçte kaybedilen hayatlar hariç diğer telafi edilebilecek tüm hasarlar telafi edilmelidir. Ancak bunlar olduğunda sabah tıraşımızı olup/ fönümüzü çekip, takım elbiselerimizi/döpyeslerimizi giyip işimize gittiğimizde sürecin artık tam anlamıyla geride kalacağını düşünmenin, affınıza sığınarak bencillik olacağını ve sürecin bize kazandırdıklarını inkar etmek anlamına geleceğini düşünüyorum.

Mesleklerimiz ve yaşamlarımız bizi daha büyük bir ideale taşıdığında anlam kazanır. Örneğin bir süre yapmama imkan tanınan hakimlik mesleği açısından bakalım. Mesleğe döndüğümde bu ülkede bizden yıllar sonra yargı ile ilgili bir programda kürsüye çıkıp bir konuşma yapması gereken bir meslektaşımın artık “Berlin’de yargıçlar var” ritüeline ihtiyaç duymayacağı memleketinden ve adı Ahmet, Mehmet , Ayşe, Fatma olan  ve kimisi toprağın altında kimisi de toprağın üzerinde ak saçları ve yüzlerine yansıyan gururla kendisine dinleyen insanlardan  örnekler verebileceği bir hizmet ve adalet anlayışına sahip olmak artık bir ideal değil yaşanılanlardan sonra bir yükümlülük olmalıdır.

O günler geldiğinde Yahudi toplumunun ikinci dünya savaşı sonrası gösterdiği “never again” (bir daha asla) kararlılığını göstermek ve bu konuda somut adımlar atmak gereklidir. Hatta” bir daha asla” politikasının o topluma yaşatılanların bir daha yaşatılmamasını sağlamak anlamına geldiği düşünüldüğünde, bunun da ötesine geçerek toplumun mağdur olan kesimlerinin bunu tekrar yaşamamasını sağlama garantisinin ötesine geçilmelidir.  Bunu düşünmenin bile söz konusu olmayacağı, hukuk, insan hakları ve adalet temelli bir toplum inşası kaderin kendisine bu konuda bir şeyler yapma fırsatı tanıyacağı her mağdurun hedefi olmalıdır.

Cezaevi günlerinde meslektaşların çay sohbetlerinde yaptıkları empati dolu konuşmaları hatırlarım. Bir savcı şöyle demişti mesela “bana tahliye talepleri gelirdi ben hafta sonu veya tatil olduğunda onlara hemen cevap vermezdim. Şimdi bunun talep eden için ne olduğunu daha iyi anlıyorum. Ya da tutukluların özellikle kadın tutukluların çocuklarına yönelik mesela ceza evlerinde üniversitelerin pdr bölümleri ile işbirliği ile kreşler açılıp hem öğrencilerin burada staj yapmalarının sağlanması hem de çocukların daha iyi ve cezaevi ortamını en az hissettirebilecek şekilde bakılmasının sağlanmasına ilişkin fikirler havada uçuşurdu çünkü orada olanların bazılarının eşleri de tutukluydu.

Belki de kader, önce yaşadığı toplumu sonra belki de çok daha geniş bir coğrafyayı değiştirebilecek ve gerçek anlamda hukukun üstünlüğü ve insan haklarına dayalı bir medeniyet inşası için elini taşın altına koyabilecek nitelik ve özveriye sahip insanları sözlerden çok daha etkili bir yolla eğitiyordur. Bunların yoksunluğunu hayatında acı çekerek yaşayan insanların, bu değerleri salt okuyan ve dinleyenlerden çok daha sahiplenici olacağı kanıksanamaz bir gerçektir.

Bu değerlerin temellendirdiği bir toplumun inşası noktasında mağduriyet yaşayan farklı insanların farklı sebepleri olabilir. Bu sebeplerin hepsine saygılıyım. Yeter ki varılan sonuç bu değerlerin inşasına hizmet edecek bir hayatı o insanlara yaşatmak olsun. Şahsım adına kendince dindar olmaya çalışan bir insan olarak, Adalet ve ahlak gibi dinin son durağı olan hedeflerin toplumumuzda ve İslam coğrafyasında bu kadar küçümsenmesi ve yok sayılması canımı acıtan bir durum olmuştur hep. Ama bizzat yaşamımda bu değerlere sahip olmayanların yapabileceklerini yaşayarak görünce, Bu değerlerin inşasına hizmet edecek bir kalan ömür yaşamanın, haddimi aşacağım ama aynı zamanda dini bir vecibe olduğunu düşünüyorum.

Toplumun özellikle dindar kesimini, bir elin parmaklarını aşmayan ve çoğu yirminci yüzyılda Ortadoğu coğrafyasında oluşturulan sembollerle samimiyetsizce kontrol edilmesini bir daha asla mümkün kılmayacak bir eğitim sisteminin inşası gerekmektedir.  Örneğin insan hakları daha ilk okulda ders olarak gerçekten uzman akademisyen hakim savcı ve avukatlar tarafından anlatılmalıdır. Toplumun temel değerinin insan olduğu, tüm nitelemelerden arındırılmış çıplak insan olduğu, bayrak, vatan gibi değerlerin, insana verilen değer ile anlam kazanacağını bu topluma anlatmak, ama ne olursa olsun anlatmak nihai bir hedef olmalıdır.

Bu süreçte mağdur olan insanlardan en azından tanıdıklarım “ideallerim var ömrümden uzun” diyebilecek karakterde insanlardır. Çünkü idealleri ömrü ile dolayısı ile şahsı ile sınırlı insanlar kanımca varoluşu anlayabilme fırsatını kaçırmışlardır.

Belki de süreçten teklif ettiğim şekilde bir sonuç çıkarıldığında, biz ama daha çok bizden sonraki nesiller,  tıpkı Demokratik Avrupa toplumlarında olduğu gibi (örneğin Almanya) Anayasası devleti değil insanı yücelten “insan onuru ihlal edilmez bir değerdir “ cümlesi ile başlayan ve bunu oluşturduğu devlet sistemi ile de hissettiren bir ülkede yaşama şansına kavuşmuş olacağız. Kanımca bu fırsatın kaçırılması tarihi bir fırsatın kaçırılması anlamına gelecektir.

Umarım bu basiret gösterilir ve böylece, yitirilen yaşamlar dahil kaybedilen her şeye değer ve karşılığında kazanılan insan hakları odaklı, hukukun üstünlüğüne dayalı, demokratik toplum, ödetilen bedelin ağırlığını hatırlayarak, temel değerlerinin kıymetini bilen ve onları korumaya kararlı bir toplum olur.

 

 

SÜREÇ NASIL BİTERSE, TAM ANLAMIYLA KAZANILMIŞ OLUR. yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/surec-nasil-biterse-tam-anlamiyla-kazanilmis-olur/feed/ 0