Saltuk Buğra KURT, Hukuk Penceresi sitesinin yazarı https://hukukpenceresi.com/author/saltukbugra/ Zulüm karanlığına ışık saçan pencere Thu, 16 Jun 2022 10:01:41 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://hukukpenceresi.com/wp-content/uploads/2022/06/indir-150x150.jpeg Saltuk Buğra KURT, Hukuk Penceresi sitesinin yazarı https://hukukpenceresi.com/author/saltukbugra/ 32 32 FAKİR HALK, ZENGİN İKTİDAR: ALARMI SÖKÜLEN HAZİNE https://hukukpenceresi.com/fakir-halk-zengin-iktidar-alarmi-sokulen-hazine/ https://hukukpenceresi.com/fakir-halk-zengin-iktidar-alarmi-sokulen-hazine/#respond Thu, 16 Jun 2022 10:01:41 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=8205 Son birkaç yıldır Türkiye’de ciddi ekonomik sıkıntılar yaşanmakta ve son aylarda enflasyon gayri resmi makamlara göre %70 civarında olup halkın alım gücü gün geçtikçe düşmektedir. Fiyatlar çok kısa aralıklarla sürekli yükselmekte, bunun karşısında alım gücü düşen halk sürekli fakirleşmektedir. İktisat ve ekonomi bilimi bu durumu kendi kriterleri açısından değerlendirip pek çok yanlış uygulamaya imza atıldığını […]

FAKİR HALK, ZENGİN İKTİDAR: ALARMI SÖKÜLEN HAZİNE yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Son birkaç yıldır Türkiye’de ciddi ekonomik sıkıntılar yaşanmakta ve son aylarda enflasyon gayri resmi makamlara göre %70 civarında olup halkın alım gücü gün geçtikçe düşmektedir. Fiyatlar çok kısa aralıklarla sürekli yükselmekte, bunun karşısında alım gücü düşen halk sürekli fakirleşmektedir.

İktisat ve ekonomi bilimi bu durumu kendi kriterleri açısından değerlendirip pek çok yanlış uygulamaya imza atıldığını rahatlıkla ortaya koyabilecektir. Bu konuda ülkenin önde gelen iktisatçı ve ekonomistleri birçok platformda gerek para politikasının gerekse reel ekonomi politikasının yanlışlarını dile getirmişlerdir.

Bu makalede bir ülkede hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı ile ekonomik gelişmişlik arasındaki ilişki ele alınacaktır.

Hukukun üstünlüğü kavramı en basit ve kısa tanımla, devletin egemenliğinin hukukla kısıtlanmasıdır. Hukukun üstünlüğü, temel olarak hukukun bir topluluktaki veya ülkedeki yaygınlığını ve yetkisinin yüksekliğini ve özellikle de devlet ve hükûmet yetkisini elinde tutanlara karşı üstünlüğünün kabul edilip uygulanabilmesini, bir başka ifade ile hukuk devletinin varlığını ifade eder.

En genel tanımla hukuk devleti, her eylem ve işlemi hukuka uygun, insan haklarına saygı gösteren, insan hak ve özgürlüklerini koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlarından kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı denetimine açık olan devlettir[1].

Kişilerin, devlete güven duymaları, maddi ve manevi varlıklarını korkusuzca geliştirebilmeleri, temel hak ve özgürlüklerden yararlanabilmeleri ancak hukuk güvenliği ve üstünlüğünün sağlandığı bir hukuk düzeninde gerçekleşebilir. Hukuk devleti olmanın en önemli araçlarından ve bu ifadeyi tamamlayan kavramlardan birisi de demokrasidir. Hukuk devleti olmadan demokrasi olmaz[2].

Türkiye’de demokrasiyi hayata geçirme çabalarının yaklaşık 200 yıllık bir tarihi gelişim süreci vardır. 1808’de Sened-i İttifak ile başlayıp, 1876’da Kanun-i Esasi’nin ilanı ile gelişen süreç Cumhuriyetin bir eseri olarak günümüze kadar devam etmiştir. Türkiye 16 Nisan 2017 yapılan referandum ile Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemine geçmiş ve böylelikle yürütme yetkisi ve görevi artık cumhurbaşkanı tarafından yeri getirilmeye başlanmıştır. Pek çok kurum ve kuruluş doğrudan Cumhurbaşkanına bağlanmış, hukuk devletinin vazgeçilmezi olan kuvvetler ayrılığı ilkesinde ciddi sıkıntılar yaşanmaya ve demokratik bir yönetimden ziyade otokratik tek adam rejimine varan uygulamalar yaşanmaya başlanmıştır.

Demokratik sistemlerde kuvvetler ayrılığı prensibi çerçevesinde devletin çatısını yasama, yürütme ve yargı oluşturmaktadır. Bilindiği gibi yasama erkini parlamento ve meclisler kullanmakta, yürütme erkini başkan veya başbakan ve bakanlar kurulu kullanmakta, yargı erki ise bağımsız yargıçlar tarafından kullanılmaktadır. Bu üç erk arasında öncelik ya da üstünlük söz konusu değildir. Bu ilkeler anayasalarda ve yasalarda açıkça yazılmasına, doktrin ve uygulayıcılar tarafından güçlü bir biçimde dile getirilmesine karşın, pratikte yasama ve yürütme erkleri, ülkemiz uygulamasında olduğu gibi, tek elde toplanmakta ve üstesinden gelinemeyecek bir güç haline dönüşmektedir. İşte bu koşullarda kişisel hak ve özgürlüklerin korunması yanında, hukukun üstünlüğü ve hukuk devletinin gerçekleşebilmesi için, bağımsız yargı çok büyük bir önem taşımaktadır[3].

Yukarıda izah edilen kavramlar bağlamında maalesef son yıllarda Türkiye, World Justice Project tarafından dünyanın her ülkesinden akademisyen ve hukukçuların katılımıyla hazırlanan Rule of Law Index (Hukukun Üstünlüğü Endeksi) sıralamasında çok gerilerde yer almaktadır. Türkiye, 2021 Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde (Rule of Law Index) 139 ülke arasında 117’inci sırada ve coğrafi bölgelere göre kategorize edilen endekste, Doğu Avrupa ve Orta Asya grubunda bulunan 13 ülke arasında ise Rusya’nın da gerisinde sonuncu sırada yer almıştır. World Justice Project’in 2020 endeksine göre geçen yıl hukukun üstünlüğü konusunda 128 ülke arasından 107’inci olan Türkiye, 2021 endeksinde ise 139 ülke arasından 117’inci olmuştur. Hukukun üstünlüğünde ilk 10’da Danimarka, Norveç, Finlandiya, İsveç, Almanya, Hollanda, Yeni Zelanda, Lüksemburg, Avusturya ve İrlanda yer almıştır.[4]

Aynı rapor çerçevesinde Türkiye yolsuzlukla mücadele konusunda ise 134 ülke arasında 69’uncu sırada yer almıştır. Hukukun üstünlüğünde ilk 10’da yer alan ülkelerin ekonomilerinin güçlü, kişi başına düşen gelir bağlamında halklarının zengin olduğu ilk bakışta dikkat çeken bir durumdur.

Pek çok araştırma ve bilim insanına göre hukukun üstünlüğü ekonomik kalkınmayı olumlu yönde etkilemektedir. Bu çerçevede ülkelerin hukukun üstünlüğünün göstergesi olarak; devletin işleyişinde ve politika uygulamalarında şeffaf, hesap verilebilir, öngörülebilir olması ülkeyi yatırımlar için cazip hale getirecek ve sonuçta ekonomik büyümeyi destekleyecektir. Türkiye örneğinde, 2004 yılında Avrupa Birliği üyelik müzakerelerinin başlaması ile birlikte, birçok hukuksal ve demokratik reformlar hayata geçirilmiş ve sonuç olarak doğrudan yabancı yatırımlar, 1 milyar $ düzeyinden 27 milyar $ düzeyine yükselmiş ve buna paralel olarak milli gelir ve dolayısıyla kişi başı gelirde önemli artışlar kaydedilmiştir. Kişi başı gelir 2002 yılında 3688$ iken 2009 yılında 9104$’a, 2013 yılında ise 12614$’a yükselmiştir. Hukuk reformları aynı ölçüde devam etmediği için yatırım düzeyi düşmüş, kişi başı gelir 2020 yılında 8550$’a gerilemiştir.

Görüldüğü gibi ekonomik kalkınma düzeyini artırabilmek için hukukun üstünlüğünün tesis edilmesi oldukça önemlidir. Bu bağlamda öncelikle var olan hukuki normların uygulanması, uluslararası hukuk kurallarının ve evrensel hukukun gereksinimlerinin ulusal hukuk sistemi içine entegre edilmesi ve uygulanabilirliğinin sağlanması ve adaleti tesis etmekle görevli bireylerin bu ilkeler doğrultusunda eğitilmesi gerekmektedir[5].

Türkiye’de hukukun üstünlüğünün açıktan veya örtülü olarak rafa kaldırıldığı durumlarda  ekonomik sıkıntılar yaşanmıştır. Örneğin 28 Şubat 1997’de yapılan Millî Güvenlik Kurulu toplantısı sonucu açıklanan kararlarla “irtica“ya karşı başlayan ordu ve bürokrasi merkezli süreç ile  Türkiye‘de siyasi, idari, hukuki ve toplumsal alanlarda değişimler yaşanmıştır. Yaşananlar postmodern darbe olarak adlandırılmıştır.  Bu koatik ortamda ülkede gündem “irtica ile mücadele” olarak adlandırılırken bankaların içi boşaltılmış, o zamanın tabiri ile bankalar yani milletin parası ‘hortumlan’mıştır. O zamanın dikkat çeken uygulamalarının başında MGK tarafından hakimlere verilen irtica ile mücadele konulu seminerlerdir. Yargı bağımsızlığına gölge düşüren bu uygulama ve seminerlere katılan hakimler yıllarca eleştirilmiştir.

17-25 Aralık Operasyonları olarak adlandırılan ve 4 Bakanın karıştığı milyon Dolarlık yolsuzluk operasyonlarından sonra Hükumet, önce bu operasyonları yapan polisleri ve yargı mensuplarını görevden alıp akabinde tutuklanmalarını sağlamıştır. Bu operasyonlardan sonra bir daha bu tarz yolsuzlukların ortaya çıkartılmasının önüne geçmek amacıyla yargısal ve yapısal değişikler yapılmıştır. Bu konuda son nokta Hükumet tarafından 15 Temmuz Darbe girişimi bahane edilerek olağanüstü hal rejiminin ilanı ile birlikte kolluk görevlilerinin de dahil olduğu binlerce kamu görevlisi ve yargı mensubu görevden alınmış pek çoğu tutuklanmıştır. Aynı 28 Şubat sürecinde olduğu gibi 15 Temmuz’dan sonra ülkede kaotik bir rejim kurulmuş ve iktidar partisi tarafından pek çok kurumla birlikte yargı da yeniden dizayn edilmiş ve Hükumet destekli Yargıda Birlik Derneği üyeleri tarafından tamamen iktidara bağlı hale getirilmiştir.

Her ne kadar yargıda yapılan görevden almaların ve yeni sistemin yargıdan belli bir grubu temizleyip yargıyı bağımsız ve “milli” hale getirmek amacıyla yapıldığı söylense de yukarıda da izah edildiği gibi hukukun üstünlüğü endeksinde ülkenin geldiği nokta bu amacın realiteden çok uzak olduğunu göstermektedir.

Bu çerçevede yeni yargı sistemi ve üyelerinin görevi Hükumet aleyhine olabilecek herhangi bir soruşturmayı önlemek, gerekirse onları aklamak ve muhalifleri sindirmekten öteye gitmemektedir. Ülkede yapılan her ihale usulüne uygun olmasa da sürekli belli kişilere verilmekte, yolsuzlukların önü açılmakta, hesap sorulamaz bir sistem kurularak Hazine ve pek çok kurumun içi mali kaynaklar yönüyle boşaltılmaktadır. Bir başka ifade ile vatandaşın ödediği vergiler dolaylı ya da doğrudan birilerinin cebine gitmekte, halk gün geçtikçe fakirleşirken birileri zengin olmaktadır.

Yeni Asya gazetesinde yayınlanan bir karikatürle İbrahim Özdabak’ında ifade ettiği gibi Hazine’ye başta takılmayan güvenlik alarmı ülkenin geldiği noktada fiyatlardaki artış nedeniyle artık bir litrelik sütün üstüne takılmaktadır. Halkın parasına, bir anlamda Hazineye sahip çıkıp keyfi şekilde harcanmasını ve hortumlanmasını engelleyecek tek kurum bağımsız yargıdır. Bu bağlamda 15 Temmuz sonrası yapılan tasfiyelerin amacı daha net anlaşılmaktadır.

Sonuç olarak demokrasiden uzaklaşmış, hukukun üstünlüğünün olmadığı, yargının bütün birleşenleri ile hükumete bağlı olduğu bir ülkede halkın vergilerinin yani Hazinenin hortumlanması, ekonomik hayatın zorlaşması, enflasyonun artması ve halkın her geçen gün fakirleşmesi kaçınılmaz olmaktadır. Bu fakirleşme sarmalından çıkışın tek yolu ise ülkede yeniden bağımsız yargıyı tesis etmektir. “Fiat justitia ne pereat mundus”[6]

 

[1] https://www.anayasa.gov.tr/Kararlar/GenelKurul/Basvuru_Karari/2017-9.pdf

[2] Mahfi EĞİLMEZ, https://www.mahfiegilmez.com/2019/12/hukukun-ustunlugu-ve-ekonomi.html

[3] Özdemir ÖZOK, NEDEN BAĞIMSIZ YARGI?, http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2005-60-167

[4] https://worldjusticeproject.org/our-work/research-and-data/wjp-rule-law-index-2021

[5]Fatih KARA, HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNÜN KALKINMA GÖSTERGELERİNE ETKİSİ: PANEL VERİ ANALİZİ, http://adudspace.adu.edu.tr:8080/jspui/bitstream/11607/4485/1/3152.pdf

[6] “Dünyanın yıkılmaması için adalet yerini bulmalı”

 

FAKİR HALK, ZENGİN İKTİDAR: ALARMI SÖKÜLEN HAZİNE yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/fakir-halk-zengin-iktidar-alarmi-sokulen-hazine/feed/ 0
Teoman Bey’in Ardından: Güzel İnsanlar Güzel Atlara Binip Gittiler https://hukukpenceresi.com/teoman-beyin-ardindan-guzel-insanlar-guzel-atlara-binip-gittiler/ https://hukukpenceresi.com/teoman-beyin-ardindan-guzel-insanlar-guzel-atlara-binip-gittiler/#respond Sun, 03 Apr 2022 10:07:04 +0000 https://hukukpenceresi.com/teoman-beyin-ardindan-guzel-insanlar-guzel-atlara-binip-gittiler/   “O güzel insanlar güzel atlara binip gittiler. Demirin tuncuna, insanın ….” usta yazar Yaşar Kemal’in Demirciler Çarşısı Cinayetinde dile getirdiği bu ifade hakim Teoman Gökçe’nin cezaevinde tek başına kaldığı hücrede kalp krizi geçirip öldüğünü duyduğum ilk anda aklıma gelen ifade oldu. Bir hakim düşünün yıllarca mesleğini en iyi şekilde yapmış, hiçbir adli ve idari […]

Teoman Bey’in Ardından: Güzel İnsanlar Güzel Atlara Binip Gittiler yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
 

“O güzel insanlar güzel atlara binip gittiler. Demirin tuncuna, insanın ….” usta yazar Yaşar Kemal’in Demirciler Çarşısı Cinayetinde dile getirdiği bu ifade hakim Teoman Gökçe’nin cezaevinde tek başına kaldığı hücrede kalp krizi geçirip öldüğünü duyduğum ilk anda aklıma gelen ifade oldu.

Bir hakim düşünün yıllarca mesleğini en iyi şekilde yapmış, hiçbir adli ve idari soruşturma geçirmemiş, meslektaşları tarafından Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliğine seçilmiş, bu görevi ifa ederken nezaketinden ve mütevaziliğinden hiç bir şey kaybetmemiş, oturduğu makamın  hakkını vermiş, meslektaşlarının daha iyi şartlarda görev yapabilmeleri için özveri ile çalışmış, Kuruldaki görev süresi dolduğunda tekrar hakimlik görevini yapmaya devam etmiş, 15 Temmuz Darbe girişimi  gecesi evinde otururken Anayasal Düzeni Ortadan Kaldırmaya Teşebbüs Etme suçlaması ile gözaltına alınmış, tutuklanmış ve en ağır suçları işleyenlerin bile konulmadığı tek kişilik bir hücreye konulmuş ve orada geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetmiş.

15 Temmuz gecesi hakkında gözaltı kararı verilen binlerce meslektaşı gibi somut hiçbir suçlamaya dayanmayan, sadece birilerinin istediği gibi karar vermediği/vermeyeceği için tutuklanan Teoman Gökçe’nin kaldığı hücreyi düşünün şimdi, ikinci katta demir parmaklıklı tek pencereli on metrekare bir oda, pencerede soğuk kalması için bir şişe su, birkaç limon, kendi parası ile aldığı plastik masa ve sandalye, masada üç tane Kuran-ı Kerim, İngilizce-Türkçe Sözlük, yerde seccade, kalorifer peteğinin üstünde plastik kaplarda akşam yemeği, duvarda 2 Nisanı gösteren bir takvim ve muhtemelen umutsuzca yazdığı tutukluluk kararına itiraz dilekçeleri…

Bir gün kendisini tutuklayan hakime Teoman Gökçe’yi neden tutukladığı sorulsa eminim ki verebileceği en mantıklı cevap ‘bana tutuklamam gerektiği söylendi’ olacaktır. Çünkü ne tutuklama kararında ne de tutukluluk halinin devamına ilişkin kararların hiçbirinde gerekçe olmadığına aynı şekilde tutuklanan binlerce hakim ve savcı bizzat tanık olmuştur. Aradan geçen zaman ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin verdiği ihlal kararları bu tutuklamaların hukuki hiçbir dayanağının olmadığını gösterse de olan olmuş ve maalesef güzel bir insan hak etmediği bir şekilde hücresinde ölmüştür.

Tarihte birçok örneği olduğu gibi Teoman Gökçe’nin kıymeti de yaşarken bilinmemiş, sessizce ölümü izlenmiş, hak etmediği şekilde “kurulu düzeni/statükoyu” yıkmaya teşebbüs etmekle suçlanmıştır. Adnan Menderes yine bir darbe sonrası haksızca idam edildiğinde maalesef milletimiz bu durumu sessizce izlemiş, yıllar sonra iade-i itibar olarak adı üniversite, havaalanı ve caddelere verilmiş olsa da yapılan zulmü ortadan kaldırmamıştır. Seyit Rıza o günün egemen ideoloji tarafından yargılanıp idam edilmeden önce ‘evladı Kerbela’yız, bi hatayız, ayıptır, zulümdür, cinayettir’ diyerek yapılan haksızlığı son nefesinde dile getirmiş, ‘ben sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim bu bana dert olsun, ben de sizin önünüzde diz çökmedim bu da size dert olsun’ diyerek idamının gerekçesini ortaya koymuştur. Dönüp geriye baktığımızda Teoman Gökçe’nin de tutuklanmasına ve bir anlamda ölümüne sebep olan tavır da aynı minvalde bir hakim olarak iktidarın önünde diz çökmemesidir.

Distopik bir ortamda hukuka aykırı, iktidarın isteği doğrultusunda yapılan yargılama sonucunda verilen her karar aradan yıllar geçse de vicdanları kanatmaya devam etmektedir. Türkiye’deki bu hukuksuzluk süreci bir gün son bulduğunda belki Teoman Gökçe’nin adı hakim ve savcıların eğitim gördüğü Adalet Akademisi’ne verilecek ancak giden güzel bir insanı geri getirmeyecektir.

Yazının başında Yaşar Kemal’in bir kitabından alıntıladığım sözün devamı bu yazıya konu olan ve gerek hitabeti gerekse davranışları ile nezaket abidesi bir insan olan Teoman bey hakkındaki düşüncelerimi paylaştığım bu yazıya uygun olmayacağı için sonunu, günümüzün egemen ideolojisini anlatması bakımından “O güzel insanlar güzel atlara binip gittiler. Demirin tuncuna, insanın pisine kaldık” şeklinde değiştirerek bitirmek istiyorum.

 

Teoman Bey’in Ardından: Güzel İnsanlar Güzel Atlara Binip Gittiler yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/teoman-beyin-ardindan-guzel-insanlar-guzel-atlara-binip-gittiler/feed/ 0
İktidarın Koçbaşı: Yargıda Birlik Derneği https://hukukpenceresi.com/iktidarin-kocbasi-yargida-birlik-dernegi/ https://hukukpenceresi.com/iktidarin-kocbasi-yargida-birlik-dernegi/#respond Sat, 26 Mar 2022 19:38:22 +0000 https://hukukpenceresi.com/iktidarin-kocbasi-yargida-birlik-dernegi/ Yazan: Saltuk Buğra KURT (CBJ Üyesi, Hukukçu, İnsan Hakları Aktivisti) Türkiye’de maalesef son yıllarda birçok yargı mercii gerek uluslararası gerekse ulusal mevzuata ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ile Anayasa Mahkemesi (AYM) kararlarına açıkça aykırı kararlar vermekte ve uygulamalar yapmaktadırlar. Örneğin HDP eski eş başkanı Selahattin Demirtaş, gazeteci-yazar Ahmet Altan, iş insanı Osman Kavala gibi […]

İktidarın Koçbaşı: Yargıda Birlik Derneği yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Yazan: Saltuk Buğra KURT

(CBJ Üyesi, Hukukçu, İnsan Hakları Aktivisti)

Türkiye’de maalesef son yıllarda birçok yargı mercii gerek uluslararası gerekse ulusal mevzuata ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ile Anayasa Mahkemesi (AYM) kararlarına açıkça aykırı kararlar vermekte ve uygulamalar yapmaktadırlar. Örneğin HDP eski eş başkanı Selahattin Demirtaş, gazeteci-yazar Ahmet Altan, iş insanı Osman Kavala gibi birçok kişi hakkında AİHM ve AYM verilen haksız tutukluluklarına ilişkin ihlal kararlarına rağmen tutukluluk hallerinin uzun süre devam ettirilebildiği ve bu yönde kararlar verildiği açıkça görülmektedir. Bununla birlikte tutuklama yasağı kapsamında kalmasına rağmen insanların tutuklanabildiği, herhangi bir disiplin cezası olmadığı halde tutuklu ve hükümlülerin tek kişilik hücrelere konulduğu, insan haklarına aykırı birçok uygulamalara yargı mercilerince göz yumulduğu görülmektedir. Türkiye’nin bu tür uygulama ve kararlarla hızla hukuk devletinden uzaklaştığı Avrupa Komisyonu İlerleme raporlarında açıkça dile getirilmiştir[1].

2014 yılında yapılan seçim sonrasında üyelerinin büyük çoğunluğu Yargıda Birlik Derneği adayları tarafından oluşturulan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu[2] (HSYK) kararları uluslararası yargı dernek ve organizasyonlarınca sürekli eleştirilmiştir. 15 Temmuz 2016’dan sonraki tutumu ise durumu daha da vahim bir hale getirmiş, uluslararası yargı ağları Hakimler ve Savcılar Kuruluna (HSK) tepkilerini bir kısım yaptırımları hayata geçirmek suretiyle göstermişlerdir. Bu durum 2018 yılı Avrupa Komisyonu İlerleme Raporunda şu şekilde dile getirilmiştir: “Aralık 2016’da, Avrupa Yargı Kurulları Ağı (European Network of Councils for the Judiciary-ENCJ), HSK’nın gözlemci statüsünü askıya almaya ve ENCJ faaliyetlerine katılımını engellemeye karar vermiştir. Söz konusu karara gerekçe olarak, HSK’nın ENCJ mevzuatına uyumlu olmaması ve yürütme ile yasama erklerinden bağımsız olmaması gösterilmiştir”[3]

Raporda Sulh Ceza Hakimlikleri üzerindeki yürütmenin etkisi, bağımsız ve tarafsız mahkeme olma hüviyetlerini kaybettikleri belirtilerek “Sulh ceza hâkimliklerinin kararları, giderek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadından uzaklaşmakta ve nadiren yeterli düzeyde şahsileştirilmiş gerekçe sunmaktadır. Venedik Komisyonunun Mart 2017 tarihli görüşünde yer alan tavsiyelerinin acilen yerine getirilmesi gerekmektedir.” denilmiştir[4]. Burada dikkat çeken husus kararların şahsileştirilip gerekçelendirilmemiş olmasıdır. Hukuka aykırı olarak verilen kararların gerekçelendirilmesi, hukuki ve mantıki zemine oturtulması mümkün olmadığından kararlar şablon olarak kanuni terimleri ifadeden öteye geçememektedir. Birçok hâkim de hükümetin istediği doğrultuda karar verdikleri takdirde gerekçe yazmaya ihtiyaç duymamaktadır. Hükümetin istemediği veya hoşuna gitmeyecek bir karar verdiğinde ise Anayasal güvencelerin hiçbir öneminin olmadığını, HSK’nın hakkında meslekten çıkarma dahil her türlü kararı verip cezalandırılabileceğini bilmektedir.

Avrupa Komisyonu 2021 Raporu’nda 2019 ve 2020’de olduğu gibi Türkiye’de yargının bağımsız olmadığını tekrar etmiştir. Rapor hakim savcıların ihracı, tutuklanmaları ve yer değiştirmeleri, beraat eden hakim ve savcıların mesleğe geri döndürülmemesi, yargının bağımsız ve tarafsız olmaması, yürütme ve yasama organı temsilcilerinin yargıya müdahalesi, hakim savcı seçim usulünde liyakatin aranmaması, HSK’nın bağımsız ve tarafsız olmaması, hakim ve savcıların hukuksuzlukların faili durumuna gelmiş olması, siyasi yargılamalardaki yaygın hukuksuzluklar, hukuki güvenceler açısından gelişmelerin olmadığı gibi geriye doğru gidişin devam ettiğine dair tespitler yapılmıştır[5].

Raporda yargının durumu ve özellikle yargı bağımsızlığı olmaması ‘sürekli kötüye gitme’, ‘daha fazla gerileme’, ‘yargı bağımsızlığı eksikliği’, ‘hâkim ve savcılar üzerindeki usule aykırı baskı’, ‘liyakatin bulunmaması’, ‘gücün tek bir makamda aşırı yoğunlaşması’, ‘Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarını uygulamayı reddetmesi’, ‘HSK’nın bağımsız olmaması’, ‘yargının bağımsız olmaması’ vb. ifadelerle defaten dile getirilmiştir.

Yine Raporda “Venedik Komisyonunun 2017 tarihli görüşünde vurgulandığı üzere; Cumhurbaşkanlığı sisteminde, gücün tek bir makamda aşırı yoğunlaşmasına karşı güvence sağlayan ve yargının bağımsızlığını temin eden denge ve denetleme sistemi hâlâ bulunmamaktadır.” denilerek Cumhurbaşkanlığı sisteminin bizatihi kendisinin yargı bağımsızlığının önündeki en büyük engel olduğuna temas edilmiştir.

Daha önceki raporlarda da benzer şekilde ifade edilen kadrolaşma ve liyakate ilişkin “Hâkim ve savcıların mesleğe alınmasında ve terfiinde nesnel, liyakate dayalı, yeknesak ve önceden belirlenmiş kriterlerin bulunmaması hâlâ endişe kaynağıdır.” değerlendirilmesi yapılmıştır.

Raporda dikkat özellikle belirtilen husus Hâkimler ve Savcılar Kurulunun yapısı, yürütmeden bağımsız olmaması ve üyelerinin atanma süreci ile ilgili endişeler devam ettiği ve HSK’nın bağımsız olmadığı vurgusudur. Bu doğrultuda bağımsızlık eksikliği nedeniyle, Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun, Avrupa Yargı Kurulları Ağı’na katılımı Aralık 2016’dan bu yana askıya alındığı tekrar edilmiştir.

Raporda ki bir başka yerinde tespit ve değerlendirme ise dürüst ve görevinin gereğini yerine getiren hâkim ve savcıların HSK tarafından mağdur edildiği, Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun bağımsız olmaması nedeniyle bazı yargı mensupları, görevlerini meşru bir şekilde yerine getirmeleri nedeniyle yaptırımlara maruz kalmıştır.  Örneğin Hâkimler ve Savcılar Kurulu tarafından Gezi Parkı davasında sanıkları delil yetersizliğinden beraat ettiren üç hâkime yönelik olarak Şubat 2020’de açılan soruşturmanın devam ettiği tespiti yapılmıştır[6].

Yukarıda dile getirilen haklı eleştirilere Türk yetkililerinin cevabı raporu kabul etmiyoruz, rapor yok hükmündedir ifadelerinden öteye geçememiştir.

Türkiye’deki hukuktan uzaklaşma sorunu sadece Avrupa Komisyonu ya da uluslararası yargı organizasyonları tarafından değil ülkedeki birçok hukukçu ve akademisyen tarafından da dile getirilmektedir. Öreğin hükümete yakınlığı ile bilinen 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunun mimarlarından kabul edilen Prof. Dr. İzzet Özgenç yakın bir tarihte Twitter hesabından paylaştığı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a hitaben yazdığı açık mektupta özetle: ‘Gelinen nokta itibarıyla, bu yanlışlar sürdürülebilir olmaktan çıkmıştır. Bu yanlışların yanlışla telafisi imkânı da bulunmamaktadır. Bu yanlışların sebebiyet verdiği mağduriyetlerin giderilebilmesi veya en azından azaltılabilmesi için hukuka geri dönülmesi, kaçınılmazdır.’ şeklinde ifadelerle Türkiye’nin hukuka geri dönmesi çağrısında bulunmuştur.

Görüldüğü gibi Türkiye artık bir hukuk devleti olarak anılmaktan çok uzaktır. Bu duruma gelinmesinde adlî ve idarî yargı hâkim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemlerini yapan HSK’nın rolü çok büyüktür. HSK’nın hâkim ve savcıların görevlerini; kanun ve diğer mevzuata) uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetleme; görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hal ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırma ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma işlemlerini gerçekleştirme yetkisi de göz önüne alındığında Türkiye’deki hukuksuzlukların en önemli kaynağı Hakimler ve Savcılar Kuruludur. Bu kurul 2014 yılından itibaren Yargıda Birlik Derneği (YBD) üyeleri veya derneğin desteklediği kişiler tarafından yönetilmektedir.

Yargıda Birlik Derneği, yaptığı birçok açıklamasından da anlaşılacağı dernek 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonları sonrasında hükümet destekli olarak kurulmuş, yönetime geldikten sonra 2014 yılından itibaren bu operasyonları yöneten ve karar veren hâkim ve savcıları açığa almış akabinde ise meslekten çıkarmıştır. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ise yaklaşık 5000 hâkim ve savcıyı meslekten ihraç etmiştir. Böylece 2014 yılında seçilen üyeler iktidara diyet borcunu ödemiş ve pek çoğu Yargıtay ve Danıştay üyeliğine seçilerek ödüllendirilmiştir.

Eski bir yargı mensubu olarak Yargıda Birlik Derneği denilince aklıma ilk gelen ifade maalesef ‘koçbaşı’ kavramıdır. Genellikle birkaç kişi tarafından elde taşınarak; vurarak kapı kırmaya, aralamaya ya da duvar yıkmaya yarayan koçbaşı, eskiden kalelerin kapılarını kırmak için kullanılan en kullanışlı ve meşhur bir savaş aparatıdır. Günümüzde de güvenlik güçleri tarafından hala binaların kapılarını kırmak için kullanılmaktadır. 2014 yılında yapılan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelik seçimleri öncesi ilkin platform olarak kurulan daha sonra dernek olarak faaliyetlerine devam eden Yargıda Birlik Derneği, resmi internet sitesindeki ifade ile ‘birbirinden farklı eğilimleri bir araya getiren’ ve görevde bulunan hâkim ve savcıların neredeyse üçte ikisinin üye olduğu bir dernektir.

Her ne kadar derneğin amacı yargıda birliği sağlamak olarak açıklansa da gelinen noktada dernek yargıda birini aklamak için faaliyet yürütmektedir.

Siyasi iktidar hukuk devletinin kapısı olan HSYK’yı Yargıda Birlik Derneği vasıtasıyla kırmış, daha sonra yüksek yargı organları dahil olmak üzere bütün yargıyı kendi siyasi kadrolarına göre dizayn etmiş ve maalesef ülkeyi insan hakları ve hukukun üstünlüğüne dayanan hukuk devletinden fersah fersah uzağa götürmüştür. Sulh Ceza Hakimleri, mahkeme başkanları, başsavcılar ve önemli dosyalara bakan savcıların, Danıştay ve Yargıtay’a seçilen üyelerin hemen  hemen hepsinin YBD’nin üyesi olduğu düşünüldüğünde derneğin bu süreçteki rolü daha iyi anlaşılacaktır.

Sonuç olarak Yargıda Birlik Derneği bugünün Türkiye’sinin içinde bulunduğu hukuksuzluk durumunun yargıya bakan yönleri bakımından en önemli karar alıcısı ve uygulayıcısıdır.

[1] Doğan Mutafa, Avrupa Komisyonu Raporlarında Türk Yargısının Durumu (2016-2021), https://www.crossborderjurists.org/tr/avrupa-komisyonu-raporlarinda-turk-yargisinin-durumu-2016-2021

[2] 2017 yılında yapılan  Anayasa değişikliğinden sonra HSK olmuştur.

[3] https://www.ab.gov.tr/siteimages/pub/komisyon_ulke_raporlari/2018_turkiye_raporu_tr.pdf

[4] https://www.ab.gov.tr/siteimages/pub/komisyon_ulke_raporlari/2018_turkiye_raporu_tr.pdf

[5] Doğan Mutafa, Avrupa Komisyonu Raporlarında Türk Yargısının Durumu (2016-2021),

[6] https://www.ab.gov.tr/siteimages/2021_trkiye_raporu_tr.pdf

İktidarın Koçbaşı: Yargıda Birlik Derneği yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/iktidarin-kocbasi-yargida-birlik-dernegi/feed/ 0