Siyasal İslamcılık: Mağduriyetten Çıkar Siyasetine

Siyasal İslamcılık: Mağduriyetten Çıkar Siyasetine

Siyasal İslamcılık, modern çağın ürünüdür. İslam’ın ilk dönemlerinden beri siyaseti etkileyen dini anlayışlar vardı ama “İslamcılık” adıyla bir ideolojik hareketin doğuşu 19. yüzyıl sonlarına, Osmanlı’nın çöküş dönemine dayanır. Temelleri ise daha eskiye dayanır. İslam’ın ilk devrinde 4 halifenin 3 ünün siyasi sebeplerden (siyasal İslamcılık) öldürüldüğü düşünürsek İslam dininin siyaset ile imtihanı konusu yani siyasi İslamcılık kökü eskiye dayanır.

Batı’nın askeri, siyasi ve ekonomik üstünlüğü karşısında Müslüman dünyada şu soru yükseldi: “Neden geri kaldık?”

Cevap, İslamcı düşünürlere göre açıktı: “Müslümanlar İslam’dan uzaklaştığı için geri kaldılar. Çözüm yeniden İslam’a dönmek, hayatın her alanını dine göre kurmaktır.”

Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh, Reşid Rıza gibi isimler bu akımın önde gelenleri oldu. Osmanlı’da Mehmet Akif, Said Halim Paşa, Babanzade Ahmet Naim gibi isimler İslamcılık fikrini taşıdı. Onların derdi, Batı karşısında dağılmış ümmeti yeniden “İslam birliği” içinde toparlamaktı.

Ama unutulmaması gereken nokta şudur: İslamcılık, İslam’ın kendisi değildir.

İslam, inançtır; İslamcılık ise onu siyasallaştıran modern bir ideolojidir.

İslamcılık: Mağduriyetin Gücü

Türkiye’de İslamcılık, Cumhuriyet’in baskıcı laik politikaları karşısında mağduriyet diliyle büyüdü. Her inkılap ile İslami yaşam hassasiyetleri görmezden gelinerek bazen abartarak bir gayri memnun kitlesi oluşturuldu. Zorlamalar ile içten büyüyen kitle istismara açık bırakıldı. Belki de bilinçli şekilde baskıya maruz bırakılarak ezilmeye, sindirilmeye çalışıldı. 90’lara gelindiğinde ortada su sorunlar vardı:

– Başörtüsü yasakları,

– İmam-hatiplerin kapatılması,

– Kur’an kurslarının baskı altına alınması,

– Dindarların devlet kadrolarında dışlanması…

Bu mağduriyet dili, özellikle muhafazakâr ve alt sınıflarda karşılık buldu. Halk, yıllarca horlanmışlığının intikamını almak için “dindarların iktidarı” umuduna sarıldı.

“Adalet gelecek, torpil bitecek, kul hakkı korunacak, adil düzen” vaatleri toplumu ikna etti.

İktidarda: Çelişkiler ve Gösteri

Siyasal İslamcılık, bir zamanlar adaletin, ahlakın ve halkın sesi olma iddiasıyla yola çıktı. Mağduriyetin diliyle büyüdü, dışlanmışların umudu oldu. Ama iktidar olunca mağduriyet dili unutuldu, yerine güç ve çıkar siyaseti geçti.

Dini Semboller: Ayasofya açıldı, binlerce cami yapıldı, imam-hatipler çoğaldı. Ama İslam’ın özü olan adalet, liyakat, merhamet unutuldu. Din, bir gösteri aracına dönüştü.

Faiz ve İsraf: Faizi “haram” ilan edenler, ülkeyi faize boğdu. Tevazu vaazları verenler, saraylarda ve lüks araçlarda yaşadı.

Torpil ve Fetvalar: Kamu kurumları torpil ve akrabalık ilişkileriyle dolduruldu. Sözde din adamları bu düzeni meşrulaştırmak için “yolsuzluk haram değildir, devletin malı helaldir” diyebildi.

Filistin Söylemi, İsrail Ticareti: Meydanlarda Gazze için dualar edilirken, İsrail’e milyarlarca dolarlık malzeme satıldı. Laflarda ümmet, fiiliyatta ticaret.

Bu noktada siyasal İslamcılık artık sadece bir siyasi iktidar değil, devlet denen mekanizmanın sahibi haline geldi. Bürokrasi, yargı, eğitim, medya gibi tüm alanlarda hâkimiyet kurdu. Bu mutlak güç, zamanla yozlaşmayı da beraberinde getirdi. Mağdurken çekilenlerin misliyle başkalarına çektirilmesi, adaletin değil intikamın hâkim olduğu bir düzen yarattı.

Eğitim: “Dindar Nesil” Projesi, Deizm Gerçeği

İktidarın en iddialı olduğu alan eğitimdi. Binlerce imam-hatip açıldı, öğretmen atamalarında din kültürü ve imam-hatip kökenliler en fazla kontenjanı aldı. Her üniversiteye ilahiyat fakültesi açıldı. En alakasız kurumların başına bile ilahiyat kökenliler atandı.

Ama bu proje ters tepti. Din zorlamayla dayatıldıkça gençlerde tepki doğdu. Deizm ve ateizm oranları arttı. Dini samimiyetle öğrenmesi beklenen nesil, dini siyasetin oyuncağı olarak gördü.

Bir zamanlar toplumda “dindar insan güvenilir insandır” algısı vardı. Bugün ise “namaz kılıyor ama güvenilmez” deniliyor. Dindarlık güvenin değil, şüphenin kaynağı haline geldi.

Üstelik bu yozlaşma sadece seküler kesimle sınırlı kalmadı. Başlangıçta seküler dünya görüşüne sahip kesimlere yönelen baskı, zamanla muhafazakâr çevrelere de yöneldi. Siyasal İslamcılık, kendinden olmayan herkesi tehdit olarak görmeye başladı. Bu dışlayıcı tutum, dini istismar ederek meşrulaştırıldı. Sonuç olarak, İslam’a duyulan güven ve saygı ciddi biçimde zedelendi.

Toplumsal Sonuçlar: Çöküş

Siyasal İslamcılığın iktidarda ürettiği sonuçlar:

– Adalet duygusunun çökmesi,

– Torpil ve kayırmacılığın normalleşmesi,

– Lüks ve israfın din adına meşrulaştırılması,

– Genç kuşakların dinden uzaklaşması,

– Dindarlığın ahlak ve güvenle değil, çıkarcılıkla anılması.

Sonuç: En Büyük Zarar Dine

Siyasal İslamcılık, mağduriyet diliyle iktidara yürüdü. Ama iktidarda dini ideolojiye indirdi, çıkar için kullandı ve yozlaştırdı.

– Adalet yerine adaletsizlik,

– Tevazu yerine israf,

– Samimiyet yerine gösteri,

– Ümmet yerine çıkar siyaseti üretildi.

Ve en acısı: Savunduğunu iddia ettiği dine en büyük zararı verdi. Bugün genç kuşaklar dini, umut ya da adalet kaynağı olarak değil; siyasetin kirli oyununun parçası olarak görüyor. 20-30 yıl önceki araştırmalarda toplumda en güvenilir ve saygın kabul edilen din görevlileri şuan her türlü devlet imkanına rağmen  toplumda en aşağı güvene sahip gruba dönüşmüş haldedir.

“Dindar nesil” sloganıyla yola çıkanların geride bıraktığı şey, dinden uzaklaşmış, umutsuz ve güvensiz bir nesil oldu.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir