Kaybetmenin Çoğunluğu

Kaybetmenin Çoğunluğu

Kaybetmek normaldir. Başaramamak da öyle. İnsan, hayatı boyunca sayısız kez kaybeder. Çocukken oyunlarda, gençken sınavlarda, büyüdükçe ilişkilerde, işlerde, hayallerde… Hep kaybederiz. Kazanmak nadirdir; kaybetmekse olağan.

Ama biz, hep kazanmak zorundaymışız gibi büyütülürüz. Okulda öğretmen “yarışta birinci olun” der, ailemiz “başarılı olun” diye öğüt verir, reklamlarda sürekli “kazanmak için dene” sloganları döner. Oysa çok basit bir matematik vardır: 100 kişinin girdiği bir yarışta yalnızca biri birinci olabilir. Geriye kalan 99 kişi kaybeder. Demek ki kaybetmek anormallik değil, hayatın en olağan sonucudur.

Kaybetmek çoğunluktur. Ve bu yüzden kaybetmek ayıp değildir. Asıl ayıp, kaybedeceğim korkusuyla hiç denememektir.

Oğuz Atay, Tutunamayanlar’da “Yatağımın karşısında bir pencere var. Odanın duvarları bomboş. Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım. Bir gün duvara bir resim asmak gelmedi mi içimden? Kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım ben ” der. Bu cümle aslında hayatın trajedisini anlatır. Duvara bir şey asmak, risk almaktır. Çünkü düşebilir, yıpranabilir, eskiyebilir. Ama hiç asmamak güvenlidir. Duvar temiz ve kusursuz kalır. Fakat o boşluk, aynı zamanda hayatın yokluğudur.

Kimi insan sevgisini söylemez, çünkü reddedilmekten korkar. Kimi hayalini erteleyip durur, çünkü başarısız olmaktan çekinir. Kimi yeni bir iş ya da yolculuk için adım atmaz, çünkü sonunda kaybetmek ihtimali vardır. Oysa en büyük kayıp, bu eylemsizliktir. Duvarı boş bırakmaktır.

Ben de çocukken bir mahalle maçında yenildiğimde ağlamıştım. O an dünyanın sonu gibi gelmişti. Ama yıllar sonra dönüp bakıyorum: O gün kimin kazandığını hatırlamıyorum. Hafızamda kalan tek şey, güneşin altında nefes nefese koşmak, terlemek, düşmek ve yeniden ayağa kalkmak. Yani oyunun kendisi. Demek ki mesele, kazanmak ya da kaybetmek değil; oyunun içinde olmaktı.

Hayatta da öyle. Kaybettiklerimiz, aslında bizi insan yapan şeylerdir. Bir sınavda başarısız olmak, yeni bir işte tutunamamak, bir ilişkide terk edilmek… Hepsi can acıtır. Ama zaman geçtikçe anlarız ki, kayıplar bizi şekillendirir. Biz, o kayıpların izleriyle insanız.

Psikoloji bize şunu söyler: Kaybetmekten korkan, aslında yaşamaktan korkandır. Çünkü hayatın kendisi kayıplarla doludur: Gücümüzü kaybederiz, gençliğimizi kaybederiz, sevdiklerimizi kaybederiz, sonunda hayatımızı bile kaybederiz. Kaybı yok saymak, ölümlülüğü yok saymaktır.

Felsefe ise ekler: Kazanmak yalnızca bir sonuçtur, kaybetmeyi göze almak ise bir varoluş tutumudur. Bir maratona katılan kişi, yarışı sonuncu bitirse bile aslında kazanmıştır. Çünkü o sürece dahil olmuştur; terlemiş, yorulmuş, yaşamıştır. Hiç başlamayan biri ise güvenli ama boş bir köşede kalmıştır.

Ama burada önemli bir ayrımı da görmek gerekir: Kaybetmek, her zaman haksızlık anlamına gelmez. Çoğunluk, her zaman haklı değildir. Haklı insanlar çoğu zaman azınlıkta kalır. Bir kişi yolsuzluk yapmışsa ve suçüstü yakalanmışsa, onun yanında milyonlarca insan dursa bile haklı çıkmaz. Sayılar, adaleti değiştirmez. Oy çokluğu, haklılık değildir.

Demek ki mesele yalnızca kazanmak ya da kaybetmek değildir. Kaybetmek, bazen hayatın olağan akışıdır ve korkulacak bir şey değildir. Ama haklılıktan vazgeçmek, sırf kalabalıkla uyuşmak için susmak, işte asıl kayıp budur.

Çevrede ve tarihte hep mağdurlar az ve zayıf olmuştur ve siyasi olarak kaybeden kabul edilmişlerdir. Ama kaybeden olmak onların mağdur olduğu gerçeğini değiştirmez. Şuan Türkiye ve dünyanın değişik yerlerinde KHK ile mağdur edilmiş, haksızlığa uğramış kişilerin sayısı ülke nüfusundan veya siyasi iktidarın oy sayısından az olması asla haksızlığa uğradıkları gerçeğini değiştirmez.

Sonuçta insanın önünde iki yol vardır:

Ya duvarını boş bırakır, kaybetmekten korktuğu için hayatını da boş geçirir.

Ya da kaybedeceğini bile bile duvara bir şey asar, hayatına izler bırakır.

Çünkü kaybetmek utanılacak bir şey değil, hayatın payıdır.

Ve belki de gerçek tutunmak, kazanmakta değil; kaybetmeyi göze almakta, kaybederken bile haklı kalabilmektedir.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir