Yargıda Birlik Derneği arşivleri - Hukuk Penceresi https://hukukpenceresi.com/tag/yargida-birlik-dernegi/ Zulüm karanlığına ışık saçan pencere Thu, 16 Nov 2023 20:15:30 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://hukukpenceresi.com/wp-content/uploads/2022/06/indir-150x150.jpeg Yargıda Birlik Derneği arşivleri - Hukuk Penceresi https://hukukpenceresi.com/tag/yargida-birlik-dernegi/ 32 32 HUKUKUN ÜNSÜZ YUMUŞAMASI https://hukukpenceresi.com/hukukun-unsuz-yumusamasi/ https://hukukpenceresi.com/hukukun-unsuz-yumusamasi/#comments Thu, 16 Nov 2023 20:15:30 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9105 Türkçede sonu –k ile biten kelimelere ünlü harf ile başlayan bir ek, eklenirse kelime sonundaki –k harfi yumuşar ve g/ğ ye dönüşür. Örneğin “sokak” kelimesine belirtme / akkusativ eki -ı ekleyin, “sokağı” der ve –k harfini –ğ ye çevirirsiniz. Her dilde olduğu gibi Türkçede de istisnalar vardır. Bu istisnaların başında “Hukuk” kelimesi gelir. Yani Hukuk […]

HUKUKUN ÜNSÜZ YUMUŞAMASI yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Türkçede sonu –k ile biten kelimelere ünlü harf ile başlayan bir ek, eklenirse kelime sonundaki –k harfi yumuşar ve g/ğ ye dönüşür. Örneğin “sokak” kelimesine belirtme / akkusativ eki -ı ekleyin, “sokağı” der ve –k harfini –ğ ye çevirirsiniz. Her dilde olduğu gibi Türkçede de istisnalar vardır. Bu istisnaların başında “Hukuk” kelimesi gelir.

Yani Hukuk kelimesinin sonuna ünlü bir harf gelip eklenirse hukuk kelimesi yumuşamaz. Yumuşatır iseniz hem yazım hem konuşma bozukluğu yaparsınız.

Bu ironik ve gramatik bilgi bize ne anlatıyor. Siz ünlüler, seçilmişler, iktidara bir şekilde adı demokrasi dediğiniz (işinize gelmeyeni uygulamadığınız normları olan) sistemde gelmiş olan, hukuku siyasetin köpeği ve muhaliflerinizi yok etme aracı olarak kullandığınız yani eklenip herkesi değiştirdiğiniz sistemi hukuka uygulayamazsınız. Uygularsanız görsel olarak da dilsel olarak da tırmalar ve yanlışınız çok belirgin olur.

Hukuku yumuşatan hatta yukarda anlattığım kuralları tamamen ters edip hukuğu demekle kalmamış, sonrası guguk hale bile sokmuş bir bilinçli-bilinçsiz yapıyla karşı karşıyayız.

Kendi çıkardıkları yasalara bile kendilerinin uymadığı, daha önce yaptıkları ihale usul yasalarını her duruma göre 100 lerce kez değiştirmeleri gibi; kişiye, menfaate, telefona (siyasetten) göre hızla değiştiren bir totaliter yapı (ki ben bu yapının adını hala tam koyamıyorum çünkü sabun gibi her menfaatten pay alan sosyoloji de karşılığı kendine has olacak yepyeni bir baskı kuralsızlığı) gün geçmiyor ki yeni bir garabetle karşımıza çıkmasın .

İşine gelmeyen süreçlerde gündem değiştirme  konusunda manidar olan bu yapı şimdi tam Yalçınkaya Kararına karşı apar topar birbirine uyamayan farklı açıklamalar yapan siyasi ve siyasete düğme ilikleyen adliye, şimdi yeni bir krizi büyüterek yeniden devlet krizi çıkarıyor. İşin hukuki yönünü hukukçulara bırakarak sadece şunu desem bile hukukçu olmayan okurlar anlar. Yargıtay, ülkenin en üst düzey hukuki kurumu olan (olması beklenen) Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında verdikleri karardan dolayı suç duyurusunda bulundu.

Yargıtay başsavcısı bile dosya daha gelmedi ama hiç karşılaşılmamış bir durum, diyor. Ahh be sayın başsavcı, son 10 -15 yılda  o kadar çok karşılaşılmamış hukuksuzluk oldu ki, bu bile şaşırtmadı. Siz kanunsuz suç uydurmalardan başlayarak herkesin terörist, hain, dış güçlerin adamı, gayri milli ilan edildiği ve bunda hukukun sürekli kurallarının çiğnendiği binlerce davayı, iddianameyi görünce şaşıracaktınız.

Önceki yazımızda belirttiğimiz gibi “tuz çoktan kokmuş” tur. Her geçen gün bir öncekinden kötü olacaktır.

Amaç, AYM nin varlığını yok etmek olduğunu, bu garabet sistemin kurulmasına iktidardan fazla destek veren iktidar olmayıp muktedir olmak isteyen Devlet Bahçeli nin AYM’nin yeni sisteme göre tekrar şekillendirilmesi elzemdir, söyleminde gizliydi. Tamamen içe kapanık bir hukuk anlayışı olmasını isteyen (yani biz ne dersek kanun sayılacak, aksi teklif etmeyi bırak düşünülmeyecek, istediğimizi istediğimiz an terörist ya da kahraman edebileceğimiz, kendi koyduğumuz kuralı kendimize uymadığında anında tekrar değiştirmek) bu akıl almaz yapı şuanda iç menfaat grupları çatışması  ile gündemi belirliyor. Belki iktidar ve beslemelerini Filistin konusunda içte coşkulu dışta etkisiz, sessiz olması ikiyüzlülüğünü kapatmak istemeleri için de beklettikleri AYM değişikliğini öne çekmek olarak da okunabilir.

Kendini her şeyin üstü gören ve kuvvetler ayrılığını kendinden başka kuvvet tanımayan Erdoğan yaptığı açıklamada iki kurumun başkanları ile görüşüp arabuluculuk yapacağını bildiriyor. Nereden bakarsan tutarsızlık nerden baksan …. denilebilecek bir açıklama. Çünkü Yargı ihtilaflarında Cumhurbaşkanının hakem olması güçler ayrılığına aykırı.

CB’nin koordinasyon yetkisi yürütme ve yasama için.

Anayasada çözüm var: Bu ihtilaflarda yetki Uyuşmazlık Mahkemesi’ne ait. AYM-Yargıtay ihtilafında ise AYM kararı esastır.

Burada amaç 2010 referandumunda verilen Bireysel Başvuru kapısını kapatmak ve Anayasa Mahkemesinin kapısını tam anlamıyla Saraya ve Sarayın kolonları olan Guguk adamlarının  (Sonradan türeyen bağımlı ve düğmeli cübbe giyen)  kontrolüne almak. Belki de içerideki menfaat- güç odakları çatışmasının bir tezahürünü de izliyor olabiliriz.

Yani yazının özeti başlangıç bölümündeki Türkçe gramerinde saklıdır. Ünlüler istiyor diye hukuk yumuşar, değişir ya da eğilirse bu bir yazım, anlam yanlışı olur ve her yerde tırmalar.

HUKUKUN ÜNSÜZ YUMUŞAMASI yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/hukukun-unsuz-yumusamasi/feed/ 1
NAZİ HUKUKU, İKİLİ DEVLET VE ANAYASA MAHKEMESİ https://hukukpenceresi.com/nazi-hukuku-ikili-devlet-ve-anayasa-mahkemesi/ https://hukukpenceresi.com/nazi-hukuku-ikili-devlet-ve-anayasa-mahkemesi/#comments Fri, 28 Apr 2023 22:27:20 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9070 Türkiye’de son 7 yıldır, tıpkı Nazi Almanya’sında olduğu gibi ikili bir hukuk sistemi işlemektedir. Anayasa Mahkemesi (AYM), Yargıtay ve diğer mahkemelerin verdikleri kararlar bunu açık bir şekilde kanıtlıyor. Son olarak, değerli hukukçu Dr. Gökhan Güneş’in politikyol.com’da kaleme aldığı “AYM’nin 12 gün arayla verdiği iki farklı karar ne anlama gelmektedir?” başlıklı yazısına[1] konu iki karar bunun […]

NAZİ HUKUKU, İKİLİ DEVLET VE ANAYASA MAHKEMESİ yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Türkiye’de son 7 yıldır, tıpkı Nazi Almanya’sında olduğu gibi ikili bir hukuk sistemi işlemektedir. Anayasa Mahkemesi (AYM), Yargıtay ve diğer mahkemelerin verdikleri kararlar bunu açık bir şekilde kanıtlıyor. Son olarak, değerli hukukçu Dr. Gökhan Güneş’in politikyol.com’da kaleme aldığı “AYM’nin 12 gün arayla verdiği iki farklı karar ne anlama gelmektedir?” başlıklı yazısına[1] konu iki karar bunun en çarpıcı örneklerinden birisi. Başta AYM olmak üzere Türk Yargısı, davanın taraflarına göre farklı bir hukuk uyguluyor ve bu uygulama bize Nazi Almanya’sında görülen ikili hukuk sistemini, kısaca “Nazi Hukuku”nu hatırlatıyor.

Nazi Almanya’sındaki ikili hukuk sistemini o dönemde avukatlık yapmış bir hukukçu olan Ernst Fraenkel özetle şöyle belirtiyor: Hitler, 27 Şubat 1933 akşamı Almanya parlamentosu Reichstag’ta çıkan yangından[2] bir gün sonra çıkardığı “Milletin ve Devletin Korunmasına Dair Olağanüstü Hal Kararnamesi” ile temel hak ve özgürlükleri askıya alır. Ernst Fraenkel’e göre, bu tarihten itibaren Almanya’da devletin ikili bir görünümü vardır: Kendini hiçbir biçimde hukukla bağlı saymayan bir “tedbir devleti” ile en azından mevcut kanunlar uyarınca işleri yürütmeye çalışan bir “norm devleti” yan yana ve iç içedir. Tedbir devleti hukukî öngörülebilirliğin temelini oluşturan genel normlara tâbi olmaksızın “siyasi karar” ve “durumun icapları” (konjonktür) uyarınca hareket ederken, norm devleti yürürlükteki kanunlar ve mahkemelerin tesis ettiği hükümler uyarınca işler. Siyasi bir karar ve devletin âli menfaatleri söz konusu olmadığında, örneğin, adli davalar, ticaret hukuku, mülkiyet, borçlar ve iş hukuku gibi konularda, mahkemeler “normu” uygulamaya özen gösteriyor. Yani sadece bu tür kararlara bakınca “hukuk işliyor” sanırsınız. Devletin müdahale etme gereği duyduğu siyasi konularda ise (komünistler, Yahudiler, kapitalist düzen), tedbir devleti devreye giriyor. Yani, aynı idare ve hâkimler, iki farklı hukuk uyguluyor (düşman ve vatandaş hukuku). Siyasal alanın sınırlarını, hangi durum ve meselelerin kamu düzenini, milli güvenliği ve devletin bekasını ilgilendirdiğini, genel hukuk normları uyarınca mı yoksa tedbir devleti tarafından mı ele alınacağını takdir etmek bizzat tedbir devletinin işidir. Norm devletinde önceden bilinen kurallara göre hareket edilirken, tedbir devletinin dayanağı 28 Şubat 1933 tarihli olağanüstü hal kararnamesi. “Devlet için tehdit oluşturan bütün hareketlerle mücadele etme görevi” veren bu kararname ile tüm sınırlar kaldırılmış.[3]

Nazi Almanya’sındaki bu tablo bizim için de oldukça tanıdık. Siyasi iktidarın “Allah’ın lütfu” olarak nitelediği ve sonrasında gerek OHAL ilanı ve bu dönemde çıkarılan OHAL KHK’leri ile gerekse aynı dönemde yapılan Anayasa değişikliği ile yeni bir düzen (tek adam rejimi) inşası için başlangıç teşkil eden 15 Temmuz 2016 tarihli şaibeli girişimden sonra, ülkemizde de gerek mahkeme kararları, gerekse idari işlemlerde aynı ikili devletin varlığı göze çarpmaktadır. Bu ayrım, devletin, yönetimindeki insanları “vatandaş” ve “düşman” olarak sınıflandırması ile de yakından ilgilidir. Devletin “düşman” tanımlamasına uyan kişi veya topluluklara karşı “tedbir devleti” tarafından “düşman hukuku” uygulanırken, bu kapsama girmeyen vatandaşlar için “norm devleti” devrededir ve normal hukuk kuralları uygulanmaktadır. Norm devleti, önceden belirlenmiş olan hukuk kurallarına göre hareket ederken, tedbir devletinin dayanağı, siyasi konjonktüre göre değişebilen ve “Kırmızı Kitap” adıyla bilinen MGK kararları ve OHAL KHK’larıdır ve “devletin bekası”, “milli güvenlik” gibi kaygılarla hareket etmektedir. Hukuk kuralları yasa ile önceden belirlenmiş olduğu halde “düşman” sınıfında sayılan kişilere karşı bu kurallar değil, kapsam ve sınırlarını tedbir devletinin “dilediğince” belirlediği “durumun gerektirdiği tedbirler” uygulanmaktadır. Tedbir devleti, devletin “faşist/ceberut” yüzünü yansıtırken, norm devleti “hukuka bağlılık” görüntüsü vermektedir. Sınırları belirleme yetkisi sadece tedbir devletine aittir. Norm devleti, bu sınırlar içerisinde kalmak ve “hukukun işlediği” görüntüsü altında “nisbi bir normallik” sağlamakla görevlidir, belirlenen sınırları aşamaz, aksi halde “devletin bekası” tehlikeye düşebilir. Örneğin, tedbir devletinin “tehlikeli”, hatta sadece “şüpheli” gördüğü kişiye karşı normal hukuk kurulları uygulanmaz.

Türk Yargısı’nın Gülen Hareketi’ne karşı bakışı tam olarak böyledir. Gülen Hareketi’ne karşı düşman hukuku uygulanırken, rejimin bu “düşman” sınıflandırması kapsamına girmeyen, yani “vatandaş” kabul edilen kişilere karşı normal hukuk uygulanmaktadır. Kararları alt derece mahkemeler için bağlayıcı olan veya emsal teşkil eden AYM ve Yargıtay’ın kararları bu konuda yerleşik bir hal almıştır ve arık bu ayrımcı kararlar kör gözlere sokarcasına ve hiçbir hukuk ve adalet kaygısı gözetilmeden fütursuzca verilebilmektedir. Yazının başında değindiğimiz Dr. Gökhan Güneş’in makalesine konu iki karar örneği bunun en açık ve somut kanıtlarından birisi olarak yargı tarihindeki yerini almıştır. Buna göre AYM, 6.10.2022 tarihli Ahmet Aslan kararında başvurucunun durumunu PYD-YPG terör örgütü hakkındaki yargı kararının kesinleşme tarihine göre değerlendirerek, kesinleşme tarihinden önceki eylemin suça konu edilmesinin ifade özgürlüğü ve cezaların kanuniliği ilkesini ihlal ettiğine karar vermiş iken, 12 gün sonra verdiği Bilal Celalettin Şaşmaz kararında tamamen farklı bir hukuk uygulamıştır. AYM, Gülen Hareketi’ne yönelik davalardaki eylemlerin, Gülen Hareketi’nin “hukuk alanında bir terör örgütü olarak kabul edilmesinden” önce işlenmiş olduğunu tespit etmiş(P. 49), ancak buna rağmen, Gülen Hareketi bakımından kesinleşmiş yargı kararının suçun unsurlarından biri olmadığını, aksi halde eylemlerin unsur yokluğu nedeniyle cezasız kalacağını belirterek(P. 50) bu davalarda kesin yargı kararına gerek görmemiştir. AYM, aşağıda belirtileceği üzere 17-25 Aralık 2013 sonrasında MGK ve Bakanlar Kurulunda alınan ve yargıya da dikte ettirilen “yok etme” kararının, yani soykırım politikasının farkındadır ve bu politikayı boşa düşürmemek için “terör örgütü olarak kabulünden” önceki eylemlerin cezalandırılmasını meşru görmüştür. Üstelik bu eylemler ByLock kullanma, BankAsya’ya para yatırma, yasal bir sendikaya/derneğe üye olma, dini sohbete katılma, KHK ile kapatılan kurumda çalışma gibi tamamen yasal, suç unsuru taşımayan, işlendiği tarihte suç sayılmayan, temel hakları kullanmaktan ibaret eylemlerdir. Birbirine taban tabana zıt bu iki karar, açıktır ki Gülen Hareketi’ne karşı uygulanan düşman hukukunun (soykırım politikasının) bir sonucudur ve yukarıda açıklanan “ikili devlet” anlayışını yansıtmaktadır. AYM bu ayrımcı kararıyla “suçüstü” yakalanmıştır ancak bu karar türünün tek örneği değildir. Son 7 yıllık yargı pratiğinde bu karar gibi binlerce örnek vardır ve bu kararlarda Gülen Hareketi’ne karşı normalden farklı bir uygulandığı açık bir şekilde görülmektedir.

Bu ayrımcı uygulamanın temelinde devletin Gülen Hareketi’ne karşı yürüttüğü soykırım politikası vardır ve dayanağı ise “Kırmızı Kitap” olarak bilinen “Milli Güvenlik Siyaset Belgesi” dir. TBMM Başkanı Mustafa Şentop Kırgızistan’da yaptığı bir konuşmada, “FETÖ’yü yok edene kadar mücadelemizi sürdüreceğiz. Bu, bir devlet kararlığıdır, devlet kararıdır.” demiş,[4] Erdoğan Rejiminin “FETÖ/PDY” olarak isimlendirdiği Gülen Hareketi’ni yok etmenin bir devlet kararı olduğunu vurgulamıştı. Peki bu “devlet kararı” nedir, nerede, nasıl alınmıştır?

Bu konunun devletin milli güvenlik siyaseti kapsamında ele alındığı anlaşılmaktadır. Anayasaya göre Devletin milli güvenlik siyaseti Milli Güvenlik Kurulunca belirlenir ve tavsiye olarak Cumhurbaşkanına (Nisan 2017 öncesinde Bakanlar Kurulu’na) bildirilir ve Cumhurbaşkanı tarafından değerlendirilir (AY m.118/3). MGK kararları, “Gizli Anayasa” olarak da tabir edilen, erişilebilir ve öngörülebilir olmayan, resmen gizli bir belge olan ve içeriği halk tarafından bilinmeyen, TBMM üyelerinin dahi bilgisi dahilinde olmayan, hukukun kaynakları arasında yer almayan “Milli Güvenlik Siyaset Belgesi”ne, kamuoyunca bilinin adıyla “Kırmızı Kitap”a kaydedilir. MGK kararları hükümete tavsiye niteliğinde olup, bağlayıcılığı da yoktur.

17-25 Aralık 2013 tarihli rüşvet ve yolsuzluk operasyonlarının yapıldığı tarihte Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan, bu operasyonlardan Gülen Hareketi’nin sorumlu tuttu ve “paralel yapı” ithamıyla Gülen Hareketi’ne karşı elindeki tüm devlet olanakları ve medya gücüyle bir savaş başlattı. Gülen Hareketi mensuplarının “A’dan Z’ye bedel ödeyeceklerini”[5] ve onlardan “hesap soracaklarını” söyledi. Bu hedefe ulaşmak için öncelikle bir “devlet kararı” ile Gülen Hareketi’ni terör örgütü olarak kabul ve ilan ettirmek istiyordu.[6] Bunun için de önce MGK’dan, sonra Bakanlar Kurulu’ndan karar çıkartacak ve bu kararları yargı organlarına dikte ettireceklerdi. Erdoğan 29.4.2015’te, “Ya bu devletin varlığını kabul edecekler ya yok olacaklar. MGK’dan sonra kararlarımız çok farklı devam edecek.”[7]; 12.5.2015’te ise “Yargı bundan sonra Kırmızı Kitaba göre karar verecek. Kırmızı Kitap’a girdikten sonra burada yargı mercilerinin de bakışı değişecek. Çünkü bu milli güvenlikle ilgili bir durum.” [8] demişti. Erdoğan, 2014 yılı başlarından itibaren konuyu MGK gündemine taşıdı ve nihayet “Yargı bundan sonra Kırmızı Kitaba göre karar verecek” talimatından 1 yıl sonra, 26.5.2016 tarihli MGK toplantısında “Bir terör örgütü olan paralel devlet yapılanması” ibaresi kullanıldı.[9] Ertesi gün Erdoğan, MGK kararını Bakanlar Kurulu’na gönderdiklerini, (Gülen Harekete’ni) terör örgütü olarak tescil edeceklerini belirterek “Bunlar da aynı kategoride yargılanma sürecinin içerisine girecekler.” dedi.[10] 3 gün sonra, 30.5.2016’da, Numan Kurtulmuş Hükümet adına yaptığı açıklamada “MGK kararının gerektirdiği her şey hem Hükümet, hem gerekli yargı birimleri tarafından yerine getirilecektir.” dedi.[11] Böylece, Gülen Hareketi’ne karşı, yargı organları dâhil devlet olarak topyekûn mücadele edildiği ve bunun yerine getirilmesi için yargıya talimat verildiği ve bu konuda yargının bir silah olarak kullanıldığı soykırım süreci başlatılmış oldu.

Oysa MGK kararlarının yazılı olduğu “Milli Güvenlik Siyaset Belgesi (Kırmızı Kitap)”, erişilebilir ve öngörülebilir nitelikte olmayan gizli bir belgedir ve hukukun kaynakları arasında da değildir. Erdoğan’ın “Yargı Kırmızı Kitaba göre karar verecek” sözleri, devletin yargı üzerindeki egemenliğini ifade etmektedir. Ayrıca kuvvetler ayrılığının ortadan kalktığını ve yargı bağımsızlığının bulunmadığını göstermektedir. Nitekim yargı organları da iktidarın ve MGK’nın bu tahakkümüne ve kendilerine görev/talimat vermesine boyun eğdiler.[12] Erdoğan’ın 17-25 Aralık 2013’ten sonra “paralel yapı ile mücadele” adı altında başlattığı süreç, yani Gülen Hareketi’ni bitirmeye yönelik karar, işlem ve uygulamalar, “Devletin milli güvenlik siyaseti” kapsamında yürütüldü. Yargı organları da verdiği kararlarla bu “devlet kararına” bağlılıklarını kanıtladılar. Böylece Nazi Almanya’sından sonra “ikili devlet” yeniden ortaya çıktı: Gülen Hareketi mensuplarına karşı devletin soykırım politikası çerçevesinde düşman hukuku, diğer vatandaşlara karşı normal hukuk.

Esasında Anayasa’nın 38/4, 9 ve 6/3 maddeleri ile BM MSHS’nin 14 ve AİHS’nin 6. maddeleri birlikte değerlendirildiğinde, MGK ya da Bakanlar Kurulu, masumiyet karinesini ihlal ederek, hiçbir kimseyi ve hiçbir topluluğu suçlu ilan edemez. Bu görev münhasıran yargıya aittir. Bu iki organın yargılama yetkisi olmadığı gibi, mahkeme yerine geçerek kişi ya da kişi gruplarını suçlu ilan etme yetkisi de yoktur. Yine bir yapının terör örgütü olduğu konusundaki karar bağımsız ve tarafsız mahkemelerce verilmelidir. Bağımsızlığını ve tarafsızlığını yitiren, dışarıdan gelen baskı ve talimatlara açık olan ve baskı altında çalışan, devletin ve hükümetin güdümünde, konjonktürel ve politik kaygıları gözeterek karar veren mercilerce verilen kararların bağımsız ve tarafsız bir yargı kararı olduğu da söylenemez.

Ne yazık ki temel hak ve özgürlükleri koruma görevi bulunan ve bu konuda iç hukukta en yüksek ve en son başvuru mercii olan AYM, belirtilen süreç içerisinde Kırmızı Kitap’a göre karar veren ilk mahkeme olmuştur. AYM, yukarıda bahsi geçen 6.10.2022 tarihli Ahmet Aslan kararında bir yapının terör örgütü olduğu hususunda kesinleşmiş yargı kararı aramasına mukabil, 15 Temmuz 2016 sonrası sürecin en başında verdiği bir kararda Gülen Hareketi hakkında hiçbir yargı kararı olmamasına karşın MGK kararını baz alarak karar vermiş ve o tarihten beri de bu davalarda aynı anlayışını sürdürmüştür. AYM 2 üyesinin ihracına ilişkin 4.8.2016 tarihli kararında, MGK kararını yargı kararı yerine koymuştur.[13] AYM’nin, KHK’lar hakkında açılan iptal davalarında, KHK’ya dayalı ihraçlara yönelik bireysel başvurularda (örneğin C.A.(3) kararı), 15 Temmuz’u konu edinen kararlarda (örneğin Aydın Yavuz ve diğerleri kararı), kurumların kapatılması ve malvarlıklarının Hazineye devrine ilişkin KHK’larla ilgili kararlarında,[14] Bank Asya ve ByLock (örneğin Ferhat Kara kararı) gibi Gülen Hareketi’ne yönelik davalarda, hak ve özgürlükleri korumak yerine “milli güvenlik siyasetini” ön planda tuttuğu ve bunun dışına çıkmamak ve hak sınırlamalarını meşru göstermek için çabaladığı görülmektedir. AYM’ye göre bu davalarda A’dan Z’ye herkes aynı konumdadır, örneğin bir ordu komutanı ile bir belediyedeki sözleşmeli temizlik görevlisi arasında fark yoktur; Gülen Hareketi’ne mensup/iltisaklı ise şayet, herhangi bir eylemi olmasa bile, her ikisi de milli güvenlik için bir tehdittir ve cezalandırılmalıdır. Veya bir fakültenin barış akademisyeni dekanının KHK ile ihracı meşru değilken, Gülen Hareketi’ne mensup bir akademisyenin, hatta sıradan bir memurun ihracı meşrudur.[15] KHK ile ihraç edilenlerin iade talepleri “kurum kanaati” gerekçesiyle reddedilmektedir. “Kurum kanaati”nin mucidi de AYM’dir. AYM, 4.8.2016 tarihli kararında iki üyenin ihracına gerekçe olarak somut delil gösterememiş, ancak “(diğer)üyelerin kanaatleri” gibi sihirli bir formülle, bu hukuksuzluğa da öncülük etmiştir(P. 97-98).

AYM, soykırım politikasının icrası için siyasi iktidar tarafından ortaya atılan ve hukukta yeri olmayan “irtibat/iltisak” kavramını meşrulaştırmış ve böylece Gülen Hareketi mensubu veya Hareket ile ilişkili kişilerin A’dan Z’ye aynı torbaya koyarak cezalandırılmasının yolunu açmıştır. AYM kararları, Erdoğan’ın “Bu örgütün içinde yer alanların A’dan Z’ye bedelini ödemesi lazım.” sözünün yargı kararlarıyla icraya konulduğunu ve AYM eliyle de meşrulaştırıldığını göstermektedir. Gerçekten de A’dan Z’ye bir cezalandırma söz konusudur.

AYM, “Devletin milli güvenlik siyaseti”nden taviz vermemek için, yani “Kırmızı Kitap”a veya daha gerçekçi bir deyişle devletin soykırım politikasına bağlılık uğruna AİHM kararlarını, uluslararası sözleşmeleri ve evrensel hukuk ilkelerini dahi uygulamamaktadır. Bunun en tipik örneği AYM’nin Yıldırım Turan kararıdır (B. No: 2017/10536, 4.6.2020). AYM, adı geçen kararında, milli güvenlik siyasetinin aksine karar vermemek için, “Türk mahkemelerinin AİHM’e göre çok daha iyi konumda olduğu” gerekçesiyle AİHM’in eski AYM üyesi Alparslan Altan ve eski Hâkim Hakan Baş hakkındaki ihlal kararlarına uymayacağını açıklamıştır. AİHM, süreç içerisinde 960 yargı mensubunun başvurusunda tutuklamanın haksız olduğuna karar verdiği halde, bugüne kadar AYM ve diğer yargı mercilerinin hiçbirisi bu kararlara uymamıştır.

Devletin 17-25 Aralık 2013 sonrasında MGK kararlarıyla açıkça ilan ettiği yeni düşman Gülen Hareketi’dir. Yukarıda AYM ile ilgili bir kısım örnekler verilmiş ise de, başta terör suçlarına bakan Yargıtay 3. CD. (16.)[16] olmak üzere diğer tüm mahkemeler, Gülen Hareketi’ne karşı, “ikili devlet” tanımlamasındaki tedbir devletinin belirlediği “soykırım politikası” çerçevesinde ayrımcı kararlar vermektedirler. AYM ve diğer mahkemeler, bu davalarda önceden belirlenmiş yazılı hukuk kurallarına göre değil, tedbir devletinin “durumun gerektirdiği ölçü” kriteriyle politik amaç ve çıkarlarına göre ihdas ettiği mer’i ve evrensel hukuka aykırı bir takım kurallara, kısacası “düşman hukukuna” göre hüküm kurmaktadırlar. Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin Birol Erdem kararı bu ayrımcılığın tipik bir örneğidir. Adalet Bakanlığı eski Müsteşarı ve eski HSYK üyesi Birol Erdem hakkında mevcut hukuki normlara göre “üzerine atılı suçu işleme kastı bulunmadığı” gerekçesiyle beraat kararı veren yargı, TCK’nın 21. maddesine göre suçun zorunlu unsurlarından olan “suç kastını” Gülen Hareketi davalarındaki diğer yüzbinlerce kişi hakkında uygulamamış, hatta bu konuyu tartışma konusu bile yapmamış, TCK’nın 21. maddesini adeta yok saymışlardır.[17]

Yargıyı ele geçirerek kontrolsüz bir güce ulaşan iktidar, zaman içerisinde bu düşman hukukunu Kürtler ve diğer muhalif kesimlere karşı da uygulamıştır. Yargının; Osman Kavala, Selahattin Demirtaş, Ömer Faruk Gergerlioğlu, Canan Kaftancıoğlu, Ekrem İmamoğlu gibi isimler hakkında verdiği kararlar buna örnektir. Tedbir devleti düşman hukuku uygularken, genel olarak “terör” bahanesine sarılmakta, kendisine muhalefet eden herkesi “terörist” olarak yaftalamakta ve düşman gördüklerini güdümündeki yargı silahıyla vurmaktadır.

İlginçtir; Nazi Almanya’sında, devlet için tehdit oluşturan komünistlerden olmadıkları halde bazı Hıristiyan cemaatler “komünizmin komünistlerden ibaret olmadığı” gerekçesiyle tedbir devletinin uygulamalarından nasiplerini alırken, ülkemizde de belirlenen düşman konseptine uymadığı halde cezalandırılan muhalif veya “siyasi hedef” kişiler hakkında “terör örgütüne üye olmamakla birlikte” gerekçesine sığınılmaktadır. Örneğin; Büyükada Davası’nda yargılanan hak savunucuları, Rahip Brunson, Sözcü Gazetesi yazarları hakkında verilen mahkûmiyet kararları bu niteliktedir.

Öte yandan AYM’de ağırlıklı olarak Erdoğan ve partisinin seçtiği üyelerden oluşan, siyasi konularda iktidar lehine blok oy kullanan bir çoğunluk oluşmuştur. Bugün itibariyle mevcut 15 üyeden 5’i önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından, 7 üye Erdoğan tarafından ve 3 üye TBMM tarafından, dolayasıyla Meclis’te çoğunluğa sahip iktidar tarafından seçilmiştir. Bu tabloya, Anayasal zorunluğa rağmen bazı AYM kararlarının alt derece mahkemeleri tarafından uygulanmaması, Can Dündar, Ömer Faruk Gergerlioğlu, Barış Akademisyenleri, HDP’ye Hazine yardımı üzerine konulan blokajın kaldırılması kararları gibi iktidarı hoşnut etmeyen kimi kararlara karşı iktidar ve ortaklarının, alt derece mahkemeyi direnmeye çağırma, mahkemeyi kapatma tehdidi veya teröre destek olma gibi ithamlara varacak ölçüde ağır bir şekilde baskı kurmaları, AYM’nin “bağımsız ve tarafsız bir mahkeme” için gereken kriterleri karşılamadığını göstermektedir.

Bu noktada AYM üyeleri Selahaddin Menteş ve Basri Bağcı’nın kurucu üyesi oldukları Yargıda Birlik Derneği’nden de söz etmeliyiz. Zira bu husus adı geçenlerin tarafsızlığı ve devletin “yok etme” kararı ile yakından ilgilidir. İktidar, yargı içerisinde bir grup hâkim-savcıyı Yargıda Birlik Platformu/Derneği (YBP/YBD) adı altında örgütlemiş, bu yolla 17-25 Aralık’ın hemen ardından 12 Ekim 2014 tarihinde yapılan HSYK seçimlerine müdahale ederek bu seçimi kendi güdümündeki bu örgütün kazanmasını sağlamış, bir takım yasal değişikliklerle beraber yargıyı tamamen kendi kontrolü altına almıştır. YBD mensubu hâkim-savcılar, iktidarın tüm devlet kurumlarını da yanına alarak hedef gösterdiği Gülen Hareketi’ne karşı devletin yanında olduklarını ve birlikte mücadele edeceklerini açıklamışlardır. Onlar için bu mücadelenin anlamı, yukarıda da sözü geçtiği üzere, söz konusu yapı mensuplarının A’dan Z’ye cezalandırılması, bedel ödetilmesidir. Meclis Başkanı Mustafa Şentop’un açıkça ifade ettiği üzere bu bir “yok etme” kararıdır. İşbu karar, yargı marifetiyle uygulanmaktadır. Böylece Türk Yargısı, Erdoğan Rejiminin elinde bir soykırım silahına dönüştürülmüştür.

Erdoğan tarafından AYM’ye üye seçilen Selahaddin Menteş ve Basri Bağcı, Adalet Bakanı Müsteşar Yardımcısı oldukları dönemde, YBP/D’nin kurucu üyesi olmuş,[18] YBP/D tarafından düzenlenen toplantılara katılmışlar,[19] çalışmalarına destek olmuşlardır. Yine Erdoğan tarafından üye seçilen ve YBD’yi destekleyen İrfan Fidan, 25 Aralık yolsuzluk dosyasını kapatan ve bundan dolayı terfi verilerek ödüllendirilen 3 savcıdan birisidir ve 17-25 Aralık soruşturmalarını yürüten polislere ve Gülen Hareketi’ne karşı yürütmenin isteği doğrultusunda pek çok soruşturma açmış, Başsavcı olduğu dönemde Gülen Hareketi’ne karşı hasmane açıklamalar yapmış ve dolayısıyla tarafını belli etmiştir. Erdoğan’ın seçtiği diğer isimlerden Yıldız Seferinoğlu’nun üye seçilmeden önce sosyal medya hesabından Gülen Hareketi’ne yönelik davaların hukukiliğine yönelik paylaşımları da tarafsızlığına gölge düşüren niteliktedir. Bütün bu hususlar birlikte nazara alındığında, adı geçen üyelerin Gülen Hareketi’ne yönelik davalarda tarafsız kalacakları şüphelidir; en azından tarafsız bir görünüme sahip olmadıkları açıktır.

AYM’de dava konusunun niteliğine göre; “Devletin milli güvenlik siyasetini(Kırmızı Kitabı)” ilgilendiren,[20] başka deyişle “milli güvenlik” kaygısının ön plana çıktığı kararlarda “oybirliği”, bunun dışında kalan konulardan siyasi iktidarı denetleyen ve iktidarın önem verdiği güncel kararlarda iktidar lehine “oyçokluğu” (blok oy) göze çarpmaktadır.[21] Erdoğan ve partisi tarafından seçilen ve sayısal çoğunluğu elinde bulunduran üyelerin, siyasi konularda, önemli ve kritik dosyalarda, iktidarı hoşnut edecek şekilde hak ve özgürlükler aleyhine karar aldıkları, blok halde hareket ettikleri görülmektedir. Bunun sonucunda, siyasi iktidarı denetleyici ve özgürlükçü kararların önü kesilmiş, kuvvetler ayrılığı ilkesi ciddi biçimde zarar görmüş ve siyasi iktidar lehine bir yargı vesayeti oluşmuştur. Konjonktüre göre tavır alan, siyasi iktidarın çıkarlarını gözeten ve bunu yaparken de hak ve özgürlükler aleyhine karar alabilen hâkimlerin bağımsız ve tarafsız oldukları iddia edilemeyeceği gibi, böyle hâkimlerden oluşan bir mahkemenin bağımsız ve tarafsız bir mahkeme ve etkin bir iç hukuk yolu olduğu da söylenemez.

Sonuç olarak, Anayasa Mahkemesi, Türkiye’de Gülen Hareketi mensuplarına yönelik “FETÖ/PDY” iddiasıyla yürütülen davalar ile bir kısım muhaliflere karşı açılan davalardaki hak ihlallerine karşı bağımsız, tarafsız ve etkin iç hukuk yolu olma vasfını kaybetmiştir. AYM, söz konusu kapsama dâhil olan başvurularda insan hakları temelli değil siyasi rejimin bakış açısı ile değerlendirmeler yapmakta, “milli güvenlik”, “devletin bekası” gibi kaygılarla ve “özgürlükçü” değil, “devletçi” bir yaklaşım sergilemektedir. Üye yapısı, üyelerin atanma biçimi, dışarıdan baskılara karşı açık olmaları, siyasilerden gelen kapatma tehdidi, teröre yardımla itham edilerek baskı kurulması, verdiği kimi kararların alt mahkemelerce uygulanmaması ve nihayet belirtilen davalarda verdiği taraflı ve konjonktürel/siyasi kararlar AYM’nin bağımsız ve tarafsız bir mahkeme olmadığını ve mevcut rejimin çıkarlarını gözeten bir vesayet kurumuna dönüşmüş olduğunu göstermektedir.

Görüldüğü üzere, Alman hukukçu Ernst Fraenkel’in Nazi Hukukuna ilişkin tespitleri ile ülkemizdeki fiili durum neredeyse aynıdır. Bazı yönleriyle bizdeki durumun daha vahim olduğu bile söylenebilir. Ülkemizde şu anda işleyen hukuk sisteminin evrensel hukuk normlarıyla hiçbir ilgisi yoktur. “İkili devlet” tanımlamasına tıpatıp uyan bu sistem tipik bir Nazi Hukukudur.

 

 

 

 

 

 

 

[1] https://www.politikyol.com/aymnin-12-gun-arayla-verdigi-iki-farkli-karar-ne-anlama-gelmektedir/

[2] “REİCHSTAG YANGINI İLE 15 TEMMUZ DARBE GİRİŞİMİ ARASINDAKİ BENZERLİKLER” için bkz https://twitter.com/YusufMetin_KHK/status/1150475166452834304?s=19

[3] https://www.birikimdergisi.com/dergiler/birikim/1/sayi-354-ekim-2018-354-ekim-2018/9132/diktatorluk-kuramina-bir-katki-ernst-fraenkel-ve-ikili-devlet/9135 

https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2020/06/25/yasama-yurutme-yargifuhrer/

[4] https://kronos35.news/tr/sentop-kirgizistanda-fetoyu-yok-edecegiz-bu-bir-devlet-kararidir/

[5] http://www.sabah.com.tr/gundem/2015/04/28/bedelini-odeyecekler

   http://www.hurriyet.com.tr/gundem/28850256.asp

[6] 12.03.2014 tarihinde Kanal24 televizyonunda canlı yayınlanan bir program esnasında kendisi ile röportaj yapan gazeteci Mustafa Karaalioğlu’nun Gülen Hareketi hakkında “Cemaat” tabirini kullanması üzerine Erdoğan’ın sert bir şekilde müdahale ederek; “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma, örgüt var, niye korkuyorsun, örgüt var, bir hareket olamaz, örgüt var, cemaat de diyemezsin” şeklindeki sözleri Erdoğan’ın bu amacını yansıtan en çarpıcı örneklerden bir tanesidir (http://www.hurriyet.com.tr/gundem/25995066.asp).

[7] http://www.hurriyet.com.tr/gundem/28862429.asp

[8] http://www.aksam.com.tr/siyaset/paralel-yargiya-karsi-tutuklamalar-surecek/haber-404841

http://www.zaman.com.tr/politika_erdogan-yargiya-yeni-gundem-verdi_2294062.html

http://www.habererk.com/siyaset/erdogandan-u-donusu/15294

[9] MGK kararlarının özet kronolojisi için bkz: Anayasa Mahkemesi’nin 04.08.2016 tarih ve 2016/6 (Değişik İşler) ve 2016/12 karar sayılı (AYM Üyeleri Alparslan Altan ve Erdal Tercan’ın meslekten ihraçlarına ilişkin) kararı.

[10] https://www.hurriyet.com.tr/gundem/erdogandan-chpye-cok-sert-hakaret-tepkisi-40109914

Erdoğan bu sözleri sarf ettiği sırada, Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay başkanları ön sıralarda dinleyiciler arasında yer almış ve Cumhurbaşkanının ana muhalefet partisini eleştiren beyanlarını müteakip alkış tuttukları gözlenmiş, bu durum medyaya yansımıştır.

[11] http://www.kamupersoneli.net/gundem/30-mayis-2016-bakanlar-kurulu-toplantisi-h4308.html

[12] İktidarın koordinesinde önce platform olarak kurulan, sonra dernekleşerek Yargıda Birlik Derneği adını olan örgüte üye yargı mensupları “Yürütmeyle uyumlu çalışacağız, Devletimizin yanındayız” diyerek bu kapsamda soykırım politikasının hizmetkârı oldular.

[13] Anayasa Mahkemesi’nin 04.08.2016 tarih ve 2016/6 (Değişik İşler) ve 2016/12 karar sayılı (AYM Üyeleri Alparslan Altan ve Erdal Tercan’ın meslekten ihraçlarına ilişkin) kararından:

“P. 17.     Süreç içinde Milli Güvenlik Kurulu (MGK) tarafından FETÖ/PDY’nin milli güvenliği tehdit ettiğine, bir terör örgütü olduğuna ve diğer terör örgütleri ile işbirliği yaptığına dair kararlar verilmiştir.

  1. 18. Bu bağlamda MGK Genel Sekreterliği tarafından Kurul toplantılarına ilişkin basın duyurularının FETÖ/PDY ile ilgili değerlendirme yapılan kısımları şöyledir:

  1. 97. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun, Üyeler Alparslan ALTAN ve Erdal TERCAN hakkında 667 sayılı KHK’nın 3. maddesi uyarınca yapacağı değerlendirme, anılan üyelerin MGK’ca devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplardan MGK kararlarında ifade edildiği şekliyle (bkz. § 18) “Paralel Devlet Yapılanması” ile “üyelik”, “mensubiyet”, “iltisak” veya “irtibat” şeklinde herhangi bir bağlarının olup olmadığına ilişkindir. Yukarıda ifade edildiği üzere bu değerlendirme için Genel Kurulun salt çoğunluğunda anılan üyelerle ilgili oluşacak “kanaat” yeterlidir.”

[14] https://kronos36.news/tr/aym-eski-raportoru-dr-selami-er-yazdi-geyiklere-bundan-boyle-dag-baligi-diyelim/

[15] https://twitter.com/KeremALTIPARMAK/status/1486325479086960644?t=nCSgj-hczR4OjZQ8U-90ug&s=19

[16] Örneğin, Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin ilk derece mahkeme sıfatıyla verdiği ve sonrasında bütün mahkemelerce referans alınan 24.04.2017 tarihli ve 2015/3 E., 2017/3 K. sayılı kararında, Daire, söz konusu yapının bir “terör örgütü” olduğu yönündeki kabulünü, Milli Güvenlik Kurulunun yukarıda belirtilen 26.5.2016 tarihli kararı ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nün bir raporuna dayandırmaktadır.

[17] https://www.politikyol.com/yargitay-ceza-genel-kurulunun-birol-erdem-karari-ne-anlama-gelmektedir/

[18] https://m.star.com.tr/guncel/paralel-isyani-yargida-birlik-platformu-getirdi-haber-873991/

[19] https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/yargida-cemaate-karsi-yeni-ittifak-64117

https://www.milliyet.com.tr/gundem/hsyk-seciminde-gozler-cemaatte-1915720

[20] AYM Başkanı Zühtü Arslan’ın, “Bizin için milli güvenlik meselesidir” diyerek Can Dündar kararını eleştiren Erdoğan’a cevap olarak, Doğu ve Güneydoğu’daki “sokağa çıkma yasakları” konusunda yapılan başvuruları “Devletin milli güvenlik politikaları çerçevesinde” reddettiklerine ilişkin sözleri,  verilen kararlarda devletin milli güvenlik siyasetinin gözetildiğini kanıtlamaktadır. http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/522133/Sizin_isiniz_Guvenlik__bizim_isimiz_Ozgurluk.html

[21] https://amp.dw.com/tr/hdpnin-kaderi-aymdeki-kritik-dengede-anahtar-2-%C3%BCyede/a-56925923?__twitter_impression=true

https://twitter.com/YusufMetin_KHK/status/1495120097245020170?t=nLEAdwhF1hPrBo8VTfu2LQ&s=19

NAZİ HUKUKU, İKİLİ DEVLET VE ANAYASA MAHKEMESİ yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/nazi-hukuku-ikili-devlet-ve-anayasa-mahkemesi/feed/ 1
Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (3.Bölüm) https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi-3-bolum/ https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi-3-bolum/#comments Wed, 08 Feb 2023 00:40:41 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9049 Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (3. Bölüm) Toplantıyı idare eden Selahattin Menteşe “Başka soru sormak veya katkı sunmak isteyenler varsa söz hakkı verebiliriz.” dedi. Sait bey elini kaldırarak söz istedi. Sahnedeki heyet söz versek mi vermesek mi diye kendi aralarında konuşurken, eline mikrofonu almayı başaran Sait bey, “Değerli meslektaşlarım hepinizi saygıyla selamlıyorum. […]

Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (3.Bölüm) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı”

(3. Bölüm)

Toplantıyı idare eden Selahattin Menteşe “Başka soru sormak veya katkı sunmak isteyenler varsa söz hakkı verebiliriz.” dedi. Sait bey elini kaldırarak söz istedi. Sahnedeki heyet söz versek mi vermesek mi diye kendi aralarında konuşurken, eline mikrofonu almayı başaran Sait bey, “Değerli meslektaşlarım hepinizi saygıyla selamlıyorum. Endişeye mahal yok! Toplantıyı sabote etmek için söz almadım. Sadece yapılan konuşmalar nedeniyle müsaadenizle birkaç cümle ile açıklama yapmak istiyorum.” dedi.

Bu sırada yan masalardan laf atarak, “Kes traşı, buraya seni dinlemeye gelmedik”, “Tamam bu arkadaş konuştu, alın mikrofonu” diyen üç beş kişi oldu. Karakter olarak sert ve ciddi bir mizaca sahip olan eski bürokrat Sait bey, yargı mensubundan çok meyhane fedaisi ağzıyla laf atan bu insanlara hışımla dönüp -siz beni iyi tanırsınız dercesine- kaşlarını çatıp gözlerini kısarak bakınca bu kişiler – gayr-i ihtiyari – süt dökmüş kedi gibi oldular. Masa ve sandalyeleri arasında ufaldıkça ufaldılar. Zira yaygara yapan bu zevatın cemaziyelevvellerini ve meslekte ne haltlar karıştırdıklarını Sait bey çok iyi biliyordu. Sinmeleri bunun sonucuydu!

Sait bey devamla, “Toplantı salonu dışında görevli bir meslektaş tarafından yine bu toplantıya katılmak için gelen Metin Koyuncu arkadaşımıza sözlü tacizde bulunulduğunu öğrendim. Öncelikle yakışıksız bu davranışından dolayı o meslektaşı kınadığımı belirtmek isterim. (Kürsüde ki Selahattin bey ‘Tamam bir sorun yok, kısaca toparlayın lütfen’ dedi.) Sayın meslektaşlarım 12 eylül 1980’den önce polis teşkilatında Pol-Der ve Pol-Bir şeklinde iki yapı oluşmuştu. Bu kamplaşma neticesinde ülkemizde asayiş tamamen bozulmuştu. Hiç kimsenin can ve mal güvenliği kalmamıştı. İnanıyorum ki, burada bulunan hiç kimse yargı camiamızın da kamplaşıp toplumun kırılganlaşmasına sebep olmak istemez. Bu seçim sürecini huzur içinde yürütemezsek ülkemiz için hava kadar, su kadar önemli olan adalet hizmetlerinin sekteye uğrayacağına dair endişelerimi belirtmek istiyorum. Netice itibarıyla, HSYK seçiminin centilmenlik içinde geçmesini, adaylardan ziyade ülkemizin kazanmasını canı gönülden diliyorum. Söyleyeceklerim bu kadar. Teşekkür ederim.” dedi ve yerine oturdu. Yirmi otuz kişi dışında kimse alkışlamadı. Sait bey sandalyeye oturmaya yeltenirken Metin bey ‘artık gitsek mi efendim’ dedi ve bu teklifi makul karşılayan Sait bey ayağa kalktı. Hiç acele etmeden yavaşça sandalyedeki ceketini giydi. Konuşmacılar dahil salondakilerin çoğu bu seremoniyi sessizce izlediler. Sait bey, sağında Metin ve solunda Bilal beyler olduğu halde özellikle sahnenin önünden geçmeyi tercih etti ve konuşmacılara da ufak bir tebessüm ederek  vakur bir şekilde salondan çıktı.

Salondan çıkmasından hemen sonra, Sait beyin sözlerinden oldukça rahatsız olan Abbas bey ayağa kalkarak; “Son konuşmacının, kendisince bizi sağduyuya davet eden sözlerini çok ciddiye almıyorum. Yükselen dinamizmimizi söndürmek ve mücadele motivasyonumuzu kırmak amacı taşıdığını düşünüyorum. Eskiden beri birbirinden dağınık görüşlerin temsilcileri kuva-i milliye ruhuyla ikinci defa ülkeyi kurtarmak için güç birliği yapmıştır. Bu seferki düşman dışardan değil içerden saldırıyor. Hiçbir devlet böyle bir yapıya izin veremez. İsterdik ki bu yapı, hukuki ve demokratik yollarla tasfiye edilsin. Ama bunun çok zaman alacağı aşikardır. Sonuç itibariyle yasal yolların kullanılması ile ilgili eşik çoktan aşılmıştır. Seçimi kazandıktan sonra mazbataların mührü daha kurumadan bu yapının tepesine ilk balyozun indirilmesi gerektiği kanaatindeyim. Benimle aynı dünya görüşünü paylaşan meslektaşlarımın heves ve heyecanlarını size anlatmaktan acizim. Bu arkadaşlarımızın elinde malum yapı ile irtibatlı olabilecek kişiler hakkında toplanmış birçok doküman var. Seçimin kazanılmasını müteakip yeni HSYK’ya ve diğer resmi makamlara teslim etmek için sabırsızlıkla bekliyorlar. Ben şahsen bu legal görünümlü illegal yapının bu seçimde hiçbir varlık gösteremeyeceğine inananlardanım. Arkadaşlar yeter ki amacımız hasıl olana kadar birliğimizi koruyalım. Ümitli ve esen kalın!” diye sözlerini tamamladı ve alkışlar eşliğinde yerine oturdu.
 
Konuşmacıların önündeki masaların birinde oturan Savcı Serdar Coşkulu, masaların arasında mikrofonu taşıyan memurdan mikrofonu aldı ve “Sayın Ramazan Kayacı’ya ben de bir soru sormak isterim. Soracağım soru ile ilgili geçen hafta ulusal bir gazetede röportajını okumuştum. Paralel yapı mensuplarına yönelik soruşturmalarda zorlandığımız temel bir sorun var. Hayatının bir döneminde -toplumun büyük çoğunluğunun- mutlaka bir şekilde bu yapıyla yolu kesişmiştir. Hiç düşündünüz mü bilmiyorum ama o kadar çok kesişme noktaları var ki! Dershane, okul, yurt, banka, sendika, internet, radyo, gazete ve televizyonlar ile akraba, arkadaş, komşu ve meslektaşlar gibi. Bu yüzden hedef kitleyi mutlaka makul bir şekilde sınırlandırmak zorundayız. Aksi halde meslektaşlarımızın büyük çoğunluğu soruşturulmaya maruz kalma kaygısı ile platforma destek vermekten kaçınabilir. Kaldı ki, YBP’ye destek verenler arasında, çocukları malum eğitim kurumlarına devam eden çok sayıda meslektaş var. Bundan dolayı soruşturmalarda hangi mikyasların esas alınacağı hususu açıkça deklare edilebilir mi?” diye sordu.
 
Ramazan Kayacı mikrofona ağzını yaklaştırdı ve “Galiba en zor soru bana yöneltildi. Hakikaten bu çok çetrefilli bir konu. Savcı Serdar bey kaygısında çok haklı. Açıkçası bu konu hakkında platform içinde fikir birliği sağlanmış değil. Neredeyse her konuda uzlaşan birliğimiz için bu halledilemeyecek bir problem değil. Ama görünen o ki son sözü hükümetimiz ve Milli Güvenlik Kurulu söyleyecektir. Bu mercilerin tavsiye kararları ışığında uzlaşıp kamuoyuna deklare etme aşamasına gelinebileceğini düşünüyorum.” diye cevaplandırdı.
 
Bu sırada salonun arka kısmında bulunan dört masada bulunan 30-35 kişi kendi aralarında hummalı bir şekilde konuşuyorlardı. Bu kişiler sürekli masalar arasında gidip geliyor, adeta salondaki gündemden kopmuş bir halde tartışıyorlardı.

Bu durum toplantıyı yöneten Selahattin beyin de dikkatini çekti ve “Arka sağ taraftaki meslektaşların bir maruzatı veya sorusu mu vardı acaba?” diye sorması üzerine içlerinden birisi ayağa kalktı ve elini kaldırarak mikrofonu işaret etti. Mikrofon kendisine ulaştırıldıktan sonra, “Biz devletine ve hükümetine bağlı hakim-savcılar olarak bu platforma umumi bir destek veriyoruz. Bizi Risale-i Nur talebesi olarak da görebilirsiniz. Ancak vuzuha muhtaç birkaç mesele var. Bunların istifhama yer bırakmayacak şekilde sarahate kavuşturulması elzemdir. Evvela bizleri yakinen tanımayanların, bizler ile paralel yapı mensuplarını birbirine karıştırmalarından ve aynı kefeye koymalarından fevkalade rahatsız olduğumuzu zikretmek istiyorum. Binaenaleyh meslektaşları mensubiyetlerine göre tasnif etmeye vazifeli olan arkadaşların -kul hakkına girmemek için- bu hakikati nazara almalarını hususen rica ediyoruz. İkinci bir mevzuu da malumunuz yargı camiası hariçten büyük görülse de esasen küçüktür, herkes herkesi az-çok tanır. Gerek 28 Şubat sürecinde ve gerekse akabinde bazı tesirli ve salahiyetli meslektaşlar, biz Nur talebeleri ve sair dindarlara karşı gayet şedit ve hasmane tavır sergilediler. Adaylar arasında da işaret ettiğimiz zihniyete haiz olduğuna muttali olduğumuz en az 3 aday mevcuttur. Bu minvalde bizim hassasiyetimize vakıf olan muhterem Turgay Ateşçi beyin cevaplandırmasını istediğimiz bir sualimiz var. Bahsettiğimiz bu 3 adaya rey vermeyi mahzurlu gören kardeşlerimiz mevcut. Bir kısım kardeşlerimiz sadece bu kişiler dışındakilere rey verelim, bir kısmı da onların yerine platform haricindeki tanıyıp itimat ettiğimiz sair adaylara rey verelim diye düşünüyorlar. Lütfen bu hususu vüzuha kavuşturabilir misiniz?” diye sordu.

Bu soru, dikkatle dinleyebilen bütün katılımcıları şaşırttı. HSYK adayı Turgay Ateşçi sanki böyle bir sorunun yöneltilmesini bekliyormuş gibi hiç tereddüt etmeden söze başladı. “Çok kıymetli kardeşlerim hassasiyetiniz benim de hassasiyetimdir. Eğer bendeniz burada diğer adaylarla omuz omuza isem, biliniz ki bu sadece benim şahsi kararımın neticesi değildir. Kendi camiamızın meşveret meclisinin kararı ile buradayım. Tereddüt ettiğiniz hususlar orada etraflıca müzakere edildi. Risale-i Nur’un ‘Madem hakta ittifak, ehakta ihtilâftır. Bazen hak, ehaktan ehaktır. Hem de olur hasen, ahsenden ahsendir.’ düsturu esas alındı. Neticeten hayırlı gayeye vasıl olmak için ittifak etmenin lüzumu izahtan varestedir. Eğer bu izaha rağmen o adaylara rey vermeyecekseniz rica ediyorum bana da vermeyin. Bilmem anlatabildim mi?” dedi ve bu sözler üzerine o dört masadan sadece 4 kişi memnuniyetsizliğini belli ederek kalkıp salonu terk ettiler. (Ne hazindir ki, ekim ayında yapılacak HSYK seçiminde sayıları 300 civarında olduğu tahmin edilen bu nurcu meslektaşların desteği ile YBP ipi göğüsleyecekti!)
 
Planlanan vaktin dolduğunu anlayan Selahattin Menteşe, diğer konuşmacılardan da onay alarak kısa bir bitiş konuşması yaptı. “Arkadaşlar bu seçimde yanımızda olmayan herkes karşımızdadır. Bizler her şeyimizi ortaya koyup canla başla mücadele ederken gücümüzü bölen tüm adayları buradan uyarıyoruz. Bu kutsal mücadelede tarafsız kalmayı tercih edenler bertaraf olacaklardır. Malum yapıyla aynı akıbete maruz kalacaklarını bilmeliler! Bunun altını özellikle çiziyorum. Çok değerli meslektaşlarım, adaylarımızla birlikte onurlandırdığınız genişletilmiş ilk toplantımız sona ermiştir. Buraya iştirak ederek güç verdiğiniz için hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Hoşça kalın.”

 

 

 

Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (3.Bölüm) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi-3-bolum/feed/ 1
Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (2. Bölüm) https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi-2-bolum/ https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi-2-bolum/#respond Fri, 03 Feb 2023 09:21:22 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9046 Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” 2. Bölüm   Yemek sonrası çaylar servis edilirken sahneye dizilmiş masalara Selahattin Menteşe, Başar Bilgin, Abbas Özer ve Mehmet Yorulmaz ile birlikte diğer HSYK adayları oturdular. Hepsinin önünde bir mikrofon vardı. İlk sözü Selahattin Menteşe aldı. “Değerli meslektaşlarım öncelikle hoş geldiniz. Yargıda Birlik Platformu olarak ekim ayında […]

Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (2. Bölüm) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı”

2. Bölüm
 
Yemek sonrası çaylar servis edilirken sahneye dizilmiş masalara Selahattin Menteşe, Başar Bilgin, Abbas Özer ve Mehmet Yorulmaz ile birlikte diğer HSYK adayları oturdular. Hepsinin önünde bir mikrofon vardı.

İlk sözü Selahattin Menteşe aldı. “Değerli meslektaşlarım öncelikle hoş geldiniz. Yargıda Birlik Platformu olarak ekim ayında yapılacak olan HSYK seçim çalışmalarının startını bu toplantı ile vermiş bulunuyoruz. Platform olarak tek amacımız, ‘HSYK’daki paralel kuşatmayı kırmak ve yargıya güveni yeniden sağlamaktır’. Katıldığınız ön seçimler neticesinde, yine sizin seçtiğiniz adaylarımız ile huzurunuza gelmiş bulunuyoruz. Toplumumuzun politik, etnik, ideolojik ve dini tüm değerlerini temsil eden bir aday kadromuz var. Alevi duyarlılığı olan, ülkücü, sosyal demokrat duruşlarıyla bilinen hâkim ve savcılar olarak yargının üzerindeki vesayete ‘dur’ demek için biraya geldik. Biraz sonra adaylarımız hem kendilerini tanıtacaklar hem de sorularınızı bizzat yanıtlayacaklardır. Hepinizin bildiği gibi yargı teşkilatımızın başta paralel yapılanma olmak üzere birikmiş ve kangrenleşmiş birçok sorunu bulunmaktadır. Bunların büyük çoğunluğunun çözümü siyasi iktidarın yetki alanına girmektedir. Biz siyasi iktidarlarla cedelleşmeyi marifet zanneden seleflerimizin hatasına düşmeyeceğiz. Zira bu tutum, sorunlarımızın çözümünde bugüne kadar hiçbir fayda sağlamamıştır. Binaenaleyh yeni süreçte siyasi iktidarlarla uyumlu çalışmaya gayret edeceğiz. Yargı camiamızın menfaatine olacak olan bu ilişkiden kimse ‘yargı siyasilerin güdümüne girdi’ diye sonuç çıkartmamalı. Özellikle malum yapının bu minvaldeki ithamlarına misliyle karşılık verilecektir. Yeni Türkiye’nin icaplarını onlara öğreteceğiz” dedikten sonra devamla “Sıra konuşmacılar ve adaylarımızın kendilerini tanıtmalarına geldi. Buyurun lütfen sırayla konulabiliriz” demesinden sonra konuşmacılar ile YBP adayları kısaca kendilerini tanıttılar. Akabinde, Selahattin bey katılımcıları toplantının soru-cevap kısmına davet etti.
 
Orta sıralarda kırklı yaşlarında, lüks giyimli bir hâkim olan Osman Sarışın ayağa kalktı, sol eli cebinde, sağ eliyle mikrofonu tutarak, “Değerli meslektaşlarım beni bilen bilir, neredeyse iki yılda bir idarî soruşturma geçiriyorum. (katılımcılar gülüştüler.) Neymiş efendim! Özel hayatım etik değerlere uymuyormuş! Bütün bu şikayetleri, başımıza ahlak zabıtası kesilen paralelci birileri yapıyor ve yine aynı yolun yolcusu müfettişler tarafından da soruşturma yürütülüyor. Maalesef birinci sınıfa ayrılamadığım için maaş kaybım var ve birinci bölgelerde görev alamıyorum. Taahhüt ettiğinizi duyduğum sicil affı ve maaş artışı konusundaki somut adımları ne zaman hayata geçireceksiniz? Umarım seçimden sonraya bırakmamışsınızdır.” diye sordu.
 
Bu sırada hemen arka masada bulunan sıkı YBP’li iki meslektaşın kendi aralarındaki diyalogları çok ilginçti! “Bu Osman var ya! Senin gönderdiğin isimsiz ihbar mektuplarıyla soruşturulduğunu bir öğrense vallahi aşiretin bile seni kurtaramaz. Kumar, gece alemi, rüşvet, görevi ihmal, görevi kötüye kullanma ne ararsan var. Adamın yemediği halt yok! Bunlardan sadece birini biz yapsak şimdiye on defa ihraç olmuştuk. Ben sana kaç kez dedim ‘bu adamı lazım olduğunda kullanmak üzere yukarıdan birileri koruyor’ diye. Ama sen bu lağımın arkasında kimse duramaz demiştin” diyerek serzenişte bulundu.

Yanındaki, başıyla onaylayarak, hafif bir ses tonuyla “Doğru söylüyorsun. İşte şimdi bu tip adamlara ihtiyaç duyulan bir dönem başladı. Camianın ve vatandaşın vay haline! İyi ki de bu adamı doğrudan isim vererek şikâyet etmemişim. Dediğin gibi adama hiçbir şey olmadı-olmuyor. Neyse oğlum bak! Mehmet Yorulmaz eline mikrofonu aldı, Osman’ın sorusuna cevap verecek. Merak ediyorum ne diyecek?” dedi.

Mehmet Yorulmaz, “Soruyu tevcih eden Osman beyi iyi tanırım, kendisini ben de daha önce müfettiş olarak denetledim. Fevkalade düzgün ve çalışkan bir meslektaşımızdır. Paralelci savcılar nedense bu arkadaşımız gibi birçok meslektaşımız aleyhine çok sayıda kumpaslar düzenleyip soruşturma açtılar. Osman bey ve onun durumunda olan meslektaşlarımın tamamına sesleniyorum ‘müsterih olunuz, açık ve gizli sicillerinizdeki tüm cezalar kaldırılacak. Size kötü sicil veren müfettiş ve başsavcıları bize bildirin ki haklarında işlem başlatabilelim.’ Merak edilen diğer önemli konuya gelecek olursak, platformumuzun önerisi ile hâkim-savcıların özlük haklarının iyileştirilmesi konusunda 10 gün önce bakanlığımızca resmen çalışmaya başlanmıştır. Bana söylendiği kadarıyla taslak Maliye Bakanlığına gönderildi. Sayın Başbakan bizzat duruma vaziyet ediyor. Maaş artışının seçimden önce yapılacağı müjdesini buradan veriyorum. Hayırlı olsun!” dedi. Bu söz üzerine katılımcıların pek çoğu ayağa kalktı ve uzun süre alkışladılar.
 
Ön masalardan birinde oturan Ankara Ağır Ceza Mahkemesi başkanlarından olan Zikrullatif Özbağ “Müsaadenizle sorumu doğrudan devrem olan Metin Yanmaz’a yöneltiyorum. Sayın cumhurbaşkanımızın doğrudan atayacağı HSYK üyelerinden sonra siz değerli adaylarımızın da eksiksiz seçileceğinize olan inancım tamdır. Ama düşük bir ihtimal de olsa sandıkta kazanılamadığı takdirde alternatif bir eylem planı mutlaka vardır. Bu konu hakkında en azından bir ipucu verebilir misiniz?” diye sordu.
 
HSYK adayı Metin “Soruyu tevcih eden staj arkadaşıma teşekkür ediyorum. Tarihsel bir kaidedir ki ‘Savaşlar sahada değil masada kazanılır’. Arkadaşlar bu tarihsel sözün hakikati saklı kalmak kaydıyla, biz seçim gününe kadar önce sahada kazanmanın bütün gereklerini sonuna kadar yerine getirmeliyiz. Bu kısmı ‘off the record’ olarak söylediğimi farz edin: Bütün gayretlere rağmen sahada başarılı olamadığımız takdirde sonraki aşamalarda kazanacağımızdan hiç kimsenin zerre kadar şüphesi olmasın.” diye yanıtlaması üzerine ıslık sesleri ile birlikte yeni bir alkış tufanı daha koptu. Bu heyecan selini daha da coşturmak isteyen Mehmet bey “Metin beyin izahı gerektirmeyen bu sözlerinin kafamızdaki tüm istifhamları dağıtmaya yetmiş olduğunu düşünüyorum. Bir olacağız, iri olacağız, diri olacağız! Onlara hayatı dar edeceğiz” diyerek, sağ avucunu sertçe önündeki masaya vurdu. Salondaki tansiyonu bir kat daha arttırdı.
 
Salonda gürültü devam ederken Sincan Adliyesi’nde görevli kadın bir hâkim elindeki mikrofana vurarak ortamı sakinleştirdi ve “Ben Abbas Özer beye sormak istiyorum. Siyasal dinci bir iktidarın himayesinde seküler, alevi ve sosyal demokrat hâkim-savcıların yargıda adil temsilini sağlayacağınıza bizi nasıl inandıracaksınız? Bunu merak ediyorum.” diye sorması üzerine Abbas Özer “Soru için teşekkür ederim. Paralel yapı YARSAV ve Yargı-Sen içinde de etkin bir hale gelmiştir. Bu yapıyla mücadele etmek için bu birliği koalisyon şeklinde oluşturduk. Platformda; sosyal demokrat, alevi, milliyetçi, dindar meslektaşlarımız var. Ben ‘alevi’ olduğumu açıkça söylüyorum. Bizim dönemimizde sosyal demokrat ve alevi olduğu için kimsenin sicillerinin bozulmasına ve disiplin soruşturmalarıyla mağdur edilmelerine asla izin vermeyeceğiz. Bu hususta gerekli düzenlemelerin yapılmasını da bizzat ben takip edeceğim. Umarım bu güvence yeterli olmuştur.” diye yanıtlamasını müteakip HSYK adayı Ömür Topaçlı hemen devreye girerek “Platformu kurduğumuzdan beri farklı düşüncelerden insanlarla aynı amaç etrafında yan yana gelip kaynaştık. Özellikle sosyal demokrat, seküler ve alevi meslektaşlardan -adayları olarak- rica ediyorum, oylarınızı bağımsızlar, YARSAV ve Yargı-Sen adayları arasında dağıtmayın, sizden ‘blok oy’ bekliyorum.” diyerek beklentisini dile getirdi.
 
Bu sırada orta masalardan birinde oturan savcı Mehmet Bekir Özkan tüm bu konuşulanları can kulağıyla dinlemiş ve duyduğu sözler karşısında -hukuk ve insanlık adına- utanmış ve öfkelenmiş, zapt edemediği bu duyguların tazyikiyle ayağa kalkarak konuşmak için mikrofonun kendisine ulaştırılmasını rica etmiştir. Nihayet mikrofonla buluşan savcı Mehmet bey kendisine söz hakkı verenleri bu imkanı sunduğuna pişman eden şu sözleri cesurca söylemiştir: “Sayın meslektaşlarım konuşulanları dinledim ve dehşete kapıldım. Ben burada bulunan herkese birkaç soru soracağım ve lütfen bu soruları sakin bir kafayla kendi vicdanınıza da sormanızı istirham ediyorum. Mevcut HSYK’nın, adeta Adalet Bakanlığı’nın bir Genel Müdürlüğü haline getirildiğini görmüyor musunuz? Farkında değil misiniz? Yoksa korku veya çıkar saikiyle kabul mü ediyorsunuz? 16 Ocak 2014 tarihinden bu yana HSYK’nın bizzat Başbakan tarafından yönetildiğinin farkında değil misiniz?”  dedi ve yerine oturdu.

Savcı beyin bu konuşması salonda bulunan herkeste soğuk duş etkisi yaptı. Kürsüde bulunan Selahattin Menteşe salondaki psikolojik üstünlüğü kaybetmemek için hemen yüksek bir ses tonuyla devreye girerek “Anlaşılan o ki savcı bey yargının temel sorunlarının çözülmesi istikametinde siyasi iktidarla uyum ve iş birliği içinde çalışmamızdan rahatsız olmuş. Endişe etmeyin savcı bey! Yargının tepesindeki kollektif akıl ne yaptığını çok iyi biliyor. İlişkilerimizi yargı bağımsızlığı hassasiyeti çerçevesinde götürüyoruz. Dizginleri siyasilere teslim etmeyecek kadar basiretimiz yerinde. Hasıl olacak neticeden paralelci bir azınlık zarar görecek olsa da Ülkemiz kazançlı çıkacak inşaallah.” diyerek karşılık verdi.
 
Mehmet Bekir beyle aynı masada oturan Yargıtay eski tetkik hâkimi Kemal Karagül, yanındaki Hakimler ve Savcılar Kurulu eski tetkik hâkimi savcı Dr.Hasan Duran’ın kulağına “Meslek hayatımda hiç kimseye siyasi eğilimi, ırkı ve mezheplerine göre farklı davrandığımı hatırlamıyorum. Bunlar birlikten bahsediyorlar ama maşallah herkes paralelci olmadığını ispatlamak isterken -kendisinde saklı olması gereken ve çokta merakta etmediğimiz- mensubiyetlerini ortaya dökmekten çekinmiyorlar. Adamlar adeta kendilerini fişliyorlar. Tabi bunun yanında rakip gördüklerini de fişliyorlar.” dedi. Başını sallayarak onaylayan savcı Hasan bey de “Valla hâkim bey, eğer bunlar seçimi kazanırlarsa, atamaların tamamını -liyakat ve müktesebata göre değil- mensubiyete ve itaate göre yaparlar. Kurtlar vadisinde birbirini pusuya düşürüp yiyen, vahşileşmiş aç kurt gibiler. Bunların derdi tamir falan değil! Ehliyetiyle bir yerlere gelmiş insanlardan intikam almak! Boşalacak koltuklara çökmek ve yeni mecralarında derebeyliklerini kurup cukkalarını doldurmak.” diye söyledi. Hâkim Kemal bey dişleriyle alt dudağını sıkarak “Umalım da yoldan sapmış bu zihniyet kazanmasın. Hafezanallah! Türkiye’de bağımsız yargının ve adaletin zerresi kalmaz. Bunlar Moğol orduları gibi dolu dizgin talan etmeye geliyorlar. Tahminim o ki, yargı uzun bir fetret dönemi yaşayacak.” diye fısıldadı.

 

Serinin önceki yazıları:

Akrebin Kıskacındaki Yargı (1): “Teklif ve Karar”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (2): “Sır Toplantı”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (3): “Yol Ayrımı”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (4): “Motto”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (5): ‘Kuşçueşref’
Akrebin Kıskacındaki Yargı (6): “Dörtlü Zirve”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (7): “YBP’nun Militan Adaylarının Belirlenmesi”

Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (2. Bölüm) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi-2-bolum/feed/ 0
Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (1.Bölüm) https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi/ https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi/#respond Sun, 29 Jan 2023 00:20:25 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9044 Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (1. Bölüm)   Hükümetle söylem ve eylem birliği içerisinde hareket eden Yargıda Birlik Platformu, Ekim 2014 HSYK seçim sürecinde kamu kurumlarının tüm olanak ve kolaylıklarından faydalandı. Kamu kaynaklarını fütursuzca kullanmak onlar nezdinde seçim yarışını elbet zedelemeyecekti. Yurttaşların yarısının politik desteğini alan ve uzun yıllardır tek başına ülkeyi […]

Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (1.Bölüm) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı”

(1. Bölüm)
 
Hükümetle söylem ve eylem birliği içerisinde hareket eden Yargıda Birlik Platformu, Ekim 2014 HSYK seçim sürecinde kamu kurumlarının tüm olanak ve kolaylıklarından faydalandı. Kamu kaynaklarını fütursuzca kullanmak onlar nezdinde seçim yarışını elbet zedelemeyecekti. Yurttaşların yarısının politik desteğini alan ve uzun yıllardır tek başına ülkeyi yöneten güçlü bir siyasi liderin kanatları altında pervasız, şımarık ve özgüveni yüksek bir şekilde süreci yönettiler.
 
Yürütme erki ile kurulan bu yasak ilişkinin ‘yargı bağımsızlığı-tarafsızlığı, kuvvetler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü ilkelerine ciddi bir biçimde zarar vereceği’ hususu umurlarında bile değildi. Şahsi çıkarlarına hizmet eden güdümlü bir yargıyı, nemalanamayacakları bağımsız yargıya tercih etmekte en ufak bir sakınca görmüyorlardı. Hayal ettikleri makamlara erişmek yolunda engel gördükleri -hükümetin paralelci olmakla suçladığı- topluluğun nitelikli ve başarılı olmasının da bir önemi yoktu. Malum topluluğun kamudan tasfiyesi adına, hükümet güdümünde hareket etme görüntüsünün, yargıya itibar kaybettireceğini düşünecek akıl eşiğini çoktan aşmışlardı. Çünkü ihtiras ve nefretleri, meslekî ve etik değerlerinden daha büyüktü.
 
Sağduyusunu tamamen kaybetmiş ve meydanlarda intikam yemini eden bir siyasi liderin manevi himayesi altında Ankara Hakimevi’nde bir toplantı gerçekleştirildi. Bu toplantıya Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Başmüfettişi Mehmet Yorulmaz, Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Selahaddin Menteşe ve HSYK Genel Sekreteri Başar Bilgin katıldılar.

Heyet, Yargıda Birlik Platformu’nun genişletilmiş ilk toplantısını cuma günü Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne ait Dinlenme Tesisi‘nde gerçekleştirmek üzere anlaştı. Bu toplantıyı organize etme ve duyurma görevini, -hukuk dışındaki- sosyal konularda oldukça yetenekli olan Selahaddin Menteşe memnuniyetle üstlendi. Ve heyete “Toplantılarımızda meslektaşlarımızın ulaşımı dahil her şey ücretsiz olacak. Bildiğiniz gibi kamu görevlileri, kendilerine malî yük getirmeyen etkinliklerden gayet memnundurlar.  Malûmunuz üzere ‘insan ihsânın kölesidir’. Katılımcılara birbirinden muhteşem yemek ikramlarından sonra duymaktan hoşlanacakları müjdeleri de verdik mi, inanın işlenmeye hazır pamuk gibi olurlar. Müsaade ederseniz üstlenmekten onur duyduğum bu görev için zaman kaybetmeden Belediye Başkanı Melih Kökçe ile temasa geçeceğim.” dedi.

Başar Bilgin de bunun üzerine, “Sayın müsteşarım, sizden -toplantıya katılacağını tahmin ettiğim- bağımsız adayların destekçilerinin kuvve-i mâneviyelerini kıracak ihtişamda bir organizasyon bekliyoruz inşallah” dedi. Menteşe de tebessüm ederek “Müsterih olun genel sekreterim” diye karşılık verdi.

Saatine baktıktan sonra vaktin hayli geç olduğunu düşünen Mehmet Yorulmaz, “Arkadaşlar unutmadan söylemeliyim, davamıza gönül veren tüm meslektaşların en az iki kişiyi de toplantıya getirmeleri gerektiğini muhakkak iletelim. Bu aşamadaki en önemli konuyu da karara bağladığımıza göre görüşmemizi bitirebiliriz. Cuma akşamı toplantıda tekrar buluşmak üzere hoşça kalın” demesini müteakip heyet hakimevinden ayrıldı.
 
Hâkim Metin Koyuncu, çarşamba günü işyerinde e-posta kutusunu kontrol ettiğinde, YBP tarafından tertip edilen genişletilmiş ilk toplantıya kendisinin de davet edildiğini öğrendi. Platform ileri gelenlerinin kendisini yakinen tanıdıkları ve siyasi vesayet karşısındaki tavizsiz tutumunu bildikleri halde, davet edilmesine çok şaşırdı. Bu davet hususunu istişare etmek için cep telefonundan savcı Sait beyi aradı. Telefonu hemen açan Sait bey “Merhaba Metin bey, buyur kardeşim” diyerek karşılık verdi. Metin bey mezkur daveti haber verip fikrini sorması üzerine Sait bey “Madem teveccüh gösterdiler biz de davetlerine icabet edelim. Toplantıya katılmak zorunluluğunu hisseden diğer arkadaşları da böylece yalnız bırakmamış oluruz” dedi. Metin de “Ben de önerinize katılıyorum. Adayımızın katılması ise zaten uygun olmaz diye düşünüyorum” dedi. Sait bey “Tabii ki, olası bir provokasyon nedeniyle bağımsız adayımız kesinlikle bu toplantıya katılmamalı. Sen, ben ve hâkim Bilal beyle birlikte üçümüz katılabiliriz.” demesi üzerine Metin, “Toplantı için lojmanlar önünden belediyenin tahsis ettiği servis araçları kalkacakmış” dedi. Said bey beş-on saniye düşündükten sonra “Bu etik olmaz, en doğrusu kendi arabamızla veya toplu taşıma araçlarıyla gidelim. Ne dersin?” diye sordu. Beklediği cevabı alan Metin, “Haklısınız, öyle yapmak daha uygun olur.” dedi. Said bey “O zaman Bilal beye de durumu anlat, gelmeyi arzu ederse üçümüz orada buluşuruz. Rakiplerimizin motivasyon ve yöntemlerini de yerinde teşhis etme imkânı elde etmiş oluruz” diyerek konuyu bağladı. Metin de “Tamam, orada görüşürüz inşaallah” diyerek telefon görüşmesini sonlandırdı.
 
Ve nihayet beklenen Cuma günü geldi. Toplantı salonunun dışında konukları karşılamak için savcı Ö. Faruk Aydın ve hâkime Berrin Aksak bekliyorlardı. Gelen misafirleri küçük bir hoşâmediden sonra adlarını ellerindeki listeye işaretleyip salona yönlendiriyorlardı. Ayrı ayrı gelen Sait ve Bilal beyler soğuk bir karşılama seremonisinden sonra ciddi bir sorun yaşamadan salona girdiler. Ancak biraz sonra Metin beyin de kendilerine yaklaştığını gören Ö. Faruk’un aniden yüzü kızardı ve gözleri kanlandı, tokalaşmak için elini uzatmadı ve yumruklarını sıkıp sesini yükselterek “Ne yüzle buraya geldin Metin! Senin gibi paralelciliği bilinen birinin cesaret edip buraya gelebileceğini beklemiyordum. Haberin olsun! Başsavcılık görevinden alınmama sebep olan soruşturmadaki tanık ifadeni okudum. Söylesene! Hiç mi utanmadın yalan beyanda bulunmaya?” dedi. Yanındaki Berrin hanım da duruma şaşırdı ve birkaç kez “Ö. Faruk bey lütfen bağırmayalım” diyerek onu sakinleştirmeye çalıştı. Her ahvalde soğukkanlılığını korumasını bilen Metin bey “Hoop, yavaş ol savcı bey! Bana saygın yok anladım da, seni buraya koyanlara da mı yok? Bak burası tartışma için uygun değil. Pazartesi gelirsin odama hem kahvemi içer hem de orada dişe diş tartışırız.  Ama şunu bil ki, ben kendi menfaatim için bile doğruluktan ayrılmamış birisi olarak senin soruşturmanda niçin yalan söyleyeyim? Her daim bildiğimi söyler, bilmediğime susarım. Anlatabildim mi?” diyerek, sert adımlarla salona yürüdü. Hırsını alamayan Ö. Faruk onun arkasından “İçerde senin gibilerin ne olduğunu bilen 1000 kişi var. Yerinde olsam içeri girmekten vaz geçip geri dönerdim.” diye seslendi.

Metin bey kuru gürültüye pabuç bırakacak adam değildi. Bu laflara kulak asmadan içeri girdi ve Sait beyin masasına oturdu. Bilal bey “Hayırdır, yüzünden düşen bin parça, bir şey mi oldu?” diye sordu. Metin de her ikisine dışarıda yaşadığı terbiyesizliği kısaca anlatmaya çalıştığı sırada garsonlar servise başladı. Mevzuyu hemen kapattılar.
 
Misafirler yemeklerini yerken Sait bey göz ucuyla diğer masalardaki katılımcıları izliyor ve onların ruh hallerini kavramaya çalışıyordu. Katılımcıların yaklaşık üçte ikisi çok neşeli iken üçte biri gayet ciddi idi. Ciddiliğini bozmayan bu kişilerin yüzlerinde belirgin bir memnuniyetsizlik okunuyordu. ‘Acaba gelmekle iyi yapmadık mı?’ der gibi bir halleri vardı.
 

Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (1.Bölüm) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi/feed/ 0
Akrebin Kıskacındaki Yargı (5): ‘Kuşçueşref’ https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-5-kuscuesref/ https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-5-kuscuesref/#respond Sun, 01 Jan 2023 01:42:32 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9022 Ertesi gün Twitter ve Facebook başta olmak üzere sosyal medyada ‘Kuşçueşref’ mahlaslı bir anonim hesaptan sansasyonel bir paylaşım yapıldı: ‘Paralel örgütün hâkim ve savcıları önceki akşam Lojman yakınındaki bir kafede eski müsteşar yardımcısı ve halen C. Savcısı olan Said bey başkanlığında HSYK seçimi ile ilgili çok gizli bir toplantı yaptılar. Ama hesap edemedikleri bir şey […]

Akrebin Kıskacındaki Yargı (5): ‘Kuşçueşref’ yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Ertesi gün Twitter ve Facebook başta olmak üzere sosyal medyada ‘Kuşçueşref’ mahlaslı bir anonim hesaptan sansasyonel bir paylaşım yapıldı: ‘Paralel örgütün hâkim ve savcıları önceki akşam Lojman yakınındaki bir kafede eski müsteşar yardımcısı ve halen C. Savcısı olan Said bey başkanlığında HSYK seçimi ile ilgili çok gizli bir toplantı yaptılar. Ama hesap edemedikleri bir şey vardı, biz de oradaydık.’ açıklaması ile uzaktan çekilmiş bir fotoğraf paylaşıldı.

Aslında mezkûr toplantı kamuya açık bir alanda yapılmış olup gizli değildi. YBP’nin arkasındaki otokratik yapı bu hamlesiyle, bağımsız adaylar ve destekçilerini tedirgin etmek, onları yargı camiasında gayrimeşru bir konuma düşürmeyi hedeflemekteydi. Sosyal medyada dezenformasyon yapmak için kullandıkları bu ‘Kuşçueşref’ ismi de mânidardı. Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurucularından olduğu kabul edilen efsanevi bir istihbaratçının adı seçilerek muhafazakâr ve milliyetçi yargı mensuplarının duygusal bağlılığı kazanılmak istenmiştir. Ne ilginçtir ki, esas adı Eşref (Sencer) Kuşçubaşı olan bu kişi esasen kurgulanmış sahte bir kahramandı. Eşref, ufak tefek bazı yararlı faaliyetlerini abartarak anlatan ve bizzat yazdığı hayat hikayesini bazı ünlü tarihçilere kabul ettiren komitacı, eşkıya ve asi bir şarlatan idi. Arabistan’da bulunduğu dönemde Surre alaylarını ve hac kafilelerini soymuş, Millî Mücadele sırasında Çerkes Ethem ile birlikte isyan edip Yunanlılara sığınmıştı. (İlgilenenler için: https://youtu.be/GZ1f_Ej2YgI ve Dr. Polat Safi’nin Eşref – Kuşçubaşı’nın Alternatif Biyografisi adlı kitabı)

Hâkim Metin, sosyal medya platformlarında yayınlanan bu paylaşımı gördü. Yapılan bu paylaşım özel hayatlarının ihlali mahiyetinde olduğu için üzülmekle birlikte biraz da tedirgin oldu. Bu durumu derhal meslek büyüğü Said beye iletmek istedi ve odasına giderek ona haber verdi. Said bey, Metin’in söylediklerini dikkatle dinledi ve bunun ciddi bir olay olduğunu kavradıktan sonra: ‘Bu durum asla kabul edilemez, hukuki yollara başvurmanın yanında sosyal medyada da mücadele yolları geliştirmek için hemen harekete geçmeliyiz. Yapılan yalan ve manipülatif haberler konusunda diğer meslektaşları doğru bilgilendirmeye çalışmalıyız.’ dedi. Metin ‘Müsaade ederseniz sosyal medyada aktif olan savcı Ümit bey ile konuşup ikna edebilirim. Eğer kabul ederse bu alandaki boşluğumuzu da doldurmaya çalışabiliriz’ dedi. Said bey bu öneriyi başıyla onayladı ve: ‘Etkin olmadığımız yer bizim değildir. Bu platformlarda da malum kapıkullarının salvolarına karşı güçlü cevaplar vermeliyiz’ dedikten sonra ziyaretçisini babacan bir tavırla yolcu etti.

Savcı Serdar Adliyedeki odasına girdi, daha beş dakika geçmeden kapısı çalındı. İçeri giren kâtip elinde büyük boy bir zarfı savcı beye uzatarak başsavcılıktan gönderilmiş olduğunu söyledi ve müsaade alarak çıktı. Zarfı açtığında Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanmış yeni bir iş bölümü cetvelinin olduğunu gördü. Hemen sayfaları hızla çevirerek listede kendi adını aradı. Anayasal Düzeni Ortadan Kaldırma ve Terör Suçları Soruşturma Bürosunda görevlendirilmiş olduğunu görünce çok heyecanlandı. Tebliğ evrakını imzalayıp memur vasıtasıyla Başsavcılığa gönderdi.

Savcı bey esasen müktesebatına bir beden büyük geldiğine kâni olduğu bu vazifeyi deruhte edecek olmanın zorluğunu düşünerek irkildi. Zira daha önce bu görevi yapan meslektaşı Anayasa ve terör suçları alanında doktoralı olup bu alanda -doktrin dışında bir uygulayıcı tarafından- yayınlanmış en muteber kitabın yazarıydı. Kaderin cilvesi olsa gerek o savcı şimdi terörist muamelesi görecek iken Savcı Serdar yeni görev tanımını ve yetkilerini öğrenmek için selefinin kitabını okumakla işe başlayacaktı.

İş bölümü listesini ayrıntısıyla incelediğinde paralelci varsayılan veya onlara yakın savcıların pasif bürolarda görevlendirildiğini, Yargıda birlik platformu üyeleri ve onlarla aynı düşünceyi paylaşan savcıların ise daha aktif olan bürolarda görevlendirildiğini gördü. Biraz sonra iç hat telefonu çaldı, telefondaki bayan memur “Başsavcı bey sizinle görüşmek istiyor, bağlıyorum efendim” dedi. Başsavcı Harun telefonda “Savcı bey, öncelikle tensip ettiğim yeni görevinizde başarılar dilerim. Görevinizi icra ederken devlet düşmanlarına karşı olabildiğince cesur, acımasız ve amansız olmanızı bekliyorum. Devlet büyüklerimiz bizden bunu istiyorlar. Bu görev nedeniyle sana polis koruması ve şoförlü bir makam arabası tahsis edeceğim. Yüreğin pek ve kılıcın keskin olsun savcım” dedi. Serdar da “Tensip ve teveccühünüz için teşekkür ederim sayın başsavcım. Gözünüz arkada kalmasın. Görüşmek üzere inşallah“ dedi. Telefonu kapattıktan sonra heyecandan titreyen eliyle çekmeceden bir adet sakinleştirici ilaç aldı, fakat bu sefer içmekten vazgeçti, ilacı tekrar yerine koydu. Zira bu stresli hadiselerin ardı arkası kesilmeyecek gibiydi. Her heyecan verici olay nedeniyle böyle ilaç aldığı takdirde bağımlı olabileceğini düşünmüştü.

Savcı Serdar, koltuğuna kaykılmış çayını yudumladığı sırada cep telefonunda sosyal medya fenomeni ‘Kuşçueşref’’in malum paylaşımına denk geldi. Kendi kendine ‘Devletin gözü her yerde oğlum! Bırakın artık şu demokrasi ve hukuk kahramanlığını. Devletin egemen unsurları bir süreliğine olağan dışına çıkmaya karar vermişse siz ona içerden ayar veremezsiniz. Hukuk devletiymiş geçin bunları esas olan devletin hukukudur. Bunların hukuk bilgileri var ama devleti daha tanıyamamışlar.’ diye alaycı bir üslupla mırıldandı. Tam yeni dosyaları önüne çekip bakacakken kapı çalındı ve içeri orta yaşlarda kalın gözlüklü takım elbiseli bir adam girdi. Savcı beyin şaşkın bakışları arasında cüretkarca doğrudan yanına kadar gelip elini uzattı ve ‘Ben Bölge İstihbarat başkanı Hakan beyin adliye ile irtibat ve koordinasyon için görevlendirdiği İsmail. Cebinden çıkardığı görev yazısını gösterdi ve izin almadan savcı beyin masasının önündeki koltuklardan birine oturdu ve önündeki sehpa üzerinde bulunan cam tabaktaki fındıktan bir avuç alıp teker teker yemeye başladı. Savcı bey şaşkın bir şekilde neden sonra koltuğuna oturdu ve ‘Ne içersin İsmail bey?’ dedi. İsmail ‘Büyük bardakta demli bir çay lütfen. Ha bu arada sayın savcım kusura bakma biraz rahat bir kişiliğe sahibim ama lütfen bunu kendinize yapılan bir saygısızlık olarak anlamayın. İlk tanıştığım kişiler önce tarzımdan dolayı şaşırırlar ama sonra samimiyetimi anlayınca kabullenirler.’ dedi. Savcı Serdar ‘Mekân sahibi olarak benim sizi rahatlatmam gerekiyordu o görevi de elimden aldınız’ diyerek güldü. İçinden ise ‘Ulan normal bir dönem olsaydı seni buraya gömerdim ama neyse!’ diye geçirdi ve her şey doğalmış gibi yalandan tebessüm etti. İsmail ‘Sayın savcım (bir kart uzattı) bu benim kontak numaramdır. Biz sizi en güçlü şekilde enforme edeceğiz. Bünyemizde hazırlanan istihbari dosyaları sizinle paylaşacağız, siz bu gölge dosyalar üzerinden somut soruşturma dosyanızı inşa edebileceksiniz. Yani bizde olgunlaşan ve karar noktasına gelen dosyaları mesleki tecrübenizle hukukileştirme görevi size aittir. Sayın savcım bizi kimse tanıyıp takdir etmeyecek ama sahnedeki kahramanımız siz olacaksınız.’ dedi ve baş parmağıyla zafer işareti yaptı.

Yolsuzluk ve rüşvet operasyonu, Balyoz ve Ergenekon gibi büyük soruşturmalarda çalışan polislere yönelik olarak başlatılan operasyonlarda gözaltına alınan ve gözaltı süreleri dolduğu halde salıverilmeyen polisleri sorgulamakla görevli hâkim İslam Çiçek’in odasında bulunan ve sorgulanan bazı polislerin avukatları ile CHP’li milletvekilleri odaya girince hâkim Çiçek’in kendisine “kaç İsmail kaç!” talimatı verdiği esrarengiz kişi işte bu istihbarat görevlisi İsmail’den başkası değildi.

 

Serinin önceki yazıları:

Akrebin Kıskacındaki Yargı (1): “Teklif ve Karar”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (2): “Sır Toplantı”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (3): “Yol Ayrımı”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (4): “Motto”

 

Akrebin Kıskacındaki Yargı (5): ‘Kuşçueşref’ yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-5-kuscuesref/feed/ 0
TEKNİK ARAÇLARLA İZLEME TEDBİRİ VE İNSANİ YARDIM FAALİYETLERİNE YÖNELİK OPERASYONLAR https://hukukpenceresi.com/teknik-araclarla-izleme-tedbiri-ve-insani-yardim-faaliyetlerine-yonelik-operasyonlar/ https://hukukpenceresi.com/teknik-araclarla-izleme-tedbiri-ve-insani-yardim-faaliyetlerine-yonelik-operasyonlar/#respond Mon, 26 Dec 2022 19:12:47 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9011 İnsani Yardım Faaliyetlerine Yönelik Operasyonlar Bir Soykırım Uygulamasıdır Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yönetimindeki AKP iktidarının 17-25 Aralık 2013 tarihli yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarının ardından Gülen Hareketi’ne karşı başlattığı planlı ve sistematik soykırım uygulamalarından birisi de insani yardım faaliyetlerinin “terör suçu” kapsamında soruşturulması ve engellenmesidir. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra 150 binden fazla kamu görevlisi KHK […]

TEKNİK ARAÇLARLA İZLEME TEDBİRİ VE İNSANİ YARDIM FAALİYETLERİNE YÖNELİK OPERASYONLAR yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
İnsani Yardım Faaliyetlerine Yönelik Operasyonlar Bir Soykırım Uygulamasıdır

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yönetimindeki AKP iktidarının 17-25 Aralık 2013 tarihli yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarının ardından Gülen Hareketi’ne karşı başlattığı planlı ve sistematik soykırım uygulamalarından birisi de insani yardım faaliyetlerinin “terör suçu” kapsamında soruşturulması ve engellenmesidir.

15 Temmuz darbe girişiminden sonra 150 binden fazla kamu görevlisi KHK ile görevlerinden ihraç edilmiştir. Yine KHK’lerle, eğitim, kültür, sağlık, insani yardım gibi alanlarda faaliyet gösteren binlerce özel kurumun kapısına kilit vurulmuş ve bu kurumlarda çalışan kişilerin çalışma lisansları iptal edilmiştir. Bununla da kalmamış, bütün bu insanlar “sakıncalı kişi” olarak fişlenmiş ve oluşturulan baskı ortamında özel sektörde çalışmaları dahi engellenmiştir. Kısacası bu kişiler adeta açlığa mahkûm edilmişler ve sivil ölüme maruz bırakılmışlardır. Bunun yanı sıra pek çoğu hakkında, ByLock kullanmak, Bank Asya’ya para yatırmak, Gülen Hareketi ile irtibatlı kurumlarda çalışmak, dernek/sendika üyesi olmak gibi yasa dışı kriterlerle “terör” suçundan soruşturma açılmış ve tutuklanmıştır.

Ancak zulüm bununla da sınırlı kalmamıştır. AKP iktidarı ve güdümündeki yargı teşkilatı, sivil ölüme ve ağır hapis cezalarına mahkûm ettikleri kişilerin ailelerinin gıda, kira ve sair maddi ihtiyaçlarına katkı sağlayan insani yardım faaliyetlerini de engelleme çabasına girmiş ve bu eylemleri de soruşturma konusu yapmıştır. İnsani yardım faaliyetlerine yönelik operasyonların bir dizi gizli izleme ve teknik takibe dayalı olarak yapıldığı görülmektedir. Gizli izleme araçlarıyla takipler yapılarak mağdurlara yapılan yardımlar kayda alınmakta ve bir süre sonra da operasyona dönüştürülmektedir. Gizli izlemeye izin veren kanuni düzenleme, “Teknik araçlarla izleme” başlığı altında CMK’nun 140. maddesinde yer almaktadır. Ancak insani yardım faaliyetlerine yönelik operasyonlar, açık bir şekilde söz konusu hükümde belirtilen yasal koşullara aykırı şekilde yapılmaktadır. Aşağıda bu konuya ilişkin hukuki düzenlemeye yer verilecek ve insani yardım faaliyetlerine yönelik operasyonların bu hükümlere uygun olarak yürütülüp yürütülmediği irdelenecektir.

TEKNİK ARAÇLARLA İZLEME TEDBİRİNE BAŞVURU ŞARTLARI

Teknik araçlarla izleme, CMK m.140/1’de sayılan (katalog) suçlar için başvurulabilen özel/gizli bir koruma tedbiridir. Bu tedbire başvurabilmek için aşağıdaki şartların bulunması zorunludur:

1-Teknik araçlarla izleme tedbirine ancak maddede sayılı suçlar bakımından başvurulabilir. Maddede yer almayan suçların takibi için verilecek karar ve bu yolla elde edilecek deliller hukuka aykırı olacaktır. Örneğin katalog suçlar arasında yer alan terör suçundan dolayı teknik takip mümkün iken, terörizmin finansmanı suçundan teknik takip yapılması mümkün değildir. İkisi ayrı suçlardır ve terörizmin finansmanı suçu katalog suçlar arasında sayılmamıştır. Katalog suçlar yorum yoluyla genişletilemez.

Siyasi iktidarın ve rejim yargısının “mali yapılanmaya yönelik operasyon”, “finansal operasyon” şeklinde duyurduğu KHK’lı mağdur ailelere insani yardım yapan kişilere yönelik teknik takiplerin hukuki dayanağı yoktur, elde edilen deliller de hukuka aykırı delildir. Bunu bildikleri için de kanuna karşı hile uygulamakta, söz konusu eylem hakkında “terör örgütü üyeliği” suçundan teknik takip yapılması istemektedirler.

Katalog suç kapsamında yapılan teknik takip sonucu elde edilen deliller katalog suçlarla ilgili soruşturma ve kovuşturma dışında (katalogda yer almayan suçlar bakımından) kullanılamaz; ceza kovuşturması bakımından gerekli olmadığı takdirde savcı gözetiminde imha edilir(CMK m. 140/4). Katalog suçlar dışındaki suçlara ilişkin deliller “tesadüfen elde edilen” delil kapsamındadır. Kanunda (CMK m. 138,140) buna ilişkin bir hüküm bulunmadığından, tesadüfen elde edilen bulguların CMK m. 217 anlamında delil olarak kullanılması mümkün değildir. Katalog suçtan dolayı takip altında tutulan şüphelinin, katalogda yer almayan bir suçu, örneğin resmi belgede sahtecilik veya terörizmin finansmanı suçunu (6415 sayılı Yasa m.4) işlediğine ilişkin deliller elde edilmesi halinde bu deliller sözü geçen suçlarla ilgili yargılamada delil olarak kullanılamaz.

Katalog suç dışında bir suça yönelik teknik takip yapılması, görevlilerin özel hayatın gizliliğini ihlal (TCK m.134) suçu kapsamında cezai sorumluluğunu doğuracaktır.

Teknik takip sırasında elde edilen verilere göre suç vasfının değişerek katalogda yer almayan bir suça dönüşmesi halinde, teknik takibin durdurulması gerekir.

2-Teknik araçlarla izleme tedbirine şüpheli veya sanık hakkında başvurulur. CMK m. 2’deki tanıma göre, şüpheli, soruşturma evresinde suç şüphesi altında bulunan kişi; sanık ise kovuşturmanın başlamasından itibaren hükmün kesinleşmesine kadar, suç şüphesi altında bulunan kişidir. Dolayısıyla bu tedbire karar verebilmek için başlamış bir soruşturma veya kovuşturma olmalı ve hedef kişi bu soruşturmanın “şüphelisi” veya kovuşturmanın “sanığı” konumunda bulunmalıdır. Hakkında soruşturma/kovuşturma olmayan, şüpheli veya sanık sıfatı bulunmayan veya kimliği bilinmeyen kişilere ya da belirsiz insan (veya meslek) topluluklarına yönelik tedbir kararı verilmesi hukuka aykırıdır ve bu karara dayanarak yapılan takip sonucu elde edilen deliller de hukuka aykırı delil niteliğindedir.

Örneğin, “Yeniden yapılanma faaliyetlerine yönelik şüphelilerin tespiti için” şeklinde genel bir talep yazısı ve hâkim kararı, somut şüpheli şartının gerçekleşmemesi nedeniyle hukuka aykırıdır (Bu tür bir karar ayrıca aşağıda bahsedilecek olan “somut delil” şartı bakımından da değerlendirilmelidir).

Nitekim Yargıtay, “Kimlikleri tespit edilemeyen kişilerin zaman zaman bir araya gelip suç işlemek üzere anlaşarak organize olmak suretiyle örgüt kurduklarına dair bilgi alınmış olup bu durumun ve olayın aydınlatılması için teknik araçlarla izlemeye gerek duyulması” şeklindeki gerekçeye dayanılarak verilen teknik takip kararının (somut delil şartını da karşılamamasıyla birlikte) hukuka aykırı olduğuna karar vermiştir; teknik takibin kime ve hangi suça ilişkin olduğu kararda belirtilmelidir.[1]

Yargıtay, tedbir kararında sanıkların kimliklerine yer verilmemesini, “tespit edilecek diğer şüphelilerinde” denilerek genel çerçevede bir karar verilmesini, verilen kararın suç tarihlerini kapsamamasını da bozma nedeni saymıştır.[2]

Diyelim ki, şüpheli A hakkında karar alındı. A’nın B ve C ile buluştuğu tespit edildi. B ve C’nin şüpheli sıfatı ve haklarında bir karar yoksa B ve C “ayrıca” teknik takibe alınamaz. Teknik takip, hakkında karar verilen kişi ile sınırlı tutulmak zorundadır. A’nın takibi sırasında B ve C’nin işlediği suçlarla ilgili olarak elde edilebilecek deliller “teknik araçlarla izleme sonucu elde edilen delil” değil, “tesadüfen elde edilen delil” kategorisinde yer alır. Dolayısıyla hukuki rejimi de farklıdır.

3-Teknik araçlarla izleme tedbirine başvurabilmek için katalog suçların işlendiği hususunda “somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebepleri bulunması” zorunludur. Soruşturmanın başlaması için gereken “basit şüphe” ya da iddianame hazırlanması için gereken “yeterli şüphe” bu tedbirin uygulanabilmesi için yeterli değildir. Kuvvetli suç şüphesi olmalı ve bu şüphe dosyada mevcut somut delillere dayanmalıdır. Duyumlar, tahminler, varsayımlar veya kanaatler değil; somut delil gerekir.[3]

Tedbire karar verecek merci somut delillerin varlığını araştırmalıdır. Delillerin, kuvvetli şüphe oluşturacak yoğunlukta ve hukuka uygun elde edilmiş olmasına dikkat edilmelidir. Kuvvetli şüphenin tedbirin devam ettiği süre boyunca bulunması gerekir. Kuvvetli şüphe ortadan kalkmış ise tedbire de derhal son verilmelidir. Çünkü tedbirin varlık nedeni kuvvetli şüphenin varlığıdır. Şartları ortadan kalkmasına rağmen devam eden teknik takip ve bunun sonucunda elde edilecek deliller hukuka aykırı olacaktır.

Tedbire karar verebilmek için katalog suçların “işlendiği” hususunda somut delil olmalıdır, “işleneceği” hususunda değil. Suç işlenmesinden önce yapılan ve istihbarat amaçlı olan teknik araçlarla izlemeler ceza muhakemesinde delil olma niteliğine sahip değildir.

İnsani yardım faaliyetlerine yönelik operasyonlarda bu hükümler ihlal edilmektedir. KHK’lıların veya cezaevinden tahliye olan kişilerin “yeniden yapılanma” bahanesiyle, herhangi bir suç işlenmeden önce doğrudan teknik takibe alındığı anlaşılmaktadır. Aslında işlenen bir suçun ve failinin takibi yapılmamaktadır. Kaldı ki insani yardım faaliyetleri hiçbir hukuk sisteminde suç değildir. Ülkemizde Gülen Hareketi dışındaki kişi ve gruplara/örgütlere karşı bu tür faaliyetlerden dolayı suç isnadında bulunulmamaktadır. Ancak iktidarın Gülen Hareketi’ne yönelik soykırım politikası çerçevesinde söz konusu kişilere sırf kimliğinden dolayı potansiyel suçlu muamelesi yapıldığı anlaşılmaktadır. Ortada işlenen bir suç ve somut delillere dayalı kuvvetli şüphe bulunmadığından, yapılan teknik takipler ve elde edilen deliller hukuka aykırıdır.

18 Ekim 2022 tarihinde, KHK’lı veya cezaevinde mahpus olan kişilerin ailelerine yönelik insani yardım yaptıkları gerekçesiyle 59 ilde eşzamanlı bir operasyon yapılmış ve 704 kişi hakkında gözaltı kararı verilmiştir. Yapılan operasyon İçişleri Bakanı tarafından kamuoyuna duyurulmuştur. Gözaltına alınan kişilere sorgularında mağdur ailelere ATM’lerden para gönderme veya gıda yardımı yaptıklarına ilişkin kamera ve teknik takip görüntüleri sorulmuştur. Bu soruşturmada yüzlerce kişi hakkında tutuklama kararı verilmiştir. Oysa tutuklama için kuvvetli şüphe gerekir. Bahse konu deliller kuvvetli şüphe oluşturmamakla birlikte, teknik takiple elde edilen bu deliller çıkarıldığında dosyada başka hiçbir delil bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Buna göre teknik takip kararları hiçbir delile dayanmadan verilmiştir. Bu kararlara istinaden yapılan (hukuksuz) takipler sonucu elde edilen delillerle (kamera görüntüleri vs.) gözaltı/tutuklama kararları verilmiştir. Tutuklamanın kendi şartlarının oluşmaması bir yana, tutuklamada kullanılan deliller hukuka aykırı teknik takiple elde edildiğinden bu delillere dayanılarak verilen tutuklama kararları da hukuka aykırıdır. Yani bu olay neresinden baksanız, baştan sona bir hukuk faciası, hatta facialar silsilesidir. Zehirli ağacın meyvesi de zehirlidir. Hukuka aykırı teknik takip sonucu elde edilen delillere dayanılarak elde edilen her yeni delil ve bu delillerden çıkarılan analizler de hukuka aykırı delil niteliğinde olup, tutuklamaya veya hükme esas alınamaz.

Yargıtay kararlarında da soyut şüpheye dayalı olarak karar verilemeyeceği, kuvvetli suç şüphesi sebeplerinin dayanağını oluşturan somut olguların bulunması ve buna ilişkin belgelerin dosyada mevcut olması gerektiği vurgulanmıştır.[4]

Burada dikkat edilmesi gereken önemli bur husus var: Savcıların CMK m. 140’a dayalı talep yazılarında somut delil olarak çoğunlukla tape kayıtları bulunmaktadır. Yani şüphelinin telefonu dinlemeye alınmıştır ve başka bir kişiyle buluşma randevusu, faaliyeti, şüphe çeken (açık veya şifreli) konuşmaları tespit edilmiştir. Savcılık da şüphelinin teknik araçlarla izlenerek buluşmasının veya faaliyetinin tespiti için CMK m.140’tan karar ister. Eğer “somut delil” bir tape kaydı ise, bu durumda tape kaydının hukukiliği de sorgulanmalıdır. Buna ilişkin CMK m.135’in şartları ile burada açıkladığımız CMK m.140’ın şartları (katalogdaki bazı suçlar dışında) aynıdır. Eğer tape kayıtları hukuka aykırı yöntemle elde edilmiş ise, bu kayıtlara dayanılarak CMK 140’tan teknik izleme kararı verilmesi de hukuka aykırı olacaktır. Somut delil olarak tape kayıtları dışında tanık beyanı veya başkaca herhangi bir delil sunulması da mümkündür. Bu delillerin yasak yöntemlerle elde edilip edilmediği de araştırılmalıdır. Örneğin işkence ile alınan tanık beyanına dayanılarak teknik takip kararı verilemez.

Teknik araçlarla izleme yapılmasına ilişkin hâkim kararında, “yapılan soruşturmada suç işlendiğine dair kuvvetli şüphe bulunduğu ancak başka suretle delil elde edilemeyeceği” şeklinde kanun hükmünü tekrarlamaktan başka herhangi bir gerekçe yoksa o karar hukuka aykırı bir karardır.[5]

4-Teknik araçlarla izleme tedbirine başvurabilmek için zorunlu şartlardan biri de “başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması” şartıdır. Soruşturma makamı, bu tedbire başvurmadan önce yasaların elverdiği ölçüde tüm imkânları kullanarak delil toplayacak, teknik araçlarla izleme tedbirine “son çare” olarak başvuracaktır. Kararı verecek olan hâkim de kararından önce bu hususu denetleyecektir. Savcının talep yazısında ve hâkim kararında delillerin yetersizliği ve bu tedbire başvurulmasını zorunlu kılan nedenler açıklanmalıdır.[6]

İnsani yardım faaliyetlerine yönelik soruşturmalarda böyle bir çaba söz konusu olmadığı gibi, aksine hiçbir delil toplanmadan ilk kez ve doğrudan bu yola başvurulduğu görülmektedir. Daha vahimi, belirli bir topluluk, haklarında somut hiçbir delil bulunmadığı halde, topyekûn olarak potansiyel şüpheli kabul edilerek fiziki takibe alınmakta, aylarca süren takipler genişletilerek başka kişilere ve delillere ulaşılmaya çalışılmaktadır. Yasal şartları oluşmadığından bu takipler ve elde edilen deliller hukuka aykırıdır, hükme esas alınamaz. Bunun yanı sıra genelleme suretiyle karar alınması doğru olmayıp, her bir şüpheli hakkında bireyselleştirme yapılarak somut bulgulara göre karar verilmesi gerekir. Bu şekilde yürütülen hukuksuz operasyonlarla yasa maddesi kişi sayısınca ihlal edilmekte ve suç işlenmektedir.

Teknik araçlarla izleme tedbirine başvurulabilmesi için yukarıda belirtilen 4 şartın da bulunması gerekir. Şartlardan birinin bulunmaması halinde tedbir kararı verilemez. Kanunda yazılı bu şartlara aykırı karar ve işlemler sonucu ele geçirilen deliller hukuka aykırı delil niteliğinde olup, Anayasa’nın 38/6 ile CMK’nın 217/2 maddeleri uyarınca hükme esas alınamaz.

***

TEDBİRİN UYGULANACAĞI ALAN

Şüpheli veya sanığın kamuya açık yerlerdeki faaliyetleri ve işyeri teknik araçlarla izlenebilir, ses veya görüntü kaydı alınabilir (CMK m.140/1). Bu tedbir, kişinin konutunda uygulanmaz (CMK m.140/5).

Kişinin özel aracında teknik takip yapılabilir mi? Bu konuda yasada açık bir hüküm bulunmadığından doktrinde farklı görüşler vardır. Konuta yönelik kesin yasaklama karşısında, özel aracın konut niteliğinde olmadığı savıyla özel araçta teknik takip yapılabileceğini ileri sürenlerin yanı sıra aksi görüşte olanlar da vardır. Kişinin konutu kamuya açık değildir ve izlenmesi yasaktır. İşyerinde ise mutlak bir dokunulmazlık yoktur; kimi işyeri kamuya açık (mağazalar, AVM’ler gibi) iken, kimi işyerlerine sahibinin açık rızası ile (doktor muayenehanesi, avukat bürosu, şirket binası gibi) girilebilir. Özel araç bakımından böyle bir durum söz konusu değildir. Özel araçlar araç sahibinin özel alanına girmektedir ve tıpkı konut gibi ancak sahibinin rızası ile üçüncü kişilerin istifadesine sunulmaktadır. Bunlar da çoğunlukla aile ve yakın çevredir. Bu yönüyle özel araçların, aynı zamanda kişinin özel hayatının çekirdek alınana girdiği de söylenebilir. Kişi özel aracını çoğu kez tanıklıktan çekinme hakkı bulunan ailesi ve yakın çevresi ile birlikte kullanmaktadır. Şüpheli ve sanığın tanıklıktan çekinme hakkı olan aile fertleriyle yaptığı görüşmelerin kayda alınamayacağına ilişkin hüküm (CMK m. 135/3), kıyasen CMK m. 140 bakımından da uygulanabilir. Koruma tedbirleri temel hak ve özgürlükleri sınırlayıcı şekilde yorumlanamaz.[7]

Bu nedenle CMK m.140/5’teki konuta yönelik kesin yasaklama, teknik takibin özel araçlarda serbest olduğu şeklinde yorumlanamaz. Bütün bu nedenlerle, yasada açık bir hüküm bulunmamakla birlikte, teknik araçlarla izleme tedbirinin kişinin özel aracına yönelik olarak uygulanması hukuka aykırı olacaktır.

Öte yandan, özel araçta teknik takip yapılabileceğini savunmak AİHM uygulamaları bakımından da sorunludur. Önceden görülebilirlik kriterine göre, müdahalenin dayanağı olan hukuk açık, sarih olmalı, muğlak olmamalıdır. İlgili kişi, hukukun kendisine uygulanması halinde doğuracağı sonuçları önceden görebilmelidir. Özellikle kullanılan teknoloji giderek çok daha ileri ve karmaşık duruma geldiğinden, teknik araçlarla izleme tedbirlerine başvurulmasıyla ilgili kuralların açık ve ayrıntılı olması çok önemlidir. Bu konudaki hukuk, vatandaşlara, yetkililerin gizli izleme veri toplama tedbirlerine başvurmaya yetkili oldukları hal ve şartların ne olduğunu yeterince gösterecek kadar açık olmalıdır.

Oysa özel araçlara yönelik müdahalenin iç hukukumuzda hiçbir temeli yoktur. Bu tedbir, hukuken öngörülebilir değildir; tedbirin sonuçları önceden görülemediği gibi, keyfiliğe ve kötüye kullanmaya karşı bir güvence de içermemektedir. Ayrıca şüphelinin aracı her zaman kendi kullanımında olmayabilir. Bu durumda ve özellikle aracın kesintisiz takibi halinde şüpheli dışında aracı kullanan yakınları veya diğer üçüncü kişilerin hakları da ihlal edilmiş olacaktır.[8]

Gizli kamera veya böcek yerleştirilmesi konusu: Uygulamada başvurulan bu yöntemlerin iç hukukta hukuki bir temeli bulunmamaktadır. Dahası teknik takibin yöntemi ve kullanılacak araçlar konusunda kanunda açık bir hüküm ve sınırlama yoktur. Şüphesiz teknolojinin sürekli gelişmesinin de bunda payı vardır. Bu husus tamamen uygulamaya ve mahkeme içtihatlarına bırakılmış gözükmektedir. Teknolojinin gelişmesine bağlı olarak gizli izleme yöntem ve araçlarının türü ve nitelikleri de değişiklik göstermektedir. Bu kapsamda izlenecek yere gizli izleme araçları yerleştirilmesi de mümkündür. Ancak konuta veya iş yerine gizlice girilerek bu cihazların yerleştirilmesi hukuka aykırıdır ve bu şekilde elde edilen deliller de hukuka aykırı delil olacaktır. Zira teknik takibe izin veren CMK m.140, konut ve iş yeri dokunulmazlığını bertaraf eden bir hüküm değildir. Söz konusu işlemler konut ve iş yeri dokunulmazlığı (TCK m. 116) ihlal edilerek gerçekleştirilemez. CMK m. 140/5, konutlara gizli kamera veya böcek yerleştirilmesine zaten izin vermemektedir. İş yerleri bakımından ise ikili bir ayrım yapılmalıdır: Girilmesi açık rızaya bağlı iş yerleri TCK m. 116/2’de iş yeri dokunulmazlığı kapsamına alınmış olduğundan, bu yerlere rızaya aykırı/gizlice girilerek gizli izleme aracı yerleştirilmesi hem TCK m. 116/2’deki suçu, hem TCK 134’teki özel hayatın gizliliğini ihlal suçunu oluşturacak, hem de teknik takibi hukuka aykırı kılacaktır. Rıza gerektirmeyen market, kasap, mağaza ve benzeri işyerleri bakımından ise, açık oldukları saatte bu yerlere girilerek gizli izleme aracı yerleştirilmesi mümkündür. Ancak işyerinin kapanmasından sonra gizlice girilmesi durumunda yukarıda belirtilen hususlar bu işyerleri bakımından da geçerli olacaktır.

Kişilerin rızasını bertaraf edecek hile ve tuzaklarla işyerine girilerek veya özel aracı ele geçirilerek gizli izleme aracı yerleştirilmesi de hukuka aykırıdır ve elde edilen deliller hukuka aykırı delil niteliğindedir. Devlet vatandaşa tuzak kurmaz.

AİHM’e göre, izlemenin herkesin görebildiği bir yerde; kayıt tutulmadan ve güvenlik nedeniyle yapılması durumunda, kişinin özel yaşam hakkına bir müdahaleden bahsetmek mümkün değildir. Bu tür yerlerde bireyin tüm davranışları zaten herkes tarafından görülebilmektedir. Buna karşın, eğer izleme sistemli bir şekilde yapılıyorsa ve elde edilen veriler kayıt altına alınıyorsa, bireyin özel yaşamına müdahale söz konusu olabilmektedir(AİHM, Rotaru/Romanya, 28341/95, P. 43-44).[9]

AİHM, bir devletin denetime aldığı kişinin bilgisi dışında ve itirazı mümkün olamayacak bir biçimde gizli izleme yapması halinde, 8. maddenin büyük ölçüde hükümsüz kalabileceğine işaret etmektedir. Polis devletinin bir niteliği olan gizli izleme yetkilerine Sözleşme çerçevesinde ancak demokratik kurumları korumak için kesinlikle gerekli olduğu ölçüde katlanılabilir. AİHM, Khan/Birleşik Krallık kararında (P. 25-28) ve P.G. ve J.H./Birleşik Krallık kararında (P. 37-38), gizli dinleme cihazları kullanılmasının iç hukukta bir hukuki temeli bulunmadığı ve başvurucuların özel yaşama saygı haklarına yapılan müdahalelerin ‘hukuka göre’ yapılmadığı gerekçesiyle Sözleşme’nin 8. maddesinin ihlal edildiğini tespit etmiştir.

KARAR MERCİİ:

Teknik araçlarla izleme tedbirine hâkim tarafından, gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı tarafından karar verilir. Cumhuriyet savcısı tarafından verilen kararlar yirmi dört saat içinde hâkim onayına sunulur. Hâkim kararını en geç yirmi dört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi hâlinde kayıtlar derhâl imha edilir (CMK m.140/2). Bu usule uyulmaması, örneğin gecikmesinde sakınca bulunan bir hal olmamasına rağmen C. Savcısı tarafından karar verilmesi delilleri hukuka aykırı hale getirecektir. Hâkim veya savcı kararı olmadığı halde kolluk kuvvetlerinin şüpheli veya sanığı takip ederek, kiminle görüştüğünü, kimlerle/nerelerden alışveriş yaptığını, nerelere girip çıktığını vb. tespit ederek tutanak tutması hukuka aykırıdır ve bu tutanak hukuka aykırı delildir.

Gizli soruşturmacı görevlendirilmesi (m.139) ile teknik araçlarla izleme (m.140) birbirinden ayrı tedbirlerdir ve ayrı ayrı karar alınması gerekir. Gizli soruşturmacı görevlendirilmesine ilişkin karara dayanılarak teknik araçlarla izleme yapılamaz.[10]

TEDBİRİN SÜRESİ:

Teknik araçlarla izleme kararı en çok 3 haftalık süre için verilebilir. Bu süre gerektiğinde 1 hafta daha uzatılabilir. Örgütlü suçlarda buna ek olarak her defasında 1 haftadan fazla olmamak ve toplam 4 haftayı geçmemek üzere uzatılmasına karar verebilir. Yani toplamda en fazla 8 haftalık bir süre için tedbir kararı verilebilir. 8 haftayı aşan izlemeler, hâkim kararına dayansa bile hukuka aykırıdır. Ancak, bu tedbir ile birlikte gizli soruşturmacı görevlendirilmesi de varsa bu süreler bir kat artırılarak uygulanır(CMK m.140/3).

İlk kararda, kuvvetli şüphe oluşturan somut delillerin nelerden ibaret olduğu ve bu tedbire son çare olarak başvurma nedenleri açıklanır. Uzatma kararlarında ise bu genel gerekçelere ilaveten, ilk kararın icrası suretiyle elde edilen delillerin neler olduğu ve uzatma kararına niçin ihtiyaç duyulduğu açıkça belirtilmelidir. Buradan anlaşılacağı üzere, uzatma kararı verebilmek için tedbire başvurulmasında aranan koşulların devam ediyor olması gerekmektedir. Gerekçesiz verilen uzatma kararları ve uygulanan tedbirler hukuka aykırı hale gelecektir.[11]

Sürenin dolmasından dolayı tedbire son verildiğinde, daha sonra aynı şüpheli/sanık hakkında aynı suç sebebiyle yeniden tedbir kararı verilemez. Tedbir için aranan şartlardan birinin sonradan ortadan kalkması durumunda süre bitimi beklenilmeden tedbire derhal son verilmelidir.

Belirtilen şartlara aykırı karar ve işlemler sonucu ele geçirilen deliller hukuka aykırı delil niteliğinde olup, Anayasa’nın 38/6 ile CMK’nın 217/2 maddeleri uyarınca hükme esas alınamaz.

YASAYA AYKIRILIK HALİNDE İHLAL EDİLEN HAKLAR VE BAŞVURU YOLLARI

Yasaya aykırı olarak teknik araçlarla izleme kararı verilmesi ve elde edilen delillerin kullanılması halinde ihlal edilen Anayasa ve AİHS hükümleri ve başvurulacak yasa yolları nelerdir?

Bu konudaki yasaya aykırılıklar Anayasa’nın 20. (Özel hayatın gizliliği), 21. (Konut dokunulmazlığı) ve 22. (Haberleşme hürriyeti) maddelerini, AİHS’in 8. maddesini (Özel ve aile hayatına saygı hakkı) ihlal edecektir. Hukuka aykırı teknik takip yoluyla elde edilen delillerin yargılamada kullanılması ve mahkûmiyet hükmüne gerekçe yapılması halinde ayrıca AİHS’in 6. maddesindeki adil yargılanma hakkı da ihlal edilmiş olacaktır.

AİHS’e göre, özel ve aile hayatına saygı hakkının kullanılmasına yönelik müdahale, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir(AİHS m.8/2).

Hukukumuzda, teknik araçlarla izleme yapılmasının, ses ve görüntü kaydı alınmasının yasal dayanağı CMK’nın 140. maddesidir. Ancak yasada belirtilen koşullara aykırı olarak izleme yapılması, ses ve görüntü kaydı alınması özel hayatın gizliliğine ağır bir müdahale niteliğindedir. Ceza hukuku bakımından ise, hukuka aykırı bu müdahaleler, özel hayatın gizliğini ihlal (TCK m. 134) ve konut dokunulmazlığını ihlal (TCK m. 116) suçlarının oluşması sonucunu da doğurabilir.

Yasaya aykırı teknik takip yapılması halinde başvurulacak yasa yolları: Teknik takip kararları diğer hâkim veya mahkeme kararları gibi itiraza tabi olmakla birlikte, bu kararlar gizli olduğundan ve tebliğ edilmediğinden dolayı bu kararlara itiraz fiilen mümkün olamamaktadır. Bunun dışında AYM’ye yapılacak bireysel başvurudan önce ağır ceza mahkemesinde tazminat davası açılabilir.

CMK m. 141’de haksız koruma tedbirleri nedeniyle tazminat gerektiren haller düzenlenmiştir. Kanuna aykırı teknik araçlarla izleme haline ilişkin açık bir hüküm olmamakla birlikte maddenin 3. fıkrası buna imkân tanımaktadır. Anılan hükme göre, “Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir.” Hukuka aykırı teknik izleme kararları ile Anayasa’nın 20, 21 ve 22. maddeleri ihlal edildiğinden, haksız takibe uğrayan ve zarar gören (hakları ihlal edilen) kişilerin bu madde hükmüne istinaden tazminat davası açmaları mümkündür.[12] Tazminat davasının sonucuna göre de AYM ve AİHM başvuruları düşünülmelidir.

Hukuka aykırı teknik takip nedeniyle kimler tazminat davası açabilir? Kararda adı geçen ve doğrudan zarar görmüş olan şüpheli/sanık dava açabileceği gibi, hakkında karar olmadığı halde teknik takip nedeniyle özel ve aile hayatına saygı hakkı zedelenmiş olan kişiler varsa, örneğin şüphelinin aile fertleri gibi, bu kişiler de uğradıkları zararı kanıtlamak suretiyle dava açabilirler. Dava ile maddi ve manevi her türlü zararlarını Devletten isteyebilirler. Tazminat davası açma süresi 3 aydır.

Şüpheli/sanık tarafından açılacak tazminat davası teknik takibe konu soruşturmanın veya kovuşturmanın sonucunu etkileyici veya asıl davanın sonucuna bağlı olduğundan şüpheli/sanık bakımından dava açma süresi, karar veya hükümlerin kesinleştiğinin şüpheliye/sanığa tebliğinden itibaren başlar ve her halde kesinleşme tarihini izleyen 1 yıl içinde dava açılması gerekir (m.142/1). Bu süre hak düşürücü bir süredir. Dava süresinde açılmamış ise red kararı verilir.

Yukarıda belirtilen dava açma süreleri, hakkında karar verilen şüpheli/sanık içindir. Şüpheli/sanık dışında, hakkında soruşturma ve karar olmadığı halde teknik takipten zarar görenlerin ise (şüpheli/sanık hakkındaki) asıl davanın sonucunu beklemelerine gerek yoktur.

SÜRENİN BAŞLANGIÇ TARİHİ, tazminata dayanak olan işlemin yapıldığı soruşturma veya kovuşturma sonunda verilen karar veya hükümlerin (takipsizlik, beraat, mahkûmiyet …) kesinleştiği tarihtir. Kesinleşme tarihinden itibaren 1 yıllık süre başlar. Kesinleşme tebliğ edildiğinde ise 1 yıllık süreyi aşmamak üzere 3 aylık dava açma süresi başlayacaktır. Belirtmek gerekir ki, Yargıtay’a göre, asıl davanın sonucunu etkileyici veya asıl davanın sonucuna bağlı bir talep yoksa asıl davanın sonucu beklenmeden hukuka aykırı tedbir uygulandığı gerekçesiyle tazminat davası açılabilecektir.[13]

Tazminat talebi bir dilekçe ile yapılmalıdır. Dilekçede, tazminat talebinde bulunan kişinin açık kimliği ve adresi, zarara uğradığı işlemin ve zararın niteliği ve niceliği yazılmalı ve bunların belgeleri dilekçeye eklenmelidir (CMK m.142/3). Dilekçedeki bilgi ve belgeler yetersiz ise eksikliğin bir ay içinde giderilmesi, aksi hâlde davanın reddedileceği mahkemece ilgiliye duyurulur. Süresinde eksiği tamamlanmayan dilekçe, mahkemece, itiraz yolu açık olmak üzere reddolunur (CMK m.142/4).

Dava, zarara uğrayanın kendisi, yasal temsilcisi (veli/vasi) veya özel yetkili vekili tarafından açılacak, Devleti temsilen Hazine “davalı” olarak gösterilecektir. Dava zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde açılacaktır (CMK m.142/2). Tazminata konu asıl işlem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesince yapılmış ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi varsa dava o dairede çözülecektir. O yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa davaya en yakın yer ağır ceza mahkemesi bakacaktır. Ağır ceza mahkemesi kararını duruşmalı olarak verir. Davacı veya davalı açıklamalı çağrı kâğıdı tebliğine rağmen gelmezlerse, yokluklarında karar verilebilir. Ağır ceza mahkemesinde görülecek tazminat davası sonucunda verilecek karara karşı davacı, C.Savcısı veya davalı(hazine) temsilcisi, istinaf yoluna başvurabilir(CMK m.142/7-8).

[1] Yargıtay 21. CD., 19.10.2015, 2015/2995 E., 2015/4063 K.

[2] “Somut olayda; dosya sanıklarının açık kimlik bilgilerinin … ve… Sulh Ceza Mahkemesi’nin 22.01.2009 ve 13.03.2009 tarihli kararlarında yer almadığı, kararda “tespit edilecek diğer şüphelilerinde” denilerek genel çerçevede bir karar verildiği ve verilen kararın suç tarihlerini kapsamadığı,

… ve … Sulh Ceza Mahkemeleri’nin gizli soruşturmacı görevlendirilmesine ilişkin kararları kanuna aykırı olduğu gibi, gizli soruşturmacıların somut olaydaki çalışmaları hukuka aykırıdır. Soruşturma safhasındaki hukuka aykırılıklar nedeniyle sanıkların adil yargılanma hakkı ihlal edilmiştir.

Olayımızda sanıkların 5271 sayılı CMK’nın 140. maddesindeki düzenlemeye göre teknik araçlarla izlenmelerine ilişkin bir karar bulunmamaktadır. CMK’nın 139. maddesine göre alınan gizli soruşturmacı görevlendirilmesine ilişkin karara dayanılarak ve CMK’nın 140. maddesine göre ayrıca bir karar alınmadan teknik araçlarla izleme yapılamaz. Buna rağmen teknik araçlarla izleme, görüntü ve ses kayıtları yapılmıştır.” (Yargıtay 20. CD., 11.04.2016, 2015/15895 E., 2016/1979 K.)

“Somut olayda; sanığın açık kimlik bilgilerinin … Ağır Ceza Mahkemesi’nin 11.07.2014 tarihli kararında yer almadığı, kararda “tespit edilecek diğer şüphelilerinde” denilerek genel çerçevede bir karar verildiği,

… Ağır Ceza Mahkemesinin gizli soruşturmacı görevlendirilmesine ilişkin kararlarında kanun hükmünü tekrarlamaktan başka herhangi bir gerekçe de bulunmamaktadır. Sözü edilen karar Anayasanın 141. ve CMK’nın 34. maddelerine aykırı bir karardır. “ (Yargıtay 20. CD., 14.03.2016, 2015/15357 E., 2016/1455 K.)

[3] “Özgürlüklere ağır şekilde müdahale edilmesi sonucunu doğurması itibarıyla; teknik araçlarla izleme kararının, kime ve hangi suça ilişkin olduğunun, hangi tarihten hangi tarihe kadar geçerli olduğunun, hangi ihtiyaca binaen ve hangi deliller değerlendirildikten sonra verildiğinin, suçun işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphenin hangi somut delillere dayandığının, ilk kararın icrası suretiyle elde edilen delillerin neler olduğunun ve uzatma kararına niçin ihtiyaç duyulduğunun açık ve hiçbir duraksamaya neden olmayacak şekilde belirtilmesi gerekir.

Buna göre somut olayda;

1- Soruşturmanın CMK’nun 140/1-a-1 bendinde gösterilen ve karar tarihi itibarıyla katalog suçlardan olan “suç işlemek amacıyla örgüt kurma” suçundan başlatılmış olmasına rağmen, “örgütün varlığını ortaya koyan kuvvetli suç şüphesinin bulunup bulunmadığı ile bulunduğu kabul ediliyorsa buna dayanak teşkil eden “somut deliller”in nelerden ibaret olduğunun kararda belirtilmemiş olması,

4- Gerek ilk kararda, gerekse uzatma kararında, teknik araçlarla izleme yapılmasının sebebi, “örgüt kurulduğuna dair bilgi alınmış olup, bu durumun ve olayın aydınlatılması için teknik araçlarla izlemeye gerek duyulması” olarak gösterilmiş ve buna bağlı olarak örgütün varlığı konusunda duyum dışında hiçbir delil bulunmadığı açıkça belirtilmiş iken, kararların daha sonraki bölümünde “suç işlendiğine dair kuvvetli şüphenin bulunduğunun” belirtilmesi suretiyle çelişkiye neden olunması,

Nedenleriyle, sanık hakkında verilmiş bulunan “teknik izleme kararı” ile buna bağlı “uzatma kararı” hukuka aykırı olduğundan, hukuka aykırı olan kararın icrası kapsamında elde edilmiş bulunan “Fiziki Takip Tutanağı” da hukuka aykırı olarak elde edilmiş bir delil olması itibarıyla CMK’nun 217. maddesi bağlamında hükme esas alınamaz.” (Yargıtay 21. CD., 19.10.2015, 2015/2995 E., 2015/4063 K).

[4] “Somut olayda; … Emniyet Müdürlüğü tarafından gizli soruşturmacı görevlendirilmesi istenirken, “Mersin ili dâhilinde bulunan uyuşturucu sokak satıcılarının deşifre edilmesi ve suç unsuru ile birlikte yakalanmalarına yönelik çalışmalardan söz edilmiş, fail/failler veya fiiller somut olarak belirtilmemiştir. Oysaki gizli soruşturmacı görevlendirilmesi için olay somutlaştırılmalı, soruşturma konusu suçun işlenmiş ya da işlenmekte olması gereklidir. Somut olayda ise bir nevi önleme amaçlı gizli soruşturmacı görevlendirilmiştir. Aslında belli bir olay veya failin izlenmediği, fiil işlenmeden önce karar alındığı anlaşılmaktadır.

Suç işlendiği konusunda kuvvetli şüphe bulunup bulunmadığı ve başka surette delil elde etme imkânı olup olmadığı konusunda bir araştırma yapılıp yapılmadığı da bilinmediği için bu koşulların varlığı da bilinmemektedir.

Mersin 1. ve 6. Sulh Ceza Mahkemelerinin gizli soruşturmacı görevlendirilmesine ilişkin kararlarında kanun hükmünü tekrarlamaktan başka herhangi bir gerekçe de bulunmamaktadır. Sözü edilen kararlar Anayasa’nın 141. ve CMK’nın 34. maddelerine aykırı kararlardır.  (Yargıtay 20. CD, 15.10.2015, 2015/13889 E., 2015/4086 K.)

“Somut olayda; sanığın açık kimlik bilgilerinin Adana 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 22.05.2014 tarihli kararında yer almadığı, kararda “uyuşturucu satışı faaliyetlerinin detayları ile birlikte ortaya çıkartılabilmesi, olay faili ya da faillerinin yakalanabilmesi amacıyla” denilerek genel çerçevede bir karar verildiği,

Suç işlendiği konusunda kuvvetli şüphe bulunup bulunmadığı ve başka surette delil elde etme imkânı olup olmadığı konusunda bir araştırma yapılıp yapılmadığı da bilinmediği için bu koşulların varlığı da bilinmemektedir.” (Yargıtay 20. CD., 04.05.2016, 2016/140 E.,  2016/2733 K.)

[5] “Mersin 1. ve 6. Sulh Ceza Mahkemelerinin gizli soruşturmacı görevlendirilmesine ilişkin kararlarında kanun hükmünü tekrarlamaktan başka herhangi bir gerekçe de bulunmamaktadır. Sözü edilen kararlar Anayasa’nın 141. ve CMK’nın 34. maddelerine aykırı kararlardır.” (Yargıtay 20. CD., 15.10.2015, 2015/13889 E.,  2015/4086 K.)

“Antalya 4. Ağır Ceza Mahkemesinin gizli soruşturmacı görevlendirilmesine ilişkin kararlarında kanun hükmünü tekrarlamaktan başka herhangi bir gerekçe de bulunmamaktadır. Sözü edilen karar Anayasanın 141. ve CMK’nın 34. maddelerine aykırı bir karardır.” (Yargıtay 20. CD., 14.01.2016, 2015/15770 E.,  2016/121 K.)

[6] “Özgürlüklere ağır şekilde müdahale edilmesi sonucunu doğurması itibarıyla; teknik araçlarla izleme kararının, kime ve hangi suça ilişkin olduğunun, hangi tarihten hangi tarihe kadar geçerli olduğunun, hangi ihtiyaca binaen ve hangi deliller değerlendirildikten sonra verildiğinin, suçun işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphenin hangi somut delillere dayandığının, ilk kararın icrası suretiyle elde edilen delillerin neler olduğunun ve uzatma kararına niçin ihtiyaç duyulduğunun açık ve hiçbir duraksamaya neden olmayacak şekilde belirtilmesi gerekir.

Buna göre somut olayda;

2- Özgürlüklerin ağır şekilde kısıtlanmasına sebep olması nedeniyle soruşturmada “son çare” olarak başvurulması gereken, “teknik araçlarla izleme” tedbirine; hangi deliller niçin yetersiz kaldığı için başvurulduğunun açıklanmaması,

3- ”Fiziki Takip Tutanağına” esas teşkil eden teknik araçlarla izlemenin uzatılmasına ilişkin kararda, uzatmaya ilişkin karara temel teşkil eden ilk kararın icrası kapsamında hangi delillere ulaşıldığının ve niçin uzatmaya gerek duyulduğunun gösterilmemesi, …” (Yargıtay 21. CD., 19.10.2015, 2015/2995 E., 2015/4063 K).

[7] https://sen.av.tr/tr/makale/Teknik-Ara%C3%A7larla-%C4%B0zleme-%C3%96zel-Ara%C3%A7larda-Uygulanabilir-mi

[8] Özellikle kullanılan teknoloji giderek çok daha ileri ve karmaşık duruma geldiğinden, teknik araçlarla izleme tedbirlerine başvurulmasıyla ilgili kuralların açık ve ayrıntılı olması çok önemlidir. Bu konudaki hukuk, vatandaşlara, yetkililerin gizli izleme veri toplama tedbirlerine başvurmaya yetkili oldukları hal ve şartların ne olduğunu yeterince gösterecek kadar açık olmalıdır. Ayrıca bir gizli izleme sisteminde kamusal denetim bulunmadığından ve kötüye kullanma riski sistemin doğasında bulunduğundan, kötüye kullanmalardan kaçınmak için yasada asgari şu koruyucular bulunmalıdır: Alınacak muhtemel tedbirlerin niteliği, kapsamı ve süresi, tedbir emri verilebilmesi için bulunması gerekli sebepler, tedbir emri vermeye, yürütmeye ve denetlemeye yetkili makamlar ve ulusal hukuk tarafından sağlanan başvuru yolunun türü ( Uzun – Almanya, §61-63; Association for European Integration and Human Rights and Ekimdzhiev, §71-77; Liberty ve Diğerleri, §62).

Önceden görülebilirlik kriteriyle ilgili olarak, müdahalenin dayanağı olan hukuk açık, sarih olmalı, muğlak olmamalıdır. İlgili kişi, hukukun kendisine uygulanması halinde doğuracağı sonuçları önceden görebilmelidir. AİHM’e göre vatandaşların davranışlarını düzenlemelerine olanak vermek üzere yeterli açıklıkta formüle edilmemiş bir norm, hukuk kuralı olarak kabul edilemez; vatandaşlar belirli bir eylemin gerektirdiği sonuçları, durumun makul saydığı ölçüde ve eğer gerekiyorsa uygun bir danışmayla önceden görebilmelidirler (Sunday Times, §49).

Mahkeme Uzun – Almanya davasında, terör saldırılarından şüpheli başvurucunun, otomobiline yerleştirilen GPS cihazıyla izlenmesinin özel yaşama bir müdahale oluşturduğunu tespit etmiş ve Ceza Muhakemesi Kanununun 100c/1 no.1(b) maddesine dayanan bu müdahalenin önceden görülebilir olup olmadığını incelemiştir. …Dolayısıyla (bu olayda) müdahale önceden görülebilir niteliktedir.

Bu nedenle GPS cihazıyla izleme suretiyle elde edilen verileri işleme ve kullanma, başvurucunun özel yaşamına saygı hakkına bir müdahale oluşturmuştur. Bu izleme, Ceza Muhakemesi Kanununun 100c/1 no.1(b) maddesine dayanmakta olduğundan iç hukukta bir hukuki temeli bulunmaktadır. Bu hukuk, erişilebilir ve sonuçları önceden görülebilir nitelikte olup, kötüye kullanmaya karşı yeterli ve etkili güvenceler içermektedir; ayrıca bu müdahale ulusal güvenlik, kamu güvenliği, suçu önlenmesi ve mağdurların haklarının korunması meşru amaçlarını taşımaktadır ( Uzun – Almanya, §64-74).

Mahkeme’ye göre başvurucunun bütüncül ve kapsamlı bir izlemeye tabi tutulduğu söylenemez. Dahası bu izleme tedbiri, bombalı saldırılarla siyasetçileri ve kamu görevlilerini öldürmeye teşebbüs gibi çok ciddi suçların soruşturulmasıyla ilgilidir. Sonuç olarak başvurucunun GPS cihazıyla izlenmesi mevcut olayın şartları içinde, izlenen meşru amaçlarla orantılı olup demokratik bir toplumda gereklidir ( Uzun – Almanya, §78-80).

Mahkeme’ye göre, gizli izleme sisteminin doğasında istismar riski bulunduğundan, bu gibi tedbirler çok açık yasa hükümlerine dayanmalıdır. Özellikle gizli izleme tedbirlerinin kullanılmasıyla ilgili teknoloji giderek daha karmaşık hale geldiğinden, konuyla ilgili açık ve ayrıntılı düzenlemeler yapılmalıdır ( Amann, §56).

Müdahalenin bir hukuki dayanağının bulunması ve bu hukukun erişilebilir ve sonuçları önceden görülebilir olması yeterli değildir. Mevcut hukukun, hukukun üstünlüğüne uygun olması anlamında nitelikli olması, bir başka deyişle bireyi keyfi müdahalelere karşı koruyucular sağlaması gerekir.

Prof. Dr. Osman Doğru, Dr. Atilla Nalbant, İNSAN HAKLARI AVRUPA SÖZLEŞMESİ Açıklama ve Önemli Kararlar, 2. Cilt, s.11 vd.

[9] AİHM uygulamasına dair detaylı bilgi için bkz https://avukat-kilinc.com/all-cases-list/teknik-araclarla-yapilan-gizli-izlemelerin-avrupa-insan-haklari-sozlesmesine-uygunlugu-sorunu/index.html

[10] “Olayımızda sanıkların 5271 sayılı CMK’nın 140. maddesindeki düzenlemeye göre teknik araçlarla izlenmelerine ilişkin bir karar bulunmamaktadır. CMK’nın 139. maddesine göre alınan gizli soruşturmacı görevlendirilmesine ilişkin karara dayanılarak ve CMK’nın 140. maddesine göre ayrıca bir karar alınmadan teknik araçlarla izleme yapılamaz. Buna rağmen teknik araçlarla izleme, görüntü ve ses kayıtları yapılmıştır.

… 2- Teknik araçlarla izleme konusunda karar alınmadan yapılan ve bu nedenle hukuka aykırı olan görüntülü ve sesli kayıtlara dayanılarak hüküm kurulması, …Kanuna aykırı, … olduğundan hükümlerin BOZULMASINA,” (Yargıtay 20. CD., 15.10.2015, 2015/13889 E.,  2015/4086 K.). Aynı mahiyette kararlar için bkz. Yargıtay 20. CD., 11.04.2016, 2015/15895 E., 2016/1979 K.;  Yargıtay, 20. CD., 16.02.2016, 2015/14831 E.,  2016/793 K.

[11] “Özgürlüklere ağır şekilde müdahale edilmesi sonucunu doğurması itibarıyla; teknik araçlarla izleme kararının, kime ve hangi suça ilişkin olduğunun, hangi tarihten hangi tarihe kadar geçerli olduğunun, hangi ihtiyaca binaen ve hangi deliller değerlendirildikten sonra verildiğinin, suçun işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphenin hangi somut delillere dayandığının, ilk kararın icrası suretiyle elde edilen delillerin neler olduğunun ve uzatma kararına niçin ihtiyaç duyulduğunun açık ve hiçbir duraksamaya neden olmayacak şekilde belirtilmesi gerekir. Buna göre somut olayda;

3- ”Fiziki Takip Tutanağına” esas teşkil eden teknik araçlarla izlemenin uzatılmasına ilişkin kararda, uzatmaya ilişkin karara temel teşkil eden ilk kararın icrası kapsamında hangi delillere ulaşıldığının ve niçin uzatmaya gerek duyulduğunun gösterilmemesi,

4- Gerek ilk kararda, gerekse uzatma kararında, teknik araçlarla izleme yapılmasının sebebi, “örgüt kurulduğuna dair bilgi alınmış olup, bu durumun ve olayın aydınlatılması için teknik araçlarla izlemeye gerek duyulması” olarak gösterilmiş ve buna bağlı olarak örgütün varlığı konusunda duyum dışında hiçbir delil bulunmadığı açıkça belirtilmiş iken, kararların daha sonraki bölümünde “suç işlendiğine dair kuvvetli şüphenin bulunduğunun” belirtilmesi suretiyle çelişkiye neden olunması,

6- 2009/1838 sayı ile verilen ilk teknik izleme kararma tarih yazılmayarak, kararda belirtilen 4 (dört) haftalık sürenin ne zaman başlayacağı hususunda tereddüde neden olunması,

Nedenleriyle, sanık hakkında verilmiş bulunan “teknik izleme kararı” ile buna bağlı “uzatma kararı” hukuka aykırı olduğundan, hukuka aykırı olan kararın icrası kapsamında elde edilmiş bulunan “Fiziki Takip Tutanağı” da hukuka aykırı olarak elde edilmiş bir delil olması itibarıyla CMK’nun 217. maddesi bağlamında hükme esas alınamaz.” (Yargıtay 21. CD., 19.10.2015, 2015/2995 E., 2015/4063 K).

[12] Benzer mahiyette Yargıtay 12. CD., 16.2.2015, 2014/13444 E., 2015/2705 K; Yargıtay 12. CD., 11.11.2015, 2015/13049 E., 2015/17584 K.

[13] Yargıtay 12. CD., 14.12.2015, 2014/19906 E., 2015/19237 K.

TEKNİK ARAÇLARLA İZLEME TEDBİRİ VE İNSANİ YARDIM FAALİYETLERİNE YÖNELİK OPERASYONLAR yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/teknik-araclarla-izleme-tedbiri-ve-insani-yardim-faaliyetlerine-yonelik-operasyonlar/feed/ 0
Akrebin Kıskacındaki Yargı (4): “Motto” https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-4-motto/ https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-4-motto/#respond Wed, 21 Dec 2022 23:52:44 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9009 Gelinen sürece bir mercek tutarsak; 2014 yılı, yargı teşkilatının hem kadro hem de kurum olarak darmadağın edildiği, muhteris-kifayetsiz hâkim ve savcıların liyakatli meslektaşlarından boşaltılan pozisyonlara yerleşebilmek için hükümetin destek ve teşviki ile Yargıda Birlik Platformu (YBP) altında örgütlendikleri, netice itibarıyla, yargının siyasete bağlandığı kara bir yıl olmuştu. Yine bu yıl içinde, toplanan Milli Güvenlik Kurulu […]

Akrebin Kıskacındaki Yargı (4): “Motto” yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Gelinen sürece bir mercek tutarsak; 2014 yılı, yargı teşkilatının hem kadro hem de kurum olarak darmadağın edildiği, muhteris-kifayetsiz hâkim ve savcıların liyakatli meslektaşlarından boşaltılan pozisyonlara yerleşebilmek için hükümetin destek ve teşviki ile Yargıda Birlik Platformu (YBP) altında örgütlendikleri, netice itibarıyla, yargının siyasete bağlandığı kara bir yıl olmuştu. Yine bu yıl içinde, toplanan Milli Güvenlik Kurulu güncellediği Kırmızı Kitap’ta esasen bir sivil toplum kuruluşu olan Cemaati, önce legal görünümlü illegal yapı, sonrasında da paralel yapı olarak nitelendirmiş, terör örgütü yaftasıyla kamuoyunu etkileme amacı gütmüştü. Eskiden beri din ve cemaat düşmanlığı yapan kesimler de, olan biteni, temel insan hakları ve hukukun çiğnenmesi olarak görmek yerine “yesinler birbirlerini” diyerek ellerini oğuşturmuş, ama düşmanlaştırdıklarını yedikçe büyüyüp güçlenen bu siyasi canavarın, yıkılması zor bir otokratik rejim kuracağını öngörememişlerdi. Ulusal İstihbarat Kurumu ve Savcı Serdar’ın da üyesi olduğu YBP, ülkedeki tüm adliyeleri tarayıp yargı mensuplarını fişleyerek ‘AKP ve yandaş cenahı dışında kalan herkesi’ cemaatçi veya ona dolaylı destek sağlayan unsurlar olarak fişlemişlerdi.

Olayımıza dönecek olursak;

Hâkim Metin, savcı Serdar’dan edindiği dehşet verici ve bir o kadar da önemli bilgileri arkadaşlarıyla acilen değerlendirmesi gerektiğini düşündü. Kuzeni hâkim Orhan ve aynı adliyeden 3 meslektaşını saat 20:00’de lojmana yakın bir kafeye davet etti. Anılan saatte herkes oradaydı. Hoş-beş faslından sonra garsona siparişler verildi. Asliye hukuk hâkimi Sabri merakla “Metin bey acil toplantı sebebi nedir?” diye sordu.

Metin, “Değerli meslektaşlarım! İsmi bende mahfuz bir arkadaşım, samimiyetimize dayanarak, hükümetle birlikte hareket eden güç odaklarının yargıyı dizayn etmekle ilgili bazı duyumlarını benimle paylaştı. Buna göre, kendileriyle uyumlu çalışmayan ve paralel yapı elemanı olarak yaftaladıkları 5-6 bin hâkim-savcıyı tasfiye etmek için listeleme çalışmaları yapıldığını, bu nedenle tarafımızı acilen seçmemiz gerektiğini, YBP saflarında yer alınırsa, bu acımasız süreci hasarsız atlatmanın, hatta bundan kazançlı çıkmanın mümkün olduğunu, kendisinin de referans noktasında yardımcı olabileceğini söyledi” dedi.

Oysa paralelci olmakla itham edilenlerin çoğunluğunun malûm cemaatle organik bir bağı bulunmadığı gibi, görevlerini icra ederken yasa ve vicdanları dışında bir odaktan emir aldıklarına dair bir soruşturma da yoktu. 

Metin’in anlattıkları karşısında şaşkınlık yaşayan hazirûn, yaklaşık 40 yıllık deneyime sahip ve emeklilik hazırlığı yapan (grubun doğal lideri) savcı Said beye döndü. Savcı bey, “60 küsur yıllık hayatımda 3 darbe gördüm ancak yargının bu derece politize ve siyasilere angaje olduğuna tanık olmadım. Gençler! Devleti bir makine olarak kabul edersek, yargı onun vidaları ve çivisidir. Onu yerinden çıkarırsanız devlet makinesi darmadağın, ülkenin sosyal, iktisadi ve ahlaki düzeni tuz-buz olur. Durum onu gösteriyor ki sadece yargı camiasını değil, tüm ülkeyi acı bir gelecek bekliyor. Kötülükle mücadele etmek o kadar da kolay değildir! Bizler hukuk ve ahlakî değerlerle bağlıyken kötülüğün sınırı olmadığı için, asimetrik saldırılarını tahmin etmek ve tedbirler almak imkânı da maalesef bulunmuyor. Hukuk tekrar gelene kadar (ki o dönemin gelmesi de yine sizin sabırlı ve ısrarlı gayretlerinize bağlı) milletçe birçok sıkıntı yaşayacağımız mukadderdir. Tüm olumsuz şartlara rağmen hukuk içinde kalmalı, mücadeleye devam etmeli ve makuliyetten asla ayrılmamalıyız!” dedi. 

Kısa bir sessizlikten sonra Orhan, kuzenine dönerek “Peki Metin, sen ne dedin? Umarım bu ahlaksız teklifin asla kabul edilmeyeceğini söylemekte en ufak bir tereddüt göstermemişsindir!” diye endişeyle sordu. Metin “Ne münasebet Orhan abi! Kayıtsız-şartsız hukuktan yana olduğumuzu, bağımsız bir yargıyı var gücümüzle siyasilere karşı korumamız gerektiğini söyledim.” diye yanıt verdi.

Söylenenleri pür dikkat dinleyen Vergi mahkemesi hâkimi Bilal söze girerek “Namık Kemal, ‘Muini zalimin dünyada erbâb-ı denâettir. / Köpektir zevk alan sayyâd-ı bi-insafa hizmetten.’ Yani; ‘dünyada zalimlerin yardımcıları alçaklardır. İnsafsız avcılara hizmet edenler köpeklerdir.’  beyitiyle, bu günlerin biatçılarını ne güzel tasvir ediyor değil mi?” dedi.

Hâkim Orhan “ulusalcı Doğu Perinçek’in bu minvalde söylediği ‘Yargı siyasetin köpeğidir’ sözünün doğru çıkmamasını ne kadar da çok isterdim bir bilseniz?” dedi. Diğer katılımcılar da bu temenniyi başlarıyla onayladılar.

Said bey “O vakit biz de ülkeyi bilerek veya bilmeyerek içten çökertmek isteyen bu güruha karşı başta kendi adliyemizde olmak üzere, ulaşabildiğimiz tüm adliyelerde Orhan bey lehine kulis yapmaya başlamalıyız. Tek çiçekle bahar olmayacağından, makul taahhütlerde bulunan ve liyakatli diğer bağımsız adaylarla da temasa geçmeli, güç birliği yapmalıyız. Öncelikle mücadele felsefemizi ve amacımızı anlatan bir motto belirlemeli, YBP’yi neden desteklememek gerektiğini ise meslektaşımıza ikna edici bir şekilde anlatabilmeliyiz.” dedi. Hâkim Bilal söz alarak “Ben ‘Hukukun üstün olduğu demokratik bir rejim için yargı gücünün bağımsız ve tarafsız olmasından asla vazgeçilemez’ mottosunu öneriyorum” dedi. Bu öneri heyet tarafından kabul gördü. Ve Bilal devamla “Telefon rehberlerimizdeki tüm meslektaşlarla doğrudan, internetten veya telefonla adayımıza ve diğer makul adaylara destek toplamak için temasa geçmeliyiz” dedi. Sabri bey “Bilal beye katılmakla beraber zaman ve imkan darlığı nedeniyle vites büyütmeli, aritmetik değil, 2-4-8-16-32.. şeklinde katlanarak yani geometrik olarak büyümeyi hedeflemeliyiz. Ayrıca safımıza katılan her meslektaşı, başkalarının da reyini kazanmak için çalışmaya ikna etmeliyiz.” dedi. Metin, “Arkadaşlar YBP’nin yöneticileri kamu nezdınde maaş zammı ve sicil affı tahhüdünde bulunuyorlar, hükümet de bu teklifleri kabul ettiğini açıklamak suretiyle onları açıkça desteklediğini deklare ediyor. Bizim ise üstün tarafımız bağımsızlığımız ve hukuktan yana olmamızdır, bilmem ki bu geçer akçe midir? Seçime yaklaşık 14 bin hâkim-savcı katılacak. Disiplin cezasıyla canı yananlar ve şartlı maaş zammına tamah edip hukuki bağımsızlığını satabilecek meslektaşlar maalesef az değil. Bunların oranı her yüzde 10 olsa 2800 oyu baştan kaybettik demektir. Bu nedenle bu seçime insan üstü bir gayretle asılmak zorundayız!” dedi.

Biraz sonra kafenin garsonu geldi ve heyecanla heyete “Efendim beklediğiniz başka kimseler var mıydı?” diye sordu. Metin bey “Hayır, bir sorun mu var?” dedi. Garson, “Koyu renk takım elbiseli iki kişi geldi doğrudan sizin masaya doğru yöneldiler. Kendi aralarında biraz konuştuktan sonra göz ucuyla kafenin kameralarına baktılar ve oturmadan hızla uzaklaştılar. Onlarla konuşmak istedim ancak beni muhatap almadılar. Sayın hâkimlerim bu olayı bilmenizi istedim“ dedi. Said bey “Tamamdır, herhangi bir sorun olduğunu düşünmüyorum. Zaten gitme zamanımız da gelmişti. Ben sizin gibi değilim gençler! Şimdiye bu ihtiyarın uyumuş olması lazımdı.” diye espri yaparak havayı hemen yumuşattı.

Hesabı ödedikten sonra evlerine dağılan dörtlünün zihninde hâlâ, kafede kendilerini izleyen o gizemli adamlar vardı…

 

Serinin önceki yazıları:

Akrebin Kıskacındaki Yargı (1): “Teklif ve Karar”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (2): “Sır Toplantı”

Akrebin Kıskacındaki Yargı (3): “Yol Ayrımı”

 

Akrebin Kıskacındaki Yargı (4): “Motto” yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-4-motto/feed/ 0
Akrebin Kıskacındaki Yargı (2): “Sır Toplantı” https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-2-sir-toplanti/ https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-2-sir-toplanti/#respond Fri, 09 Dec 2022 21:31:29 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=8996 Savcı Serdar, önceki hafta yaşadığı olayların etkisi altında hayatının belki en kötü hafta sonunu geçirmişti. Özellikle salı günü adliyede yaşadığı hadiseleri öğretmen olan eşi Filiz’e dahi anlatmak istemedi. Onun kendisini bu aşamada anlayamayacağı ve verdiği karardan dolayı şiddetle eleştireceği endişesini taşıyordu. Ailesinin dünya selameti, kendisinin kariyer ve ikbâli için radikal kararlar vermeliydi. En zor olanı […]

Akrebin Kıskacındaki Yargı (2): “Sır Toplantı” yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Savcı Serdar, önceki hafta yaşadığı olayların etkisi altında hayatının belki en kötü hafta sonunu geçirmişti. Özellikle salı günü adliyede yaşadığı hadiseleri öğretmen olan eşi Filiz’e dahi anlatmak istemedi. Onun kendisini bu aşamada anlayamayacağı ve verdiği karardan dolayı şiddetle eleştireceği endişesini taşıyordu. Ailesinin dünya selameti, kendisinin kariyer ve ikbâli için radikal kararlar vermeliydi. En zor olanı herhalde biricik kızı Aylin’i o çok sevdiği öğretmeni ve okulundan ayırmak olacaktı? Bu okul eğitim ve öğretim bakımından vilayetteki en başarılı kolejdi. Ama bu eğitim yuvasını cemaat mensubu hayırseverlerin kurduğunu neredeyse bilmeyen yoktu. 3 yıl önce Aylin’i yarı burslu olarak kaydettirmek için kimleri araya koymamıştı ki!

Sabah otomobiliyle kızını kolejin ana kapısı önüne getirdi, kızı arabadan bir çırpıda indikten sonra babasına hoşça kal öpücüğü bile vermeden koşarak kapıda gördüğü öğretmeninin bacaklarına sarıldı. Öğretmen hanım Aylin’in başını okşadıktan sonra elinden tutup okulun merdivenlerine doğru giderken onlara arkadan bakan Savcı bey birden hüzünlendi, kızını bu okuldan ayırmak zorunda kalacağına ve bu irfan yuvasının belki ilerde kapatılabilecek olmasına üzüldü. Hele her biri fedakâr, cana yakın ve kendilerini eğitime adamış olan bu öğretmenlere ne olacaktı? Herhalde melek gibi bu insanlar aleyhine de ceza davası açma talimatı verilemeyeceğini düşünerek biraz rahatladı. Zira bu öğretmenlerin neredeyse dokunmadığı siyasetçi ve bürokrat çocuğu kalmamıştı. Canlarının içi olan çocuklarını güvenle emanet ettikleri bu temiz simaları herhangi bir suçla yan yana tasavvur etmek için insanlıktan çıkıp İblis olmak gerekirdi.

Adliye yolunda arabayla seyir halinde iken bir yandan da sevip saydığı meslektaşlarının akıbetlerini ve onlara karşı almak zorunda olduğu tutumları düşündükçe kahroluyordu.

Odasına girdi, koltuğuna oturdu ve masasının üzerinde bulunan kırmızı mühürle kapatılmış ve ‘şahsa özel’ yazılı zarfı gördü. Daha önce böyle bir zarf hiç almamıştı. Bu nedenle heyecandan kalbi güm güm çarpıyordu. Çekmecesinden çıkardığı sakinleştirici hapı yuttuktan sonra zarfı özenle açtı. Mazrufta “Sayın meslektaşımız, Devletimizin destek ve himayesinde bağımsız ve tarafsız yargıyı inşa etmek, cemaatin yargıdaki etkinliğini kırmak için ekim ayında yapılacak olan HSYK seçiminde bütün görüşleri bir araya getirerek 81 ilde örgütlenme kararı alınmıştır. Bu minvalde sizi de çekirdek kadromuz içinde kabul ettiğimizi, platformumuza herhangi bir sızmaya mahal vermemek için üyeliğe kabulün ancak 3 kişinin referansı ile gerçekleşebileceğini ve üye sayımızı artırmak için yüksek gayretler sergileyeceğinize olan inancımızı saygıyla arz ederiz. Yargıda Birlik Platformu.” yazıyordu.

Savcı bey, ‘Birlik’ ismini beğendi, çatı örgüt olunacaktı ve devlette bütün imkân ve desteğiyle arkada olduktan sonra sorun kalmıyordu. Kendisine olan teveccüh ve seçilmiş olduğunu da düşününce birden göğsünün kabardığını hissetti. Gözlerini kapadı ve kollarını sonuna kadar yana açarak “İşte bu! Güçlü olan tarafta ve üstelik çelik çekirdekteyim. Hem bu kadar kişi yanılıyor olamaz, yanlışta birleşemez.” diye kendi kendine söylendi. “Aklın yolu birdir, birlikten kuvvet doğar” diye ekleyerek aklını ve vicdanını ikna etmeye çalıştı.

Sonraki gün Başsavcı Harun bey telefonla arayarak savcı Serdar’ı mesaiden sonra çok özel bir toplantıya çağırdı. Akşam saat 18:00’de Savcı Serdar toplantı salonunun önüne geldiğinde bir memur, cep telefonu ve dijital materyaller ile içeri girilemeyeceğini, emanet almak zorunda olduğunu söyledi. Savcı Serdar cebinden çıkardığı iki adet cep telefonunu memura teslim ettikten sonra kapıyı tıklatarak içeri girdi. İçeride Başsavcı dışında Komisyon başkanı Okan, idari Yargı Bölge başkanı Cüneyt, 2.Asliye Hukuk Mahkemesi hâkimi Salim ve Cezaevi savcısı İrfan da vardı. Yuvarlak toplantı masasının üzerinde birkaç tane kalın ve renkli klasör bulunuyordu. Toplantıyı yöneten Başsavcı Harun “Değerli meslektaşlarım, ülkemizin bekâsı bakımından tarihi bir dönüm noktasındayız. Eskiden ülkenin gidişatını generaller belirlerdi, artık bu görev yargıya yani siz değerli yargı mensuplarına geçmiştir. Elimin altındaki bu klasörlerde bu vilayette görev yapan hâkim-savcılar ile bürokratların kişisel, ailevi, siyasi ve ekonomik tüm bilgileri mevcuttur. Bu bilgilerin tamamı aynı zamanda bu hafıza kartlarında bulunuyor. İstihbarat biriminin yıllara uzanan titiz çalışmaları ile oluşturulmuştur. Hayati önemdeki bu seçimlere avantajlı olarak hazırlanabilmemiz için bu fişleme arşivi hizmetimize verilmiştir. Her birinize bu hafıza kartından verilecek, sizden başka hiç kimseyle bu bilgileri paylaşmayacaksınız, zaten kopyalanamaz şekilde üretilmiştir, seçim günü saat 24:00’te içindeki bilgiler otomatikman kendisini imha edecektir. Önümüzdeki hafta başında bu arşivin ışığında bütün meslektaşlarla görüşeceğiz, kimisini tayin ve terfi vaadi, kimisini korkutarak (arşivde değerli video ve resimlerimiz yeterince mevcut), kimisini de menfaat temini (bu konu ile hazır olan iş adamı ve müteahhit heyeti) ile ikna etmenin bütün yollarını ısrarla deneyeceğiz. Her cumartesi akşamı haftalık bilançomuzu Ankara’ya göndereceğim. Gönderilen bilgiler pazar günü merkezde işlenip değerlendirildikten sonra emir ve tavsiyeler aynı gece gönderilecek, bu raporlar doğrultusunda yeni haftanın çalışmalarını yapacağız.” dedi.

Bölge İdare Mahkemesi Başkanı Cüneyt “Hükümetin seçim sonuçlarının olumlu neticelenmesi halinde maaşlara yüzde 10’luk zam yapılacağı taahhüdü ve sicil affı kararının meslektaşlarımız nezdinde bizi çok cazip kılacağını, Platformumuzu açıkça destekleyenlerin çığ gibi artacağını tahmin ve temenni ediyorum” diye ekledi. Cezaevi savcısı da “Ben de oda ve yatak sayımızı yeni sezona hazır hale getirmek için çalışmaları hızlandıracağım” diyerek kahkaha attı. Savcı Serdar da ortamın havasına kendini kaptırarak hafifçe gülümsedi ama içinden de bu sözün sadece şaka olarak kalmasını temenni etti.

Takriben 2 yıl sonraki o meşum gece ilk ve en kapsamlı infaz emrinin kendi imzası ile başlayacağını nerden bilebilirdi ki? Seri katiller gibi acımasız işlerin atına imza atması için bu süre zarfında biraz daha kılıcının keskinleşmesi gerekecekti. Onu iyi tanıyan oyun kurucuları çembere aldıkları bu normal aile babasının içinden bir soykırım canavarı çıkarmayı başaracaklardı.

 

Serinin ilk yazısı : Akrebin Kıskacındaki Yargı: “Teklif ve Karar”

Akrebin Kıskacındaki Yargı (2): “Sır Toplantı” yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-2-sir-toplanti/feed/ 0
Askeri Casusluk mu? Kritik Projeleri Pazarlama Şubesi mi? https://hukukpenceresi.com/8987-2/ https://hukukpenceresi.com/8987-2/#respond Mon, 05 Dec 2022 20:29:12 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=8987 5 Kasım 2022 tarihli yazımda, “Türkiye Devletinin çok önemli kurumlarının içine yuvalanarak, o kurumlardaki çok gizli ve gizli belgeleri ele geçirip pazarlayan, kimi gizli projelerin engellenmesi için örgütten gelen talimatla çaba gösteren, Askeri Casusluğa Belge temin eden örgütün bu kurumlardaki elemanlarının yerlerinin korunması ve yükselmesi için şantaj amaçlı görüntüler elde eden, bu görüntüleri o istenen […]

Askeri Casusluk mu? Kritik Projeleri Pazarlama Şubesi mi? yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
5 Kasım 2022 tarihli yazımda, “Türkiye Devletinin çok önemli kurumlarının içine yuvalanarak, o kurumlardaki çok gizli ve gizli belgeleri ele geçirip pazarlayan, kimi gizli projelerin engellenmesi için örgütten gelen talimatla çaba gösteren, Askeri Casusluğa Belge temin eden örgütün bu kurumlardaki elemanlarının yerlerinin korunması ve yükselmesi için şantaj amaçlı görüntüler elde eden, bu görüntüleri o istenen belgenin elde edilmesi ya da istenen kişinin yükselmesi, işe alınması için kullanan, gizli toplantı ve iletişim yöntemleriyle haberleşen, Ergenekon çatı örgütüne lojistik bilgi, eleman ve teknik destek sağlayan” bu örgütün faaliyetlerinden söz etmiştim. O yazımının sonunda da bir sonraki yazımda “örgütün Tübitak’ta,  Armerkom’da, Havelsan’da, Aselsan’da, GES’te kimi kritik projelerin engellenmesi için gösterdikleri çabaları, bu kurumlarda görev yapan kişilerin fişlenmesi ile ilgili belgeleri, örgüt içi haberleşme belgelerini” yazacağımı ifade etmiştim. Şimdi o vaadimi gerçekleştirmeye çalışacağım.

Örgütün Tübitak’taki yapılanması, fişleme kayıtları

Askeri Gizli Belgeleri, projeleri temin etmeyi amaç edinmiş bu örgütün elemanlarından Emrah K.da ele geçirilen 78 nolu CD de, “Prj Sav San” isimli klasör içerisindeki veriler incelendiğinde, Yücel Ç. liderliğinde farklı bir hücre yapılanmasının olduğu, bu hücre yapılanması içerisinde Tübitak’ta görevli Aysam A., Cüneyt H. B. ve Merdan M. isimli şahısların olduğu, bu şahısların Tübitak’ta hazırlanan bir kısım gizli projeleri Yücel Ç.ye teslim ettikleri, Yücel Ç.nin de bu verileri örgütün amaçları doğrultusunda kullanılmak üzere örgütün üst kademesine göndermek için Emrah K.’a  verdiği anlaşılmıştır.

 “Prj Sav San” isimli klasördeki, Yücel ÇİPLİ tarafından hazırlanan “2007-2009-projeleri” isimli excel belgesinde , TUBİTAK’ a bağlı birimlerde görevli (1048) şahıs hakkında kişisel verilerin hukuka aykırı olarak kaydedildiği, bu listede isimleri yazılı bazı şahıslar hakkında, “Merdan’ın ekibinden. İşe girmesını biz sağladık.” “Merdan’ın ekibinden. işe girmesine yardım edildi.” “Merdan’ın adamı. Güvenılır, Merdan’ın ekıbınden, yükseltelım. Aktıf görevı var.” “Merdan’ın ekıbınden. …, güvenilir, görev verilsin. “Merdan Serdar A… yerine sakini desteklememizi istiyor. Karar verilmedi.” “Merdan’ın ekibinden. Eşcınsel eğilimlerı var. Elimizde görüntüleri var, gerekirse kullanabilir, korkak, zaafları var. Kontrol altında tutulmalı. işimize yarar.” şeklinde notların yazılı olduğu,  yine aynı excel dosyasının farklı bir çalışma sayfasında, diğer isimlerin yanı sıra Merdan M.nin de isminin yazılı olduğu, isminin karşısına, “İyi iş çıkarır, çalışkandır.  Köylüleri sağlam ve işe yarar. Ataman’ın önerisi ile geldi. Önü açık, çok gizli ve önemli projelerimizi takip ediyor. Paşanın referansı var. İşci Partisinde aktif. Sağlam ve güvenilir. Personeli iyi izler.” şeklinde açıklamalara yer verildiği görülmüştür.

Tübitakta, Havelsan ve Aselsan’daki projelerle ilgili örgütün çıkarlarını “Türk varlığına armağan ettikleri(!)” icraatları!

Tübitakta Güvenlik amiri olan Yücel Ç. tarafından oluşturulan “prj list” isimli excel dosyasında,  diğer projelerin yanı sıra “Aktif/Pasif dinleme” isimli projenin karşısında, “İlgi yüksek, Merdan pazarlayacak.” “merdan, alisabri” ,  “Güvenli Telefon-GSM-Data 2” isimli projenin karşısında “yavaşlat”  “merdan” , “Kripto Analiz” isimli proje karşısında “Kripto gizli, büyükler ilgileniyor.” “merdan” , “Kriptolu GSM” isimli proje karşısında  “Aselsan koordine, projeyi engelle, bizim cihazlar satılmalı.” “merdan” , “Sayısal Çok Kanallı Haberleşmeleri Dinleme Sistemi Projesi (Sckd)” isimli proje karşısında ise “Önemli bir proje VOLKAN kapsamında. İyi prezante edilmeli.” “merdan” şeklinde notlar yazılıdır.

Yine Tübitak’la ilgili örgütün planların ifşa etmesi bakımından dikkate değer olan bir başka belgede şu notlar yazılıdır: “ileti.txt” isimli metin belgesinde “Kritik proje listesinin çıkarılması, müşterilerle face2face görüşme ayarlanabilir.”, ” Projelerin listelerinin detaylanması, çalışan sayısı, müşteri bilgisi, karşı taratan irtibat kim,”, “Proje çalışanlarının detaylandırılması, cv.leri, adres, telefon numaraları, okul bilgileri, tecrübeler vb.”, ” Proje takviminin çıkarılması, yukarıdan bir gözün projeleri takip etmesi, bilgisayar yazılım desteği.”, “Havelsan, Aselsan ve diğer “san”larla aylık toplantı konusu, yavaşlatılacak projeler bize paslanacak, projelerin belirlenmesi, eleman alımı.”, ” Kadın zaafı olan yöneticilerin tespiti. Ö…Y…’e göre birisi var mı, psikolojik tahlil. ” , ” Eleman alımı konusu ciddi tutulmalı, Merdan M. sorumlu, ciddi eleman eksiğimiz var. Alt kadroyu dolduramıyoruz.”,” Alt önemli… Gerekirse Harp Okuluna gitmesin, mühendis olsun.”, ” Deniz Kuv. Tuzla hattındaki evlerin genç mühendislerce de kullanılması ve kız konusunda dernekten(Atatürkçü Düşünce Derneği=ADD) yardım istiyoruz.”,”Projelerden sonuç alınamıyorsa ve elimizde tutamadıklarımızı yapabiliyorsak imha edelim. Eleman ve durum tespiti çok önemlidir.”, “Yürüyen davalarla ilgili bilirkişilik önemli. Bizim çocuklardan yönlendirilmesi şart. Yönlendirebileceğimiz arkadaşların sertifikalandırılması için acilen planlama yapılmalı. İlgili kurslara gönderilmesi.”, “Bizim kontrolümüz dışında gerçekleşen ve istemediğimiz şekilde sonuçlanan bilirkişi faaliyetlerinin engellenmesi veya yıpratılması.” ,”Özellikle TSK ile ilgili bilirkişilikler için A…Ç… ve Merdan M.in istetilmesi. DzKK daki arkadaşlara bu isimleri acilen iletelim.” ,”İlgili arkadaşlara kriptolu telefon verilmesi., 10 adet böcek alımı şeklinde notların yazılı olduğu tespit edilmiştir.

Tamer Z. tarafından hazırlanan “genel değerlendirme” isimli word dosyasında ise; “Klasörlerde ARMERKOM’a ait çok kritik projeler yer almaktadır.” şeklinde başlayan ve   “Ayka projesindeki torpido alımlarından dolayı ilgili kişilere bu adımlara karşılık bağlılığı belirtecek ödemenin henüz yapılmamış olması kısmi problemlere sebep olmaktadır. İvedilikle transferin gerçekleşmesi iyi olur….. Necmi YILDIRIM mutlaka ödüllendirilmeli.” “Yunus projesinin tüm detayları, Denizaltı Projesi, Milgem Sonar Ve Milpas Projeleri Necmi Y. tarafından organize edilerek başarılı bir şekilde pazarlanmıştı. Necmi Y. için yapılacak bir ek ödüllendirmenin diğer personel tarafından da olumlu bir motivasyon olarak algılacağı değerlendirilmektedir. 20.000TL lik bir miktar bu motivasyon için Necmi Y.’a ödenebilir.”şeklinde devam eden  maddeler halinde bazı notların yazılı olduğu,

“Görüntüler” isimli klasörde ise “kılıç gemi özellikleri” isimli word dosyası ve “kılıç ıı tipi hücumbot 1” “kılıç ıı tipi hücumbot 2” “kılıç ıı tipi hücumbot 4” isimli video dosyalarının olduğu, bu video dosyalarında , TSK’ya ait olduğu anlaşılan bir savaş gemisinin iç ve dış bölümlerine ait görüntülerin olduğu, fakat bu görüntülerin gizli bir şekilde çekildiği tespit edilmiştir.

Yine “AEE” isimli aynı klasör içerisinde video dosyalarının hemen yanında “kılıç gemi özellikleri.doc” isimli word dosyasına bakıldığında, Donanma Komutanlığı’na bağlı Hücumbot Filosu Komutanlığında kullanılan Kılıç I ve Kılıç II sınıfı hücumbotlar ile ilgili, uzunluk ve genişlik, hız, radar özellikleri, menzil, üzerinde bulunan silahlar ve personel bilgileri gibi ayrıntılı bilgilerin yazılı olduğu bilgi notunun örgüt subay/astsubayları tarafından örgüt yöneticilerine ulaştırıldığı anlaşılmıştır.

Bu notlardan anlaşılacağı üzere örgüt Tübitak’taki adamı Merdan M. Aracılığı ile Tübitaktaki projelerin, Aselsan ve Havelsan’daki adamları aracılığıyla da oralardaki projelerin;  durdurulmasını, engellenmesini, imhasını, yavaşlatılmasını, bazıları için de projenin ele geçirilip hariçten satılmasını planlamaktadır. Tübitak, Havelsan ve Aselsan’a yeni adam alma konusunda yeterli kişinin yetişmediğinden şikayet ederek alt kadroların doldurulması için ADD’nin desteğini istediklerini, elemanlarıyla kadroların doldurulmasının çok önemli olduğunu,  o yıllarda (2007-2010) yürüyen Ergenekon davalarında da özellikle kendi adamlarının bilirkişi olarak seçtirilip davaların yönlendirilmesini amaçlamaktadırlar. Öte yandan TSK Deniz Kuvvetlerinin sahip olduğu silahların tespitini o kuvvette görev yapan subay/astsubay olan elemanları aracılığıyla yapıp askeri casusluk amacıyla yurt dışı bağlantılarına satmayı planlamaktadırlar. Operasyonun yapıldığı tarihte(2010 yılı) o projeler için bunlar yazılı ise bu şahısların yıllardır o kurumlarda görev yaptığı,2010 da ihraç edilmiş olsalar da 2015 sonrasında tekrar o görevlere dönerek yükseldikleri dikkate alındığında geçmişte (2010 öncesinde) ve sonrasında (2015 sonrasından bugüne kadar) ne tür ihanetlere imza attıklarının tahayyülünü size bırakıyorum. Öte yandan bilirkişilerin örgütün yetiştirdiği elemanlardan seçilmesi planını da 2014 sonrasında pek iyi başardıklarını ve davaları manipüle edip bitirdiklerini, 15 temmuz sonrasında da özellikle Akıncı Üssüne bağlı davalarda teknik raporlar hazırlanması sürecinde rol alarak mahkumiyetlerin verilmesinde başrol oynadıklarını yaşayarak görmüş olduk. Ne diyordu 28 Şubat kararlarını açıklarken Tuncer Kılınç “28 şubat (yani Ergenekon) 1000 yıl sürecek kararlardır” Türkçe meali “bizim (Ergenekon/ittihatçı faşist yapı/tapınak sürüngenleri) devleti yönetmemizi engelleyecek, ifşa edecek her tür yapıyı yok etmeye yeminliyiz. Biz beyaz Türkler, zenci kalabalıkları yönetiriz. Ancak onların kritik konumlarda olmasına izin vermeyiz!”

Örgüt elemanlarının toplantı notları, çalışma yöntemleri..

“Prensipler” isimli dosya içerisindeki notlarda örgütün yöneticilerinden Zeki M.nin (ki kendisi 2010 öncesinde Kocaeli civarında doktor olarak görev yapmaktaydı) örgüt elemanlarına yönelik şu talimatları göndermiştir;

 “Grup sorumlularının dikkatine; bundan sonraki faaliyetlerimizde güvenlik ve gizlilik için aşağıda belirtilmiş olan hususlara aşırı hassasiyet göstermenizi istiyorum. Benimle kesinlikle hastanede irtibat kurmayın, çok özel durumlarda muayenehanede görüşelim.

“Görüntü Alınacak Eşler” başlığı altında; “Şu dönemde fazlasıyla personel eşinin görüntüsü alınması lazım, Elde edilecek bayanlara uygun kişiyi yönlendirelim, Görüntü alma işi Hülya Hanımların ok  ile olmalı, (ilgili kişi size haber getirecek) İyi görüntüler elde edenlere çeşitli hediyeler ayarlayabiliriz (Ukrayna -Rusya gezisi, Antalya tatili, özel gece ..)” “Evlerin Durumu” başlığı altında;“ Belirli aralıklarla evlerin yerleri değişmeli, Evin anahtarı her isteyene verilmemeli, Belirlenen büyüklere mutlaka anahtar teslim edilmeli, Evde teknik cihazlar muhafaza edilmemeli, İhtiyaç olduğunda Erkan Demir’den temin edilebilir.” (Deniz Lisesindeki elemanları yüzbaşı Selin T.nin hazırladığı katalog listesinden kurban seçilen kişilerin seçtiği kızlarla birlikte olup görüntülerinin çekileceği evlerle ilgili neler yapılması gerektiğini söylüyor),

 “Grp. durum” isimli excel dosyasının “not” isimli çalışma sayfasında da; “1-Kurye haricinde kesinlikle irtibat kurulmayacak” “2-İlgilendiğimiz Personelle ilgili gelişmeler verilen formatta tutulacak belirlenen tarihlerde teslim edilecek” ,

“Önemliii” isimli metin belgesinde , “Tüm saha sorumluları Haziran 2010 sonuna kadar birliklerden önemli yerlerin görüntülerini kamera kaydı yaparak, kuryeler aracılığıyla bana ulaştırsın, görüntülere açıklayıcı not eklemeyi unutmayın. Gerekli cihazları Erkan DEMİR’den temin edebilirsiniz

Örgütün Deniz Kuvvetleri içerisinde görev yaptıkları birimlerdeki subay/astsubayla ilgili kişisel verileri kaydederken örgütün, görev yapan subay/astsubaydan hangilerinin ilişiğinin kesileceğine, hangisinin yükselmesine, o birimde kalmasına karar verdiklerini gösteren belge:

Örgütün yöneticisi İbrahim S.’den ele geçirilen  16 GB kapasiteli flash bellek içerisindeki “ges yeniden yapılandırma” isimli excel belgesinde “Adı” “Soyadı” “Kuvvet” “Sınıf” “Gitsin\Gelsin” “Sicil_No” başlıkları altında bir listenin oluşturulduğu, bu listede Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yaptığı anlaşılan toplam (109) subay ve astsubayın adı soyadı, kuvveti, sicili ve sınıfının yazıldığı ve bu isimlerin karşılarına “kalsın” “kesin gelsin” “kesin kalsın” “gitsin” “kesin gitsin” şeklinde notların bulunduğu, bu notların da hemen yanında “yorumlar” başlığı altında ; “Bizden olmama ihtimali var ama bize zararı da yok. Garnizonda kalsın.” “Bizden birisi. Kiev dönüşü kesinlikle buraya gelmeli.” “Bizden değil ama karşı da değil. Kalması sıkıntı olmaz.” “Kesinlikle burada kalsın. Hem subayları hem astsubayları analiz ediyor. Eşi V.B. Paşanın akrabası” “Bakımdaki en iyi adamımız. Bize para da kazandırıyor. Kalmalı.” “Bizden. Daha iyi bir yer olmadıkça burada kalmalı.” “Kesinlikle burada kalsın. Şarkı varsa durduralım. Yoksa DF’teki kadroyu bozarız.” “Atadeniz kalsın diyor. DF’te ihtiyacımız var. Orayı bozmayalım.” “kendisi sünni, eşi bizden. Erkan göndermeyelim dedi. Kalsın.” “Kadrolaşma için kesinlikle gelsin. Dış birliklerde faydalı olmuyor.” “Olduğu yerde kalsın. Tayin istemesin ve emekli olmasın.” “Sünnilerden görünüyor. Renkte vermiyor ama kullanmak için burada kalsın.” “Ali Haydar’ın yerine kendini feda etti. Gemiden buraya alalım küstürmeyelim.” “sünni ama kullanabiliriz. burada kalsın.” “sünniler tarafından sevilmez. Burada kalsın kullanmaya devam edelim.” “Eşi aracılığıyla iyi hizmet ediyor. Arada bir ağzına bal çalalım.”  “memleketi ve ismi bizden gibi. yeni geldi. Araştıralım bizdense kalsın.” “Burada daha faydalı oluyor. Kullanıyoruz. Kalması iyi olur.” “İşimize yarıyor. Kullanabiliriz.” “Babasının izinde. HVKK ile görüşerek tekrar GES’e alalım ve buraya getirelim.” “Burada kalmaya devam etsin. Gerekirse tekrar emir astsubayı yapalım.” “Düzenin adamıdır. sünni olmasına rağmen bize daha yakındır. Kalmalıdır.” “Bakım komutanlığındaki kadromuz için kalması uygundur.” “1’inci birlikteki yapılanmamız için burada kalması yararlı olur. Ayrıca eşinden de faydalanabiliriz.” “Sistemin adamı, her şekilde kullanabiliriz, kalması uygun olur.” “Buradaki yapılanmamız için kesinlikle kalması gerekir.” “Kendisini kullanabiliriz, kalması yararımıza olur.” “Yıllarca burada kalarak önemli hizmetleri oldu. Gelmesi kesinlikle yararımıza olur.”  şeklindeki değerlendirmelere yer verildiği tespit edilmiştir.

Yine aynı klasör içerisindeki “GES yeniden yapılandırma” isimli excel dosyasında GES Komutanlığında görev yaptığı anlaşılan 109 askeri personel  ile ilgili “Bize para da kazandırıyor. Kalmalı.”, “Sünnidir. Gönderip yerine bizden birini getirirsek çok rahat ederiz.” “Bize faydası yok. Gitmesi bizim için daha iyi.” şeklinde notların yazılı olduğu ve dosyanın “….tc kimlik nolu/isimli” kullanıcı tarafından 12.03.2009 tarihinde oluşturulduğu, bilgisayarın şirket adının“bayrak” olduğu ve son olarak 21.10.2009 tarihinde “…tc kimlik nosuyla” aynı isimli kullanıcı tarafından kaydedildiği anlaşılmıştır. Yapılan araştırmada dosyayı oluşturanın örgüt elemanlarından astsubay Ali Haydar E.’e ait T.C. kimlik numarası olduğu anlaşılmıştır.

Sonuç değerlendirme olarak şunları ifade etmek isterim:

Yukarıdaki belgelerden görülüyor ki 17/25 ve 15 temmuz sonrası cemaat/hizmet/gülenist yapı için “irtibat-iltisak” kavramıyla beraber kullanılan her bir “suçlayıcı eylemi” yıllardır Ergenekon örgütünün yönetici ve elemanları on yıllardır bi hakkın yaşamış, devlet teşkilatının imhası için her tür planı yapmış, devleti kılcallarına kadar ellerine geçirmiş olduğundan kendinden olmayana kaptırmama konusunda azami dikkat ve çaba sarfetmiş.

TSK, Tübitak, Ges, Armerkom, Havelsan, Aselsan’a ait gizli belgelerin/projelerin ele geçirilmesi, bunların satılması, durdurulması, imhasının ne anlama geldiğini geçmişte Aselsan mühendislerinin kaza süsü verilerek öldürülmesi, 15 temmuz sonrası (nasıl olduysa) MSB de gizli belgeleri satarken yakalanan bakanlık bürokratı gibi olaylarla beraber değerlendirdiğimizde çok daha iyi anlayabiliriz. Yukarıdaki kişisel verilerle ilgili kayıtlar nazara alındığında, 2009’da Kozmik Odaya, gerekli temizlik yapıldıktan sonra, kısmen girilmesi ve oradaki bilgilerin açığa çıkarılmasının, üst yapı örgüt (Ergenekon) bakımından ne kadar kritik bir öneme haiz olduğu daha iyi idrak edilebilir. Bu soruşturma bütünüyle ikmal edilmiş olsa (kozmik oda) Türkiye’nin her bir köşe bucağında, herhangi bir sektörde, kimlerin Ergenekona hizmet ettikleri ortaya çıkarılabilir ve böylece 2009 sonrası yaşanan Ergenekon davalarını sulandırma, altını boşaltma, medya kuruluşları eliyle yürütülen faaliyetler sonucu toplumsal desteğini sıfırlama, siyasi iktidarla ittifak yapma zeminini hazırlama operasyonlarına da engel olunabilir, dahası 15 temmuza giden yol tıkanabilirdi! Heyhat, böyle olmadı. Hadiselerin gidişatının gösterdiği gerçek bu olmasına rağmen, 2010 sonrası akmaya başlayan selin önünde durulamadı. Neden “durulamadığının” sebeplerinin değişik mahfillerde farklı yönlerden değerlendirildiğini biliyorsunuz. Yurt içi-yurt dışı hedef ve çıkarların örtüşmesi de çok üzerinde durulmayan etkili bir nedendir. Gün ola harman ola!  

 

Askeri Casusluk mu? Kritik Projeleri Pazarlama Şubesi mi? yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/8987-2/feed/ 0