soykırım arşivleri - Hukuk Penceresi https://hukukpenceresi.com/tag/soykirim/ Zulüm karanlığına ışık saçan pencere Sun, 28 Jan 2024 23:48:51 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://hukukpenceresi.com/wp-content/uploads/2022/06/indir-150x150.jpeg soykırım arşivleri - Hukuk Penceresi https://hukukpenceresi.com/tag/soykirim/ 32 32 KAĞITTAN KAPLAN YARGIMIZ https://hukukpenceresi.com/kagittan-kaplan-yargimiz/ https://hukukpenceresi.com/kagittan-kaplan-yargimiz/#comments Sun, 28 Jan 2024 23:48:51 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9205 Sivas Sulh Ceza Hâkimliği’nin tutukluluk  halimin devamına dair kararı ile HSYK tarafından verilen benim de ismimin yer aldığı 2847 hâkim ve savcının meslekten ihracına dair kararı 26 Ağustos 2016 tarihinde tebliğ edildi. İki farklı karar. Bir tarafta kişi temel hak ve özgürlüklerinin güvencesi olması gereken hâkimlik kararı, diğer tarafta ise yargı sisteminin bağımsız ve tarafsız […]

KAĞITTAN KAPLAN YARGIMIZ yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Sivas Sulh Ceza Hâkimliği’nin tutukluluk  halimin devamına dair kararı ile HSYK tarafından verilen benim de ismimin yer aldığı 2847 hâkim ve savcının meslekten ihracına dair kararı 26 Ağustos 2016 tarihinde tebliğ edildi.

İki farklı karar. Bir tarafta kişi temel hak ve özgürlüklerinin güvencesi olması gereken hâkimlik kararı, diğer tarafta ise yargı sisteminin bağımsız ve tarafsız olmasını teminat altına alması beklenen bir Kurul kararı var. Her ikisinin malul olduğu hastalık, hukuk devletinin temeline dinamit koyan ve onun varlığını tehdit eden bir fecaat: Gerekçesizlik.  Her iki karar vehim, korkuy, hırslar, kinler ya da düşmanlıklar üzerine bina edilmiş.

İdeolojik yaklaşımın; etnik, dini, felsefi ya da sosyolojik farklılıkların; beklenti, korku veya hırsların hâkimlerin hakkaniyetli, ahlaklı ve vicdanlı karar vermeleri önünde büyük bir engel teşkil ettiği talihsiz bir zaman diliminde yaşıyoruz. Yargı mensuplarının içinde debelendikleri bu zafiyetleri, adaletli bir yargı sistemine özlem duyan, bunu yitik bir malı gibi hasretle ve özlemle arayan milletimin hayalleri önünde aşılamaz bir settir.

Memleketin hukukçularının (yargı çalışanları ve akademisyenlerinin) sefaletleri önce kendilerini daha sonra ise onun üzerine bina edilen değer ve kurumları yok etme potansiyeline sahiptir. Bunlardan müteşekkil bir yargı sisteminin çürümeye, ayrışmaya, kargaşaya ve her tür anarşiye yol açması kaçınılmazdır.

Bireylerin kişiliklerini örseleyen aile yapımız, yaratıcılığı ve üreticiliği doğmadan öldüren eğitim sistemimiz; kural, kaide, teamülleri olmayan kişiliksiz ve otoritesiz, denetimsiz, mesuliyetsiz devlet teşkilatlanması ve benzer başkaca sebeplerin bir araya gelmesi, yukarıda tanımlamaya çalıştığım hukukçu modelini bizlere hediye etti.

Ruhi hastalıkları ve manevi bunalımları nedeniyle “gerekçesiz” kalan hukukçu, gerçeklikten kopmakta, hayal âleminde hakikati arama macerasına atılmaktadır. Bu tür bir yaşamı kabul eden hukukçunun can simidi “klişe” ibareler, “kanun metni” ya da sorgulamasını yapmadan baş tacı ettiği “içtihatlar”dır. Kararında alt alta sıraladığı dosyanın somut omurgasından kopuk, bireyselleştirilmemiş ibareler ne kadar ışıltılı ve edebi olurlarsa olsun, içeriğinde bir ahengi bulunursa bulunsun, bunlar hukukçunun zavallılığını içinde bulunduğu ruh ve zihin sefaletini haykıran kelime yığınından ibarettirler.

Hakkımda sulh ceza hâkimliğince verilen tutuklama kararı ile tutukluluğun devamına dair kararları her okuyuşumda hissettiği şey hâkimin vicdanının iniltileri, içinde bulunduğu ve çıkmaya çabaladığı zavallı ruh hali, kendini kurtarma ve vicdanını rahatlatma çabası, korkusu ve acizliğidir. Bir hâkimin en büyük silahı ya da kalkanı, kararında gösterdiği deliller, somut veriler ve bunları ilmek ilmek işlediği hukuki değerlendirmesidir. Hâkim, bunlarla vicdanını rahatlatır, maddi ve manevi sahadan gelecek saldırıları göğüsler korkularının pençesinden bu şekilde kurtulur. Huzur bulur.

Tutuklama kararında aleyhime delil olarak gösterilen bilgi ve belgeler tam bir korku zincirini andırıyor. Silsile halinde sulh ceza hâkimine ulaşan bu zincirin halkalarının sağlamlığını irdelemeye kimsenin cesareti yok. Tam olarak dosyaya yansımamakla birlikte hakkımda HS(Y)K nezdinde tutulan ve kim tarafından servis edildiği belirsiz fişleme notları el altından Ankara savcılığına, bura vasıtasıyla Sivas savcılığına ve nihayetinde Sivas sulh ceza hâkimine ulaşmış. Korku bulutlarının ve karanlığın hâkim olduğu bir ortamda bilginin (delilin) bahşettiği aydınlığın, akıl ve mantık ilkelerinin ve şuurun izlerini bulmak ne mümkün. Önümde, beni tutsak eden, birbirine dayanarak ayakta kalmaya çalışan kâğıttan bir canavar var. Bu canavarın mimarları, yaratıklarının gölgesinden korkuyor, ihtişamıyla sermest oluyor ve bununla muhataplarına gözdağı veriyorlar.

Suçlamanın (darbe yapmak) büyüklüğü zihinleri esir almış, aklı sürgün edip mantıklara kilit vurmuş sanki. Salt suç isnadını mahkûmiyetin temel dayanağı kabul etmiş zavallılar. Delil bunlar için anlamsız bir ayrıntı; gerektiğinde bulunacak, bulanamazsa uydurulacak bir usüli zorunluluk. Zira bana ve benimle aynı durumda bulunanlara karşı işlenen cinayeti ortaya çıkaracak tüm mekanizmalar ya değiştirilerek zalimler tarafından ele geçirilmiş ya da korku ve baskı ile etkisizleştirilmişlerdir. Birisinin veya birilerinin yapılanlar ile igili olarak “hakız, hukuksuz” diyememesi, faillerin en büyük dayanağı ve varlık nedeni haline gelmiş.

Bu zulmü yapanlar veya ona ortak olanlar o kadar zayıf ve acizler ki, üflemekle yıkılacak kaleleri ve saraylarının arkasında, ürkek ve titrek bir halde yaşıyorlar. Endişeli şekilde akıbetlerini bekliyorlar.

 

 

Not: Bu yazı 27 Ağustos 2016 günü, Sivas cezaevindeki tutsaklığım sırasında kaleme alındı.

KAĞITTAN KAPLAN YARGIMIZ yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/kagittan-kaplan-yargimiz/feed/ 1
REALİST-İDEALİST HUKUKÇU https://hukukpenceresi.com/realist-idealist-hukukcu/ https://hukukpenceresi.com/realist-idealist-hukukcu/#comments Tue, 23 Jan 2024 00:12:30 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9186 Her hukukçu teorik olarak hakkın ne olduğunu, adaletin nasıl tesis edileceğini bilir. Bilmekle kalmaz, bu amaca ulaşmak için çaba sarf edeceğini, engelleri aşıp, zorlukları göğüsleyeceğini beyan edip, bunun şahsi ideali olduğunu söyler. Zamanı gelip de bu idealini teste tabi tutacak olaylarla karşılaştığında, hukukçuların ne kadarının sözünün ve iradesinin namusunu koruyup, ideali uğrunda fedakârlıkta bulunarak, madden […]

REALİST-İDEALİST HUKUKÇU yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Her hukukçu teorik olarak hakkın ne olduğunu, adaletin nasıl tesis edileceğini bilir. Bilmekle kalmaz, bu amaca ulaşmak için çaba sarf edeceğini, engelleri aşıp, zorlukları göğüsleyeceğini beyan edip, bunun şahsi ideali olduğunu söyler. Zamanı gelip de bu idealini teste tabi tutacak olaylarla karşılaştığında, hukukçuların ne kadarının sözünün ve iradesinin namusunu koruyup, ideali uğrunda fedakârlıkta bulunarak, madden ve manen mücadele edeceği baştan bilinemez. Testi geçenlerin oranı hukuk sisteminin kalitesini tayin eder.

Zihin dünyasında ve entelektüel dağarcığında adalet kahramanı gözüken nice yiğitler, ya daha savaş başlamadan meydanı terk etmişler, ya da mücadele sahasının mücavir alanına dahi adım atamamışlardır. Yani onların adalet ve hak savaşımı bir kuruntudan, dev aynasındaki bir yansımadan ibarettir.

Bu zaviyeden, yani söylem ve fikirlerinde samimi olup olmama noktasında hukukçuları idealist ve realist[1] olarak ikili bir gruplandırmaya tabi tutabiliriz.

Realist hukukçular, kendi duygu, düşünce ve fikirlerine ters, onların tesirini azaltacak veya yok edip dönüştürecek harici güçlere ve etkilere karşı direnç göstermeyi, onlarla mücadeleyi asla göze almazlar. Kâr getirmeyen bir mücadeleden kaçmaları onların mağlubiyetleri anlamına gelmez. Zira onlar yenilmemesini becerecek zekâya ve karaktere sahiptirler. Çıkarları kutsal ve önceliklidir. Menfaatlerini her ortam ve zamanda korumak ve artırmak adına sürekli söylem ve eylem geliştirip (değiştirip) dururlar. Aldatmak, onların zaferlerinin anahtarıdır. Mücadeleden kaçıp, menfaatlerini koruyup yenilerini ekleyerek her kişi/değer/grup ile anlaşma yapmak ve orta yolu bulmak onlara göre akıllıca bir harekettir. Hile ile hayatta zafer kovalayan bu sinsi hukukçular, haricen gelecek etkileri bertaraf edebilmek için, onunla barışık davranmaya, onun rengini almaya, onun güdümünde ona hizmet etmeye hazırdırlar. Böyle zelilâne bir hali seçmelerinin amacı, sonraki süreçte şartlar değiştiğinde kölesi olduklarına “efendi” olmaktır. Hayat her daim değişmekte olup, yeni durum ve şartlar yeni güçlükleri beraberinde getirdiğinden, bukalemun karakterli bu hukukçular her daim köle olmak durumundadırlar.

Realist ruhlu hukukçular, benliklerinde var olan duygulara ihanet ettiklerinin bilincinde olup bunun suçluluğunu iç derinliklerinde hissettiklerinden acı çekerler; mutsuz ve tedirgindirler. Vicdanlarının intikamından korkarlar. Kendileriyle baş başa kalmaktan ürkerler. Yöneltilen her eleştiriye şiddetle karşı koyarlar. Demagoji yeteneklerini, hukukî bilgilerini ve entelektüel birikimlerini zekâlarıyla yoğurarak, yöneltilen eleştirileri göğüslemeye, onlara kılıf uydurmaya gayret ederler.

Sefil ruhlu bu hukukçular, siyasi manevra kabiliyetli, sinsi ve hilekâr akıllarıyla ürettikleri veya elde ettikleri ve başkalarının iştahını kabartan makam, mevki, para ve şöhret gibi menfaatleri ile öğünüp, bunlarla teselli olurlar.

Korkaklıkları, acizlikleri, hileleri, ikiyüzlü oluşları yüzlerine vurulduğunda bu kişilere düşmanlık beslerler. Zira bunlar onların acı ve hüzün kaynaklarıdır. Sahip oldukları tüm maharetlerini, olanaklarını seferber ederek zarar vermek için, ithamda bulunan kişilere saldırırlar. Çoğu kez bunda başarılı da olurlar. Dostları, kendileri gibi olanlardır. Birbirlerini alkışlamaktan haz duyarlar. Efendi kabul ettikleri kişi/grup/değerlerin kötü olan her hareketinde bir kutsallık bulup takdir ederler.

Realist ruha sahip bir kişiden büyük hukuk adamı çıkmasını beklemek safiyane bir hayalden ibarettir. Yıkılan adalet ruhunu yeniden doğrultacak, onu ölüm uykusundan uyandıracak, bağlı olduğu maddi-manevi zincirlerinden kurtararak özgürleştirecek, herkesin görebileceği şekilde abidesini dikecek olan “büyük hukuk adamı” realist değil, idealist ruhlu olanıdır.

Sonradan efendi olma beklenti ve kurnazlığı ile esareti kabul ve bu doğrultuda ödün verme hukuk adamının intiharı ve onun şahsında hukukun idamıdır. Böyle bir benlik bugünün mağduru iken, geleceğin zalimi olacaktır.

 

[1] Realist ve idealist hukukçu ayrımı, Sayın Nurettin Topçu’nun İradenin Dâvası-Devlet ve Demokrasi isimli eserindeki değerlendirmelerinden esinlenerek yapılmış ve yazılmıştır.

REALİST-İDEALİST HUKUKÇU yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/realist-idealist-hukukcu/feed/ 1
NAZİ HUKUKU, İKİLİ DEVLET VE ANAYASA MAHKEMESİ https://hukukpenceresi.com/nazi-hukuku-ikili-devlet-ve-anayasa-mahkemesi/ https://hukukpenceresi.com/nazi-hukuku-ikili-devlet-ve-anayasa-mahkemesi/#comments Fri, 28 Apr 2023 22:27:20 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9070 Türkiye’de son 7 yıldır, tıpkı Nazi Almanya’sında olduğu gibi ikili bir hukuk sistemi işlemektedir. Anayasa Mahkemesi (AYM), Yargıtay ve diğer mahkemelerin verdikleri kararlar bunu açık bir şekilde kanıtlıyor. Son olarak, değerli hukukçu Dr. Gökhan Güneş’in politikyol.com’da kaleme aldığı “AYM’nin 12 gün arayla verdiği iki farklı karar ne anlama gelmektedir?” başlıklı yazısına[1] konu iki karar bunun […]

NAZİ HUKUKU, İKİLİ DEVLET VE ANAYASA MAHKEMESİ yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Türkiye’de son 7 yıldır, tıpkı Nazi Almanya’sında olduğu gibi ikili bir hukuk sistemi işlemektedir. Anayasa Mahkemesi (AYM), Yargıtay ve diğer mahkemelerin verdikleri kararlar bunu açık bir şekilde kanıtlıyor. Son olarak, değerli hukukçu Dr. Gökhan Güneş’in politikyol.com’da kaleme aldığı “AYM’nin 12 gün arayla verdiği iki farklı karar ne anlama gelmektedir?” başlıklı yazısına[1] konu iki karar bunun en çarpıcı örneklerinden birisi. Başta AYM olmak üzere Türk Yargısı, davanın taraflarına göre farklı bir hukuk uyguluyor ve bu uygulama bize Nazi Almanya’sında görülen ikili hukuk sistemini, kısaca “Nazi Hukuku”nu hatırlatıyor.

Nazi Almanya’sındaki ikili hukuk sistemini o dönemde avukatlık yapmış bir hukukçu olan Ernst Fraenkel özetle şöyle belirtiyor: Hitler, 27 Şubat 1933 akşamı Almanya parlamentosu Reichstag’ta çıkan yangından[2] bir gün sonra çıkardığı “Milletin ve Devletin Korunmasına Dair Olağanüstü Hal Kararnamesi” ile temel hak ve özgürlükleri askıya alır. Ernst Fraenkel’e göre, bu tarihten itibaren Almanya’da devletin ikili bir görünümü vardır: Kendini hiçbir biçimde hukukla bağlı saymayan bir “tedbir devleti” ile en azından mevcut kanunlar uyarınca işleri yürütmeye çalışan bir “norm devleti” yan yana ve iç içedir. Tedbir devleti hukukî öngörülebilirliğin temelini oluşturan genel normlara tâbi olmaksızın “siyasi karar” ve “durumun icapları” (konjonktür) uyarınca hareket ederken, norm devleti yürürlükteki kanunlar ve mahkemelerin tesis ettiği hükümler uyarınca işler. Siyasi bir karar ve devletin âli menfaatleri söz konusu olmadığında, örneğin, adli davalar, ticaret hukuku, mülkiyet, borçlar ve iş hukuku gibi konularda, mahkemeler “normu” uygulamaya özen gösteriyor. Yani sadece bu tür kararlara bakınca “hukuk işliyor” sanırsınız. Devletin müdahale etme gereği duyduğu siyasi konularda ise (komünistler, Yahudiler, kapitalist düzen), tedbir devleti devreye giriyor. Yani, aynı idare ve hâkimler, iki farklı hukuk uyguluyor (düşman ve vatandaş hukuku). Siyasal alanın sınırlarını, hangi durum ve meselelerin kamu düzenini, milli güvenliği ve devletin bekasını ilgilendirdiğini, genel hukuk normları uyarınca mı yoksa tedbir devleti tarafından mı ele alınacağını takdir etmek bizzat tedbir devletinin işidir. Norm devletinde önceden bilinen kurallara göre hareket edilirken, tedbir devletinin dayanağı 28 Şubat 1933 tarihli olağanüstü hal kararnamesi. “Devlet için tehdit oluşturan bütün hareketlerle mücadele etme görevi” veren bu kararname ile tüm sınırlar kaldırılmış.[3]

Nazi Almanya’sındaki bu tablo bizim için de oldukça tanıdık. Siyasi iktidarın “Allah’ın lütfu” olarak nitelediği ve sonrasında gerek OHAL ilanı ve bu dönemde çıkarılan OHAL KHK’leri ile gerekse aynı dönemde yapılan Anayasa değişikliği ile yeni bir düzen (tek adam rejimi) inşası için başlangıç teşkil eden 15 Temmuz 2016 tarihli şaibeli girişimden sonra, ülkemizde de gerek mahkeme kararları, gerekse idari işlemlerde aynı ikili devletin varlığı göze çarpmaktadır. Bu ayrım, devletin, yönetimindeki insanları “vatandaş” ve “düşman” olarak sınıflandırması ile de yakından ilgilidir. Devletin “düşman” tanımlamasına uyan kişi veya topluluklara karşı “tedbir devleti” tarafından “düşman hukuku” uygulanırken, bu kapsama girmeyen vatandaşlar için “norm devleti” devrededir ve normal hukuk kuralları uygulanmaktadır. Norm devleti, önceden belirlenmiş olan hukuk kurallarına göre hareket ederken, tedbir devletinin dayanağı, siyasi konjonktüre göre değişebilen ve “Kırmızı Kitap” adıyla bilinen MGK kararları ve OHAL KHK’larıdır ve “devletin bekası”, “milli güvenlik” gibi kaygılarla hareket etmektedir. Hukuk kuralları yasa ile önceden belirlenmiş olduğu halde “düşman” sınıfında sayılan kişilere karşı bu kurallar değil, kapsam ve sınırlarını tedbir devletinin “dilediğince” belirlediği “durumun gerektirdiği tedbirler” uygulanmaktadır. Tedbir devleti, devletin “faşist/ceberut” yüzünü yansıtırken, norm devleti “hukuka bağlılık” görüntüsü vermektedir. Sınırları belirleme yetkisi sadece tedbir devletine aittir. Norm devleti, bu sınırlar içerisinde kalmak ve “hukukun işlediği” görüntüsü altında “nisbi bir normallik” sağlamakla görevlidir, belirlenen sınırları aşamaz, aksi halde “devletin bekası” tehlikeye düşebilir. Örneğin, tedbir devletinin “tehlikeli”, hatta sadece “şüpheli” gördüğü kişiye karşı normal hukuk kurulları uygulanmaz.

Türk Yargısı’nın Gülen Hareketi’ne karşı bakışı tam olarak böyledir. Gülen Hareketi’ne karşı düşman hukuku uygulanırken, rejimin bu “düşman” sınıflandırması kapsamına girmeyen, yani “vatandaş” kabul edilen kişilere karşı normal hukuk uygulanmaktadır. Kararları alt derece mahkemeler için bağlayıcı olan veya emsal teşkil eden AYM ve Yargıtay’ın kararları bu konuda yerleşik bir hal almıştır ve arık bu ayrımcı kararlar kör gözlere sokarcasına ve hiçbir hukuk ve adalet kaygısı gözetilmeden fütursuzca verilebilmektedir. Yazının başında değindiğimiz Dr. Gökhan Güneş’in makalesine konu iki karar örneği bunun en açık ve somut kanıtlarından birisi olarak yargı tarihindeki yerini almıştır. Buna göre AYM, 6.10.2022 tarihli Ahmet Aslan kararında başvurucunun durumunu PYD-YPG terör örgütü hakkındaki yargı kararının kesinleşme tarihine göre değerlendirerek, kesinleşme tarihinden önceki eylemin suça konu edilmesinin ifade özgürlüğü ve cezaların kanuniliği ilkesini ihlal ettiğine karar vermiş iken, 12 gün sonra verdiği Bilal Celalettin Şaşmaz kararında tamamen farklı bir hukuk uygulamıştır. AYM, Gülen Hareketi’ne yönelik davalardaki eylemlerin, Gülen Hareketi’nin “hukuk alanında bir terör örgütü olarak kabul edilmesinden” önce işlenmiş olduğunu tespit etmiş(P. 49), ancak buna rağmen, Gülen Hareketi bakımından kesinleşmiş yargı kararının suçun unsurlarından biri olmadığını, aksi halde eylemlerin unsur yokluğu nedeniyle cezasız kalacağını belirterek(P. 50) bu davalarda kesin yargı kararına gerek görmemiştir. AYM, aşağıda belirtileceği üzere 17-25 Aralık 2013 sonrasında MGK ve Bakanlar Kurulunda alınan ve yargıya da dikte ettirilen “yok etme” kararının, yani soykırım politikasının farkındadır ve bu politikayı boşa düşürmemek için “terör örgütü olarak kabulünden” önceki eylemlerin cezalandırılmasını meşru görmüştür. Üstelik bu eylemler ByLock kullanma, BankAsya’ya para yatırma, yasal bir sendikaya/derneğe üye olma, dini sohbete katılma, KHK ile kapatılan kurumda çalışma gibi tamamen yasal, suç unsuru taşımayan, işlendiği tarihte suç sayılmayan, temel hakları kullanmaktan ibaret eylemlerdir. Birbirine taban tabana zıt bu iki karar, açıktır ki Gülen Hareketi’ne karşı uygulanan düşman hukukunun (soykırım politikasının) bir sonucudur ve yukarıda açıklanan “ikili devlet” anlayışını yansıtmaktadır. AYM bu ayrımcı kararıyla “suçüstü” yakalanmıştır ancak bu karar türünün tek örneği değildir. Son 7 yıllık yargı pratiğinde bu karar gibi binlerce örnek vardır ve bu kararlarda Gülen Hareketi’ne karşı normalden farklı bir uygulandığı açık bir şekilde görülmektedir.

Bu ayrımcı uygulamanın temelinde devletin Gülen Hareketi’ne karşı yürüttüğü soykırım politikası vardır ve dayanağı ise “Kırmızı Kitap” olarak bilinen “Milli Güvenlik Siyaset Belgesi” dir. TBMM Başkanı Mustafa Şentop Kırgızistan’da yaptığı bir konuşmada, “FETÖ’yü yok edene kadar mücadelemizi sürdüreceğiz. Bu, bir devlet kararlığıdır, devlet kararıdır.” demiş,[4] Erdoğan Rejiminin “FETÖ/PDY” olarak isimlendirdiği Gülen Hareketi’ni yok etmenin bir devlet kararı olduğunu vurgulamıştı. Peki bu “devlet kararı” nedir, nerede, nasıl alınmıştır?

Bu konunun devletin milli güvenlik siyaseti kapsamında ele alındığı anlaşılmaktadır. Anayasaya göre Devletin milli güvenlik siyaseti Milli Güvenlik Kurulunca belirlenir ve tavsiye olarak Cumhurbaşkanına (Nisan 2017 öncesinde Bakanlar Kurulu’na) bildirilir ve Cumhurbaşkanı tarafından değerlendirilir (AY m.118/3). MGK kararları, “Gizli Anayasa” olarak da tabir edilen, erişilebilir ve öngörülebilir olmayan, resmen gizli bir belge olan ve içeriği halk tarafından bilinmeyen, TBMM üyelerinin dahi bilgisi dahilinde olmayan, hukukun kaynakları arasında yer almayan “Milli Güvenlik Siyaset Belgesi”ne, kamuoyunca bilinin adıyla “Kırmızı Kitap”a kaydedilir. MGK kararları hükümete tavsiye niteliğinde olup, bağlayıcılığı da yoktur.

17-25 Aralık 2013 tarihli rüşvet ve yolsuzluk operasyonlarının yapıldığı tarihte Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan, bu operasyonlardan Gülen Hareketi’nin sorumlu tuttu ve “paralel yapı” ithamıyla Gülen Hareketi’ne karşı elindeki tüm devlet olanakları ve medya gücüyle bir savaş başlattı. Gülen Hareketi mensuplarının “A’dan Z’ye bedel ödeyeceklerini”[5] ve onlardan “hesap soracaklarını” söyledi. Bu hedefe ulaşmak için öncelikle bir “devlet kararı” ile Gülen Hareketi’ni terör örgütü olarak kabul ve ilan ettirmek istiyordu.[6] Bunun için de önce MGK’dan, sonra Bakanlar Kurulu’ndan karar çıkartacak ve bu kararları yargı organlarına dikte ettireceklerdi. Erdoğan 29.4.2015’te, “Ya bu devletin varlığını kabul edecekler ya yok olacaklar. MGK’dan sonra kararlarımız çok farklı devam edecek.”[7]; 12.5.2015’te ise “Yargı bundan sonra Kırmızı Kitaba göre karar verecek. Kırmızı Kitap’a girdikten sonra burada yargı mercilerinin de bakışı değişecek. Çünkü bu milli güvenlikle ilgili bir durum.” [8] demişti. Erdoğan, 2014 yılı başlarından itibaren konuyu MGK gündemine taşıdı ve nihayet “Yargı bundan sonra Kırmızı Kitaba göre karar verecek” talimatından 1 yıl sonra, 26.5.2016 tarihli MGK toplantısında “Bir terör örgütü olan paralel devlet yapılanması” ibaresi kullanıldı.[9] Ertesi gün Erdoğan, MGK kararını Bakanlar Kurulu’na gönderdiklerini, (Gülen Harekete’ni) terör örgütü olarak tescil edeceklerini belirterek “Bunlar da aynı kategoride yargılanma sürecinin içerisine girecekler.” dedi.[10] 3 gün sonra, 30.5.2016’da, Numan Kurtulmuş Hükümet adına yaptığı açıklamada “MGK kararının gerektirdiği her şey hem Hükümet, hem gerekli yargı birimleri tarafından yerine getirilecektir.” dedi.[11] Böylece, Gülen Hareketi’ne karşı, yargı organları dâhil devlet olarak topyekûn mücadele edildiği ve bunun yerine getirilmesi için yargıya talimat verildiği ve bu konuda yargının bir silah olarak kullanıldığı soykırım süreci başlatılmış oldu.

Oysa MGK kararlarının yazılı olduğu “Milli Güvenlik Siyaset Belgesi (Kırmızı Kitap)”, erişilebilir ve öngörülebilir nitelikte olmayan gizli bir belgedir ve hukukun kaynakları arasında da değildir. Erdoğan’ın “Yargı Kırmızı Kitaba göre karar verecek” sözleri, devletin yargı üzerindeki egemenliğini ifade etmektedir. Ayrıca kuvvetler ayrılığının ortadan kalktığını ve yargı bağımsızlığının bulunmadığını göstermektedir. Nitekim yargı organları da iktidarın ve MGK’nın bu tahakkümüne ve kendilerine görev/talimat vermesine boyun eğdiler.[12] Erdoğan’ın 17-25 Aralık 2013’ten sonra “paralel yapı ile mücadele” adı altında başlattığı süreç, yani Gülen Hareketi’ni bitirmeye yönelik karar, işlem ve uygulamalar, “Devletin milli güvenlik siyaseti” kapsamında yürütüldü. Yargı organları da verdiği kararlarla bu “devlet kararına” bağlılıklarını kanıtladılar. Böylece Nazi Almanya’sından sonra “ikili devlet” yeniden ortaya çıktı: Gülen Hareketi mensuplarına karşı devletin soykırım politikası çerçevesinde düşman hukuku, diğer vatandaşlara karşı normal hukuk.

Esasında Anayasa’nın 38/4, 9 ve 6/3 maddeleri ile BM MSHS’nin 14 ve AİHS’nin 6. maddeleri birlikte değerlendirildiğinde, MGK ya da Bakanlar Kurulu, masumiyet karinesini ihlal ederek, hiçbir kimseyi ve hiçbir topluluğu suçlu ilan edemez. Bu görev münhasıran yargıya aittir. Bu iki organın yargılama yetkisi olmadığı gibi, mahkeme yerine geçerek kişi ya da kişi gruplarını suçlu ilan etme yetkisi de yoktur. Yine bir yapının terör örgütü olduğu konusundaki karar bağımsız ve tarafsız mahkemelerce verilmelidir. Bağımsızlığını ve tarafsızlığını yitiren, dışarıdan gelen baskı ve talimatlara açık olan ve baskı altında çalışan, devletin ve hükümetin güdümünde, konjonktürel ve politik kaygıları gözeterek karar veren mercilerce verilen kararların bağımsız ve tarafsız bir yargı kararı olduğu da söylenemez.

Ne yazık ki temel hak ve özgürlükleri koruma görevi bulunan ve bu konuda iç hukukta en yüksek ve en son başvuru mercii olan AYM, belirtilen süreç içerisinde Kırmızı Kitap’a göre karar veren ilk mahkeme olmuştur. AYM, yukarıda bahsi geçen 6.10.2022 tarihli Ahmet Aslan kararında bir yapının terör örgütü olduğu hususunda kesinleşmiş yargı kararı aramasına mukabil, 15 Temmuz 2016 sonrası sürecin en başında verdiği bir kararda Gülen Hareketi hakkında hiçbir yargı kararı olmamasına karşın MGK kararını baz alarak karar vermiş ve o tarihten beri de bu davalarda aynı anlayışını sürdürmüştür. AYM 2 üyesinin ihracına ilişkin 4.8.2016 tarihli kararında, MGK kararını yargı kararı yerine koymuştur.[13] AYM’nin, KHK’lar hakkında açılan iptal davalarında, KHK’ya dayalı ihraçlara yönelik bireysel başvurularda (örneğin C.A.(3) kararı), 15 Temmuz’u konu edinen kararlarda (örneğin Aydın Yavuz ve diğerleri kararı), kurumların kapatılması ve malvarlıklarının Hazineye devrine ilişkin KHK’larla ilgili kararlarında,[14] Bank Asya ve ByLock (örneğin Ferhat Kara kararı) gibi Gülen Hareketi’ne yönelik davalarda, hak ve özgürlükleri korumak yerine “milli güvenlik siyasetini” ön planda tuttuğu ve bunun dışına çıkmamak ve hak sınırlamalarını meşru göstermek için çabaladığı görülmektedir. AYM’ye göre bu davalarda A’dan Z’ye herkes aynı konumdadır, örneğin bir ordu komutanı ile bir belediyedeki sözleşmeli temizlik görevlisi arasında fark yoktur; Gülen Hareketi’ne mensup/iltisaklı ise şayet, herhangi bir eylemi olmasa bile, her ikisi de milli güvenlik için bir tehdittir ve cezalandırılmalıdır. Veya bir fakültenin barış akademisyeni dekanının KHK ile ihracı meşru değilken, Gülen Hareketi’ne mensup bir akademisyenin, hatta sıradan bir memurun ihracı meşrudur.[15] KHK ile ihraç edilenlerin iade talepleri “kurum kanaati” gerekçesiyle reddedilmektedir. “Kurum kanaati”nin mucidi de AYM’dir. AYM, 4.8.2016 tarihli kararında iki üyenin ihracına gerekçe olarak somut delil gösterememiş, ancak “(diğer)üyelerin kanaatleri” gibi sihirli bir formülle, bu hukuksuzluğa da öncülük etmiştir(P. 97-98).

AYM, soykırım politikasının icrası için siyasi iktidar tarafından ortaya atılan ve hukukta yeri olmayan “irtibat/iltisak” kavramını meşrulaştırmış ve böylece Gülen Hareketi mensubu veya Hareket ile ilişkili kişilerin A’dan Z’ye aynı torbaya koyarak cezalandırılmasının yolunu açmıştır. AYM kararları, Erdoğan’ın “Bu örgütün içinde yer alanların A’dan Z’ye bedelini ödemesi lazım.” sözünün yargı kararlarıyla icraya konulduğunu ve AYM eliyle de meşrulaştırıldığını göstermektedir. Gerçekten de A’dan Z’ye bir cezalandırma söz konusudur.

AYM, “Devletin milli güvenlik siyaseti”nden taviz vermemek için, yani “Kırmızı Kitap”a veya daha gerçekçi bir deyişle devletin soykırım politikasına bağlılık uğruna AİHM kararlarını, uluslararası sözleşmeleri ve evrensel hukuk ilkelerini dahi uygulamamaktadır. Bunun en tipik örneği AYM’nin Yıldırım Turan kararıdır (B. No: 2017/10536, 4.6.2020). AYM, adı geçen kararında, milli güvenlik siyasetinin aksine karar vermemek için, “Türk mahkemelerinin AİHM’e göre çok daha iyi konumda olduğu” gerekçesiyle AİHM’in eski AYM üyesi Alparslan Altan ve eski Hâkim Hakan Baş hakkındaki ihlal kararlarına uymayacağını açıklamıştır. AİHM, süreç içerisinde 960 yargı mensubunun başvurusunda tutuklamanın haksız olduğuna karar verdiği halde, bugüne kadar AYM ve diğer yargı mercilerinin hiçbirisi bu kararlara uymamıştır.

Devletin 17-25 Aralık 2013 sonrasında MGK kararlarıyla açıkça ilan ettiği yeni düşman Gülen Hareketi’dir. Yukarıda AYM ile ilgili bir kısım örnekler verilmiş ise de, başta terör suçlarına bakan Yargıtay 3. CD. (16.)[16] olmak üzere diğer tüm mahkemeler, Gülen Hareketi’ne karşı, “ikili devlet” tanımlamasındaki tedbir devletinin belirlediği “soykırım politikası” çerçevesinde ayrımcı kararlar vermektedirler. AYM ve diğer mahkemeler, bu davalarda önceden belirlenmiş yazılı hukuk kurallarına göre değil, tedbir devletinin “durumun gerektirdiği ölçü” kriteriyle politik amaç ve çıkarlarına göre ihdas ettiği mer’i ve evrensel hukuka aykırı bir takım kurallara, kısacası “düşman hukukuna” göre hüküm kurmaktadırlar. Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin Birol Erdem kararı bu ayrımcılığın tipik bir örneğidir. Adalet Bakanlığı eski Müsteşarı ve eski HSYK üyesi Birol Erdem hakkında mevcut hukuki normlara göre “üzerine atılı suçu işleme kastı bulunmadığı” gerekçesiyle beraat kararı veren yargı, TCK’nın 21. maddesine göre suçun zorunlu unsurlarından olan “suç kastını” Gülen Hareketi davalarındaki diğer yüzbinlerce kişi hakkında uygulamamış, hatta bu konuyu tartışma konusu bile yapmamış, TCK’nın 21. maddesini adeta yok saymışlardır.[17]

Yargıyı ele geçirerek kontrolsüz bir güce ulaşan iktidar, zaman içerisinde bu düşman hukukunu Kürtler ve diğer muhalif kesimlere karşı da uygulamıştır. Yargının; Osman Kavala, Selahattin Demirtaş, Ömer Faruk Gergerlioğlu, Canan Kaftancıoğlu, Ekrem İmamoğlu gibi isimler hakkında verdiği kararlar buna örnektir. Tedbir devleti düşman hukuku uygularken, genel olarak “terör” bahanesine sarılmakta, kendisine muhalefet eden herkesi “terörist” olarak yaftalamakta ve düşman gördüklerini güdümündeki yargı silahıyla vurmaktadır.

İlginçtir; Nazi Almanya’sında, devlet için tehdit oluşturan komünistlerden olmadıkları halde bazı Hıristiyan cemaatler “komünizmin komünistlerden ibaret olmadığı” gerekçesiyle tedbir devletinin uygulamalarından nasiplerini alırken, ülkemizde de belirlenen düşman konseptine uymadığı halde cezalandırılan muhalif veya “siyasi hedef” kişiler hakkında “terör örgütüne üye olmamakla birlikte” gerekçesine sığınılmaktadır. Örneğin; Büyükada Davası’nda yargılanan hak savunucuları, Rahip Brunson, Sözcü Gazetesi yazarları hakkında verilen mahkûmiyet kararları bu niteliktedir.

Öte yandan AYM’de ağırlıklı olarak Erdoğan ve partisinin seçtiği üyelerden oluşan, siyasi konularda iktidar lehine blok oy kullanan bir çoğunluk oluşmuştur. Bugün itibariyle mevcut 15 üyeden 5’i önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından, 7 üye Erdoğan tarafından ve 3 üye TBMM tarafından, dolayasıyla Meclis’te çoğunluğa sahip iktidar tarafından seçilmiştir. Bu tabloya, Anayasal zorunluğa rağmen bazı AYM kararlarının alt derece mahkemeleri tarafından uygulanmaması, Can Dündar, Ömer Faruk Gergerlioğlu, Barış Akademisyenleri, HDP’ye Hazine yardımı üzerine konulan blokajın kaldırılması kararları gibi iktidarı hoşnut etmeyen kimi kararlara karşı iktidar ve ortaklarının, alt derece mahkemeyi direnmeye çağırma, mahkemeyi kapatma tehdidi veya teröre destek olma gibi ithamlara varacak ölçüde ağır bir şekilde baskı kurmaları, AYM’nin “bağımsız ve tarafsız bir mahkeme” için gereken kriterleri karşılamadığını göstermektedir.

Bu noktada AYM üyeleri Selahaddin Menteş ve Basri Bağcı’nın kurucu üyesi oldukları Yargıda Birlik Derneği’nden de söz etmeliyiz. Zira bu husus adı geçenlerin tarafsızlığı ve devletin “yok etme” kararı ile yakından ilgilidir. İktidar, yargı içerisinde bir grup hâkim-savcıyı Yargıda Birlik Platformu/Derneği (YBP/YBD) adı altında örgütlemiş, bu yolla 17-25 Aralık’ın hemen ardından 12 Ekim 2014 tarihinde yapılan HSYK seçimlerine müdahale ederek bu seçimi kendi güdümündeki bu örgütün kazanmasını sağlamış, bir takım yasal değişikliklerle beraber yargıyı tamamen kendi kontrolü altına almıştır. YBD mensubu hâkim-savcılar, iktidarın tüm devlet kurumlarını da yanına alarak hedef gösterdiği Gülen Hareketi’ne karşı devletin yanında olduklarını ve birlikte mücadele edeceklerini açıklamışlardır. Onlar için bu mücadelenin anlamı, yukarıda da sözü geçtiği üzere, söz konusu yapı mensuplarının A’dan Z’ye cezalandırılması, bedel ödetilmesidir. Meclis Başkanı Mustafa Şentop’un açıkça ifade ettiği üzere bu bir “yok etme” kararıdır. İşbu karar, yargı marifetiyle uygulanmaktadır. Böylece Türk Yargısı, Erdoğan Rejiminin elinde bir soykırım silahına dönüştürülmüştür.

Erdoğan tarafından AYM’ye üye seçilen Selahaddin Menteş ve Basri Bağcı, Adalet Bakanı Müsteşar Yardımcısı oldukları dönemde, YBP/D’nin kurucu üyesi olmuş,[18] YBP/D tarafından düzenlenen toplantılara katılmışlar,[19] çalışmalarına destek olmuşlardır. Yine Erdoğan tarafından üye seçilen ve YBD’yi destekleyen İrfan Fidan, 25 Aralık yolsuzluk dosyasını kapatan ve bundan dolayı terfi verilerek ödüllendirilen 3 savcıdan birisidir ve 17-25 Aralık soruşturmalarını yürüten polislere ve Gülen Hareketi’ne karşı yürütmenin isteği doğrultusunda pek çok soruşturma açmış, Başsavcı olduğu dönemde Gülen Hareketi’ne karşı hasmane açıklamalar yapmış ve dolayısıyla tarafını belli etmiştir. Erdoğan’ın seçtiği diğer isimlerden Yıldız Seferinoğlu’nun üye seçilmeden önce sosyal medya hesabından Gülen Hareketi’ne yönelik davaların hukukiliğine yönelik paylaşımları da tarafsızlığına gölge düşüren niteliktedir. Bütün bu hususlar birlikte nazara alındığında, adı geçen üyelerin Gülen Hareketi’ne yönelik davalarda tarafsız kalacakları şüphelidir; en azından tarafsız bir görünüme sahip olmadıkları açıktır.

AYM’de dava konusunun niteliğine göre; “Devletin milli güvenlik siyasetini(Kırmızı Kitabı)” ilgilendiren,[20] başka deyişle “milli güvenlik” kaygısının ön plana çıktığı kararlarda “oybirliği”, bunun dışında kalan konulardan siyasi iktidarı denetleyen ve iktidarın önem verdiği güncel kararlarda iktidar lehine “oyçokluğu” (blok oy) göze çarpmaktadır.[21] Erdoğan ve partisi tarafından seçilen ve sayısal çoğunluğu elinde bulunduran üyelerin, siyasi konularda, önemli ve kritik dosyalarda, iktidarı hoşnut edecek şekilde hak ve özgürlükler aleyhine karar aldıkları, blok halde hareket ettikleri görülmektedir. Bunun sonucunda, siyasi iktidarı denetleyici ve özgürlükçü kararların önü kesilmiş, kuvvetler ayrılığı ilkesi ciddi biçimde zarar görmüş ve siyasi iktidar lehine bir yargı vesayeti oluşmuştur. Konjonktüre göre tavır alan, siyasi iktidarın çıkarlarını gözeten ve bunu yaparken de hak ve özgürlükler aleyhine karar alabilen hâkimlerin bağımsız ve tarafsız oldukları iddia edilemeyeceği gibi, böyle hâkimlerden oluşan bir mahkemenin bağımsız ve tarafsız bir mahkeme ve etkin bir iç hukuk yolu olduğu da söylenemez.

Sonuç olarak, Anayasa Mahkemesi, Türkiye’de Gülen Hareketi mensuplarına yönelik “FETÖ/PDY” iddiasıyla yürütülen davalar ile bir kısım muhaliflere karşı açılan davalardaki hak ihlallerine karşı bağımsız, tarafsız ve etkin iç hukuk yolu olma vasfını kaybetmiştir. AYM, söz konusu kapsama dâhil olan başvurularda insan hakları temelli değil siyasi rejimin bakış açısı ile değerlendirmeler yapmakta, “milli güvenlik”, “devletin bekası” gibi kaygılarla ve “özgürlükçü” değil, “devletçi” bir yaklaşım sergilemektedir. Üye yapısı, üyelerin atanma biçimi, dışarıdan baskılara karşı açık olmaları, siyasilerden gelen kapatma tehdidi, teröre yardımla itham edilerek baskı kurulması, verdiği kimi kararların alt mahkemelerce uygulanmaması ve nihayet belirtilen davalarda verdiği taraflı ve konjonktürel/siyasi kararlar AYM’nin bağımsız ve tarafsız bir mahkeme olmadığını ve mevcut rejimin çıkarlarını gözeten bir vesayet kurumuna dönüşmüş olduğunu göstermektedir.

Görüldüğü üzere, Alman hukukçu Ernst Fraenkel’in Nazi Hukukuna ilişkin tespitleri ile ülkemizdeki fiili durum neredeyse aynıdır. Bazı yönleriyle bizdeki durumun daha vahim olduğu bile söylenebilir. Ülkemizde şu anda işleyen hukuk sisteminin evrensel hukuk normlarıyla hiçbir ilgisi yoktur. “İkili devlet” tanımlamasına tıpatıp uyan bu sistem tipik bir Nazi Hukukudur.

 

 

 

 

 

 

 

[1] https://www.politikyol.com/aymnin-12-gun-arayla-verdigi-iki-farkli-karar-ne-anlama-gelmektedir/

[2] “REİCHSTAG YANGINI İLE 15 TEMMUZ DARBE GİRİŞİMİ ARASINDAKİ BENZERLİKLER” için bkz https://twitter.com/YusufMetin_KHK/status/1150475166452834304?s=19

[3] https://www.birikimdergisi.com/dergiler/birikim/1/sayi-354-ekim-2018-354-ekim-2018/9132/diktatorluk-kuramina-bir-katki-ernst-fraenkel-ve-ikili-devlet/9135 

https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2020/06/25/yasama-yurutme-yargifuhrer/

[4] https://kronos35.news/tr/sentop-kirgizistanda-fetoyu-yok-edecegiz-bu-bir-devlet-kararidir/

[5] http://www.sabah.com.tr/gundem/2015/04/28/bedelini-odeyecekler

   http://www.hurriyet.com.tr/gundem/28850256.asp

[6] 12.03.2014 tarihinde Kanal24 televizyonunda canlı yayınlanan bir program esnasında kendisi ile röportaj yapan gazeteci Mustafa Karaalioğlu’nun Gülen Hareketi hakkında “Cemaat” tabirini kullanması üzerine Erdoğan’ın sert bir şekilde müdahale ederek; “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma, örgüt var, niye korkuyorsun, örgüt var, bir hareket olamaz, örgüt var, cemaat de diyemezsin” şeklindeki sözleri Erdoğan’ın bu amacını yansıtan en çarpıcı örneklerden bir tanesidir (http://www.hurriyet.com.tr/gundem/25995066.asp).

[7] http://www.hurriyet.com.tr/gundem/28862429.asp

[8] http://www.aksam.com.tr/siyaset/paralel-yargiya-karsi-tutuklamalar-surecek/haber-404841

http://www.zaman.com.tr/politika_erdogan-yargiya-yeni-gundem-verdi_2294062.html

http://www.habererk.com/siyaset/erdogandan-u-donusu/15294

[9] MGK kararlarının özet kronolojisi için bkz: Anayasa Mahkemesi’nin 04.08.2016 tarih ve 2016/6 (Değişik İşler) ve 2016/12 karar sayılı (AYM Üyeleri Alparslan Altan ve Erdal Tercan’ın meslekten ihraçlarına ilişkin) kararı.

[10] https://www.hurriyet.com.tr/gundem/erdogandan-chpye-cok-sert-hakaret-tepkisi-40109914

Erdoğan bu sözleri sarf ettiği sırada, Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay başkanları ön sıralarda dinleyiciler arasında yer almış ve Cumhurbaşkanının ana muhalefet partisini eleştiren beyanlarını müteakip alkış tuttukları gözlenmiş, bu durum medyaya yansımıştır.

[11] http://www.kamupersoneli.net/gundem/30-mayis-2016-bakanlar-kurulu-toplantisi-h4308.html

[12] İktidarın koordinesinde önce platform olarak kurulan, sonra dernekleşerek Yargıda Birlik Derneği adını olan örgüte üye yargı mensupları “Yürütmeyle uyumlu çalışacağız, Devletimizin yanındayız” diyerek bu kapsamda soykırım politikasının hizmetkârı oldular.

[13] Anayasa Mahkemesi’nin 04.08.2016 tarih ve 2016/6 (Değişik İşler) ve 2016/12 karar sayılı (AYM Üyeleri Alparslan Altan ve Erdal Tercan’ın meslekten ihraçlarına ilişkin) kararından:

“P. 17.     Süreç içinde Milli Güvenlik Kurulu (MGK) tarafından FETÖ/PDY’nin milli güvenliği tehdit ettiğine, bir terör örgütü olduğuna ve diğer terör örgütleri ile işbirliği yaptığına dair kararlar verilmiştir.

  1. 18. Bu bağlamda MGK Genel Sekreterliği tarafından Kurul toplantılarına ilişkin basın duyurularının FETÖ/PDY ile ilgili değerlendirme yapılan kısımları şöyledir:

  1. 97. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun, Üyeler Alparslan ALTAN ve Erdal TERCAN hakkında 667 sayılı KHK’nın 3. maddesi uyarınca yapacağı değerlendirme, anılan üyelerin MGK’ca devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplardan MGK kararlarında ifade edildiği şekliyle (bkz. § 18) “Paralel Devlet Yapılanması” ile “üyelik”, “mensubiyet”, “iltisak” veya “irtibat” şeklinde herhangi bir bağlarının olup olmadığına ilişkindir. Yukarıda ifade edildiği üzere bu değerlendirme için Genel Kurulun salt çoğunluğunda anılan üyelerle ilgili oluşacak “kanaat” yeterlidir.”

[14] https://kronos36.news/tr/aym-eski-raportoru-dr-selami-er-yazdi-geyiklere-bundan-boyle-dag-baligi-diyelim/

[15] https://twitter.com/KeremALTIPARMAK/status/1486325479086960644?t=nCSgj-hczR4OjZQ8U-90ug&s=19

[16] Örneğin, Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin ilk derece mahkeme sıfatıyla verdiği ve sonrasında bütün mahkemelerce referans alınan 24.04.2017 tarihli ve 2015/3 E., 2017/3 K. sayılı kararında, Daire, söz konusu yapının bir “terör örgütü” olduğu yönündeki kabulünü, Milli Güvenlik Kurulunun yukarıda belirtilen 26.5.2016 tarihli kararı ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nün bir raporuna dayandırmaktadır.

[17] https://www.politikyol.com/yargitay-ceza-genel-kurulunun-birol-erdem-karari-ne-anlama-gelmektedir/

[18] https://m.star.com.tr/guncel/paralel-isyani-yargida-birlik-platformu-getirdi-haber-873991/

[19] https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/yargida-cemaate-karsi-yeni-ittifak-64117

https://www.milliyet.com.tr/gundem/hsyk-seciminde-gozler-cemaatte-1915720

[20] AYM Başkanı Zühtü Arslan’ın, “Bizin için milli güvenlik meselesidir” diyerek Can Dündar kararını eleştiren Erdoğan’a cevap olarak, Doğu ve Güneydoğu’daki “sokağa çıkma yasakları” konusunda yapılan başvuruları “Devletin milli güvenlik politikaları çerçevesinde” reddettiklerine ilişkin sözleri,  verilen kararlarda devletin milli güvenlik siyasetinin gözetildiğini kanıtlamaktadır. http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/522133/Sizin_isiniz_Guvenlik__bizim_isimiz_Ozgurluk.html

[21] https://amp.dw.com/tr/hdpnin-kaderi-aymdeki-kritik-dengede-anahtar-2-%C3%BCyede/a-56925923?__twitter_impression=true

https://twitter.com/YusufMetin_KHK/status/1495120097245020170?t=nLEAdwhF1hPrBo8VTfu2LQ&s=19

NAZİ HUKUKU, İKİLİ DEVLET VE ANAYASA MAHKEMESİ yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/nazi-hukuku-ikili-devlet-ve-anayasa-mahkemesi/feed/ 1
Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (3.Bölüm) https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi-3-bolum/ https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi-3-bolum/#comments Wed, 08 Feb 2023 00:40:41 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9049 Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (3. Bölüm) Toplantıyı idare eden Selahattin Menteşe “Başka soru sormak veya katkı sunmak isteyenler varsa söz hakkı verebiliriz.” dedi. Sait bey elini kaldırarak söz istedi. Sahnedeki heyet söz versek mi vermesek mi diye kendi aralarında konuşurken, eline mikrofonu almayı başaran Sait bey, “Değerli meslektaşlarım hepinizi saygıyla selamlıyorum. […]

Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (3.Bölüm) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı”

(3. Bölüm)

Toplantıyı idare eden Selahattin Menteşe “Başka soru sormak veya katkı sunmak isteyenler varsa söz hakkı verebiliriz.” dedi. Sait bey elini kaldırarak söz istedi. Sahnedeki heyet söz versek mi vermesek mi diye kendi aralarında konuşurken, eline mikrofonu almayı başaran Sait bey, “Değerli meslektaşlarım hepinizi saygıyla selamlıyorum. Endişeye mahal yok! Toplantıyı sabote etmek için söz almadım. Sadece yapılan konuşmalar nedeniyle müsaadenizle birkaç cümle ile açıklama yapmak istiyorum.” dedi.

Bu sırada yan masalardan laf atarak, “Kes traşı, buraya seni dinlemeye gelmedik”, “Tamam bu arkadaş konuştu, alın mikrofonu” diyen üç beş kişi oldu. Karakter olarak sert ve ciddi bir mizaca sahip olan eski bürokrat Sait bey, yargı mensubundan çok meyhane fedaisi ağzıyla laf atan bu insanlara hışımla dönüp -siz beni iyi tanırsınız dercesine- kaşlarını çatıp gözlerini kısarak bakınca bu kişiler – gayr-i ihtiyari – süt dökmüş kedi gibi oldular. Masa ve sandalyeleri arasında ufaldıkça ufaldılar. Zira yaygara yapan bu zevatın cemaziyelevvellerini ve meslekte ne haltlar karıştırdıklarını Sait bey çok iyi biliyordu. Sinmeleri bunun sonucuydu!

Sait bey devamla, “Toplantı salonu dışında görevli bir meslektaş tarafından yine bu toplantıya katılmak için gelen Metin Koyuncu arkadaşımıza sözlü tacizde bulunulduğunu öğrendim. Öncelikle yakışıksız bu davranışından dolayı o meslektaşı kınadığımı belirtmek isterim. (Kürsüde ki Selahattin bey ‘Tamam bir sorun yok, kısaca toparlayın lütfen’ dedi.) Sayın meslektaşlarım 12 eylül 1980’den önce polis teşkilatında Pol-Der ve Pol-Bir şeklinde iki yapı oluşmuştu. Bu kamplaşma neticesinde ülkemizde asayiş tamamen bozulmuştu. Hiç kimsenin can ve mal güvenliği kalmamıştı. İnanıyorum ki, burada bulunan hiç kimse yargı camiamızın da kamplaşıp toplumun kırılganlaşmasına sebep olmak istemez. Bu seçim sürecini huzur içinde yürütemezsek ülkemiz için hava kadar, su kadar önemli olan adalet hizmetlerinin sekteye uğrayacağına dair endişelerimi belirtmek istiyorum. Netice itibarıyla, HSYK seçiminin centilmenlik içinde geçmesini, adaylardan ziyade ülkemizin kazanmasını canı gönülden diliyorum. Söyleyeceklerim bu kadar. Teşekkür ederim.” dedi ve yerine oturdu. Yirmi otuz kişi dışında kimse alkışlamadı. Sait bey sandalyeye oturmaya yeltenirken Metin bey ‘artık gitsek mi efendim’ dedi ve bu teklifi makul karşılayan Sait bey ayağa kalktı. Hiç acele etmeden yavaşça sandalyedeki ceketini giydi. Konuşmacılar dahil salondakilerin çoğu bu seremoniyi sessizce izlediler. Sait bey, sağında Metin ve solunda Bilal beyler olduğu halde özellikle sahnenin önünden geçmeyi tercih etti ve konuşmacılara da ufak bir tebessüm ederek  vakur bir şekilde salondan çıktı.

Salondan çıkmasından hemen sonra, Sait beyin sözlerinden oldukça rahatsız olan Abbas bey ayağa kalkarak; “Son konuşmacının, kendisince bizi sağduyuya davet eden sözlerini çok ciddiye almıyorum. Yükselen dinamizmimizi söndürmek ve mücadele motivasyonumuzu kırmak amacı taşıdığını düşünüyorum. Eskiden beri birbirinden dağınık görüşlerin temsilcileri kuva-i milliye ruhuyla ikinci defa ülkeyi kurtarmak için güç birliği yapmıştır. Bu seferki düşman dışardan değil içerden saldırıyor. Hiçbir devlet böyle bir yapıya izin veremez. İsterdik ki bu yapı, hukuki ve demokratik yollarla tasfiye edilsin. Ama bunun çok zaman alacağı aşikardır. Sonuç itibariyle yasal yolların kullanılması ile ilgili eşik çoktan aşılmıştır. Seçimi kazandıktan sonra mazbataların mührü daha kurumadan bu yapının tepesine ilk balyozun indirilmesi gerektiği kanaatindeyim. Benimle aynı dünya görüşünü paylaşan meslektaşlarımın heves ve heyecanlarını size anlatmaktan acizim. Bu arkadaşlarımızın elinde malum yapı ile irtibatlı olabilecek kişiler hakkında toplanmış birçok doküman var. Seçimin kazanılmasını müteakip yeni HSYK’ya ve diğer resmi makamlara teslim etmek için sabırsızlıkla bekliyorlar. Ben şahsen bu legal görünümlü illegal yapının bu seçimde hiçbir varlık gösteremeyeceğine inananlardanım. Arkadaşlar yeter ki amacımız hasıl olana kadar birliğimizi koruyalım. Ümitli ve esen kalın!” diye sözlerini tamamladı ve alkışlar eşliğinde yerine oturdu.
 
Konuşmacıların önündeki masaların birinde oturan Savcı Serdar Coşkulu, masaların arasında mikrofonu taşıyan memurdan mikrofonu aldı ve “Sayın Ramazan Kayacı’ya ben de bir soru sormak isterim. Soracağım soru ile ilgili geçen hafta ulusal bir gazetede röportajını okumuştum. Paralel yapı mensuplarına yönelik soruşturmalarda zorlandığımız temel bir sorun var. Hayatının bir döneminde -toplumun büyük çoğunluğunun- mutlaka bir şekilde bu yapıyla yolu kesişmiştir. Hiç düşündünüz mü bilmiyorum ama o kadar çok kesişme noktaları var ki! Dershane, okul, yurt, banka, sendika, internet, radyo, gazete ve televizyonlar ile akraba, arkadaş, komşu ve meslektaşlar gibi. Bu yüzden hedef kitleyi mutlaka makul bir şekilde sınırlandırmak zorundayız. Aksi halde meslektaşlarımızın büyük çoğunluğu soruşturulmaya maruz kalma kaygısı ile platforma destek vermekten kaçınabilir. Kaldı ki, YBP’ye destek verenler arasında, çocukları malum eğitim kurumlarına devam eden çok sayıda meslektaş var. Bundan dolayı soruşturmalarda hangi mikyasların esas alınacağı hususu açıkça deklare edilebilir mi?” diye sordu.
 
Ramazan Kayacı mikrofona ağzını yaklaştırdı ve “Galiba en zor soru bana yöneltildi. Hakikaten bu çok çetrefilli bir konu. Savcı Serdar bey kaygısında çok haklı. Açıkçası bu konu hakkında platform içinde fikir birliği sağlanmış değil. Neredeyse her konuda uzlaşan birliğimiz için bu halledilemeyecek bir problem değil. Ama görünen o ki son sözü hükümetimiz ve Milli Güvenlik Kurulu söyleyecektir. Bu mercilerin tavsiye kararları ışığında uzlaşıp kamuoyuna deklare etme aşamasına gelinebileceğini düşünüyorum.” diye cevaplandırdı.
 
Bu sırada salonun arka kısmında bulunan dört masada bulunan 30-35 kişi kendi aralarında hummalı bir şekilde konuşuyorlardı. Bu kişiler sürekli masalar arasında gidip geliyor, adeta salondaki gündemden kopmuş bir halde tartışıyorlardı.

Bu durum toplantıyı yöneten Selahattin beyin de dikkatini çekti ve “Arka sağ taraftaki meslektaşların bir maruzatı veya sorusu mu vardı acaba?” diye sorması üzerine içlerinden birisi ayağa kalktı ve elini kaldırarak mikrofonu işaret etti. Mikrofon kendisine ulaştırıldıktan sonra, “Biz devletine ve hükümetine bağlı hakim-savcılar olarak bu platforma umumi bir destek veriyoruz. Bizi Risale-i Nur talebesi olarak da görebilirsiniz. Ancak vuzuha muhtaç birkaç mesele var. Bunların istifhama yer bırakmayacak şekilde sarahate kavuşturulması elzemdir. Evvela bizleri yakinen tanımayanların, bizler ile paralel yapı mensuplarını birbirine karıştırmalarından ve aynı kefeye koymalarından fevkalade rahatsız olduğumuzu zikretmek istiyorum. Binaenaleyh meslektaşları mensubiyetlerine göre tasnif etmeye vazifeli olan arkadaşların -kul hakkına girmemek için- bu hakikati nazara almalarını hususen rica ediyoruz. İkinci bir mevzuu da malumunuz yargı camiası hariçten büyük görülse de esasen küçüktür, herkes herkesi az-çok tanır. Gerek 28 Şubat sürecinde ve gerekse akabinde bazı tesirli ve salahiyetli meslektaşlar, biz Nur talebeleri ve sair dindarlara karşı gayet şedit ve hasmane tavır sergilediler. Adaylar arasında da işaret ettiğimiz zihniyete haiz olduğuna muttali olduğumuz en az 3 aday mevcuttur. Bu minvalde bizim hassasiyetimize vakıf olan muhterem Turgay Ateşçi beyin cevaplandırmasını istediğimiz bir sualimiz var. Bahsettiğimiz bu 3 adaya rey vermeyi mahzurlu gören kardeşlerimiz mevcut. Bir kısım kardeşlerimiz sadece bu kişiler dışındakilere rey verelim, bir kısmı da onların yerine platform haricindeki tanıyıp itimat ettiğimiz sair adaylara rey verelim diye düşünüyorlar. Lütfen bu hususu vüzuha kavuşturabilir misiniz?” diye sordu.

Bu soru, dikkatle dinleyebilen bütün katılımcıları şaşırttı. HSYK adayı Turgay Ateşçi sanki böyle bir sorunun yöneltilmesini bekliyormuş gibi hiç tereddüt etmeden söze başladı. “Çok kıymetli kardeşlerim hassasiyetiniz benim de hassasiyetimdir. Eğer bendeniz burada diğer adaylarla omuz omuza isem, biliniz ki bu sadece benim şahsi kararımın neticesi değildir. Kendi camiamızın meşveret meclisinin kararı ile buradayım. Tereddüt ettiğiniz hususlar orada etraflıca müzakere edildi. Risale-i Nur’un ‘Madem hakta ittifak, ehakta ihtilâftır. Bazen hak, ehaktan ehaktır. Hem de olur hasen, ahsenden ahsendir.’ düsturu esas alındı. Neticeten hayırlı gayeye vasıl olmak için ittifak etmenin lüzumu izahtan varestedir. Eğer bu izaha rağmen o adaylara rey vermeyecekseniz rica ediyorum bana da vermeyin. Bilmem anlatabildim mi?” dedi ve bu sözler üzerine o dört masadan sadece 4 kişi memnuniyetsizliğini belli ederek kalkıp salonu terk ettiler. (Ne hazindir ki, ekim ayında yapılacak HSYK seçiminde sayıları 300 civarında olduğu tahmin edilen bu nurcu meslektaşların desteği ile YBP ipi göğüsleyecekti!)
 
Planlanan vaktin dolduğunu anlayan Selahattin Menteşe, diğer konuşmacılardan da onay alarak kısa bir bitiş konuşması yaptı. “Arkadaşlar bu seçimde yanımızda olmayan herkes karşımızdadır. Bizler her şeyimizi ortaya koyup canla başla mücadele ederken gücümüzü bölen tüm adayları buradan uyarıyoruz. Bu kutsal mücadelede tarafsız kalmayı tercih edenler bertaraf olacaklardır. Malum yapıyla aynı akıbete maruz kalacaklarını bilmeliler! Bunun altını özellikle çiziyorum. Çok değerli meslektaşlarım, adaylarımızla birlikte onurlandırdığınız genişletilmiş ilk toplantımız sona ermiştir. Buraya iştirak ederek güç verdiğiniz için hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Hoşça kalın.”

 

 

 

Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (3.Bölüm) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi-3-bolum/feed/ 1
Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (2. Bölüm) https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi-2-bolum/ https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi-2-bolum/#respond Fri, 03 Feb 2023 09:21:22 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9046 Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” 2. Bölüm   Yemek sonrası çaylar servis edilirken sahneye dizilmiş masalara Selahattin Menteşe, Başar Bilgin, Abbas Özer ve Mehmet Yorulmaz ile birlikte diğer HSYK adayları oturdular. Hepsinin önünde bir mikrofon vardı. İlk sözü Selahattin Menteşe aldı. “Değerli meslektaşlarım öncelikle hoş geldiniz. Yargıda Birlik Platformu olarak ekim ayında […]

Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (2. Bölüm) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı”

2. Bölüm
 
Yemek sonrası çaylar servis edilirken sahneye dizilmiş masalara Selahattin Menteşe, Başar Bilgin, Abbas Özer ve Mehmet Yorulmaz ile birlikte diğer HSYK adayları oturdular. Hepsinin önünde bir mikrofon vardı.

İlk sözü Selahattin Menteşe aldı. “Değerli meslektaşlarım öncelikle hoş geldiniz. Yargıda Birlik Platformu olarak ekim ayında yapılacak olan HSYK seçim çalışmalarının startını bu toplantı ile vermiş bulunuyoruz. Platform olarak tek amacımız, ‘HSYK’daki paralel kuşatmayı kırmak ve yargıya güveni yeniden sağlamaktır’. Katıldığınız ön seçimler neticesinde, yine sizin seçtiğiniz adaylarımız ile huzurunuza gelmiş bulunuyoruz. Toplumumuzun politik, etnik, ideolojik ve dini tüm değerlerini temsil eden bir aday kadromuz var. Alevi duyarlılığı olan, ülkücü, sosyal demokrat duruşlarıyla bilinen hâkim ve savcılar olarak yargının üzerindeki vesayete ‘dur’ demek için biraya geldik. Biraz sonra adaylarımız hem kendilerini tanıtacaklar hem de sorularınızı bizzat yanıtlayacaklardır. Hepinizin bildiği gibi yargı teşkilatımızın başta paralel yapılanma olmak üzere birikmiş ve kangrenleşmiş birçok sorunu bulunmaktadır. Bunların büyük çoğunluğunun çözümü siyasi iktidarın yetki alanına girmektedir. Biz siyasi iktidarlarla cedelleşmeyi marifet zanneden seleflerimizin hatasına düşmeyeceğiz. Zira bu tutum, sorunlarımızın çözümünde bugüne kadar hiçbir fayda sağlamamıştır. Binaenaleyh yeni süreçte siyasi iktidarlarla uyumlu çalışmaya gayret edeceğiz. Yargı camiamızın menfaatine olacak olan bu ilişkiden kimse ‘yargı siyasilerin güdümüne girdi’ diye sonuç çıkartmamalı. Özellikle malum yapının bu minvaldeki ithamlarına misliyle karşılık verilecektir. Yeni Türkiye’nin icaplarını onlara öğreteceğiz” dedikten sonra devamla “Sıra konuşmacılar ve adaylarımızın kendilerini tanıtmalarına geldi. Buyurun lütfen sırayla konulabiliriz” demesinden sonra konuşmacılar ile YBP adayları kısaca kendilerini tanıttılar. Akabinde, Selahattin bey katılımcıları toplantının soru-cevap kısmına davet etti.
 
Orta sıralarda kırklı yaşlarında, lüks giyimli bir hâkim olan Osman Sarışın ayağa kalktı, sol eli cebinde, sağ eliyle mikrofonu tutarak, “Değerli meslektaşlarım beni bilen bilir, neredeyse iki yılda bir idarî soruşturma geçiriyorum. (katılımcılar gülüştüler.) Neymiş efendim! Özel hayatım etik değerlere uymuyormuş! Bütün bu şikayetleri, başımıza ahlak zabıtası kesilen paralelci birileri yapıyor ve yine aynı yolun yolcusu müfettişler tarafından da soruşturma yürütülüyor. Maalesef birinci sınıfa ayrılamadığım için maaş kaybım var ve birinci bölgelerde görev alamıyorum. Taahhüt ettiğinizi duyduğum sicil affı ve maaş artışı konusundaki somut adımları ne zaman hayata geçireceksiniz? Umarım seçimden sonraya bırakmamışsınızdır.” diye sordu.
 
Bu sırada hemen arka masada bulunan sıkı YBP’li iki meslektaşın kendi aralarındaki diyalogları çok ilginçti! “Bu Osman var ya! Senin gönderdiğin isimsiz ihbar mektuplarıyla soruşturulduğunu bir öğrense vallahi aşiretin bile seni kurtaramaz. Kumar, gece alemi, rüşvet, görevi ihmal, görevi kötüye kullanma ne ararsan var. Adamın yemediği halt yok! Bunlardan sadece birini biz yapsak şimdiye on defa ihraç olmuştuk. Ben sana kaç kez dedim ‘bu adamı lazım olduğunda kullanmak üzere yukarıdan birileri koruyor’ diye. Ama sen bu lağımın arkasında kimse duramaz demiştin” diyerek serzenişte bulundu.

Yanındaki, başıyla onaylayarak, hafif bir ses tonuyla “Doğru söylüyorsun. İşte şimdi bu tip adamlara ihtiyaç duyulan bir dönem başladı. Camianın ve vatandaşın vay haline! İyi ki de bu adamı doğrudan isim vererek şikâyet etmemişim. Dediğin gibi adama hiçbir şey olmadı-olmuyor. Neyse oğlum bak! Mehmet Yorulmaz eline mikrofonu aldı, Osman’ın sorusuna cevap verecek. Merak ediyorum ne diyecek?” dedi.

Mehmet Yorulmaz, “Soruyu tevcih eden Osman beyi iyi tanırım, kendisini ben de daha önce müfettiş olarak denetledim. Fevkalade düzgün ve çalışkan bir meslektaşımızdır. Paralelci savcılar nedense bu arkadaşımız gibi birçok meslektaşımız aleyhine çok sayıda kumpaslar düzenleyip soruşturma açtılar. Osman bey ve onun durumunda olan meslektaşlarımın tamamına sesleniyorum ‘müsterih olunuz, açık ve gizli sicillerinizdeki tüm cezalar kaldırılacak. Size kötü sicil veren müfettiş ve başsavcıları bize bildirin ki haklarında işlem başlatabilelim.’ Merak edilen diğer önemli konuya gelecek olursak, platformumuzun önerisi ile hâkim-savcıların özlük haklarının iyileştirilmesi konusunda 10 gün önce bakanlığımızca resmen çalışmaya başlanmıştır. Bana söylendiği kadarıyla taslak Maliye Bakanlığına gönderildi. Sayın Başbakan bizzat duruma vaziyet ediyor. Maaş artışının seçimden önce yapılacağı müjdesini buradan veriyorum. Hayırlı olsun!” dedi. Bu söz üzerine katılımcıların pek çoğu ayağa kalktı ve uzun süre alkışladılar.
 
Ön masalardan birinde oturan Ankara Ağır Ceza Mahkemesi başkanlarından olan Zikrullatif Özbağ “Müsaadenizle sorumu doğrudan devrem olan Metin Yanmaz’a yöneltiyorum. Sayın cumhurbaşkanımızın doğrudan atayacağı HSYK üyelerinden sonra siz değerli adaylarımızın da eksiksiz seçileceğinize olan inancım tamdır. Ama düşük bir ihtimal de olsa sandıkta kazanılamadığı takdirde alternatif bir eylem planı mutlaka vardır. Bu konu hakkında en azından bir ipucu verebilir misiniz?” diye sordu.
 
HSYK adayı Metin “Soruyu tevcih eden staj arkadaşıma teşekkür ediyorum. Tarihsel bir kaidedir ki ‘Savaşlar sahada değil masada kazanılır’. Arkadaşlar bu tarihsel sözün hakikati saklı kalmak kaydıyla, biz seçim gününe kadar önce sahada kazanmanın bütün gereklerini sonuna kadar yerine getirmeliyiz. Bu kısmı ‘off the record’ olarak söylediğimi farz edin: Bütün gayretlere rağmen sahada başarılı olamadığımız takdirde sonraki aşamalarda kazanacağımızdan hiç kimsenin zerre kadar şüphesi olmasın.” diye yanıtlaması üzerine ıslık sesleri ile birlikte yeni bir alkış tufanı daha koptu. Bu heyecan selini daha da coşturmak isteyen Mehmet bey “Metin beyin izahı gerektirmeyen bu sözlerinin kafamızdaki tüm istifhamları dağıtmaya yetmiş olduğunu düşünüyorum. Bir olacağız, iri olacağız, diri olacağız! Onlara hayatı dar edeceğiz” diyerek, sağ avucunu sertçe önündeki masaya vurdu. Salondaki tansiyonu bir kat daha arttırdı.
 
Salonda gürültü devam ederken Sincan Adliyesi’nde görevli kadın bir hâkim elindeki mikrofana vurarak ortamı sakinleştirdi ve “Ben Abbas Özer beye sormak istiyorum. Siyasal dinci bir iktidarın himayesinde seküler, alevi ve sosyal demokrat hâkim-savcıların yargıda adil temsilini sağlayacağınıza bizi nasıl inandıracaksınız? Bunu merak ediyorum.” diye sorması üzerine Abbas Özer “Soru için teşekkür ederim. Paralel yapı YARSAV ve Yargı-Sen içinde de etkin bir hale gelmiştir. Bu yapıyla mücadele etmek için bu birliği koalisyon şeklinde oluşturduk. Platformda; sosyal demokrat, alevi, milliyetçi, dindar meslektaşlarımız var. Ben ‘alevi’ olduğumu açıkça söylüyorum. Bizim dönemimizde sosyal demokrat ve alevi olduğu için kimsenin sicillerinin bozulmasına ve disiplin soruşturmalarıyla mağdur edilmelerine asla izin vermeyeceğiz. Bu hususta gerekli düzenlemelerin yapılmasını da bizzat ben takip edeceğim. Umarım bu güvence yeterli olmuştur.” diye yanıtlamasını müteakip HSYK adayı Ömür Topaçlı hemen devreye girerek “Platformu kurduğumuzdan beri farklı düşüncelerden insanlarla aynı amaç etrafında yan yana gelip kaynaştık. Özellikle sosyal demokrat, seküler ve alevi meslektaşlardan -adayları olarak- rica ediyorum, oylarınızı bağımsızlar, YARSAV ve Yargı-Sen adayları arasında dağıtmayın, sizden ‘blok oy’ bekliyorum.” diyerek beklentisini dile getirdi.
 
Bu sırada orta masalardan birinde oturan savcı Mehmet Bekir Özkan tüm bu konuşulanları can kulağıyla dinlemiş ve duyduğu sözler karşısında -hukuk ve insanlık adına- utanmış ve öfkelenmiş, zapt edemediği bu duyguların tazyikiyle ayağa kalkarak konuşmak için mikrofonun kendisine ulaştırılmasını rica etmiştir. Nihayet mikrofonla buluşan savcı Mehmet bey kendisine söz hakkı verenleri bu imkanı sunduğuna pişman eden şu sözleri cesurca söylemiştir: “Sayın meslektaşlarım konuşulanları dinledim ve dehşete kapıldım. Ben burada bulunan herkese birkaç soru soracağım ve lütfen bu soruları sakin bir kafayla kendi vicdanınıza da sormanızı istirham ediyorum. Mevcut HSYK’nın, adeta Adalet Bakanlığı’nın bir Genel Müdürlüğü haline getirildiğini görmüyor musunuz? Farkında değil misiniz? Yoksa korku veya çıkar saikiyle kabul mü ediyorsunuz? 16 Ocak 2014 tarihinden bu yana HSYK’nın bizzat Başbakan tarafından yönetildiğinin farkında değil misiniz?”  dedi ve yerine oturdu.

Savcı beyin bu konuşması salonda bulunan herkeste soğuk duş etkisi yaptı. Kürsüde bulunan Selahattin Menteşe salondaki psikolojik üstünlüğü kaybetmemek için hemen yüksek bir ses tonuyla devreye girerek “Anlaşılan o ki savcı bey yargının temel sorunlarının çözülmesi istikametinde siyasi iktidarla uyum ve iş birliği içinde çalışmamızdan rahatsız olmuş. Endişe etmeyin savcı bey! Yargının tepesindeki kollektif akıl ne yaptığını çok iyi biliyor. İlişkilerimizi yargı bağımsızlığı hassasiyeti çerçevesinde götürüyoruz. Dizginleri siyasilere teslim etmeyecek kadar basiretimiz yerinde. Hasıl olacak neticeden paralelci bir azınlık zarar görecek olsa da Ülkemiz kazançlı çıkacak inşaallah.” diyerek karşılık verdi.
 
Mehmet Bekir beyle aynı masada oturan Yargıtay eski tetkik hâkimi Kemal Karagül, yanındaki Hakimler ve Savcılar Kurulu eski tetkik hâkimi savcı Dr.Hasan Duran’ın kulağına “Meslek hayatımda hiç kimseye siyasi eğilimi, ırkı ve mezheplerine göre farklı davrandığımı hatırlamıyorum. Bunlar birlikten bahsediyorlar ama maşallah herkes paralelci olmadığını ispatlamak isterken -kendisinde saklı olması gereken ve çokta merakta etmediğimiz- mensubiyetlerini ortaya dökmekten çekinmiyorlar. Adamlar adeta kendilerini fişliyorlar. Tabi bunun yanında rakip gördüklerini de fişliyorlar.” dedi. Başını sallayarak onaylayan savcı Hasan bey de “Valla hâkim bey, eğer bunlar seçimi kazanırlarsa, atamaların tamamını -liyakat ve müktesebata göre değil- mensubiyete ve itaate göre yaparlar. Kurtlar vadisinde birbirini pusuya düşürüp yiyen, vahşileşmiş aç kurt gibiler. Bunların derdi tamir falan değil! Ehliyetiyle bir yerlere gelmiş insanlardan intikam almak! Boşalacak koltuklara çökmek ve yeni mecralarında derebeyliklerini kurup cukkalarını doldurmak.” diye söyledi. Hâkim Kemal bey dişleriyle alt dudağını sıkarak “Umalım da yoldan sapmış bu zihniyet kazanmasın. Hafezanallah! Türkiye’de bağımsız yargının ve adaletin zerresi kalmaz. Bunlar Moğol orduları gibi dolu dizgin talan etmeye geliyorlar. Tahminim o ki, yargı uzun bir fetret dönemi yaşayacak.” diye fısıldadı.

 

Serinin önceki yazıları:

Akrebin Kıskacındaki Yargı (1): “Teklif ve Karar”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (2): “Sır Toplantı”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (3): “Yol Ayrımı”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (4): “Motto”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (5): ‘Kuşçueşref’
Akrebin Kıskacındaki Yargı (6): “Dörtlü Zirve”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (7): “YBP’nun Militan Adaylarının Belirlenmesi”

Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (2. Bölüm) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi-2-bolum/feed/ 0
Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (1.Bölüm) https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi/ https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi/#respond Sun, 29 Jan 2023 00:20:25 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9044 Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (1. Bölüm)   Hükümetle söylem ve eylem birliği içerisinde hareket eden Yargıda Birlik Platformu, Ekim 2014 HSYK seçim sürecinde kamu kurumlarının tüm olanak ve kolaylıklarından faydalandı. Kamu kaynaklarını fütursuzca kullanmak onlar nezdinde seçim yarışını elbet zedelemeyecekti. Yurttaşların yarısının politik desteğini alan ve uzun yıllardır tek başına ülkeyi […]

Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (1.Bölüm) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı”

(1. Bölüm)
 
Hükümetle söylem ve eylem birliği içerisinde hareket eden Yargıda Birlik Platformu, Ekim 2014 HSYK seçim sürecinde kamu kurumlarının tüm olanak ve kolaylıklarından faydalandı. Kamu kaynaklarını fütursuzca kullanmak onlar nezdinde seçim yarışını elbet zedelemeyecekti. Yurttaşların yarısının politik desteğini alan ve uzun yıllardır tek başına ülkeyi yöneten güçlü bir siyasi liderin kanatları altında pervasız, şımarık ve özgüveni yüksek bir şekilde süreci yönettiler.
 
Yürütme erki ile kurulan bu yasak ilişkinin ‘yargı bağımsızlığı-tarafsızlığı, kuvvetler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü ilkelerine ciddi bir biçimde zarar vereceği’ hususu umurlarında bile değildi. Şahsi çıkarlarına hizmet eden güdümlü bir yargıyı, nemalanamayacakları bağımsız yargıya tercih etmekte en ufak bir sakınca görmüyorlardı. Hayal ettikleri makamlara erişmek yolunda engel gördükleri -hükümetin paralelci olmakla suçladığı- topluluğun nitelikli ve başarılı olmasının da bir önemi yoktu. Malum topluluğun kamudan tasfiyesi adına, hükümet güdümünde hareket etme görüntüsünün, yargıya itibar kaybettireceğini düşünecek akıl eşiğini çoktan aşmışlardı. Çünkü ihtiras ve nefretleri, meslekî ve etik değerlerinden daha büyüktü.
 
Sağduyusunu tamamen kaybetmiş ve meydanlarda intikam yemini eden bir siyasi liderin manevi himayesi altında Ankara Hakimevi’nde bir toplantı gerçekleştirildi. Bu toplantıya Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Başmüfettişi Mehmet Yorulmaz, Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Selahaddin Menteşe ve HSYK Genel Sekreteri Başar Bilgin katıldılar.

Heyet, Yargıda Birlik Platformu’nun genişletilmiş ilk toplantısını cuma günü Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne ait Dinlenme Tesisi‘nde gerçekleştirmek üzere anlaştı. Bu toplantıyı organize etme ve duyurma görevini, -hukuk dışındaki- sosyal konularda oldukça yetenekli olan Selahaddin Menteşe memnuniyetle üstlendi. Ve heyete “Toplantılarımızda meslektaşlarımızın ulaşımı dahil her şey ücretsiz olacak. Bildiğiniz gibi kamu görevlileri, kendilerine malî yük getirmeyen etkinliklerden gayet memnundurlar.  Malûmunuz üzere ‘insan ihsânın kölesidir’. Katılımcılara birbirinden muhteşem yemek ikramlarından sonra duymaktan hoşlanacakları müjdeleri de verdik mi, inanın işlenmeye hazır pamuk gibi olurlar. Müsaade ederseniz üstlenmekten onur duyduğum bu görev için zaman kaybetmeden Belediye Başkanı Melih Kökçe ile temasa geçeceğim.” dedi.

Başar Bilgin de bunun üzerine, “Sayın müsteşarım, sizden -toplantıya katılacağını tahmin ettiğim- bağımsız adayların destekçilerinin kuvve-i mâneviyelerini kıracak ihtişamda bir organizasyon bekliyoruz inşallah” dedi. Menteşe de tebessüm ederek “Müsterih olun genel sekreterim” diye karşılık verdi.

Saatine baktıktan sonra vaktin hayli geç olduğunu düşünen Mehmet Yorulmaz, “Arkadaşlar unutmadan söylemeliyim, davamıza gönül veren tüm meslektaşların en az iki kişiyi de toplantıya getirmeleri gerektiğini muhakkak iletelim. Bu aşamadaki en önemli konuyu da karara bağladığımıza göre görüşmemizi bitirebiliriz. Cuma akşamı toplantıda tekrar buluşmak üzere hoşça kalın” demesini müteakip heyet hakimevinden ayrıldı.
 
Hâkim Metin Koyuncu, çarşamba günü işyerinde e-posta kutusunu kontrol ettiğinde, YBP tarafından tertip edilen genişletilmiş ilk toplantıya kendisinin de davet edildiğini öğrendi. Platform ileri gelenlerinin kendisini yakinen tanıdıkları ve siyasi vesayet karşısındaki tavizsiz tutumunu bildikleri halde, davet edilmesine çok şaşırdı. Bu davet hususunu istişare etmek için cep telefonundan savcı Sait beyi aradı. Telefonu hemen açan Sait bey “Merhaba Metin bey, buyur kardeşim” diyerek karşılık verdi. Metin bey mezkur daveti haber verip fikrini sorması üzerine Sait bey “Madem teveccüh gösterdiler biz de davetlerine icabet edelim. Toplantıya katılmak zorunluluğunu hisseden diğer arkadaşları da böylece yalnız bırakmamış oluruz” dedi. Metin de “Ben de önerinize katılıyorum. Adayımızın katılması ise zaten uygun olmaz diye düşünüyorum” dedi. Sait bey “Tabii ki, olası bir provokasyon nedeniyle bağımsız adayımız kesinlikle bu toplantıya katılmamalı. Sen, ben ve hâkim Bilal beyle birlikte üçümüz katılabiliriz.” demesi üzerine Metin, “Toplantı için lojmanlar önünden belediyenin tahsis ettiği servis araçları kalkacakmış” dedi. Said bey beş-on saniye düşündükten sonra “Bu etik olmaz, en doğrusu kendi arabamızla veya toplu taşıma araçlarıyla gidelim. Ne dersin?” diye sordu. Beklediği cevabı alan Metin, “Haklısınız, öyle yapmak daha uygun olur.” dedi. Said bey “O zaman Bilal beye de durumu anlat, gelmeyi arzu ederse üçümüz orada buluşuruz. Rakiplerimizin motivasyon ve yöntemlerini de yerinde teşhis etme imkânı elde etmiş oluruz” diyerek konuyu bağladı. Metin de “Tamam, orada görüşürüz inşaallah” diyerek telefon görüşmesini sonlandırdı.
 
Ve nihayet beklenen Cuma günü geldi. Toplantı salonunun dışında konukları karşılamak için savcı Ö. Faruk Aydın ve hâkime Berrin Aksak bekliyorlardı. Gelen misafirleri küçük bir hoşâmediden sonra adlarını ellerindeki listeye işaretleyip salona yönlendiriyorlardı. Ayrı ayrı gelen Sait ve Bilal beyler soğuk bir karşılama seremonisinden sonra ciddi bir sorun yaşamadan salona girdiler. Ancak biraz sonra Metin beyin de kendilerine yaklaştığını gören Ö. Faruk’un aniden yüzü kızardı ve gözleri kanlandı, tokalaşmak için elini uzatmadı ve yumruklarını sıkıp sesini yükselterek “Ne yüzle buraya geldin Metin! Senin gibi paralelciliği bilinen birinin cesaret edip buraya gelebileceğini beklemiyordum. Haberin olsun! Başsavcılık görevinden alınmama sebep olan soruşturmadaki tanık ifadeni okudum. Söylesene! Hiç mi utanmadın yalan beyanda bulunmaya?” dedi. Yanındaki Berrin hanım da duruma şaşırdı ve birkaç kez “Ö. Faruk bey lütfen bağırmayalım” diyerek onu sakinleştirmeye çalıştı. Her ahvalde soğukkanlılığını korumasını bilen Metin bey “Hoop, yavaş ol savcı bey! Bana saygın yok anladım da, seni buraya koyanlara da mı yok? Bak burası tartışma için uygun değil. Pazartesi gelirsin odama hem kahvemi içer hem de orada dişe diş tartışırız.  Ama şunu bil ki, ben kendi menfaatim için bile doğruluktan ayrılmamış birisi olarak senin soruşturmanda niçin yalan söyleyeyim? Her daim bildiğimi söyler, bilmediğime susarım. Anlatabildim mi?” diyerek, sert adımlarla salona yürüdü. Hırsını alamayan Ö. Faruk onun arkasından “İçerde senin gibilerin ne olduğunu bilen 1000 kişi var. Yerinde olsam içeri girmekten vaz geçip geri dönerdim.” diye seslendi.

Metin bey kuru gürültüye pabuç bırakacak adam değildi. Bu laflara kulak asmadan içeri girdi ve Sait beyin masasına oturdu. Bilal bey “Hayırdır, yüzünden düşen bin parça, bir şey mi oldu?” diye sordu. Metin de her ikisine dışarıda yaşadığı terbiyesizliği kısaca anlatmaya çalıştığı sırada garsonlar servise başladı. Mevzuyu hemen kapattılar.
 
Misafirler yemeklerini yerken Sait bey göz ucuyla diğer masalardaki katılımcıları izliyor ve onların ruh hallerini kavramaya çalışıyordu. Katılımcıların yaklaşık üçte ikisi çok neşeli iken üçte biri gayet ciddi idi. Ciddiliğini bozmayan bu kişilerin yüzlerinde belirgin bir memnuniyetsizlik okunuyordu. ‘Acaba gelmekle iyi yapmadık mı?’ der gibi bir halleri vardı.
 

Akrebin Kıskacındaki Yargı (8): “YBP’nin Genişletilmiş İlk Toplantısı” (1.Bölüm) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-8-ybpnin-genisletilmis-ilk-toplantisi/feed/ 0
GÜNAH VE HUKUKÇU https://hukukpenceresi.com/gunah-ve-hukukcu/ https://hukukpenceresi.com/gunah-ve-hukukcu/#comments Mon, 16 Jan 2023 00:18:12 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9039 Adliyeler günahkâr hukukçuların mekânı ve bunlardan çoğunun mabedi. Bu günahkârların önemli bir kısmı günahlarını bilinçli olarak irtikâp ederken, bazıları farkında olmadan onu işlemekte ya da en azından başkalarınınkine aktif veya pasif davranışta bulunarak ortak olmaktadır. Adliyeleri kutsallaştıranlar, günahlarına ilahi (hukuki) bir kamuflaj bularak iç huzurlarını sağlama çabasında iken, bunun dışındakiler vicdanları rahatsız, hayatlarını devam ettirme […]

GÜNAH VE HUKUKÇU yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Adliyeler günahkâr hukukçuların mekânı ve bunlardan çoğunun mabedi. Bu günahkârların önemli bir kısmı günahlarını bilinçli olarak irtikâp ederken, bazıları farkında olmadan onu işlemekte ya da en azından başkalarınınkine aktif veya pasif davranışta bulunarak ortak olmaktadır.

Adliyeleri kutsallaştıranlar, günahlarına ilahi (hukuki) bir kamuflaj bularak iç huzurlarını sağlama çabasında iken, bunun dışındakiler vicdanları rahatsız, hayatlarını devam ettirme gayretindedirler.

Hukukçu adalet sevgisiyle dolu olmalı, her türlü menfaatten kendini uzaklaştırarak ona bağlanmalıdır. Adalete aşık olan hukukçunun, şahsa, aileye, devlete ya da başkaca görüş ve gruplara ait menfaat hissiyle hareketi, aşkına karşı savaş açmak anlamına gelip ona ihanettir. Adalet inancındaki en büyük günahıdır.

Günahsız hukukçu yok gibidir. Adli faaliyetler dışında kalanlar dahi en hafifinden, orada irtikap edilen günahları engellememe günahından sorumludurlar.

Günahsız hukukçu yok dedik. O halde hukukçu kendini nasıl arındırıp fazilet sahibi olabileceği huzura kavuşacaktır?

Hukukçunun tövbesi nasıl olur?

Adli işleyişin asli unsuru olan hukukçu, ilahi bir görev ifa etmeye namzet olduğunu, taraflar arasında terazisini ve kılıcını kullanarak hak dağıtımı yaptığını, bunu yaparken haksızlıklara sebebiyet verebileceğini; bu yolda adliye içinden ve dışından birçok düşmanının olduğunu ve terazisinin ayarlarıyla oynayarak onun eliyle haksız menfaat temin etmeye çalışabileceğini; en büyük düşmanının kendi içinde gizli ve nefretinin güdümünde olan hırsları olduğunu bilmeli, bunun şuurunda bulunmalıdır. Hukukçu, kendini eleştirebilmeli, dışarıdan gelenlere tahammül edip, bunlardan faydalı sonuçlar çıkartarak adalet yolundaki çizgisinde yürümelidir.

Her günahın tövbesi kendi cinsinden olur. Hata yaptığını fark eden bir hukuk insanı, bunda ısrar edip, gururuna mağlup olmayarak hatasını telafi edebilecek yolları araştırmalıdır. Bunda samimi olmalı, gerektiğinde bedel ödemeyi kabullenip, hatasının sonuçlarını göğüslemekten çekinmemelidir.

Hatalarını en aza indirmek adına hukukçu kendini sürekli olarak yenileme ve zenginleştirme gayreti içinde olmalı, vaktini ve varidatını bu uğurda harcamaktan kaçınmamalıdır. Bu yolda kendinden ve ailesinden fedakarlıkta bulunmayı önceden kabullenmelidir.

Başkalarının günahlarına göz yumma, onların devamında bir sakınca görmeme de irtikap edilen ile aynı derecede günahtır. Hukukçunun bu yöndeki mesuliyeti ve vebali sokaktaki insanın herhangi bir günahından kat ve kat daha büyüktür. Zira hukuk, devletin ve onun çatısı altında huzur ve emniyet arayanların haklarının teminatı ve koruyucusu konumundadır. Hukuk surlarında açılan bir gedik, zararlı sayısız organizmanın buradan devlet bünyesine sızmasına yol açar. Bu hal, binlerce insanın hakkının tehlikeye düşmesine sebebiyet verebilir. İhlal edilen her bir hak, doğrudan ya da dolaylı olarak bunda mesuliyeti olan hukukçuların sorumluluk hanelerine yazılan büyük bir günah haline gelebilir. Sebebiyet verilen zararın giderimi hukukçuların beşeri kapasitesinin ve hayat süresinin ötesindedir. Bu günahtan korkan bir hukukçu, başkalarının hatalarına gözlerini kapatamaz; her koyun kendi bacağından asılır zehirli fikriyle kendini avutamaz. Başkalarının günahlarını takip ve önleme işinin zorluğu, yapılan mücadelenin değerini ve mükafatını da arttırmaktadır.

Hukukçunun, günaha karşı korunmasında ve irtikabı sonrası tövbesinde kendisiyle barışık ve kendisine karşı samimi olması önemli bir güvencesidir. Kendine karşı samimiyet, düşünüldüğü kadar kolay değildir. Zira çoğu kez insan samimiyetsiz olduğunu dahi fark etmez. Samimiyeti olmadığını bilmek, onun arınması yönündeki ilk ve en önemli adımıdır. Kendi içine doğru bir bakış veya yapacağı meraklı bir yolculukla keşfedilebilecek samimi olup olmama hali, hukuk adamının iktidarı, itibarı, zekası ile türlü hırs ve menfaatleriyle perdelenmiş ve gizlenmiştir. Bu perdeler dolayısıyladır ki o, zahiren mutlu ve korkusuz, ancak vicdanının iniltilerinden dolayı huzursuzdur. Hukukçu bu haliyle derin bir gaflet içinde bocalamaktadır. Çoğu kez, derin koma halini andırır bu tür bir uykudan ölüm öncesi uyanış, ancak büyük bir sarsıntı veya felaketin neticesi ile mümkündür. Uyanışı ile iktidarını, makamını, gururunu, varidatını kaybeden, hakikati görmesinin önündeki bu perdeleri yırtılan hukuk insanı, samimiyetine erişebilecek, bu yetisi ışığında benliğinin karanlıklarına saklanmış hatalarını görebilecektir. Zahiren kayıp yaşadığı söylenebilecek ise de o, hakikatte samimiyetini bulmuş ve onunla arınıp huzura erme olanağını elde etmiş olduğundan kazançlıdır.

Samimi olmayan hukukçu, hukuka ve onun ruhuna düşmandır. Hukuk onun elinde günahların meşrulaştırıcısı bir iksirdir. Samimiyetsizliğine zekasını, inancını, siyasetini, ideolojisini ekleyerek kendine bir güç alanı oluşturur, ulaşılamaz hale gelir. Bu güç merkezine benliğini koyarak adeta kendini tanrısallaştırır. Bilmeyerek, selametin adına faaliyette bulunduğu inancıyla hukukun yok oluşunu hazırlar. O, önce kendisinin, sonrasında bir milletin, kültürün, devletin helakine sebepiyet verebilir.

Samimiyeti perdeleyen en kesif duvar görünüşte masum, çoğu kez benlikle bütünleştiğinden fark edilemeyen, zekasına, bilgisine, iktidarına gizlenmiş “hukukçu gururu”dur. Bu hissin temelinde, hukuk adamına başka kişilerin yaşamlarına müdahale etme imkanı sunan yasaların tanıdığı güç yattığından zehirlidir; yakıcı ve dönüştürücüdür. Hukukçu, mesleği nedeniyle sağlanan teminatları da yine benliğine mal ederek gururunu besler, büyütüp güçlendirir. Belli bir aşamayı geçtikten sonra kişisel olanın üzerine “mesleki gurur” kılıfını da geçiren hukukçu, gururunu dokunulmaz hale getirir. Yapılan her eleştiriyi ya kendine ya da hukuka karşı yapılan bir hakaret kabul edip elindeki kılıcı eleştiri sahiplerine yöneltmekten çekinmez. Bu şekilde yargının itibarını koruduğunu söyleyerek dışarıya karşı kendini savunur, iç dünyasında ise kendini avutur ve kandırır. Gururunun esiri olmuş hukukçunun içinde debelendiği ve girdabından kurtulamayıp sürekli derinliklerine çekildiği sefalet, hak ve adalet namına bir felakettir.

Gururunu takdir eden, onun rehberliğinde hareketlerine yön veren kişi hakiki anlamıyla hür olamaz, o başkalarının özgürlük bahşedemeyeceği bir esirdir. Kendine ait olduğunu söylediği tüm hareketleri gerçekte efendisi olan gururunun emir ve talimatlarını icradan başka bir mana taşımaz. Hukukçu, gururunun esaretinden kurtaracak olan kahramanı onun vicdanıdır. Ancak bu vicdanın, merhamet duygusu, şeref ve hürriyet hisleri, insan ve adalet aşkı ile halka ve hakka karşı duyduğu mesuliyetinden müteşekkil bir zenginlikte olması gerekir.

GÜNAH VE HUKUKÇU yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/gunah-ve-hukukcu/feed/ 2
Akrebin Kıskacındaki Yargı (7): “YBP’nun Militan Adaylarının Belirlenmesi” https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-7-ybpnun-militan-adaylarinin-belirlenmesi/ https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-7-ybpnun-militan-adaylarinin-belirlenmesi/#respond Sun, 15 Jan 2023 16:44:59 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9035 HSYK Başmüfettişi Mehmet Yorulmaz kriptolu cep telefonunun çalmasını heyecanla bekliyordu. Saatine baktı. Kararlaştırdıkları saat geçeli neredeyse doksan dakika olmuştu. İkbaline göz kırpan bu günleri bir ömür beklemiş birisi olarak, bu fırsat için, değil bir buçuk saat, gözünü kırpmadan üç gün bile bekleyebilirdi. Cebinden çıkardığı küçük aynasında hafifçe saçlarını düzeltti. Dönemin ruhuna uygun olarak uzattığı badem […]

Akrebin Kıskacındaki Yargı (7): “YBP’nun Militan Adaylarının Belirlenmesi” yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
HSYK Başmüfettişi Mehmet Yorulmaz kriptolu cep telefonunun çalmasını heyecanla bekliyordu. Saatine baktı. Kararlaştırdıkları saat geçeli neredeyse doksan dakika olmuştu. İkbaline göz kırpan bu günleri bir ömür beklemiş birisi olarak, bu fırsat için, değil bir buçuk saat, gözünü kırpmadan üç gün bile bekleyebilirdi. Cebinden çıkardığı küçük aynasında hafifçe saçlarını düzeltti. Dönemin ruhuna uygun olarak uzattığı badem bıyıklarını hafifçe sıvazladı. Hemen sonra da beklediği telefon çalıyordu işte! Hemen açmak yerine belki de gayr-i ihtiyari ceketinin yakasını düzeltip, bir düğmesini ilikleme ihtiyacı hissetti. Ufak bir boğaz temizleme öksürüğünden sonra telefonu açıp kulağına götürdü: “Buyrun efendim.” dedi. Telefonun diğer ucundaki Başbakanlık müsteşarı Fahri Kısır; “Mehmet bey merhaba, beyefendinin yanından yeni çıkabildim. Umarım iyisindir. Hemen konuya girmek istiyorum. Beyefendinin onayladığı HSYK kesin aday listemizi e-mailinize gönderdim. Hemen açarsanız değerlendirmelerimizi daha rahat yapabiliriz.” dedi.

Mehmet bey, “Tamam efendim bana on saniye müsade edin” deyip, eli ayağı birbirine dolaşarak bilgisayarından mail kutusunu açtı. “Efendim şu an liste ekranımda, hızla inceliyorum” dedi. Fahri bey, “Mehmetciğim listenin başına seni koyduk. 20 yıla yakındır teftiş kurulunda çalıştığın için tüm kıdemlileri tanıyorsun. Malumun, Bakan bey yargı camiasını neredeyse hiç tanımıyor. Adam avukatlıktan çok imamlık yapmış” demesi üzerine kıkırdaştılar. Fahri bey devamla; “Adalet bakanlığı müsteşarı Kenan bey ile birlikte Bekir’i rahatça enforme edip yönlendirici tavsiyelerde bulunabilirsiniz. Yani anlayacağın davul onların boynunda tokmak ise bizde.” dedi ve tekrar karşılıklı gülüştüler. Mehmet bey muzip bir ses tonuyla “Sayın müsteşarım haddimi aşmış gibi olmazsam, zurnacıyı sorsam?” dedi. Fahri bey “Beyefendiden daha iyi zurnacı mı var Memet?” dedi ama kısa bir pişmanlıktan sonra, “Oğlum yerin kulağı var, çok da gevşemesek iyi olur değil mi! Neyse! Konumuza dönecek olursak, gördüğün gibi listede ‘bu olmaz’ diyeceğimiz kimse yok. Akp’nin, 11 kişilik adli yargı aday listesinde üç, 5 kişilik idarî yargı aday listesinde ise sadece iki adamları var. Kendi adamları zannede dursunlar, bunlar hiç de sözümüzden çıkacak kişiler değiller. İnşallah-u Teala! Doğu Bey’in belirttiği gibi Türk yargısının altın çağını yaşayacağı günler yakındır.” dedi. Mehmet bey “İnşallah efendim! Ama listede sanki muhafazakar ve milliyetçi adaylara göre solcu, alevi ve tarikatçı adaylar az gibi geldi. Ne dersiniz?” diye sorması üzerine Fahri bey, “Şanlı ‘Sosyal demokrat‘ seni başkan yaptık. Daha ne olsun! Ayrıca platformumuz dışında kalan solcu ve alevi yargı mensuplarının eskiye uzanan şiddetli cemaat düşmanlığı, seçim tercihlerini bizden yana kullanacaklarına karinedir. Reylerini YARSAV ve bağımsız adaylara dağıttıkları takdirde, tarihi bir fırsatı kaçıracaklarının farkındalar. Kaldı ki, şimdiden bize ulaşan yüzlerce hakim-savcı YARSAV üyesi olduğu halde, seçimde bizimle birlikte hareket etme sözü verdi. İkna etmemiz gerekenlerin çoğu milliyetçi ve muhafazakar kesimlerden oluşuyor. Binaenaleyh, adaylarımızın belirlenmesinde bu realite göz ardı edilmedi.” dedi.

Mehmet bey, “Sayın müsteşarım kesin aday listesini incelediğimde mesleki başarı ve liyakat ölçütünü çok öncelemediğimiz sonucunu çıkarıyorum. Yanılmıyorum değil mi efendim?” dedi. Fahri bey “Mehmet, bayramlık ağzımı açtırma şimdi! Adaylarımızı -sen dahil- mesleki müktesebatlarına göre belirlediğimizi mi zannediyorsun? Bize kılıcı keskin militan ruhlu adamlar lazım. Tasfiyeler nihayet bulduktan sonra liyakati de esas alacağımız zamanlar gelecektir elbette. İpleri tamamen elimize aldıktan sonra siyasal islamcı, demokratik solcu, demokrat alevi ve tarikatçıları önce yönetimden sonra da teşkilattan zamanla uzaklaştıracağımızdan emin olabilirsin. Taktiğimiz; siyasilere ‘Emredin, tabii ki, derhal efendim!’ demek, bunun haricinde, bildiğimizi okuyup, kendi ajandamızı kusursuz tatbik etmektir. Bu süreçte velinimetimiz olan  siyasilerin güvenini kaybetmek gibi bir lüksümüz yok. Aksi davranan bir arkadaşımız olursa, onu derhal görevden almalı ve göze batmayan ama etkili başka bir yere vazifelendirmeliyiz. Onyıllardır beklenen hedefimize ulaşmakta asla aceleci davranmamalıyız. Kendi işimizi yapaduralım, ara sıra da, politikacıların taleplerini yerine getirmeliyiz. O işin reklamını da fevkalade iyi yapmalıyız. Böylece, istikbali de sigorta etmiş oluruz.” dedi. Mehmet bey, “Adaylardan Ahmet Çiçek çok tecrübesiz. Rizeli olduğu ve hükümet desteklediği için onun hakkında bir şey söylemem mümkün değil, bunun farkındayım. Ama HSYK başmüfettişi İsa Demir en zayıf halka gibi. Teftiş kurulundan yakînen tanıyorum. Militan olma potansiyeli dışında çok vasıfsız bir arkadaş. Onun yerine ikame edebileceğimiz bir çok aday var. Listeyi kamuoyuna deklare etmeden önce bu ismi değiştirebilir miyiz? Beyefendiyi ikna etmeniz çok kolay efendim.” dedi.

Fahri bey “Senin en zayıf halka dediğin Çerkez İsa, kendisini hem ülkücü hem de Menzilci olarak tanıtmayı başarmış, istihbaratın yargı içindeki uzantısı olan önemli kişilerden birisidir. Teşkilat-ı istihbaratın yargıdaki kuşudur. Kara propaganda faaliyetleri icra eden sosyal fenomenimiz Kuşçubaşı Eşref’i  idare eden trol ekibini bizzat o yönetiyor. Binaenaleyh bu süreçte ona ihtiyacımız var.” dedi.

Mehmet bey, “Yapmayın ya! Yıllardır bu adamla çalıştım ama böyle bir yönü olabileceği aklımın ucundan geçmedi. Bu mayınla birlikte bir çok göreve gitmiştim, iyi ki üzerine basmamışım. Alimallah gümlerdim!” deyip, yeni bir gülüşmeye sebep oldu. Fahri bey “Saçmalama Mehmet, bu adam senin sıkletinde değil, sen ağır sıkletteysen, o sadece tüy sıklette!” dedi ve tekrar kahkaha attı. Mehmet bey, “Siz bari şişmanlığımı yüzüme vurmayın efendim. Söz veriyorum seçimi alınca üç ayda en az 20 kilo vereceğim.” diye alttan aldı.

Fahri bey, “Sonucu belli olan seçimi beklemene gerek yok! Şimdiden zayıflamaya başlasan iyi olur.” dedi. Devamla, “Ha unutmadan şunu da söylemeliyim. Mailine bir banka hesap bilgisi gönderdim. Seçim için örtülü ödenekten aktarılan havuz hesabımızdır. İhtiyaç halinde buradan doğrudan para çekebileceksiniz. Yani seçime kadar kaynağımız sınırsız.” dedi. Bu son sözleri duyan Mehmet’in yüzü bir kez daha güldü ve “Organizasyon masrafları dışında bu parayı adam satın almada da kullanabilir miyiz yani?” diye sordu. Fahri bey “Zaten organizasyonları başsavcılar yerel imkanlarla finanse edecekler. Kenan bey ile birlikte bu parayı gereken istikamette harcamakta tam yetkilisiniz. Faturalandırmaya gerek yok. Babanız kral olsa bu kıyağı size çekmezdi değil mi?” dedi. Mehmet bey “Aynen öyle efendim. İnanın motivasyonum şu an tavan yaptı. Hedefe kilitlenmiş güdümlü bir mermi gibiyim. Siz ‘tamam yeter’ diyene kadar vazifeye devam!“ dedi.

Fahri bey, “Yargıda Birlik Platformu’nun ilk toplantısı bizim için çok önemli. Çok görkemli olmalı, binlerce kişi katılmalı. Havuz medyamız başta olmak üzere pek çok  basın organı oraya yönlendirilecek. Köpürterek haberler yapılmasını sağlayacağız. Adaylarımız bu toplantılara eksiksiz katılmalı, kendilerini tanıtmalı ve amaçlarımızı kararlı bir şekilde anlatmalılar. Kitleleri iyi yönetmek suretiyle toplantı sonunda kalabalıktan toplu destek sözü alınmaya çalışılmalı.” dedi. Mehmet bey “Efendim stratejimize muvafık şekilde taktikler belirlemenize ve yüksek planlama kabiliyetinize hayranım.” diyerek takdirini dile getirdi.

Fahri bey hafifçe tebessüm ederek, “Meslek hayatımın yarısı kürsülerde geçtiyse diğer yarısı da devletin karanlık dehlizlerinde bu işleri öğrenip uygulamakla geçti. Neyse Mehmetcim, çok uzatmadan konumuza dönelim. Adayların sevk ve idaresinden bizzat sen sorumlusun, aralarında bir problem çıkmasını istemiyorum. Bir sorun iletecekseniz de, yanıma muhtemel çözümlerle gelin. Eksik bıraktığımız veya anlaşılmayan bir şey yoksa görüşmeye son verebiliriz. Bu görüşmeyi yaptığımı da beyefendiye sözlü olarak rapor edeceğim. Ekleyeceğin bir şey var mı?” diye sordu. Mehmet bey, “Ekleyeceğim başka bir husus yok sayın müsteşarım. Beyefendiye saygılarımı ve sağlığına duacı olduğumu iletilirseniz minnettar olurum. Hoşçakalın.” dedi.

Karşı taraf telefonunu kapattıktan sonra, Mehmet bey, cep telefonuna daha önceden ayarladığı kayıt aplikasyonunu sonlardırdı ve “Burası Türkiye, her an her şey değişebilir. Ben de kendimi güvenceye almak zorundayım Fahri bey. Kusura bakma!” diye mırıldandı.

 

Serinin önceki yazıları:

Akrebin Kıskacındaki Yargı (1): “Teklif ve Karar”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (2): “Sır Toplantı”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (3): “Yol Ayrımı”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (4): “Motto”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (5): ‘Kuşçueşref’
Akrebin Kıskacındaki Yargı (6): “Dörtlü Zirve”

Akrebin Kıskacındaki Yargı (7): “YBP’nun Militan Adaylarının Belirlenmesi” yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-7-ybpnun-militan-adaylarinin-belirlenmesi/feed/ 0
Akrebin Kıskacındaki Yargı (6): “Dörtlü Zirve” https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-6-dortlu-zirve/ https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-6-dortlu-zirve/#respond Fri, 06 Jan 2023 23:31:05 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9030 Akrebin Kıskacındaki Yargı (6): “Dörtlü Zirve”   Dönemin siyasi muktediri, adlî takibat cenderesinden ebediyen çıkmak istiyordu. Çevresi ile birlikte karıştığı yolsuzluklara tolerans göstermeyen/göstermeyecek olan hakim-savcıların tasfiyesi ve yargının yeniden dizaynını kendisine baş gündem yapmıştı. Bıkmadan usanmadan, her ortamda, yolsuzluk operasyonlarını kendisi ve partisine yapılmış bir darbe olarak anlatıyordu. Bu uğurda, daha önce kan düşmanı olduğu […]

Akrebin Kıskacındaki Yargı (6): “Dörtlü Zirve” yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Akrebin Kıskacındaki Yargı (6): “Dörtlü Zirve”
 
Dönemin siyasi muktediri, adlî takibat cenderesinden ebediyen çıkmak istiyordu. Çevresi ile birlikte karıştığı yolsuzluklara tolerans göstermeyen/göstermeyecek olan hakim-savcıların tasfiyesi ve yargının yeniden dizaynını kendisine baş gündem yapmıştı. Bıkmadan usanmadan, her ortamda, yolsuzluk operasyonlarını kendisi ve partisine yapılmış bir darbe olarak anlatıyordu. Bu uğurda, daha önce kan düşmanı olduğu kesimlerle dahi pazarlık yapıp güç birliği için anlaşmaya varmıştı. Yeni ortaklarından transfer ettiği hemşehrisi Fahri Kısır’ı Başbakanlık müsteşarlığına getirdi. Teşkilat içinden geldiği için, yargı konusunda yegane danıştığı kişi oydu.

Yeni bir yolsuzluk operasyonuna maruz kalmamak için paralelci olarak nitelediği yargı mensuplarının temizlenmesi amacıyla Ekim (2014) ayında yapılacak olan HSYK seçimine büyük önem veriyordu. Seçimler onun uzmanlık alanıydı! Politika yaptığı süre içinde hiç seçim kaybetmemişti. Bu seçimleri koordine etmesi için Fahri beye tam yetki verdi. Başbakanlık müsteşarı olduğu için bürokrasisinin en tepe amiri sıfatıyla devletin tüm imkanını bu amaca güdümleme yetkisine sahipti. O da gerekenleri yapma noktasında hiç tereddüt göstermeyecekti.

Yıl ortasında Başbakanlık resmî konutunda Fahri bey başkanlığında Adalet bakanı Bekir Boz, İstihbaratçı Hakan Fiten ve Adalet bakanlığı müsteşarı Kenan İpekçi’nin katılımıyla basına kapalı dörtlü bir zirve gerçekleştirildi. Fahri bey heyete “Beyefendinin selam ve başarı dileklerini  ileterek toplantıya başlıyorum. Tek gündemimiz var: Paralel yapı. Başbakan’ımızın bu yapıyla mücadele ve yargının yeniden yapılandırılması konusunda çok kararlı ve aceleci olduğunu belirtmeliyim. Malum olduğu üzere Milli Güvenlik Kurulu’nda bu yapının kalemi kırılmıştı. Geriye sadece infaz edilmesi kalmıştır. İşin önemi ve aciliyeti hasebiyle usulî yargılamalar infaz sonrasına bırakılmıştır. Bu konuda herhangi bir tereddütü olan var mı? Varsa değerlendirebiliriz“ dedi.

Küçük bir el hareketiyle söz alan Hakan bey, “Biliyorsunuz bizler kurumsal olarak faaliyetlerimizi icra ederken hukuku öncelemek gibi bir kaygı taşımıyoruz. Bu hukuka karşı olduğumuz anlamına gelmez. Yani eylemlerimiz hukuka göre daha önceliklidir. Bu bakımdan devletimizin aldığı kararların tatbikinde bize düşen görevleri yapmaya hazırız” dedi. Fahri bey, “Hakan beyin göreve nasbedildiği 2010 tarihinden beri paralel yapının güçlenip genişlemesine karşı koyma ile ilgili örtülü çalışmalarını takdir ettiğimi belirtmek istiyorum. İstihbarat kurumumuz adeta erken uyarı sistemi gibi bizleri ikaz etmişti ancak politik şartların olgunlaşması beklendiği için harekete geçilemedi. Geniş bir toplumsal taban bulmuş ve sosyolojik bir harekete dönüşmüş olan bir cemaatin  tasfiyesi ancak çok ciddi suçlamalarla kriminalize edilmesine bağlıdır. Sayın başbakanımız cemaat temsilcilerini bizzat ‘iki polis ve bir savcıyla sizi terörist  bir örgüt ilan ederim’ diye uyarmasına rağmen cemaat yetkilileri ‘hukuk var olduğu sürece siz dahi bunu yapamazsınız’ diye küstahça cevap vermişlerdir. Arkadaşlar, ben cemaatin sadece hukuka güvendiğini zannetmiyorum. Ama neye güveniyorlar tam çözemedim.” dedi.

Tam burada söze giren Adalet bakanlığı yeni müsteşarı Kenan bey “40 yıllık olduğu söylenen bu yapıyla mücadele etmek için  bendenizi de göreve layık gören Beyefendiye minnettar olduğumu belirterek söze başlamak istiyorum. Cemaatin bu cüretkarlığının altında hukuk devletinin işleyişine güvenmekle birlikte başta yargı olmak üzere bürokrasideki yandaşlarına ve hukuku önceleyen diğer kamu görevlilerine de güvendiklerini düşünüyorum. Kritik konumdaki bu kişileri klasik ve sosyal medya marifetiyle kriptocu paralel yapı elemanı diye afişe ederek tasfiyelere devam edebiliriz. O yapının içinde kızım dahi olsa görevden tardına ses çıkarmayacağıma sizi temin ederim” dedi.

Nazik bir ses tonuyla söz alan taze Adalet Bakanı Bekir Boz ise “Arkadaşlar genel olarak söylenenlere ben de katılıyorum.  Ama cemaatin dini ve psikolojik açıdan toplumsal derinliğinin kavranması noktasında eksik düşünüldüğünü belirtmek isterim. Toplumu teşkil eden ailelerin %60-70’inde varlığını hissettiren bir yapıyla cephesel mücadele etmek suretiyle tam sonuç alamayız. Onları kendi aralarında birbirlerine düşürecek ve aileleri içinde yalnızlaştıcak hamlelere de ihtiyaç var. Bu kapsamda neler yapabileceğimize dair kafa yormalıyız” dedi. Bu konu üzerine söz alan Hakan bey, “Sayın bakanım çok güzel bir konuya değindi. Cemaatin dinî ve millî meşruiyetini toplumda ve aileler içinde tartışılır hale getirmek için boş durmuyoruz. Psikolojik harp uzmanı Prof.Nevzat bey ve Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan bir heyetle birlikte gizli bir proje üzerinde çalışıyoruz. Son aşamaya geldik diyebilirim. Ayrıca kaçırdığımız cemaat mensuplarının kimini ikna edip devşirerek kimini de işkenceyle itirafçı haline getirerek cemaatin kılcallarına kadar işleyişini tetkike çalışıyoruz. Bu veriler ışığında toplum için zehirli olan bu ağacın köklerini zayıflatmayı başarabilirsek ayakta kalması zor hale gelecektir” dedi.

Heyet Hakan beyin sözlerinden gayet memnun oldu ve ayrı ayrı onu tebrik ettiler. Fahri bey kalemini masaya hafifçe vurarak kısa süreli oluşan curcunayı dağıttı ve “Sayın heyet, Yargıda Birlik Örgütümüz Başmüfettiş Mehmet Yorulmaz başkanlığında ilk toplantısını İstanbul’da yapacak. Bunu takiben her cuma büyük ve orta ölçekli vilayetlerde geniş katılımlı toplantılar düzenleyeceğiz. Toplantıya ayrım yapmaksızın bütün yargı mensuplarını davet edeceğiz, gövde gösterisi yaparak ağırlığımızı hissettireceğiz. Çıkması muhtemel aykırı sesleri, görevlendireceğimiz bıçkın arkadaşlarla en sert şekilde bastıracağız. İktidar ve muhalefet partilerine ait belediyeler toplantılarımız için en büyük salonlarını tahsis etmek ve masrafları karşılamak için ayrı ayrı taahhütlerde bulundular.” dedi.

Bekir bey söz alarak “Bu işi Mehmet Yorulmaz’dan da iyi yapabilecek daha yetkin kişiler varken neden o tercih edildi?” diye sordu. Fahri bey  gülümseyerek “Bunun cevabı Hakan beyde’’ diyerek, istihbarat şefini işaret etti. Koltuğuna iyice yaslanan Hakan bey hafifçe öksürdükten sonrai “Mehmet bey, eski eşinin şüpheli (!) ölümünden bu yana radarımıza girdi ve birlikte çalışmaya başladık. Hayalarından tuttuğumuz biri varken ne yapacağını öngöremediğimiz kişilerle hareket etmek aptalca olmaz mı? Biz kimilerini önünden kimilerini de arkasından kendimize bağlarız“ diyerek Bekir beye kurnazca baktı. Bekir bey de, “Çok iyi anladım, teşekkür ederim, kafamda en ufak bir istifham kalmadı” dedi ve ürkekçe başını sallayarak Hakan beyi onayladı.

Kenan bey söz alarak, “Bakanlık olarak  YBP adayları ve bakanlık görevlilerinin hukuki konularda konuşmacı olacağı seminerler de tertip ederek adliyelerde propaganda faaliyetlerimizi canlı tutabiliriz. Bu toplantılara reyini garantilediklerimizi çağırarak sayısal toplamımızı da ara ara  ölçme olanağı elde edebiliriz. Ayrıca bu toplantıların dışında kaldığını düşünerek panikleyip katılmak isteyecek olan korkak hakim ve savcıları da saptayıp bünyemize dahil edebiliriz” dedi ve ekledi, “HSYK aday adaylarımız belli. Ancak kesin adayları hangi kriterlere göre belirleyeceğiz?” diye sordu. Hakan bey söze girerek “YBP’nin tüm aday adayları akreditasyonumuzdan geçmiş güvenilir kişiler. Önce göstermelik bir ön seçim yapacağız, sayım gizli yapılacağı için kesin adayları bizzat biz ilan edeceğiz. Adaylarımız sosyal demokrat, ülkücü, ulusalcı, alevi, hakyolcu, menzilci ve nurcu duyarlılığı olan hakim ve savcılar arasından seçilecek. Böylece seçmenlere geniş bir yelpaze sunacağız. Seçime doğru da blok halinde oy vermenin önemi hakkında tahşidât yapacağız. Yargıç ve Savcılar Sendikasını ise seçimde etkisiz kılmak için bizde saklı özel metotlar uygulayacağız. Diğer yandan, bağımsız adayları yıpratıcı çalışmalara da devam edeceğiz” diye yanıt verdi. Kenan bey tekrar söz alarak, “Peki bütün bu tedbirlere rağmen bağımsız adaylar karşısında seçimi kaybedersek B planımız nedir?” diye sordu. Fahri bey “Efendim önümdeki bu dosyada A’dan Z’ye alternatif tüm planlar hazır. İstemediğimiz adayların kazanması halinde kaza süsü verilmiş suikastlerden tutun, yasal ve anayasal değişikliklere varıncaya kadar her çareye başvurabiliriz. Nasıl ki, kumarda hep kasa kazanır; nihayetinde bu seçimleri de biz kazanacağız! Seçimi kazandıktan sonra inşallah ikinci zirveyi yine burada yapacağız arkadaşlar! Ama bu sefer, hasımlarımızın kitlesel tasfiye yöntemlerini konuşuyor olacağız. Hepinize teşekkür ederim.” diyerek toplantıyı sonlandırdı.

Serinin önceki yazıları:

Akrebin Kıskacındaki Yargı (1): “Teklif ve Karar”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (2): “Sır Toplantı”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (3): “Yol Ayrımı”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (4): “Motto”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (5): ‘Kuşçueşref’

 

Akrebin Kıskacındaki Yargı (6): “Dörtlü Zirve” yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-6-dortlu-zirve/feed/ 0
Akrebin Kıskacındaki Yargı (5): ‘Kuşçueşref’ https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-5-kuscuesref/ https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-5-kuscuesref/#respond Sun, 01 Jan 2023 01:42:32 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9022 Ertesi gün Twitter ve Facebook başta olmak üzere sosyal medyada ‘Kuşçueşref’ mahlaslı bir anonim hesaptan sansasyonel bir paylaşım yapıldı: ‘Paralel örgütün hâkim ve savcıları önceki akşam Lojman yakınındaki bir kafede eski müsteşar yardımcısı ve halen C. Savcısı olan Said bey başkanlığında HSYK seçimi ile ilgili çok gizli bir toplantı yaptılar. Ama hesap edemedikleri bir şey […]

Akrebin Kıskacındaki Yargı (5): ‘Kuşçueşref’ yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Ertesi gün Twitter ve Facebook başta olmak üzere sosyal medyada ‘Kuşçueşref’ mahlaslı bir anonim hesaptan sansasyonel bir paylaşım yapıldı: ‘Paralel örgütün hâkim ve savcıları önceki akşam Lojman yakınındaki bir kafede eski müsteşar yardımcısı ve halen C. Savcısı olan Said bey başkanlığında HSYK seçimi ile ilgili çok gizli bir toplantı yaptılar. Ama hesap edemedikleri bir şey vardı, biz de oradaydık.’ açıklaması ile uzaktan çekilmiş bir fotoğraf paylaşıldı.

Aslında mezkûr toplantı kamuya açık bir alanda yapılmış olup gizli değildi. YBP’nin arkasındaki otokratik yapı bu hamlesiyle, bağımsız adaylar ve destekçilerini tedirgin etmek, onları yargı camiasında gayrimeşru bir konuma düşürmeyi hedeflemekteydi. Sosyal medyada dezenformasyon yapmak için kullandıkları bu ‘Kuşçueşref’ ismi de mânidardı. Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurucularından olduğu kabul edilen efsanevi bir istihbaratçının adı seçilerek muhafazakâr ve milliyetçi yargı mensuplarının duygusal bağlılığı kazanılmak istenmiştir. Ne ilginçtir ki, esas adı Eşref (Sencer) Kuşçubaşı olan bu kişi esasen kurgulanmış sahte bir kahramandı. Eşref, ufak tefek bazı yararlı faaliyetlerini abartarak anlatan ve bizzat yazdığı hayat hikayesini bazı ünlü tarihçilere kabul ettiren komitacı, eşkıya ve asi bir şarlatan idi. Arabistan’da bulunduğu dönemde Surre alaylarını ve hac kafilelerini soymuş, Millî Mücadele sırasında Çerkes Ethem ile birlikte isyan edip Yunanlılara sığınmıştı. (İlgilenenler için: https://youtu.be/GZ1f_Ej2YgI ve Dr. Polat Safi’nin Eşref – Kuşçubaşı’nın Alternatif Biyografisi adlı kitabı)

Hâkim Metin, sosyal medya platformlarında yayınlanan bu paylaşımı gördü. Yapılan bu paylaşım özel hayatlarının ihlali mahiyetinde olduğu için üzülmekle birlikte biraz da tedirgin oldu. Bu durumu derhal meslek büyüğü Said beye iletmek istedi ve odasına giderek ona haber verdi. Said bey, Metin’in söylediklerini dikkatle dinledi ve bunun ciddi bir olay olduğunu kavradıktan sonra: ‘Bu durum asla kabul edilemez, hukuki yollara başvurmanın yanında sosyal medyada da mücadele yolları geliştirmek için hemen harekete geçmeliyiz. Yapılan yalan ve manipülatif haberler konusunda diğer meslektaşları doğru bilgilendirmeye çalışmalıyız.’ dedi. Metin ‘Müsaade ederseniz sosyal medyada aktif olan savcı Ümit bey ile konuşup ikna edebilirim. Eğer kabul ederse bu alandaki boşluğumuzu da doldurmaya çalışabiliriz’ dedi. Said bey bu öneriyi başıyla onayladı ve: ‘Etkin olmadığımız yer bizim değildir. Bu platformlarda da malum kapıkullarının salvolarına karşı güçlü cevaplar vermeliyiz’ dedikten sonra ziyaretçisini babacan bir tavırla yolcu etti.

Savcı Serdar Adliyedeki odasına girdi, daha beş dakika geçmeden kapısı çalındı. İçeri giren kâtip elinde büyük boy bir zarfı savcı beye uzatarak başsavcılıktan gönderilmiş olduğunu söyledi ve müsaade alarak çıktı. Zarfı açtığında Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanmış yeni bir iş bölümü cetvelinin olduğunu gördü. Hemen sayfaları hızla çevirerek listede kendi adını aradı. Anayasal Düzeni Ortadan Kaldırma ve Terör Suçları Soruşturma Bürosunda görevlendirilmiş olduğunu görünce çok heyecanlandı. Tebliğ evrakını imzalayıp memur vasıtasıyla Başsavcılığa gönderdi.

Savcı bey esasen müktesebatına bir beden büyük geldiğine kâni olduğu bu vazifeyi deruhte edecek olmanın zorluğunu düşünerek irkildi. Zira daha önce bu görevi yapan meslektaşı Anayasa ve terör suçları alanında doktoralı olup bu alanda -doktrin dışında bir uygulayıcı tarafından- yayınlanmış en muteber kitabın yazarıydı. Kaderin cilvesi olsa gerek o savcı şimdi terörist muamelesi görecek iken Savcı Serdar yeni görev tanımını ve yetkilerini öğrenmek için selefinin kitabını okumakla işe başlayacaktı.

İş bölümü listesini ayrıntısıyla incelediğinde paralelci varsayılan veya onlara yakın savcıların pasif bürolarda görevlendirildiğini, Yargıda birlik platformu üyeleri ve onlarla aynı düşünceyi paylaşan savcıların ise daha aktif olan bürolarda görevlendirildiğini gördü. Biraz sonra iç hat telefonu çaldı, telefondaki bayan memur “Başsavcı bey sizinle görüşmek istiyor, bağlıyorum efendim” dedi. Başsavcı Harun telefonda “Savcı bey, öncelikle tensip ettiğim yeni görevinizde başarılar dilerim. Görevinizi icra ederken devlet düşmanlarına karşı olabildiğince cesur, acımasız ve amansız olmanızı bekliyorum. Devlet büyüklerimiz bizden bunu istiyorlar. Bu görev nedeniyle sana polis koruması ve şoförlü bir makam arabası tahsis edeceğim. Yüreğin pek ve kılıcın keskin olsun savcım” dedi. Serdar da “Tensip ve teveccühünüz için teşekkür ederim sayın başsavcım. Gözünüz arkada kalmasın. Görüşmek üzere inşallah“ dedi. Telefonu kapattıktan sonra heyecandan titreyen eliyle çekmeceden bir adet sakinleştirici ilaç aldı, fakat bu sefer içmekten vazgeçti, ilacı tekrar yerine koydu. Zira bu stresli hadiselerin ardı arkası kesilmeyecek gibiydi. Her heyecan verici olay nedeniyle böyle ilaç aldığı takdirde bağımlı olabileceğini düşünmüştü.

Savcı Serdar, koltuğuna kaykılmış çayını yudumladığı sırada cep telefonunda sosyal medya fenomeni ‘Kuşçueşref’’in malum paylaşımına denk geldi. Kendi kendine ‘Devletin gözü her yerde oğlum! Bırakın artık şu demokrasi ve hukuk kahramanlığını. Devletin egemen unsurları bir süreliğine olağan dışına çıkmaya karar vermişse siz ona içerden ayar veremezsiniz. Hukuk devletiymiş geçin bunları esas olan devletin hukukudur. Bunların hukuk bilgileri var ama devleti daha tanıyamamışlar.’ diye alaycı bir üslupla mırıldandı. Tam yeni dosyaları önüne çekip bakacakken kapı çalındı ve içeri orta yaşlarda kalın gözlüklü takım elbiseli bir adam girdi. Savcı beyin şaşkın bakışları arasında cüretkarca doğrudan yanına kadar gelip elini uzattı ve ‘Ben Bölge İstihbarat başkanı Hakan beyin adliye ile irtibat ve koordinasyon için görevlendirdiği İsmail. Cebinden çıkardığı görev yazısını gösterdi ve izin almadan savcı beyin masasının önündeki koltuklardan birine oturdu ve önündeki sehpa üzerinde bulunan cam tabaktaki fındıktan bir avuç alıp teker teker yemeye başladı. Savcı bey şaşkın bir şekilde neden sonra koltuğuna oturdu ve ‘Ne içersin İsmail bey?’ dedi. İsmail ‘Büyük bardakta demli bir çay lütfen. Ha bu arada sayın savcım kusura bakma biraz rahat bir kişiliğe sahibim ama lütfen bunu kendinize yapılan bir saygısızlık olarak anlamayın. İlk tanıştığım kişiler önce tarzımdan dolayı şaşırırlar ama sonra samimiyetimi anlayınca kabullenirler.’ dedi. Savcı Serdar ‘Mekân sahibi olarak benim sizi rahatlatmam gerekiyordu o görevi de elimden aldınız’ diyerek güldü. İçinden ise ‘Ulan normal bir dönem olsaydı seni buraya gömerdim ama neyse!’ diye geçirdi ve her şey doğalmış gibi yalandan tebessüm etti. İsmail ‘Sayın savcım (bir kart uzattı) bu benim kontak numaramdır. Biz sizi en güçlü şekilde enforme edeceğiz. Bünyemizde hazırlanan istihbari dosyaları sizinle paylaşacağız, siz bu gölge dosyalar üzerinden somut soruşturma dosyanızı inşa edebileceksiniz. Yani bizde olgunlaşan ve karar noktasına gelen dosyaları mesleki tecrübenizle hukukileştirme görevi size aittir. Sayın savcım bizi kimse tanıyıp takdir etmeyecek ama sahnedeki kahramanımız siz olacaksınız.’ dedi ve baş parmağıyla zafer işareti yaptı.

Yolsuzluk ve rüşvet operasyonu, Balyoz ve Ergenekon gibi büyük soruşturmalarda çalışan polislere yönelik olarak başlatılan operasyonlarda gözaltına alınan ve gözaltı süreleri dolduğu halde salıverilmeyen polisleri sorgulamakla görevli hâkim İslam Çiçek’in odasında bulunan ve sorgulanan bazı polislerin avukatları ile CHP’li milletvekilleri odaya girince hâkim Çiçek’in kendisine “kaç İsmail kaç!” talimatı verdiği esrarengiz kişi işte bu istihbarat görevlisi İsmail’den başkası değildi.

 

Serinin önceki yazıları:

Akrebin Kıskacındaki Yargı (1): “Teklif ve Karar”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (2): “Sır Toplantı”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (3): “Yol Ayrımı”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (4): “Motto”

 

Akrebin Kıskacındaki Yargı (5): ‘Kuşçueşref’ yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-5-kuscuesref/feed/ 0