siyasal yargı arşivleri - Hukuk Penceresi https://hukukpenceresi.com/tag/siyasal-yargi/ Zulüm karanlığına ışık saçan pencere Thu, 25 Jan 2024 20:53:59 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://hukukpenceresi.com/wp-content/uploads/2022/06/indir-150x150.jpeg siyasal yargı arşivleri - Hukuk Penceresi https://hukukpenceresi.com/tag/siyasal-yargi/ 32 32 HUKUKÎ HATA KİMİN YANLIŞI? https://hukukpenceresi.com/hukuki-hata-kimin-yanlisi/ https://hukukpenceresi.com/hukuki-hata-kimin-yanlisi/#respond Thu, 25 Jan 2024 20:42:04 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9189 Hukuk alanında tezahür eden hatalar, kendiliğinden meydana gelmezler; yetkili ve görevli kişiler tarafından ortaya konulan işlem ve/ya kararlar ile tezahür ederler. Hukukî hata, faili tarafından hata olsun diye yapılmaz aksi durumda hatadan çok, kasten yapılan bir “hukukî yanlış”tan, hukuksuzluktan bahsedilebilir. Kasıtlı olarak meydana getirilen bir yanlışın “hukukiliği” ya da “hukuk dışılığı” tartışma konusu yapılamaz. Zira […]

HUKUKÎ HATA KİMİN YANLIŞI? yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Hukuk alanında tezahür eden hatalar, kendiliğinden meydana gelmezler; yetkili ve görevli kişiler tarafından ortaya konulan işlem ve/ya kararlar ile tezahür ederler. Hukukî hata, faili tarafından hata olsun diye yapılmaz aksi durumda hatadan çok, kasten yapılan bir “hukukî yanlış”tan, hukuksuzluktan bahsedilebilir. Kasıtlı olarak meydana getirilen bir yanlışın “hukukiliği” ya da “hukuk dışılığı” tartışma konusu yapılamaz. Zira hukuk böyle bir durumu korumaz, ona meşruiyet kazandıracak usul ve ilkeler öngörmez.

Hukukî hata ancak hukuki bir süreçte vücut bulabilir; herhangi bir neden yok iken, sebeplerden soyut olarak meydana gelmez. Hukukî süreçlerin başlayıp nihayete ermesi yolundaki aşamalar bir insanın eylem ve/ya söylemleri sonucudur. Bu çerçevede var olabilecek hukukî hata ancak ve sadece insan kaynaklı olmak durumundadır.  

İnsan tarafından icra edilmesi zorunlu olan hukukî hata, yapılan bir insan faaliyetinin/işinin negatifi olarak telakki edilebilir. Hukukî hataların önüne geçilmesi ve en aza indirgenmesinin en basit yolu ve şartı, hukuki süreçten sorumlu kişilerin, mesulü oldukları “işi”, gereklerine uygun olarak yapmalarında yatar. Mahiyeti ve çalışma usulü gözönüne alındığında, var olmaya devam eden bir hukukî hata, birden fazla işlemi/kararı zorunlu kılar. Hukukî hatanın önlenmesinde en etkin yol “doğrunun” tam olarak öğrenilmesidir. Hukukî hatanın süjesi olan insan unsurunun mahiyeti hatanın önlenmesi ve düzeltilmesinin önündeki en büyük zorluktur. Zira insan ne hep “doğrusunu” bilmediği için hata yapar, ne de her daim kasten “hata” yapar. Üzerinde kafa yorulması ve çözüm üretme çabasına girilmesi gereken hukukî hatalar, “doğrusu” bilindiği halde yapılan ve fakat yapılmasında kast unsuru bulunmayan “yanlışlardan” mütevellit meydana gelmiş olanlarıdır. Hukukî hata, hatayı yapan kişi açısından “doğru/haklı” gözüken veya böyle yorumlanan bir durumdur.

Hukukî hatayı tayin ve tespit ederken, yapılan “son yanlışa” odaklanmak, soruna nihai bir çözüm getirmez. Burada üzerinde durulması gereken şey, soruna kaynaklık eden, fonksiyonel olarak hatayı meydana getiren süjeye ait “doğru”dur. Yanlış olduğu bilinmediğinden fark edilmeyen “doğrular” üzerine eğilmeyen çözüm önerileri, çözümü basite indirgeyen sığ bakış açılarından kaynaklı, sun’i yöntemler ve boşa harcanan çabalardır.

Hukukî hata, faili tarafından daha önceden kurgulanmış olmadığı gibi, anlık olarak da husule gelmiş bir olgu olarak kabulü de mümkün değildir. Hukukî hata, bir sürecin bitimi ile meydana gelmiş bir sonuçtur. Hukukî hatanın kesin olarak sonlandırılması, en aza indirilmesi ve tekrarlanmaması amaçlanıyor ve isteniyorsa, bu yönde ortaya konulacak çabaların doğru şekilde idaresi ve yönlendirilmesine ihtiyaç vardır. Hukukî hata ile insandan kaynaklı “yanlış” arasında var olan sıkı nedensellik bağı/ilişki, hukukî hatanın tek koşulu ve/ya nedeni gibi telakki edilmemelidir. Bu halde çözüm basite indirgenmiş olacak, insandan kaynaklı “yanlış” ortadan kaldırıldığında, hukukî hatanın da kendiliğinden hallolacağı yanılsamasına neden olacaktır. Bu yönde varılacak sonuçlardan kaynaklı idari, disiplinel ve cezaî çözümler, hukukî hataya neden olan ve fonksiyonel “doğru” olarak sahiplenilip icra edilen “yanlışları” tedavi etmeyecektir. Basit bir sebep-sonuç ilişkisi bağlamında ortaya konulan yol ve yöntemler fonksiyonel olmaktan uzak, daha çok cezalandırıcı, ikaz edici, yasaklayıcı; dar kalıplara uygun zihinsel ve eylemsel davranışlarda bulunmaya yönlendirici olacaktır. Yine her hukukî hatayı özel olarak önleyecek, olayın sübjektif şartlarını gözönüne alan ve buna yönelik çözüm önerileri üreten kazuistik, yeni hatalara kaynaklık edecek birincil ve ikincil yasal düzenlemelerin oluşumuna neden olacaktır. Bu, sorunu daha da karmaşıklaştıracaktır.

Soruna bütüncül bir bakış açısı ile yaklaşmayan çözüm önerileri arasında en çok başvurulanı ise “eğitim”dir. Ancak tespit edilen ve hukuki hataya neden olduğu tayin edilen, buzdağının görünen kısmını oluşturan “yanlışları” bertarafa yönelik eğitim yöntemi, muhatabını bilgisizlik, kural tanımazlık, kötü niyetlilik vb. gibi sıfatlarla açık-kapalı itham eden bir nitelik ile maluldür. Hukuki hatanın bertarafına yönelik şümullü bir bakış açısı, hukuki hata dışında kalan koşul ve nedenlerin belirlenmesi ve mahiyetlerine özgü tedavi metotlarının kurgulanıp uygulanması ile mümkün olacaktır.

Hukuki hata dışı koşul ve nedenler kişisel olabileceği gibi, sistemsel, siyasal ve toplumsal kaynaklı da olabilir. Bundan dolayıdır ki hukuki hata tek ve son “yanlışa” indirgenemez. Hukuki hatanın tayininde olaysal olarak elde edilecek ampirik veriler vazgeçilemez öneme haizdir. Ancak sorunun kalıcı olarak çözümü peşinde koşanların ampirik verilerin çizdiği sınırların ötesine uzanmaları gerektiği bilinmelidir.

Hukuki hatanın tek bir “yanlışa” indirgenemeyeceği gibi, “yanlışlar zincirinin” kendi içerisinde eşit/özgül ağırlığa sahip oldukları da kabul edilerek çözüm çalışmalarına girişilemez. Hukuki hata sorununun teşhisi ve sonrasında tedavisi için “yanlışlar” zincirinin önem derecesine göre sıralanması, sorunun somutlaştırılarak soyut ve nesne haline getirilmesine hizmet eder. Hukuki hata ile “en sıkı şekilde belirlenmiş” ve onu doğuran “yanlış”ın tespiti metodolojik bir çözüm önerisinin tayininde gereklidir. Böyle bir belirlenmede, “en önemli” olduğu kabul edilen “yanlış” ile, bu yanlışı” doğuran “küçük yanlışların”, esaslı bir çözüm önerisinde aynı önemde gözönüne alınması gerektirir. Bu halde çok farklı disiplinlerin, çözüm önerisinde aktif olarak rol alması beklenir. Zira “temel yanlışı” doğuran “küçük-tali yanlışlar” birden fazla disiplin alanında üretilen metotlarla tedavi edilebilecektir. Hukuki hatayı yapan kişi bir insandır. Hatasının temelinde, insan olmasından kaynaklı zafiyetler yer alır. Bu halde psikoloji bilimi verilerine de müracaat etmek gerekir. Yine hatalı insan farklı özelliklere sahip “toplumlarda” yaşamını idame ettirir. Toplumun koşulları ve etkenleri de “hatalı” insanı doğrudan-dolaylı şekillendirir. Bu halde sosyoloji bilimi de yanlışın tedavisine koşacaktır. Yine mevzuattan, eğitim sisteminden, siyasal ortamdan kaynaklı “yanlışlar” da hukuki hatayı şekillendirir.

Hukuki hatayı doğuran “yanlışlar hiyerarşisi”ne dahil öğelerin sayısının, çözüm metotlarıyla en aza indirilmesi, hatayı yapan insanın sorumluluktaki “gerçek hata oranını” tayin etmemize yardımcı olacaktır. Aksi takdirde tüm yanlışların bileşkesi mahiyetinde olan hukuki hatanın faili kabul edilen kişiye yaptırım uygulamak, onu günah keçisi ilan ederek rahatlamaya çalışmak, daha büyük bir hata olacaktır. Böyle bir yöntem ile hukuki hatanın anası olan “yanlışlar” yok edilemeyecek, hukuki hatayı görünür kılan “yanlış ve fakat kişisel doğru” sahibinin yeni hatalar yapmasının özel ve genel ortamı inşa edilecektir.

 

 

NOT: Bu yazı, Kadir Cangizbay’ın “Sosyolojiler Değil Sosyoloji, Ankara, 2.B, 1999, kitabında yer alan “Bir insan ürünü olarak kazalar ve kazaların önlenmesi ya da çok-disiplinli bir metodoloji kurma denemesi” isimli makalesinden esinlenerek hazırlanmıştır.

 

 

HUKUKÎ HATA KİMİN YANLIŞI? yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/hukuki-hata-kimin-yanlisi/feed/ 0
MIŞ GİBİ YARGI https://hukukpenceresi.com/mis-gibi-yapan-yargimiz/ https://hukukpenceresi.com/mis-gibi-yapan-yargimiz/#comments Thu, 28 Dec 2023 23:41:36 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9108 Toplumumuz, üzerlerinde şeklen hoş ve içi boş etiketler taşıyan, bunları kötülüklerine maske yapan insan görünümlü, ancak ruhen esfeli safiline demirli bir “sürü/yığın” tarafından istila edilmiş sanki. Etraf yüzlerce edebiyatçı, tarihçi, ilahiyatçı, sosyolog, psikolog, hukukçu, doktor, öğretmen, her rütbeden asker “şeylerle” dolu. Bu sıfatların hepsi, bir şekilde bu kişilerin üzerlerine asılmış ve oradan çıkartılması unutulmuş eski […]

MIŞ GİBİ YARGI yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Toplumumuz, üzerlerinde şeklen hoş ve içi boş etiketler taşıyan, bunları kötülüklerine maske yapan insan görünümlü, ancak ruhen esfeli safiline demirli bir “sürü/yığın” tarafından istila edilmiş sanki.

Etraf yüzlerce edebiyatçı, tarihçi, ilahiyatçı, sosyolog, psikolog, hukukçu, doktor, öğretmen, her rütbeden asker “şeylerle” dolu. Bu sıfatların hepsi, bir şekilde bu kişilerin üzerlerine asılmış ve oradan çıkartılması unutulmuş eski tabelalar gibi.

Bir zamanlar gürül gürül sularıyla kıvrım kıvrım akan, geçtiği yerlere bereket götüren her ırmağa bir ad verilmiş. Irmak kurusa, suları çekilip bataklığa dönüşse, mikrop ve hastalık yaymaya başlasa da, bunların adı yine “ırmak” olarak tekrarlanmaya devam eder.

Bunun gibi, yatağı kurumuş ya da bataklığa evrilmiş ırmakların nasıl isimleri değiştirilmiyorsa; benzer şekilde, “suyu çekilmiş” olmasına rağmen, daha önceden verilen ve haksız şekilde kullanılmaya devam eden hukukçu, aydın, akademisyen, sanatçı, ilahiyatçı vs. isimleri taşıyor sayısız insan. İşin vahim tarafı, kaynakları kuruyan, kurumakla kalmayıp kokuşmaya başlayan kişilerin bu hallerinden habersiz olmaları yahut durumlarını kabul etmemesidir; daha acı olanı ise birçoğunun bilmesine rağmen rollerine utanmaz şekilde devam etmeleridir.

Onlarca hukuk fakültemiz var ve buraları bitiren binlerce mezuna sahibiz. Bu mezunlara her yıl yenileri de eklenmeye devam ediyor. İnsanlarımızın haklarını arayabilmeleri için büyük, şaşalı ve iddialı adliye “saraylarımız” var. Ama bunların hepsinin içi “boş”.

Ne hukukçularımız mesuliyetlerinin tam olarak idrakinde olarak yetişiyorlar ve mesleklerini icra ediyorlar, ne de adliyeler hak dağıtımı fonksiyonu yerine getiriyor.

Hukuk sistemimizde yaşananlar bir tiyatro sahnesinden farksız. Seyirlik bir yargımız var. 

Sahnede her şey ve kişi kurgudan ibaret; Sahte figüranlar rollerini oynuyorlar ve sahneden çekiliyorlar halkın alkışları eşliğinde. Gösteri bittiğinde geride ne dağıtımı yapılan bir adalet, ne telafi edilen zararlar ve ne de tatmin edilen mağdurlar var.

“Mış” gibi çalışan bir yargı sistemimiz var. Devasa büyüklüğüne, kocaman çarklarına ve harcadığı onca enerjiye ve paraya rağmen, beklenen ürünleri vermekten aciz, hatta sürekli hüsran kaynağı yargımız.

Hak dağıtımında aracı olması gereken yargı kurumları adeta bir “tapınak”, orada vazife icra edenler ise oluşturdukları kendi putlarına tapan, onu kullanan ve ondan korkan zavallı kullar gibi davranıyorlar. Soranız her hukukçu “Adalet Tanrıçası’na” taptığını söyler; ancak birçoğu kalbinde para, makam, mevki, şehvet ve şöhret putlarını gizler riyakârca ve asıl korktuğu gücün “iktidar” olduğunu ikrar edemez.

MIŞ GİBİ YARGI yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/mis-gibi-yapan-yargimiz/feed/ 1
HUKUKUN ÜNSÜZ YUMUŞAMASI https://hukukpenceresi.com/hukukun-unsuz-yumusamasi/ https://hukukpenceresi.com/hukukun-unsuz-yumusamasi/#comments Thu, 16 Nov 2023 20:15:30 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9105 Türkçede sonu –k ile biten kelimelere ünlü harf ile başlayan bir ek, eklenirse kelime sonundaki –k harfi yumuşar ve g/ğ ye dönüşür. Örneğin “sokak” kelimesine belirtme / akkusativ eki -ı ekleyin, “sokağı” der ve –k harfini –ğ ye çevirirsiniz. Her dilde olduğu gibi Türkçede de istisnalar vardır. Bu istisnaların başında “Hukuk” kelimesi gelir. Yani Hukuk […]

HUKUKUN ÜNSÜZ YUMUŞAMASI yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Türkçede sonu –k ile biten kelimelere ünlü harf ile başlayan bir ek, eklenirse kelime sonundaki –k harfi yumuşar ve g/ğ ye dönüşür. Örneğin “sokak” kelimesine belirtme / akkusativ eki -ı ekleyin, “sokağı” der ve –k harfini –ğ ye çevirirsiniz. Her dilde olduğu gibi Türkçede de istisnalar vardır. Bu istisnaların başında “Hukuk” kelimesi gelir.

Yani Hukuk kelimesinin sonuna ünlü bir harf gelip eklenirse hukuk kelimesi yumuşamaz. Yumuşatır iseniz hem yazım hem konuşma bozukluğu yaparsınız.

Bu ironik ve gramatik bilgi bize ne anlatıyor. Siz ünlüler, seçilmişler, iktidara bir şekilde adı demokrasi dediğiniz (işinize gelmeyeni uygulamadığınız normları olan) sistemde gelmiş olan, hukuku siyasetin köpeği ve muhaliflerinizi yok etme aracı olarak kullandığınız yani eklenip herkesi değiştirdiğiniz sistemi hukuka uygulayamazsınız. Uygularsanız görsel olarak da dilsel olarak da tırmalar ve yanlışınız çok belirgin olur.

Hukuku yumuşatan hatta yukarda anlattığım kuralları tamamen ters edip hukuğu demekle kalmamış, sonrası guguk hale bile sokmuş bir bilinçli-bilinçsiz yapıyla karşı karşıyayız.

Kendi çıkardıkları yasalara bile kendilerinin uymadığı, daha önce yaptıkları ihale usul yasalarını her duruma göre 100 lerce kez değiştirmeleri gibi; kişiye, menfaate, telefona (siyasetten) göre hızla değiştiren bir totaliter yapı (ki ben bu yapının adını hala tam koyamıyorum çünkü sabun gibi her menfaatten pay alan sosyoloji de karşılığı kendine has olacak yepyeni bir baskı kuralsızlığı) gün geçmiyor ki yeni bir garabetle karşımıza çıkmasın .

İşine gelmeyen süreçlerde gündem değiştirme  konusunda manidar olan bu yapı şimdi tam Yalçınkaya Kararına karşı apar topar birbirine uyamayan farklı açıklamalar yapan siyasi ve siyasete düğme ilikleyen adliye, şimdi yeni bir krizi büyüterek yeniden devlet krizi çıkarıyor. İşin hukuki yönünü hukukçulara bırakarak sadece şunu desem bile hukukçu olmayan okurlar anlar. Yargıtay, ülkenin en üst düzey hukuki kurumu olan (olması beklenen) Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında verdikleri karardan dolayı suç duyurusunda bulundu.

Yargıtay başsavcısı bile dosya daha gelmedi ama hiç karşılaşılmamış bir durum, diyor. Ahh be sayın başsavcı, son 10 -15 yılda  o kadar çok karşılaşılmamış hukuksuzluk oldu ki, bu bile şaşırtmadı. Siz kanunsuz suç uydurmalardan başlayarak herkesin terörist, hain, dış güçlerin adamı, gayri milli ilan edildiği ve bunda hukukun sürekli kurallarının çiğnendiği binlerce davayı, iddianameyi görünce şaşıracaktınız.

Önceki yazımızda belirttiğimiz gibi “tuz çoktan kokmuş” tur. Her geçen gün bir öncekinden kötü olacaktır.

Amaç, AYM nin varlığını yok etmek olduğunu, bu garabet sistemin kurulmasına iktidardan fazla destek veren iktidar olmayıp muktedir olmak isteyen Devlet Bahçeli nin AYM’nin yeni sisteme göre tekrar şekillendirilmesi elzemdir, söyleminde gizliydi. Tamamen içe kapanık bir hukuk anlayışı olmasını isteyen (yani biz ne dersek kanun sayılacak, aksi teklif etmeyi bırak düşünülmeyecek, istediğimizi istediğimiz an terörist ya da kahraman edebileceğimiz, kendi koyduğumuz kuralı kendimize uymadığında anında tekrar değiştirmek) bu akıl almaz yapı şuanda iç menfaat grupları çatışması  ile gündemi belirliyor. Belki iktidar ve beslemelerini Filistin konusunda içte coşkulu dışta etkisiz, sessiz olması ikiyüzlülüğünü kapatmak istemeleri için de beklettikleri AYM değişikliğini öne çekmek olarak da okunabilir.

Kendini her şeyin üstü gören ve kuvvetler ayrılığını kendinden başka kuvvet tanımayan Erdoğan yaptığı açıklamada iki kurumun başkanları ile görüşüp arabuluculuk yapacağını bildiriyor. Nereden bakarsan tutarsızlık nerden baksan …. denilebilecek bir açıklama. Çünkü Yargı ihtilaflarında Cumhurbaşkanının hakem olması güçler ayrılığına aykırı.

CB’nin koordinasyon yetkisi yürütme ve yasama için.

Anayasada çözüm var: Bu ihtilaflarda yetki Uyuşmazlık Mahkemesi’ne ait. AYM-Yargıtay ihtilafında ise AYM kararı esastır.

Burada amaç 2010 referandumunda verilen Bireysel Başvuru kapısını kapatmak ve Anayasa Mahkemesinin kapısını tam anlamıyla Saraya ve Sarayın kolonları olan Guguk adamlarının  (Sonradan türeyen bağımlı ve düğmeli cübbe giyen)  kontrolüne almak. Belki de içerideki menfaat- güç odakları çatışmasının bir tezahürünü de izliyor olabiliriz.

Yani yazının özeti başlangıç bölümündeki Türkçe gramerinde saklıdır. Ünlüler istiyor diye hukuk yumuşar, değişir ya da eğilirse bu bir yazım, anlam yanlışı olur ve her yerde tırmalar.

HUKUKUN ÜNSÜZ YUMUŞAMASI yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/hukukun-unsuz-yumusamasi/feed/ 1
1909’dan 2016’ya Değişen Sadece Tarih Mi? https://hukukpenceresi.com/1909dan-2016ya-degisen-sadece-tarih-mi/ https://hukukpenceresi.com/1909dan-2016ya-degisen-sadece-tarih-mi/#comments Mon, 30 Oct 2023 22:37:50 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9101 Her siyasi rejim, ister Monarşi olsun ister Oligarşi (yerleşik ya da ihtilalci) isterse de Demokrasi, meşrutiyetini Hukuki bir zeminde kabullendirmek ister. Her rejim ya da iktidar değişikliğinde ilk tasfiye Hukuk alanında olmalıdır. Bunda kendi düzenini kurmak isteyen siyasi erkin her şeyden önce (askeri ve bürokratik güçlerden de önce, ki onların tasfiyesi içinde ilk gereken) ilk […]

1909’dan 2016’ya Değişen Sadece Tarih Mi? yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Her siyasi rejim, ister Monarşi olsun ister Oligarşi (yerleşik ya da ihtilalci) isterse de Demokrasi, meşrutiyetini Hukuki bir zeminde kabullendirmek ister. Her rejim ya da iktidar değişikliğinde ilk tasfiye Hukuk alanında olmalıdır. Bunda kendi düzenini kurmak isteyen siyasi erkin her şeyden önce (askeri ve bürokratik güçlerden de önce, ki onların tasfiyesi içinde ilk gereken) ilk ödevi haline gelmiştir.

Aslında bu düzen-iktidar değişikliklerinde hukuksuz uygulamalara karşı durabilecek en büyük ve meşru (askerlere karşı da kabul edilen) gücün Hukuk – Adalet sisteminden (yargı mensuplarından) geleceği düşünüldüğünde siyasi olarak normal sayılabilir.

Ancak gücünü “Adalet” duygusundan alan Hukukçuların bir kısmının bu değişim ve tasfiyede öncü olması hatta yönlendirici olması söz konusudur. 27 Mayıs İhtilalini meşruiyet kazandırmak için özel olarak Ankara’ya getirilen yüksek Hukuk adamlarının Çankaya’da darbecilere yaptıklarının hukuksuzluğunu anlatma fırsatı kazandıkları zamanda bile (darbecilerin anılarında yazdığı şekliyle) onlara destek ve hukuki meşrutiyet aklı verdiklerini biliyoruz. Yüksek Adalet Divanı da o günün Hukukçu aklının ürünüdür. Tıpkı günümüzün 17 -25 Aralık sonrası kurulan Sulh Ceza Hâkimliği (90’ların DGM’si gibi) gibi tasfiye ve muhalifleri ceza ve korkutmak için bizzat Hukukçu aklın ürünü olmuştur.

Meşruiyetini hukuktan, adaletten almayan ama hukuku silah olarak kullanan bu zihniyetin adı bazen İstiklal Mahkemesi bazen Yüksek Adalet Divanı ya da Sulh Ceza olmuştur.

Gelinen noktaya bakıldığında AKP Yargısı (15 Temmuz Yargısı da denebilir) bu toprakların gördüğü ilk hukuksuz Yargı ürünü değildir. Tarih bu topraklarda sürekli devam eden, birilerini öcü ilan edip sonra şartları olgunlaştırıp normalde yapamayacağı tasfiyeleri yapanları  (OHAL, Sıkıyönetim veya Tensikat) göstermiştir.

1909 de İttihatçılar 31 Mart’ı bahane edip yönetimi ele alınca geniş bir tasfiye ile sadece 31 Martla bağı olan değil kendilerine bağlılık yemini etmemiş olanları ve/ya bunu fiilleri ile göstermeyenleri de tespit edip hepsini toptan tasfiyeye giriştiler. Hatta bu isimleri tespit etmek için tanıdık bir uygulama devreye soktular. Her bakanlığın içinde kendilerine bağlı olan bir gayri resmi heyete kendi meslektaşlarını önce fişletme sonra tasfiye etme ödevi verdiler. Yapmayanları dönemin hukuk sistemi içinde ezdiler. Öncelikle hukuk adamlarından başlayarak geniş bir tasfiye yaptılar. Sonra da tek özelliği rejime bağlı olan, hukuk tanımaz ve çoğu da hukukçu olmayan ama mahkeme yapan bir yapı oluştu. Bunun devamı diyeceğimiz İstiklal Mahkemelerinde hakimlerin hukukçu (Hukuk Eğitimi almamış) olmadığı gibi.

1909 Tensikatından  15 Temmuz Yargısına gelene kadar pek bir şey değişmemiş diyebiliriz. Kullanılan tarih 31 Mart iken 15 Temmuz olmuş ama arkadaşlarını satan Hukuk insanları yine bu hukuksuz rejimin önünü açmak için fişleme, tasfiye için hukuksuz gruplar kurarak Anayasa dışı yöntemle anayasal devleti koruma, kurtarma (kurutma ve kendi menfaatlerini koruma) yolunda yürüyorlar. Yine tasfiyeler neticesinde tecrübesi olmayan kişiler yüksek hukuk adamı (Hakim, Savcı, Yargıtay üyesi gibi) olup sosyolojiye konu olacak bir düzeni yasatmaya çalışıyorlar. Tecrübeli ve liyakatli olanları sırf kendi hukuksuzluklarına hukuki olarak cevaz vermez diye tasfiye ettiler.

Peki bu düzen değişebilir mi? Ne yazık ki bu çok zor hatta kısa zamanda mümkün gözükmüyor. Eğer bu bir askeri yönetim olsa idi zamanla askeri yönetim yerini sivil anlayışa bırakabilirdi. Ama bu hukukun yerle bir edilmesi ve tuzun kokması durumudur. Yer yer yapılan yeni tasfiyelerde düşman bulamayıp yeni düşman olarak birbirlerini gören menfaat gruplarının çatışmasıdır. Ve her çatışma bir tarafa kazandırıp diğerine kaybettirmez. Kazanan da yara alır. Cemaat adı altında yapılan tasfiyeler için bir araya gelen birbirinden farklı güç odaklarını şu an sadece pasta paylaşımı ve kendi alanları ile yetinmeme savaşındalar. Bir mahkemenin ağır ceza verdiğine bir il başkanının telefonu ile önce tutuksuz sonra beraat verebilir Bir mafya düzeninin kullanılan bir tarafı olarak kalan bir hukuk düzeninde bir dönüşüm, temiz eller beklemek sadece ütopik bir düşünce olabilir.

Bir büyüğümüzün 2000 li yılların içinde dediği bir söz vardı. “Bu ülkede artık askeri darbe olmaz, ancak hukuki darbe olur” Gelinen nokta itibarıyla hukuki darbenin askeri darbeden daha tehlikeli ve ülkede çözümü neredeyse imkânsız hale geldiği bir durumla karşı karşıyayız.

1909’dan 2016’ya Değişen Sadece Tarih Mi? yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/1909dan-2016ya-degisen-sadece-tarih-mi/feed/ 1
Akrebin Kıskacındaki Yargı (7): “YBP’nun Militan Adaylarının Belirlenmesi” https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-7-ybpnun-militan-adaylarinin-belirlenmesi/ https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-7-ybpnun-militan-adaylarinin-belirlenmesi/#respond Sun, 15 Jan 2023 16:44:59 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9035 HSYK Başmüfettişi Mehmet Yorulmaz kriptolu cep telefonunun çalmasını heyecanla bekliyordu. Saatine baktı. Kararlaştırdıkları saat geçeli neredeyse doksan dakika olmuştu. İkbaline göz kırpan bu günleri bir ömür beklemiş birisi olarak, bu fırsat için, değil bir buçuk saat, gözünü kırpmadan üç gün bile bekleyebilirdi. Cebinden çıkardığı küçük aynasında hafifçe saçlarını düzeltti. Dönemin ruhuna uygun olarak uzattığı badem […]

Akrebin Kıskacındaki Yargı (7): “YBP’nun Militan Adaylarının Belirlenmesi” yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
HSYK Başmüfettişi Mehmet Yorulmaz kriptolu cep telefonunun çalmasını heyecanla bekliyordu. Saatine baktı. Kararlaştırdıkları saat geçeli neredeyse doksan dakika olmuştu. İkbaline göz kırpan bu günleri bir ömür beklemiş birisi olarak, bu fırsat için, değil bir buçuk saat, gözünü kırpmadan üç gün bile bekleyebilirdi. Cebinden çıkardığı küçük aynasında hafifçe saçlarını düzeltti. Dönemin ruhuna uygun olarak uzattığı badem bıyıklarını hafifçe sıvazladı. Hemen sonra da beklediği telefon çalıyordu işte! Hemen açmak yerine belki de gayr-i ihtiyari ceketinin yakasını düzeltip, bir düğmesini ilikleme ihtiyacı hissetti. Ufak bir boğaz temizleme öksürüğünden sonra telefonu açıp kulağına götürdü: “Buyrun efendim.” dedi. Telefonun diğer ucundaki Başbakanlık müsteşarı Fahri Kısır; “Mehmet bey merhaba, beyefendinin yanından yeni çıkabildim. Umarım iyisindir. Hemen konuya girmek istiyorum. Beyefendinin onayladığı HSYK kesin aday listemizi e-mailinize gönderdim. Hemen açarsanız değerlendirmelerimizi daha rahat yapabiliriz.” dedi.

Mehmet bey, “Tamam efendim bana on saniye müsade edin” deyip, eli ayağı birbirine dolaşarak bilgisayarından mail kutusunu açtı. “Efendim şu an liste ekranımda, hızla inceliyorum” dedi. Fahri bey, “Mehmetciğim listenin başına seni koyduk. 20 yıla yakındır teftiş kurulunda çalıştığın için tüm kıdemlileri tanıyorsun. Malumun, Bakan bey yargı camiasını neredeyse hiç tanımıyor. Adam avukatlıktan çok imamlık yapmış” demesi üzerine kıkırdaştılar. Fahri bey devamla; “Adalet bakanlığı müsteşarı Kenan bey ile birlikte Bekir’i rahatça enforme edip yönlendirici tavsiyelerde bulunabilirsiniz. Yani anlayacağın davul onların boynunda tokmak ise bizde.” dedi ve tekrar karşılıklı gülüştüler. Mehmet bey muzip bir ses tonuyla “Sayın müsteşarım haddimi aşmış gibi olmazsam, zurnacıyı sorsam?” dedi. Fahri bey “Beyefendiden daha iyi zurnacı mı var Memet?” dedi ama kısa bir pişmanlıktan sonra, “Oğlum yerin kulağı var, çok da gevşemesek iyi olur değil mi! Neyse! Konumuza dönecek olursak, gördüğün gibi listede ‘bu olmaz’ diyeceğimiz kimse yok. Akp’nin, 11 kişilik adli yargı aday listesinde üç, 5 kişilik idarî yargı aday listesinde ise sadece iki adamları var. Kendi adamları zannede dursunlar, bunlar hiç de sözümüzden çıkacak kişiler değiller. İnşallah-u Teala! Doğu Bey’in belirttiği gibi Türk yargısının altın çağını yaşayacağı günler yakındır.” dedi. Mehmet bey “İnşallah efendim! Ama listede sanki muhafazakar ve milliyetçi adaylara göre solcu, alevi ve tarikatçı adaylar az gibi geldi. Ne dersiniz?” diye sorması üzerine Fahri bey, “Şanlı ‘Sosyal demokrat‘ seni başkan yaptık. Daha ne olsun! Ayrıca platformumuz dışında kalan solcu ve alevi yargı mensuplarının eskiye uzanan şiddetli cemaat düşmanlığı, seçim tercihlerini bizden yana kullanacaklarına karinedir. Reylerini YARSAV ve bağımsız adaylara dağıttıkları takdirde, tarihi bir fırsatı kaçıracaklarının farkındalar. Kaldı ki, şimdiden bize ulaşan yüzlerce hakim-savcı YARSAV üyesi olduğu halde, seçimde bizimle birlikte hareket etme sözü verdi. İkna etmemiz gerekenlerin çoğu milliyetçi ve muhafazakar kesimlerden oluşuyor. Binaenaleyh, adaylarımızın belirlenmesinde bu realite göz ardı edilmedi.” dedi.

Mehmet bey, “Sayın müsteşarım kesin aday listesini incelediğimde mesleki başarı ve liyakat ölçütünü çok öncelemediğimiz sonucunu çıkarıyorum. Yanılmıyorum değil mi efendim?” dedi. Fahri bey “Mehmet, bayramlık ağzımı açtırma şimdi! Adaylarımızı -sen dahil- mesleki müktesebatlarına göre belirlediğimizi mi zannediyorsun? Bize kılıcı keskin militan ruhlu adamlar lazım. Tasfiyeler nihayet bulduktan sonra liyakati de esas alacağımız zamanlar gelecektir elbette. İpleri tamamen elimize aldıktan sonra siyasal islamcı, demokratik solcu, demokrat alevi ve tarikatçıları önce yönetimden sonra da teşkilattan zamanla uzaklaştıracağımızdan emin olabilirsin. Taktiğimiz; siyasilere ‘Emredin, tabii ki, derhal efendim!’ demek, bunun haricinde, bildiğimizi okuyup, kendi ajandamızı kusursuz tatbik etmektir. Bu süreçte velinimetimiz olan  siyasilerin güvenini kaybetmek gibi bir lüksümüz yok. Aksi davranan bir arkadaşımız olursa, onu derhal görevden almalı ve göze batmayan ama etkili başka bir yere vazifelendirmeliyiz. Onyıllardır beklenen hedefimize ulaşmakta asla aceleci davranmamalıyız. Kendi işimizi yapaduralım, ara sıra da, politikacıların taleplerini yerine getirmeliyiz. O işin reklamını da fevkalade iyi yapmalıyız. Böylece, istikbali de sigorta etmiş oluruz.” dedi. Mehmet bey, “Adaylardan Ahmet Çiçek çok tecrübesiz. Rizeli olduğu ve hükümet desteklediği için onun hakkında bir şey söylemem mümkün değil, bunun farkındayım. Ama HSYK başmüfettişi İsa Demir en zayıf halka gibi. Teftiş kurulundan yakînen tanıyorum. Militan olma potansiyeli dışında çok vasıfsız bir arkadaş. Onun yerine ikame edebileceğimiz bir çok aday var. Listeyi kamuoyuna deklare etmeden önce bu ismi değiştirebilir miyiz? Beyefendiyi ikna etmeniz çok kolay efendim.” dedi.

Fahri bey “Senin en zayıf halka dediğin Çerkez İsa, kendisini hem ülkücü hem de Menzilci olarak tanıtmayı başarmış, istihbaratın yargı içindeki uzantısı olan önemli kişilerden birisidir. Teşkilat-ı istihbaratın yargıdaki kuşudur. Kara propaganda faaliyetleri icra eden sosyal fenomenimiz Kuşçubaşı Eşref’i  idare eden trol ekibini bizzat o yönetiyor. Binaenaleyh bu süreçte ona ihtiyacımız var.” dedi.

Mehmet bey, “Yapmayın ya! Yıllardır bu adamla çalıştım ama böyle bir yönü olabileceği aklımın ucundan geçmedi. Bu mayınla birlikte bir çok göreve gitmiştim, iyi ki üzerine basmamışım. Alimallah gümlerdim!” deyip, yeni bir gülüşmeye sebep oldu. Fahri bey “Saçmalama Mehmet, bu adam senin sıkletinde değil, sen ağır sıkletteysen, o sadece tüy sıklette!” dedi ve tekrar kahkaha attı. Mehmet bey, “Siz bari şişmanlığımı yüzüme vurmayın efendim. Söz veriyorum seçimi alınca üç ayda en az 20 kilo vereceğim.” diye alttan aldı.

Fahri bey, “Sonucu belli olan seçimi beklemene gerek yok! Şimdiden zayıflamaya başlasan iyi olur.” dedi. Devamla, “Ha unutmadan şunu da söylemeliyim. Mailine bir banka hesap bilgisi gönderdim. Seçim için örtülü ödenekten aktarılan havuz hesabımızdır. İhtiyaç halinde buradan doğrudan para çekebileceksiniz. Yani seçime kadar kaynağımız sınırsız.” dedi. Bu son sözleri duyan Mehmet’in yüzü bir kez daha güldü ve “Organizasyon masrafları dışında bu parayı adam satın almada da kullanabilir miyiz yani?” diye sordu. Fahri bey “Zaten organizasyonları başsavcılar yerel imkanlarla finanse edecekler. Kenan bey ile birlikte bu parayı gereken istikamette harcamakta tam yetkilisiniz. Faturalandırmaya gerek yok. Babanız kral olsa bu kıyağı size çekmezdi değil mi?” dedi. Mehmet bey “Aynen öyle efendim. İnanın motivasyonum şu an tavan yaptı. Hedefe kilitlenmiş güdümlü bir mermi gibiyim. Siz ‘tamam yeter’ diyene kadar vazifeye devam!“ dedi.

Fahri bey, “Yargıda Birlik Platformu’nun ilk toplantısı bizim için çok önemli. Çok görkemli olmalı, binlerce kişi katılmalı. Havuz medyamız başta olmak üzere pek çok  basın organı oraya yönlendirilecek. Köpürterek haberler yapılmasını sağlayacağız. Adaylarımız bu toplantılara eksiksiz katılmalı, kendilerini tanıtmalı ve amaçlarımızı kararlı bir şekilde anlatmalılar. Kitleleri iyi yönetmek suretiyle toplantı sonunda kalabalıktan toplu destek sözü alınmaya çalışılmalı.” dedi. Mehmet bey “Efendim stratejimize muvafık şekilde taktikler belirlemenize ve yüksek planlama kabiliyetinize hayranım.” diyerek takdirini dile getirdi.

Fahri bey hafifçe tebessüm ederek, “Meslek hayatımın yarısı kürsülerde geçtiyse diğer yarısı da devletin karanlık dehlizlerinde bu işleri öğrenip uygulamakla geçti. Neyse Mehmetcim, çok uzatmadan konumuza dönelim. Adayların sevk ve idaresinden bizzat sen sorumlusun, aralarında bir problem çıkmasını istemiyorum. Bir sorun iletecekseniz de, yanıma muhtemel çözümlerle gelin. Eksik bıraktığımız veya anlaşılmayan bir şey yoksa görüşmeye son verebiliriz. Bu görüşmeyi yaptığımı da beyefendiye sözlü olarak rapor edeceğim. Ekleyeceğin bir şey var mı?” diye sordu. Mehmet bey, “Ekleyeceğim başka bir husus yok sayın müsteşarım. Beyefendiye saygılarımı ve sağlığına duacı olduğumu iletilirseniz minnettar olurum. Hoşçakalın.” dedi.

Karşı taraf telefonunu kapattıktan sonra, Mehmet bey, cep telefonuna daha önceden ayarladığı kayıt aplikasyonunu sonlardırdı ve “Burası Türkiye, her an her şey değişebilir. Ben de kendimi güvenceye almak zorundayım Fahri bey. Kusura bakma!” diye mırıldandı.

 

Serinin önceki yazıları:

Akrebin Kıskacındaki Yargı (1): “Teklif ve Karar”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (2): “Sır Toplantı”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (3): “Yol Ayrımı”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (4): “Motto”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (5): ‘Kuşçueşref’
Akrebin Kıskacındaki Yargı (6): “Dörtlü Zirve”

Akrebin Kıskacındaki Yargı (7): “YBP’nun Militan Adaylarının Belirlenmesi” yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-7-ybpnun-militan-adaylarinin-belirlenmesi/feed/ 0
Akrebin Kıskacındaki Yargı (6): “Dörtlü Zirve” https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-6-dortlu-zirve/ https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-6-dortlu-zirve/#respond Fri, 06 Jan 2023 23:31:05 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9030 Akrebin Kıskacındaki Yargı (6): “Dörtlü Zirve”   Dönemin siyasi muktediri, adlî takibat cenderesinden ebediyen çıkmak istiyordu. Çevresi ile birlikte karıştığı yolsuzluklara tolerans göstermeyen/göstermeyecek olan hakim-savcıların tasfiyesi ve yargının yeniden dizaynını kendisine baş gündem yapmıştı. Bıkmadan usanmadan, her ortamda, yolsuzluk operasyonlarını kendisi ve partisine yapılmış bir darbe olarak anlatıyordu. Bu uğurda, daha önce kan düşmanı olduğu […]

Akrebin Kıskacındaki Yargı (6): “Dörtlü Zirve” yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Akrebin Kıskacındaki Yargı (6): “Dörtlü Zirve”
 
Dönemin siyasi muktediri, adlî takibat cenderesinden ebediyen çıkmak istiyordu. Çevresi ile birlikte karıştığı yolsuzluklara tolerans göstermeyen/göstermeyecek olan hakim-savcıların tasfiyesi ve yargının yeniden dizaynını kendisine baş gündem yapmıştı. Bıkmadan usanmadan, her ortamda, yolsuzluk operasyonlarını kendisi ve partisine yapılmış bir darbe olarak anlatıyordu. Bu uğurda, daha önce kan düşmanı olduğu kesimlerle dahi pazarlık yapıp güç birliği için anlaşmaya varmıştı. Yeni ortaklarından transfer ettiği hemşehrisi Fahri Kısır’ı Başbakanlık müsteşarlığına getirdi. Teşkilat içinden geldiği için, yargı konusunda yegane danıştığı kişi oydu.

Yeni bir yolsuzluk operasyonuna maruz kalmamak için paralelci olarak nitelediği yargı mensuplarının temizlenmesi amacıyla Ekim (2014) ayında yapılacak olan HSYK seçimine büyük önem veriyordu. Seçimler onun uzmanlık alanıydı! Politika yaptığı süre içinde hiç seçim kaybetmemişti. Bu seçimleri koordine etmesi için Fahri beye tam yetki verdi. Başbakanlık müsteşarı olduğu için bürokrasisinin en tepe amiri sıfatıyla devletin tüm imkanını bu amaca güdümleme yetkisine sahipti. O da gerekenleri yapma noktasında hiç tereddüt göstermeyecekti.

Yıl ortasında Başbakanlık resmî konutunda Fahri bey başkanlığında Adalet bakanı Bekir Boz, İstihbaratçı Hakan Fiten ve Adalet bakanlığı müsteşarı Kenan İpekçi’nin katılımıyla basına kapalı dörtlü bir zirve gerçekleştirildi. Fahri bey heyete “Beyefendinin selam ve başarı dileklerini  ileterek toplantıya başlıyorum. Tek gündemimiz var: Paralel yapı. Başbakan’ımızın bu yapıyla mücadele ve yargının yeniden yapılandırılması konusunda çok kararlı ve aceleci olduğunu belirtmeliyim. Malum olduğu üzere Milli Güvenlik Kurulu’nda bu yapının kalemi kırılmıştı. Geriye sadece infaz edilmesi kalmıştır. İşin önemi ve aciliyeti hasebiyle usulî yargılamalar infaz sonrasına bırakılmıştır. Bu konuda herhangi bir tereddütü olan var mı? Varsa değerlendirebiliriz“ dedi.

Küçük bir el hareketiyle söz alan Hakan bey, “Biliyorsunuz bizler kurumsal olarak faaliyetlerimizi icra ederken hukuku öncelemek gibi bir kaygı taşımıyoruz. Bu hukuka karşı olduğumuz anlamına gelmez. Yani eylemlerimiz hukuka göre daha önceliklidir. Bu bakımdan devletimizin aldığı kararların tatbikinde bize düşen görevleri yapmaya hazırız” dedi. Fahri bey, “Hakan beyin göreve nasbedildiği 2010 tarihinden beri paralel yapının güçlenip genişlemesine karşı koyma ile ilgili örtülü çalışmalarını takdir ettiğimi belirtmek istiyorum. İstihbarat kurumumuz adeta erken uyarı sistemi gibi bizleri ikaz etmişti ancak politik şartların olgunlaşması beklendiği için harekete geçilemedi. Geniş bir toplumsal taban bulmuş ve sosyolojik bir harekete dönüşmüş olan bir cemaatin  tasfiyesi ancak çok ciddi suçlamalarla kriminalize edilmesine bağlıdır. Sayın başbakanımız cemaat temsilcilerini bizzat ‘iki polis ve bir savcıyla sizi terörist  bir örgüt ilan ederim’ diye uyarmasına rağmen cemaat yetkilileri ‘hukuk var olduğu sürece siz dahi bunu yapamazsınız’ diye küstahça cevap vermişlerdir. Arkadaşlar, ben cemaatin sadece hukuka güvendiğini zannetmiyorum. Ama neye güveniyorlar tam çözemedim.” dedi.

Tam burada söze giren Adalet bakanlığı yeni müsteşarı Kenan bey “40 yıllık olduğu söylenen bu yapıyla mücadele etmek için  bendenizi de göreve layık gören Beyefendiye minnettar olduğumu belirterek söze başlamak istiyorum. Cemaatin bu cüretkarlığının altında hukuk devletinin işleyişine güvenmekle birlikte başta yargı olmak üzere bürokrasideki yandaşlarına ve hukuku önceleyen diğer kamu görevlilerine de güvendiklerini düşünüyorum. Kritik konumdaki bu kişileri klasik ve sosyal medya marifetiyle kriptocu paralel yapı elemanı diye afişe ederek tasfiyelere devam edebiliriz. O yapının içinde kızım dahi olsa görevden tardına ses çıkarmayacağıma sizi temin ederim” dedi.

Nazik bir ses tonuyla söz alan taze Adalet Bakanı Bekir Boz ise “Arkadaşlar genel olarak söylenenlere ben de katılıyorum.  Ama cemaatin dini ve psikolojik açıdan toplumsal derinliğinin kavranması noktasında eksik düşünüldüğünü belirtmek isterim. Toplumu teşkil eden ailelerin %60-70’inde varlığını hissettiren bir yapıyla cephesel mücadele etmek suretiyle tam sonuç alamayız. Onları kendi aralarında birbirlerine düşürecek ve aileleri içinde yalnızlaştıcak hamlelere de ihtiyaç var. Bu kapsamda neler yapabileceğimize dair kafa yormalıyız” dedi. Bu konu üzerine söz alan Hakan bey, “Sayın bakanım çok güzel bir konuya değindi. Cemaatin dinî ve millî meşruiyetini toplumda ve aileler içinde tartışılır hale getirmek için boş durmuyoruz. Psikolojik harp uzmanı Prof.Nevzat bey ve Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan bir heyetle birlikte gizli bir proje üzerinde çalışıyoruz. Son aşamaya geldik diyebilirim. Ayrıca kaçırdığımız cemaat mensuplarının kimini ikna edip devşirerek kimini de işkenceyle itirafçı haline getirerek cemaatin kılcallarına kadar işleyişini tetkike çalışıyoruz. Bu veriler ışığında toplum için zehirli olan bu ağacın köklerini zayıflatmayı başarabilirsek ayakta kalması zor hale gelecektir” dedi.

Heyet Hakan beyin sözlerinden gayet memnun oldu ve ayrı ayrı onu tebrik ettiler. Fahri bey kalemini masaya hafifçe vurarak kısa süreli oluşan curcunayı dağıttı ve “Sayın heyet, Yargıda Birlik Örgütümüz Başmüfettiş Mehmet Yorulmaz başkanlığında ilk toplantısını İstanbul’da yapacak. Bunu takiben her cuma büyük ve orta ölçekli vilayetlerde geniş katılımlı toplantılar düzenleyeceğiz. Toplantıya ayrım yapmaksızın bütün yargı mensuplarını davet edeceğiz, gövde gösterisi yaparak ağırlığımızı hissettireceğiz. Çıkması muhtemel aykırı sesleri, görevlendireceğimiz bıçkın arkadaşlarla en sert şekilde bastıracağız. İktidar ve muhalefet partilerine ait belediyeler toplantılarımız için en büyük salonlarını tahsis etmek ve masrafları karşılamak için ayrı ayrı taahhütlerde bulundular.” dedi.

Bekir bey söz alarak “Bu işi Mehmet Yorulmaz’dan da iyi yapabilecek daha yetkin kişiler varken neden o tercih edildi?” diye sordu. Fahri bey  gülümseyerek “Bunun cevabı Hakan beyde’’ diyerek, istihbarat şefini işaret etti. Koltuğuna iyice yaslanan Hakan bey hafifçe öksürdükten sonrai “Mehmet bey, eski eşinin şüpheli (!) ölümünden bu yana radarımıza girdi ve birlikte çalışmaya başladık. Hayalarından tuttuğumuz biri varken ne yapacağını öngöremediğimiz kişilerle hareket etmek aptalca olmaz mı? Biz kimilerini önünden kimilerini de arkasından kendimize bağlarız“ diyerek Bekir beye kurnazca baktı. Bekir bey de, “Çok iyi anladım, teşekkür ederim, kafamda en ufak bir istifham kalmadı” dedi ve ürkekçe başını sallayarak Hakan beyi onayladı.

Kenan bey söz alarak, “Bakanlık olarak  YBP adayları ve bakanlık görevlilerinin hukuki konularda konuşmacı olacağı seminerler de tertip ederek adliyelerde propaganda faaliyetlerimizi canlı tutabiliriz. Bu toplantılara reyini garantilediklerimizi çağırarak sayısal toplamımızı da ara ara  ölçme olanağı elde edebiliriz. Ayrıca bu toplantıların dışında kaldığını düşünerek panikleyip katılmak isteyecek olan korkak hakim ve savcıları da saptayıp bünyemize dahil edebiliriz” dedi ve ekledi, “HSYK aday adaylarımız belli. Ancak kesin adayları hangi kriterlere göre belirleyeceğiz?” diye sordu. Hakan bey söze girerek “YBP’nin tüm aday adayları akreditasyonumuzdan geçmiş güvenilir kişiler. Önce göstermelik bir ön seçim yapacağız, sayım gizli yapılacağı için kesin adayları bizzat biz ilan edeceğiz. Adaylarımız sosyal demokrat, ülkücü, ulusalcı, alevi, hakyolcu, menzilci ve nurcu duyarlılığı olan hakim ve savcılar arasından seçilecek. Böylece seçmenlere geniş bir yelpaze sunacağız. Seçime doğru da blok halinde oy vermenin önemi hakkında tahşidât yapacağız. Yargıç ve Savcılar Sendikasını ise seçimde etkisiz kılmak için bizde saklı özel metotlar uygulayacağız. Diğer yandan, bağımsız adayları yıpratıcı çalışmalara da devam edeceğiz” diye yanıt verdi. Kenan bey tekrar söz alarak, “Peki bütün bu tedbirlere rağmen bağımsız adaylar karşısında seçimi kaybedersek B planımız nedir?” diye sordu. Fahri bey “Efendim önümdeki bu dosyada A’dan Z’ye alternatif tüm planlar hazır. İstemediğimiz adayların kazanması halinde kaza süsü verilmiş suikastlerden tutun, yasal ve anayasal değişikliklere varıncaya kadar her çareye başvurabiliriz. Nasıl ki, kumarda hep kasa kazanır; nihayetinde bu seçimleri de biz kazanacağız! Seçimi kazandıktan sonra inşallah ikinci zirveyi yine burada yapacağız arkadaşlar! Ama bu sefer, hasımlarımızın kitlesel tasfiye yöntemlerini konuşuyor olacağız. Hepinize teşekkür ederim.” diyerek toplantıyı sonlandırdı.

Serinin önceki yazıları:

Akrebin Kıskacındaki Yargı (1): “Teklif ve Karar”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (2): “Sır Toplantı”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (3): “Yol Ayrımı”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (4): “Motto”
Akrebin Kıskacındaki Yargı (5): ‘Kuşçueşref’

 

Akrebin Kıskacındaki Yargı (6): “Dörtlü Zirve” yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/akrebin-kiskacindaki-yargi-6-dortlu-zirve/feed/ 0
TEKNİK ARAÇLARLA İZLEME TEDBİRİ VE İNSANİ YARDIM FAALİYETLERİNE YÖNELİK OPERASYONLAR https://hukukpenceresi.com/teknik-araclarla-izleme-tedbiri-ve-insani-yardim-faaliyetlerine-yonelik-operasyonlar/ https://hukukpenceresi.com/teknik-araclarla-izleme-tedbiri-ve-insani-yardim-faaliyetlerine-yonelik-operasyonlar/#respond Mon, 26 Dec 2022 19:12:47 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=9011 İnsani Yardım Faaliyetlerine Yönelik Operasyonlar Bir Soykırım Uygulamasıdır Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yönetimindeki AKP iktidarının 17-25 Aralık 2013 tarihli yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarının ardından Gülen Hareketi’ne karşı başlattığı planlı ve sistematik soykırım uygulamalarından birisi de insani yardım faaliyetlerinin “terör suçu” kapsamında soruşturulması ve engellenmesidir. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra 150 binden fazla kamu görevlisi KHK […]

TEKNİK ARAÇLARLA İZLEME TEDBİRİ VE İNSANİ YARDIM FAALİYETLERİNE YÖNELİK OPERASYONLAR yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
İnsani Yardım Faaliyetlerine Yönelik Operasyonlar Bir Soykırım Uygulamasıdır

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yönetimindeki AKP iktidarının 17-25 Aralık 2013 tarihli yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarının ardından Gülen Hareketi’ne karşı başlattığı planlı ve sistematik soykırım uygulamalarından birisi de insani yardım faaliyetlerinin “terör suçu” kapsamında soruşturulması ve engellenmesidir.

15 Temmuz darbe girişiminden sonra 150 binden fazla kamu görevlisi KHK ile görevlerinden ihraç edilmiştir. Yine KHK’lerle, eğitim, kültür, sağlık, insani yardım gibi alanlarda faaliyet gösteren binlerce özel kurumun kapısına kilit vurulmuş ve bu kurumlarda çalışan kişilerin çalışma lisansları iptal edilmiştir. Bununla da kalmamış, bütün bu insanlar “sakıncalı kişi” olarak fişlenmiş ve oluşturulan baskı ortamında özel sektörde çalışmaları dahi engellenmiştir. Kısacası bu kişiler adeta açlığa mahkûm edilmişler ve sivil ölüme maruz bırakılmışlardır. Bunun yanı sıra pek çoğu hakkında, ByLock kullanmak, Bank Asya’ya para yatırmak, Gülen Hareketi ile irtibatlı kurumlarda çalışmak, dernek/sendika üyesi olmak gibi yasa dışı kriterlerle “terör” suçundan soruşturma açılmış ve tutuklanmıştır.

Ancak zulüm bununla da sınırlı kalmamıştır. AKP iktidarı ve güdümündeki yargı teşkilatı, sivil ölüme ve ağır hapis cezalarına mahkûm ettikleri kişilerin ailelerinin gıda, kira ve sair maddi ihtiyaçlarına katkı sağlayan insani yardım faaliyetlerini de engelleme çabasına girmiş ve bu eylemleri de soruşturma konusu yapmıştır. İnsani yardım faaliyetlerine yönelik operasyonların bir dizi gizli izleme ve teknik takibe dayalı olarak yapıldığı görülmektedir. Gizli izleme araçlarıyla takipler yapılarak mağdurlara yapılan yardımlar kayda alınmakta ve bir süre sonra da operasyona dönüştürülmektedir. Gizli izlemeye izin veren kanuni düzenleme, “Teknik araçlarla izleme” başlığı altında CMK’nun 140. maddesinde yer almaktadır. Ancak insani yardım faaliyetlerine yönelik operasyonlar, açık bir şekilde söz konusu hükümde belirtilen yasal koşullara aykırı şekilde yapılmaktadır. Aşağıda bu konuya ilişkin hukuki düzenlemeye yer verilecek ve insani yardım faaliyetlerine yönelik operasyonların bu hükümlere uygun olarak yürütülüp yürütülmediği irdelenecektir.

TEKNİK ARAÇLARLA İZLEME TEDBİRİNE BAŞVURU ŞARTLARI

Teknik araçlarla izleme, CMK m.140/1’de sayılan (katalog) suçlar için başvurulabilen özel/gizli bir koruma tedbiridir. Bu tedbire başvurabilmek için aşağıdaki şartların bulunması zorunludur:

1-Teknik araçlarla izleme tedbirine ancak maddede sayılı suçlar bakımından başvurulabilir. Maddede yer almayan suçların takibi için verilecek karar ve bu yolla elde edilecek deliller hukuka aykırı olacaktır. Örneğin katalog suçlar arasında yer alan terör suçundan dolayı teknik takip mümkün iken, terörizmin finansmanı suçundan teknik takip yapılması mümkün değildir. İkisi ayrı suçlardır ve terörizmin finansmanı suçu katalog suçlar arasında sayılmamıştır. Katalog suçlar yorum yoluyla genişletilemez.

Siyasi iktidarın ve rejim yargısının “mali yapılanmaya yönelik operasyon”, “finansal operasyon” şeklinde duyurduğu KHK’lı mağdur ailelere insani yardım yapan kişilere yönelik teknik takiplerin hukuki dayanağı yoktur, elde edilen deliller de hukuka aykırı delildir. Bunu bildikleri için de kanuna karşı hile uygulamakta, söz konusu eylem hakkında “terör örgütü üyeliği” suçundan teknik takip yapılması istemektedirler.

Katalog suç kapsamında yapılan teknik takip sonucu elde edilen deliller katalog suçlarla ilgili soruşturma ve kovuşturma dışında (katalogda yer almayan suçlar bakımından) kullanılamaz; ceza kovuşturması bakımından gerekli olmadığı takdirde savcı gözetiminde imha edilir(CMK m. 140/4). Katalog suçlar dışındaki suçlara ilişkin deliller “tesadüfen elde edilen” delil kapsamındadır. Kanunda (CMK m. 138,140) buna ilişkin bir hüküm bulunmadığından, tesadüfen elde edilen bulguların CMK m. 217 anlamında delil olarak kullanılması mümkün değildir. Katalog suçtan dolayı takip altında tutulan şüphelinin, katalogda yer almayan bir suçu, örneğin resmi belgede sahtecilik veya terörizmin finansmanı suçunu (6415 sayılı Yasa m.4) işlediğine ilişkin deliller elde edilmesi halinde bu deliller sözü geçen suçlarla ilgili yargılamada delil olarak kullanılamaz.

Katalog suç dışında bir suça yönelik teknik takip yapılması, görevlilerin özel hayatın gizliliğini ihlal (TCK m.134) suçu kapsamında cezai sorumluluğunu doğuracaktır.

Teknik takip sırasında elde edilen verilere göre suç vasfının değişerek katalogda yer almayan bir suça dönüşmesi halinde, teknik takibin durdurulması gerekir.

2-Teknik araçlarla izleme tedbirine şüpheli veya sanık hakkında başvurulur. CMK m. 2’deki tanıma göre, şüpheli, soruşturma evresinde suç şüphesi altında bulunan kişi; sanık ise kovuşturmanın başlamasından itibaren hükmün kesinleşmesine kadar, suç şüphesi altında bulunan kişidir. Dolayısıyla bu tedbire karar verebilmek için başlamış bir soruşturma veya kovuşturma olmalı ve hedef kişi bu soruşturmanın “şüphelisi” veya kovuşturmanın “sanığı” konumunda bulunmalıdır. Hakkında soruşturma/kovuşturma olmayan, şüpheli veya sanık sıfatı bulunmayan veya kimliği bilinmeyen kişilere ya da belirsiz insan (veya meslek) topluluklarına yönelik tedbir kararı verilmesi hukuka aykırıdır ve bu karara dayanarak yapılan takip sonucu elde edilen deliller de hukuka aykırı delil niteliğindedir.

Örneğin, “Yeniden yapılanma faaliyetlerine yönelik şüphelilerin tespiti için” şeklinde genel bir talep yazısı ve hâkim kararı, somut şüpheli şartının gerçekleşmemesi nedeniyle hukuka aykırıdır (Bu tür bir karar ayrıca aşağıda bahsedilecek olan “somut delil” şartı bakımından da değerlendirilmelidir).

Nitekim Yargıtay, “Kimlikleri tespit edilemeyen kişilerin zaman zaman bir araya gelip suç işlemek üzere anlaşarak organize olmak suretiyle örgüt kurduklarına dair bilgi alınmış olup bu durumun ve olayın aydınlatılması için teknik araçlarla izlemeye gerek duyulması” şeklindeki gerekçeye dayanılarak verilen teknik takip kararının (somut delil şartını da karşılamamasıyla birlikte) hukuka aykırı olduğuna karar vermiştir; teknik takibin kime ve hangi suça ilişkin olduğu kararda belirtilmelidir.[1]

Yargıtay, tedbir kararında sanıkların kimliklerine yer verilmemesini, “tespit edilecek diğer şüphelilerinde” denilerek genel çerçevede bir karar verilmesini, verilen kararın suç tarihlerini kapsamamasını da bozma nedeni saymıştır.[2]

Diyelim ki, şüpheli A hakkında karar alındı. A’nın B ve C ile buluştuğu tespit edildi. B ve C’nin şüpheli sıfatı ve haklarında bir karar yoksa B ve C “ayrıca” teknik takibe alınamaz. Teknik takip, hakkında karar verilen kişi ile sınırlı tutulmak zorundadır. A’nın takibi sırasında B ve C’nin işlediği suçlarla ilgili olarak elde edilebilecek deliller “teknik araçlarla izleme sonucu elde edilen delil” değil, “tesadüfen elde edilen delil” kategorisinde yer alır. Dolayısıyla hukuki rejimi de farklıdır.

3-Teknik araçlarla izleme tedbirine başvurabilmek için katalog suçların işlendiği hususunda “somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebepleri bulunması” zorunludur. Soruşturmanın başlaması için gereken “basit şüphe” ya da iddianame hazırlanması için gereken “yeterli şüphe” bu tedbirin uygulanabilmesi için yeterli değildir. Kuvvetli suç şüphesi olmalı ve bu şüphe dosyada mevcut somut delillere dayanmalıdır. Duyumlar, tahminler, varsayımlar veya kanaatler değil; somut delil gerekir.[3]

Tedbire karar verecek merci somut delillerin varlığını araştırmalıdır. Delillerin, kuvvetli şüphe oluşturacak yoğunlukta ve hukuka uygun elde edilmiş olmasına dikkat edilmelidir. Kuvvetli şüphenin tedbirin devam ettiği süre boyunca bulunması gerekir. Kuvvetli şüphe ortadan kalkmış ise tedbire de derhal son verilmelidir. Çünkü tedbirin varlık nedeni kuvvetli şüphenin varlığıdır. Şartları ortadan kalkmasına rağmen devam eden teknik takip ve bunun sonucunda elde edilecek deliller hukuka aykırı olacaktır.

Tedbire karar verebilmek için katalog suçların “işlendiği” hususunda somut delil olmalıdır, “işleneceği” hususunda değil. Suç işlenmesinden önce yapılan ve istihbarat amaçlı olan teknik araçlarla izlemeler ceza muhakemesinde delil olma niteliğine sahip değildir.

İnsani yardım faaliyetlerine yönelik operasyonlarda bu hükümler ihlal edilmektedir. KHK’lıların veya cezaevinden tahliye olan kişilerin “yeniden yapılanma” bahanesiyle, herhangi bir suç işlenmeden önce doğrudan teknik takibe alındığı anlaşılmaktadır. Aslında işlenen bir suçun ve failinin takibi yapılmamaktadır. Kaldı ki insani yardım faaliyetleri hiçbir hukuk sisteminde suç değildir. Ülkemizde Gülen Hareketi dışındaki kişi ve gruplara/örgütlere karşı bu tür faaliyetlerden dolayı suç isnadında bulunulmamaktadır. Ancak iktidarın Gülen Hareketi’ne yönelik soykırım politikası çerçevesinde söz konusu kişilere sırf kimliğinden dolayı potansiyel suçlu muamelesi yapıldığı anlaşılmaktadır. Ortada işlenen bir suç ve somut delillere dayalı kuvvetli şüphe bulunmadığından, yapılan teknik takipler ve elde edilen deliller hukuka aykırıdır.

18 Ekim 2022 tarihinde, KHK’lı veya cezaevinde mahpus olan kişilerin ailelerine yönelik insani yardım yaptıkları gerekçesiyle 59 ilde eşzamanlı bir operasyon yapılmış ve 704 kişi hakkında gözaltı kararı verilmiştir. Yapılan operasyon İçişleri Bakanı tarafından kamuoyuna duyurulmuştur. Gözaltına alınan kişilere sorgularında mağdur ailelere ATM’lerden para gönderme veya gıda yardımı yaptıklarına ilişkin kamera ve teknik takip görüntüleri sorulmuştur. Bu soruşturmada yüzlerce kişi hakkında tutuklama kararı verilmiştir. Oysa tutuklama için kuvvetli şüphe gerekir. Bahse konu deliller kuvvetli şüphe oluşturmamakla birlikte, teknik takiple elde edilen bu deliller çıkarıldığında dosyada başka hiçbir delil bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Buna göre teknik takip kararları hiçbir delile dayanmadan verilmiştir. Bu kararlara istinaden yapılan (hukuksuz) takipler sonucu elde edilen delillerle (kamera görüntüleri vs.) gözaltı/tutuklama kararları verilmiştir. Tutuklamanın kendi şartlarının oluşmaması bir yana, tutuklamada kullanılan deliller hukuka aykırı teknik takiple elde edildiğinden bu delillere dayanılarak verilen tutuklama kararları da hukuka aykırıdır. Yani bu olay neresinden baksanız, baştan sona bir hukuk faciası, hatta facialar silsilesidir. Zehirli ağacın meyvesi de zehirlidir. Hukuka aykırı teknik takip sonucu elde edilen delillere dayanılarak elde edilen her yeni delil ve bu delillerden çıkarılan analizler de hukuka aykırı delil niteliğinde olup, tutuklamaya veya hükme esas alınamaz.

Yargıtay kararlarında da soyut şüpheye dayalı olarak karar verilemeyeceği, kuvvetli suç şüphesi sebeplerinin dayanağını oluşturan somut olguların bulunması ve buna ilişkin belgelerin dosyada mevcut olması gerektiği vurgulanmıştır.[4]

Burada dikkat edilmesi gereken önemli bur husus var: Savcıların CMK m. 140’a dayalı talep yazılarında somut delil olarak çoğunlukla tape kayıtları bulunmaktadır. Yani şüphelinin telefonu dinlemeye alınmıştır ve başka bir kişiyle buluşma randevusu, faaliyeti, şüphe çeken (açık veya şifreli) konuşmaları tespit edilmiştir. Savcılık da şüphelinin teknik araçlarla izlenerek buluşmasının veya faaliyetinin tespiti için CMK m.140’tan karar ister. Eğer “somut delil” bir tape kaydı ise, bu durumda tape kaydının hukukiliği de sorgulanmalıdır. Buna ilişkin CMK m.135’in şartları ile burada açıkladığımız CMK m.140’ın şartları (katalogdaki bazı suçlar dışında) aynıdır. Eğer tape kayıtları hukuka aykırı yöntemle elde edilmiş ise, bu kayıtlara dayanılarak CMK 140’tan teknik izleme kararı verilmesi de hukuka aykırı olacaktır. Somut delil olarak tape kayıtları dışında tanık beyanı veya başkaca herhangi bir delil sunulması da mümkündür. Bu delillerin yasak yöntemlerle elde edilip edilmediği de araştırılmalıdır. Örneğin işkence ile alınan tanık beyanına dayanılarak teknik takip kararı verilemez.

Teknik araçlarla izleme yapılmasına ilişkin hâkim kararında, “yapılan soruşturmada suç işlendiğine dair kuvvetli şüphe bulunduğu ancak başka suretle delil elde edilemeyeceği” şeklinde kanun hükmünü tekrarlamaktan başka herhangi bir gerekçe yoksa o karar hukuka aykırı bir karardır.[5]

4-Teknik araçlarla izleme tedbirine başvurabilmek için zorunlu şartlardan biri de “başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması” şartıdır. Soruşturma makamı, bu tedbire başvurmadan önce yasaların elverdiği ölçüde tüm imkânları kullanarak delil toplayacak, teknik araçlarla izleme tedbirine “son çare” olarak başvuracaktır. Kararı verecek olan hâkim de kararından önce bu hususu denetleyecektir. Savcının talep yazısında ve hâkim kararında delillerin yetersizliği ve bu tedbire başvurulmasını zorunlu kılan nedenler açıklanmalıdır.[6]

İnsani yardım faaliyetlerine yönelik soruşturmalarda böyle bir çaba söz konusu olmadığı gibi, aksine hiçbir delil toplanmadan ilk kez ve doğrudan bu yola başvurulduğu görülmektedir. Daha vahimi, belirli bir topluluk, haklarında somut hiçbir delil bulunmadığı halde, topyekûn olarak potansiyel şüpheli kabul edilerek fiziki takibe alınmakta, aylarca süren takipler genişletilerek başka kişilere ve delillere ulaşılmaya çalışılmaktadır. Yasal şartları oluşmadığından bu takipler ve elde edilen deliller hukuka aykırıdır, hükme esas alınamaz. Bunun yanı sıra genelleme suretiyle karar alınması doğru olmayıp, her bir şüpheli hakkında bireyselleştirme yapılarak somut bulgulara göre karar verilmesi gerekir. Bu şekilde yürütülen hukuksuz operasyonlarla yasa maddesi kişi sayısınca ihlal edilmekte ve suç işlenmektedir.

Teknik araçlarla izleme tedbirine başvurulabilmesi için yukarıda belirtilen 4 şartın da bulunması gerekir. Şartlardan birinin bulunmaması halinde tedbir kararı verilemez. Kanunda yazılı bu şartlara aykırı karar ve işlemler sonucu ele geçirilen deliller hukuka aykırı delil niteliğinde olup, Anayasa’nın 38/6 ile CMK’nın 217/2 maddeleri uyarınca hükme esas alınamaz.

***

TEDBİRİN UYGULANACAĞI ALAN

Şüpheli veya sanığın kamuya açık yerlerdeki faaliyetleri ve işyeri teknik araçlarla izlenebilir, ses veya görüntü kaydı alınabilir (CMK m.140/1). Bu tedbir, kişinin konutunda uygulanmaz (CMK m.140/5).

Kişinin özel aracında teknik takip yapılabilir mi? Bu konuda yasada açık bir hüküm bulunmadığından doktrinde farklı görüşler vardır. Konuta yönelik kesin yasaklama karşısında, özel aracın konut niteliğinde olmadığı savıyla özel araçta teknik takip yapılabileceğini ileri sürenlerin yanı sıra aksi görüşte olanlar da vardır. Kişinin konutu kamuya açık değildir ve izlenmesi yasaktır. İşyerinde ise mutlak bir dokunulmazlık yoktur; kimi işyeri kamuya açık (mağazalar, AVM’ler gibi) iken, kimi işyerlerine sahibinin açık rızası ile (doktor muayenehanesi, avukat bürosu, şirket binası gibi) girilebilir. Özel araç bakımından böyle bir durum söz konusu değildir. Özel araçlar araç sahibinin özel alanına girmektedir ve tıpkı konut gibi ancak sahibinin rızası ile üçüncü kişilerin istifadesine sunulmaktadır. Bunlar da çoğunlukla aile ve yakın çevredir. Bu yönüyle özel araçların, aynı zamanda kişinin özel hayatının çekirdek alınana girdiği de söylenebilir. Kişi özel aracını çoğu kez tanıklıktan çekinme hakkı bulunan ailesi ve yakın çevresi ile birlikte kullanmaktadır. Şüpheli ve sanığın tanıklıktan çekinme hakkı olan aile fertleriyle yaptığı görüşmelerin kayda alınamayacağına ilişkin hüküm (CMK m. 135/3), kıyasen CMK m. 140 bakımından da uygulanabilir. Koruma tedbirleri temel hak ve özgürlükleri sınırlayıcı şekilde yorumlanamaz.[7]

Bu nedenle CMK m.140/5’teki konuta yönelik kesin yasaklama, teknik takibin özel araçlarda serbest olduğu şeklinde yorumlanamaz. Bütün bu nedenlerle, yasada açık bir hüküm bulunmamakla birlikte, teknik araçlarla izleme tedbirinin kişinin özel aracına yönelik olarak uygulanması hukuka aykırı olacaktır.

Öte yandan, özel araçta teknik takip yapılabileceğini savunmak AİHM uygulamaları bakımından da sorunludur. Önceden görülebilirlik kriterine göre, müdahalenin dayanağı olan hukuk açık, sarih olmalı, muğlak olmamalıdır. İlgili kişi, hukukun kendisine uygulanması halinde doğuracağı sonuçları önceden görebilmelidir. Özellikle kullanılan teknoloji giderek çok daha ileri ve karmaşık duruma geldiğinden, teknik araçlarla izleme tedbirlerine başvurulmasıyla ilgili kuralların açık ve ayrıntılı olması çok önemlidir. Bu konudaki hukuk, vatandaşlara, yetkililerin gizli izleme veri toplama tedbirlerine başvurmaya yetkili oldukları hal ve şartların ne olduğunu yeterince gösterecek kadar açık olmalıdır.

Oysa özel araçlara yönelik müdahalenin iç hukukumuzda hiçbir temeli yoktur. Bu tedbir, hukuken öngörülebilir değildir; tedbirin sonuçları önceden görülemediği gibi, keyfiliğe ve kötüye kullanmaya karşı bir güvence de içermemektedir. Ayrıca şüphelinin aracı her zaman kendi kullanımında olmayabilir. Bu durumda ve özellikle aracın kesintisiz takibi halinde şüpheli dışında aracı kullanan yakınları veya diğer üçüncü kişilerin hakları da ihlal edilmiş olacaktır.[8]

Gizli kamera veya böcek yerleştirilmesi konusu: Uygulamada başvurulan bu yöntemlerin iç hukukta hukuki bir temeli bulunmamaktadır. Dahası teknik takibin yöntemi ve kullanılacak araçlar konusunda kanunda açık bir hüküm ve sınırlama yoktur. Şüphesiz teknolojinin sürekli gelişmesinin de bunda payı vardır. Bu husus tamamen uygulamaya ve mahkeme içtihatlarına bırakılmış gözükmektedir. Teknolojinin gelişmesine bağlı olarak gizli izleme yöntem ve araçlarının türü ve nitelikleri de değişiklik göstermektedir. Bu kapsamda izlenecek yere gizli izleme araçları yerleştirilmesi de mümkündür. Ancak konuta veya iş yerine gizlice girilerek bu cihazların yerleştirilmesi hukuka aykırıdır ve bu şekilde elde edilen deliller de hukuka aykırı delil olacaktır. Zira teknik takibe izin veren CMK m.140, konut ve iş yeri dokunulmazlığını bertaraf eden bir hüküm değildir. Söz konusu işlemler konut ve iş yeri dokunulmazlığı (TCK m. 116) ihlal edilerek gerçekleştirilemez. CMK m. 140/5, konutlara gizli kamera veya böcek yerleştirilmesine zaten izin vermemektedir. İş yerleri bakımından ise ikili bir ayrım yapılmalıdır: Girilmesi açık rızaya bağlı iş yerleri TCK m. 116/2’de iş yeri dokunulmazlığı kapsamına alınmış olduğundan, bu yerlere rızaya aykırı/gizlice girilerek gizli izleme aracı yerleştirilmesi hem TCK m. 116/2’deki suçu, hem TCK 134’teki özel hayatın gizliliğini ihlal suçunu oluşturacak, hem de teknik takibi hukuka aykırı kılacaktır. Rıza gerektirmeyen market, kasap, mağaza ve benzeri işyerleri bakımından ise, açık oldukları saatte bu yerlere girilerek gizli izleme aracı yerleştirilmesi mümkündür. Ancak işyerinin kapanmasından sonra gizlice girilmesi durumunda yukarıda belirtilen hususlar bu işyerleri bakımından da geçerli olacaktır.

Kişilerin rızasını bertaraf edecek hile ve tuzaklarla işyerine girilerek veya özel aracı ele geçirilerek gizli izleme aracı yerleştirilmesi de hukuka aykırıdır ve elde edilen deliller hukuka aykırı delil niteliğindedir. Devlet vatandaşa tuzak kurmaz.

AİHM’e göre, izlemenin herkesin görebildiği bir yerde; kayıt tutulmadan ve güvenlik nedeniyle yapılması durumunda, kişinin özel yaşam hakkına bir müdahaleden bahsetmek mümkün değildir. Bu tür yerlerde bireyin tüm davranışları zaten herkes tarafından görülebilmektedir. Buna karşın, eğer izleme sistemli bir şekilde yapılıyorsa ve elde edilen veriler kayıt altına alınıyorsa, bireyin özel yaşamına müdahale söz konusu olabilmektedir(AİHM, Rotaru/Romanya, 28341/95, P. 43-44).[9]

AİHM, bir devletin denetime aldığı kişinin bilgisi dışında ve itirazı mümkün olamayacak bir biçimde gizli izleme yapması halinde, 8. maddenin büyük ölçüde hükümsüz kalabileceğine işaret etmektedir. Polis devletinin bir niteliği olan gizli izleme yetkilerine Sözleşme çerçevesinde ancak demokratik kurumları korumak için kesinlikle gerekli olduğu ölçüde katlanılabilir. AİHM, Khan/Birleşik Krallık kararında (P. 25-28) ve P.G. ve J.H./Birleşik Krallık kararında (P. 37-38), gizli dinleme cihazları kullanılmasının iç hukukta bir hukuki temeli bulunmadığı ve başvurucuların özel yaşama saygı haklarına yapılan müdahalelerin ‘hukuka göre’ yapılmadığı gerekçesiyle Sözleşme’nin 8. maddesinin ihlal edildiğini tespit etmiştir.

KARAR MERCİİ:

Teknik araçlarla izleme tedbirine hâkim tarafından, gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı tarafından karar verilir. Cumhuriyet savcısı tarafından verilen kararlar yirmi dört saat içinde hâkim onayına sunulur. Hâkim kararını en geç yirmi dört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi hâlinde kayıtlar derhâl imha edilir (CMK m.140/2). Bu usule uyulmaması, örneğin gecikmesinde sakınca bulunan bir hal olmamasına rağmen C. Savcısı tarafından karar verilmesi delilleri hukuka aykırı hale getirecektir. Hâkim veya savcı kararı olmadığı halde kolluk kuvvetlerinin şüpheli veya sanığı takip ederek, kiminle görüştüğünü, kimlerle/nerelerden alışveriş yaptığını, nerelere girip çıktığını vb. tespit ederek tutanak tutması hukuka aykırıdır ve bu tutanak hukuka aykırı delildir.

Gizli soruşturmacı görevlendirilmesi (m.139) ile teknik araçlarla izleme (m.140) birbirinden ayrı tedbirlerdir ve ayrı ayrı karar alınması gerekir. Gizli soruşturmacı görevlendirilmesine ilişkin karara dayanılarak teknik araçlarla izleme yapılamaz.[10]

TEDBİRİN SÜRESİ:

Teknik araçlarla izleme kararı en çok 3 haftalık süre için verilebilir. Bu süre gerektiğinde 1 hafta daha uzatılabilir. Örgütlü suçlarda buna ek olarak her defasında 1 haftadan fazla olmamak ve toplam 4 haftayı geçmemek üzere uzatılmasına karar verebilir. Yani toplamda en fazla 8 haftalık bir süre için tedbir kararı verilebilir. 8 haftayı aşan izlemeler, hâkim kararına dayansa bile hukuka aykırıdır. Ancak, bu tedbir ile birlikte gizli soruşturmacı görevlendirilmesi de varsa bu süreler bir kat artırılarak uygulanır(CMK m.140/3).

İlk kararda, kuvvetli şüphe oluşturan somut delillerin nelerden ibaret olduğu ve bu tedbire son çare olarak başvurma nedenleri açıklanır. Uzatma kararlarında ise bu genel gerekçelere ilaveten, ilk kararın icrası suretiyle elde edilen delillerin neler olduğu ve uzatma kararına niçin ihtiyaç duyulduğu açıkça belirtilmelidir. Buradan anlaşılacağı üzere, uzatma kararı verebilmek için tedbire başvurulmasında aranan koşulların devam ediyor olması gerekmektedir. Gerekçesiz verilen uzatma kararları ve uygulanan tedbirler hukuka aykırı hale gelecektir.[11]

Sürenin dolmasından dolayı tedbire son verildiğinde, daha sonra aynı şüpheli/sanık hakkında aynı suç sebebiyle yeniden tedbir kararı verilemez. Tedbir için aranan şartlardan birinin sonradan ortadan kalkması durumunda süre bitimi beklenilmeden tedbire derhal son verilmelidir.

Belirtilen şartlara aykırı karar ve işlemler sonucu ele geçirilen deliller hukuka aykırı delil niteliğinde olup, Anayasa’nın 38/6 ile CMK’nın 217/2 maddeleri uyarınca hükme esas alınamaz.

YASAYA AYKIRILIK HALİNDE İHLAL EDİLEN HAKLAR VE BAŞVURU YOLLARI

Yasaya aykırı olarak teknik araçlarla izleme kararı verilmesi ve elde edilen delillerin kullanılması halinde ihlal edilen Anayasa ve AİHS hükümleri ve başvurulacak yasa yolları nelerdir?

Bu konudaki yasaya aykırılıklar Anayasa’nın 20. (Özel hayatın gizliliği), 21. (Konut dokunulmazlığı) ve 22. (Haberleşme hürriyeti) maddelerini, AİHS’in 8. maddesini (Özel ve aile hayatına saygı hakkı) ihlal edecektir. Hukuka aykırı teknik takip yoluyla elde edilen delillerin yargılamada kullanılması ve mahkûmiyet hükmüne gerekçe yapılması halinde ayrıca AİHS’in 6. maddesindeki adil yargılanma hakkı da ihlal edilmiş olacaktır.

AİHS’e göre, özel ve aile hayatına saygı hakkının kullanılmasına yönelik müdahale, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir(AİHS m.8/2).

Hukukumuzda, teknik araçlarla izleme yapılmasının, ses ve görüntü kaydı alınmasının yasal dayanağı CMK’nın 140. maddesidir. Ancak yasada belirtilen koşullara aykırı olarak izleme yapılması, ses ve görüntü kaydı alınması özel hayatın gizliliğine ağır bir müdahale niteliğindedir. Ceza hukuku bakımından ise, hukuka aykırı bu müdahaleler, özel hayatın gizliğini ihlal (TCK m. 134) ve konut dokunulmazlığını ihlal (TCK m. 116) suçlarının oluşması sonucunu da doğurabilir.

Yasaya aykırı teknik takip yapılması halinde başvurulacak yasa yolları: Teknik takip kararları diğer hâkim veya mahkeme kararları gibi itiraza tabi olmakla birlikte, bu kararlar gizli olduğundan ve tebliğ edilmediğinden dolayı bu kararlara itiraz fiilen mümkün olamamaktadır. Bunun dışında AYM’ye yapılacak bireysel başvurudan önce ağır ceza mahkemesinde tazminat davası açılabilir.

CMK m. 141’de haksız koruma tedbirleri nedeniyle tazminat gerektiren haller düzenlenmiştir. Kanuna aykırı teknik araçlarla izleme haline ilişkin açık bir hüküm olmamakla birlikte maddenin 3. fıkrası buna imkân tanımaktadır. Anılan hükme göre, “Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir.” Hukuka aykırı teknik izleme kararları ile Anayasa’nın 20, 21 ve 22. maddeleri ihlal edildiğinden, haksız takibe uğrayan ve zarar gören (hakları ihlal edilen) kişilerin bu madde hükmüne istinaden tazminat davası açmaları mümkündür.[12] Tazminat davasının sonucuna göre de AYM ve AİHM başvuruları düşünülmelidir.

Hukuka aykırı teknik takip nedeniyle kimler tazminat davası açabilir? Kararda adı geçen ve doğrudan zarar görmüş olan şüpheli/sanık dava açabileceği gibi, hakkında karar olmadığı halde teknik takip nedeniyle özel ve aile hayatına saygı hakkı zedelenmiş olan kişiler varsa, örneğin şüphelinin aile fertleri gibi, bu kişiler de uğradıkları zararı kanıtlamak suretiyle dava açabilirler. Dava ile maddi ve manevi her türlü zararlarını Devletten isteyebilirler. Tazminat davası açma süresi 3 aydır.

Şüpheli/sanık tarafından açılacak tazminat davası teknik takibe konu soruşturmanın veya kovuşturmanın sonucunu etkileyici veya asıl davanın sonucuna bağlı olduğundan şüpheli/sanık bakımından dava açma süresi, karar veya hükümlerin kesinleştiğinin şüpheliye/sanığa tebliğinden itibaren başlar ve her halde kesinleşme tarihini izleyen 1 yıl içinde dava açılması gerekir (m.142/1). Bu süre hak düşürücü bir süredir. Dava süresinde açılmamış ise red kararı verilir.

Yukarıda belirtilen dava açma süreleri, hakkında karar verilen şüpheli/sanık içindir. Şüpheli/sanık dışında, hakkında soruşturma ve karar olmadığı halde teknik takipten zarar görenlerin ise (şüpheli/sanık hakkındaki) asıl davanın sonucunu beklemelerine gerek yoktur.

SÜRENİN BAŞLANGIÇ TARİHİ, tazminata dayanak olan işlemin yapıldığı soruşturma veya kovuşturma sonunda verilen karar veya hükümlerin (takipsizlik, beraat, mahkûmiyet …) kesinleştiği tarihtir. Kesinleşme tarihinden itibaren 1 yıllık süre başlar. Kesinleşme tebliğ edildiğinde ise 1 yıllık süreyi aşmamak üzere 3 aylık dava açma süresi başlayacaktır. Belirtmek gerekir ki, Yargıtay’a göre, asıl davanın sonucunu etkileyici veya asıl davanın sonucuna bağlı bir talep yoksa asıl davanın sonucu beklenmeden hukuka aykırı tedbir uygulandığı gerekçesiyle tazminat davası açılabilecektir.[13]

Tazminat talebi bir dilekçe ile yapılmalıdır. Dilekçede, tazminat talebinde bulunan kişinin açık kimliği ve adresi, zarara uğradığı işlemin ve zararın niteliği ve niceliği yazılmalı ve bunların belgeleri dilekçeye eklenmelidir (CMK m.142/3). Dilekçedeki bilgi ve belgeler yetersiz ise eksikliğin bir ay içinde giderilmesi, aksi hâlde davanın reddedileceği mahkemece ilgiliye duyurulur. Süresinde eksiği tamamlanmayan dilekçe, mahkemece, itiraz yolu açık olmak üzere reddolunur (CMK m.142/4).

Dava, zarara uğrayanın kendisi, yasal temsilcisi (veli/vasi) veya özel yetkili vekili tarafından açılacak, Devleti temsilen Hazine “davalı” olarak gösterilecektir. Dava zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde açılacaktır (CMK m.142/2). Tazminata konu asıl işlem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesince yapılmış ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi varsa dava o dairede çözülecektir. O yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa davaya en yakın yer ağır ceza mahkemesi bakacaktır. Ağır ceza mahkemesi kararını duruşmalı olarak verir. Davacı veya davalı açıklamalı çağrı kâğıdı tebliğine rağmen gelmezlerse, yokluklarında karar verilebilir. Ağır ceza mahkemesinde görülecek tazminat davası sonucunda verilecek karara karşı davacı, C.Savcısı veya davalı(hazine) temsilcisi, istinaf yoluna başvurabilir(CMK m.142/7-8).

[1] Yargıtay 21. CD., 19.10.2015, 2015/2995 E., 2015/4063 K.

[2] “Somut olayda; dosya sanıklarının açık kimlik bilgilerinin … ve… Sulh Ceza Mahkemesi’nin 22.01.2009 ve 13.03.2009 tarihli kararlarında yer almadığı, kararda “tespit edilecek diğer şüphelilerinde” denilerek genel çerçevede bir karar verildiği ve verilen kararın suç tarihlerini kapsamadığı,

… ve … Sulh Ceza Mahkemeleri’nin gizli soruşturmacı görevlendirilmesine ilişkin kararları kanuna aykırı olduğu gibi, gizli soruşturmacıların somut olaydaki çalışmaları hukuka aykırıdır. Soruşturma safhasındaki hukuka aykırılıklar nedeniyle sanıkların adil yargılanma hakkı ihlal edilmiştir.

Olayımızda sanıkların 5271 sayılı CMK’nın 140. maddesindeki düzenlemeye göre teknik araçlarla izlenmelerine ilişkin bir karar bulunmamaktadır. CMK’nın 139. maddesine göre alınan gizli soruşturmacı görevlendirilmesine ilişkin karara dayanılarak ve CMK’nın 140. maddesine göre ayrıca bir karar alınmadan teknik araçlarla izleme yapılamaz. Buna rağmen teknik araçlarla izleme, görüntü ve ses kayıtları yapılmıştır.” (Yargıtay 20. CD., 11.04.2016, 2015/15895 E., 2016/1979 K.)

“Somut olayda; sanığın açık kimlik bilgilerinin … Ağır Ceza Mahkemesi’nin 11.07.2014 tarihli kararında yer almadığı, kararda “tespit edilecek diğer şüphelilerinde” denilerek genel çerçevede bir karar verildiği,

… Ağır Ceza Mahkemesinin gizli soruşturmacı görevlendirilmesine ilişkin kararlarında kanun hükmünü tekrarlamaktan başka herhangi bir gerekçe de bulunmamaktadır. Sözü edilen karar Anayasanın 141. ve CMK’nın 34. maddelerine aykırı bir karardır. “ (Yargıtay 20. CD., 14.03.2016, 2015/15357 E., 2016/1455 K.)

[3] “Özgürlüklere ağır şekilde müdahale edilmesi sonucunu doğurması itibarıyla; teknik araçlarla izleme kararının, kime ve hangi suça ilişkin olduğunun, hangi tarihten hangi tarihe kadar geçerli olduğunun, hangi ihtiyaca binaen ve hangi deliller değerlendirildikten sonra verildiğinin, suçun işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphenin hangi somut delillere dayandığının, ilk kararın icrası suretiyle elde edilen delillerin neler olduğunun ve uzatma kararına niçin ihtiyaç duyulduğunun açık ve hiçbir duraksamaya neden olmayacak şekilde belirtilmesi gerekir.

Buna göre somut olayda;

1- Soruşturmanın CMK’nun 140/1-a-1 bendinde gösterilen ve karar tarihi itibarıyla katalog suçlardan olan “suç işlemek amacıyla örgüt kurma” suçundan başlatılmış olmasına rağmen, “örgütün varlığını ortaya koyan kuvvetli suç şüphesinin bulunup bulunmadığı ile bulunduğu kabul ediliyorsa buna dayanak teşkil eden “somut deliller”in nelerden ibaret olduğunun kararda belirtilmemiş olması,

4- Gerek ilk kararda, gerekse uzatma kararında, teknik araçlarla izleme yapılmasının sebebi, “örgüt kurulduğuna dair bilgi alınmış olup, bu durumun ve olayın aydınlatılması için teknik araçlarla izlemeye gerek duyulması” olarak gösterilmiş ve buna bağlı olarak örgütün varlığı konusunda duyum dışında hiçbir delil bulunmadığı açıkça belirtilmiş iken, kararların daha sonraki bölümünde “suç işlendiğine dair kuvvetli şüphenin bulunduğunun” belirtilmesi suretiyle çelişkiye neden olunması,

Nedenleriyle, sanık hakkında verilmiş bulunan “teknik izleme kararı” ile buna bağlı “uzatma kararı” hukuka aykırı olduğundan, hukuka aykırı olan kararın icrası kapsamında elde edilmiş bulunan “Fiziki Takip Tutanağı” da hukuka aykırı olarak elde edilmiş bir delil olması itibarıyla CMK’nun 217. maddesi bağlamında hükme esas alınamaz.” (Yargıtay 21. CD., 19.10.2015, 2015/2995 E., 2015/4063 K).

[4] “Somut olayda; … Emniyet Müdürlüğü tarafından gizli soruşturmacı görevlendirilmesi istenirken, “Mersin ili dâhilinde bulunan uyuşturucu sokak satıcılarının deşifre edilmesi ve suç unsuru ile birlikte yakalanmalarına yönelik çalışmalardan söz edilmiş, fail/failler veya fiiller somut olarak belirtilmemiştir. Oysaki gizli soruşturmacı görevlendirilmesi için olay somutlaştırılmalı, soruşturma konusu suçun işlenmiş ya da işlenmekte olması gereklidir. Somut olayda ise bir nevi önleme amaçlı gizli soruşturmacı görevlendirilmiştir. Aslında belli bir olay veya failin izlenmediği, fiil işlenmeden önce karar alındığı anlaşılmaktadır.

Suç işlendiği konusunda kuvvetli şüphe bulunup bulunmadığı ve başka surette delil elde etme imkânı olup olmadığı konusunda bir araştırma yapılıp yapılmadığı da bilinmediği için bu koşulların varlığı da bilinmemektedir.

Mersin 1. ve 6. Sulh Ceza Mahkemelerinin gizli soruşturmacı görevlendirilmesine ilişkin kararlarında kanun hükmünü tekrarlamaktan başka herhangi bir gerekçe de bulunmamaktadır. Sözü edilen kararlar Anayasa’nın 141. ve CMK’nın 34. maddelerine aykırı kararlardır.  (Yargıtay 20. CD, 15.10.2015, 2015/13889 E., 2015/4086 K.)

“Somut olayda; sanığın açık kimlik bilgilerinin Adana 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 22.05.2014 tarihli kararında yer almadığı, kararda “uyuşturucu satışı faaliyetlerinin detayları ile birlikte ortaya çıkartılabilmesi, olay faili ya da faillerinin yakalanabilmesi amacıyla” denilerek genel çerçevede bir karar verildiği,

Suç işlendiği konusunda kuvvetli şüphe bulunup bulunmadığı ve başka surette delil elde etme imkânı olup olmadığı konusunda bir araştırma yapılıp yapılmadığı da bilinmediği için bu koşulların varlığı da bilinmemektedir.” (Yargıtay 20. CD., 04.05.2016, 2016/140 E.,  2016/2733 K.)

[5] “Mersin 1. ve 6. Sulh Ceza Mahkemelerinin gizli soruşturmacı görevlendirilmesine ilişkin kararlarında kanun hükmünü tekrarlamaktan başka herhangi bir gerekçe de bulunmamaktadır. Sözü edilen kararlar Anayasa’nın 141. ve CMK’nın 34. maddelerine aykırı kararlardır.” (Yargıtay 20. CD., 15.10.2015, 2015/13889 E.,  2015/4086 K.)

“Antalya 4. Ağır Ceza Mahkemesinin gizli soruşturmacı görevlendirilmesine ilişkin kararlarında kanun hükmünü tekrarlamaktan başka herhangi bir gerekçe de bulunmamaktadır. Sözü edilen karar Anayasanın 141. ve CMK’nın 34. maddelerine aykırı bir karardır.” (Yargıtay 20. CD., 14.01.2016, 2015/15770 E.,  2016/121 K.)

[6] “Özgürlüklere ağır şekilde müdahale edilmesi sonucunu doğurması itibarıyla; teknik araçlarla izleme kararının, kime ve hangi suça ilişkin olduğunun, hangi tarihten hangi tarihe kadar geçerli olduğunun, hangi ihtiyaca binaen ve hangi deliller değerlendirildikten sonra verildiğinin, suçun işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphenin hangi somut delillere dayandığının, ilk kararın icrası suretiyle elde edilen delillerin neler olduğunun ve uzatma kararına niçin ihtiyaç duyulduğunun açık ve hiçbir duraksamaya neden olmayacak şekilde belirtilmesi gerekir.

Buna göre somut olayda;

2- Özgürlüklerin ağır şekilde kısıtlanmasına sebep olması nedeniyle soruşturmada “son çare” olarak başvurulması gereken, “teknik araçlarla izleme” tedbirine; hangi deliller niçin yetersiz kaldığı için başvurulduğunun açıklanmaması,

3- ”Fiziki Takip Tutanağına” esas teşkil eden teknik araçlarla izlemenin uzatılmasına ilişkin kararda, uzatmaya ilişkin karara temel teşkil eden ilk kararın icrası kapsamında hangi delillere ulaşıldığının ve niçin uzatmaya gerek duyulduğunun gösterilmemesi, …” (Yargıtay 21. CD., 19.10.2015, 2015/2995 E., 2015/4063 K).

[7] https://sen.av.tr/tr/makale/Teknik-Ara%C3%A7larla-%C4%B0zleme-%C3%96zel-Ara%C3%A7larda-Uygulanabilir-mi

[8] Özellikle kullanılan teknoloji giderek çok daha ileri ve karmaşık duruma geldiğinden, teknik araçlarla izleme tedbirlerine başvurulmasıyla ilgili kuralların açık ve ayrıntılı olması çok önemlidir. Bu konudaki hukuk, vatandaşlara, yetkililerin gizli izleme veri toplama tedbirlerine başvurmaya yetkili oldukları hal ve şartların ne olduğunu yeterince gösterecek kadar açık olmalıdır. Ayrıca bir gizli izleme sisteminde kamusal denetim bulunmadığından ve kötüye kullanma riski sistemin doğasında bulunduğundan, kötüye kullanmalardan kaçınmak için yasada asgari şu koruyucular bulunmalıdır: Alınacak muhtemel tedbirlerin niteliği, kapsamı ve süresi, tedbir emri verilebilmesi için bulunması gerekli sebepler, tedbir emri vermeye, yürütmeye ve denetlemeye yetkili makamlar ve ulusal hukuk tarafından sağlanan başvuru yolunun türü ( Uzun – Almanya, §61-63; Association for European Integration and Human Rights and Ekimdzhiev, §71-77; Liberty ve Diğerleri, §62).

Önceden görülebilirlik kriteriyle ilgili olarak, müdahalenin dayanağı olan hukuk açık, sarih olmalı, muğlak olmamalıdır. İlgili kişi, hukukun kendisine uygulanması halinde doğuracağı sonuçları önceden görebilmelidir. AİHM’e göre vatandaşların davranışlarını düzenlemelerine olanak vermek üzere yeterli açıklıkta formüle edilmemiş bir norm, hukuk kuralı olarak kabul edilemez; vatandaşlar belirli bir eylemin gerektirdiği sonuçları, durumun makul saydığı ölçüde ve eğer gerekiyorsa uygun bir danışmayla önceden görebilmelidirler (Sunday Times, §49).

Mahkeme Uzun – Almanya davasında, terör saldırılarından şüpheli başvurucunun, otomobiline yerleştirilen GPS cihazıyla izlenmesinin özel yaşama bir müdahale oluşturduğunu tespit etmiş ve Ceza Muhakemesi Kanununun 100c/1 no.1(b) maddesine dayanan bu müdahalenin önceden görülebilir olup olmadığını incelemiştir. …Dolayısıyla (bu olayda) müdahale önceden görülebilir niteliktedir.

Bu nedenle GPS cihazıyla izleme suretiyle elde edilen verileri işleme ve kullanma, başvurucunun özel yaşamına saygı hakkına bir müdahale oluşturmuştur. Bu izleme, Ceza Muhakemesi Kanununun 100c/1 no.1(b) maddesine dayanmakta olduğundan iç hukukta bir hukuki temeli bulunmaktadır. Bu hukuk, erişilebilir ve sonuçları önceden görülebilir nitelikte olup, kötüye kullanmaya karşı yeterli ve etkili güvenceler içermektedir; ayrıca bu müdahale ulusal güvenlik, kamu güvenliği, suçu önlenmesi ve mağdurların haklarının korunması meşru amaçlarını taşımaktadır ( Uzun – Almanya, §64-74).

Mahkeme’ye göre başvurucunun bütüncül ve kapsamlı bir izlemeye tabi tutulduğu söylenemez. Dahası bu izleme tedbiri, bombalı saldırılarla siyasetçileri ve kamu görevlilerini öldürmeye teşebbüs gibi çok ciddi suçların soruşturulmasıyla ilgilidir. Sonuç olarak başvurucunun GPS cihazıyla izlenmesi mevcut olayın şartları içinde, izlenen meşru amaçlarla orantılı olup demokratik bir toplumda gereklidir ( Uzun – Almanya, §78-80).

Mahkeme’ye göre, gizli izleme sisteminin doğasında istismar riski bulunduğundan, bu gibi tedbirler çok açık yasa hükümlerine dayanmalıdır. Özellikle gizli izleme tedbirlerinin kullanılmasıyla ilgili teknoloji giderek daha karmaşık hale geldiğinden, konuyla ilgili açık ve ayrıntılı düzenlemeler yapılmalıdır ( Amann, §56).

Müdahalenin bir hukuki dayanağının bulunması ve bu hukukun erişilebilir ve sonuçları önceden görülebilir olması yeterli değildir. Mevcut hukukun, hukukun üstünlüğüne uygun olması anlamında nitelikli olması, bir başka deyişle bireyi keyfi müdahalelere karşı koruyucular sağlaması gerekir.

Prof. Dr. Osman Doğru, Dr. Atilla Nalbant, İNSAN HAKLARI AVRUPA SÖZLEŞMESİ Açıklama ve Önemli Kararlar, 2. Cilt, s.11 vd.

[9] AİHM uygulamasına dair detaylı bilgi için bkz https://avukat-kilinc.com/all-cases-list/teknik-araclarla-yapilan-gizli-izlemelerin-avrupa-insan-haklari-sozlesmesine-uygunlugu-sorunu/index.html

[10] “Olayımızda sanıkların 5271 sayılı CMK’nın 140. maddesindeki düzenlemeye göre teknik araçlarla izlenmelerine ilişkin bir karar bulunmamaktadır. CMK’nın 139. maddesine göre alınan gizli soruşturmacı görevlendirilmesine ilişkin karara dayanılarak ve CMK’nın 140. maddesine göre ayrıca bir karar alınmadan teknik araçlarla izleme yapılamaz. Buna rağmen teknik araçlarla izleme, görüntü ve ses kayıtları yapılmıştır.

… 2- Teknik araçlarla izleme konusunda karar alınmadan yapılan ve bu nedenle hukuka aykırı olan görüntülü ve sesli kayıtlara dayanılarak hüküm kurulması, …Kanuna aykırı, … olduğundan hükümlerin BOZULMASINA,” (Yargıtay 20. CD., 15.10.2015, 2015/13889 E.,  2015/4086 K.). Aynı mahiyette kararlar için bkz. Yargıtay 20. CD., 11.04.2016, 2015/15895 E., 2016/1979 K.;  Yargıtay, 20. CD., 16.02.2016, 2015/14831 E.,  2016/793 K.

[11] “Özgürlüklere ağır şekilde müdahale edilmesi sonucunu doğurması itibarıyla; teknik araçlarla izleme kararının, kime ve hangi suça ilişkin olduğunun, hangi tarihten hangi tarihe kadar geçerli olduğunun, hangi ihtiyaca binaen ve hangi deliller değerlendirildikten sonra verildiğinin, suçun işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphenin hangi somut delillere dayandığının, ilk kararın icrası suretiyle elde edilen delillerin neler olduğunun ve uzatma kararına niçin ihtiyaç duyulduğunun açık ve hiçbir duraksamaya neden olmayacak şekilde belirtilmesi gerekir. Buna göre somut olayda;

3- ”Fiziki Takip Tutanağına” esas teşkil eden teknik araçlarla izlemenin uzatılmasına ilişkin kararda, uzatmaya ilişkin karara temel teşkil eden ilk kararın icrası kapsamında hangi delillere ulaşıldığının ve niçin uzatmaya gerek duyulduğunun gösterilmemesi,

4- Gerek ilk kararda, gerekse uzatma kararında, teknik araçlarla izleme yapılmasının sebebi, “örgüt kurulduğuna dair bilgi alınmış olup, bu durumun ve olayın aydınlatılması için teknik araçlarla izlemeye gerek duyulması” olarak gösterilmiş ve buna bağlı olarak örgütün varlığı konusunda duyum dışında hiçbir delil bulunmadığı açıkça belirtilmiş iken, kararların daha sonraki bölümünde “suç işlendiğine dair kuvvetli şüphenin bulunduğunun” belirtilmesi suretiyle çelişkiye neden olunması,

6- 2009/1838 sayı ile verilen ilk teknik izleme kararma tarih yazılmayarak, kararda belirtilen 4 (dört) haftalık sürenin ne zaman başlayacağı hususunda tereddüde neden olunması,

Nedenleriyle, sanık hakkında verilmiş bulunan “teknik izleme kararı” ile buna bağlı “uzatma kararı” hukuka aykırı olduğundan, hukuka aykırı olan kararın icrası kapsamında elde edilmiş bulunan “Fiziki Takip Tutanağı” da hukuka aykırı olarak elde edilmiş bir delil olması itibarıyla CMK’nun 217. maddesi bağlamında hükme esas alınamaz.” (Yargıtay 21. CD., 19.10.2015, 2015/2995 E., 2015/4063 K).

[12] Benzer mahiyette Yargıtay 12. CD., 16.2.2015, 2014/13444 E., 2015/2705 K; Yargıtay 12. CD., 11.11.2015, 2015/13049 E., 2015/17584 K.

[13] Yargıtay 12. CD., 14.12.2015, 2014/19906 E., 2015/19237 K.

TEKNİK ARAÇLARLA İZLEME TEDBİRİ VE İNSANİ YARDIM FAALİYETLERİNE YÖNELİK OPERASYONLAR yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/teknik-araclarla-izleme-tedbiri-ve-insani-yardim-faaliyetlerine-yonelik-operasyonlar/feed/ 0
Son ‘adalet’ silici Bekir Bozdağ, saygı bekliyor! https://hukukpenceresi.com/son-adalet-silici-bekir-bozdag-saygi-bekliyor/ https://hukukpenceresi.com/son-adalet-silici-bekir-bozdag-saygi-bekliyor/#respond Fri, 18 Nov 2022 20:43:00 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=8969 17-25 Aralık 2013 tarihinin hemen sonrasında “talimatı” verilen biat etmeyen muhalif toplum kesimine yönelik soykırım ve imha sürecine ilişkin, sürecin baş aktörlerinden önemli itiraflar gelmeye devam ediyor. Son ifşaatlar, 16 Kasım 2022 tarihli TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu görüşmeleri sırasında, sürecin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’dan geldi. Daha öncesinde de eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, yargıda iktidar […]

Son ‘adalet’ silici Bekir Bozdağ, saygı bekliyor! yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
17-25 Aralık 2013 tarihinin hemen sonrasında “talimatı” verilen biat etmeyen muhalif toplum kesimine yönelik soykırım ve imha sürecine ilişkin, sürecin baş aktörlerinden önemli itiraflar gelmeye devam ediyor. Son ifşaatlar, 16 Kasım 2022 tarihli TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu görüşmeleri sırasında, sürecin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’dan geldi.

Daha öncesinde de eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, yargıda iktidar tarafından desteklenen Yargıda Birlik Platformu (Derneği) çatısında bir araya gelen grubun, “düşman” olarak kabul edilen öteki hakim ve savcıları “yok etme” sürecine dair önemli itiraflarda bulunmuş ve solcu, Kemalist, muhafazakar, milliyetçi ve tarikatçı yargı mensuplarına bu görevi kendisinin bizzat tevdi ettiğini övünerek anlatmıştı.

Bekir Bozdağ, yeni rejimin inşasında “mücahidane” görev almış gözü kara bir nefer olarak, Meclis’te temsil edilen ve perde arkasında birlikte çalıştığı tüm siyasi partilerden eleştiri değil “fütü’yü yargıdan silen adam” olarak saygı duyulmak istiyor.

YARGIYI BİTİRME VAADİYLE GÖREVE GELDİ

15 Temmuz 2016 tarihine kadar başarılı şekilde görevini yerine getiren Cumhuriyet savcısı olarak ben de Bozdağ’ın “siliciliği”nin kurbanı oldum. Tabi bu kolay olmadı, ben ve benim gibi başarılı, çalışkan, dürüst ve işini iyi yapmaya çalışan yargı mensuplarını sistem dışına itmek için Ekim 2014 te yapılan HSYK üye seçimlerini iktidarın kazanması yeterli olmadı. Bunu gerçekleştirmek için 15 Temmuz darbe tiyatrosunu beklemeleri gerekiyordu. Ancak bu sürece dair hazırlık (fişleme-etiketleme) safhasına ihtiyaç vardı. Bozdağ ve ekibi “adamlığını” burada yaptı.

Bozdağ 25 Aralık 2013 tarihinde, Erdoğan tarafından, kendisi ve yakınlarına yönelik soruşturma açma cesareti gösteren yargıyı, etkisiz hale getirme emrini yerine getirmeyi kabul etmesi sonrasında Adalet Bakanı yapıldı. Bu amaç için mevcut yasal mevzuat zorlanacak, gerekirse yenileri yapılacak, ihtiyaç duyulduğunda Anayasa dahi ayaklar altına alınacaktı.

Bekir Bozdağ göreve gelir gelmez kolları sıvadı ve Ergenekon bağlantısı nedeniyle önceden “kızağa” çekilen milliyetçi/ulusalcı Kenan İpek’i kendisine müsteşar olarak seçti.

KADROLAŞMA 6524 SAYILI YASAYLA BAŞLADI

Bozdağ’ın Kenan İpek ile yaptığı ilk icraatları 15 Şubat 2014 tarihli 6524 sayılı, neredeyse tüm maddeleri Anayasa’ya aykırı Yasa’yı iktidar partisinin oyları ile Meclisten geçirmek ve sonrasında Erdoğan’ın imzası 27 Şubat tarihinde yürürlüğe girmesini sağlamak oldu. Bozdağ’ın TBMM’deki konuşmasındaki ifşaatında geçen: “Bakan olduktan sonra HSK’daki herkesin görevine son veren kanunu getirdik. Adalet Akademisindeki görevlere son verdik, bakanlıkta büyük ayıklama yaptık.”

İbaresinin temeli bu yasadır. Bu Yasa, HSYK ve Akademi’de görevli tüm çalışanların görevlerine son verilmiş, yerlerine Bozdağ tarafından kendi “adamları” atanmıştır. Yasa CHP tarafından hemen Anayasa Mahkemesi’ne taşınarak iptali istenmiş, ancak AYM, yasanın yürütmesini hemen durdurmayarak gerekli atamaların yapılmasını beklemiştir. Yasanın ilgili hükümlerinin yürütmesinin durdurulması 10 Nisan 2014 tarihinde gerçekleşebilmiştir. Ancak AYM kararları geriye yürümediğinden, atı alan Üsküdar’ı geçmiş, yani Bozdağ HSYK ve Akademi ile Bakanlık içerisinde kendisine biat etmeyen veya biatı şüpheli bulunan neredeyse herkesi tasfiye etmeyi başarmıştır.

FİŞLEME YAPTKLARINI RESMEN İTİRAF ETTİ

Bozdağ’ın sözlerinde yer verdiği “bütün çalışmalarımızı Yargıtay’dan, Danıştay’dan, yargının içinde FETÖ’yü ayıklamak için yaptık” sözü önemlidir ve fişleme/listeleme çalışmalarını yaptıklarının açık ikrarıdır. Tabi bu süreçte Bozdağ yalnız değildi. Özellikle bürokratik kadrolarına verdikleri talimatları ile CHP ve MHP açıkça Bozdağ’ı desteklediler ve bu “ayıklama” işlemlerini birlikte yaptılar. Bu ortaklığın görünür hale gelip tüzel kişilik olarak beden bulmuş şekli Yargıda Birlik Platformu (Derneği)’dir.

2014 başında üzerinde mutabakata varılan bu birliktelik halen devam etmektedir. Bunun en büyük göstergesi, yargı eliyle, kendilerinden olmayan kişi ve gruplara karşı yapılan soykırımın, insanlık suçlarının muhalif gözüken parti ve temsilcileri tarafından eleştirilmemesi, hatta desteklenmesidir. Zira muhalefet partileri, yapılan bu “sivil soykırımı” bir devlet projesi olarak görmekte, bunları desteklemeyi, hükümetin eylemlerine katkı olarak telakki etmemektedir.

İNSANLIK SUÇU İŞLEDİ, SAYGI GÖRMEK İSTİYOR

Ahmet Davutoğlu ve Bozdağ ile benzer ifşaat ve itiraflarda bulunan iktidar temsilcisi suç ortaklarının ortak özelliği, işledikleri bu insanlık suçlarını büyük bir kahramanlıkmış gibi görmeleri ve muhalif toplumdan da saygı beklemeleridir. Zira bu suçlardan sadece kendilerinin değil, ulusalcı, solcu, Kemalist, ülkücü, Alevi, tarikatçı toplum kesiminin de, daha doğrusu Gülen Cemaati dışındaki herkesin yarar sağladığını düşünüyorlar. Bundan dolayıdır ki bu kutsal mücadele sürecinde eleştirilmek onları şirazeden çıkartıyor. Mutabakatlarına aykırı olarak, solcu, ulusalcı veya milliyetçi bir gazetecinin, onları itham edici bir soru sorması, bir milletvekilinin eleştirmesi onları korkutuyor, endişeye sevkediyor.

Bugün, hukukun kabul ettiği tüm ilkeleri yok sayarak “terör örgütü” ilan etmek için uğraştıkları Gülen Hareketi ile öncesindeki bağlarının ve sempatilerinin birileri tarafından gündeme getirilmesi, iktidar mensuplarının uykularını kaçırıyor. Zira, dünya tarafından kabul görmüş ve Türkiye’nin yakın tarihinde önemli yeri bulunan, barış ve hoşgörü adına çalışmalar yürüten bir sivil toplum örgütünü, iktidar eliyle terör örgütü ilan etmek ve sonrasında sivil bir soykırıma tabi tutmak yaptırımı ağır bir suç. Bu suçun ağırlığından kurtulmak adına, kendilerini suçlayanları da benzer eylemlerde bulunmakla, yani Gülen Hareketi’nin faaliyetlerine katılmakla, çalışmalarını desteklemekle itham ederek korkutmak istiyorlar.

4 BİN 359 YARGI MENSUBU BİR GECEDE ‘TERÖRİST’ İLAN EDİLDİ

Bozdağ konuşmasının devamında yargıdaki katliama dair sayısal istatistikler veriyor: “3 bin 885 hâkim hakkında ihraç, 217 kişi hakkında meslekten çıkarma. Bu kapsamda bugüne kadar 4 bin 359 kişi hakkında işlem yapılmıştır. Bugüne kadar 4 bin 646 hakim ve cumhuriyet savcısı hakkında yürütülen adli işlem var. Bunlardan 2 bin 238 kişi hakkında mahkumiyet kararı verilmiş. 992 kişi hakkında beraat kararı verilmiş. 27 kişi hakkında ceza verilmesine yer olmadığına dair karar verilmiş. 811 kişi hakkında cumhuriyet başsavcılığınca kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar verilmiştir. 157 kişini cumhuriyet savcılığınca soruşturmaları, 411 kişinin yargılamaları devam etmektedir.”

AHLAKSIZ BİR OYUNUN MAĞDURLARIYIZ

İstatistik olarak sunulan sayılar, bu soykırım sürecinde katledilen yargı mensuplarına ait rakamlar. Bu veriler, Anayasal bir hukuk devletinin nasıl “şahsımın devletine” evrildiğini haykırıyor. Ancak muhalefet açısından bunun hiç önemi yok. Çünkü, ayarları ile oynanmış, varlık gayesinden çok farklı şekilde çalışan devlete değil, AKP’ye karşılar. Bundan dolayıdır ki demokrasinin kurallarına göre işlediği, hukuk devleti ilke ve kurumlarının fonksiyonlarını icra ettiği bir Türkiye’de aynı Meclis çatısı altında buluşamayacak iktidar ve muhalefet partisi üyelerinin sergilediği bir Hacivat-Karagöz oyununu izlemek zorundayız. Ben ve benim gibi yüzbinlercesi bu ahlaksız oyunun sadece seyircileri değil aynı zamanda mağdurlarıyız.

Belki bundan dolayıdır bu kurguyu farkedişimiz.

Bazen keşke ben de iktidar ve muhalefet parti üyesi ve destekçilerinin içtiği “mavi” haptan içseydim, o “kırmızı hapı” yutmasaydım ve Matrix aleminde (Reis’in dünyası) yaşamaya devam etseydim diyorum. Ama bunun için çok geç biliyorum…

 

NOT: Bu yazı ilk olarak https://www-tr724-com.cdn.ampproject.org/c/www.tr724.com/son-adalet-silici-bekir-bozdag-saygi-bekliyor/amp adresinde yayınlanmıştır.

 

Son ‘adalet’ silici Bekir Bozdağ, saygı bekliyor! yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/son-adalet-silici-bekir-bozdag-saygi-bekliyor/feed/ 0
Zorla Kaybederek “Çeteleşen” Bir Devlet: Türkiye https://hukukpenceresi.com/zorla-kaybederek-cetelesen-bir-devlet-turkiye/ https://hukukpenceresi.com/zorla-kaybederek-cetelesen-bir-devlet-turkiye/#respond Tue, 01 Sep 2020 00:10:04 +0000 https://hukukpenceresi.com/zorla-kaybederek-cetelesen-bir-devlet-turkiye/ Zorla kaybetme, “kişilerin, devlet adına görev yapan veya devletin yetkilendirmesi, desteği veya bilgisi dahilinde hareket eden kişiler veya gruplar tarafından tutuklanması, gözaltına alınması, kaçırılması veya başka herhangi bir biçimde özgürlüğünden yoksun bırakılmasını takiben kaybolan kişinin özgürlüğünden yoksun bırakıldığının veya bulunduğu yerin ya da akıbetinin gizlendiğinin reddedilmesini ve böylece yasa koruması dışında bırakılmasını” ifade eder. Bu […]

Zorla Kaybederek “Çeteleşen” Bir Devlet: Türkiye yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Zorla kaybetme, “kişilerin, devlet adına görev yapan veya devletin yetkilendirmesi, desteği veya bilgisi dahilinde hareket eden kişiler veya gruplar tarafından tutuklanması, gözaltına alınması, kaçırılması veya başka herhangi bir biçimde özgürlüğünden yoksun bırakılmasını takiben kaybolan kişinin özgürlüğünden yoksun bırakıldığının veya bulunduğu yerin ya da akıbetinin gizlendiğinin reddedilmesini ve böylece yasa koruması dışında bırakılmasını” ifade eder. Bu tanım Birleşmiş Milletler tarafından yapılmıştır.

Bir devletin, kendi hakimiyeti içerisinde yaşayan insanları kaçırması, kaçırmaları sorgulamaması, kaçıranları koruması ve hatta ödüllendirmesi kendini var eden düşünceyi inkar etmesi anlamına gelir. Böylesi uygulamaların sayısının artması ve yaygınlaşması süreç içerisinde devletin yok olması ile sonuçlanacaktır.

Zorla kaybetmelerle tanınan bir sistem gerçekte “devlet” olarak değil, yozlaşmış bir “suç örgütü” olarak adlandırılmayı hak eder. Zira devlet fikrinin ve sisteminin temelinde kişileri kaçıran, onlara işkence eden veya onları öldüren bir düşünce yoktur.

Devlet fikrinin ve sisteminin nasıl oluşturulduğu konusunda en bilinen görüş J.J.Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi fikridir. Buna göre insanlar önceleri birbirlerinden uzak yerlerde, aralarında sıkı ve sürekli bir etkileşim kurmadan, küçük gruplar halinde yaşıyorlardı. Güvenliklerini kendileri sağlıyor ve sorunlarını aralarında çözüyorlardı.

Gerek nüfusun artması, gerek güvenlik gereksinimi ve gerekse sosyal ihtiyaçlar nedeniyle gruplar aralarında daha sıkı ilişkiler geliştirdiler. Kurulan her ilişki farklı problemlere de kaynaklık etti. Daha kalabalık ve daha ağır silaha sahip kişi ve grupların “haklı” çıktığı bir ortam oluştu. İnsanlar tarihsel süreç içerisinde yaşadıkları tecrübeler ışığında, güvenli, müreffeh ve öngörülebilir bir yaşam adına, birey ve grupların üzerinde, tüm “toplumun” yararını gözeten bir sistem kurmaya ihtaç duydular. Bunun günümüzdeki adı “devlet”dir. Kişi ve gruplar oluşturdukları bu devlet lehine fedakarlıkta bulunarak silahlarını devlet’in güvenlik görevlilerine teslim ettiler. Devlet nezdinde mahkemeler kuruldu ve bireyler sorunlarının çözümünü buraya havale ettiler. Devletin faaliyetlerini yürütmesi için kazançlarından ona “vergi” ödediler.

Bugün devletin polis ve askerinin taşıdığı silahlar, bizim kendi rızamızla, bizi koruması adına “emaneten” verdiklerimizdir.

Devletin sistematiği içerisinde çalışan mahkemeler, sorunlarımızı çözmesi için irademizi teslim ettiğimiz kurumlardır.

Eğer devlet insanlarının yaşam hakkını güvence altına alamıyorsa, onlara işkence yapıyorsa veya sorunları hakkaniyetli şekilde çözemiyorsa, bu durumda her bireyin ona verdiği silahları geri alarak kendi hakkını savunma ve mahkemelerini tanımayarak sorunlarını halletme hakkı doğar. Bu durum devletin yok olması, anarşik bir düzenin doğması anlamına gelecektir.

Türkiye, anayasası ve yasaları olan ve uluslararası anlamda tanınan bir devlettir. Ancak bu sistemin “toplum sözleşmesi” ışığında bir devlet olup olmadığı tartışmalıdır. Zira son yüzyıl içerisinde ortaya koyduğu uygulamalar incelendiğinde sürekli krizler yaratan, halklarını ayrıştıran ve birbiriyle çatıştıran, çıkan sorunları adil şekilde çözmeyen, her daim toplumun bir kesimini düşmanlaştırarak ona savaş açan bir yapılanma ile karşı karşıyayız. Bu yapılanmanın en çok başvurduğu yöntemlerden birisi maalesef işkence ve kötü muameledir. Gerçekte ortada var olan şey kendisine muhalif gördüğü kişi ve grupları kendi ajanları ile yok eden, onları kaçıran veya tehdit eden bir “örgüt”tür.

İletişim olanaklarının sınırlı olduğu 1990’lı yıllar ve öncesinde işkence, kötü muamele ve adam kaçırma eylemlerini “sümenaltı” etmekte mahir olan Türk devleti, sonraları “örgütsel” faaliyetlerini daha cüretkar şekilde yapmaya başladı. Önceden beyaz Toros’larla yaptığı insanlığa karşı suç eylemlerini 2016’dan sonra siyah Transporter”larla yapmaya başladı. Zihinsel olarak insanlığın emekleme döneminde yer alan bu “devlet”, işkence ve kötü muamelelerini icra etmekte bilimin ve teknolojinin imkanlarını sonuna kadar kullanmaktan geri kalmadı.

Böylesi bir devletin BM’nin 2006 yılında kabul ettiği Herkesin Zorla Kayıp Edilmeye Karşı Korunmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme’ye taraf olması kendisiyle çelişki oluştururdu. Türkiye’nin bu Sözleşmeyi imzalamaması hakiki karakterini ortaya koyması açısından ibretliktir.

Bir ülkede zorla kaçırmalar sıradanlaşmışsa, işkenceler ve kötü muamelelere ağır tepkiler gösterilmiyorsa eğer, ülkeyi yönetenlerin, siyasetçilerin, sivil toplum örgütlerinin, medyasının ve aydın kesiminin de bu insanlık suçuna bir şekilde ortak olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Halkı ikaz ederek uyandırmak yükümlülüğününü sırtında taşıyan bu kesimlerin sessizliği ve hareketsizliği, işlenen bu tür suçlara iştirak eden halkın, bilincinde olmasa dahi dolaylı şekilde kendisinin de mağdur olmasının gerekçesidir.

Zorla kaybedilen her birey ile birlikte, bu kaybetmeye karışan ve/ya ona göz yuman devlet de parça parça yok olmaya başlar. Kaybeden sadece devlet olmaz; namusunu, parasını, geleceğini ve tüm zenginliklerini devlete “emanet” eden insanlar da kaybetmeye başlar. Eğer toplumun geneli bunun farkında olsaydı, kendini koruma içgüdüsüyle hareket edecek ve her zorla kaybetme olayı sonrasında buna doğrudan veya dolaylı olarak katılan tüm devlet “ajanlarına” hakettiği cezayı verecekti.

Osmanlı’nın bakiyesi bir çoğrafya ve kültür üzerine kurulan Türkiye, bir çok kurumunu inkar etmesine rağmen maalesef eskinin zorla kaybetme geleneğini devralarak kendisine bir yol ve yöntem olarak kullanmaktan geri kalmadı. Süreç içerisinde tek parti tarafından “rejim” muhaliflerine reva görülen bu uygulamalar sonrasında Rumlara, Ermenilere, Yahudilere, Kürtlere, komunistlere, sağcılara, solculara, milliyetçilere ve muhafazakarlara karşı da kullanıldı. Bu yönüyle Türkiye, sanki kurulduğu günden bu yana, kendinin bir devlet olmadığını bir çete olduğunu ispatlama gayreti içinde oldu. Kendini yönetenlerin rengi, ırkı ve ideolojisi değişmesine rağmen işkence ve kötü muamele gibi yöntemlerine hep sadık kaldı.

Türkiye bu güne kadar devlet olamadı. Gelecekte, bizlerin hak ve özgürlüklerini güvence altına alan, müreffeh ve mutlu şekilde yaşamamızı sürdürebileceğimiz bir ülke haline gelip gelmeyeceği Türkiye’nin zorla kaçırmalar ve bunun altında yatan düşünce ile hesaplaşmasına bağlıdır. Bu hesaplaşmayı sadece devlet değil, hepimiz yapmak zorundayız. Ancak bu şekilde bilinçlenen ve ona göre şekillenecek bir toplum “devlet”i kontrol edip, onu faydalı bir araç haline dönüştürebilir.

Zorla Kaybederek “Çeteleşen” Bir Devlet: Türkiye yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/zorla-kaybederek-cetelesen-bir-devlet-turkiye/feed/ 0
Muhafazakâr Hukukçu’nun Noksanlığı: Muhafazakârlık https://hukukpenceresi.com/muhafazakar-hukukcunun-noksanligi-muhafazakarlik/ https://hukukpenceresi.com/muhafazakar-hukukcunun-noksanligi-muhafazakarlik/#respond Wed, 11 Mar 2020 23:28:17 +0000 https://hukukpenceresi.com/muhafazakar-hukukcunun-noksanligi-muhafazakarlik/ Son yıllarda, siyasi iktidarın gücü ve rüzgârınında etkisiyle, kendilerini muhafazakâr olarak tanımlayan hukukçular yargısisteminde etkin olma ve onu şekillendirme hususunda önemli olanaklara sahipoldular. Ancak yargının temel hak ve özgürlüklere dair karnesi incelendiğinde, öncekilerine nazaran daha kötü notlarla dolu olduğunu görmek muhafazakâr toplum kesimini şaşırttı. Hukuk eliyle yaşamlarına müdahale edildiğini, inançlarını özgürce yaşamalarının kısıtlandığını, haksız itham […]

Muhafazakâr Hukukçu’nun Noksanlığı: Muhafazakârlık yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>

Son yıllarda, siyasi iktidarın gücü ve rüzgârının
da etkisiyle, kendilerini muhafazakâr olarak tanımlayan hukukçular yargı
sisteminde etkin olma ve onu şekillendirme hususunda önemli olanaklara sahip
oldular.

Ancak yargının temel hak ve özgürlüklere dair karnesi incelendiğinde, öncekilerine nazaran daha kötü notlarla dolu olduğunu görmek muhafazakâr toplum kesimini şaşırttı.

Hukuk eliyle yaşamlarına müdahale edildiğini, inançlarını özgürce yaşamalarının kısıtlandığını, haksız itham ve suçlamalara maruz kaldığını iddia eden muhafazakâr mahalle sakinleri, bu defa da kendisinden bildiği hukukçular eliyle adeta “soykırıma” tabi tutuldu. Önceki zamanlarda görülmemiş zulüm ve işkencelere uğradı, haksızlıklar yaşadı.

Muhafazakâr hukukçu, ilkesizliğinin, ahlak ve erdem yoksunluğunun neticesi olarak, hem hukukî anlamda bir değer üretememiş ve hem de daha öncesinden devraldığı entellektüel birikimi de heba etmiştir.

Muhafazakâr hukukçular, hukuku, ilmihal ezberlemek
gibi kanun maddesi hıfzetmekten ibaret zannettiler. Onun özünü, esasını,
sergüzeşt-i hayatını kavramaya gayret etmediler.

Hukukçuluk onlar için geçimlerini sağlamalarına aracılık eden bir “iş”, ait oldukları sosyal sınıf ve ekonomik ortamdan kurtulmalarını sağlayacak bir “araç”tı

İçlerinden çok iyi “kanun (içtihat) hafızları” çıktı, ancak ülke ve dünya hukukuna katkı sağlayarak adından söz ettirenlerine rastlayamadık henüz. Ezberlerinde tuttukları kanun maddelerini anlamadan uzaktılar zira. Anlayabilmek için karşılaştırma ve yorum yapabilmek yeteneği lazımdı; bu ise “kanun hamalı” olmanın ötesinde “hukuk kültürü” ile donanmış bir beyin ve ruha sahip olmayı zorunlu kılıyordu.

Hak dağıtımı, güçlü beden ve ruhların omuzlayabileceği, sorumluluk gerektiren ağır bir yüktür. Muhafazakâr nesil bunu taşıyamazdı. Zira onlar, Türkiye’de son yüz yıl içinde irtica paranoyası ile sürekli hırpalanmış, horlanmış, devlet karşısında takatsiz ve çaresiz bırakılmış, ekonomik ve sosyal haklarına sudan bahanelerle sınırlamalar getirilmiş bir mahallenin çocuklarıydılar. Bu etkenler, muhafazakâr neslin ruhunda tedavisi mümkün olmayan onulmaz yaralar açmıştı. Bir taraftan aile ve çevresinden görüp öğrendiği “hayatın gerçekleri”, diğer yanda kitaplarda okuduğu bunlarla çelişen “ilkeler” onun kafasını daha da karıştırdı.

Yaşanan her siyasi ve ekonomik kriz, yapılan darbe
ve darbecikler muhafazakâr nesli mahallesi sınırlarına kapatıp marjinalleştirdi;
dışardaki hayat onu korkuttu. Muhafazakâr hukukçu böylesi bir mahallenin
rahminde doğup büyüdü.

Muhafazakâr mahallenin “idealist” gençleri
açısından devlet, kurum ve kuruluşları içten fethedilerek ele geçirilecek bir
mevzi; resmi devlet ideolojisi ise kendini koruyan araçlar zaptedilerek yok
edilmesi gereken bir düşman olarak algılandı.

Bunlar gizliden veya açıktan amaç edinildi. Bu “kutsal” gayeye ulaşmak için her yol muhafazakâr hukukçu tarafından “mübah” görüldü. Bu tür halet-i ruhiyeye sahip bir neslin, hukuku ve onun temel usul, ilke ve esasları yanında bunların tarihsel serüvenlerini tam manasıyla kavrayıp hayata geçirmesini beklemek ne kadar doğru?

Her kişi bu soruyu kendine göre cevaplayabilir,
ancak ben bu hususta ümitli olmakla birlikte, olumsuz örneklerin çokluğu
nedeniyle mutlu değilim.

Hukuku, “silah” olarak algılayan bir mantıktan, onunla, ayrım yapmaksızın herkese adalet dağıtmasını beklemek hayalperestliktir.

15 Temmuz darbe tiyatrosu sonrasında hâkim, savcı,
avukat veya bürokrat görünümlü muhafazakâr hukukçuları ellerinde tespih,
ağızlarında zikir, başlarında örtü ve üstlerinde cübbeleri olduğu halde,
abdestlerini de alarak “cihat” uğruna kendi mahalle sakinlerini “asi”, karşı
mahalle sakinlerini ise “hain” ve “düşman” ilan edip adeta “kılıçtan”
geçirdiler.

Bundan zerre kadar rahatsızlık duymadılar. Tam aksine haz aldılar. Dünyevî hukuk nezdinde suçlu olduklarını bilseler de, suç ve günahlarına meşru zemin oluşturma saikiyle yorumunu tekelinde tuttukları ilahi hukuk bağlamında kendilerini aklamanın “fetvasını” vermişler ve öte tarafta tahsil edecekleri sevapların hazzıyla kendilerinden geçtiler. Bu dünyadaki malvarlıkları yanında, kesin olarak gideceklerini bildikleri cennetteki hurili köşklerin hayaliyle sarhoş oldular.

Demem o ki, muhafazakâr hukukçumuz, insanlığın ortak dünyasının ve onun mirasının değil, kendi zihninde inşa ettiği ötelerdeki bilinmez bir dünyanın hukukçusudur.  

Muhafazakâr Hukukçu’nun Noksanlığı: Muhafazakârlık yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/muhafazakar-hukukcunun-noksanligi-muhafazakarlik/feed/ 0