kötü muamele arşivleri - Hukuk Penceresi https://hukukpenceresi.com/tag/kotu-muamele/ Zulüm karanlığına ışık saçan pencere Sun, 21 Jan 2024 03:52:29 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://hukukpenceresi.com/wp-content/uploads/2022/06/indir-150x150.jpeg kötü muamele arşivleri - Hukuk Penceresi https://hukukpenceresi.com/tag/kotu-muamele/ 32 32 Rejimin Militan Yargısından Kesitler (2) https://hukukpenceresi.com/rejimin-militan-yargisindan-kesitler-2/ https://hukukpenceresi.com/rejimin-militan-yargisindan-kesitler-2/#respond Sun, 06 Nov 2022 22:39:00 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=8957 Filozof Platon (Eflatun) “Adaletsizliğin en büyüğü, adil olmayıp adil gibi görünmektir” demiştir. Rejimin militan yargı mensupları adil olmadıkları gibi adilmiş gibi görünme gereği bile duymuyorlar. Adalet dağıtmakla görevli bir kişinin hem adil olmayacağı hem de adil karar veriyormuş gibi davranma gereği dahi duymayacağı herhalde Platon’un bile aklına gelmemiştir. Maatteessüf ülkemizde hukukun şeklen ve ruhen kirletildiği […]

Rejimin Militan Yargısından Kesitler (2) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Filozof Platon (Eflatun) “Adaletsizliğin en büyüğü, adil olmayıp adil gibi görünmektir” demiştir. Rejimin militan yargı mensupları adil olmadıkları gibi adilmiş gibi görünme gereği bile duymuyorlar. Adalet dağıtmakla görevli bir kişinin hem adil olmayacağı hem de adil karar veriyormuş gibi davranma gereği dahi duymayacağı herhalde Platon’un bile aklına gelmemiştir. Maatteessüf ülkemizde hukukun şeklen ve ruhen kirletildiği egemen bir yargı pratiği ile karşı karşıyayız. “Her şey zıddıyla anlaşılır” ilkesi bağlamında rejimin militan yargı unsurlarının adaletsiz uygulamaları sayesinde adaletin hava kadar su kadar toplum için hayati bir öneme sahip olduğunu yaşayarak öğrenmiş olduk. Suçun şahsiliği ilkesinin çiğnenmesine ve ahlak dışı uygulamalara örnek verecek olursak; 15 Temmuz 2016 sonrası kocası yakalanamayan kadın hâkim S.P. kendi görev yaptığı adliyenin içinde masumiyet hakkı hunharca çiğnenmek suretiyle teşhir edilmiş, kelepçeli vaziyette dolaştırılmış, günlerce nezarethanede tek başına tutulmuş, hücrede olmasına rağmen kelepçeleri çözülmemiş, gıda ve hijyen ihtiyaçları karşılanmamış, çocukları ortada kalmıştır. Ayrıca kendisine eşinin teslim olmasını sağlamak için gözaltına alındığı söylenmiş, tutuklamayı yapan hâkim tarafından da açıkça eşi gelene kadar cezaevinde kalacağı ifade edilmiştir. Yine Hakimler Ayşe Neşe Gül, Nesibe Özer ve Yeşim Sayıldı 2014 yılında yapılan HSYK seçimlerinde hükümet listesi karşısında bağımsız aday oldukları ve tüm baskılara rağmen adaylıklarını geri çekmedikleri için mesleklerinden atılarak gözaltına alınıp tutuklanmışlar, tutuklandıkları günden bu yana hücrede tek başına kalmaktadırlar. Benzer fiiller binlerce hâkim ve savcı ile birlikte kamu görevlileri ve sivil kişilere de reva görülmüştür. Bu uygulamaların hukuk prosedürlerinin uygulanması ile herhangi bir ilgisi olmayıp politik gücü arkaya alarak işlenen vahim suçlardır. Görüldüğü üzere sadece hukuk normları değil aynı zamanda hukuk etiği de insani değerler de çiğnenmiştir.

Hukuk normları, her durumda ve öncelikle bir ‘ahlakilik’ barındırır. Doğal olarak bu normları tatbik edenlerin de etik değerlerle mücehhez olması beklenir. Aslında normal/ortalama bir insanın ahlaklı davranması için illa yazılı bir kurala ihtiyaç yoktur. Uygar bir toplumda ahlaksızlığı meşru ve haklı kılacak yetkiye sahip kimse (veya devlet) olamaz. Ama 15 Temmuz 2016 sonrasında ahlak ve hakkaniyetini kaybetmiş bir muktedir siyasi yapı, belli kişilere karşı irtikap edildiğinde yasada suç olarak düzenlenen ahlaksızları idari, cezai ve mali sorumluluk kapsamı dışına çıkarmıştır. İradesini rejime teslim eden militan savcı ve yargıçlar, adeta devleti yönettiği için Tanrılaştırdıkları bu siyasi yapının yanlışı doğruya ve haramı helale dönüştürebilecek bir kudrete sahip olduğunu zannediyorlar. Siyasileşmiş ve ahlaki temeli bozulmuş bu yargısal kadrodan adalet hizmeti üretmesini beklemek beyhudedir.

Rejim hâkim ve savcılarının en büyük motivasyonlarından biri de ‘sözde feto operasyonları’ konusunda cevval davrandıklarında şahsi ve mesleki suç teşkil eden eylemlerinden dolayı takibata uğramayacaklarına dair dokunulmazlık güvencesine sahip olmalarıdır. Bunlar hukuki müktesebatlarını, ahlaki ve dini inançlarını, politik putlarının altına paspas olarak sermiş kişilerdir. Hukuk tarihine not düşmek bakımından müstakilen ele alınması gereken militan yargı mensuplarından biri de Ankara Cumhuriyet Savcısı Mustafa Manga’dır. 15 Temmuz sonrası asker sanıklara işkence yapılması talimatını bizzat vermiştir. Jandarma Astsubay F. K. gözaltındayken istenilen ifadeyi vermediği için gördüğü işkenceleri mahkemede anlatmasıyla bu savcının tarife sığmaz kötülükleri ortaya çıkmıştır. F.K. mahkemede, savcı Manga’nın gözaltı kararı verdikten sonra TEM’de bir emniyet görevlisini arayarak “F.K. diye birini gönderiyorum. Konuşturun, 30 günde gözaltında kalsın” diye talimat verdiğini, TEM’e götürüldükten sonra da savcının istediği ifadeyi vermesi için günlerce ağır işkencelere maruz kaldığını söylemiştir. F.K.’nın bu ifadesine rağmen Savcı Mustafa Manga ve ilgili polisler hakkında herhangi bir cezai yargılama yapılmamıştır. Bu şahıs ve benzerleri yaptığı hukuksuzlukların yanlarına kâr kaldığını düşüne dursunlar, onları var eden siyasi yapı güneş karşısında buz gibi erimekte, kendilerini bekleyen hazin sona doğru hızla ilerlemektedirler.

Totaliter siyasi iktidarın emri altında yargı eliyle işlenen vahim nitelikteki suçlar nazara aldığında, gönüllü olarak hukuka dönme imkân ve niyetin tamamen ortadan kalktığını söyleyebiliriz. Bu yargı kadrosunun siyasi iktidarın demokratik sistemi tamamen ortadan kaldırmaya yönelik yıkıcı faaliyetlere dahi destek vermek zorunda oldukları açıktır. Seküler faşist rejimden şer’i faşist rejime kadar her türlü otokratik yönetime rıza göstermek mecburiyetindedirler. Ama elbet bu çıkar amaçlı siyaset-yargı ortaklığı bitecek ve gönüllü olmasa da muhakkak hukukun baş aktör olacağı bir dönem gelecek, yargılanacakların en başında da militan yargı mensuplarının olacağı kuşkusuzdur. Maalesef ülkemiz -bu yazının kaleme alındığı 2022 yılı itibariyle- sistematik suçlar işlemiş siyasi iktidar ve onun suç makinesine dönüşmüş yargı eliyle son sürat bir kaosa doğru ilerlemektedir. Hukukun üstünlüğü ilkesinden tamamen uzaklaşılması nedeniyle devleti teşkil eden kurumları bir arada tutan sistem çökmekte olup bu durumun toplumda önlenemez bir anarşik eylemlere yol açacağı tehlikesiyle karşı karşıyayız. Nitekim çok uzak olmayan bir gelecekte hukukun sağanak bir yağmur gibi ülkemiz üzerine yağacağı ve çerçöpten temizleyeceğine dair kuvvetli bir inancımız olduğunu belirtmek isterim. Çünkü her kara bulutun arkasında saklı bir güneş vardır.

Rejimin Militan Yargısından Kesitler (2) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/rejimin-militan-yargisindan-kesitler-2/feed/ 0
Rejimin Militan Yargısından Kesitler (1) https://hukukpenceresi.com/rejimin-militan-yargisindan-kesitler-1/ https://hukukpenceresi.com/rejimin-militan-yargisindan-kesitler-1/#respond Tue, 01 Nov 2022 23:00:43 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=8947 AKP hükümetleri, uzun süre halkın çoğunluğunun desteğini aldı ve bunun etkisiyle ciddi bir güç zehirlenmesi yaşadı. Özellikle 2010 Referandumundan sonra salt çoğunluğa ulaştıktan sonra hızla evrensel demokratik değerlerden uzaklaşarak otokratik ve despotik bir yönetime evirilmeye başladı. Buna bağlı olarak aynı minvalde bürokratik unsurlarda da zorbalaşma eğilimi baş gösterdi. Yargı bürokrasisi içindeki siyasi iktidarla aynı ideolojik […]

Rejimin Militan Yargısından Kesitler (1) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
AKP hükümetleri, uzun süre halkın çoğunluğunun desteğini aldı ve bunun etkisiyle ciddi bir güç zehirlenmesi yaşadı. Özellikle 2010 Referandumundan sonra salt çoğunluğa ulaştıktan sonra hızla evrensel demokratik değerlerden uzaklaşarak otokratik ve despotik bir yönetime evirilmeye başladı. Buna bağlı olarak aynı minvalde bürokratik unsurlarda da zorbalaşma eğilimi baş gösterdi. Yargı bürokrasisi içindeki siyasi iktidarla aynı ideolojik kumaşa sahip bir kısım yargı mensuplarına gün doğmuş, kraldan daha kralcı bir üslupla siyasi iktidarın şövalyesi gibi hareket etmeye başlamışlardır. Ülkemizde zaman içinde elde edilen demokratik kazanımlarımızı yok etme pahasına yetki ve görevlerini kötüye kullanarak toplumsal muhalefeti -kürsünün gücüyle- ortadan kaldırmaya çalışmışlardır.

Toplam 23 bin hâkim ve savcının 17 bin tanesi 15 Temmuz darbe girişiminin ardından yargı mensubu olarak atandı. Bunlar tamamen politik motivasyonla hareket ediyorlar. Militanca yetiştirilmiş bu kişiler, Gezi davası, gazeteci Sedef Kabaş’ın tutuklanması ve Cemal Kaşıkçı dosyasının Suudi Arabistan’a devredilmesi kararlarının altında imzası bulunan hâkimlerdir. Başta KHK’lılar ve Kürtler olmak üzere örneklendirecek olursak Ahmet Altan, Kavala, Canan Kaftancıoğlu, Demirtaş ve sosyal medyada eleştirel paylaşım yaptığı için hakkında kamu davası açılan tüm muhalifler bu militanlarca cadı avına tabi tutulmuşlardır.

Bu militanca tutumun en müşahhas örneklerinden biri de önce HSYK genel sekreter yardımcısı ve sonrasında Adalet Bakanlığı Destek Hizmetleri Daire Başkanı olan Erdal Demir’in, bir hukuk insanına yakışmayacak şekilde 15 Temmuz’da sosyal medya hesabından nefret saçtığı paylaşımlardır. Cumhuriyet Savcısı Demir, 15 Temmuz gecesi yaptığı paylaşımlarda yargısız infaz yapmak suretiyle binlerce meslektaşına ‘acımak yok, paralel alçaklar, f…piçlerine kan kusturma günü, başlarını keseceğiz, hepsini toplayacağız, ellerini keseceğiz…’ şeklinde nefret ve insanlık suçu içeren twitler paylaştığı saptanmıştır.

Hukuk nosyonunu yitirmiş ve politikleşmiş bu yargı mensuplarının ‘erdem’ kabul edilen ve ‘ödüllendirilmesi gereken’ bazı davranışları dahi suç olarak soruşturup yargılama konusu haline getirdiklerine tanık oluyoruz. Tutuklu ve hükümlü yakınları ile cezası infaz edilmiş kişilerin birbirleri ile yardımlaşma ve dayanışmalarını örgütsel faaliyet kapsamında değerlendirerek masumiyet ve lekelenmeme haklarını hunharca çiğnediklerini ibretle izliyoruz. Esasen Aile Bakanlığı tarafından tutuklu ailelerine maaş ya da hükümlülerden muhtaç durumda olanlara sosyal yardım yapılması gerekmektedir. Eşi cezaevinde olan kadının, çocuğunun bulunması şartı ile çocuklara SED (Sosyal Ekonomik Destek) denen bir yardım bağlanmaktadır. Bu yardımlar maalesef siyasi ve terör suçları ile suçlanan tutuklu ve hükümlü ailelerine yapılmadığı gibi kendi aralarında dayanışma içinde olup olmadıkları hukuka aykırı bir şekilde MİT ve Emniyet istihbarat görevlileri tarafından tecessüs ve takip edilmektedir. Son dönemlerde yapılan bu ‘yeniden yapılanma operasyonları’ da militan yargı mensuplarının icat ettiği soykırım suçlarındandır. Yardımlaşma ve çalışma hakları gibi temel anayasal hakların kullanılması suç sayılarak operasyonlar yapılıyor ve rutin bu faaliyetler en seri şekilde soruşturmalara konu ediliyor. Yakın zamanda Bartın ve Mersin emniyetlerinin dron ve kameralar eşliğinde icra ederek görüntülerini basına servis ettikleri bu operasyonlar, militan kolluk görevlileri ve savcıların yasaları kasıtlı olarak çiğnediklerine örnek gösterilecek menfur faaliyetlerdendir.

Anayasa Mahkemesi’nin Enis Berberoğlu’na ilişkin verdiği hak ihlali kararını uygulamayarak AYM’nin kararını tanımayan 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin başkanı Akın Gürlek Adalet Bakan yardımcısı olarak atandı. Akademisyen ve yazar Mehmet Altan’ın tutukluyken Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından verilen haksız tutukluluk ile ilgili ihlal kararlarını yok sayarak uygulamayan ve hukuka aykırı yargılama yapan İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi hâkimlerinden Abdurrahman Orkun Dağ da Yargıtay üyesi olarak atanmıştı.

Anayasa Mahkemesi kararının yok sayılmasını talep eden İstanbul Başsavcısı İrfan Fidan’ın Yargıtay üyesi seçilmesi ve daha iki ayı bile doldurmadan Anayasa Mahkemesi üyeliğine atanması da ayrı bir garabet. Yine 32 milyon dolar tutarında para aklama iddiasıyla yargılanan Sezgin Baran Korkmaz’ın banka hesaplarındaki mahkeme kararı ile getirilen blokenin kaldırılması kararını talep eden İstanbul Başsavcı Vekili Hasan Yılmaz da tedbirin kaldırılmasından 10 gün sonra evvela Adalet Bakan yardımcısı, daha sonra da HSK üyesi olarak görevlendirildi. Mümtaz’er Türköne’nin bir yazısında belirttiği gibi, Adalet Bakanı’nın “AYM kararlarına uymayan hakimler kıdem alamayacak” sözlerinden hemen sonra, AYM kararına uymamış bir hâkimin bakan yardımcılığına getirilmesi hukuksuzluğun açıkça desteklenmesi ve bunu yapanların ödüllendirilmesinden başka bir şey değildir. Siyasilere yardakçılık eden bu yargı mensupları kötülüklerinin karşılığı olarak makam ve mansıplarla yüceltilirken Yasar Nuri Öztürk’ün isabetli bir tespitinde olduğu gibi kötülük toplumu haline dönüşen Türk toplumu ‘zorbalara isyanın ıstırabı yerine itaatin rahatını yeğlemeyi’ tercih etti ve olan bitenleri tepkisizce izleyip sindirebildi.

Seçim güvenliği, hür demokratik cumhuriyetlerde seçimlerin adil ve şeffaf bir şekilde yapılması için hayati bir öneme sahiptir. 2022 yılında İktidarın öncülüğü ile kıdemli hâkimlerin il ve ilçe seçim kurulu başkanı olmalarına dair kadim uygulamaya son verilerek seçim hâkimlerini kurayla belirleme ile ilgili bir yasal düzenleme yapılmış olması, seçim güvenliğini ve güvenilirliğini zedeleyecek kritik bir adım olduğu kuşkusuzdur. Zira yargının en az üçte ikisinin son 6 yılda iktidar tarafından militan yargıçlarla doldurulduğu nazara alındığında yapılacak kur’alar sonucunda seçim kurulu başkanlarının büyük çoğunluğunun iktidarın sopası haline gelmiş yargıçlardan oluşacağını öngörmek için kâhin olmaya gerek yok sanırım. Bu militan yargıçlar eliyle seçim manipülasyonları yapılmak istendiği gün gibi aşikardır.

Netice itibariyle karşımızda organize olmuş bir yargı çetesi var. Bu yapı devlet ve toplum hayatının tümüne hükmetme etki ve gücüne sahiptir. Kendileri gibi olmayanlara karşı alabildiğine hırçın ve saldırgan, nemalandığı sistemin değişmemesini isteyen, hukuku menfaatlerine göre sinsice yorumlayan, adaletin bu topraklarda yeniden tecelli etmesi aleyhine çalışan ve kötülüğü başta tutmak için içtihat birliği yapmış bir yargı çetesiyle karşı karşıyayız. Bütün bunlara rağmen her şart altında hukuk yolunda yürümekten ve hukuksuzluk yapanların haksızlıklarını yüzlerine haykırmaktan başka bir yol gözükmüyor. Edmund Burke’nin dediği gibi ‘Kötülüğün zaferi için gerekli olan tek şey, iyi insanların hiçbir şey yapmayışıdır’. Yeterli seviyede olmasa da uluslararası düzeyde samimi gayretlerle küçük ama önemli adımlar atılmaktadır. Hukuki süreçler ağır aksak da yürüse şartların normalleşmesi ile birlikte varılacak yer adalet olacaktır. Ehil insanların elinde adaletin ‘bas davulu’ çalmaya başladığında gök gürültüsü kuvvetinde tesiriyle diğer tüm sesleri bastırıp devletin tüm kurumlarını oluşturan orkestrayı düzene kavuşturup ritim verdiğinde umumi düzene kavuşacağımızdan hiç kimsenin şüphesi olmasın.

Rejimin Militan Yargısından Kesitler (1) yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/rejimin-militan-yargisindan-kesitler-1/feed/ 0
Türk İşkenceciler Uluslararası Ceza Mahkemesinde Yargılanabilecek mi? https://hukukpenceresi.com/turk-iskenceciler-uluslararasi-ceza-mahkemesinde-yargilanabilecek-mi/ https://hukukpenceresi.com/turk-iskenceciler-uluslararasi-ceza-mahkemesinde-yargilanabilecek-mi/#respond Wed, 08 Jun 2022 20:06:10 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=8123 Turkey Tribunal’i ilk Eylül 2021’deki İsviçre’de yapılan duruşmada duyduk. Dünyaca ünlü hukukçular bir araya gelerek bir heyet oluşturdular. Sivil bir inisiyatifle Türkiye’de yaşananları masaya yatırdılar. Duruşmada kaçırma, kaybetme, işkence, keyfi tutuklama gibi suçların mağdurları dinlendi. Hukukçu bilim insanları raporlar sundu. Türkiye’nin tüm sosyal taraflarından tanıklar dinlendi. Turkey Tribunal internet sitesinden ve sosyal medya hesaplarından Uluslararası […]

Türk İşkenceciler Uluslararası Ceza Mahkemesinde Yargılanabilecek mi? yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Turkey Tribunal’i ilk Eylül 2021’deki İsviçre’de yapılan duruşmada duyduk. Dünyaca ünlü hukukçular bir araya gelerek bir heyet oluşturdular. Sivil bir inisiyatifle Türkiye’de yaşananları masaya yatırdılar. Duruşmada kaçırma, kaybetme, işkence, keyfi tutuklama gibi suçların mağdurları dinlendi. Hukukçu bilim insanları raporlar sundu. Türkiye’nin tüm sosyal taraflarından tanıklar dinlendi.

Turkey Tribunal internet sitesinden ve sosyal medya hesaplarından Uluslararası Ceza Mahkemesi savcılığına yapacakları başvuru hakkında bilgilendirmeler yapıldı, yapılıyor. UCM’ye yapılacak başvuru için şimdiden 8 kitaplık bir dilekçe taslağı oluşturulmuş durumda. Başvuruda birçok Türk kamu görevlisi ve siyasetçisinin adının karıştığı yurt dışından insan kaçırma, kaybetme, işkence, mal varlığına el koyma, keyfi tutuklama gibi insanlığa karşı suçlar ele alınacak.

Peki UCM, Türk vatandaşlarını yargılayabilir mi?

Bu sorunun kaynağı belli. Çünkü ceza yargılamasında usul esastan önce gelir. İnsanlığa karşı suç mağduru olmanız yetmez. Mahkemenin sizi mağdur edenleri yargılama yetkisi var mı, yok mu öncelikle buna bakmak gerekir.

Türkiye UCM’nin kurucu sözleşmesi olan, mahkemenin ve yanındaki savcılığın görev ve yetkilerini belirleyen Roma Statüsüne taraf değil. Bu yüzden temel kural olarak UCM’nin Türkiye Cumhuriyeti devleti sınırları içinde, uçaklarında ve gemilerinde işlenen insanlığa karşı suçları soruşturma ve kovuşturmak için yetkisi yok.

Bu yazının konusu olan yetki kuralları Roma Statüsünün 12. Maddesinde yer alıyor.

Bahse konu madde metni şu şekilde:

Madde 12: Yargı yetkisinin kullanılmasına ilişkin ön koşullar

  1. Bir devlet, bu tüzüğe taraf olmakla, 5. maddede bahsi geçen suçlarla ilgili olarak Mahkemenin yargı yetkisini kabul etmiş olur.
  2. Aşağıdaki devletlerden bir veya daha fazlası tüzüğe taraf ise ya da 3. paragrafa uygun olarak yargı yetkisini tanımış ise, Mahkeme 13. maddenin (a) veya (c) bentleri ile ilgili olarak yargı yetkisini kullanabilir:

(a) Toprakları üzerinde sorun teşkil eden olayın meydana geldiği devlet ya da suç, bir uçak veya gemide işlenmiş ise gemi veya uçağın kayıtlı bulunduğu devlet;

(b) Suçlanan kişinin vatandaşı olduğu devlet.

  1. Bu tüzüğe taraf olmayan devletin 2. paragrafa göre kabulü aranıyorsa, o devlet Mahkeme Yazı İşleri Dairesi’ne sunacağı bir bildirge ile suç konusu olayla ilgili olarak, Mahkemenin yargı yetkisini kabul edebilir. Kabul eden devlet 9. Bölüm’e uygun olarak erteleme ya da istisna olmaksızın Mahkeme ile işbirliği yapacaktır.

 

Maddenin 1. Fıkrasında sözleşmeye taraf olmadan kaynaklanan yetki, 2. Fıkrasının (a) bendinde yer  yönünden yetki, (b) bendinde ise kişi yönünden yetki, 3. Fıkrasında ise sözleşmeye taraf olmamakla birlikte yetkilendirme ile mahkemeye yetki kazandırılması düzenlenmiş.

Kanaatimce, maddede düzenlenen yer ve kişi yönünden yetki kuralları Turkey Tribunal’ın dava açmasındaki temel dayanaklarını oluşturuyor. Buna göre Roma Statüsüne taraf bir devletin toprakları üzerinde UCM’nin yetkisine dahil olan bir suç işlenmesi halinde mahkemenin yetkisi doğuyor. Yine aynı şekilde UCM’ye taraf bir ülkenin vatandaşının sözleşme kapsamındaki bir suçu işlemesi halinde onun suçuna iştirak edenlerin, onu azmettirenlerin de onunla birlikte soruşturulması ve kovuşturulması gündeme gelebilecektir.

Statünün bu maddesi ile oluşturulan yetki kurallarını kapsamlı bir bakış açısı ile ele almak yerinde olacaktır. Böylelikle karmaşık hukuki kavramlar, daha net anlaşılabilecektir.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, Statü’nün bu maddesi uluslararası arenada çok önemli bir soruna çözüm üretebilecek niteliktedir. Şöyle ki,

Devlet otoritesinin kaybolduğu, iç savaşların yaşandığı bir çok ülkede BM Barış Gücü askerleri bulunmaktadır. Bu askerlerin temel görevi barışın sağlanmasıdır. Ancak bugüne kadar hemen her görevde kimi askerlerin sivil unsurlara karşı, öldürme, işkence, tecavüz, fuhşa zorlama gibi suçları işlediğine dair bir şeyleri okuduk, gördük. Bu askerlerin suçları işledikleri ülkelerde devlet otoritesi kalmadığı için yer yönünden yetki kuralları işletilememektedir. İşler biraz yürürlüğe girdikten sonra, yerel savcılar ve hakimler olayın üstüne gitseler de suç failleri ülkelerine gönderilerek yargıdan kaçırılmaktadır. Bu askerlerin menşei ülkeleri de uluslararası adli yardım prosedürlerini işletmemektedirler. Kişi yönünden yetki açısından askerin vatandaşı olduğu devletler de soruşturma süreçlerini ya hiç işletmemekte veya sürüncemede bırakmaktadır. Yani mağdurlar mağduriyetler ile kalmaktadır. Tüm bu sorunlar BM Genel Sekreterleri, İnsan Hakları Yüksek Komiserleri ve diğer uluslararası temsilcilerce defalarca dile getirildi. Cezasızlığın kabul edilemez olduğunu vurguladılar. İşte Roma Statüsü’nün bu maddesinin UCM’ye verdiği bu yetki, bu konuda bir çıkış kapısı, bir çözüm yolu olarak görüldü.

Statü’nün 12. Maddesinde yer alan bu yetki kuralı aynı zamanda UCM’ye karşı başta Amerika olmak üzere statüye taraf olmayan devletlerin de düşmanlığını doğurdu. Bu düşmanlığın sebebi korkularıydı. (“Düşmanlık” kelimesini özellikle kullanıyorum çünkü bir Amerikan Dışişleri Bakanı, UCM’ye karşı bu kelimeyi kullanmayı tercih etmiştir.) Amerika’nın dünyanın birçok yerinde hem kendi askeri üslerinde hem de BM Barış Gücü birliklerinde askerleri var. Bu askerlerin Roma Statüsü kapsamındaki bazı suçları işlediklerini hepimiz biliyoruz. En net örnek Irak’daki Ebu Garib Cezaevindeki işkence uygulamalarıdır. Amerika, askerlerinin bu tür suçlardan yargılanmasını istemiyor. Bu yüzden UCM kurulduğu günden bu yana açıkça mahkemeye düşmanlık ediyor. Savcıların ülkesine girişini yasakladı, vizelerini iptal etti. Amerika’da bulunan malvarlıklarına el koyma kararı aldı. Mahkemeye taraf olmayan devletlerle o devletlerin taraf olmasını engellemeye, taraf olanların ise mahkemenin yetkisini Amerika vatandaşları lehine engelleyici ikili sözleşmeler imzaladı. Hatta BM Güvenlik Konseyi’nin davaları erteleme yetkisini harekete geçirdi ve savcıların önündeki kimi soruşturmaları birkaç yıllığına engelleyebildi.

Amerika’nın durumu bu iken, acaba Türkiye’nin durumu ne olacak? İşkenceciler UCM tarafından yargılanabilecek mi?

Türkiye, Roma Statüsü’ne taraf değil. Bu yüzden Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde işlenen insanlığa karşı suçlarla ilgili yargılama yetkisi yok. Bununla birlikte ülke tarihinde eşi görülmemiş bir şekilde dünyanın farklı ülkelerinden insanları kaçırdı. Mağdurlar, kaçırmanın yaşandığı ülkelerde ve Türkiye’de işkence gördü. Yaşı küçük çocuklar bile bu kaçırma, kaybetme, hapsetme, işkence ve kötü muamele suçlarının mağduru edildi. Bu kaçırmalar Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından, resmi olarak sahiplenildi ve kameralar önünde uluslararası büyük başarılar olarak nitelendirildi. Ancak sonradan kaçırma ve kaybetmelerle ilgili AİHM ve BM karar organları tarafından ihlal kararları verildi.  Özellikle BM Keyfi Tutuklama Çalışma Grubu ilk kararlarında Hizmet Hareketi ile irtibatlı insanları karşı yapılan keyfi tutuklama ve diğer hukuksuz uygulamaları “ayrımcılık temelli keyfi uygulama” olarak tanımlarken, son kararlarında açıkça “insanlığa karşı suç” olarak tanımladı.

Yukarıda açıkladığımız gerekçelerle, Roma Statüsünde düzenlenen insanlığa karşı suçların işlendiği ülkelerin UCM’ye taraf olması halinde, orada suç işleyen Türk kamu görevlilerinin de UCM’de yargılanması mümkündür. Bunda tereddüt yoktur.

Bugüne kadar 34 ülkeden 122 kişi kaçırılarak zorla ülkeye getirildi. Neredeyse tamamı ağır işkencelere muhatap oldu. Bu ülkelerden sadece birkaçı üzerinden örnek kabilinden değerlendirme yaparak konuyu somutlaştıralım. Kaçırmaların yaşandığı ülkelerden Kamboçya, Karadağ ve Kenya, Roma Statüsü’nün tarafıdır.  Sözleşmeye taraf olmamakla birlikte Ukrayna yazılı bildirimle UCM’nin yargı yetkisini tanımıştır. Bu yüzden bu ülkeler ve bunlar gibi sözleşmeye taraf olan diğer ülkelerin sınırları içinde, uçaklarında veya gemilerinde meydana gelen kaçırma, işkence ve diğer insanlığa karşı suçlarında herhangi bir şekilde emri, imzası veya fiili katkısı bulunan tüm Türk vatandaşlarının yargılanması mümkündür.

Turkey Tribunal’in bu başvurusu kaçırma, kaybetme ve işkence süreçlerine katılanların işledikleri suçların hesabının sorulması adına çok önemli bir gelişmedir. Soruşturmaların başlamasının ardından gerisi çorap söküğü gibi gelecektir. İnsanlığa karşı suçlar çok geniş kapsamlıdır. Organize işlenen suçlardır. Üstelik zamanaşımına da tabi değildirler. Bu yüzden bu suçların işlenme sürecinde organizasyona dahil olan tüm failler bir gün kendilerinin kapısının çalınacağını bilmelidirler.

Unutmamak gerekir ki UCM’nin yetkisi tali yetkidir. Asıl yargılama yetkisinin sahibi olan devletlerin kendileri de soruşturma ve kovuşturmaları yapabilir. Umudumuz ve inancımız bu tür suçların Türkiye’de de soruşturulacağı ve hesabının sorulacağı yönündedir.

 

 

Türk İşkenceciler Uluslararası Ceza Mahkemesinde Yargılanabilecek mi? yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/turk-iskenceciler-uluslararasi-ceza-mahkemesinde-yargilanabilecek-mi/feed/ 0
CBJ TÜRKİYE HAKİM VE SAVCI İŞKENCE RAPORU YAYINLANDI https://hukukpenceresi.com/cbj-turkiye-hakim-ve-savci-iskence-raporu-yayinlandi/ https://hukukpenceresi.com/cbj-turkiye-hakim-ve-savci-iskence-raporu-yayinlandi/#respond Mon, 30 May 2022 13:52:11 +0000 https://hukukpenceresi.com/?p=8025 GİRİŞ Türkiye’de 17-25 Aralık 2013 tarihlerinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Erdoğan ve AKP’li bir kısım bakanların adının da karıştığı büyük bir yolsuzluk soruşturması kapsamında gözaltına alma, yakalama, arama ve el koyma işlemleri yapıldı. Bu soruşturmadan sonra Erdoğan ve AKP hukukun işletilmesini isteyip ak ile karanın belli olmasını sağlamak yerine hukuktan uzaklaşmayı tercih etmişlerdir. Bu çerçevede […]

CBJ TÜRKİYE HAKİM VE SAVCI İŞKENCE RAPORU YAYINLANDI yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>

GİRİŞ

Türkiye’de 17-25 Aralık 2013 tarihlerinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Erdoğan ve AKP’li bir kısım bakanların adının da karıştığı büyük bir yolsuzluk soruşturması kapsamında gözaltına alma, yakalama, arama ve el koyma işlemleri yapıldı. Bu soruşturmadan sonra Erdoğan ve AKP hukukun işletilmesini isteyip ak ile karanın belli olmasını sağlamak yerine hukuktan uzaklaşmayı tercih etmişlerdir. Bu çerçevede yargı ve güvenlik bürokrasisini kendilerine göre şekillendirdiler ve tamamen kontrol altına aldılar. Defalarca Anayasa ve yasalarda değişiklikler yaptılar. Yapılan her değişiklik hukuk düzeninde, devlet sisteminde hatta toplum mekanizmalarında krizler doğurdu.  Kendileri ile beraber tüm ülke o günden bu yana hukuksuzluk denizindeki fırtınaların arasında savrulmaktadır.

15 Temmuz 2016’da gerçekleşen, Erdoğan’ın “Allah’ın lütfu” olarak tanımladığı şaibeli darbe girişiminden sonra hukuk tamamen askıya alındı. İnsan hakları yok edildi. Keyfi gözaltılar, işkence uygulamaları, kaçırma, kaybetme vakaları sıradanlaştı. Yargı ve kolluk birimleri yasaları uygulamak yerine Erdoğan ve AKP’den gelen talimatlara ve onların isteklerine göre hareket etti. Bu konu BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri ve Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserlerinin yayınladıkları raporlarda, Avrupa Birliği İlerleme Raporlarında ve daha birçok raporda defaatle vurgulandı.

Ülkede yaşanan kaostan yargı da fazlasıyla nasibini aldı. Yargı her ne kadar hukuksuzlukların faili olsa da aynı zamanda mağduru da oldu. Erdoğan ve AKP’nin emirleri yerine hukuku tercih eden hâkim ve savcılar hedefe konuldu. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay gibi yüksek mahkeme üyeleri ile ilk derece mahkemeleri, askeri yargı ve Sayıştay’da görev yapan hâkim, savcı ve raportörler mesleklerinden atıldılar. Hala da ihraçlar devam etmektedir. Mesleklerinden atılan yargı mensuplarının sayısı 5000’i geçti. Bu yargı mensuplarının hepsi hakkında silahlı terör örgütü üyeliği, yöneticiliği veya silahlı terör örgütüne yardım gibi son derece absürt suçlamalar yapıldı, haklarında soruşturma başlatılanların binlercesi tutuklandı. Bir kısmı çok ağır işkence gördü. Onlarcası hala tek başına hücrede tutulmakta ve işkence bu şekilde devam etmektedir.

Yargının savunma ayağının temsilcileri de bu zulüm ortamından nasibini aldı. Yüzlerce avukat sadece savundukları müvekkillerinin aidiyetleri, düşünceleri ve eylemleri gerekçe gösterilerek tutuklandılar ve çoğu hala cezaevinde.

Bu raporda temsili anlamda birkaç örnek üzerinden hâkim ve savcıların maruz kaldıkları işkenceler nazarlara sunulacaktır. Bugüne kadar sivil kişiler, güvenlik personeli veya bazı bürokratlara yönelik yapılan işkenceler haberlere konu yapıldı veya raporlarda yer aldı. CBJ Derneği olarak, ilk kez, hakimlerin ve savcıların dahi 15 Temmuz sonrasındaki süreçte çeşitli işkence eylemlerinin hedefi olduğunu raporlaştırmış olacağız.

Raporda işkence mağduru kadın ve erkek hâkim savcıların bir kısmının ad ve soyadları kısaltma olarak verildi. Bunun sebebi bu şahısların bir kısmının hala cezaevinde olmalarıdır. Türkiye’de durum o kadar vahim bir hal almıştır ki, bu şahısların kimliklerinin açıkça paylaşılması gerekçe gösterilerek kendilerine cezaevinde ziyaret ve mektup yasağı gibi hayati konularda disiplin cezaları verilebilmektedir. Ya da cezaevindeki yaşamları daha da ağırlaştırılabilmektedir. Bu hukuksuz ve kötücül uygulamalar sadece cezaevinde bulunan kişilere değil, dışarda bulunan yakınlarını da hedef alabilmektedir. Örneğin bu kişilerin yakınlarından sosyal yardım alanlar varsa bu hakları elinden alınmakta, çalışıyorlarsa işten atılmaları için baskı yapılabilmekte, keyfi çeşitli idari yaptırım ve cezalara muhatap olabilmektedirler.

İşkence insanlığa karşı işlenen en ağır suçlardan biridir. Suçu oluşturan eylemler bir kişi üzerinde icra edilse de hedefi tüm insanlıktır. Bu suça karşı tüm insanlık açık ve net bir şekilde karşı durmalıdır. Aksi taktirde bir gün işkence kendilerini de hedef alacaktır. Tarih buna dair örneklerle doludur.

I-15 TEMMUZ 2015 Sonrası Yargıda Yapılan Tasfiyelerin Bilançosu

15 Temmuz 2016 sonrası ülkede Olağanüstü Hal ilan edildi. Hükümete kanun hükmünde kararname çıkarılma yetkisi tanındı. Bu yetkiye dayanılarak binlerce insan mesleklerinden atıldı. Hâkimler ve savcılar için de aynısı oldu. Anayasa’da yer alan yargı teminatına ilişkin hükümler yok sayıldı. Binlerce hâkim ve savcı tutuklandı. Malvarlıklarına el konuldu.

Açık kaynaklarda yer alan verilere göre, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay ve ilk derece adli ve idari yargıdan 4579, Sayıştay’dan 118, Askeri Yargıdan 259 hâkim ve savcı ihraç edilmiştir[1].

Bugüne kadar tutuklanan hâkim ve savcı sayıları ile ilgili net rakamları Türk hükümeti kamuoyu ile paylaşmamıştır. Buna rağmen 02.07.2017 tarihli bir gazete haberinde 2 bin 286 adli ve idari yargıda görevli hâkim ve savcı, 104 Yargıtay, 41 Danıştay, 2 Anayasa Mahkemesi üyesinin tutuklandığı bilgisi yer almıştır[2].

II- İşkencelerin Amacı ve Uygulanan Metotlar

Türkiye’de halen devam etmekle birlikte özellikle OHAL döneminde işkencelerin yaygın olarak uygulandığı bilinmektedir. Bu konuda Türk Anayasa Mahkemesi tarafından verilmiş kararlar dahi bulunmaktadır. Bununla birlikte Avrupa Birliği İlerleme Raporlarında, Ankara Barosu’nun Raporlarında, BM ve Avrupa Konseyinin rapor ve belgelerinde, İnsan Hakları İzleme Örgütü ve Uluslararası Af Örgütü gibi kuruluşların raporlarında Türkiye’de işkencenin yaygın bir şekilde uygulandığına dair tespitler vardır.

Hakim ve savcılara yönelik olarak uygulanan işkencelerin temel amacı bu kişilerin kendisi veya başkaları aleyhine beyanda bulunmasını sağlamaktır. Yargı mensuplarından alınması hedeflenen beyanların bir kısmı şu şekildedir:

  • 2014 HSYK seçiminde Erdoğan ve AKP’nin temsilcisi konumunda olan ve onların desteklediği Yargıda Birlik Platformu aleyhine herhangi bir söylem veya eylemin olup olmadığı,
  • 2014 HSYK seçiminde Yargıda Birlik Platformunun desteklediği adaylar haricinde seçime katılan bağımsız adayların desteklenip desteklenmediği, adliyelerde, özel sohbet alanlarında, kişisel ilişkilerde bu yönde tavsiye veya telkinde bulunulup bulunulmadığı,
  • Kişinin kendisinin veya diğer meslektaşlarının Gülen Hareketi (kendilerini Hizmet Hareketi olarak tanımladıklarından bundan sonra bu isimle anılacaktır) ile irtibatlı olduğu kabul edilen eğitim öğretim kurumlarına gidip gitmediği, yurtlarında kalıp kalmadığı, Hareket ile irtibatlı gazete, dergilere abone olup olmadığı, Hareket ile irtibatlı Derneklere mali yardım yapıp yapmadığı.
  • Bank Asya isimli bankada hesabının bulunup bulunmadığı, hesabına para yatırıp yatırmadığı,

Yapılan işkence ile elde edilmek istenen bilgilerin herhangi bir suçun ispatına yönelik veriler olmadığı, söz konusu eylemlerin tek başına bir suç teşkil etmediği, bu faaliyetlerin Anayasa ve yasalar ile teminat altına alınan çeşitli hakların kullanımına yönelik olduğu açıkça görülmektedir. Ancak 15 Temmuz sonrasında, yargı mensuplarına, kendi meslektaşı olan savcı ve hakimlerin bilgileri dahilinde ve hatta onların talimatları doğrultusunda maddi ve manevi işkenceler yapılmıştır.

Hâkimler ve savcıların muhatap olduğu işkence uygulamalarına dair örneklere aşağıda yer verilecektir.

Yorma, Bezdirme, Bıktırma

Bu yöntem en yaygın olarak uygulanan yöntemdir. Özellikle Hizmet Hareketi ile irtibatı veya iltisakı olduğu iddiasına muhatap olanlar bu işkence yöntemi ile mutlaka karşılaşmışlardır. Bilindiği üzere OHAL döneminde gözaltı süresi 30 güne çıkarıldı. İnsanlar haklarında hiçbir delil bulunmamasına rağmen günlerce çok ağır şartlarda, beslenme ve hijyen ihtiyaçları karşılanmadan gözaltında tutuldular. Aşağıda yer alan, resmî belgelere yansıyan ifadelerden de anlaşılacağı üzere kimi insanlar bu süreçte karanlık bir hücrede, bir başkası bir halı sahada güneşin altında, kimisi kapalı spor salonunda, kimisi dar bir mekanda (örneğin 5 kişilik yerde 15-20 kişi olacak şekilde) kalmaya zorlanmıştır. Tüm bu uygulamalar insanların iradelerini kırmaya yöneliktir. Bu şekilde gözaltında tutulan 100 kişinin gözaltı sürecinin sonunda kollukta alınan ifadeleri okunduğunda şöyle bir manzara ile karşılaşılacaktır:

  • Gözaltı öncesinde hiçbir delil bulunmadığı,
  • Delil olarak ileri sürülenlerin ise itirafçı beyanları olduğu ve bunların da yine uzun gözaltılarda işkence suretiyle elde edilen hukuki bir delil değeri olmayan veriler olduğu; bunların da yıllar öncesinde sıradan, hukuka uygun gündelik yaşamsal faaliyetler olduğu,

Kaba Dayak, Fiziksel Şiddet

Ulusal ve uluslararası raporlara yansıdığı üzere OHAL döneminde insanlar kaba dayak ve fiziksel şiddet yöntemleriyle işkenceye maruz kalmışlardır. Bu yöntemin halen kullanıldığına dair bir çok bilgi, rapor ve belge ilgili kişiler veya temsilcileri ya da çeşitli sivil toplum örgütleri vasıtasıyla kamuoyu ile paylaşılmaktadır. İlerleyen bölümlerde hâkim ve savcıların da bu şekilde işkenceye uğradıkları resmî belgeleri ile ortaya konulacaktır.

Hakaret

Hâkim ve savcıların da dahil olduğu gözaltında tutulan insanlar “terörist”, “vatan haini” gibi sözlerle sürekli hakaretlere maruz kalmışlardır.

Sövme, Küfür

Hâkim ve savcılar da dahil olmak üzere gözaltındaki insanlar eş ve çocukları, kutsal kabul ettikleri değerler kullanılmak suretiyle küfür ve sövme içeren sözlere maruz kalmıştır. Bu sözler polislerin ağzında adeta sakız olmuş ve gözaltındaki herkese karşı pervasızca kullanmışlardır.

Tehdit

Hâkim ve savcılar da dahil olmak üzere hukuksuz kararlarla gözaltına alınan ve uzun süre insani olmayan şartlarda gözaltında tutulan mağdurlar, mülakat adı verilen ve ceza mevzuatı ve uygulamasında yeri olmayan hukuk dışı yöntemlerle yasa dışı sorgulamalara muhatap olmuşlar ve bu işlemler sırasında ağır hakaret ve küfürler yanında kendilerine ve yakın çevrelerine çeşitli zararlar verileceği tehdidine muhatap olmuşlardır. Bu mülakatlarda, haksız gözaltında tutulan kişilerin kendisine, eşine, kız çocuğuna veya annesine yönelik olarak cinsel tecavüzde bulunulacağı, öldürüleceği, sakat bırakılacağı, başka bir yere götürülüp orada işkenceye devam edileceği, TEM, MİT gibi kurumların işkencecilerine teslim edileceği, eşinin kızının getirilip karşısında çırıl çıplak soyulacağı, işkence edileceği, tecavüz edileceği gibi sözlerle tehditlere muhatap olmuşlardır.

Kelepçeli Bırakma

Gözaltında tutulan insanlar parmaklıklar ardında veya kontrol altında olmalarına rağmen (bu insanlar hâkim ve savcı da olsalar) günlerce ve 24 saat kelepçeli tutulmuşlardır. Bu durum açık bir işkence yöntemidir.

Beslenme İhtiyaçlarının Karşılanmaması

Gözaltı süreçlerindeki en yaygın uygulamalardan biri de aç ve susuz bırakmadır. Uzun gözaltında tutulan insanların hepsinin ortak söylemi gözaltı sonucunda aşırı kilo kaybedip 3-5-10 kilo vermiş olmalarıdır.

Hijyen İhtiyaçlarının Karşılanmaması

İnsan olmanın en doğal sonucu vücudun düzenli temizliğe ihtiyaç duymasıdır. Gözaltındaki insanların ise bu ihtiyaçları karşılanmamıştır. Diş fırçalama, duş alma, banyo yapma, tırnaklarını kesme, düzenli olarak kirli kıyafetlerini çıkarıp temizlerini giyme gibi ihtiyaçlarının hiçbiri karşılanmamıştır. 30 gün gözaltı sürecini aynı çamaşırlarla geçiren binlerce insan vardır. Bu uygulamanın mağdurları arasında ayrım yoktur. Hâkim, savcı, kaymakam, öğretmen, polis veya asker olması hiçbir şeyi değiştirmemiştir. Bu, insanları bezdirmek, bıktırmak amaçlı olarak işkence yöntemi olarak kullanılmıştır.

Ağır Barınma Şartları

Bu konu en sıkıntılı mevzulardan biridir. 3-5 kişilik gözaltı hücrelerine zaman zaman 10-15 hatta 20 kişi doldurulmuştur. İnsanlar yerlerde ve nöbetleşe yatmak zorunda kalmıştır. Kirli, havasız ortamlarda 10, 15, 20 gün hatta 30 gün tutulmuşlardır. Bu insanların dosyaları incelendiğinde gözaltı tarihi itibariyle haklarında ya hiçbir delil olmadığı ya da gözaltına dahi alınmadan 15-20 dakikalık bir ifade işlemi ile halledilebilecek hususlar nedeniyle gözaltında tutuldukları tespit edilmiştir. Bu yöntem iradeyi kırmaya yöneliktir. Zaten kimi insanlar bir süre sonra dayanamayıp “getirin ne istiyorsanız, yazın imzalayacağım” seviyesine gelmişlerdir. Hatta bu insanlar arasında, uzun ve ağır şartlardaki gözaltı süreci sonrasında, tutuklanıp gönderildikleri cezaevi şartları karşısında “tutuklanmak bizim için kurtuluş oldu, canımızı cezaevine zor attık” diye beyanlarda bulunanların sayısı hiç de az değildir.

Yüksek Sesle Propaganda Müzikleri Dinletme

Gözaltı merkezlerinin birçoğundaki yaygın uygulamalardan biri de yüksek sesle propaganda müzikleri dinletilmesidir. Erdoğan’a güzellemeler içeren, muhalifleri hain ilan eden, ya da içinde ırkçı, faşist söylemlerin bulunduğu, devleti kutsayan, muhalifleri düşman gösteren sözlerin olduğu şarkılar, marşlar insanlara, sabah akşam aralıksız ve yüksek sesle dinletilmiştir.

Yalan

İşkence yöntemi olan hususlardan bir diğeri de yalandır. Bilindiği üzere işkencenin psikolojik yönü de vardır. Yalan ve kandırma yasak sorgu yöntemleri arasındadır. İnsanlara dosyalarında gizlilik kararı olduğu gerekçesiyle dosyalar gösterilmez. Bununla birlikte dosyasında çok fazla delil olduğu, bir daha hapisten çıkamayacağı, kendisi ve başkaları aleyhine kullanılabilecek bilgiler ya da başkalarının ismini vermezse bundan kurtulamayacağını içeren sözler söylenir. Bu şahısların dosyalarında aslında o tarih itibariyle hiçbir delil bulunmamaktadır.

Uzun Süre Hücre Hapsi

Gözaltında ve tutukluluktaki en ağır işkence uygulamalarından biri hiç şüphesiz tek başına hücre hapsidir. Hücre hapsinin beyin faaliyetleri üzerindeki etkisinin işkence ile eşdeğer olduğuna dair pek çok bilimsel rapor yayınlanmıştır[3].

Aralarında kadınlarında bulunduğu birçok hâkim ve savcı hala hücrede tutulmaktadır.

Bu raporun yazarı olarak, doğrudan tanıklığıma dayalı olarak somut bir örnek vermem gerekirse, cezaevinde hücrede tutulan eski başsavcı T.A. konuşma yeteneğini kaybetmeye başlamıştır. Durumunun anlaşılması üzerine ailesinin de baskılarıyla cezaevi idaresi duruma müdahale etmek zorunda kalmış ve konuşma terapilerine başlanmıştır.

III- İşkence Faillerinin Cezasız Bırakılması

İşkence ile mücadele hususunda en sorunlu alanlardan irisi işkence suçlarının ve faillerin soruşturulması ve cezalandırılmasıdır. Türkiye’de eskiden beri bu husus son derece sorunludur. Türkiye tarihinde işkence nedeniyle ceza alıp yargılanan kamu görevlisi yok denecek kadar azdır. Bunun en önemli sebebi, 15 Temmuz 2016 sonrası yaşanan süreçle benzer özellikler taşıyan darbe dönemlerinde işkencecileri koruyan düzenlemeler yapılmış olmasıdır. Diğer bir sebebi ise hâkim ve savcıların işkencecileri soruşturmadaki isteksizlikleri ve vurdumduymaz tavırlarıdır.

Yargılama aşamalarında işkence mağdurları yaşadıklarını ayrıntısı ile anlatmış hatta işkence faillerinin isim ve kimlik bilgilerini dahi vermişlerdir. Buna rağmen hâkimler ve savcılar bu konuyu açıklığa kavuşturma ve hakikati ortaya çıkarma konusunda öncelikli olarak sorumlu olmalarına, resen harekete geçmek zorunda olmalarına ve Türk Ceza Kanunu 279 maddesine göre aksine davranmak suç olmasına rağmen ya hiç soruşturma ve kovuşturma süreçlerini işletmemişler veya bunu etkin ve sonuç alışı şekilde devam ettirmemişlerdir.

Mağdurlar ve avukatları tarafından yapılan şikayetleri ise ya sürüncemede bırakmışlar ya da kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlarla kapatmışlardır.

Maalesef işkence mağduru hâkim ve savcılar için de aynı durum geçerlidir.

 

IV- İşkence Mağduru Hâkim ve Savcılar

 

1. Teoman Gökçe (Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu eski üyesi),

Teoman Gökçe, 2010-2014 arasında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyesi olarak görev yapmıştır. Kendisi ilk derece mahkemesinde görev yapan hâkim ve savcıların oyu ile HSYK üyesi seçilmiştir. 2014 yılında tekrar aday olmuş ancak seçimi kazanamamıştır. 15 Temmuz 2016’dan sonra önce mesleğinden ihraç edilmiş, sonrasında gözaltına alınıp tutuklanmıştır. Kendisi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi[4] ve Birleşmiş Milletler Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu’nun emsal nitelikteki kararlarına göre keyfi tutuklanmış birisidir[5]. Tutuklanmasından vefat ettiği ana kadar tek kişilik hücrede tutulmuştur. Medyaya yansıyan bilgilere göre cezaevindeyken hücrede tutulmasına ve hakkındaki suçlamalara karşı verdiği dilekçeler işleme konulmamış, tahliye talepleri reddedilmiştir. Kendisine karşı psikolojik baskı ve hakaretlerin yanında fiziksel işkence de yapıldığı iddia edilen Gökçe, 2 Nisan 2018 günü hücresinde ölü olarak bulunmuştur.  Vefat sebebi kalp krizi olarak açıklanmıştır[6]. Gökçe vefat ettiğinde 2 yıldır, tek başına, Sincan Ceza İnfaz Kurumunda hücrede tutulmaktaydı.

 

2. Hüsamettin Uğur (Yargıtay Üyesi)

Yargıtay Üyesi olan Hüsamettin Uğur, 15 Temmuz 2016 sonrasında siyasi gerekçelerle silahlı terör örgütü üyesi olduğu suçlamasıyla tutuklanmıştır. Kendisi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Birleşmiş Milletler Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu’nun emsal nitelikteki kararlarına göre ayrımcılık temelli bir yaklaşımla, keyfi olarak tutuklanmış birisidir.

Tutuklanması sonrasında Hüsamettin Uğur Keskin Cezaevinde tek kişilik bir hücreye konulmuştur. Bu cezaevinde bulunduğu sürece tutukluluğunun tamamında hücrede tutulur.

17 Şubat 2020 tarihinde gardiyanlar tarafından fiziki saldırıya uğrar ve dövülür. Gardiyanlar kendisine “buradan cesedin çıkacak” diyerek tehdit ederler. Avukat olan kızı Nalan Dilara Uğur ile telefon görüşmesindeki sözleri bahane edilerek disiplin cezası verilir. Hüsamettin Uğur’un maruz kaldığı işkence ve kötü muamele uygulamaları ile ilgili kızı Nalan Dilara Uğur sosyal medya üzerinden paylaşımlarda bulunur. Bu paylaşımlar üzerine cezaevi yönetimi ve gardiyanlar Hüsamettin Uğur’u “kızın kendine dikkat etsin” diyerek tehdit ederler[7]. Hüsamettin Uğur yaşadığı işkence ve kötü muameleler nedeniyle cezaevinin değiştirilmesini talep eder. Kızı Nalan Dilara Uğur da bu yönde sosyal medyada kampanya yürütür.  Buna rağmen bir yıl sonra Hüsamettin Uğur’un 4 Şubat 2021 de Afyon Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’na nakledilir. Buradaki cezaevinde de tek kişilik hücreye konulur. Başka insanlarla teması engellenir. Hak mahrumiyetlerinin çoğu burada da devam eder.

Hüsamettin Uğur, yaşadıklarını 06.11.2021 tarihinde kamuoyuna yansıyan açık mektupta paylaşmıştır[8]. Mektubunda Keskin Cezaevinde iken dövüldüğünü, tehdit edildiğini, buna ilişkin yaptığı başvurunun savcılık tarafından keyfi olarak uzun süre bekletildiğini, kamuoyuna olayın yansımasından sonra alelacele soruşturmanın takipsizlik kararı verilerek sonlandırıldığını; o cezaevinde iken ve mektup tarihi itibariyle 24 saat küçük bir hücrede tutulduğunu, günde sadece 2 saat havalandırmaya çıkarıldığını, bu şekilde tekli hücreye çıkmaya psikolojik durumunun uygun olup olmadığının sürekli bu şekilde hücrede tutulmasının ruh sağlığını bozup bozmadığının takip edilmediğini; havalandırmanın çatısının dahi tel örgü ile kapatıldığını;  bu uygulamaların amacının insanların kendileri ve başkaları aleyhine olacak şekilde beyanda bulunmaya zorlamak olduğunu;  tutuklu statüsünde iken avukatı ile mahrem görüşme şansının olmadığını kamera karşısında ve bir gardiyanın nezaretinde görüşme yapabildiğini; kütüphaneden ilk 7-8 ay yararlandırılmadığını;  sosyal ve kültürel etkinliklere katılmasına izin verilmediğini; cezaevi kantininde diğer mahkumlara satılan ürünleri satın almasına izin verilmediğini; hukuka uygun hak talepleri nedeniyle keyfi olarak disiplin cezaları ile cezalandırıldığını;  açık ve kapalı görüş haklarının sınırlandırıldığını; gazete, dergi aboneliklerine keyfi olarak son verildiğini; telefon görüşü, açık ve kapalı görüş haklarının, ziyaretçilerden gelen kıyafet ve kitap kargolarının tesliminin korona döneminde askıya alındığını bu konulardaki hak mahrumiyetlerinin uzun süre devam ettiğini belirtmiş ve yaşadığı hak ihlallerini ayrıntılı olarak anlatmıştır.

Mektubunda “Afyon’da yaşanan diğer hak ihlallerini, sıkıntıları daha fazla yazamıyorum. Çünkü mektubumun gönderilmeyeceği, hukuka aykırı gerekçelerle el konulabileceği endişesi taşıyorum.” diyerek aslında sesini tam olarak duyuramadığını, daha başkaca hak ihlallerine maruz kaldığına dair ip ucu vermiştir.

Hüsamettin Uğur’un muhatap olduğu, işkence ve kötü muamele uygulamalarına, hak mahrumiyetlerine MEDEL gibi uluslararası hakim ve savcı derneklerinden de tepkiler gelmiştir[9].

 

3. Nesibe Özer (Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu eski üyesi),

4. Ayşe Neşe Gül (Adalet Akademisi Eğitim Merkezi eski müdürü),

Nesibe Özer, 2010-2014 yılları arasında HSYK üyesiydi. 2014 yılında yapılan seçimlerde de Erdoğan ve AKP’nin tüm baskılarına rağmen yeniden aday oldu. Bu yüzden kendisi hedef haline getirildi. 15 Temmuz 2016 sonrasında mesleğinden atılarak, gözaltına alınıp tutuklandı ve tutuklandığı günden bu yana hücrede tek başına tutulmaktadır.

Ayşe Neşe Gül, Adalet Akademisi’nde Eğitim Merkezi Müdürü idi. Oldukça başarılı bir hâkim ve idareciydi. Tıpkı Nesibe Özer gibi 2014 yılında yapılan HSYK seçimlerinde aday oldu. Tüm baskılara rağmen adaylığını geri çekmedi. 15 Temmuz 2016 mesleğinden atılarak gözaltına alınıp tutuklandı. Tutuklandığı günden bu yana hücrede tek başına kalmaktadır.

 

5. Kadın Hâkim S.P.

Kadın hâkim S.P. 15 Temmuz 2016 sonrası gözaltına alınıp işkence gören kadın hâkimlerden biridir. Günlerce nezarethanede tek başına tutulmuştur. Hücrede olmasına rağmen kelepçeleri çözülmemiştir. Beslenme ve su desteği verilmemiştir. Hijyen ihtiyaçları karşılanmamıştır. Kendisine açıkça eşinin teslim olmasını sağlamak için gözaltına alındığı ve sonrasında tutuklandığı söylenmiştir. Kelepçeli vaziyette kendi görev yaptığı adliyenin içinde dolaştırılmış, adeta teşhir edilmiştir. Tutuklamayı yapan hâkim açıkça eşi gelene kadar cezaevinde kalacağını ifade etmiştir. Kocası kayıp, kendisi tutukludur. Çocukları ortada kalmıştır. Hakim S.P. yaşadıkları nedeniyle çok ağır bir travma geçirmiştir. Cezaevinde iken kendisine verilen ilaçlar nedeniyle psikolojisi daha da bozulmuştur. Maruz kaldığı haksız ve hukuksuz uygulamalara, maddi ve manevi işkencelere daha fazla dayanamayarak, intihara teşebbüs etmiş ve hatta sonrasında akıl hastanesine yatırılmıştır. Bu şekilde ağır hasta iken kendisine çeşitli ifadeler imzalatılmıştır.

Yaşadıklarını tanık sıfatıyla dinlendiği mahkemede açıkça anlatmıştır. Aşağıda bir mahkemede tanık sıfatıyla vermiş olduğu bir ifadenin işkence ile ilgili bölümleri yer almaktadır.

“7 gün bir nezarethanede tutuldum, ellerime kelepçe takılıp görev yaptığım adliyede gezdirildim. Hukuka uygun vermiş olduğum bir karar nedeniyle, hükümet lehine neden karar vermedin diye sorgulandım. Sorgu Hâkimi tarafından ‘eşin gelinceye kadar tutuklusun’ denilerek tutuklandım. Hakkımda tutuklama kararı verilip Sincan Kadın Kapalı Cezaevine gönderildim. Ben orada eşimden ayrılmıştım, eşimin nerede olduğunu bilmiyordum. Çocuğum ortada kaldı. Meslekten haksız olarak ihraç edilmiştim. Psikolojik olarak ağır bir travma geçirdim. Yerinde duramıyor, hiçbir şey yapamıyordum. Aileme durumumu anlattığım zaman ölüm düşüncesi oluşmuştu artık. Ailem cezaevine durumumun ağır olduğunu, muhakeme gücümü kaybettiğime dair faks çekmiş. Bunun üzerine bana cezaevi idaresi tarafından rızama aykırı şekilde bilmediğim ilaçlar verildi. Bu ilaçlar sonucu ben intihar ettim. Intihar sonucu Ankara Numune Eğitim Araştırma Hastanesinden Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine sevkim yapıldı. İntihar ettiğimi, hastaneye sevk edildiğimi bilen başsavcı durumdan istifade ederek ifademi aldı. Ben kendimde değildim. Tamamıyla basında duyduğum olayları anlatmışım. Kesinlikle bu olaylar doğru değildir. O gün bana kimi göstermişler ise onu teşhis etmişim. Bana sizi gösterseydiler o gün veya daha evvel sizinle bir yerlerde beraber çalışsaydık, sizi bir yerlerden tanısaydım sizlerin aleyhine de bir şeyler söylerdim. Tamamen şuurumu kaybetmiştim, anlatabiliyor muyum? Hâkim bey benim diyeceğim bu kadar ve bu ifademi alan benim intihar ettiğimi bilen Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine sevkimin yapıldığını bilen başsavcı Ali Çalık bu ifadeye göre işlem yapmıştır. O tamamı ile bundan sorumludur. Benim kusurum da yoktur.”

Mahkeme Başkanının “Yani sen sadece ruh halin bozulduğu için mi bu şekilde İfade verdiğini söylüyorsun?” sorusuna, “Hem ruh halim bozulduğu için hem bana yapılan işkence, eziyet, insanlık dışı müdahale nedeniyle, onlardan kurtulmak için istedikleri her şeyi söylemişim.” şeklinde cevap vermiştir.

Mahkeme Başkanının: “Avukatın huzurunda vermiş olduğun ifadeyi yalanlıyor musun?” Şeklindeki soruya: “Avukatım o halimi bilmesine rağmen, ‘Hâkime hanım rahatsız. Bakırköy’e sevk edildi. İntihar etmiş, tedaviye ihtiyacı var.’ diye bir savunma yapması gerekirken yapmadı. Hiçbir beyanı kabul etmiyorum. O da biliyor, avukatım da biliyor. Ben itirafçı değilim, etkin pişmanlıktan da yararlanmadım”.

Mahkeme Başkanının “İtirafçı olarak serbest bırakılmadın mı?” şeklindeki soruya “Serbest bırakmasalardı, benim halimi görerek benim bu şekilde tedaviye ihtiyacım olduğunu bile bile beni bu şekilde ifademi alıp ifademi basına ifşa edenler suçlular, ben asla aklım başındayken bu şekilde bir ifade vermem, çünkü ben öyle bir insan değilim.”

 

6. Muzaffer Bayram (Eski Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Sekreteri)

Muzaffer Bayram, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nda 28 Şubat 2014 tarihine kadar genel sekreter olarak görev yapmıştır.

15 Temmuz 2016 sonrasında önce açığa alınıp sonrasında hukuksuz olarak görevinden ihraç edilen Bayram hakkında, ihraç edilen diğer meslektaşları gibi darbeye teşebbüs ve silahlı terör örgütü üyeliği suçlamaları bağlamında gözaltı ve sonrasında yakalama kararı çıkarılmıştır. Hukuksuz uygulamalara maruz kalacağını düşünen Bayram yakalanmamak için kaçak yaşamış, 2017 yılı Nisan ayında ise yakalanarak tutuklanıp cezaevine gönderilmiştir.

Kırıkkale Keskin Kapalı Cezaevinde hücrede kalan Bayram’ın iki kolu şaibeli şekilde kırılmıştır.

İki kolu kırık olduğu ve kendisine bakamayacak durumda olduğu halde tek kişilik hücrede tutulmaya devam edilmiştir[10]. Kendisi halen hücrede tutulmaktadır.

 

7. Hâkim A.K.

Hâkim A. K., 15 Temmuz 2016 sonrasında gözaltına alınmış ve Ankara Terörle Mücadele Şubesinde işkenceye uğramıştır.

Ankara 5. Sulh Ceza Hâkimliğinde 29.08.2016 tarihinde vermiş olduğu ifadesinde maruz kaldığı işkence uygulamalarını şu şekilde anlatmıştır:

“Üzerime atılı suçlamaları kabul etmiyorum. Yaklaşık 20 günlük gözaltı süresi içinde bana ve diğer gözaltında bulunan kişilere karşı işkence yapılmıştır. Şöyle ki 20 gün boyunca sert bir zeminde yatmak zorunda kaldık, gece sabahlara kadar ışıklar açık bırakıldı. Gece yüksek sesle müzik dinletildi. Duş imkânı verilmedi. Ayrıca emniyetteki ifade sırasında bana tokat atıldı. Daha doğrusu müdafi huzurunda ifade alınmadan önce “mülakat” adı altında yapılan görüşmede tokat atıldı.”

 

8. Hâkim A.B.

Hâkim A.B., 21 Temmuz 2016 günü gözaltına alınmış ve Ankara Terörle Mücadele Şubesinde işkence görmüştür.

Kendisi, gördüğü işkencelerin bir kısmını Ankara 16. Ağır Ceza Mahkemesinde 04.10.2017 tarihli duruşmada şu şekilde anlatmıştır:

“21 Temmuz 2016 Perşembe günü mesai bitiminde gözaltına alındım. Bu tarihten, tutuklandığım tarih olan 24 Temmuz 2016 tarihine kadar önce Türkiye Voleybol Federasyonu Başkent Spor Salonunda, ardından Sincan Cezaevi Kampüsünün içinde çadır denilen yerde gözaltında tutuldum. Bununla ilgili durum birkaç gazeteye yansıdı: Cezaevine giren gazetelerden takip ettim, sizler de mutlaka takip etmişsinizdir. Gözaltında kaldığım müddetçe gece tuvalete giderken dahi kelepçeler çıkartılmadı. Yatma için malzeme verilmedi. 24 saat boyunca o ışıklar hiç söndürülmedi. 22 ve 23 Temmuz’da sabah ve akşam 2 kişiye 1 tane roll ekmek[11] verildi. 15 Temmuz ve devamında ülkemin yaşadığı bu vahşi olayları çözmeye çalışan kolluk görevlilerinin de şahsıma bu hukuksuz müdahalesini de kabul edemiyorum. Bu nedenle de gözaltında kaldığım müddetçe maruz kaldığım işkence ve kötü muameleden dolayı şikayetçi oldum ilgili personel hakkında, şikayetimle ilgili soruşturma da yine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında devam etmekte.”

9. Hâkim A.S.Y.

Hâkim A.S.Y., kendi gördüğü işkencelerin bir kısmını Ankara 16. Ağır Ceza Mahkemesinde 04.10.2017 tarihli duruşmada şu şekilde anlatmıştır:

“Gözaltına alınmamıza müteakip Ankara KOM Daire Başkanlığının Anıttepe’deki yerleşkesinde 21 gün boyunca duş imkanı verilmeyerek, 24 saat boyunca ellerimiz kelepçeli şekilde gözaltında tutuldum.”

10. Hâkim A.A.

Hâkim A.A., kendi gördüğü işkencelerin bir kısmını Ankara 16. Ağır Ceza Mahkemesinde 04.10.2017 tarihli duruşmada şu şekilde anlatmıştır:

“İfade ettiğim bu kötü muameleye en başta kendim maruz kaldım. Hiç yoktan yere, gözaltına alındıktan sonra ters kelepçelendim, olmadık muamelelere maruz bırakıldım. Polisler tarafından darp edildim. Hakarete maruz bırakıldım ve emin olun daha sayamayacağım birçok olumsuz durumla karşılaştık ve bunun birçok hâkim savcı hakkında da yapıldığından bilgi sahibiyim. Bu açıdan da ben bunları ifade etme gereği hissettim; çünkü ifade alma sürecindeki hukuksuz ve haysiyet kırıcı muameleler ve suç teşkil eden eylemler bunlarla kalmamış, ayrıca hukuka aykırı vaatlerde de bulunularak insanlar itirafçılık adı altında iftiracı olmaya zorlanmıştır.”

11. Hâkim A.Ç.

Hâkim A.Ç., 16 Ağır Ceza Mahkemesinde 05.10.2017 tarihli duruşmada alınan ifadesinde, “ Gözaltında işkenceye maruz kaldım. Ölümle tehdit edildim.” demiştir.

12. Hâkim A.K.

Hâkim A.K., 16 Ağır Ceza Mahkemesinde 05.10.2017 tarihli duruşmada alınan ifadesinde yaşadığı işkence uygulamalarını ayrıntısı ile anlatmıştır. Tutuksuz yargılanmakta iken işkence ile ilgili bilgi vermesi ve mahkemenin istediği şeylerin aksine beyanda bulunması nedeniyle mahkeme tarafından tutuklanmıştır.

Hâkim A.K. maruz kaldığı işkence uygulamaları ile ilgili mahkemede söyledikleri şu şekildedir:

“9 Ağustos 2016 tarihinde KOM Daire Başkanlığı polisleri tarafından gözaltına alındım. Gözaltında bulunduğum süre içinde KOM Daire Başkanlığının içindeki açık halı sahada Ağustos ayının sıcağında ve güneşin yakıcılığı altında bırakıldım ve gözaltımın büyük bir kısmı o şartlar altında geçti. 21 günlük gözaltı süresince 17-18 gün boyunca yaklaşık 150 kişiyle beraber gece gündüz yemek yerken ve uyurken dahi kelepçeli olarak tutuldum. 18 Ağustos 2016 günü devre ve ev arkadaşım olan XXXX açık halı sahanın bulunduğu yerin yanındaki ilgili binaya ifadesi alınması için götürülmüştü; ancak kendisinin daha sonra bana anlattığı üzere, mülakat adı altında gün boyu sorgulanmış, darp edilmiş ve kendisine birtakım şeyler kabul ettirilmiş ya da ifade etmek zorunda bırakılmıştı. Tabi bunlar yapılırken de avukatı falan hazır değildi. XXXX’in sözde ifadesinin alınması için götürüldüğünün ertesi günü 19 Ağustos 2016 günü ben de ifademin alınması için, gözaltında tutulduğumuz halı sahanın yan tarafındaki ilgili binaya götürüldüm ve yine ben de mülakat adı altında 19 Ağustos, 20 Ağustos ve 22 Ağustos günleri sorgulandım. 19 Ağustos günü sözde ifadem alınması için götürüldüm … kelepçeliyken yerde beton üzerine oturtularak o gün bir çok sefer tekme tokat dövüldüm. Yumruk tarzı tokatlarla darp edildim. Birçok sefer kulaklarımdan tutularak yerlerde süründürüldüm. Ayaklarımı, bacaklarımı hissedemeyeceğim ana kadar birçok sefer saatlerce zorlayıcı pozisyonlarda tutuldum. Hakaretlere ve küfürlere 4 gün boyunca maruz kaldım ve bu ve benzerlerini 20 Ağustos günü gün boyu ve 22 Ağustos günü de neredeyse akşama kadar tekrar yaşadım. Sabah mesai saatinin başlangıcından gece yarısına kadar mülakat adı altında sorgulandım. Geceleri uyumak için de ilgili binanın zemin katında bulunan penceresi olmayan karanlık bir odada tutuldum …tarafından da bir çok sefer psikolojik işkenceye hakaretlere ve tehditlere maruz kaldım. 22 Ağustos günü de akşam saatlerine doğru istediklerini kabul etmemem durumunda beni Ankara Terörle Mücadele Şubesine teslim edeceklerini, orada benim perişan edileceğimi ve Filistin askısıyla tanıştırılacağımı ve gözaltı süremin sonuna kadar kullanılıp orada neler yaşayacağımı tahmin dahi edemeyeceğimi birçok sefer ifade edip, baskı kurup, tehdit etmişlerdir. …… polis memuru ”….. ağabeyin ve eşinin kamu görevlisi olduğunu biliyoruz. Müdürlerimiz ve soruşturmayı yürüten savcıların arası çok iyi, bizim ağabeyi ve eşi de FETÖ’cü dememiz yeterli olur. Hemen ikisi için de gözaltı kararı çıkarttırıp, buraya getiririz ve inan gözaltında tutabileceğimiz kadar tutarız ve burada onlara, senin yaşadıklarının 10 katını yaşatırız.” diye beni tehdit etmişler ve baskı kurmuşlardır.  Bana günlerce kötü muamelede bulunan, işkence yapan, baskı kuran ve tehdit eden birçok polisin amirlerinin isimlerini, soy isimlerini ve çalıştıkları büroları hatırladığım kadarıyla söyledim. Ancak bu kişilerden şimdilik şikayetçi değilim. Çünkü biliyorum ki olası şikâyetim takipsizlikle sonuçlandırılacaktır.”

13. Savcı R.A.

Savcı R.A., 16 Ağır Ceza Mahkemesinde 10.10.2017 tarihinde vermiş olduğu ifadesinde maruz kaldığı işkence uygulamalarını şu şekilde anlatmıştır:

“Ben KOM ifadem de bazı hususlara değinmek istiyorum. Sayın Başkanım 9 Ağustos 2016 tarihinde gözaltına alındım ve 24 Ağustos 2016 tarihine kadar ben gözaltında tutuldum. 24 Ağustos 2016 tarihinde tutuklandım. Gözaltı süresince Halı sahada 15 gün boyunca gündüz aşırı sıcağa gece ise soğuğa maruz kaldım. Sürekli kelepçeli olarak uykusuz bırakılarak ve çok çok sınırlı gıdalarla beslenerek bu süreci geçirdim. İfademi ise tehdit işkence ve baskı altında verdim.”

14. Hâkim M.S.Ö.

Hâkim M.S.Ö., 16 Ağır Ceza Mahkemesinde 10.10.2017 tarihinde vermiş olduğu ifadesinde maruz kaldığı işkence uygulamalarını şu şekilde anlatmıştır:

“Gazi Üniversitesi kapalı spor salonu var, voleybol federasyonuna ait, orada göz altında kaldık, daha sonrada Sincan içerisinde bulunan çadıra getirildik. Burada ters kelepçeli tutulduk. İşkence ve kötü muameleye maruz kaldık. Benimle beraber 39 Askeri hâkime aynı muamele yapıldı. Ben burada sadece şunu belirtmek istiyorum. Detaylarına inmeyeceğim. Ben gözaltındayken ters kelepçeli işkence pozisyonundayken bir polis amiri ismini Tahir olarak bildiriyorum. Bilmiyorum kod adı mı neyse artık kendisini oranın Azrail’i olarak tanımlıyordu. Geldi bana soruları çalıp çalmadığımı sordu. Ben böyle bir şey olmadığını söyledim. Beni tekmeledi, çok şiddetli bir şekilde tekmeledi. Ben bana tekrar aynı soruyu yöneltti. Ben tekrar çalmadığımı söyledim. Tekrar tekrarladı bunu birkaç defa tekrar etti. Yani burada ben o an için anlam vermemiştim. Çünkü o anda sadece benim hakkımda sıkı yönetim görevlendirme listesinde ismim olduğu için göz altına alınmışım. Dosyada sınav sorularına ilişkin herhangi bir bilgi belge iddia yoktu. Ancak buna rağmen ben böyle bir soruyla polis amiri tarafından böyle bir soruya muhatap edildim ve sonrasında darp edildim. Ben işkence ve kötü muamele hususunda Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulundum. Cumhuriyet Savcısı takipsizlik verdi. Onlarca tanık gösterdim. Olayları detaylı bir şekilde izah ettim. Ancak takipsizlik verdi. Daha sonra itiraz ettim. Kararıma hiçbir gerekçe yazılmadan reddedildi. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulundum. Halen ne olduğunu bilmiyorum şu anda ifademin alındığı ve sorgumun yapıldığı gün buna avukat hanımda şahittir diye düşünüyorum. Son 24 saattir tek lokma birşey yememiştim yani açlıktan elim ayağım titriyordu ve bu şekilde bitkin ve perişan bir vaziyette ifadem alındı, sorgum yapıldı. Daha sonra tutuklandım. 8 kişilik koğuşta 21-22 kişi kalıyoruz. Bu nedenle bir kısmımız yerde yatıyor ve en temel insanı ihtiyaçlarımız önemli ölçüde kısıtlanıyor.”

15. Hâkim T.Ö.

Hâkim T.Ö., Ankara 16 Ağır Ceza Mahkemesinde  06.10.2017 günü alınan ifadesinde, maruz kaldığı işkence uygulamalarını şu şekilde anlatmıştır:

“21 Temmuz 2016 tarihinde görevden uzaklaştırıldım dahası 25 günlük evli iken gözaltına alındım. 16 gün sistematik işkence olarak tabir edilecek şartlarda halı sahada elleri kelepçeli bekletildim.”

16. Hâkim S.Ö.

Hâkim S.Ö., Ankara 16 Ağır Ceza Mahkemesi 6.10.2017 tarihli duruşmada maruz kaldığı işkence uygulamalarını şu şekilde anlatmıştır:

“9 Ağustos 2016 tarihinde … gözaltına alındım, 23 Ağustos tarihinde ise tutuklandım. Bu 14 günlük gözaltı süresi zarfında yemek yerken ve yatarken dahil sürekli kelepçeli bir şekilde bekletildim, hatta polis ifadem esnasında dahi kelepçelerim çözülmedi. Buna CMK avukatım da şahittir. Eğer hatırlayacaksa ki onun itirazı dahi dikkate alınmadı. İfademin bir kısmı mülakat adı verilen avukat bulunmayan bir ortamda alındı. Bu aşamada polislerin fiziki müdahalesine maruz kaldım. Ayrıca TEM’in bodrum katına götürülerek vücuduma elektrik verilmesi gibi türlü işkencelere maruz bırakılmakla ve aile fertlerimin gözaltına alınmasıyla tehdit edildim ve bunların yanı sıra türlü hakaretlere maruz kaldım. Gözaltına alındıktan sonraki yedinci günde ifadem alınmasına rağmen yedi gün daha elverişsiz şartlarda bekletildim ve daha sonrasında adliyeye sevk edildim ve tutuklandım. Sonrasında Sincan 1 Nolu L Tipi Cezaevi’ne götürüldüm. 14 kişilik koğuşta 9 ay boyunca 45 kişi kaldık. 9 ay sonunda da hiçbir gerekçe gösterilmeden Keskin T Tipi Cezaevi’ne nakledildim ve yaklaşık 5 aydır da 7 kişilik koğuşlarda 24 kişi kalıyoruz.”

17. Hâkim adayı: M.F.Ö.

M.F.Ö., Ankara 16. Ağır Ceza Mahkemesinde 18.12.2017 tarihinde alınan ifadesinde maruz kaldığı işkence uygulamalarını şu şekilde anlatmıştır:

“21 Temmuz tarihinde mesai çıkışında gözaltına alındım, gözaltında çeşitli işkence ve kötü muamelelere maruz kaldım…. 21/24 Temmuz 2016 tarihleri arasında gözaltında işkenceye varan kötü muamelelere maruz kaldım, bu süreçte belki de tüm geleceğimi kaybettim,”

18. Hâkim M.A.

M.A., Ankara 16 Ağır Ceza Mahkemesinde 17.10.2017 tarihli duruşmada maruz kaldığı işkence uygulamalarını şu şekilde anlatmıştır:

“Öncelikle gözaltında yaşadıklarımı anlatmak istiyorum 24 saat boyunca kelepçeliydim halı saha da güneşin altında bekletildim, spor salonunda ışıkların bazılarını kapatmayarak uyumama izin vermediler. Hiçbir şekilde duş alamadım, hemen hemen her gün baş ağrısından dolayı ilaç kullandım. İfadeye çağırıldığımda kendilerinin deyimiyle mülakata alındım. Yaklaşık üç, üç buçuk saat boyunca avukatsız ifadem alındı. Odaya girdiğimde iki tane polis vardı. Bana otur dediler. Sandalyeye oturdum ve ‘M. bey hoş geldin’ dedi sonra ilk dediği şey ‘büyüklerim bana öyle işkence türleri öğretti ki hiçbir iz bırakmadan hepsini senin üzerinde uygularım’ dedi. Masanın üzerine de silahını bıraktı. Baş ağrısı ve uykusuz bir şekilde ifadem alınmaya devam edildi. Kardeşim sözleşmeli er olduğu için onunla beni tehdit ettiler. O’nu da aldırır buraya getiririz dediler.  Bir ara ifademi alan şahıs vurmaya yöneldi ancak daha önce kalın bağırsak rahatsızlığından dolayı Ankara GATA da beş gün yattığımı doktorun herhangi bir şekilde darp ve cebir almaktan uzak durmamı söyleyince vurmaktan vazgeçti. Eylül 2016 tarihinde kolonoskopi randevum vardı. Doktor kanser başlangıcı olup olmadığını bakacağız demişti. On üç aydır kalın bağırsağımda ne olduğunu bilmeden yaşıyorum. İfadem esnasında herhangi bir darp ve cebir görmedim lakin ruhsal yönden yorma, baskı, tehdit ve haraketlere maruz kaldım. Daha sonra avukatım geldi. Avukatla dahi ifadem alınırken kelepçeleri çıkarmadılar. Bir ara lavaboya gitmek istedim göndermediler. İfadem yaklaşık altı, altı buçuk saat sürdü. İfadem bittikten sonra diğer meslek gruplarının da olduğu yaklaşık 100-120 kişinin yanına spor salonuna götürüldüm. Spor salonunda ışıkların tamamı açık şekilde müzikler dinletilerek uyumamıza engel oldular. Spor salonunda bulunan şahsın birisini çırıl çıplak soyup jopla dövdüklerini duydum, on bir gün sonra savcılığa sevk edildiğimizde yaklaşık dokuz saat savcılık koridorunda beton zeminde oturdum. Savcılıkta diğer arkadaşların aileleri vardı ben de o tarafa baktığımda polisin bir tanesi ‘ne bakıyorsun, kimle işaretleşiyorsun’ diye tartıştık ‘benim o tarafta hiç kimsem yok ailemden gelen hiç kimse yoktur’ dedim. Sonra tartışma sona erdi. Daha sonra avukatım gelmediği için tekrar ailelerin avukatlarının olduğu yöne bakınca yine polisle tartıştık ve bana affınıza sığınarak söylüyorum başkanım ‘senin a. koyacağım, seni joblayacağım’ şeklinde sözler sarfetti, halı sahada, spor salonunda, emniyette ifade esnasında daha yetmemiş gibi savcılık koridorunda da böyle kötü muameleye maruz kaldım.”

19. Hâkim A.P.

A.P., Ankara 16 Ağır Ceza Mahkemesinde 17.10.2017 tarihli duruşmada vermiş olduğu ifadesinde, kendisinin ve eşinin maruz kaldığı işkence uygulamalarını şu şekilde anlatmıştır:

“Hakkımızda hiçbir adli işlem tesis etmeye yetkili olmayan polis ekibine 20 Temmuz 2016 günü saat 21:30 sıralarında teslim edildik. Gözaltı süresi boyunca maddi ve manevi işkenceye uğradım ve hakkımda da hiçbir adli işlem yapılmadı. Burada gözaltında yaşadıklarımı anlatmayacağım ancak üzerinden 15 ay geçmesine rağmen halen daha yaşadıklarımın psikolojik etkileri devam etmektedir.  25 Temmuz 2016 günü hukuka aykırı olarak tutuklanıp ceza evine kapatıldım. Burada on kişilik koğuşta kapasitenin yaklaşık üç katı kadar kişiyle birlikte kalıyorum. Yaklaşık 15 aydır da tutukluyum. Dört günlük gözaltı süresi boyunca ailemle irtibat kurmama, ailemin bende ve benimde ailemden haber almamıza müsaade edilmemiştir. Bu süreçte eşim benden haber alamamanın ve gözaltına alınanlara ağır işkenceler yapıldığı gösterir fotoğraf ve video kayıtlarının medyaya yansımasının da etkisiyle rahatsızlanmış. Panik atak geçirerek birkaç kez hastanenin acil servisinde tedavi görmüştür. Yaşadığı korku ve travmanın etkisiyle vücut direnci düşmüş ve uyku düzeni bozulmuştur. Bu nedenle psikiyatrik tedavisi almaya başlamıştır. Antidepresan, uyku ve vitamin ilaçları kullanmaya başlamıştır. Hastalığının kritik aşamasında Ankara TEM şube ekiplerince kanuna aykırı olarak gözaltına alınmıştır. Üç gün boyunca hiçbir adli işlem yapılmaksızın gözaltında tutulmuştur. Gözaltı süresi boyunca işkence boyutuna varan hakaret ve tehditlere maruz kalmıştır. Fiziki darp olup olmadığını ise bana anlatmadığından bilemiyorum. Gözaltı sürecinden sonra savcılıkça serbest bırakılmış olsa da üst üste yaşadığı travmaların etkisiyle hastalığı giderek şiddetlenmiştir. Ani ve aşırı şekilde kilo kaybederek 33 kiloya kadar düşmüş ancak ilaçlarla uyuyabilir, ayakta durabilir hale gelmiştir ve ölümün eşiğinden dönmüştür. Bir süre sonra hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülmekte olan bir soruşturma varken yine aynı suçtan bir soruşturmada yetkisiz olduğu halde Tokat Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılmış ve bu kapsamda TEM şube ekipleri tarafından gözaltına alınarak iki günde burada gözaltında tutulmuştur. Aynı muamelelere burada da maruz kalmıştır kendisinin rahatsızlıkları halen daha devam etmektedir.”

 

V. SONUÇ

Her kişi için onur kırıcılığı tartışmasız olan, insanların maddi ve manevi varlığına yönelen ve mağdurlarda kalıcı izler bırakan işkence eylemlerinin cezalandırılabilir bir suç ve toplum nezdinde ya da tarih önünde lanetlenebilir bir eylem olması için mağdurunun kimliğinin, aidiyetinin, inancının, mesleğinin bir önemi yoktur. Ancak yargı mensuplarına yönelik olarak gerçekleştirilen yaygın, sistematik ve planlı işkence eylemlerinin, 15 Temmuz sonrası Türkiye’sinde yaşanan gelişmeleri, dönüşümleri ve yaşananları anlamlandırmada önemli veriler ve mesajlar içerdiği tartışmasızdır.

Bir işkence failinin, yargı mensuplarına dahi işkence yapmasına olanak sağlayacak bir ortamın oluştuğunu görmesi, bunun teşvik edildiğini farketmesi, cezalandırılmayacağını bilmesi, onu diğer kişiler açısından daha tehlikeli hale getirecek ve işkencenin pervasızca uygulanmasına psikolojik bir ortam sağlayacaktır. Yüzlerce hâkim ve savcıya işkence yapılabilmiş olması bu açıdan acı sonuçlar doğurmuştur ve doğurmaya devam etmektedir. İşkence adeta yazılı olmayan bir soruşturma ve delil elde etme yöntemi haline getirilmiştir.

Yüzlerce hâkim ve savcıya işkence yapılabilecek uygunlukta bir psikolojik, siyasi ve yargısal bir ortamın oluşmuş olması, temel hak ve özgürlükler açısından Türkiye’de yaşayan insanların nasıl bir tehlike ile karşı karşıya kaldıklarını göstermesi bağlamında çok önemli bir veridir.

Somut, mahkeme tutanaklarında yer alan, muhataplarının ağır ceza alma, tutuklanma ya da uzun süre tutuklu kalma gibi riskler yanında kendisinin ve yakınlarının başkaca hukuksuzluklara muhatap olabilme ihtimallerini de göğüsleyerek kayıtlara geçirdiği işkence ve kötü muameleler bunlarla sınırlı değildir. İhraç edilip haklarında soruşturma başlatılan ve büyük kısmı gözaltına alınan 5.000 yargı mensubu içinde yüzlercesinin işkenceye maruz kaldığı acı bir Türkiye gerçeğidir. Net sayılara mağdurlar dinlendikten ve dosyaları incelendikten sonra ulaşılabilecektir.

Yargı mensuplarının, bir gün öncesinde adli kolluk amiri olduğu güvenlik görevlileri tarafından ağır maddi ve manevi işkencelere maruz bırakılabilmiş olmaları, ceza hukukçularının yanında, psikolog ve sosyologların üzerinde çalışmaları gereken önemli bir olgudur. Hukuk bilgisi ve bilinçleri kıt veya olmayan kolluk görevlilerinin sebebiyet verdikleri işkence eylemlerinin, doğrudan veya dolaylı failleri arasında bu kişilerin idari amirleri ve hatta soruşturmayı yürüten Başsavcı ve savcılar ile Sulh Ceza Hakimlerinin olmadığını iddia etmek, işkence suçlarının nasıl işlendiğini bilmemek demektir.

İşkence mağduru yargı mensuplarının beyanlarına da açıkça yansıdığı üzere, hakim ve savcılar yapılan hukuksuz/uydurma soruşturmalar bahanesiyle gözaltında tutuldukları süreler boyunca kalabalık alanlarda, temel ihtiyaç malzemeleri karşılanmayarak, aşırı sıcak ve soğuk ile sürekli yanan ışıklara ve çalınan propaganda müziklerine maruz bırakılarak, mülakat adı verilen yasak sorgulamalar sırasında ve öncesinde elleri arkadan kelepçeli tutulmak suretiyle ve sorgulama sırasında dövülmek, ağır hakaret ve küfür içeren sözlere muhatap olmak ve kendisi ve ailesi ile tehdit edilmek şeklinde, adliye koridorlarında adeta bir cani gibi elleri kelepçeli olarak gezdirilip teşhir edilerek, cezaevlerinde kalabalık koğuşlarda barındırılmak veya tek başına hücrelere konulmak suretiyle işkence ve kötü muamelelere maruz bırakılmışlardır.

Yargı mensuplarının muhatap oldukları işkence eylemlerinin, soruşturmayı yürüten Başsavcı ve savcıların bilgisi dahilinde olduğu özellikle not düşülmelidir. Kendi meslektaşlarına yapılan işkence ve kötü muameleye göz yuman veya bunun talimatını veren veya sürecini herhangi bir şey yapmaksızın izleyen bir Başsavcılığın ve savcıların olduğu gerçeği, Türkiye’de yaşayan her kişi ve grubu endişelendirmeli ve harekete geçirmelidir.

Anayasal güvencelere sahip, işkencecileri daha dikkatli ve tedirgin olmaya sevk etmesi beklenen yargı mensuplarının muhatap olduğu işkence ve kötü muamelelerin raporlaştırılmasını, işkenceye karşı mücadele edecek kişi, sivil toplum örgütü ve siyasi partilerin bilgisine sunulmasını önemli tarihi bir sorumluluk olarak görüyoruz.

 

[1] https://tr.solidaritywithothers.com/dismissal-by-decree-laws-and-hsk , Darbe Sonrası Türkiye’de Hakim ve Savcıların Toplu İhraçları – Turkey Tribunal , https://t24.com.tr/haber/iste-tskdan-ihrac-edilen-109-askeri-hakimin-tam-listesi,364969

[2] https://www.trthaber.com/haber/gundem/fetoden-kac-kisi-tutuklandi-iste-bilanco-291583.html

[3] https://en.wikipedia.org/wiki/Solitary_confinement#cite_note-Grassian2006-33,  https://openscholarship.wustl.edu/cgi/viewcontent.cgi?referer=https://en.wikipedia.org/&httpsredir=1&article=1362&context=law_journal_law_policy

[4] Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 16 Nisan 2019 tarih ve  12778/17 B. Nolu Alparslan Altan kararı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 03.03.2020 tarih ve   66448/17 B. Nolu Hakan Baş Kararı, Teoman Gökçe’nin keyfi tutukluluğunu gösteren emsal nitelikte kararlardır.

[5] BM Keyfi Tutuklama Çalışma Grubu‘nun A/HRC/WGAD/2018/78 sayılı Hamza Yaman Kararı.

[6] Teoman Gökçe – Biten Hayatlar

[7] https://twitter.com/nalandilora/status/1282352336283762688?s=20&t=45_SYY5gkDnmuIfGFjvRBg

[8] Nalan Dilara Uğur Twitter’da: “5.5 yıldır cezaevinde “esir” tutulan, sistematik işkenceye maruz kalan eski Yargıtay Üyesi babam Hüsamettin Uğur’un insan haklarıyla ilgilenen bütün kurum ve kuruluşlara, “insanım” diyen herkese açık mektubudur @adalet_bakanlik @TCYargitay https://t.co/VQZ8WUNHOs” / Twitterhttps://kronos35.news/tr/eski-yargitay-uyesi-husamettin-ugur-insanim-diyen-herkese-acik-mektup/ , İnsan Hakları ile İlgilenen Bütün Kurum ve Kuruluşlara, “İnsanım” diyen herkese açık mektup….pdf – Google Drive

[9] MEDEL Twitter’da: “In times where peace and justice are celebrated, our solidarity to the Turkish magistrates who face injustice. A letter by Hüsamettin UĞUR, Court of Cassation judge, in jail for 5.5 years: “this petition (open letter) has been written in order to ensure injustice is registered”. https://t.co/MZrROcX48H” / Twitter

[10] http://www.haberdar.com/gundem/eski-hsyk-genel-sekreteri-nin-iki-kolu-kirilip-tek-kisilik-hucreye-konuldu-h48056.html

[11] Almanca “Brötchen” olarak da bilinen küçük ekmek https://en.wikipedia.org/wiki/Bread_roll

CBJ TÜRKİYE HAKİM VE SAVCI İŞKENCE RAPORU YAYINLANDI yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/cbj-turkiye-hakim-ve-savci-iskence-raporu-yayinlandi/feed/ 0
YARGIDA BİRLİK DERNEĞİ’NİN İKTİDARA BAĞLILIĞI VE BAĞIMLILIĞI https://hukukpenceresi.com/yargida-birlik-derneginin-iktidara-bagliligi-ve-bagimliligi/ https://hukukpenceresi.com/yargida-birlik-derneginin-iktidara-bagliligi-ve-bagimliligi/#respond Tue, 22 Mar 2022 14:46:34 +0000 https://hukukpenceresi.com/yargida-birlik-derneginin-iktidara-bagliligi-ve-bagimliligi/ YARGIDA BİRLİK DERNEĞİ’NİN BAĞIMSIZLIĞI VE SİYASİ İKTİDAR İLE İLİŞKİSİ 2013 yılında Yargıda Birlik Platformu/Hareketi (YBP) adıyla faaliyete başlayan ve 27 Mart 2015’te dernek statüsü kazanan Yargıda Birlik Derneği (YBD), 10 bine yaklaşan üye sayısıyla Avrupa’nın en büyük yargı derneği. Aynı zamanda bağımsızlık ve tarafsızlık niteliklerinden yoksun en büyük yargıç örgütlenmesi. Türünün tek ve en kötü […]

YARGIDA BİRLİK DERNEĞİ’NİN İKTİDARA BAĞLILIĞI VE BAĞIMLILIĞI yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>

YARGIDA BİRLİK DERNEĞİ’NİN BAĞIMSIZLIĞI VE SİYASİ İKTİDAR İLE İLİŞKİSİ

2013 yılında Yargıda Birlik Platformu/Hareketi (YBP) adıyla faaliyete başlayan ve 27 Mart 2015’te dernek statüsü kazanan Yargıda Birlik Derneği (YBD), 10 bine yaklaşan üye sayısıyla Avrupa’nın en büyük yargı derneği. Aynı zamanda bağımsızlık ve tarafsızlık niteliklerinden yoksun en büyük yargıç örgütlenmesi. Türünün tek ve en kötü örneği olduğu da söylenebilir. YBD’liler “Adalet Bakanlığı Organizasyonu” olmadıklarını iddia etmektedir.[1] Ancak sadece açık kaynaklardan yapılacak küçük bir araştırma ile bu iddianın doğru olmadığı, YBD’nin tümüyle AKP Hükümeti tarafından organize edildiği ve desteklendiği görülecektir. Buna ilişkin olay, olgu ve delillerden bazılarına göz atalım:

Dönemin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, “Yargıda Birlik’i biz kamuoyunun yakından tanıdığı birçok hâkim ve savcıyla birlikte kurduk. FETÖ’yü yargıdan temizledik.” diyerek,[2] YBP’nin Bakanlık organizasyonu olduğunu ve “Gülen Hareketi’ni yok etme” faaliyeti yürüttüklerini açıkça itiraf etmiştir.[3]

Halen Yargıtay üyesi olarak görev yapan eski Ankara Cumhuriyet Başsavcısı ve YBD kurucu üyesi Harun Kodalak, tanık olarak verdiği ifadesinde, özetle, “Yargıda Birlik Hareketi’nin, 2013 yılı Eylül ayında, Adalet Bakanlığı’nda Müsteşar Birol Erdem’in başkanlığında, Bakanlığın üst düzey birim amirleri ve yardımcılarının yaptıkları toplantıyla başladığını, 17/25 Aralık’tan sonra Müsteşar Kenan İpek ile toplantılara devam edildiğini ve bu Hareketi “Yargıda Birlik Platformu” olarak adlandırıp çalışmalara devam ettiklerini” belirterek YBP’nin Adalet Bakanlığı’nın koordinesinde kurulduğunu açıklamıştır.[4]

Yargıtay üyesi Abdullah Yaman, “Tanıklık etmek” başlıklı yazısında, özetle, “Müsteşar Kenan İpek’in çağrısı üzerine Ankara Hakimevi’nde yapılan toplantıya katıldığını, birkaç kişiyle başlayan toplantılarla Yargıda Birlik adını alan örgütlenmeyi oluşturduklarını, kurdukları bu grupla birlikte Cemaat’e karşı ilk ciddi mücadelenin temellerini attıklarını” belirterek, Bozdağ ve Kodalak’ın açıklamalarını teyit etmiştir.[5]

Adalet Bakanlığının koordinesinde gizli toplantılarla faaliyete başlayan YBP, bir süre sonra, fişleme usulü belirlenen listelere göre çağrılan hâkim-savcıların katılımıyla toplantılarını genişletmiş,[6] bu toplantılara Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcıları Selahaddin Menteş, Basri Bağcı ve Cafer Ergen ile 17-25 Aralık sonrası iktidarın müdahalesiyle yeniden şekillenen HSYK’dan pek çok bürokrat da katılmıştır.[7] Adalet Bakanlığı nezdinde, müsteşar Kenan İpek ve aynı zamanda YBD kurucu üyesi olan müsteşar yardımcıları vasıtasıyla yürütülen bu çalışmalar YBP-Bakanlık ilişkisini ve YBP’nin Bakanlık mutfağında pişirildiğini açıkça ortaya koymaktadır.

12 Ekim 2014 tarihli HSYK seçimlerinde kendi listesi ile seçime giren Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) adaylarına veya diğer adaylara karşı Bakanlığın ve Hükümetin kapıları kapalı tutulurken ve hatta seçim faaliyetlerine engel çıkarılırken, YBP temsilcilerine ve adaylarına iktidarın tüm kapıları ve imkânları sonuna kadar açılmıştır.

3 Eylül 2014 tarihinde YBP üyelerinin Başbakan Ahmet Davutoğlu’nu ziyareti sırasında çekilen fotoğraf.

YBP temsilcileri çeşitli tarihlerde Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ve Başbakan Ahmet Davutoğlu ile görüşmeler yapmışlardır. Örneğin, Başbakan Davutoğlu, 3 Eylül 2014 tarihinde Bekir Bozdağ’ın ziyaret sırasında hazır bulunduğu YBP üyelerini Başbakanlık’ta kabul ederek bu gruba olan desteğini kamuoyuna göstermiştir. Görüşmeler sonrası basına açıklama yapan YBP sözcüsü Abbas Özden, Başbakan ve Adalet Bakanı ile yaptıkları görüşmede hâkim-savcıların özlük hakları, sicil affı, hukuk fakültelerine sınavsız giriş hakkı ve askerlik durumları hakkındaki taleplerini dile getirdiklerini belirtmiştir.[8] Ardından 9 Eylül 2014 tarihinde, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, YBP ile görüşmelerde dile getirilen hususlara ilişkin yasa tasarısını kamuoyuna açıklamış ve tasarının HSYK seçimleri öncesi yasalaşacağını belirtmiştir.[9] Bekir Bozdağ’ın bu açıklama sonrasında “12 Ekim’deki seçimde hâkim ve savcıların kendi üzerlerinde oluşan bu gölgeden kurtaracaklarına inanıyorum” diyerek[10] YBP’yi işaret etmesi, söz konusu düzenlemelerin seçim yatırımı (rüşveti) olduğunu ve iktidarın YBP’ye olan desteğini göstermektedir.

YBP üyelerinin tüm seçim vaatleri yasa değişikliğini gerektiren türden vaatlerdir. Oysa HSYK’nın yasa yapma yetkisi yoktur. Siyasi iktidarın ve meclisteki çoğunluğunun desteği olmasa ve iktidardan bahse konu vaatler hususunda sözler alınmamış olsa, YBP üyelerinin bu vaatleri dile getirmeleri söz konusu olmayacaktır. HSYK seçimlerinden kısa bir süre sonra, vaatlerin tamamına ilişkin yasa değişiklikleri, iktidar partisi milletvekillerinin oyları ile hayata geçirilmiştir. Bütün bu hususlar, YBP’nin ve YBP listesinden seçilen HSYK üyelerinin yürütme organı ile aralarındaki ilişkiyi ve anlaşmayı gözler önüne sermektedir.

YBP Sözcüsü ve YBD kurucu üyesi Abbas Özden, Başbakan Ahmet Davutoğlu ile yaptıkları görüşmeden birkaç gün sonra (08.09.2014’te) verdiği röportaj sırasında, bir gazetecinin, seçimi kaybetmeleri halinde ne olacağı sorusuna karşılık; “Hiçbir devlet böyle bir yapıya izin veremez, biz istiyoruz demokratik yollarla çözülsün.” şeklinde cevap vermiş, “seçimleri kazanamazsak, devlet gereğini yapar” imasında bulunmuştur.[11] Buna paralel olarak, AKP Meclis Grup Başkanvekili Mahir Ünal, HSYK seçimleri öncesinde yaptığı açıklamada (25.09.2014), HSYK seçimlerinde hükümetin desteklediği YBP kaybederse, “sonucu gayrimeşru ilan edeceklerini” söyleyerek,[12] YBP sözcüsü Abbas Özden’in bu sözlerine açıklık getirmiştir. Yine Başbakan Yardımcıları Yalçın Akdoğan[13] ile Numan Kurtulmuş’un[14] da benzer yönde açıklamaları mevcuttur. Bütün bunlar, Hükümet ve YBP temsilcilerinin, “paralel yapı” ilan ettikleri Gülen Hareketi’ne karşı aynı söylem ve eylem birliği içerisinde olduklarını, Hükümetin, HSYK seçimlerini bir “Devlet/Hükümet meselesi” olarak gördüğünü ve bu konuda gerektiğinde demokratik seçim sonuçlarını tanımayacak ölçüde YBP’yi desteklediğini göstermektedir.

YBP, seçim çalışmalarında iktidarın tüm imkânlarından faydalanmıştır. Ücretsiz toplantı odaları ve ulaşım ayarlanmış,[15] hâkimlere toplantılara katılmaları telkin edilmiş, hâkimlerin e-mail adresleri ve telefon numaralarına erişim sağlanmış, yukarıda belirtildiği üzere, maaş zammı ve YBP’nin kazanması halinde disiplin soruşturmalarının düşürüleceği gibi, yasayla gerçekleştirilebilecek çeşitli vaatlerde bulunulmuştur.[16] Adalet Bakanlığında çalışan hâkim ve savcı kökenli bürokratlar, illerdeki mahkemelerde resmi olarak görevlendirilerek (masrafları devlet bütçesinden karşılanarak), YBP listesindeki adayların kazanması için çalışma yapmışlardır. Bakanlık görevlileri adliyelerde hâkim ve savcıları ziyaret ederek, YBP adaylarına oy vermelerini talep ve telkin etmişlerdir.[17] Bütün bu seçim çalışmalarında, kamuya ait araçlar ve valiliklerin imkânları kullanılmıştır. YBP adına doğu illerindeki adliyeleri dolaşacak bürokratlara ve adaylara uçak desteği bile sağlanmıştır.[18] Bütün bunlar, YBP’nin siyasi iktidar tarafından kurulan ve desteklenen bir organizasyon olduğunun kanıtları arasında yer almaktadır.

YBP’liler de bu desteği karşılıksız bırakmamış ve her fırsatta “devletin yanında olduklarını ve yürütme ile uyumlu çalışacaklarını/çalıştıklarını” deklare etmişlerdir.[19]

12 Ekim 2020 tarihined YBD’nin resmi facebook hesabından paylaştığı açıklaması.

12 Ekim 2014 tarihli HSYK seçimlerinin yıldönümü münasebetiyle 12 Ekim 2020’de YBD tarafından yapılan yazılı açıklama, YBD’nin, iktidar ile ilişkisini ve amacını net bir şekilde ortaya koymuştur. Bu açıklamada, özetle, “17-25 Aralık 2013 tarihinde hükümete karşı yargı yoluyla darbe yapıldığı, bu darbeyi bertaraf etmek ve yargı içerisindeki FETÖ’cü terör unsurlarını ortadan kaldırma amacıyla yargıda birlik etrafında bir araya gelindiği, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın önderliğinde amansız bir mücadeleye başlandığı, 12 Ekim 2014 tarihinde milli bir Hâkimler Savcılar Kurulu seçilmesinin sağlandığı, Yargıda Birlik Derneği’nin (platformun) FETÖ ile mücadelede önemli görevler üstlendiği, bugünde devam eden mücadelenin temel taşlarını, omurgasını oluşturduğu” belirtilmiştir.[20] Bu açıklama ile, YBD’nin kuruluş amacının “Gülen Hareketi ile mücadele” olduğu ve bu konuda Erdoğan’ın başkanlığında iktidar ile birlikte hareket ettikleri, “darbe” olarak niteledikleri 17-25 Aralık soruşturmalarını da birlikte “bertaraf ettikleri(ortadan kaldırdıkları)” bir kez daha ortaya konulmuştur.

Konuya ilişkin daha pek çok kanıt sergilenebilir. Ancak yukarıda yapılan açıklamalar YBD’nin siyasi iktidar ile ilişkisini açıklamaya yeterlidir. YBD’lilerin “Adalet Bakanlığı Organizasyonu” olmadıklarına ilişkin açıklamalarının hiçbir geçerliliği yoktur. Her şey gün gibi ortadadır. Gündüz vakti gözünü kapayan yalnızca kendisine gece yapar; “gece oldu” diyerek kimseyi kandıramaz. YBD’lilerin durumu da böyledir. Kendi gözlerini kapamakla gerçeklerin üzerini örtemezler.

Nitekim bu gerçekleri bütün dünya görmüştür. Avrupa Konseyi organlarının belgelerinde, Yargıda Birlik Platformu (Yargıda Birlik Derneği), “government oriented” (Hükümet eğilimli) bir yapı olarak nitelendirilmiştir.[21] Avrupa Komisyonu 2018 ve 2020 yıllarına ilişkin Türkiye İlerleme Raporlarında ise “Yargıda Birlik Derneği hükûmete yakınlığıyla bilinmektedir.” denilmiştir.

Avrupa Yargı Kurulları Ağı (ENCJ), 8 Aralık 2016 tarihinde, YBD’li üyelerden oluşan HSYK’nın gözlemci statüsünün gerekli bağımsızlık ve tarafsızlık şartlarını taşıyamaması sebebiyle askıya alınmasına karar vermiştir.[22] ENCJ, 8 Aralık 2020 tarihli açıklamasında ise, HS(Y)K’nın bağımsız olmadığını ve sadece tabeladan ibaret bir Kurul olduğunu belirterek HS(Y)K’ya kapılarını kapatmıştır.

Alman Yeni Yargıçlar Birliği (NRV), “Türkiye’de yargının bağımsız olmadığına, YBD’nin bu sorunun bir parçası olduğuna, birçok hâkim ve savcının kendisini hükümete ve onun temsilcilerine teslim ettiklerine” vurgu yaparak, YBD Başkanı Birol Kırmaz’ın randevu talebini reddetmiştir.[23]

Sonuç olarak YBD, AKP Hükümetinin, 17-25 Aralık 2013 tarihli yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarından sonra, yargıyı ele geçirmek, yönetmek, aleyhindeki soruşturmaları kapatmak ve başka soruşturmalar açılmasını engellemek, yargıyı kullanarak muhalifler üzerinde baskı kurmak ve özellikle “paralel yapı” adıyla düşman ilan ettiği Gülen Hareketi’ni “A’dan Z’ye yok etmek” amacıyla “bir silah olarak kullanmak üzere” kurduğu ve desteklediği bir örgüt olarak karşımıza çıkmaktadır. Şüphesiz ki örgütlenme hakkı Anayasal bir haktır ve bu anlamda yasaların izin verdiği hiçbir örgütlenme kınanamaz. Ancak bağımsız ve tarafsız olması gereken yargı mensuplarınca “Yargıda Birlik Platformu/Derneği” adı altında sergilenen bu tablonun, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı bakımından açıklanabilir hiçbir yönü bulunmamaktadır.

[1] https://yargidabirlik.org.tr/basin-aciklamasi-11-haziran-2016.html

[2] https://odatv4.com/guncel/aleviler-alinmiyordu-09101920-170170

https://www.yeniakit.com.tr/haber/bekir-bozdag-o-iddia-hakkinda-konustu-feto-benden-intikam-aliyor-941905.html

[3] Bu konuda medyada yer alan tespitler de aynı yöndedir. Örneğin, iktidar yanlısı Akşam Gazetesi yazarı Emin Pazarcı 12 Ağustos 2016 tarihli köşe yazısında, “Gülen Hareketi’ne karşı ilk milli birliğin Adalet Bakanlığı’nda gerçekleştiğini, milliyetçisi, muhafazakârı, solcusu, sosyal demokratı, Alevi’si ve Sünni’sinin yıllar önce Yargıda Birlik Platformu adı altında bir araya geldiğini” belirterek, YBP’nin yürütme ile olan bağını ve amacını açıklamıştır. http://www.aksam.com.tr/yazarlar/o-gece-neler-oldu/haber-540829

[4] YBD kurucu üyesi ve dönemin Ankara C.Başsavcısı Harun Kodalak ve Dönemin Adalet Bakanlığı Müsteşarı Birol Erdem’in YBP’nin nasıl kurulduğuna ilişkin beyanları için bkz: Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin İlk Derece Mahkemesi sıfatıyla verdiği 2019/11 E, 2021/5 K. Sayılı kararı.

https://www.sozcu.com.tr/2019/gundem/adalet-bakanligi-eski-mustesari-birol-erdeme-fetoden-dava-acildi-5344176/

[5] http://www.karar.com/yazarlar/elif-cakir/yargi-camiasinin-vicdanini-rahatsiz-eden-gozalti-4235

[6] https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/yargida-cemaate-karsi-yeni-ittifak-64117

[7] https://m.star.com.tr/guncel/paralel-isyani-yargida-birlik-platformu-getirdi-haber-873991/

https://www.yenisafak.com/gundem/hsykda-paralel-rahatsizligi-641658

http://www.medyagundem.com/yargida-paralel-orgute-karsi-birlik/

https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/yargida-birlik-platformu-adaylarini-acikladi/126515

[8] https://m.haberturk.com/gundem/haber/986597-paralel-yapi-da-degerlendirildi

[9] www.memurlar.net/haber/482227//.

[10] https://www.hurriyet.com.tr/gundem/hâkim-ve-savcilara-1155-tl-zam-27169289

[11] https://t24.com.tr/haber/yargida-birlik-cemaat-yar-savi-ele-gecirdi-bizim-listemizde-solcu-alevi-milliyetci-ve-dindarlar-var,270124

https://www.turkishnews.com/tr/content/2014/09/09/ev-imamini-hsyk-uyesi-yaptilar/

[12] https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/akp-demokrasisi-kazanirsak-mesru-kaybedersek-gayrimesru-123637

[13] https://www.diken.com.tr/akpde-hsyk-mizikciligi-basladi-sonuclari-begenmezsek-gayrimesru-sayar/

[14] https://www.diken.com.tr/yasama-yargi-yurutme-hepsinin-ustunde-milli-irade/

[15] Örneğin, İstanbul Başsavcılığı, YBP’nin 31.08.2014’te Ankara’da yapacağı aday tanıtım toplantısı için İstanbul’dan otobüs kaldırmıştır. https://www.diken.com.tr/istanbul-bassavciligi-hsyk-secimlerinde-tarafini-secti-hukumetin-destekledigi-ybp-icin-arac-tuttu/

[16] Regnard, Christophe (Kasım, 2016), “Türkiye: Hukuk Devletinin Sonu”, Cilt V, Sayı 11, s.16–22, Türkiye Politika ve Araştırma Merkezi (Research Turkey), Londra: Research Turkey (http://researchturkey.org/?p=13021&lang=tr )

[17] https://odatv4.com/guncel/boyle-olur-yeni-turkiyenin-bagimsiz-yargisi-2209141200-64881

[18] https://odatv4.com/makale/adaletin-bu-mu-dunya-2009141200-64811

[19] http://adaletgundemi.net/haber/4252/adalet-bakanligi-mustesar-yardimcisi-heybet-hakim-/

https://www.haberturk.com/yerel-haberler/haber/8518024-yargida-birlik-derneginin-nusaybin-ziyareti

http://www.cnnturk.com/turkiye/hâkim-ve-savcilar-iftarda-bulustu-devletin-yanindayiz

[20] https://m.haberturk.com/yargida-birlik-dernegi-nden-feto-mesaji-2832878

https://www.facebook.com/yargidabirlik/posts/1854791087994123

[21] 12-16 Ekim 2015 tarihli GRECO “Evaluation Report – Turkey”, s. 31.

https://www.ab.gov.tr/siteimages/pub/komisyon_ulke_raporlari/2018_turkiye_raporu_tr.pdf

[22] https://tr.sputniknews.com/haberler/201612091026232448-hsyknin-avrupa-yargi-kurullari-agindaki-gozlemci-statusu-askiya-alindi/

[23] http://www.turkishnews.com/tr/content/2016/12/08/bakin-alman-yargiclar-birligi-turkiyeye-ne-cevap-verdi/

 

YARGIDA BİRLİK DERNEĞİ’NİN İKTİDARA BAĞLILIĞI VE BAĞIMLILIĞI yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/yargida-birlik-derneginin-iktidara-bagliligi-ve-bagimliligi/feed/ 0
AİHM’den İşkencecilere Kötü Haber: Yasal Düzenlemeler İle İşkenceciler Affedilemez! https://hukukpenceresi.com/aihmden-iskencecilere-kotu-haber-yasal-duzenlemeler-ile-iskenceciler-affedilemez/ https://hukukpenceresi.com/aihmden-iskencecilere-kotu-haber-yasal-duzenlemeler-ile-iskenceciler-affedilemez/#respond Mon, 24 Feb 2020 21:49:48 +0000 https://hukukpenceresi.com/aihmden-iskencecilere-kotu-haber-yasal-duzenlemeler-ile-iskenceciler-affedilemez/   Dr. Hasan DURSUN Uluslararası bir mahkeme olan AİHM, temel hak ve özgürlüklerin korunmasında ulusal mahkemelere nazaran ikincil ve tamamlayıcı bir role sahiptir. Bu alanda asıl görev ve yetki ulusal mahkemelere aittir. Ancak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin yorum ve uygulanmasında AİHM merkezi bir role sahiptir. Ulusal mahkemeler AİHS te tanımlanıp koruma altına alınan haklara dair […]

AİHM’den İşkencecilere Kötü Haber: Yasal Düzenlemeler İle İşkenceciler Affedilemez! yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
 

Dr. Hasan DURSUN

Uluslararası bir mahkeme olan AİHM, temel hak ve
özgürlüklerin korunmasında ulusal mahkemelere nazaran ikincil ve tamamlayıcı
bir role sahiptir. Bu alanda asıl görev ve yetki ulusal mahkemelere aittir.
Ancak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin yorum ve uygulanmasında AİHM merkezi
bir role sahiptir. Ulusal mahkemeler AİHS te tanımlanıp koruma altına alınan
haklara dair yorum ve uygulamalarında belirli bir çerçevede “takdir payı”na sahiptirler.
Bu payın genişliği Sözleşmenin uygulanmasındaki çeşitliliği ve farklılığı
doğurur. Fakat AİHM işkencenin yasaklanması ve yaşama hakkı bağlamında ulusal
mahkemelere takdir hakkı tanımaz.

Her devletin şiddet ve terör eylemlerini araştırma
hakkı ve yükümlülüğü vardır. Ancak bu yöndeki çalışmalarını kendi Anayasa ve
yasaları ile kabul ettiği uluslararası sözleşmelere sadık kalarak yapması
gerekir.

Uluslararası insan hakları hukuku, ulusal
devletlerin karşılaştıkları şiddet olaylarıyla mücadelelerinde uymaları gereken
temel sınırları çizer. Zira amaç, insan hakları konusunda temel bir standart
oluşturmak ve bunu yaygınlaştırmaktır. İktidarların sahip oldukları ulusal gücü
kullanarak yapacakları Anayasal ve yasal düzenlemelerle belirlenen standartları
yok etmeleri veya esnetmeleri mümkün değildir. Ulusal yargı mercilerince meşru
kabul edilen ve cezalandırılmayan bir eylem, ilgili ülkenin üyesi olduğu
uluslararası sözleşmeler bağlamında yaptırıma tabi tutulabilir.

Bu yazımızda AİHM içtihatları bağlamında, iktidar ve
temsilcileri ile kamu gücünü kullanan kişi ve kurumların hukuka aykırı
eylemleri nedeniyle kendilerini nasıl bir sürecin beklediğine değinmeye ve
onları uyarmaya çalışacağız.

OHAL
Dönemi ve Sonrasında İşkence ve Kötü Muamelede Bulunanlar ile Yaşam Hakkını
İhlal Edenlere Kötü Haber: OHAL KHK’ları Sizleri Kurtaramayacak.

Türkiye’de 2014 yılında başlayan, 15 Temmuz 2016
sonrasında ise yaygınlaşarak genelleşen insan hakları ihlallerine tanıklık
ettik. İktidar çıkarttığı KHK’lar ve uygulamaları ile bu hak ihlallerini
çeşitlendirdi ve toplumun tüm kesimine karşı bir silah olarak kullandı.

Mevcut iktidar ve sözcüleri yasama, yürütme ve yargı
organlarına doğrudan ve dolaylı olarak mesajlar vererek, belirli kişi ve
gruplarla her ne pahasına olursa olsun mücadele edilmesi gerektiğini, bu
bağlamda ihtiyaç duyulan her yasayı çıkartabileceklerini söylediler. Bu
bağlamda OHAL döneminde çıkartılan ve daha sonradan iktidarın güdümündeki
Meclis eliyle yasalaştıran düzenlemeler yaptılar. Bu düzenlemeler ile hak ihlalleri
yapan kamu görevlilerine koruma sağlamaya, eylemlerini teşvik etmeye
çalıştılar. KHK’lar ile temel hak ve özgürlük ihlali yapan kamu görevlilerinin
cezai ve idari yönden soruşturulmalarını, bu kişilere karşı tazminat talebinde
bulunulmasını önlediler. İktidar sadece kamu gücü kullanan ajanlarını değil,
kendi hedefleri doğrultusunda hukuka aykırı eylemlerde bulunan sivilleri de
koruyacak bir KHK dahi çıkarttılar.

Bu düzenlemeler çerçevesinde iktidar kendisine
Anayasa üzerinde bir konum ve güç sağladı.

AİHM içtihatları incelendiğinde, işkence yapanların,
yaşam hakkını ihlal edenlerin, kötü muamelede bulunanların OHAL döneminde
çıkartılan KHK’lar ile kurtulamayacaklarını, bu tür düzenlemelerin AİHS sistemi
içerisinde bir karşılığı olmadığını, kamu gücü kullananların öncelikle
uluslararası insan hakları hukukunun ilkelerini gözönüne almaları gerektiğini
söylemek gerekir.

Mevcut iktidar gidip, Anayasa ve uluslararası sözleşmelere
sadık bir yönetim Türkiye’ye hakim olduğunda, yapacağı ilk şey, önceki dönemde
gerçekleştirilen ağır insan hak ihlalleri ve faillerinin soruşturulması
olacaktır.

Benzeri konular AİHM önüne, Doğu Almanya’da işlediği
cinayetler nedeniyle birleşmiş Almanya yargı birimlerince kovuşturulup
cezalandırılan kişilerce getirilmiştir. Bu başvurularından birindeki başvurucu,
Doğu Almanya’da sınır muhafızı olarak görev yapan bir askerdir. Başvurucu
görevi sırasında 1972 yılında doğudan batıya geçmeye çalışan bir kişiyi
başından vurarak öldürmüştür. Eylemi nedeniyle Doğu Almanya rejimi tarafından
madalyaya layık görülmüş ve kendisine ikramiye verilmiştir.

1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılıp, 1990 yılında
Almanya’nın yeniden birleşmesi sonrasında,  bu asker hakkında işlediği cinayet ile ilgili
soruşturma başlatılmış ve Berlin Bölge Mahkemesinde yargılanarak 1993 yılında,
eyleminden 21 yıl sonra hapis cezasıyla cezalandırılmıştır. Başvurucu
yargılaması sırasında, yaptığı eylemin 1972 tarihinde geçerli olan Doğu Almanya
ceza mevzuatına uygun ve meşru olduğunu, bir asker olarak talimatları yerine
getirdiğini savunmuş ve cezalandırılmaması gerektiğini ileri sürmüştür. Ancak
Bölge Mahkemesi, başvurucunun bu savunmalarını kabul etmeyerek, bir asker için
dahi olsa, silahsız bir kişiye ateş etmenin insanlık görevini ihlal anlamı
taşıdığını, kendisine verilen ve öldürmeyi emreden yazılı ve sözlü
talimatların, yaşam hakkını koruyan ulusal ve uluslararası mevzuat bağlamında
geçerli olmadıklarını söylemiştir. Birleşme sonrası Almanya mahkemeleri, yaşam
hakkının uluslararası hukuk tarafından korunan temel bir insani hak olduğunu,
Doğu Almanya Anayasası’nın ve kanunlarının da aynı şekilde yaşam hakkını
korumaya aldıklarını, olay tarihindeki yargı birimlerinin söz konusu
düzenlemeleri farklı yorumlamalarının kendileri açısından bağlayıcı
olmayacağını belirtmişlerdir.

AİHM başvurucu tarafından ileri sürülen ve fiil
tarihinde geçerli olan mevzuata göre suç teşkil etmeyen bir eylemden dolayı
cezalandırılmasının AİHS’in 7.maddesine aykırı olduğuna dair gerekçeyi uygun
bulmamıştır. AİHM’e göre, fiil tarihinde yürürlükte bulunan Doğu Almanya
Anayasası ve uluslararası sözleşme metinleri başvurucunun eylemini suç olarak
kabul ettiğinden, başvurucunun cezalandırılmasına yasal dayanak
oluşturmaktadır.

AİHM’e göre, bir asker dahi olsa, yalnızca Doğu
Almanya’nın değil, aynı zamanda evrensel olarak kabul edilen insan haklarını ve
haklar hiyerarşisinde en üst değere sahip yaşam hakkını açık şekilde ihlal eden
emirlere körü körüne itaat etmemelidir. Olay tarihindeki siyasi ortam gözönüne
alındığında zor durumda bulunan ve yoğun bir manevi baskı altında olan bir
askerin dahi silahsız olan kişilere ateş ederek öldürme hakkı yoktur. Bunun
aksine hiçbir mevzuat ve emrin meşru geçerliliği iddia edilemez. Kaldı ki,
başvurucu olan askerin eylemi hem Doğu Almanya hukuku ve hem de uluslararası
hukukta suç kayılmaktadır. Dönemin mahkemelerinin aksine yorumlarının bu
gerçeklik karşısında bir önemi ve değeri yoktur. (K-H W – Almanya, Başvuru No.
37201/97, AİHM (Büyük Daire) (22 Mart 2001), sec.81.)

İşkencecilere
Af Yok

İnsan hakları
ihlallerini soruşturma gereğinin doğal sonucu, kamu görevlileri tarafından
gerçekleştirilen işkence türü eylemlerin affedilmemesidir. AİHM önüne bu konuda
bugüne kadar doğrudan bir başvuru gelmemiştir. Ancak farklı bir başvuru bağlamında
yaptığı bir değerlendirmede AİHM, konuya ilişkin yaklaşımını ortaya koymuştur.
Bir Moritanya eski istihbarat yetkilisinin, gerçekleştirdiği işkence eylemleri
nedeniyle, uluslararası yargılama yetkisi çerçevesinde Fransa tarafından
yargılanması ve cezalandırılması bu kişi tarafından AİHM önüne götürülmüştür.
Başvurucu, söz konusu eylemlerin Moritanya devleti tarafından af edildiğini ve
başka ülke tarafından soruşturulamayacağını ileri sürmüştür. AİHM konuya
ilişkin yaptığı değerlendirmede “af uygulaması devletlerin işkence veya vahşet
eylemlerini araştırma yükümlülüğüyle genel olarak uyumlu değildir” yaklaşımında
bulunmuştur. (Ould Dah – Fransa, Başvuru No. 13113/03, AİHM (dec.) (17 Mart
2009)

“Muhakkak ki, genel itibariyle bir yanda suçları
cezalandırma zorunluluğu, diğer yanda bir ülkenin sosyal bütünlüğünü sağlama
arzusu arasındaki olası çelişki görmezden gelinemez. Her şekilde, Moritanya’da
bu türden bir uzlaşma prosedürü başlatılmamıştır. Bununla beraber, işkence
yasağının tüm uluslararası insan hakları koruma mekanizmalarındaki baskın yeri
dikkate alındığında bu tür eylemlerin faillerini kovuşturma gerekliliği,
uluslararası hukuka karşıt olarak görülebilecek bir af yasasının kabulüyle
cezasızlığa sebep olunarak görmezden gelinmemelidir.

Teorik olarak bir
devletin, sınırları içerisinde işlenen tüm suçlar bağlamında af çıkarma yetkisi
vardır. AİHM tarafından bu yetkinin hangi çerçevede irdeleneceği, önüne gelen
olayın özellikleri çerçevesinde şekillenecektir. Ancak genel bir toplumsal
uzlaşı sağlanmayan, dönemsel bir iktidar ile onun çalışanlarını kurtarmaya
yönelik çıkartılan, işkence yasağı ve yaşam hakkını ihlal eden eylemleri
kapsayan afların AİHM tarafından kabul görmeyeceğini söylemek yanlış
olmayacaktır.

İktidar ve temsilcileri
her fırsatta, işkence ve kötü muamelede bulunan, yaşam hakkını ihlal eden kamu
görevlilerine, bundan dolayı soruşturulmayacaklarını, gerekirse yasal
düzenlemeler ile kendilerini koruyacaklarını söyleyerek işkencecileri motive
etmektedir. Ancak ulusal düzeyde çıkartılan yasa ile işkencelerin meşruiyet
kazanması, suçluların affedilmesi mümkün değildir. Geçici bir süre koruma
sağlansa dahi, bu korumanın sürekli olmayacağı açıktır.

Yine
AİHM yaşama hakkı ve işkence ile ilgili suçlarda zamanaşımı veya soruşturma
izni vb. nedenlerle faillerin soruşturulup yargılanmamasını, bu tür suçlara
hoşgörü gösterildiği şeklinde yorumlayarak ihlal kararları vermektedir. Af
çıkarma meselesi de aynı bağlamda değerlendirilmelidir. (Abdülsamet
Yaman-Türkiye Kararı, p.55; Teren Aksakal-Türkiye Kararı, no.51967/99, 11 Eylül
2007, p.88; Ali ve Ayşe Duran-Türkiye Kararı, p.69; Evrim Öktem-Türkiye Kararı,
p.55; Tuna-Türkiye Kararı, no.22339/03, 19 Ocak 2010, p.75; Association 21
December 1989 ve Diğerleri-Romanya Kararı, no.33810/07 ve 18817/08,24 Mayıs 2011, p.144.)

Yapılan işkence ve kötü
muamelelerin iktidar güdümündeki mevcut yargı birimlerince soruşturulmaması bu
suçların faillerini rahatlatmasın.

Fişleme
Verileri Muhataplarına Verilmek Zorunda

Belirli dönemlerde
yapılan ve uluslararası insan hakları hukukuna aykırı eylemlere dayanak teşkil
eden istihbari verilerin devlet tarafından açıklanması gerekir. Devletin bundan
süresiz olarak kaçması olanaklı değildir. Devletin bu yöndeki talepleri
karşılayacak belirli bir prosedür sunması gerekir. Bir başvuruda AİHM, bilgi
talep eden bir kişinin başvurusunun bu yönde bir mevzuat ve usul bulunmaması
nedeniyle Romanya yetkililerince reddini, devletin pozitif yükümlülüklerini
yerine getirmediğinden bahisle AİHS’e aykırı bulmuştur (Haralambie – Romanya,
Başvuru No. 21737/03, AİHM (27 Ekim2009).

15 Temmuz sonrasında
yaygınlaşan ve daha önceden hazırlanmış “soykırım fişlemeleri” dayanak olarak
kullanılıp gerçekleştirilen soruşturma ve yargılamalar açık bir insan hakları
ihlalidir. Mevcut yargı birimlerinin bu ihlali yapabilme güç ve iktidarının
olmaması, ileride bu kişilerin haklarının iadesine engel olmayacaktır.

Söz konusu fişlemelerin
kimler tarafından, nasıl oluşturulduğu, fişlemeleri kaydeden istihbarat ve
ilgili kurum arşivlerinde durmaktadır. Bu bilgilerin ilanihaye gizli kalması
olanaklı değildir. Bu fişlemeleri oluşturan ve oluşumuna destek verenler hukuk
ve tarih önünde yargılanacak ve mahkum edileceklerdir.

Devletin,
muhataplarının talep etmesi sonrasında bu belgeleri verme zorunluluğu vardır.

OHAL
döneminde malvarlıkları ve maaşları gasp edilenlere iyi;  yolsuzluk ve hırsızlıkla zenginleşenlere kötü
haber

Olağanüstü dönemleri takip eden olağan dönemlerde,
yani hukuk ülkeye geri döndüğünde, önceki dönemde mülkiyet hakları ihlal
edilenlerin hakları iade edilecek; buna karşın hukuksuz dönemde
zenginleşenlerin malvarlıklarına belirli şartlar dâhilinde el konulabilecektir.

AİHS’in 1 Numaralı Protokolü’nün 1.maddesi, bireysel
mülkiyet hakkını bir insan hakkı kabul eder ve korur. Hukukun kötüye kullanarak
veya taraflı şekilde yorumlanıp yok sayılarak ya da kamusal gücün kötüye
kullanılması suretiyle mülkiyet hakları ihlal edilen bireyler, zararlarının
aynen veya nakdi olarak tazminini isteyebilirler.

Benzeri bir hakka “Totaliter bir rejimde ayrıcalıklı pozisyonlarının avantajını kullanan
veya mülkiyet edinmek amacıyla hukuksuz bir biçimde davranan kişilerin ve
onların varisleri
” sahip değildir. Hukukun rafa kaldırıldığı bir dönemde,
yetki ve pozisyonlarını kötüye kullanarak kamuya ait olan para ve malı
mülkiyetlerine geçirenler, “elde
ettikleri varlıkları hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik bir toplumda muhafaza
etmeyi bekleyemezler. Bu tür durumlarda genel kamusal fayda, adaleti yeniden
tesis etmek ve hukukun üstünlüğüne saygı göstermektir
”. (Velikovi ve
Diğerleri – Bulgaristan, Başvuru No. 43278/98, 45437/99, 48014/99, 48380/99,
51362/99, 53367/99, 60036/00, 73465/01 ve 194/02, AİHM (15 Mart 2007).

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından oluşturulan içtihatlar incelendiğinde, iktidarın sanal koruma şemsiyesi altına sığınan kamu görevlilerini uzun dönemde sıkıntılı süreçlerin beklediğini söylemek için kâhin olmaya gerek yok. Birleşmiş Milletler ve/ya Avrupa Konseyi üyesi olup, bu kurumlar tarafından oluşturulan insan hakları hukukunun ilkelerine uyacağını kabul eden her devlet ve görevlileri bunun gereğini yerine getirmek mecburiyetindedir. Bu mecburiyet, dönemsel iktidarlar ve hükümetleri de kapsayan ve onları aşan daha üst bir prensiptir.

1948 tarihli BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile 1951 tarihli AK Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Türkiye’nin imzalayıp tarafı olduğu ve Anayasa’nın 90.maddesi ile iç hukukun üzerinde önem atfettiği insan hakları hukuku metinleridir. Kamu gücü kullanan tüm kişi ve kurumlar, dönemsel iktidar ve hükümetlerden ya da dengelerden bağımsız olarak bu metinlerin gereğini yerine getirmek zorundadırlar. Bu metinlerin ilkelerini hiçe sayanlar ve/ya kurguladıkları insan hakları hukuku koruma mekanizmalarına zarar verenler, eylemlerinden dolayı sorumlu olacak; cezai, hukuki ve idari yaptırımlarla karşı karşıya kalmaktan kurtulamayacaklardır.

AİHM’den İşkencecilere Kötü Haber: Yasal Düzenlemeler İle İşkenceciler Affedilemez! yazısı ilk önce Hukuk Penceresi üzerinde ortaya çıktı.

]]>
https://hukukpenceresi.com/aihmden-iskencecilere-kotu-haber-yasal-duzenlemeler-ile-iskenceciler-affedilemez/feed/ 0